Connect with us

Yazılar

Doğru Strateji, Çekirdek Cemaat – Levent Çavuş

Yayınlanma:

-

Gerçeklik ve Mümkün Arasında İslâmî Hareket” temalı soruşturmamız  çerçevesinde Levent Çavuş’un cevâbî yazısını ilginize sunuyoruz:

DOĞRU STRATEJİ, ÇEKİRDEK CEMAAT

1-            20. yy’da Müslüman memleketlerdeki İslami idealler ile oluşan cemiyetler komplo teorileri ve yeşil kuşak projesi ile sıklıkla ilişkilendirilmiştir. 1947’den 1991’e kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi / askeri gerginlik ile yani soğuk savaş sonrası koşullar, İslami hareketlere karşı bu haksız tutumu daha görünür kılmıştır. Fakat açıkça ortada olan bir husus var ki müslüman memleketler mensup oldukları dine ve idealize ettikleri hayat tarzına zıt yaşam biçimlerine zorlanmışlardır. Bu da mensubiyetleriyle pratik yaşamın içindeki gerilimleri yaşayan rahatsız, büyük bir kitlenin oluşumuna sebep olmaktadır. Bir diğer temel gerilim de tüm dünyayı kapsayan, insan fıtratıyla sürdürülen cahili yaşam pratiğinin insan yaratılışı üzerinde oluşturduğu gerilim ve çatışma halidir. Aslında ne bu zorlanılan gündelik yaşam ne de modernitenin değerleri varoluşun gerçekliği değil. Gelinen noktada insan yaratılışı ve doğayla yaşanan çatışma ve ortadaki “fesad” varlığın gerçekliğinin bu gelinen hal olmadığının göstergesidir.

2-            Bu gerilimlerin oluşturduğu potansiyel, bir dizi itiraz hareketinin başlangıç enerjisi için yeter de artar. Fakat bu itirazların gerçekçi bir mücadeleye dönüşebilmesi için sadece bu motivasyon yeterli değildir. Fikri-siyasi derinlik, doğru söylem, doğru bir dil ve insan ilişkisi biçimi, hareketin güvenliği vb. gibi gerekliliklerle donanmış olma ve bunların üzerine bina edilmiş doğru strateji onu devam eder duruma getirebilir. Ayrıca bu gerekliliklerin eksikliği tek sorun da değildir. Var olan gerilimin ürettiği enerjiyi devşirmeye hevesli, makro planda devletten, onun kurumlarından, siyasi partilerden; mikro planda kişilere kadar kötü niyetli nefsîlikler ve manipülasyonlar vs. muhtemel başa çıkmak gereken sorunlardır.

3-            Müslümanlık açısından aşılması gereken bir diğer kriz noktası ise değerleri ile zorunda bırakıldığı gündelik yaşam arasındaki çelişkidir. Ne yazık ki bugün için Müslümanlık bu çelişkiyi fark edecek, fikri manada çözümlemeler yaparak çıkış yollarına ulaşacak teori açısından bile yetersizlik yaşamaktadır. Dolayısıyla değerleri ile pratik dünya arasındaki çatışma onda bir itiraz enerjisi üretse de bu durumu mensubiyeti lehine düzeltecek stratejiyi üretememektedir. Sonuçta var olan potansiyel, düşünsel karmaşa içinde parçalara ayrılarak her türlü manipülasyona daha da açık duruma gelmektedir.

4-            Bu konuda suçlamalar ve hamaset içeren serzenişlerden ziyade sakin, gerçekçi analizler yapılmasına gereksinim olduğu açıktır. Üstelik toplumun ana gövdesi de bu konuda manipülasyonlara açıktır.  Bu durum büyük ölçüde yönetim yapılarının iradeleri altında oluşturulmuştur. Basitleştirmek gerekirse toplumu devşiren veya manipüle edebilen devlet, ihtiyacı olduğunda kullanımına uygun yardımcı bir ek enerji olarak kullanabilmektedir.  Organize devlet aklına karşı kitlesel kalabalıkların yönlendirmelere ve devşirilmelere karşı direnebilmelerini beklemek, onları bu konuda yargılamak hatalı ve haksız olacaktır.

5-            Sonuç olarak Müslümanlığın bu büyük şaşkınlık ve arayış dönemi bitmeyecek kadar uzun gelmeye başlayınca İslami anlayış ve geleneksel değerleri gittikçe sertleşen bir kontrolden geçirilişe tabi tutuldu. Tarih ve gelenekle hesaplaşma üzerinden işe yarar çözümler arayışı sürdürülmeye çalışıldı. Başlangıçta dayatılan pratiklere direniş refleks olarak muhafazakâr bir cephe oluşumuna çanak tutsa da zaten muhafazakarlığın ilkesizliği Müslümanlığın değer saydıklarından gündelik hayat lehine vazgeçmesiyle sonuçlandı.

6-            Müslümanlığın manipülasyonlara karşı korunmasız hale düştüğü bu ortamda gerçeğin ne olduğu gerçekte yaşananın neye tekabül ettiği anlaşılması zor bir bulmaca durumuna düşmüştür. Öze dönme sloganlarıyla sürdürülen arayışlar, modern düşüncelerin etkisinde kalarak Müslümanlığın çağdaşlaştırılması gerektiği tartışmaları, özelde hadis, vahiy, sünnet, gelenek eleştirileri vs. hep bu etki üzerinden değerlendirilebilir. Bu çözüm arayışı samimiyetine bürünen çabalar sonuçları itibariyle Müslümanlığın o veya bu taraftan devlet açısından kullanışlılığını arttırıp sürdüren negatif katkılara dönüşmüştür.

7-            Belki bir odağın aleti olmamak, egemen yönetim yapılarının değirmenine su taşır duruma düşmemek için ortak düşünce öbekleri oluşturma önerilebilir. Fakat karşılaşılacak olan genel tablo bu manipülasyon karmaşaları arasında sağlıklı kritik imkânı üretemeyen cemaatler egemen yönetimler tarafından kullanılmayı yaşamak ya da yok olmakla karşı karşıya kalacaklardır.

8-            Modern -ulus- devletlerin tanrısal kurumlar durumunda kalması için dini eğilimler ve diğer gereksinimler de bu duruma meşruiyet verecek şekilde sürdürülmek istenmektedir. Manipülasyonun çok görünür şekli de bu kutsallık ve güvenlik üzerinden işletilmektedir. Din, devletin kutsallığını ve diğer ihtiyaçlarında rızanın üretimi için ikna mekanizması olarak kullanılmaktadır. Değerleri ve gündelik hayat çelişkisini, çarpıklığını sözde gidermeye yönelik gayret, bu çatışmanın ana sebebi devlet tarafından manipüle edilmektedir. Devlet tarafından oluşturulan illüzyon kendisini görünmez kılmakta; İslami hassasiyetlerden enerji bulan gayretler devletin yasallaştırmasıyla sıkıntıyı gidermeye yönlendirilmektedir. Bu paradoks bugün Müslümanca gayretlerin oluşup belirginleştiği birçok coğrafyada gözlenebilir.

9-            İslami bir var oluşu mümkün kılmanın temel ihtiyacı enerjiden ziyade doğru strateji ve bu stratejiyi kurup onu pratiğe geçirecek çekirdek bir cemaattir. Kendisini doğru değerlendirebilen; içinde var olduğu sosyal siyasal ortamı özümseyip kavrayan bir cemaat İslami hareketi mümkün kılar. Bunu sürdürebilmenin şartı da manipülasyonlara karşı dikkatli, kıvrak ve güvenlik de oluşturacak bir şura yapılanması ayrıca harekete dair doğru strateji geliştirebilecek derinliktir. Müslümanlığın stratejisinin temel iskeletiyle alakalı Hz. Peygamberin hayatı dikkatle kritik edilerek gerekli soyutlamalar yapılabilir.

10-         Müslümanlığın akledişi, dolayısıyla bu eksende fiiliyata geçecek olan İslami hareketin, olan ile olması gereken konusuna bakışı: olması gerekenin olanı belirlemesi gerektiği yönündedir. Bütün peygamber örnekliklerinde vahyin müdahalesi pratik hayatı şekillendirmeye yönelik olarak etkendir. Ancak böylesi bir hareket İslami olma vasfıyla mümkün olur. Yoksa Peygamber örneklikleri ütopik itirazlar olarak tanımlanamazlar. Sapkın realiteye teslimiyete itirazı öğretmişler ve bu duruşu cennetle mükâfatlandırılacak varlığın, kulluğun gereği olarak tanımlamışlardır. İslam’a giriş cümlesi olarak formüle edilen Tevhid cümlesi “la ilahe” diye bu itirazla başlar.

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazılar

Yardım Kuruluşları Kendilerini Kapatsın – Yusuf Şanlı

Yayınlanma:

-

“Hayatta her şeyin fazlası zarardır.” kaidesini benimseyecek olursak hayatının bütününü yardım faaliyetlerine adayan güzel arkadaşlara bir iki kelam etmek istedik.

Sahadan gelen bir arkadaşınız olarak samimiyetinizi, niyetinizi, gayretlerinizi yargılamak haddime değildir, kimsenin olmadığı gibi ama ortada had safhada bir vakıa var ve bahsedilmesi icap etmektedir. Burada mevzu bahis olan, kişilerden ziyade gelinen süreçtir; üzerimize alıp şahsileştirmeye hacet yok ama üzerimize düşen vecibeler de var.

Hayat bütüncül bir kurgudur; dengeli, koordineli, çeşitlilik içinde tamamlanır ve anlam kazanır. Salt bir alan/meşguliyet/düşünce insanı daraltır, noksan bırakır. Bireysel noksanlığımız bir yana, birçok alandaki toplumsal sorumluluklarımızdan uzaklaştırır bizleri.

Salt tasavvuf, salt edebiyat, salt eğitim, salt ibadet, salt ideoloji, salt ticaret ne kadar yanlışsa salt yardım faaliyetleri de bir o kadar yanlıştır. Buradaki yanlışlık fiiliyatın kendisi veya alanı değil “salt” olmasında yani yanlışlık, diğer alanlarda eksik bıraktığımız yükümlülüklerimizde! Toplumdaki gelir eşitsizliğine, muktedirlerin zulümlerine, haksızlıklara, sömürülen emekçilere, katledilen ekine ve nesle dâir kelam etmeden hayatını pür para kazanma derdiyle, çiçek böcek edebiyatıyla geçirip veya varlığını akademiye vakfetmekle veya yat kalk ibadetle tekkelerde geçirmekle olmuyor. Aynı şekilde mevzumuz olan yardım faaliyetleri de benzer kategoriye tekabül etmektedir.

Bu düzleme ne vakittir nasıl düştük, düşünüp irdeleyerek tespit etmek gerekmekte. İslamsı bir iktidar döneminde muhafazakâr cenah ister istemez siyasal sorunsallara parmak basmaktan kaçınır (Sorunları halifemiz çözecek diye!) hâle gelmiş, siyasal düzlemdeki sorumluluklarını abdestli-namazlı iktidar/larına devretmiş, kendileri de boşlukta kaldığından bahsi geçen alana daha da yoğunlaşır olmuşlardır. Eskiden de Müslümanlar vakıf-dernek ve özellikle yardım faaliyetlerinde aktif ve işlevseldi ama son 15-20 yıldır tek işleri bu olur oldu! İktidara eklemlenmiş durumda olanlar haricindekiler de mevcut nizama ters düşmeyecek, siyasal bir yansıması olmayan bu kulvarda, risksiz steril bu tatmin alanında kalan ömürlerinin gününü saymaktalar!

Tabi ki yardım faaliyetlerimiz sürecek, sadece İslami kimliğimizden değil insan olmamızın bir gereğidir bu! “Komşusu açken kendi tok yatan bizden değildir.” şiârıyla yaşayanlar, ister istemez yardımını yapar ama bunun bir oranı, orantısı olur zannımızca! Diğer faaliyet alanları gibi en fazla %10-15’lik bir yere tekabül ediyor olmalı değil mi? Yukarıda ayrıntıladığımız gibi insanın hayatının yekûnunu herhangi bir şey oluşturuyorsa bu sıkıntıdır. Kurumsal olarak varlığını, zamanını, zihnini, insan gücünü, eforunu bütünüyle bu alana kanalize etmek de nedir!

İslamcı camiadan beklenen, düzen ile esaslı bir yüzleşme ve bu yüzleşme doğrultusunda toplumsal sorunlara eğilmek iken genel hassasiyet düzen ile yüzleşmeyi bir kenara bırakıp, düzen içi imkânlara hücum etmeye dönüştü. Hâliyle toplumun düzen karşısında savunulması, toplumu düzen karşısında uyarmak, düzeni toplum karşısında eleştirmek ve itiraz kültürünün örgütlenmesi terk edilmiştir. Bu yüzden hayr umarken şerre tekabül eden bir STK işgali altındayız. Kaldı ki bu yapıların da ne kadar sivil olduğu tartışılır çünkü nice STK bugün SDK’ye (sivil devlet kuruluşları) dönüşmüştür. Düzen ile esastan yüzleşme ve toplumsal alanda adaletin ikamesi doğrultusunda STK çalışmalarına ihtiyacımız var. Adaletin ikamesi konusunda mücadele etmeyi ve tavır almayı bir kenara bırakmış bu yapılar, toplumu yardımlarla oyalamakta ve zulmün/yoksulluğun müsebbibi iktidarların (bir faraş misali) ardını toplamaktadır.

Adeta TC’nin sosyal devlet vasfını gönüllü olarak Müslümanlar yürütmektedir, muhafazakâr camia yardım-dernek vakıf işlerinden elini çekse Türkiye devletinin, hiçbir “sosyal devlet” vasfını yerine getirmediği çıplak gözle görünür olacak neredeyse!

Bataklığı kurutmak yerine sinekleri öldürmeyle meşgul oldukça bataklık öngördüğümüzden de daha fazla büyüdü, büyüyor, büyüyecek. Artık yokluktan açlık evresine büründü ahval; israfı doğuran, zenginle fakir arasındaki makası açan, zulüm üreten, insanları zihnen ve fiilen köleleştiren odakları bertaraf etmeden yapacağınız yardımlar dolaylı olarak bu odakların varlığını beslemektedir.

Camia içerisinde bir de son zamanlarda hobileşen arama kurtarma faaliyetleri var. Açık konuşmak gerekirse bizim işimiz arama kurtarma faaliyetleri yürütmek mi? İşiniz gücünüz bitti, ortada zalim/tâğût/firavun kalmadı da spor yapasınız dağ havası alasınız mı geldi, hayırdır! Devletin sosyal devlet ödevlerini üstlendik, doğal afet sonrası hizmetlerini de mi biz sırtlanacağız!

Pardon “artık devlet bizdik” değil mi? Unutkanlığıma, cahilliğime, ayak uyduramamışlığıma verin!

Bu alışkanlık haline gelmiş durumdan radikal kararlar alarak çıkabiliriz. Yardım faaliyetlerinin hakkını vererek bütüncül ve dengeli hareket eden, riske girip eş zamanlı olarak bataklığı kurutmaya dâir de söylem ve eylemlerde bulunan oluşumlar da arada kaynayacak! Had safhada olan mahrum bırakılmış ihtiyaç sahibi mazlumlara (kısa bir süreliğine) el uzatılamamasına da sebep olacağız ama şakası bir yana ciddi ciddi bütün dernek ve vakıfları, yardım kuruluşlarını kapatalım! Biraz boşluğa düşülecektir ama belki önceliklerini, sorumluluklarını tekrar hatırlar, bataklığı kurutmaya dair faaliyetler yürütüp yarına güzel günlerde uyanabiliriz. O vakit hâlâ ihtiyaç sahibi kalmış kişilere her türlü paylaşımla umut olabiliriz.

NOT: Olağanüstü bir durum olan deprem krizi ve depremzedelere âciliyet gerektiren yardım faaliyetleri bu vurgumuzun dışındadır.

Umarım üst perdeden ifadelendirdiğim meramım anlaşılabilmiştir.

Saygılar, sevgiler…

 

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Beyaz Önlük Neyi Örter?

Yayınlanma:

-

Milli Eğitim Bakanlığı, yeni eğitim yılında öğretmenlerden beyaz önlük giymelerini istedi. Böylece öğretmenler öğrenciler için “rol model” olacakmış.

Çocukluğumuz kara önlük içinde geçti. Karanlık bir dönemin nişanesi gibiydi zahir! Biçimlendirilmek için sıralanmış minnacık kalpler, dimağlar olarak ideolojik tornalara sunulduk. “Karalar bağlamış!” da denilebilirdi hâlimizi ifade etmek için! Kocaman bez, dantel ya da naylon beyaz yakalıklarla birlikte torna tezgâhının birörnek ürünleriydik.

Böyle devam etti. Kara önlüklerin yoksulluğu örttüğünü, böylece bütün öğrencilerin eşitlendiğini iddia etti öğretmenlerimiz, müdürlerimiz ve onlara inanan bir kısım büyüklerimiz. Doğruydu, fukara halkımız, evladına ikinci gün farklı bir kıyafet yetiştirmekten mahrum halkımız için kara önlükler bir kurtarıcıydı. Nasıl olsa dokuz ay boyunca farklı kıyafet derdi olmayacaktı.

Uzaktan bakılınca eşitlik tamamdı! Sosyalistler bile bu hıza şaştı!

Gelin görün ki zengin çocuklarıyla yoksulların görece eşitliği pek uzun sürmüyordu. Dökülüyordu kara önlükler! Mahallede ve evde kaçıncı tura çıkmışlardı! Eprimiş, solmuş, kendini çoktan bırakmış önlükler, türlü yamalıklarla hayatta kalma mücadelesi veren pantolonlar, siyah ipliklerle derin yırtıkları kalın kalın dikilmiş beyaz naylon yakalıklar düzenin yalanını suratlara çarpıyordu! Ayakkabılar, kara lastikler, harçlıksız cepler fukaranın çocuklarını okul duvar ve bahçelerine savurup duruyordu.

Yalanlar suratlara çarpılmayı hak ederler elbette!

Sonra mavi, daha sonra rengârenk oldu önlükler, formalar. Kısmen serbestleşti kıyafetler lâkin zihinsel kuşatma aynen devam etti. Öğretmenler devlet memurlarının kılık-kıyafet şartnamesine bağlıydılar, ancak yaklaşık on yıldır sendika kararlarıyla serbestler. Başörtüsü yasakları kalktı, yerine “Siyah ya da lacivert olacak!” dayatması geldi.

Zihinlerdeki prangalar pek bir muhkemdi. Yeni bakan memleketi biçimciliğe dönüşün kurtaracağını düşünen bahsettiğimiz saplantının bir uzantısı olarak “Beyaz önlük!” dedi. “Beyaz”dı nihayetinde, nispî bir olumluluk barındırıyordu. Örteceği meselelere dâir antipati uyandırma ihtimali düşüktü.

Resmî ideoloji ile kapitalizmin eğitim hayatını, çocukların ufkunu kapatmasını örtebilirdi mesela! Mesela “eğitim” denen alanın kökten sorgulanmasını engelleyebilir, “okul”un ne manaya geldiğini, küreselleşme çağında nereye evrildiğini, dijital zamanlarda fonksiyonunun ne durumda olduğuyla ilgili tartışmaları öteleyebilirdi. Başta Kürtçe olmak üzere baskılanıp yasaklanan dillerde onca insan evladının Allah tarafından verilen haklarının nasıl gasp edildiğini gizleyebilirdi mesela! Yine, yıllarca dirsek çürüten çocukların önemli oranda okuduğunu anlama probleminin olduğunu, üniversite sınav sonuçlarına bağıra bağıra yansıyan akademik sefaleti sorgulamayı unutturabilirdi. Piyasalaşmanın hakikati nasıl yuttuğunu, geleceksizlik batağında çırpınan milyonlarca gencin oluşturduğu devasa kitleye yenilerinin eklenmekte olduğunu tartıştırmazdı!

Karasından beyazına önlük ve formalar, ulus devlet aracılığıyla muhafaza olunan sermaye düzenine ideolojik formasyonla terbiye edilmiş kitleler üreten okul gerçeğini örtmeye çalışırken hakikatin ışıkları da elbette hayatlara sızmaya devam edecek etmesine ya bakalım bunca hakikati örtmeye çalışacakların sıradaki yeni örtüleri neler olacak!

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Yol Haritasında Yeni Durak: İfsada Karşı Akbelen Direnişi

Yayınlanma:

-

Bir yandan aşırı sıcaklar, bir yandan Akbelen direnişi… “2023’ün yaz mevsimi ileride nasıl hatırlanacak?” diye sorulsa bu ironik cevap düşecek aklımıza. Zam yağmurunu da ekleyen olacaktır haklı olarak.

Bakın “orman, yağmur, sıcak” kelimeleri peşi sıra nasıl da diziliveriyorlar! İsmet Özel’in “Amentü” şiiri yetişsin burada imdadımıza! (Her ne kadar “Şiir öldü mü?” muhabbeti yapılsa da şiir, hayatı kavrama/kurtarma kabiliyetine her zaman sahiptir.):

Hayat

dört şeyle kaimdir, derdi babam

su ve ateş ve toprak.

Ve rüzgâr.

ona kendimi sonradan ben ekledim

İnsan da bu terkiple bir manaya kavuştuğundan yine o terkibe kendini ekleyerek Akbelen direnişine koşmalıdır. Karadeniz’i boydan boya kaplayan HES inşaatlarına koşmalıydı. (Pek çok yer için hâlâ geç kalmış değil.) Taş ocaklarına, JES’lere, altın madenlerine, kıyılara, zeytinliklere vedahî benzer bütün yıkımlara koşmalıdır.

Koşanlar oldu, vâr olsunlar ancak benzer anlarda olduğu gibi azdılar, hatta azın azı! Çünkü devletin ve sermayenin karşısına dikilmek birçok bariyeri aşmakla mümkündür. O bariyer her farklı kişi ve çevreye göre değişir. Bir yandan ormanlar cayır cayır yanar, bir yandan sermaye koca ormanları her bir ağaca motorlu hızarlarla saldırarak yok eder, bir yandan kolluk bütün imkân ve araçlarıyla tabiatı savunan halkın karşısına dikilir ve bu bütün bu tabloya alenen “Hayır!” demeyi engelleyen bariyerler vardır!

Tabiatın kesiksik, yaygın ve derinlemesine yağmalanmasının ne anlama geldiğini daha önce tartışmıştık. Bu sistematik, görülemez, gözden kaçırılır bir hakikat değilse bunca bariyer nasıl da çıkıveriyor ortaya! Biraz Müslümanlığınız, biraz insanlığınız, biraz siyasal bilinciniz, biraz tabiatla temasınız varsa bu talanın, bu amansız saldırının karşısına hemen dikilmelisiniz.

Zamlardan gözünü açamadı mı halkımız 2023 yazında? Evet, açamadı. Ekonomik göstergeler halkımızın üzerine bir çığ gibi, bir karabulut gibi, dehşetli bir afet ve belâ gibi çökmedi mi? Evet, çöktü. Peki, bu hengâmede koca orman nasıl yok ediliyor Akbelen’de? Erbaa’da, Tokat’ta, Fatsa’da, Dersim’de, Kaz Dağlarında, Şebinkarahisar’da ve adını çıkaramadığımız pek çok yerde devletin korumasında sermaye tabiatı nasıl delik deşik ediyor, hallaç pamuğu gibi atıyor? Bu zamlar ve ekonomik yağma düzeni ile bütün bu tabiat talanı arasında nasıl bir münasebet olabilir?

Neoliberal iman, tevhid ve adalete düşman bir müfsid sapkınlıkla her tür ıslah cephesinin tam karşısındadır ve şu ayetin alenen muhatabıdır: “Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın!” (A’raf, 56) Bu ifsad, kapitalizm sıkışıp duvara tosladıkça derinleşecektir. “Geriye pek bir şey kalmadı!” da diyebilirsiniz elbette. Bilemiyorum, belki öyledir ancak şundan eminim ki bu şeytanlık, kendisi için gidilebilecek hiçbir menzilden vazgeçmeyecektir.

Bu durumda lafı uzatmadan ve izninizle net bir şey söylemeliyim: Şeytan ve tağut yeryüzünde kol gezerken (Tony Judt’un “Kötülük Kol Gezerken” adlı kitabını hatırladım şimdi!) ve Rum sûresinin meşhur 41. ayeti “İnsanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı.” diye zihnimizde çınlayıp dururken Akbelenlere koşmamak da utanç olarak cümle ümmet-i müslümana yeter!

Bu kadar net bir perspektif eğer inananını harekete geçirmiyorsa söyleyecek hem çok şey var, hem pek bir şey yok! Akbelen direnişine ve benzer direnişlere destek verenler üzerinden birtakım spekülasyonlar yapanlara meydanı boş bırakmayan ve hakikati haykıran gür sada olmak mümkündü. Yine mümkündür çünkü yeryüzünde ifsad çağrı ve çabası bitmeyecektir. Bu yıkım cephesine karşı hayatı savunan bir ıslah cephesi inşa etmek açık akidevî bir sorumluluktur.

Takip edilecek yol için buraya bir pusula bırakmıştım. Çürümüşlüklere karşı gerekçe ve güzergâh tartışma ve pratiklerle elbette zenginleştirilebilir. Çokça konuşulan iman-amel bütünlüğü her ifsat alanında olduğu gibi bu yaşamsal mevzuda da belirleyici olmalıdır. Tüm yeryüzündeki benzer talan ve yağmalara karşı direniş mevzi ve halkalarıyla sahih, sağlam bir cephe hattı kurmak zorundayız; imanî ve insanî olarak başka seçeneğimiz yok.

İsmet Özel’in hayatın ikamesi için kendini beşinci unsur olarak eklemesi, su, ateş, toprak ve rüzgârdan oluşan toplama doğru bir kapışmanın kaçınılmaz olduğunu vurgulamak içindir. Kapitalizm duvara tosladıkça daha bir saldırgan olacaktır. Zamla, yağmayla, talanla, her tür sömürü mekanizma ve aracılığıyla saldıracaktır. Neoliberalizm denen tâğûtî düzenin karakteri budur. Bu düzene karşı cevabımızı yine İsmet Özel’den bir şiir başlığı ile verelim, ancak o kapışmada taraf olarak hayatın kâim olabileceğini unutmadan:

Evet, İsyan!

Devamını Okuyun

GÜNDEM