Connect with us

Köşe Yazıları

Toplamda Belirecek Çıkış

Yayınlanma:

-

Ulus-devlet süreçleri sadece bizim coğrafyamızda değil bütün dünyada başka bir aşama, başka bir zihniyet inşa etti. Bu aşama ve zihniyetin ürettiği kırılma ve açmazlar devam ediyor.

Bu açmazların bizim coğrafyamızdaki en görünür tablosunu Kürt meselesi oluşturmaktadır.

Yoğun olarak dört ulus-devlet arasına sıkıştırılan Kürt halkı, etrafında dönenip duran bir belâ ve zulüm girdabına dûçâr edilmiştir.

Bu minvaldeki yazı ve tartışmaların uzun yıllar boyunca yoğun bir şekilde ilgili herkesin önceliğinde yer aldığını biliyoruz. Tekrara lüzum yoktur. İşlenmesi gereken, çıkışın yol ve yöntemidir.

Kayyım politikaları ile anlamsızlaşan seçimler, tercihleri bir çırpıda yok sayılan Kürt halkı, siyasi sâiklerle tutuklanan Kürt siyasetçileri, Suriye’nin kaotik ortamında küresel partnerlerden yerel dinamiklere kadar geniş bir alanda işbirliği yapan kimi Kürt oluşumları, Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık referandumunu gerçekleştiren özerk Kürdistan yönetimi, İran’da siyasi idam cezalarıyla gündeme gelen Kürt muhalifleri farklı yönelim ve cepheleriyle geniş bir siyasal/toplumsal hareketliliği imliyor.

Türkiye’de tıkanan çözüm süreci, içeriği net bir şekilde açıklanmamasına rağmen pozitif bir tesir üretmiş, çatışma ve ölüm iklimi yerine huzuru ve yaşamı işaret eden bir iyimserlik hâli üretebilmişti.

Temeli sağlam olmayan bir binanın ilk hareketlilikte yıkılması kaçınılmazdır. Adaletin tesis edilmediği bir vasatta atılan hiçbir adım gerçek manada sorun çözücü olamaz. Adalet de ancak bir hakikate bağlı olarak inşa olunabilir.

Hakikatin; devletler, örgütler, akabinde de sürece dâhil olacak emperyalist aktörler marifetiyle iptal edildiği, üzerinin örtüldüğü bir zeminde yol almak güçtür. Hakikatin neşvünema bulmasını imkânsızlaştıracak etkenlere şüpheyle bakılmalıdır.

Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak Rabbimiz tarafından yasaklanmıştır. Farklı renk ve dillerin Allah’ın ayetleri olduğu ilahi vurgusunu iptal eden şirk zihniyetleri dertlerimizin en büyük müsebbiplerindendir. İlahi irade ile savaşmak halklarla savaşmaktır, şirkin türlü veçheleri insana henüz dünyada iken cehennem hayatı yaşatmaktadır.

Başlangıç olarak herkesi, bütün tarafları işte bu hakikate davet etmelidir. Vahyin kurtuluş reçetesinden başka esaslı ve kalıcı bir çıkış bulunamaz.

Vahyi kabul etmek istemeyen taraflar, kişiler çıkabilir, çıkacaktır. Adil olmak, mütecaviz olmamak ve saldırgan-sömürgeci herhangi bir tarafla işbirliği yapmamak kaydıyla her türlü müzakere ve anlaşmada taraf olunabilir. Bütün aktörler, en azından buna davet edilmelidir.

İnsanların, hak ve hukukunu müdafaa etmek kimseye zor gelmemelidir. İslami sorumlulukların temelinde de elbette bu vardır.

Ulus devlet zihniyetini yansıtan iradelerle barış ve huzur yakalanamaz. Başka bir kavmin varlığına, diline ve kimliğine dönük amansız ve anlamsız red, kınanılası en büyük utançtır. Yapay ve diğerine dayatılan kimliklerle varılacak tek yer faşizm evrenidir, mutlak tıkanıklıktır. Yeryüzünde mülkü yağmalamak, ortak sahiplerinden gasp etmek karşı durulması gereken en büyük günahlardandır.

Sayıp sıraladığımız bu günahlar bölgemizde en çok Kürt halkının yaşadığı coğrafyalarda cürüm olarak kendini göstermektedir.

Müslümanın cürüm karşısında duruşu bellidir: Adaleti talep etmek ve bu doğrultuda sebat etmek! Hem mazluma, hem zalime yeni bir anlayışı, geleceği, dünyayı davet ve tebliğ etmek! Bütün tarafları Allah’ın ipine sarılmaya çağırmak! Çünkü kurtuluş herkesin, her tarafın hakkıdır, kurtuluş çağrısından kimse muaf tutulamaz. Kabul etmeyenler için elbette kendi tercihleri belirleyici olacaktır.

Siyasal ilişkilerin, düzenlemelerin temelinden kopartılan Rabbani düsturlar speküle edilerek bugün bölgemizdeki ulus-devletlerin şoven politikalarına yem edilmiş, esasa taalluk eden boyutları bu kötü niyet ve kullanımların neticesinde gözden düşürülmüştür. Bu noktada ıslah çabaları teoriden pratiğe uzanan geniş bir çizgide birlikte düşünülmeli ve icra edilmelidir.

Düşünsel ve fiili kuşatılmışlığı içinde İslam ümmetinin beli kırılmıştır. Neredeyse bütün alanlarda yozlaşmış bu devasa potansiyel, çürümüş iradelerin elinde ufuksuzluğa mahkûm edilmiştir. Bu vasat, bırakalım Kürt meselesini, herhangi en küçük bir toplumsal problemi bile lâyıkıyla çözemez!

Dönüp dolaşıp şoven politikaların tutsağı olan Türkiye siyaseti bu meseledeki açık tıkanıklığını çok yönlü güvenlikçi tutumlara bel bağlayarak göstermektedir. İslam dünyasına musallat olan konuşup-tartışamama ve türlü faydacı yaklaşımın ötesine geçip mihenk olarak vahyi kabul etmeme hâlleri tıkanıklığı beslemektedir.

Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” kitabındaki “toplamda ortaya çıkacak bir kurtuluş” vurgusu uzun bir yolu, sarp yokuşu işaret eder ama çözüm oradadır. Modern ulus devlet paradigmalarının vâr ettiği ve yeni ulus devlet seçeneklerinden öte çözüm ihtimallerini dışlayan tekçilik, daha uzun ve yıkıcı bir geleceği çözümsüzlük olarak dayatmaktadır.

Radikal bir aşamaya, ses ve söyleme muhtacız. Kendini, önemli bir çoğunlukla müslüman kabul eden bölge halklarının zihinsel ve imani bir sıçrayışa, Kur’an rehberliğinde siyaset kurmaya ihtiyacı vardır. Prangaları kırıp parçalayacak, gelecek ufkunu toplamda vâr edecek tek seçenek budur. Bunu açık yüreklilikle beyan etmelidir.

Kürt meselesi, özelde İslami hareketlerin, genelde bütün siyasi hatların röntgenini çekip gerçek duruş ve samimiyetleri açık eden bir turnusol kâğıdıdır. Bu meselede de sahih bir zemine yaslanan radikal teklifler öne çıkmalı, bütün bu söylemsel zemini pratiğe geçirecek esaslı duruşlar üretilmelidir. Siyasal iradelerin süklüm püklüm olduğu bir dönemde bütün bu beklentiler uzak hayaller gibi duruyor ve bu durum kalıcı olmayan talep ve tavırları besliyor. Farklı taraflar top çevirmeye devam ediyor.

Teşhis ve tedavide bilginin, cesaretin ve bunlara bağlı eylemliliğin oluşturacağı sacayağından uzak hâller kimseyi umutlandıramaz. Birbirini besleyen yerel, bölgesel ve küresel siyasal aktörler arasındaki münasebet ve gerilimler, küreselleşme çağındaki konum ve niteliği sürekli tartışılan ulus devletler, ulus devlet yapılarını aşan her türlü sosyalleşme ve direniş biçimleri/ağları bambaşka bir dünyaya doğru sürüklendiğimizin açık göstergeleri iken, temel ve öncelikli meselelerdeki önerisizliklerle muhtemel önerileri yüklenecek kadro ve yapılardan yana yoksunluk acilen üzerinde durulması gereken öncelikli problemlerimizdir.

Bütün bu karmaşık ve çıkışsız gibi görünen tablo, gerilim ve baskı politikalarının devamından başka bir gelecek ihtimalini dışlamıştır. Bu dayatmaya izin vermeyecek olan irade, Rabbani ilkeleri bütün taraflara iletebilmeli ve o ilkeler çerçevesinde sebatkâr bir tavrı kuşanmada ısrarlı olmalıdır.

 

8 Şubat 1974’te Niksar’da doğdu. Niksar İmam-Hatip Lisesi’nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Kurucu ve yöneticilerinden olduğu TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen bünyelerinde yer almakta ve 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye edebiyat-düşünce dergisinin editörlüğünü yürütmektedir. 2020 yılında kurulan YeniPencere.com sitesinde editörlük ve yazarlık çalışmalarını sürdürmekte ve 1996’dan bu yana edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Eserleri: Yüzümüzü Ağartan (öykü, 2006), İlim Yayma’nın Penceresi (anı, 2012), Kar Kesilen (öykü, 2020), Kiralık Meydan (öykü, 2020), Ferhat’ın Şemsiyeleri (öykü, 2020), Halkada Duranlara (şiir, 2022)

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Köşe Yazıları

Bütün Emperyalist/Siyonist Koridorlar

Yayınlanma:

-

Egemen dünya düzeni, Tel-Aviv’den Zengezur’a uzanan bir hat çizmeye muvaffak oldu. İslam coğrafyalarına çöken işbirlikçi düzenlerin bu “muvaffakiyet” sürecindeki rolünden artık bahsetmeye bile lüzum yok!

Suriye’nin düşüşü ile İsrail’in önünde açılan derinlik, 12 günlük İran savaşında yeterince test edilmişti. İşgal edilmiş Filistin topraklarından kalkan İsrail savaş uçakları hiçbir engele takılmadan koca bir Suriye sahasını geçebiliyorlar. Irak sahasının durumu zaten Körfez savaşlarından bu yana hepimizin malumu.

Uzun yıllara yayılan Ermenistan-Azerbaycan savaşlarının ABD’nin galibiyetiyle neticelenmesi enteresan değil midir? Rusya’nın tarihsel rol sahasından belli ki Ukrayna savaşının da etkisiyle itilerek İran’ın hemen üzerine ABD’nin “Zengezur Koridoru” adıyla konuşlanması, İsrail’den başlayan çevrelemenin son hamlesi olarak kayıtlara geçti.

İsrail’le baş döndürücü sevgi sarmalından pek bahtiyar fotoğraflar veren Aliyev hanedanının peşinde sürüklenen Azerbaycan’a layık görülen “Kafkasyalı Truva atı” rolü meyvelerini vermiş görünmektedir.

Zengezur Koridoru söylencesiyle kitleleri coşturmak için yeni bir fırsat bulan AKP ise hakikatleri gizlemekte pek mahir olduğunu yine kanıtlayıverdi. İslam dünyasındaki zayıf bağları tümden kesecek hamleleri ulusçu söylemlerle tahkim ederek emperyalist kuşatmayı, bu kuşatmaya verdiği kesiksiz desteği gözden ırak tutmaya çalıştı, çalışıyor.

İslam ümmetinin yaşadığı çok boyutlu sefaletin çekilmez sonuçlarıyla her geçen gün katmerli bir şekilde yüzleşiyoruz. Gazze’de süregiden soykırım, Batı Asya coğrafyamızda adım adım pekişen emperyalist/Siyonist işgal, Müslümanlarda emarelerine rastlanılmayan zihinsel sıçrama ihtimalinin yokluğunda çok daha fazla iç karartıyor.

Tel-Aviv’den Zengezur’a ulaşan emperyalist/Siyonist kıvrımın benzeri -belki de çok daha şiddetlisi- mezkûr ihtimallerden yoksun düşmektir. Kavramadıkça, tartışmadıkça düşmanın ekmeğine yağ sürmeye devam eden bir çaresizliğe yuvarlanıp duruyoruz. Suriye örneğinde olduğu gibi kazandığımız zaman da yaralıyız, kaybettiğimiz zaman da!

Anti-emperyalist/anti-Siyonist olurken diktatör, zalim olunabiliyor! Şerhler düşmeden kendimizi ifade edemiyoruz. “Direniş”in felsefesini, yol ve yöntemlerini lâyıkıyla müzakere edemiyoruz. Sıcak çatışma anları maalesef ânımızı ve geleceğimizi rehin alıyor.

Irak işgalinden bu yana emperyalistlerin işgallerine payandalık etmeyi, oluşturdukları sözüm ona dinî vaat iklimiyle perdeleyenlere tav olan mühim bir İslamcı kitle, her şeye yeni baştan başlamak lâzım geldiğinin açık kanıtından başka bir şey olmasa gerek!

Tevhidin hakikatini bilmeyen büyük kalabalıkların emperyalist/Siyonist tezgâha “esas”tan itiraz etme şansı elbette yoktur. Yine, imanın hakikatine ulaştıktan sonra “topuklar üzerine geri dönme” tehlikesi ise Kur’ânî bir uyarı olarak bâkîdir.

Bütün emperyalist/Siyonist koridorlar Tel-Aviv’den başlayıp Zengezur’a, bu yozlaşma ve çürümeye maruz kalan bilinçlerden geçerek ulaştı. İki yıla varan Gazze’deki Siyonist soykırıma ateş taşımaktan vazgeçmeyenlerin fotoğrafını, verilmesi gereken mücadelenin esasına ilişkin bir kalkış noktası olarak görmeden hakikatli bir muhasebe yapma şansı elbette olamaz!

Bu kısa yazılarda işaret etmek istediğimiz bazı hakikatleri istişarelerle zenginleştirip şûrâlarla örgütlemek, öncelikli pratik sorumluluğumuz olarak görülmelidir. Her gecikme, emperyalist/Siyonist koridorlarla boğazlarımızın daha da sıkılacağı anlamına gelecektir. Bu hakikatten emin olmamak mümkün müdür!

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon

Yayınlanma:

-

Heyamola Yayınları’nın “Türkiye’nin Kentleri” dizisinden çıkan “Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon” kitabını bir hemşire, öğretmen ve şair olan Çiğdem Sezer kaleme aldı. Çiğdem Sezer’i YKY’den çıkan ve çok başarılı bulduğum şiir kitabı “Denizden Geçme Hali” ile tanımıştım.

Trabzon’da doğup büyümüş şairin, şehirle olan çok yönlü ilişkisini katır kutur bilgiler değil hatıralar eşliğinde, şiirsel ve edebi bir dille aktarmış olması kitabı özgün kılıyor.

Kişinin bilhassa yaşadığı şehirle maddi manevi bir ünsiyet kurması için bu tür metinlerle hemhal olmasında fayda var. Yoksa, bakar kör olarak her gün sağından solundan geçip gidilen bir şehirde yaşamak yavanlık değil de nedir?

Türkiye’de vasatın üzerinde bir eğitim müfredatı uygulansa ortaokullarda, liselerde “şehir kültürü” diye bir ders almış olmalıydık. Canlı bir dersten bahsediyorum. Şehri şehir yapan değerlerin –insan dâhil- ziyaret edileceği, bizzat yerinde temaşa edileceği programlar ihtiva eden bir ders. İnsanlar ve eserleri etrafında şekillenen bir kültür aktarımı, bir tanışıklık, bir giriş kapısı.

Bu, her şehrin kendine has kimliğini korumak veya tesis etmek gibi hayırlı bir sonuca da yol açacaktır. Şehirlerimiz kapitalizmin, modernizmin, dahası, ilim ve irfandan kopukluğun neticesi olarak kimliksiz, kişiliksiz bir halde çirkin bir tektipleşmeye doğru savruldu hızla. Nostalji ile malul bir genelleme değil, hakikat bu. Şehir planlamalarında önceliği rant, bencillik ve zengin elitlerin şahsi/ailevi çıkarları alırsa, olacağı budur.

Türkiye’de toplumsal hafızaya ve hatıraya sanki özellikle husumet besleniyor. 2002 ila 2012 yılları arası yalnızca 10 yıl ara sıra misafiri olduğum Haydarpaşa Garı’nın 12 yıldır kapalı ve büyük ihtimalle birilerine peşkeş çekilip özel mülk veya lüks mekân haline getirilecek olması bir İstanbullu olarak beni epey rahatsız ediyor. Düşünün ki ben 18 yaşında İstanbul’da yaşamaya başlamış biriyim. 40 yıldır oralı olan milyonlarca insanın nasıl bir hatıra ve hafıza gaspına uğrayacağını tahayyül edin. Bu hoyratlıklar çağında, ülkesinde hayli ponçik bir haktan bahsettiğimin farkındayım. Yine de karamsar olmamak lazım.

Trabzon adının ilk kez Yunanlı filozof ve yazar Ksenophon’un (MÖ 432-355) Anabasis adlı eserinde geçtiğini bu kitapta öğrendim. Kitap İş Bankası Yayınları tarafından okurlara sunulmuş. Büyük kısmı Anadolu topraklarında geçen bir askeri seferin güncesi olan bu eseri merak ettim ve okumak üzere edindim.

Trapezus yunanca “masa” anlamına geliyormuş. Kentin kurulduğu düzlüğün masayı andırması nedeniyle seçilmiş ve bir evrimle bugünlere gelmiş. Trabzon’un tarihini 5 döneme ayırarak incelemek mümkün.

Milattan önce 7. Yüzyıllara kadar uzandığı rivayet edilen Pontos Dönemi, Roma-Bizans Dönemi (MÖ 1. yy – 1204) , Trabzon İmparatorluğu Dönemi (1204-1461), Osmanlı Dönemi (1461-1916) ve Cumhuriyet Dönemi (1923 sonrası).

Çiğdem Sezer kendi Trabzon’unu anlatırken haklı eleştiriler ve yerinde tespitler sunuyor. Bölge insanının bugün dahi dikkat çeken silah sevgisine açıklık getirirken, Trabzon’un tarih boyunca cazip bir merkez olduğunu hatırlatıyor. Komşu ve büyük devletlerin iştahını kabartan şehir, özgürlüğüne düşkün ve haliyle işgallere karşı sürekli bir savunma halindeydi. Silah sevgisinin kökleri buraya dayanıyor.

Bir diğer fenomen olan Trabzonspor’la ilgili çıkarımı da üzerinde konuşulmayı fazlasıyla hak ediyor. Trabzon, kültür, edebiyat, bilim, sanat ve ekonomi sahasında yaşadığı bariz gerilemeyi futbolla örtmeye, ödünlemeye çalışan bir aksaklık içinde. Futbolu seven, oynamış, seyretmekten de keyif alan biri olarak ben de bu eleştiriyi yıllardır yapıyorum. Dinin de futbolun da egemenlerin kâr hanesinde aşikâr bir afyona dönüştürülmesine aklı başında herkes itiraz etmeli.

Gençler, ilhamını kumar ve faizle şişirilmiş büyük paralar kazanan, dünyaca ünlü takımlara transfer olan futbolculardan ziyade ilim, bilim, sanat ve kültür insanlarından alsa keşke.

Trabzon’un devlet sahil yolunu baştan sona kat edin, nerdeyse bütün üst geçitlere şehit askerlerin isimlerinin verildiğini göreceksiniz. Sorgulama olmaksızın ölmeye ve öldürmeye odaklı militarist bir kültürün ürettiği kurbanlar yerine (veya onların yanı sıra) insanlığa hizmetler sunmuş, eserler vermiş bilim ve sanat insanları öne çıkartılsa, örnek gösterilse çok daha hayırlı olmaz mı?

Yazar da bu bakış açısında olduğundan İbrahim Cudi’yi, Hasan İzzettin Dinamo’yu, Bedri Rahmi’yi, Leyla Saz’ı, Celalettin Algan’ı, Hamdi Başman’ı örnek veriyor.

Bir okula filan adı verilmemişse, Trabzonlu gençlerin yüzde doksanı, eserlerinden şöyle bir haberdar olmayı geçiyorum, bu isimleri duymamıştır bile.

Öyle zannediyorum ki yoksulluk da bilinçli bir politikanın sonucu bu ülkede, cahil bırakılmak da. O sebeple devlet (ve sistem) dışı (“sivil”) düşünmek ve iş başa düşüyor diyerek harekete geçmek gerek.

Bizler, düzene aykırı kafalar ve havuzlardan kaçan balıklar, birlik ve beraberlik içinde, üst düzey bir dayanışma sergileyerek yeşertebiliriz çölleri. Bunun ön şartı ise ötekileştirme tuzağına düşmemek ve müesses nizamın saçtığı önyargı haplarını yutmamaktır.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

KHK’lılar İçin Adalet Gelir mi?

Yayınlanma:

-

Savaş Genç, “Toplum ve devlet KHK’lılar ile nasıl barışır?” başlıklı bir yayın yapınca, ben de KHK’lıların yaşadığı büyük zulmü bir kez daha dile getirmek istedim.

Konu mühim, başlık isabetli. Zira zulüm en yukardan, devleti yönetenler eliyle gerçekleştirilmişse bile toplumumuz da az günahkâr değil. Zira, gaza gelinip insani vazifeler, komşuluk veya akrabalık hukuku unutulsa dahi Allah’ın kapı gibi ayeti görmezden gelinmemeliydi.

Neydi o ayet?

Hucurat Sûresi 6. Ayet:

“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”

Kısa sürede ortaya çıktı ki, devlet imkânlarını “al gülüm ver gülüm” paylaşarak el ele kol kola yol yürüyen iki iktidar odağı (o parti ve o cemaat) çıkarları çatışınca birbirine girdiler. Parti, Gülencileri tasfiye için düğmeye bastı ve hukuk dışına çıktı. Hatta hukuk dışında cirit attı, atmaya da devam ediyor, olanca pervasızlığıyla.

Sonuç?

Savaş Genç’in aktardığına göre 160 Bin KHK’lı var. Bunlardan 155 Bini hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma” suçu gerekçe gösterilerek soruşturma başlatılmış. 70 Bin kişi tutuklanmış. Bunların tutuklulukları öyle veya böyle hükme bağlanmış. Ortalama 3.5 ila 7 yıl arası hapis yatmışlar.

Toplum, devlet (siyaset ve yargı) eliyle atılan ağır iftiralara inandı ve masum yüz binlerce insanı “terörist”, “vatan haini” gibi gebermiş gitmiş söylemlerle ötekileştirdi, tahkir etti, hatta yer yer linç etti.

 

 

KHK’lıar kendi vatanlarında, kimse kusura bakmasın ama “köpek muamelesi” gördüler. Bu, dehşet verici bir zulümdü. “Yapmayın, etmeyin” diyen bir avuç insanın uyarıları ise yoğun gürültüde, toz duman içinde işitilmedi.

Kendimden biliyorum, 15 Temmuz’dan sonra haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayanlar adına konuşup yazdığım için ben de ötekileştirildim, haksızlığa uğradım.

KHK’lıların, en acımasız yaklaşımla söylüyorum, yüzde 95’i suçsuzdu. Uğradıkları muamele hukuksuzdu.

KHK’lılar haksız yere işlerinden oldular, hapislerde yattılar. Beraat etseler de, hak etmedikleri cezaları çekseler de ötekileştirme ve mağduriyet halen devam ediyor. Böyle giderse ömür boyu sürecek.

KHK’lılar uğradıkları ayrımcılık, dışlanma ve ağır hakaretler nedeniyle ciddi ruhsal sorunlar yaşadılar, yaşıyorlar. İntihar edenler oldu. Parçalanan ailelerin, boş yere yetim kalan çocukların sayısı az değildi.

Tekil olarak mağdur sayısını en az 5 ile çarpmak lazım acı manzarayı görmek için.

KHK’lılar ve çocuklarının bu ülkeyle olan bağları ya gevşedi ya da tümüyle koptu.

Toplum , genel olarak, “çok pis” gaza gelip iftiraları taşıyıp yaymasa, mağduriyetler büyük oranda hafiflerdi.

Sıradan vatandaşın bu günaha ortak olmasında çakma kanaat önderlerinin, aydın geçinen ünlü isimlerin, çapsız imamların, “sivil” toplum kuruluşlarında koltuk sahiplerinin payı büyüktür. Adil şahitlik yapmadılar.

Artık 10 yıl oluyor.

Adalet gelirse, çok geç de olsa gelirse, ne kadar Adalet olur bu? Çeyrek porsiyon mu yarım porsiyon mu?

Toplumsal barış için devletin adım atması, özür dilemesi gerekiyor. Büyük bir şehvetle bizzat cadı avına çıkan siyasetçilerin şimdi kameralar önüne çıkıp tövbe edip özür dilemesi gerekiyor.

Düşmanlıklar zamanının sona erdirilmesi lazım. Temiz bir sayfa açıp zararın burasından dönmek lazım.

Mağduriyetlerin kısmen de olsa giderilebilmesi için tazminatlar ödenmeli. Helallik alınmalı. İşe iadeler hızla gerçekleştirilmeli. Beraat kararları verilmeli. Sabıka kayıtları silinmeli.

PKK silah bıraktı. KHK’lıların bırakacağı silahları ise hiç olmadı. Onlar dağa da çıkmadılar. Cam çerçeve de indirmediler. Ne var ki aşağılandılar ve bu toplumdan dışlandılar. Masumdular.

Ne yapsak da bir kısmı bu devleti ve milleti affetmeyebilir. Haklarıdır. Gidenler, yitenler geri gelmeyecek.

Her birimiz kendimize sormalıyız: Biz bu ülkede bu yaşananları (yoksullaştırmayı, yolsuzluğu, değersizliği, aidiyetsizliği, liyakatsizliği, sahtekârlığı, yalanı dolanı) hak edecek ne yaptık diye.

Biz hangi suçun cezasını çekiyoruz?

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x