Haberler
Avrupa’nın El Koyduğu Çocuklar
Yayınlanma:
3 yıl önce-
Bir süredir İsveç gündeminde ülkenin sosyal hizmetler kurumunun el koyarak farklı ailelere verdiği çocuklar tartışılıyor. Başkent Stockholm’de 7 Şubat’ta gerçekleştirilen protesto eylemi ile seslerini duyurmaya çalışan aileler, çocukların ellerinden haksız yere ele alındıklarını ve kendilerine gösterilmediklerini ifade ettiler. Eyleme destek veren Farklı Renkler Partisi Genel Başkanı Mikail Yüksel, AA muhabirine verdiği demeçte birçok ailenin dram içinde hayattan kopuk yaşadıklarını kaydetti.
Diğer taraftan İsveç’in Sosyal Hizmetler Kurumu’nun çocukları alma konusunuda ayırımcılık yaptığını da belirten Mikail Yüksel şunları kaydetti: “İsveçli aileden çocuk alma gerekçesi ile bir Müslüman ve göçmen aileden çocuk alma gerekçesi birbirine uymuyor. Uygulamada müthiş ön yargılar Müslüman ve göçmen aile için devreye giriyor. Diğer yandan mağdur olan Hristiyan aileler de var, bunları da takip ediyoruz.” ifadelerini kullandı.”
İsveç Varberg’te çocuklarına el konulan ailenin çırpınışları yürek sızlatıyor.
Sorun İsveç’e mi özgü?
Türkiye kamuoyunda farklı dönemlerde öne çıkan “çocukları zorla alma” eylemi Avrupanın diğer ülkelerinde de sıklıkla başvurulan bir yöntem. Almanya’daki Jugendamt ve benzeri kuruluşlar kıtanın farklı bölgelerinde çocukların ailelerinden alınarak koruyucu ailelerin yanına verildiği biliniyor. Üstelik bu “alıkoyma” işlemi göçmen ve sığınmacılar için bir ayrımcılık uygulamasına dönüştürülmüş durumda.
Almanya’nın Duisburg kentinde yaşayan Kara ailesinin hukuk mücadelesi ilgili kurumların tarafsızlığını sorgulatıyor. Kara ailesi Jugendamt (Almanya Gençlik Dairesi) kurumunun kararıyla 2, 4, 6 ve 8 yaşındaki 4 çocuğun kendilerinden haksız yere alınması nedeniyle 4 yıl hukuk mücadelesine devam etti. Davanın kazanılmasına rağmen çocuklarına kavuşmaları sürekli ertelenen Kara ailesi Duisburg’ta yapılan gösteriler ile oluşan kamuoyunun baskısı neticesinde çocuklarını alabildi.
2020 yılında İHA’nın yaptığı bir haberde yine Almanya’da Dormagen kentinde yaşayan Altınkaya ailesinin 1.5 ve 4 yaşındaki çocuklarına el konulduğu ifade ediliyor. Çocuklar darp ihtimaline karşı devlet gözetimine alındığı belirtilse de aslında ailenin rutin doktor kontrolleri ve çocukların oyun esnasında yaşadığı basit yaralanmalar sürecin başlamasını sağlıyor.
Koruyucu aile skandalları
Avrupanın pekçok ülkesinde çocukların ailelerinden alınmaları için aile içi şiddetten düzgün beslenememeye ve hatta ailenin yaşadığı ekonomik sorunlara kadar uzanan gerekçeler yeterli görülüyor. Büyük ölçüde kararların ilgili kurumların uzmanlarının inisiyatifinde olduğu belirtilirken, ayrımcılığın da bu noktada başladığı ifade ediliyor. İsveçli yada Alman ailelerin çocuklarına el koymak için devlet kurumları bir dizi prosedürü uygulamaya koyarken konu göçmenlere geldiğinde süreç çok hızlı sonuçlandırılıyor.
Çocukları ellerinden alınan aileler ve çocuklar için ise mağduriyetler süreklilik arzediyor. Araştırma kuruluşu SETA’nın yaptığı çalışmada 2018’de el konulan 52 binden fazla çocuğun neredeyse yarısının yabancı uyruklu olduğu kaydedildi. Üstelik çocuklar devlet gözetimine alındıktan sonra uyruk ve din konusundaki hassasiyetler gözetilmeden koruyucu ailelere verildiği ifade edildi. Haklarında pedofili, eşcinsellik yada ırkçılık gibi ciddi suçlamalar olan birçok koruyucu aileye karşı ise çocukların ebeveynleri tamamen yalnız bırakılmış durumda. Hukuki sürecin işleyişine göre Jugendamt tarafından el konulan çocuklar mahkeme sonuçlanıncaya kadar kurumun inisiyatifinde kalıyor. Son olarak 2022’de İsveç’in Norrbotten bölgesinde ikamet eden Suriyeli Talal ailesi AA’ya mağduriyetlerini anlattı. Baba Diab Talal 4 çocuklarının ellerinden alındığını, haklarında açılan mahkemede çocukların şiddet görmediği belirlenmesine rağmen el konulan çocuklarını göremediklerini ifade ettiler. Diab Talal en küçüğü 8 aylık, en büyüğü ise 9 yaşında olan çocukları hakkında yaşadıklarını şöyle aktardı: “Biz stresli bir yoldan ve savaştan İsveç’e geldik. İlk geldiğimizde depresyondaydık. Komşumuzun şikayetiyle 4 çocuğumuzu elimizden aldılar. Ardından yapılan soruşturmada, onlara şiddet uyguladığımıza dair kanıta rastlanmamasına rağmen çocuklarımızı geri vermediler. Çocukları farklı ailelere verdiler ve bizle görüşmelerini de yasakladılar. Biz de en tabii hakkımızı kullanarak bu durumu protesto etmek için eylemlere katıldık ve bu, çok ses getirdi. Eylemlerde biz çocuklarımız için gözyaşı dökerken ‘İslamcı ve terörist’ şeklinde yaftalayarak İsveç medyasında hedef gösterildik.”
Çocukları Koruma A. Ş.
Konunun çok dikkat çekilmeyen bir başka noktası ise Jugendamt ve benzeri kuruluşların yarı özerk yapıları ile ilgili. Koruma altına aldıkları çocuk sayısınca devletten ödenek tahsis edilen bu yapıların çalışma koşullarına ilişkin bir dizi kaygıyı güçlendiriyor. Yapılan mülakatlarda ve özellikle çocukları koruma altına alınan ailelere ilişkin kurumların umarsız davranışlarının artık “koruma” maksadının yanı sıra “ödenek kaygısı” ile açıklamak mümkün görünüyor.
Jugendamt ve benzeri kuruluşların göçmen ve yabancılara ilişkin ayrımcı tavrına rağmen mağduriyetin önemli bir bölümünü de Alman vatandaşları oluşturuyor. Her yıl binlerce çocuğun ailelerinden alınarak koruyucu ailelere verildiği Almanya’da göçmenler bir ölçüde örgütlenirken Alman vatandaşları arasında itirazların çok daha cılız kaldığı ifade ediliyor.
Jugendamt üzerinden Avrupa’nın çocuğa bakışı
Kocaeli Üniversitesi’nden Selim VATANDAŞ’ın bu konuda yaptığı araştırma çarpıcı sonuçları ortaya çıkarıyor. Temel olarak 2. dünya savaşı sonrasında oluşan bu kurumların amacı çocukların istismarına engel olmak için bugün bir başka amaca evrilmiş görünüyor.
İnsan Hakları Bildirgesi’nde çocuklara ilişkin yasal vasilerin ebeveynleri olduğu ve devletin bu ilişkiyi desteklemesi gerektiği ifade edilirken durum pratikte farklı bir sürece evrilmiş durumda. Almanya Medeni Kanunu’nun 1666 ve 1666a maddesinde anne ve babanın, velayet hakkından doğan hak ve sorumluluklarını kullan(a)madığı takdirde ‘çocuğun selameti’nin (kindeswohl) tehlike altına girmesi durumunda, çocuğun velayetini Jugendamt’a verebileceği belirtilmekte. Bu hukuki dayanak nedeniyle Almanya’da Jugendamt çocuklar üzerinde ailelerin hak ve inisiyatiflerini ortadan kaldıracak süreçleri kolaylıkla başlatabilir. Üstelik Aile mahkemeleri ve karar temyize giderse Yüksek Eyalet Mahkemeleri dışında Alman Gençlik Dairelerini denetleyici herhangi bir mekanizma bulunmuyor.
Almanya, İsveç ve Fransa dışında tüm kıta Avrupasında çocuk ve aile arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanmasının sadece Jugendamt gibi kurumların inisiyatifi ile gelişmediğinin de altını çizmek gerekir. Modern devletin aile ilişkilerini zayıflatan ve birey vurgusunu öne çıkarmasının bir çıktısı olan bu kurumlar; ailenin çocuk üzerindeki inisiyatiflerini sürekli gerileten bir politika izliyor.
Türkiye’de SHÇEK, Almanya’da Jugendamt gibi kurumlar modernitenin devlet tanımına uygun olarak aile ve çocuk arasında nihai karar verici konuma yükseldiği söylenebilir. Modern devletin güvenlik kuramının vatandaş yetiştirmekle başladığı düşünülürse, konunun çocuk boyutu daha iyi anlaşılıyor. Çocukları koruma refleksi ile kurumsallaşan yapılar bu nedenle çok kısa sürede politize olabilecek bir potansiyel taşıyor.
“İlkokulda başörtüsü giyen çocuk devlet tarafından ailesinden alınabilir”
Devletin çocukları istismar, şiddet ve sömürüye karşı koruma gerekçeleri ile oluşturduğu kurumların yeri geldiğinde nasıl politik kararlar alabileceğinin örneği sadece Avrupa’da bulunmuyor. Türkiye’de 2010 yılındaki bir haber bu konuda devletin “kurumsal” yaklaşımına dair önemli ipuçları taşıyor. 2010 yılında çocuğunun ilkokula başörtülü gönderen veliye karşı devlet kademelerinden yükselen tepkilerin en dikkat çekeni dönemin Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’tan gelmişti. Kavaf, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’un, çocuklarını türbanla ilköğretim okullarına gönderen ailelerin tutumunun, çocuğun öğrenim özgürlüğünü engellemesi halinde, devletin çocukları alabileceğine ilişkin açıklamasına destek vermişti. Kavaf yaptığı açıklamada “biz mahkemenin tedbir kararından sonra çocukları korumamız altına alabiliriz. O konuda bir engel yok, sebebi gerekçesi ne olursa olsun..” ifadelerine yer vermişti.
Avrupanın çocuk ve aile arasında gözetleyici ve belirleyici pozisyonunu giderek aile kurumunun kendisine karşı bir tehdide dönüştürmesi Türkiye için henüz yeni olsa da uzak bir ihtimal olarak görülmüyor.
YeniPencere Özel Haber
İlgili Makaleler:
- Alman Gençlik Dairesi (Jugendamt) ve Koruma Altına Alınan Türk Kökenli Çocuklar (Selim Vatandaş)
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/43447 - Alman Gençlik Dairesi ve Çocukların Koruma Altına Alınması Uygulamalarına Yönelik Eleştiriler1 (Mustafa Uyanık)
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/511383 - Alman Gençlik Dairesi Tarafından Koruma Altına Alınan Türk Kökenli Çocuklar – Rapor (Zeliha Eliaçık, Tuba Sarıaltın, Fikret Yaman)
https://setav.org/assets/uploads/2019/12/R148.pdf
İlgili Haberler:
-
İsveç’te çocukları ellerinden alınan Müslüman ailelerden protesto
https://www.isvecgundemi.com/gundem/isvec-te-cocuklari-ellerinden-alinan-musluman-ailelerden-h24887.html -
Almanya’da Türk ailenin her iki çocuğu da ellerinden alındı
https://www.iha.com.tr/haber-almanyada-turk-ailenin-her-iki-cocugu-da-ellerinden-alindi-851488/ - Bakan Çavuşoğlu: Almanya’da çocukları ellerinden alınan ailenin yanındayız
https://www.trthaber.com/haber/gundem/bakan-cavusoglu-almanyada-cocuklari-ellerinden-alinan-ailenin-yanindayiz-501892.html -
Türk ailenin 4 günlük bebeğini alan Alman Gençlik Dairesi protesto edildi
https://www.sondakika.com/haber/haber-turk-ailenin-4-gunluk-bebegini-alan-alman-genclik-12763877/
Yorumlayın
-
Toplum; ya Allah’ın Kulu, ya Sultan’ın!
-
Cihat Aydın ile Vicdani Ret Üzerine
-
Halkın ve Devletin “Maddi ve Manevi” Dinamikleri Üzerine – Sait Alioğlu
-
Rutte’nin Bisikleti, Bisikletli Polis ve Parisli Nahel – Ömer Carullah Sevim
-
TOKAD: Emperyalizmin Savaş ve Şantaj Makinesi NATO’dan Çıkılmalıdır
-
Rotayı Yeniden Hesaplamak İçin Pusula
Haberler
Tokat’ta Eylem: Siyonist Gemiler Türkiye Limanlarında Cirit Atıyor!
Yayınlanma:
7 gün önce-
Kasım 14, 2024Eğitim İlke-Sen, TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği ve Sağlık İlke-Sen’in 10 Kasım 2024 günü Tokat’ta gerçekleştirdiği eylemde Filistin ve Lübnan’da katliamlar yapan İsrail’le Türkiye’nin ticaret yapmaya devam etmesi kınandı. Eylemde, Siyonist sermaye gemilerinin Türkiye limanlarından rahatça sevkiyatları sürdürmesi, Ceyhan’dan İsrail’e petrol gönderilmesi ve emperyalist üslerin faaliyetlerini sürdürmesi protesto edildi.
Topluluk adına Sağlık İlke-Sen başkanı Emre Ulukaya’nın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:
SİYONİST KATLİAM MAKİNESİNİ BESLEYİP KORUYAN PETROL SEVKİYATI VE TİCARET SÜRÜYOR, KÜRECİK RADARI ÇALIŞIYOR!
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kıymetli arkadaşlar!
Sadece Filistin’i, Gazze’yi ve yine sadece Siyonist işgal rejimini derinden etkilemekle kalmayıp bütün dünyayı sarsan, halkları ve rejimleri bambaşka bir sabaha ve döneme uyandıran Aksâ Tûfanı’nın üzerinden 13 ay geçti.
Yüz binlercesiyle can veren Filistin ve ona bir kez daha katılan Lübnan halkları, egemen dünya düzeninin desteğiyle benzersiz katliamlar yapan Siyonist soykırım makinesinin hedefinde eşsiz bir mücadele yürütüyor!
Siyonizm’e ve emperyalizme direnen kardeşlerimiz, önderi-takipçisi demeden birer birer şehit oluyorlar. En son Yahya Sinvar’la insanlığın onur ve haysiyet burcuna asılan şehadet sancağı, şirk, zulüm ve tuğyanın karşısına dikilme cesaretini kuşananların sarsılmaz imanlarına, azim ve kararlılıklarına emanet edilmiştir!
Filistin Direnişinin Dostları!
Filistin’de, Gazze’de savaş, işgal, katliam yeni başlamadı. Tam yüz yıldır bu bölge emperyalizmin, Siyonizm’in muhasarası altındadır. İngilizlerin öncülüğünde Batı Asya’nın/Ortadoğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanan, emperyalizmin ileri karakolu olarak konuşlandırılan İsrail’i püskürtmek için Filistin halkı sayısız evlâdını şehit verdi, yerinden yurdundan oldu, işbirlikçilik ve ihanet kıskacında nefessiz kaldı ancak hiçbir güçlük ve zorluğa boyun eğmedi; ilerleyen yaşına rağmen tank ve top atışlarına göğüs geren, son ânında dahî direnişten geri durmayan Yahya Sinvar örneğinde olduğu gibi zalimlere, işgalcilere teslim olmadı! Katledildi, sürüldü, aç ve açıkta kaldı lâkin yılgınlığa düşmedi!
Son bir yıl boyunca katliam ve direniş tarihinin zirvesine şahit olduk. Bütün dünyanın gözleri önünde ve kayda geçirilerek süren bir soykırım ve direniş süreci var. Küçücük bir coğrafyaya sıkıştırılan bir halk, benzersiz bir vâr oluş kavgası veriyor.
Bu vâr oluş kavgasına dünyanın her bir yanından onurlu halklar destek verdi, destek vermeye devam ediyor. Kendilerini derin bir minnet ve saygıyla andığımız bu insanlar kampüslerde, meydanlarda, cadde ve sokaklarda katliam düzenine karşı seslerini yükselttiler; işbirlikçi rejimlerinin ihanetlerine karşı hakikatin saflarında yer aldılar, hâlâ yılmadan bu mücadelelerine devam ediyorlar. Her biri bizim kardeşimiz ve yoldaşımızdır!
Biz de bu coğrafyada, Türkiye’nin dört bir yanında bu duruşa eşlik etmeye çalıştık. Siyonizm’in bölgedeki köklerini, damarlarını kurutmak için öteden beri dile getirdiğimiz hakikatleri daha bir yüksek sesle haykırmaya çalıştık.
İntifadayı Yükselten Yürekler!
Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki Siyonist rejim ve onun değişmez destekçisi emperyalizm coğrafyamıza iyice kök salmış, bütün araç ve imkânlarıyla kendilerini muhafaza ve müdafaa edecek, koruyup besleyecek bir düzen kurmuş!
Takdir edersiniz ki işgalci İsrail, bölgesel dayanakları olmadan nefes alamaz, meşruiyet devşiremez! Bütün bu dayanakların ticaretten diplomatik münasebetlere, akademiden istihbarata, savunma sanayinden bilişim teknolojilerine ve şimdi burada hepsini sıralayamayacağımız pek çok alana yayılan anlaşmalarla mümkün olabileceğini biliyoruz.
Şimdi hep birlikte İsrail’i besleyip koruyan işleyişin farklı alanlarda nasıl seyrettiğini hep beraber hatırlayalım:
Öncelikle şuradan başlayalım: Biliyorsunuz Türkiye, İslam dünyasından İsrail’i tanıyan ilk devlet olmuştur. Başta Erdoğan olmak üzere iktidara yakın çevreler İsrail’i soykırımcı, terörist olarak suçlamakta ancak İsrail’i tanıma kararını geri çekme ihtimalinden bile bahsetmemektedirler. Hâlbuki İsrail’i tanımamak önemli bir samimiyet testidir ve imkânsız değildir. Birleşmiş Milletler üyesi 28 devlet İsrail’i tanımıyor arkadaşlar ve bu nedenle o ülkelerin halkları açlıktan, yoksulluktan ölmüş değil!
Her fırsatta İsrail’in gözünü Türkiye’ye diktiğini söyleyerek propaganda makinesini durmaksızın çalıştıran aynı merkezlere sormak gerekmez mi? “Madem öyle, peki siz bu işgal devletini neden tanıyorsunuz, tanımakla kalmayıp her türlü münasebeti kuruyorsunuz! Neden Siyonist cumhurbaşkanını, caddelerini İsrail bayraklarıyla süslediğiniz Ankara’da şaşaalı törenlerle karşılıyorsunuz? Katil Netanyahu ile New York’ta, hem de Aksâ Tûfânı’ndan 15 gün önce heyetler hâlinde buluşup Filistin halkından çalınan doğal gazı pazarlama plânlarını hangi yüzle müzakere ettiniz?”
Evet, Siyonizm’e ve emperyalizme karşı mücadele, sadece Filistin halkının değil de hepimizin yükümlülüğü ise yakıcı gerçeklerle yüzleşmek, Siyonizm’i besleyen merkezlerle kapışmak zorundayız. Bizim sorumluluğumuz öncelikle kendi ülkemizden başlamaktadır yoksa uzaktan direnişe selam göndermek elbette çok kolay ve zahmetsizdir.
Şimdi dönelim yine bir başka can alıcı hususa! Aksâ Tûfânı’ndan bugüne Türkiye ile İsrail arasındaki ticaretin kesilmesi için Filistin dostları sayısız eylem yaptı. İktidar, tepkileri savuşturmak için ticarete önce kısıtlama getirdi, sonra da ticareti tümden yasakladığını ilan etti. Hâl böyleyken zamanla ticaretin durmadığı, hileli yollarla devam ettirildiği ortaya çıktı. Önce üçüncü ülkeler aracılığıyla sürdürülen ticaretin daha sonra ve yoğunluklu olarak Filistin’in adı kullanılarak yapıldığı görüldü
Açık kaynaklardan herkesin ulaşabileceği ve her biri utanç ve ihanet vesikası olan bilgilere göre resmiyette İsrail’le kesilen ticaret birdenbire makyaj malzemelerinden tutun da çeliğe, kimyasallardan başka diğer tedariklere kadar türlü çeşit ürünlerin güya Filistin’e ihracatı yüzlerce kat artmış durumdadır! Soykırım savaşı altındaki Filistin birden zenginleşmiş de ithalat patlaması yaşamış gibi!
İşte akıllara ziyan bu arsızlık, başta kendi arazisine yapılan özel gümrük aracılığıyla İsrail’e çelik ihraç eden ve bu yolla doğrudan katliamın destekçisi olan ama yeri geldikçe başta Mehmet Akif Ersoy gibi değerleri istismar etmekten çekinmeyen İÇDAŞ gibi işbirlikçi sermaye grupları tarafından yapılıyor!
Zaten Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri AKP iktidarında geçen yıllarda sürekli büyümüş ve 2002 yılında 1,41 milyar dolar olan ticaret hacmi 2022’de 9,5 milyar dolara kadar çıkmıştı. Siyonist katliam rejiminin nasıl ve kimler tarafından beslenip palazlandırıldığı bu örneğe göre son derece açık değil midir?
Kardeşlerimiz Gazze’nin kuzeyinde açlık ve Siyonist kuşatma altında direnişi sürdürmeye çalışırken bütün bu tezgâhı dağıtmak elbette boynumuzun borcudur! Bu tezgâhı dağıtmak bu coğrafyada yaşayanlar olarak temel önceliğimizdir! Bu tezgâhı dağıtmak insan ve mü’min olmanın temel şartlarındandır!
Direnişin dostları!
Peki, Siyonizm’i besleyen dayanaklar burada bitiyor mu? Elbette hayır!
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından İsrail’in petrol ihtiyacının yarısını karşılayan petrol, akmaya devam ediyor mu? Evet!
AKP iktidarı, binlerce eylemde dile getirilen çağrılara kulak tıkayarak yüz binlerce Filistinlinin katledilmesinde en önemli role sahip petrolün Siyonist katliam makinesine akmasına izin verdi mi? Evet!
Bir ucunu Azerbaycan devlet şirketi SOCAR’ın, diğer ucunu Türkiye Varlık Fonuna bağlı BOTAŞ’ın tuttuğu boru hattı Filistin halkına ölüm ve yıkım taşıdı mı, hâlâ taşımaya devam ediyor mu? Evet!
Şimdi can alıcı sorumuz şudur:
Ülkemiz bütün imkânlarıyla kimi desteklemelidir? Soruyoruz sizlere!
Elbette hepiniz “Tabii ki Filistin halkını!” cevabını vereceksiniz. Buna inancımız tamdır ancak gelin görün ki uygulama, tam olarak bunun aksi istikametindedir. Görüyor ve anlıyoruz ki Siyonist katilleri besleyip Filistin’le ağlayanlar tarafından idare olunuyoruz! Böyle bir iki yüzlülük ne duyuldu ne görüldü!
Bütün bunlar yetmezmiş gibi ABD’nin İncirlik üssü doğrudan bir işgal merkezi olarak İsrail’i koruyor; NATO’nun Kürecik Radarı, İsrail’e kalkan olmaya devam ediyor. Kürecik Radarının İsrail’e sağladığı koruma NATO genel sekreterleri tarafından çok daha önceleri de itiraf edilmişti. ABD öncülüğündeki emperyalist bloğun İsrail’i tahkim ve takviye etmek için nasıl canhıraş bir çaba içinde olduğunu görüyoruz. Kendi kontrollerinde bulunan Anadolu’daki üsler de elbette bu korumanın bir parçası olacaktır.
İşbirlikçiliğe ve İhanete Geçit Vermeyen Dostlar!
Türkiye, egemenlerin bütün aksi propagandalarına rağmen Siyonizm’e hizmet edenlerin elini kolunu sallayarak işlerini rahatça yapabildiği bir ülke olmuştur!
Türkiye limanları, katil İsrail’le ticareti pervasızca sürdüren, Siyonist katliam ve soykırım makinesine silah taşıyan gemiler için en güvenli sığınak olmuştur!
Herkes duyuyor ve görüyor ki başta Siyonist ZIM şirketinin gemileri, tırları olmak üzere İsrail’le ticareti sürdüren gemiler limanlarımızda, karayollarında cirit atıyor!
Bu ne büyük utanmazlık ve işbirlikçiliktir!
Gazze’ye gidecek yardım gemilerini engelleyen AKP iktidarı, Filistinli kardeşlerimizi katleden Siyonistleri her türlü tahkim ve takviye eden gemilerin, tırların önünü sınırsızca açıyor! Vicdan Gemisi, uluslararası Özgürlük Filosu kapsamında yola çıkmak isterken iktidar tarafından çıkışına izin verilmediği için 68 gündür Haydarpaşa Limanında bekletiliyor. Kardeşlerimiz iki ayı aşkın süredir orada nöbet tutuyor.
İsrail’e silah taşıdığı, dolayısıyla da soykırım ortağı olarak görüldüğü için pek çok ülke tarafından limanlarına giriş izni verilmeyen Kathrin gemisi, izin verilmediği için Haydarpaşa’da tutsak edilen Vicdan Gemisinin yanına demirleyebiliyor!
Yani katliama sevkiyat serbest, mazlum Gazze/Filistin halkına sevkiyat yasak!
Filistin dostları Kocaeli Diliskelesi’nde, İstanbul Ambarlı’da, Antalya ‘da ve pek çok başka noktada yaptıkları eylemlerle Siyonist ZIM şirketinin sevkiyatlarını ve diğer işbirlikçi ticari hareketleri engellemek için eylemler yapıyorlar. Siyasi irade ise sahte şaşkınlık gösterilerinde bulunarak bunca apaçık hakikate rağmen kendilerine iftira atıldığını iddia edebiliyor!
Herkes şunu bilsin ki biz bu gemilere, bütün bu mel’un sevkiyatlara karşı duracağız! Bu işbirlikçilik ve ihanete geçit verenlerin yakasını bırakmayacağız!
Emperyalist – Siyonist Saldırganlığın Karşısına Dikilen Kardeşler!
Sıralamaya gayret ettiğimiz bütün bu hakikatler bize ne yapmamız gerektiğini de açıkça söylemektedir!
Filistin’den Lübnan’a, Ortadoğu’nun dört bir yanına uzanan katliam ve işgal şebekesinin dayanaklarını, damarlarını, köklerini Anadolu’dan söküp atmak öncelikli sorumluluğumuzdur.
Öteden beri mücadelemiz bunun içindir! Direnişi buradan kurmalıyız.
İbrahim sûresi 42. ayette buyurulduğu gibi, “Sakın Allah’ı zalimlerin yaptığı şeylerden habersiz sanmayın!” Şüphesiz ki Allah’ın cezalandırması çok çetindir!
Duamız odur ki Rabbimiz bu amacımızda bizi muvaffak eylesin! Her dâim zalimlerin, katillerin, işbirlikçilerin karşısında olmayı nasip etsin!
Mazlum ve mustazafların, hürriyeti gasp edilenlerin yanında durma irademizden geri koymasın!
Yaşasın Küresel İntifada, Yaşasın Zulme Boyun Eğmeyen Direniş!
EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)
SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)
TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)
ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)
Haberler
ZIM, Aksâ Tûfânı Sürecinde de İsrail Ordusu Saflarında
Yayınlanma:
3 hafta önce-
Kasım 2, 2024Gemileri ve tırlarıyla Türkiye limanlarında sevkiyatlarını sürdüren ZIM şirketinin, Aksâ Tûfânı başlar başlamaz İsrail’e destek açıklaması yaptığı 10 Ekim 2023 tarihli haberini ilginize sunuyoruz:
ZIM, İsrail’in ‘Ulusal İhtiyaçları’ İçin Gemi Tahsis Edecek
Gazze Şeridi’nde tırmanan son çatışmalara cevaben ZIM Integrated Shipping Services Ltd. (ZIM), Gazze ile savaş sırasında İsrail’in ulusal ihtiyaçlarına hizmet etme taahhüdüyle İsrail’e tüm gemilerini, gemilerini ve altyapısını teklif ettiğini duyurdu.
ZIM Başkanı ve CEO’su Eli Glickman, cumartesi gecesi yaptığı açıklamada İsrail ve vatandaşlarıyla dayanışma içinde olduklarını ifade etti: “Bu sabah, Şabat günü, Simchat Torah bayramı sırasında, Gazze Şeridi’nden İsrail’e karşı, ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en şiddetli savaşlardan biri olan ani bir savaş patlak verdi. Bu olaylar son derece acı vericidir ve önemli sayıda can kaybına, çok sayıda yaralanmaya; aralarında asker ve sivillerin de bulunduğu sayılamayacak kadar çok sayıda esire yol açmıştır.
“Sivilleri, çocukları ve çaresiz bebekleri ayrım gözetmeksizin öldüren kalpsiz katillerle karşı karşıyayız. Bu olay şüphesiz hepimize büyük acılar getirecektir. Bu büyük acıya rağmen bunun üstesinden geleceğimizden eminim. Terör örgütleri bu haksız saldırının bedelini çok ağır ödeyeceklerdir.”
IDF’yi destekleme çağrısı
Glickman, ZIM çalışanlarını, güvenlikleri için İç Cephe Komutanlığı’nın talimatlarına uyarak güney sakinlerini ve İsrail Savunma Kuvvetleri’ni (IDF) desteklemeye çağırdı. Bu zorlu zamanlarda kişisel ve ailevi dayanıklılığın yanı sıra toplumsal dayanıklılığın da önemini vurguladı.
“Kalplerimiz, ülkenin içinde bulunduğu ağır durum nedeniyle saldırı altında olan güney sakinlerinin yanı sıra güney bölgesindeki sevdiklerinin akıbetinden endişe duyan tüm ülke vatandaşlarıyla birlikte. Toparlanacağımıza, düşmana ağır bir darbe indireceğimize ve yaralarımızın üstesinden geleceğimize inanıyorum. Şimdi birlik zamanıdır. Sadece birlikte güçleneceğiz.”
Kaynak: https://www.jpost.com/israel-news/article-767539 (10 Ekim, 2023)
Haberler
Yazarlar Sally Rooney, Rachel Kushner ve Arundhati Roy’dan İsrail Kültür Kurumlarına Boykot Çağrısı
Yayınlanma:
3 hafta önce-
Ekim 29, 2024Sally Rooney, Arundhati Roy ve Rachel Kushner “Filistinlilere yönelik ezici baskının suç ortağı olan veya sessiz gözlemcileri olarak kalan” İsrailli kültür kurumlarını boykot etme sözü veren bir mektubu imzalayan 1.000’den fazla yazar ve yayıncılık profesyoneli arasında yer alıyor.
Taahhütnameyi imzalayanlar, “ayrımcı politikalar ve uygulamalar” ya da “İsrail’in işgalini, apartheid’ını ya da soykırımını aklama ve meşrulaştırma” da dahil olmak üzere “Filistinlilerin haklarını ihlal etmede suç ortağı olan” İsrailli yayıncılar, festivaller, edebiyat ajansları ve yayınlarla çalışmayacaklarını söylüyorlar.
“Filistin halkının uluslararası hukukta yer alan devredilemez haklarını” hiçbir zaman kamuoyu önünde tanımayan kurumlar da boykot edilecek.
Kampanya, Filistin’in çeşitli şehirlerinde halka açık ücretsiz etkinliklerle her yıl bir festival düzenleyen Filistin Edebiyat Festivali (PalFest olarak da bilinir) ve kampanya grupları Soykırıma Karşı Kitaplar, Özgür Filistin için Kitap İşçileri, Filistin için Yayıncılar, Gazze Savaşına Karşı Yazarlar ve Fosilsiz Kitaplar tarafından organize edildi.
“Bizler; yazarlar, yayıncılar, edebiyat festivali çalışanları ve diğer kitap emekçileri olarak bu mektubu 21. yüzyılın en derin ahlaki, siyasi ve kültürel kriziyle karşı karşıya olduğumuz bir dönemde yayımlıyoruz.” diye başlayan açıklamada İsrail’in geçtiğimiz Ekim ayından bu yana Gazze’de ‘en az 43,362’ Filistinliyi öldürdüğü ve bunun ‘75 yıllık yerinden etme, etnik temizlik ve apartheid’ın ardından geldiği belirtiliyor.
Rapora göre kültür, “bu adaletsizliklerin normalleştirilmesinde ayrılmaz bir rol oynamıştır”. “Genellikle doğrudan devletle birlikte çalışan İsrailli kültür kurumları, on yıllardır milyonlarca Filistinlinin mülksüzleştirilmesi ve baskı altına alınmasını gizleme, gizleme ve sanatla aklama konusunda çok önemli bir rol oynamıştır”.
Taahhütte, endüstri çalışanlarının “oynaması gereken bir rol” olduğu belirtiliyor. “Apartheid ve yerinden edilme ile ilişkilerini sorgulamadan İsrail kurumları ile vicdanen ilişki kuramayız!” denilen mektupta, ‘sayısız yazarın’ Güney Afrika’daki apartheid’a karşı aynı pozisyonu aldığına dikkat çekilerek imzacılar tarafından meslektaşlarına taahhütnameye katılmaları çağrısında bulunuluyor.
Mektuba cevaben İsrail’i destekleyen avukatların oluşturduğu bir dernek olan UK Lawyers for Israel (UKLFI), Society of Authors, Publishers Association ve Independent Publishers Guild’e kendi mektubunu gönderdi. “Bu boykot İsraillilere karşı açıkça ayrımcıdır. Yazarlar, yayıncılara, festivallere, edebiyat ajanslarına ya da diğer uluslardan yayınlara benzer koşullar dayatmamaktadır.” iddiasında bulunan UKLFI, üyelerinin boykota katılmanın yasal riskleri olduğuna inandıklarını da sözlerine ekledi.
PalFest‘in kurucularından ve şu anki festival direktörü Omar Robert Hamilton, UKLFI’nin mektubunun “sadece ahlaki iflasıyla dikkate değer olduğunu ve İsrail’in savunucularının söyleyecek hiçbir şeyi olmadığını kanıtladığını” düşündüğünü söyledi.
Normal People ve son olarak Intermezzo kitaplarının yazarı Rooney, uzun zamandır Filistinlilerin haklarının açık sözlü bir savunucusu ve 2021 yılında üçüncü romanı Beautiful World, Where Are You‘nun İbranice çeviri haklarını İsrailli bir yayıncıya satmayı reddetti.
Roy ve Kushner aynı zamanda İsrail’i şiddetle eleştiren isimler… Bu ayın başlarında PEN Pinter ödülünü kabul eden Roy, konuşmasında Gazze’den bahsetmiş ve ödül parasını Filistinli Çocuklara Yardım Fonu‘na bağışlayacağını söylemişti.
Kaynak: theguardian.com