Connect with us

Yazılar

Kapitalizm Piramidi – Mustafa Zahid Ergün

Yayınlanma:

-

Geleneksel Bahar Temizliği dolayısıyla başlattığımız seferberliğin son aşamalarındayız. Sobayı kaldırdık ya, gerisi kolay. Balkon da rahatladı, bundan sonra pislik üreten bir şey kalmadı. Sobanın külüne kurban oluyoruz genelde, ama uğraştırıyor be. Kaloriferli evde çöp diye nitelendirilen bir dolu şeyi sobanın yuttuğunu da ekleyelim. Soba nostaljisi yapmıyorum burada -onu başka bir yazıda yapmıştım- ısıtmanın yanında ikincil vazifeleri de çok önemlidir sobanın.

Bir haftadır peyderpey devam ediyoruz baharı karşılamaya. Tüller güneşlikler alttan başlayan gayet düzenli bir koyulaşmayla tavanı da isletmişler. Onları makine hâlletti, halılar bana kaldı. Son halıyı da bugün yıkadım banyoda. Balkona asarken üst kattakilerin çamaşırlarından su damladığını fark ettim. Bir iki derken, çoğaldı. Baktım, böyle olmayacak. Ee, halıyı da sermiş bulunduk, kaldırmak olmaz. Sobanın altından kalkan minefloyu serdim üstüne. Yarın güneşlensin artık, ne yapalım, bu gece böyle idare etsin. Damlalar devam ederken “kapitalizm piramidi” geldi aklıma. “Ulan” dedim, “demek en altta biz kaldık he”. Vay be Selahaddin, kralsın kral! Biz de proleter!

Serme işi bitti, içeri girecekken, hesapta olmayan alt komşu çıktı bahçeye. Bu arada bizim evin caddeye bakan iki odası dükkân ve manav olarak faaliyet gösteriyor. Kalan kısım da bize kalmış. Tek çocuklu aileye yeter de artar bile. Mutfağı, banyosu da büyük eve göre yapılmış ya, öyle iki dönünce bitmiyor. Halıyı bu sebeple kolayca yıkayabiliyoruz banyoda. Rahat sayılır evimiz, bir tanedir Selahaddin. Ev sahibiyim diye gezinmez ortalıkta. İlk zamanlar bir iki sefer uğradı, “elektrik faturasını kendi üzerine al” diye. Baktı ödüyoruz, onu demeyi de bıraktı. Adam fiberci, gece gündüz dolaşıyor dağda bayırda, tamirâtla meşgul. İyidir, iyi. Selahaddin de iyidir, karton da. (Öyle demiş Veysel’in öğrencisi; “örtmenim, karton iyidir, iyi”. Ara sıra, nereden estiğini bilemeyeceğiniz böyle sayıklamalar duyarız ilkokul sınıflarında.) Bir de girişe fayans yaptırsa, gözümsün diyeceğim, ama iki senedir lafını açmadı daha.

Ön tarafların dükkân olması iyi. Tüm alışveriş meşgalesi yirmi dakika sürmüyor, istersen. Dilersen uzatabiliyorsun, ona karışmıyorlar. Muhabbetli adam Fazıl. Otururken yediğini yazmıyor deftere. Çapraz satış bile yapıyor. Alışveriş böyle, caddeye bulaşmamak imkânı da cabası. Arka tarafta da bahçe ve Jandarma Komutanlığıyla bakışıyoruz küçük boğazın karşı kıyılarından. Çok uzak olmayan yerlerden dağlar başlıyor. Bunu söylememe gerek bile yoktu aslında. “Ne yana baksan dağ” sonuçta; bu böyle, ne yaparsın.

Bizim evin hâli yine iyi, alt komşunun durumu daha vahim (gibi). Zira onun evinin, apartmanın ön tarafına denk gelen tarafı komple toprak; kot farkı mı deniyor, heh işte ondan. Arka taraf bahçeyle hemzemin. Neyse halıyı serdik sermedik, o da çıktı bahçeye, televizyonu bozulmuş. Geçen sefer de böyle olmuştu. O zaman yakalayamamış balkondayken, kapıya kadar gelmişlerdi. Bizim halı yapmış yine yapacağını, antenin frekanslarıyla oynamış. Lan oğlum, hangi ara yaptın sen o işi? Bu seferki biraz daha büyük ya, etkisi de ona göre… Daha ben seni düzeltemeden, sen git, antenle televizyonla neyin uğraş. Tabiî çare yok, güç bela biraz daha çektim sululuktan ağırlaşan halıyı.

Piramit geldi tekrar aklıma. “En altta değilmişiz demek ki,” dedim. Tesellimiz bu değil elbet: Altta kalanın derdini dinledik ya, işte o.

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazılar

Değişimin Siyasallaşması – Harun Özkarakaş

Yayınlanma:

-

Otoriter rejimlerden çıkışın en önemli anahtarı olarak siyaset görülmektedir. Sistem içi muhalefet yürüten akımlarda siyasetin anahtar rolü oynaması doğal bir sonuçtur. Ancak aynı rolü, başka bir dünya arayışı olan ve/veya olması gereken Müslümanların siyasete yüklemesi tabii bir durumdan öte kolaycılığı/yetersizliği ifade etmektedir çünkü başka bir dünya hakikat, insan, toplum üzerine başka bir irade ortaya koymaktan geçmektedir. Sistemin kendi ürettiği siyasallık kendisini değiştirecek bir paradigma ya da bu iradeyi sunmayacaktır.

Modern iktidarın yapısı üzerine önemli tespitleri olan Foucault, iktidarın ikili ilişkilerde başladığını dile getirmektedir. İkili ilişkilerde kendisini görünür hale getiren ve yeniden üreten iktidar üzerine konuşmak tartışmayı derinleştirmektedir. Bu derinlik İslam açısından hâlâ bir yeterlilik sunmamaktadır. Ra’d sûresinde “Siz benliğinizde olanı değiştirmediğiniz müddetçe Allah size ikramını değiştirmez.” buyurulmaktadır. Burada ekonomik, toplumsal, siyasi vb. her türlü iktidara yönelik değişimin ikili ilişkilerden de öte insanın benliğinde başladığı görülmektedir. İslam’ın öngördüğü benliğin ikili ilişkilerle ve kamusallıkla görünür hâle gelmesi değişimin en umut vaat edeni ve tek mümkün olanıdır. Bu süreçte rehber olarak modern siyasetin liderleri değil peygamberin varisi âlimler rehber olmalıdır. Müslümanların bugün “modern dünyanın nimetlerine” çağıran siyasi liderlerle değil, Müslümanca vâr oluşun imkânları üzerine fıkheden âlimlere ihtiyacı bulunmaktadır. Siyasetçi/âlim ikileminde âlimden yana tavır göstermek, parti/medrese ikileminde de medreseden yana tavır göstermeyi gerekli kılmaktadır.

Günümüzde değişimi siyasal yollarla mümkün gören anlayışlar bazı çelişkileri açıklamakla mükelleftir. Radikal biçimde ayrışan siyasi tabanlarda dahî aynı yerden bilgi edinimi, aynı eğlence anlayışı, aynı tüketim anlayışı, aynı başarı ölçütleri görünmektedir. Örnek verecek olursak, Ayasofya’da duygusal yoğunluk yaşayan bir gençle, Anıtkabir’de duygusal yoğunluk yaşayan genç arasında saydığımız (bilgi edinimi, aynı eğlence anlayışı, aynı tüketim anlayışı, aynı başarı ölçütleri vb.) insanın benliğine işaret eden alanlarda pek bir farklılık bulunmamaktadır. Kendi tabanında dahî değişimi görünür kılamayan herhangi bir siyasi parti bize nasıl bir değişim vaat edecektir?

Konuyu ayrıca post-modern düşüncenin modern siyasete etkileri bağlamında da tartışmakta gerekmektedir. Postmodernizm, hakikati bireye indirgeyerek modernitenin herkes için geçerli olan mutlak kaidelerini yerinden etmiştir. Modern dünyanın bu kaideler üzerine inşa ettiği insan, toplum, devlet algısı da bu minvalde anlam kaybına uğramıştır. Modern siyaseti var kılan bu mefhumların anlamını kaybetmesi kendisi içinde aynı kaderi doğuracaktır. Muhatap olacağımız post-modern kültüre, anlamını kaybedecek olan modernitenin siyasal, sosyal,  ekonomik araçlarıyla itiraz sunmak bizi en başta kaybetmeye mahkûm edecektir. Bizatihi bu kültüre karşı sunacağımız itiraz, İslam’ın özgün duruşunu ve insanda görünür kıldığı benliği ortaya koymakla başlamalıdır. Değişim modern siyasetin parantezinden çıkarılmalıdır.

Devamını Okuyun

Yazılar

Küreselci ve Kirli – Harun Özkarakaş

Yayınlanma:

-

Modern dünyanın doğrusal tarih yorumu, antik Yunan ve Hint felsefesinin döngüsel tarih yorumunu yerinden etmiştir. Ancak herhangi bir zevale uğramayan, uğramama konusunda da net bir görüntü sunan ve hepimizi yakından ilgilendiren bir döngü daha mevcuttur: modern Türkiye’nin siyasi tarihi.

Ne yazık ki Türkiye’nin siyasi tarihi, kirli vesayetler ve bu kirli vesayete karşı aynı şekilde kirli olan küresel işbirlikleriyle doludur. Türkiye siyaseti bu hâliyle bir döngü görüntüsü sunmaktadır. Bu döngü, bizi sürekli bir vesayetin ve vesayete itiraz sunan kirli işbirliklerinin içerisinde tutmaktadır. Yakın vakte kadar kendini bu döngünün dışında tutan farklı arayışlar olmakla birlikte, ne yazık ki bu arayışlar kendi toplumsallığını oluşturamamış, resmi ideoloji tarafından cezalandırılmış ve/veya topluma yabancılaştırılmıştır.

Bugünün vesayetinin ideolojisi olan Yerlilik ve Millilik (Cumhur ittifakı) bir önceki yazımızda kritik edilmişti ancak bu yazımızda bahsedilen döngünün görünür kılınması için tekrar değinilmesi gereken bölümler mevcuttur. Yerlilik ve milliliğin kurucu ideolojik partisi AKP kendi siyasallığına, bugün yine kendisinin itiraz sunduğu (gerektiğinde “anlaşan” şekilde) küresel emperyalizmle kurduğu işbirliğiyle başlamıştır. Ulusalcı vesayete karşı girdiği işbirliği, kendini Irak işgalinden Arap baharına kadar Ortadoğu’ya yapılan tüm emperyalist müdahalelerin ortağı yapmıştır. Nihâî olarak da bu süreçte kendi vesayetini kurmuştur. Gelinen nokta bize herhangi bir parti ve/veya ittifakın vesayet karşıtı olmasının oy vermek, kader birliği yapmak için yeterli olmadığını tarihsel olarak göstermektedir.

Yeni politik kültür, klasik emperyalizmin dönüşümünü de beraberinde getirmiştir. Modern dünya, yaptığı müdahalelerle yeryüzünde bakir bir coğrafya bırakmamıştır. Yeni emperyalizm bu aşamada fiziki müdahaleden daha çok, “kapalı toplum” olarak adlandırılan ve bunu besleyen düşünce yapılarına yönelmektedir. Yeni emperyalizmin bu görüntüsü, ne yazık ki antiemperyalist damara sahip İslamcılığın klasik dönemde gösterdiği tepkiyi yeniden üretememesi sonucunu doğurmuştur. Kimliği belirsizleşen yeni emperyalizm, karşıtında yüksek motivasyonun oluşmasını da engellemiştir.

Konuyu, Türkiye’nin güncel siyasal iklimine taşıdığımızda yeni politik kültüre angaje olan siyasallığa Millet ittifakının daha uygun bir model olduğunu söyleyebiliriz. Seçim sürecine Batıya yaptığı ziyaretlerle başlayan Kılıçdaroğlu, yalnızca küresel sermayeyi değil, küresel siyaseti, toplumsallığı, kimliği ve bilgi biçimlerini de Türkiye’ye çağırmış ve referans olarak kabul etmiştir. Bu referanslar “daha fazla özgürlük” temelinde sloganlaştırılmıştır. Peki, bu özgürlük toplumun hangi taleplerine karşılık gelmektedir? Kendine ait kimliği, merkeziyeti, gündemi ve müfredatı olan cemaat, tarikat vb. yapılara aynı özgürlük alanı sunulacak mıdır? Kur’an’a dayalı toplumsallıkları, kadın ve erkek rollerini, cinsiyet tanımlarını, haram ve helal ölçütlerini yapıbozumuna uğratan yeni politik kültür (neoliberalizm) itiraz sunacağımız bir emperyalizm üretmiyor mu?

Müslüman kimliğiyle bilinen birçok isim bizzat CHP aday listelerinde kendilerine yer bulabildiler. Bu kişilerin ortak noktası gerçekten Müslüman kimlikleri mi, yoksa neoliberal referansları mıydı? Millet ittifakında özgürlük, yalnızca neoliberal çerçeve içerisinde konuşmanın siyaset üretmenin özgürlüğüdür.

Bu minvalde yeni emperyalizmi gerçekleştirmede önemli bir rol de İskoçya örneğinde olduğu gibi LGBTİ’yi savunabilecek neoliberal Müslümanlara verilmiştir. “Yerli ve milli” çizginin ürettiği dini araçsallaştıran dil ve zihin burada tekrar karşımıza çıkacaktır. İnandığımız değerleri araçsallaştıran bu siyasallığa karşı seçim süreci sonrasında İslamcı camianın ilk eylemi, “yerli ve milli vesayet”le, “küreselci siyaset”e angaje olan bu iki yoldan kendisini ayırdığı bilgi, kimlik, toplum, kurumsallaşma gibi konularda yaklaşımını tekrar açığa çıkarmasıdır.

İslamcılar zemini kendilerine ait olmayan siyasallıkta kutuplaşmayı, oyalanmayı bırakıp tüm insanlığın ihtiyacı olan Rahmanî toplumsallığın arayışında birleşmelidirler.

Devamını Okuyun

Yazılar

Nekbe’yi Hatırlamak: Filistin’den Sesler – Rana Shubair

Yayınlanma:

-

*Filistinli yazar Rana Shubair aşağıdaki yazıyı Twitter hesabında “75 yıl süren Nekbe hiç bitmedi, hâlâ devam ediyor. Bunu üç yıl önce Nekbe’nin yıldönümünde yazmıştım.” notuyla paylaştı. İlginize sunuyoruz.

Nekbe’yi Hatırlamak: Filistin’den Sesler

Mülteci mi, Vatandaş mı: İşte Bütün Mesele Bu!

İki yıl önce Büyük Dönüş Yürüyüşü protestolarına katılmayı seçtiğimde, insanlar benim işgal altındaki Filistin’den gelen bir mülteci olduğumu düşündüler. Aslen Gazzeli olduğumu ama tüm Filistin’e ait olduğumu açıkça söylemekten hiçbir zaman çekinmedim.

Büyürken, toplumumuzdaki insanlar şu soruyla beni şaşırtıyordu: Vatandaş mısın yoksa mülteci misin? Çocukluk yıllarımda buna nasıl cevap vereceğimi bile bilmiyordum çünkü ailem bana toplumumuzun iki kategoriye ayrıldığını söylememişti: mülteciler ve vatandaşlar.

O kadar önemli olsaydı hangi tarafa ait olduğumu söylerlerdi, diye düşündüm.

Ailem ve ben, ABD’deki beş yıllık ikametimizden döndüğümüzde 10. sınıftaydım. Filistinli sınıf arkadaşlarımın bana ilkokulda sorulan aynı soruyu sorduklarını görünce hayal kırıklığına uğradım.

Nereye gidersem gideyim bu sorunun sorulması derinden aşağılayıcı geliyordu bana çünkü ikisi arasında herhangi bir fark olduğuna asla inanmadım.

Bu zaman ve yaşta, mülteci/vatandaş uçurumunun aşağı yukarı kapandığını gördüm. İşgal ve abluka söz konusu olduğunda tüm Gazze Şeridi sakinleri aynı koşullarda yaşıyor.

2008-2009, 2012 ve 2014 yıllarında Gazze’ye yönelik üç büyük saldırı sırasında “mülteciler ve vatandaşlar” İsrail savaş makinesi tarafından hedef alındı ​​ve öldürüldü.

Bu mülteci/vatandaş bilmecesi, insanımızın içinde bulunduğu kötü duruma erken yaşta gözlerimi açtı.

Mültecilerin birçoğunun o zamanlar toprakları ve evleri olduğu için Gazzelilere gıpta ile baktığını, oysa mültecilerin BM Filistinliler Ajansı (UNRWA) tarafından inşa edilen kamplarda sefil koşullarda yaşadıklarını görünce şaşırdım.

Bugün, altı ya da yedi yaşımdayken Han Yunus mülteci kampında bir arkadaşımı ziyaret ettiğimi ve ellerimi yıkamaya gittiğimde tüm seramik lavabonun aniden yere düşüp paramparça olduğunu hatırlıyorum.

Mülteci kamplarındaki evler, geçici bir varlık izlenimi verecek şekilde inşa edildi. Çatılar oluklu metaldendi ve o evler çok dar ve pis sokaklarla tam anlamıyla yan yana yapıştırılmış olarak inşa edilmişti. Komşular birbirlerini konuşurken, tartışırken ve hatta sifon çekerken duyabiliyorlardı.

90’lı yılların ortalarında büyürken o kamplarda yaşayan mülteci arkadaşlarımın ve tanıdıklarımın evlerinin ne kadar geçici olduğundan ve kendi topraklarına geri dönmenin an meselesi olduğundan söz ettiğini zaman zaman duyardım.

Her nesil bu mirası bir sonrakine aktaracaktı: Bir gün geri döneceğiz! 1948’de yerinden edilen ilk nesil mültecilerden hayatta kalanlar hâlâ evlerinin ve tapularının anahtarlarını ellerinde tutuyor.

30 Mart 2018’de Gazze halkı dönüş gününün geldiğine karar verdi. 1948 Nekbe’si zaten 70 yıl önceydi ve sahada değişen hiçbir şey görünmüyordu.

İsrail işgali daha fazla toprak ilhak ediyor, daha fazla ev yıkıyor, daha fazla Filistinliyi öldürüyor ve binlercesini hapsediyordu.

12. yılına giren ablukada Gazze, içler acısı koşullarda hapsedilmiş iki milyon insanla bir toplama kampına dönüşmüştü.

BM, Gazze’nin 2020 yılına kadar yaşanmaz hale geleceğini tahmin etmişti.

Protestolara katıldığımda çocuklarım işgal altındaki topraklarımızı görünce hem şaşırdılar hem de dehşete kapıldılar.

Protestoların ilk gününde uzaktan ülkemizi bölen tel örgüleri ve arkasında ne olduğunu gösterdim. Küçük tepelere konuşlanmış keskin nişancıların arkasında geniş yeşil alanlar görebiliyorduk.

“Burası bizim ülkemiz!” dedim hıçkırıklarımı bastırarak. Çocuklarım, buradaki diğer tüm çocuklar gibi Filistin şehirlerini sadece okul ders kitaplarında ziyaret ettiler.

Biz Filistinlilerin neden Kudüs’e ya da El-Halil’e gidemediğimizi açıklamaya çalıştığımda bu, onlara çok şaşırtıcı geliyordu.

Artık büyüdükleri için soru sormayı bıraktılar. Filistinliler olarak başa çıktıkları birçok acı gerçekten biri haline geldi.

Küresel Covid-19 salgınının patlak vermesiyle dünyanın dört bir yanındaki ülkeler bir kapatılmanın gerçekte ne anlama geldiğini kavramaya başlamış olabilir.

Biz Gazzeliler 14 yıldır böyleyiz. Bizim için kapatılma gerçek.

İsrail işgali malların geçişini, ilaçların tedarikini, kimin ne zaman seyahat edebileceğini, her hareketimizi kontrol ediyor. Abluka, hayatımızın her alanını etkiliyor.

Diğer ülkelerdeki insanlar yaz tatili için gidecekleri yerleri plânlamaya çalışırken bizim için seyahat, genel olarak sadece zorunluluktan gerçekleşir.

72. Nekbe anmasında Filistinliler için ufukta neler var?

Geri dönüş hakkı, kendi ülkemizi ziyaret hakkı, onurlu ve özgür yaşama hakkı çağrımızda hepimizin birleştiğini ısrarla söyleyebilirim.

Halkımın hiçbir nesli bu haklardan asla vazgeçmedi ve hiçbir nesil de asla vazgeçmeyecek! Bu topraklardaki varlığımız, zeytin ağaçları gibi toprağa kök salmıştır.

*Rana Shubair, In Gaza I Dare to Dream ve My Lover is a Freedom Fighter kitaplarının yazarıdır. Aynı zamanda İngilizce öğretmeni, We are Not Numbers’da yazar ve Days of Palestine’de editördür.

Kaynak: morningstaronline.co.uk

Devamını Okuyun

GÜNDEM