Connect with us

Yazılar

Yenilgi Yenilgi Büyüyen Zafer – Mustafa Zahid Ergün

Yayınlanma:

-

“Yeniden ayağa kalkmak kolay değildir. Bunca boyun eğişten, bunca kölelikten sonra özgürleşmek kolay değildir. Küllerimizden yeniden doğmak kolay değildir. Yeniden doğabilmek için eski kendimizi yakabilmek kolay değildir. Zor bir iştir ayağa kalkmak. Ayağa kalkmak, arınmak ve yenilenmek demektir.” (Sessizlik Senfonisi/ Ahmet Özcan)

Çeliğin üzerindeki kurumuş çamuru atmak için, çamuru temizlemekle beraber sert darbelerle sarsmak da lazımdır. Böylelikle üzerindeki kir net bir şekilde atılabilir. Yediği her darbe çeliği arındırır, temizler.

Sezai Karakoç’un ifadesiyle “yenilgi yenilgi büyür bazı zaferler.” Her yenilgiyi, zafere giden yolda çekilen kutsal birer çile olarak kabul edenler, tırnaklarıyla kazarak ulaştıkları bu zafer karşısında herhangi bir sarhoşluk yaşamazlar. Her başarısızlık, başarı için bir provadır çünkü. Tabiî cesaretin aptallık sınırlarında da dolaşmamak lazım gelir.

Zafere birden ulaşanlar, köşeyi kısa yoldan dönenler, hızlı yükselenler; muhatap kaldıkları hız yüzünden bazı melekelerini yitirirler. Bunlardan en önemlisi, görmedir. Hiç kimseyi gözleri görmez. Akrabalarının ve tanıdıklarının sayısı bir hayli artmasına rağmen, onlar en yakınlarını bile göremezler. (İhale veya koltuk konusu, en azından şu anlık mevzuumuzun dışındadır. Zaten o zaman yakınlarından başka kimseyi göremezler. Miyoplaşırlar adeta.) Göremedikleri en önemli şey ise; hakikattir. Etraflarında döne döne nara atarlar. Fakat gece yarısı bile içkisini gazeteye saran sarhoşun çekingenliği dahi yoktur onlarda. Bu âniden ulaştıkları üst düzeylerden attıkları naralar, arşın kulaklarını tırmalamaktan başka bir şeye yaramaz.

Feridüddin Attâr, Mantıku’t Tayr’ında yola çıkanların bazı engelleri aşmadan menzile ulaşamayacaklarını anlatır. Simurg’a ulaşmak isteyen kuşların geçmek zorunda oldukları dipsiz vadilerden bahseder. Bu yedi vadide takılanlar ve bu vadileri hakkıyla geçenler vardır elbette. (1) Hep beraber yola çıkan kuşlardan bazıları istediklerini göremeyince talep vadisinde takılırlar. (2) Kimisi aşkına mağlup olur. Geçici aşkı tercih edenler aşk vadisinde kalakalır. (3) Kimileri yapabileceklerine çok güvenir ve marifet/bilgi vadisinde takılırlar. (4) Kendi varoluşları konusunda hiçbir şeye muhtaç olmadıklarını düşünenler istiğna vadisinde hava atmakla meşgul olurlar. (5) Simurg’un tekliğini kendilerine yediremeyenler tevhid vadisinde kalırlar. (6) Yolculuğun zorluğu ve anlatılanların gerçek olduğunu görenler hayret vadisinde takılırlar. (7) Simurg’ta yok olamayanlar fakr ve fenâ vadisinde takılır kalırlar. En son, bütün vadilerden geçen otuz kuş Simurg’a ulaşır. Her vadide bu kutlu topluluktan ayrılanlar ise, dipsiz vadilerin dibinde kendilerini bekleyen acı sona kavuşurlar. Yuvarlak odada köşe buluncaya kadar, inerler esfel-i safiline.

Bu kuşların hikâyeleri arasında en çok dikkat çekenlerden biri de guguk kuşununkidir. Anlatılana göre: Guguk kuşu yumurtasını başka bir yuvaya koyar. Kendi cinsi küçük olan yuva sahibi kuş da guguğa yem yetiştireceğim diye kendini paralar. Bu yetmezmiş gibi guguk kuşu, diğer yumurtaları da yuvadan atar. Guguk, annesinin yaptığının üstüne, yeni yuvaya tuz biber eker. İncir ağacı diker, köküne kibrit suyu döker.

Guguk kuşu, sadece yolda giderken menzili unutup terk etmek suçuyla değil; nesliyle alay edercesine işlediği bu cürüm sebebiyle cirminden fazla kurnazlık yapmasıyla da anılır.

Son söz: Yaşadığımız bu sürat çağında, handiyse tüm mevzileri tutmuş modernitenin bizden istediği, bizi zorladığı bu “kısa yol taktiği” her ne kadar cazip geliyor olsa da, insan olmanın gerektirdiği hakkaniyet meselesini göz ardı etmemek lâzım gelir. Hiç yenilmeden başarmak isteyenlere Osho’dan gelsin: “Everest’in zirvesinde hepinizin duracağı kadar yer yok.” Şu mısra da İbrahim Tenekeci’den: “Mükemmel olmak yakışmıyor insana.”

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Köşe Yazıları

Akay Yokuşunda Tek Başıma Kutladım, 29 ARALIK 1984 ATILIMI’nın Birinci Yıldönümünü

Yayınlanma:

-

Nuri Pakdil’le ilgili etraflıca bir yazı kaleme almak istedim şimdiye değin lâkin bu, bir türlü nasip olmadı ancak daha önce Tasfiye’de “Nuri Pakdil Mektuplarını Okuma Denemesi-Yazı ve Devrim”[1] ile “Takvim Yırtıkları”ndan Sızan “Entelektüel Öfke”[2] başlıklarıyla iki yazı yayımlamıştım.

Bu iki yazı, Pakdil’in mektuplarını[3] ve Hüseyin Su’nun günlüklerini[4] odağa aldığı için daha çok Nuri Pakdil’den aktarılan ilkelere odaklanıyordu. Çok daha önce Hece dergisinin Nuri Pakdil özel sayısı[5] da bu bağlamda oldukça önemli bir içeriğe sahipti. Elbette süreç içerisinde farklı dergilerce başka özel sayı ve kitaplar yayımlandı Pakdil için ancak bunların pek çoğu sadra şifa olmayan ve birbirini tekrar eden çalışmalar olmaktan öteye gidemedi doğrusu.

Nuri Pakdil vefat edeli altı sene oldu. En sonda söylenmesi gerekeni hemen başta söyleyelim: Hoyrat muhafazakâr siyasetin elinde Nuri Pakdil’i ve onun hakkı teslim edilmemiş söylem birikimini, öncülüğünü yağmaladılar! Buna vesile olan herkes, tarih önünde ve elbette Allah katında suçludur. Hüseyin Su, Nuri Pakdil’i anlattığı “Entelektüel Öfke”[6] kitabının sonunda -henüz gerçekleşmeyen bir vaat olarak- Nuri Pakdil’in imhasını anlatmak istediğini yazmıştı. Açıkçası benim de heyecanla beklediğim bu çalışmanın Hüseyin Su’nun da bir şekilde dahil olduğu mevcut siyasal atmosferde vücut bulacağına olan inancım epeyce zayıflamış durumda.

Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisi ile bütünleşik siyasal-ideolojik hattının kısa manifestosu olarak sunulabilecek şu kısa metni, iddia ediyorum ki Nuri Pakdil’i ölmeden önce bütün varlığı ile yağmalayanlar zerrece anlamaktan fersah fersah uzaktılar:

Edebiyat dergisi; sermayeye, mülkiyete, kâra sırtını dönmüş bir inanmışlığın adıdır; çünkü, bu üç kavram (yani; mülkiyet, sermaye, kâr; ülkemiz özelinde çok kirli ve lekelidir): İNSANI BUGÜN ESİR ALMIŞTIR. Herkesin boynunda, ince kalın, görünür ya da görünmez, paganizm ipleri: bağlı herkes. Sermaye (mülkiyet): özgürlüğe ivme kazandırmıyor: ayaklarımızın altında, toprağın altında çatışma: inanç, mülkiyetten arındırılmadıkça, o insana feyz bulaşmayacak : feyz, burada, faizi silmek için: aşkımızda: kırıklıklarımızda: kinimizde: sanatımızda: yapıtımızda: Kelâm’dan koyu yeşil kırmızı tohumlar saçılıyor: ruhumun, vicdanımın derinliklerinde.[7]

Nuri Pakdil’in çok öncesinde filizlenip 70’li yıllar boyunca güçlenen ve yukarıdaki alıntıda özünü, mahiyetini genel çerçevesi itibariyle beyan eden ideolojik çerçevesi kabul etmeli ki ülkedeki İslami çevrelerde görülemeyecek bir düzey ve netlikteydi. O gün Pakdil’i anlamayanlar bugün de anlamadı ve onun tarihsel misyonunu bir Kudüs şairi parantezine hapsederek imha ettiler. Suçları, veballeri büyüktür.

Ölümüne yakın yıllarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a varana kadar Nuri Pakdil’e yönelen teveccühü anlamak için biraz kafa yormak gerekir. Demans teşhisi konulan yaşlı birinin peşi sıra konuşmalara, kitap imzalarına taşınması, altı doldurulup konuşulmayan sloganlar çerçevesinde sunulması yakın dönem İslamcılığının can yakıcı ihanetlerinden biri olmuştur. Yedi İklim dergisinin özel sayısında[8], Pakdil’le ilgili bir hatıra nakledilirken onun, yaşlılığın da tesiriyle konuşmak, anlatmak istediği, anlattıkça açıldığı yazılmıştı. Bu ifadeler, yozlaşan muhafazakâr siyasanın farklı uzantılarıyla nasıl bir Pakdil muhasarası ve yağması icra ettiğini gözler önüne sermektedir.  Ketumluğu, ciddiyeti ile bilinen ve sükût sûretinde yaşamış Pakdil’in bir aileden mahrum oluşun da getirdiği handikaplarla örülmüş korunmasızlıkta nasıl istismar edildiği bu sayede belki tahmin edilebilir.

İslam’a karşı katı ideolojik saldırıların boy verdiği cumhuriyet uygulamalarına karşı keskin bir muhalefet dili üreten Pakdil’in, sosyal hafıza hastalığının tesiriyle mevcut AKP iktidarının neredeyse bir devrim yaparak bambaşka ve yeni bir sayfa açtığına inandı(rıldı)ğı pekâlâ savunulabilir.

İslami çizgide eşi benzeri olmayan antikapitalist/antiemperyalist bir tutum/gelenek ve buna bağlı kavramlar üreten Pakdil’in neoliberal uygulayıcılığın ve emperyalizmle süregiden işbirlikçiliğin şampiyonluğunu yapan mevcut muhafazakâr iktidarı ve onun politikalarını onaylaması ilkesel olarak elbette düşünülemez.

Nuri Pakdil’in eserleri ve özellikle mektupları ortadadır. Dileyen herkes bu eserlerde savunulan hattı müzakere edebilir. Hüseyin Su da “Takvim Yırtıkları”nda benzersiz bir çalışma koymuştu ortaya. Yakından, oldukça yakından bir Nuri Pakdil portresi, fikriyatı o eserde görülebilir ve ömrünün sonunda yağmalanan bir entelektüeli/yazarı/devrimciyi ve onun yakın çevresi tarafından bile anlaşılamamış/benimsenmemiş bir fikriyatı herkes kolaylıkla tespit edebilir.

Bu kısa yazıyı, ömrünün sonuna doğru kendi amaç ve çıkarları için kalabalıklara hitap ettirilen, hâl-i hazırdaki kapitalist sömürünün sınırsız yürütücüsü muhafazakâr iktidarın tüm varyantlarıyla meşrulaştırılması misyonuna koşulan, ölür ölmez de neredeyse tümüyle unutturulan tarihsel bir şahsiyetin Edebiyat dergisiyle mücessem hareketinin ölüm anlarına doğru iç çekişleriyle bitirmek istiyorum. Yalnızlığa terk edilen ve layıkıyla anlaşılıp kavranılamayan bir portre, bakın bu ızdırabı bir feryat hâlinde mektuplarına nasıl yansıtıyordu:

Ciddiyetine inandığım bütün arkadaşları böyle bir sorumluluk çizgisine çekmek istiyorum. Bir de böyle deneyeceğim. Bu deneme de tutmazsa, bu sorumluluk çizgisinde de bilinçli olan arkadaşlar çıkmayacak olursa, bir başka ve son denemem daha olacaktır. O son ve başka denememde de, yine arkadaşları ciddiyet çizgisinde yakalayamayacak olursam, bütün arkadaşların bilinçsiz ve sorumsuz olduklarına inanıp, yalnız başıma eylemi sür dürmeye devam edeceğim.

Sorumsuzluk, boş vermişlik gitgide yaygınlaşıyor; hatta ukalalık da giriyor kimi insanların davranışlarına. Sorumluluk duygusu artacağına, hafifliyor. Sorumluluktan herkes uzaklaşıyor. Bu da değil sadece; ‘kopmak’ için bahaneler icat edecekler neredeyse. Ama, ben bu belirtilere çok alıştım; bütün gücümle sabırlı olmaya çalışıyorum. Kalıcı olan, sorumluluk bilincidir.

 Ciddî, güvenilir hemen hemen kimse yok, denebilir. Herkes kendi keyfinde, denebilir. Ama, ne olursa olsun, bir yöne doğru direniş, gerçekten emsalsiz güzel!

Akay Yokuşunda tek başıma kutladım 29 ARALIK 1984 ATILIMI’nın birinci yıldönümünü.[9]

Nuri Pakdil’in fikriyatı pek çok eleştiriye tâbi tutulabilir. Kavramsallaştırmalarının bir kısmına itiraz edilebilir ancak onun henüz bağımsız bir İslam düşüncesinin vâr olma çabalarının cılız örneklerinin görüldüğü dönemlerde yerel ve küresel sömürüyü tespit ve teşhis etmesi, müslüman fikriyâtın bu işleyişe devrimci karşı koyma potansiyel ve iradesine işaret etmesi -kim ne derse desin- efsanevî bir hamledir!

Yazıma dahil ettiğim son alıntılar, onu yağmalayan muhafazakâr çeşninin özünü ve esasını ele vermektedir. Zor zamanlarda -tam da 12 Eylül yılları- Pakdil’i terk eden zevât, bu alıntılarda bütün mahiyetleriyle işaretlenmiştir. Yazıklanıp durmanın bir işe yaramayacağını, pek çok kişi tarafından bir aklama gayretinde olduğumuzun söyleneceğini tahmin edebiliyorum ancak çok şükür ki kişilerin değil ilkelerin takipçisi olmaya ahdettik ve söylemimizin kökenlerine dair kazılar yapmaya inşallah devam edeceğiz.

Dipnotlar: 

[1] Ahmet Örs “Nuri Pakdil Mektuplarını Okuma Denemesi: Yazı ve Devrim”, Tasfiye dergisi 48. sayı.

[2] Ahmet Örs, “Takvim Yırtıkları”ndan Sızan “Entelektüel Öfke”, Tasfiye dergisi, 55. sayı.

[3] Nuri Pakdil, Mektuplar-I, II, III. EDy.

[4] Hüseyin Su, Takvim Yırtıkları, Şule yay.

[5] Edebiyat Dergisi ve Nuri Pakdil, Hece dergisi, 85. sayı.

[6] Hüseyin Su, Entelektüel Öfke, Şule yay.

[7] Nuri Pakdil, Mektuplar-I, II, III. EDy.

[8] Nuri Pakdil Özel Sayısı, Yedi İklim dergisi, 358. sayı.

[9] Nuri Pakdil, Mektuplar-I, II, III. EDy.

Devamını Okuyun

Yazılar

7 Ekim Sonrası ‘Ateşkes’ Anlaşması – Yakup Kıyanç

Yayınlanma:

-

7 Ekim 2023 tarihinde başlayan ve Gazze Şeridi’nde derin insani krizlere ve akla hayale sığmaz yıkımlara yol açan savaşın ardından 13 Ekim 2025’te Mısır’ın Şarmu’ş-Şeyh kentinde, ABD’nin arabuluculuğunda bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu makalede, söz konusu ateşkes anlaşmasını eleştirel bir perspektiften inceleyip bu anlaşma ile murad edilenin ne olduğunu anlatmaya çalışacağım. Özellikle, anlaşmanın Gazze temelinde Filistinliler üzerindeki potansiyel etkileri, Müslüman ülkelerin çatışma sırasındaki ve anlaşma sürecindeki rolleri, İsrail’in savaş suçlarının aklanması ve uluslararası hukukun çifte standartları gibi konulara odaklanmaya çalışacağım. Nihayetinde İkinci Dünya Savaşı ve Ukrayna Savaşı gibi tarihsel örneklerle karşılaştırmalı bir analiz yaparak bu anlaşmanın adalet ve kalıcı barıştan öte, işgalci ve soykırım suçlusu bir devleti temize çıkarmak, onu mahkemelerden kurtarmak için nasıl ustaca kurgulandığını göstermeye çalışacağım.

7 Ekim 2023’ten 13 Ekim 2025’e kadar yaşanan devasa yıkımda, Müslüman ülkelerin Filistin halkına yönelik somut ve etkili bir destek sergilemediğine bizzat tanık olduk. Bu ülkelerin neredeyse tamamı, İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkilerini sürdürmüş hatta bazıları normalleşme süreçlerine devam etmiştir.[1] Bu durum, Filistin davasına verilen desteğin söylem düzeyinde kaldığı ancak eyleme dönüşmediği eleştirilerine yol açmıştır. Bu süreçte onlarca STK ve akademisyen, bu devletlerin İsrail ile normalleşme adımlarını, ticaretlerini[2] ve bunun bölge üzerindeki etkilerini inceleyerek bu diplomatik kaymanın Filistin direnişini nasıl zayıflattığını ortaya koymaya çalıştı.[3] Tüm bunlar yetmezmiş gibi ateşkes anlaşması müzakereleri sırasında arabulucu konumundaki Müslüman ülkelerin Hamas üzerinde baskı kurarak onları İsrail’i ve suç ortaklarını işledikleri suçlardan ötürü aklayacak anlaşmaya imza atması için zorladıklarını bizzat Trump’ın ağzından ve Hamas’a yakın kaynaklardan duyduk, okuduk. Bu durum, Filistin halkının meşru haklarını savunmak yerine kendi çıkarlarını ön plânda tutan bir yaklaşımın göstergesi olarak okunmalıdır. Bu ülkelerin, çatışmalar boyunca İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkilerini kesmemeleri, Gazze’nin ve Gazzelilerin geleceklerine dair hiçbir bağlayıcılık içermeyen, İsrail’e hiçbir yaptırım getirmeyen anlaşmaya Hamas’ı zorlamaları, Filistin halkının yaşadığı zulme karşı sergilenen pasif tutumlarının bir başka kanıtıdır.

Şarmu’ş-Şeyh’te imzalanan ateşkes anlaşmasının en kritik noktası, İsrail’in çatışmalar boyunca işlediği insanlık ve savaş suçlarını aklamasıdır. Uluslararası hukukta savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar için cezasızlık ilkesinin kabul edilemez olduğu vurgulanırken bu anlaşma metninin sorumluların hesap vermesini sağlamaktan uzak olduğu apaçık ortadadır. Bu durum, uluslararası adalet sisteminin çifte standartlarını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

 

İkinci Dünya Savaşı sonrası Nürnberg ve Tokyo mahkemelerinde savaş suçlularının yargılanması ve günümüzde Ukrayna’da işlenen suçlara yönelik uluslararası soruşturmalar ve yargılamalar uluslararası hukukun cezasızlıkla mücadeledeki kararlılığını göstermektedir.[4] Uluslararası suçlar için cezasızlıkla mücadelenin önemini vurgularken Goldston (2024), uluslararası suçlar ve çifte standartlar üzerine yaptığı çalışmada, uluslararası adaleti ilerletmek isteyenlerin çifte standartları tamamen ortadan kaldıramasalar da bunlarla mücadele etmek için somut önlemler alabileceğini belirtmektedir.[5] Ancak Filistin-İsrail çatışması bağlamında benzer bir adalet arayışının bilinçli bir şekilde sergilenmediği hatta mevcut anlaşmanın ileriye dönük hesap sorma mekanizmaların çabalarını da yok etmeye dönük olduğu açıktır.  Bu durum, uluslararası hukukun güçlü devletler karşısındaki zayıflığını ve siyasi çıkarların adalet ilkelerinin önüne geçtiğinin en somut işaretleridir. Özellikle Ukrayna’daki savaş suçlarına verilen hızlı ve güçlü uluslararası tepki ile Filistin’deki duruma verilen tepki arasındaki fark, uluslararası hukukun ikiyüzlülüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

Bu ateşkes anlaşmasının geleceğe dair Filistin halkı için herhangi bir bağlayıcılığının olmadığı aksine İsrail’in uzun vadeli çıkarlarıyla paralel bir içeriğe sahip olduğu da gün gibi ortadadır. Anlaşma; işgalin sona ermesi, yerleşim birimlerinin genişlemesinin durdurulması veya Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı gibi temel konularda hiçbir şart koşmamakta sadece İsrail’in insafına bırakılmış geçici bir sükûnet sağlamaktan öteye bir bağlayıcılık da içermemektedir. Bu tür bir anlaşma, mevcut statükoyu koruyarak Filistin topraklarındaki işgal ve zulmün devamına zemin hazırlayacak, işgalcinin gelecekte işleyeceği suçlara dair iştahını artıracaktır. Filistinlilerin geleceği, uluslararası toplumun adil ve kalıcı bir çözüm için göstereceği gerçek kararlılığa bağlıdır. Bununla birlikte bu anlaşma, bu kararlılığa dair hiçbir işaret içermemektedir. Anlaşmanın metni, İsrail’in güvenlik kaygılarını ön plânda tutarken Filistinlilerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktan uzaktır. Bu durum, anlaşmanın uzun vadede sürdürülebilir bir ateşkes ve barış yerine, İsrail’in bölgedeki hegemonyasını pekiştiren bir araç olarak işlev göreceği varsayımını da ciddi şekilde doğrulamaktadır.

Sonuç olarak, Şarmu’ş-Şeyh’te imzalanan şatafatlı ve bol eğlenceli ateşkes anlaşması, 7 Ekim sonrası yaşanan felaketlerin ardından bir durulma getirse de Filistin ve Filistinlilerin geleceği açısından derin endişeler barındırmaktadır. Müslüman ülkelerin pasif tutumu ve Hamas üzerindeki baskıları, İsrail’in savaş suçlarının aklanması ve uluslararası hukukun çifte standartları, bu anlaşmanın adalet ve kalıcı barış getirme potansiyelini de yok etmektedir. İkinci Dünya Savaşı ve Ukrayna örnekleri, savaş suçlarının cezasız kalmaması gerektiği yönünde güçlü emsaller teşkil ederken Filistin bağlamında bu ilkelerin göz ardı edilmesi, uluslararası sistemin güvenilir olmadığı, ABD ve etrafındaki güçler elinde bir oyuncaktan ibaret olduğu tezini de güçlendirmektedir. Dolayısıyla bu anlaşma, Filistin halkının geleceği için gerçek bir umut ışığı olmaktan ziyade, mevcut adaletsizliği pekiştiren bir araç olarak tarihe geçebileceği endişesi doğurmaktadır. Zira kalıcı ve onurlu bir barış, egemen güçlerin elinde oyuncağa dönen uluslararası hukukun kör sağır taklidi yaptığı bir ortamda değil, bölge ve dünya halklarının bu kara düzeni ve düzen bekçilerini alt edeceği günlerden sonra mümkün olacaktır.

Dipnotlar:

[1] El Kurd, Dana. “The Impact of Normalization with Israel on the Arab World” International Studies Association Quarterly 3, no. 3 (2023).

[2] https://direniscadiri.com/botas-rapor.pdf

[3] Hallward, Maia Carter. “Arab State Narratives on Normalization with Israel.” Journal of Middle East Studies (2024).

[4] Bassiouni, M. Cherif. “Combating Impunity For International Crimes.” Colorado Law Review 71, no. 1 (2000).

[5] Goldston, James A. “International Crimes and Double Standards.” Journal of International Criminal Justice 22, no. 2 (2024).

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Kararsız Bir Berzahta Büyüyen Yenilgi Psikolojisinden Kurtulmak

Yayınlanma:

-

Küresel Sumud Filosu ile Trump’ın Gazze’deki sözüm ona “ateşkes plânı” ve elbette Erdoğan-Trump görüşmesi birbirini tamamlayan parçalar olarak bir tablo oluşturdu bizim için.

Atasoy Müftüoğlu’nun çoğu kez aceleci genç kuşaklarda hoşnutsuzluk uyandıran çözümlemeler ve köklü dönüşümler bahsinde sunduğu önerilerle İsmet Özel’in “Uzun yola çıkmaya hüküm giydim” mısraının kesiştiği bir kavşaktayız. Bu kavşak, esasen çok uzun zamandır bulunduğumuz bir berzahtı ancak peşi sıra cereyan eden ve aksiyon alınması gereken hadiseler ile yine onlarla bağlantılı tavırlar, sahte aktörler gibi pek çok nedenle lâyıkıyla muhasebesini yapamadığımız, sürekli ertelediğimiz bir hâlden/sorumluluktan/ödevden bahsediyorum.

Sumud Filosuyla mesafe alan vicdani çıkışların paradigmatik örgütlenme bahsinde bir değerlendirmesini yaptığım yazı[1] buradaki tartışma için bir zemin oluşturabilir.

Türkiye heyetinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan öncülüğünde 25 Eylül 2025 tarihinde Trump’la yaptığı görüşmelerdeki bütüncül tutumu bu yazıda işlemeye çalışacağım mevzuu için önemli bir istinat oluşturacaktır. Bu istinadın diğer ayağında elbette sekiz İslam ülkesinin, daha sonra Trump’ın ilan ettiği Gazze’de ateşkes öneren plâna onay buluşması olduğu anlaşılan toplantı var. Bu toplantı ve takip eden kararın onaylanmasının, yazımızın ana teması bahsinde ne denli ehemmiyete sahip olduğu görülecektir.

Aksâ Tûfânı’nın tam olarak iki yılını tamamladığı bir dönemde oluşan tabloda neredeyse eksik kalmamış gibi! Bu iki yılın ne kadar zorlu geçtiğine, yaşayan herkes doğrudan tanıklık etti. Gazze’deki soykırım ve eşsiz direniş ile Hizbullah’ın kuzeyden açtığı cephe bu sürecin zaten önemli ve temel parçalarındandı. İsrail/ABD-İran savaşı, Yemen’in sürece dâhil oluşu, Katar’ın İsrail tarafından vurulması, Direniş liderlerine suikastlar sanırım dünya tarihinin en hızlı akan döneminin baş döndüren aşamalarını oluşturdu.

Bütün bu çerçevenin dünya halklarınca öfke ile karşılanması, vicdan ve haysiyet mücadelesinin yankılanması olarak Madleen, Hanzala, March to Gaza, Sumud biçiminde somutlaşması benzersiz bir enerji üretse de egemen dünya düzeninin güçlü işleyişini sarsacak seviyeye ulaşamadı. Bunu, dipnota aldığım yazımda gerekçeleriyle tartışmıştım.

Bu tartışmanın vaktine dâir itirazlar gelebilir ancak hiçbir tartışma zamansız değildir. Muhasebe her koşulda kaçınılmazdır. Tartışmaları yürütürken fiilî sorumlulukları ötelemek elbette kabul edilemez ancak fiilî süreçler gerekçe gösterilerek de muhasebeden sakınılamaz.

Trump’ın sekiz İslam ülkesi lideri ile ABD’de pişirip ilan ettiği ve birkaçı hariç umum İslam ülkeleri yöneticilerince heyecanla karşılanıp alkışlanan teklif ile Gazze’nin hâl-i hazırdaki durumu moral bozukluğuna sebebiyet verirken alttan alta da bir yenilgi psikolojisi enjekte etme kabiliyetine sahiptir. Harap edilen Gazze, soykırım silahı olarak kullanılan açlığa maruz bırakılan Filistin halkı ve İslam dünyasının kâhir ekseriyetinin Trump önderliğinde Direniş’e karşı ortak cephede saf tutması bütün bu yenilgi psikolojisinin anlaşılabilir gerekçeleri olarak karşımızda duruyor.

Yüz yıllardır egemen dünya düzeni karşısında yaşanan genel mağlubiyet, sömürü ve horlanmanın Müslümanların zihin ve gönül dünyalarında nasıl bir tesir bıraktığını bilenler için bahsettiğim yenilgi psikolojisi anlaşılabilir bir neticedir. İslam dünyasının bilinç olarak değil elbette ama siyasi, ekonomik, askerî bakımlardan belki de en zayıf, en çaresiz halkası olan cephesinin büyük beklentileri karşılayabilme gücü, peşinen kolayca anlaşılabilirdi ancak asırların biriktirdiği duygusal yük buna engel oldu.

Diğer yandan kritik bir mesele daha var ki ona da Sezai Karakoç’un meşhur mısraı ile çarpıcı bir başlangıç yapılabilir: “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır!” Buradaki “yenilgi”, bütün rasyonel hesaplamaların, aydınlanmacı zihniyetlerin tümüyle dışındadır. Hesapların sadece bu dünya hayatında görüleceğine, galibiyet ve mağlubiyetin sadece burada vukû bulacağına dâir tasavvurlar, bu mısrada ifadesini bulan iman tarafından reddedilmektedir. Zafer, Allah katındandır ve bu dünyada yenilgileri göze alan, ona meydan okuyan bir azim, cehd ve kararlılık âhiretteki zaferin biriktiricisidir. Dolayısıyla mutlak kayıp ve kazancın mahiyetine ilişkin hakiki tavrın ne olduğunu buraya not düşerek yenilgi psikolojisinin ne mana ifade ettiğini sürekli biçimde sorgulamayı itiyat edinmek icap eder.

Şimdi murâdımızı belirginleştiren aşamaya geçelim.

Modern dönem siyasal hareketlerinin meşhur bir sorusu vardır: Ne Yapmalı? Lenin’den Ali Şeriatî’ye, Ümit Aktaş’tan Kur’an ve sohbet halkalarındaki tartışmalara kadar bu soru sayısız kere sorulmuş; kimi zaman kitap sûretinde kimi zaman da sözlü olarak cevaplandırılmak istenmiştir. Pek çok mesele gelip oraya dayanıyor ister istemez ve maalesef çoğu zaman, tatmin edici cevaplar üretilemediğinden bir çaresizlik ve savrukluk bilinçlerden eksik olmuyor.

Fiilî ve zihinsel işgallere maruz kalan müslümanlar için Trump etrafında çevrelenen İslam ülkelerinin liderlerinin sunduğu fotoğraftan bahsetmiştim. Bu fotoğraf, Gazze direnişinin hem dünya genelinde hem de İslam ülkelerinde nasıl bir seyir takip ettiği hususunda güçlü izlenimler verme potansiyeline sahip! İşbirlikçilikleri ile nam salmış ülke temsilcilerinin Filistin direnişini boğma, küresel liderliğin Trump ve avenesinde olduğunu itirazsız kabul etme tavırlarındaki rahatlık, İslam ülkelerindeki İslami siyasi mücadelelerin niteliğini açık etmektedir. Hiçbir toplumsal muhalefetten hiçbir ciddi tehdit algılaması söz konusu değildir ve liderler bu rahatlıkla emperyalist şefin etrafında dizilmişlerdir.

Bu tablodan çıkarılabilecek pek çok sonuç var. Müslüman dünyanın fotoğrafını eleştirirken bütün coşkun görünürlüğüne karşın Batı, bu değerlendirmelerden uzak değildir. O coşkun görünürlüğün aldatıcılığı hakkında yine bir önceki değerlendirme yazıma atıfta bulunacağım, gerekçelerimi, orada sıralamıştım. İnsan hakları mücadelesi dolayımında gezinen toplumsal tepkiler -evet, sadece toplumsal tepki diyebiliriz- kimseyi rahatsız edemez. Kurucu iddialardan uzak hareketlerden kimse endişe edip de köklü politik manevralar yapmaz. Gazze’deki direniş ve soykırım boyunca toplumsal itirazlar bu çaresizliği yaşadı. Eksik ve zaaflarıyla birlikte Gazze’de vücut bulan paradigmatik iradenin zerresine sahip olmayan itiraz dalgalarının bu acziyet hâlini yaşamaması mümkün müydü?

Müslümanlar olarak “özgürleşmeden özgürleştirmek[2]” diye tanımladığım bir patinaj hâlinde enerji tüketiyoruz. Yazının başında işaret ettiğim gibi tam da burada “Ne Yapmalı?” sorusu etrafında şekillenen tartışmalar giriyor devreye. Entelektüel bir kavrayışla şiddet dışı direniş, temel İslami kavramlar, Kur’an ve siyerin teorik siyasal çıkarımlar yapılması beklenen birlikte okunup tartışılması, devlet hakkında birtakım mülâhazalar, öteden beri devredip duran kalıplarla zihinleri donduran telâkkilerle hesaplaşma, siyasal mücadele alanlarını çeşitlendirme, kurucu irade tartışmaları…  Bunların yokluğunda dönüp dolaşıp devletlere müracaat eden çaresizliklerin içinde bağımsız, devrimci söylem üretemeyen hak arayışlarıyla geçen bir süreç![3]

Bağımsız İslami siyasi mücadelelerin üretilmesinin ehemmiyetini Aksâ Tûfânı süreci herkese bir kez daha öğretti. Trump’ın sözüm ona ateş kes plânıyla farklı bileşenlerden oluşan geniş bir rahatlama dâiresi oluşabiliyorsa kendisi özgürleşmediği için başkalarını özgürleştirmeye nefesi yetmeyenlerce domine edilen bir alana mahkûm edilişin hazin tablosu karşımızda duruyor demektir.

Türkiye heyetinin Trump hayranlığı, sekiz İslam ülkesi liderinin Gazze direnişini boğmayı amaçlayan plânı onaylama toplantısı ve bütün bu tabloya rağmen kısmî rahatlamaları hedefleyen toplumsal taleplerin, teslimiyet fotoğraflarını servis etmekten çekinmeyen siyasi aktörlere yöneltilmesi yazımızda bahsetmeye çalıştığımız temel çelişkidir ve mezkûr toplumsal hareketlilikler kurucu irade tartışmalarına evrilmedikçe bu çelişki derinleşecektir. Yerel ve küresel ölçekte hegemonya herhangi bir tehdit algılaması hissetmeyecek ve taşıyıcı kolonlarına “meşruiyet” dağıtmaya devam edecektir!

Yazının başında bahsettiğim istinat noktalarının paradigmatik kavranışındaki zaaflar üzerine kafa yoracak, bu alanda teorik ve pratik mesafeler alacak bir irade ete kemiğe bürünmelidir. Bu, elbette mümkündür. Çaresizlik ancak devrimci bir tutumla, iradeyle aşılabilir. İslami hareketliliklerin düşünce ve pratik ufukları en azından bir başlangıç kabiliyetini bize öteden beri sunmaktadır[4] lâkin “sivil” sıfatının fazlaca yaygınlık kazandığı bir zemin, kabul etmeli ki bu kabiliyetleri yazıda da yer yer bahsettiğim gibi çok boyutlu olarak aşındırdı. Önce bu aşınmayı izale etmek gerekiyor. Yenilgi psikolojisinin kökenlerinin teşhisten sonra kurucu tartışmalara yol bulunmalıdır.

“Özgürleşmeden özgürleştirme” arzusundaki özgüvenin aldatıcılığı, kimseyi egemen dünya düzenince tanzimi yapılan bir somutlukta vicdanları geçici de olsa rahatsız olmaktan kurtaracak kısmî düzenlemelerle yetinmekten öte bir neticeye taşıyamayacaktır.

Dipnotlar:

[1] Vicdan ve Haysiyetin Paradigmatik Örgütlenmesi, Ahmet Örs: https://yenipencere.com/kose-yazilari/vicdan-ve-haysiyetin-paradigmatik-orgutlenmesi/

[2] Aksâ Tûfânı Dersleri: Özgürleşmeden Özgürleştirmek, Ahmet Örs: https://yenipencere.com/kose-yazilari/aksa-tufani-dersleri-ozgurlesmeden-ozgurlestirmek/

[3] İnsan Haklarının Yükü, Emre Berber: On İki Levha yay.

[4] İslamcılığın Trajik Düşüşünden Çıkış Mümkündür, Ahmet Örs: https://www.tasfiyedergisi.net/islamciligin-trajik-dususunden-cikis-mumkundur/

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x