Connect with us

Köşe Yazıları

Kumarsız Futbol Hayal Mi?

Yayınlanma:

-

İki ay önce İHH tarafından yayımlanan bağımlılıklarla ilgili bir saha raporundan öğrendiğimize göre Türkiye’de 2 milyon sanal kumar bağımlısı var.

Kumarın internet ve cep telefonları üzerinden kolaylıkla, hızlıca dehşet verici bir yaygınlık kazandığı, insanların ne kadar dikkatini çekiyor, bilemiyorum. Kumar ne yazık ki uyuşturucu gibi bir bağımlılığın yanında “masum” addediliyor. Bu iki bağımlılığın yol açtığı yıkımlar karşılaştırılsa öyle zannediyorum ki kumarın mahvettiği hayatlar kat be kat fazladır.

Geçen ay kumar bağımlısı bir arkadaşla yaptığım röportaj vesilesiyle konuyu biraz irdeleyince buzdağının görünen kısmını bile göremediğimizi fark ettim. Şair sözü: Yarayla alay eder yaralanmamış olan. Alay etmiyoruz lakin fark ediyor da değiliz. Bu noktadan yara almamış veya yara almış birine şahit olmamışsak, anlaşılmaz bir durum değil.

Üniversitede bir grup arkadaşla kış vakti evsizlerin haline dikkat çekmek için eylem yapmış, bayram sabahına sokakta sabahlayarak varmıştık, yorgun argın. Önümüzde pankartlar, içimize işlemiş soğuk hava, gözümüzden uyku akıyor, evimiz gözümüzde tütüyor… Evsizleri o gece anlamıştık. Gözümüz açılmıştı, İstanbul sokaklarında ne kadar da çok evsiz vardı!

Geçen hafta bir haber düştü ekranlara, arada kaynayıp gitmiştir: Spor Toto sezon sonuna kadar Süper Lig ve 1. Lig’e isim sponsoru oldu. Bir yerde haber şu başlıkla veriliyordu: Kulüplere 350 milyonluk toto vurdu!

Spor Toto daha önce Süper Lig’e 9 yıl isim sponsoru olmuş. Spor Toto nedir? Kumarhane işletmecisi. Futbol gibi milyonların ilgi odağı devasa bir sektörü kumar, kumarhane, yani su katılmamış “haram” ayakta tutuyor. Buna itiraz eden kaç kişi var şunun şurasında?

Son 10 yılını bağımlılıklarla mücadeleye adamış Yeşilay eski başkanı Muharrem Balcı ile birkaç on, hadi diyelim yüz kişi.

Muharrem Balcı‘nın 2010-12 yılları arasında Yeşilay’da verdiği debisi yüksek mücadelenin yakın tanığı olarak biliyorum. Yeşilay’ın alışageldiği sağlık dilini yenilemiş, kritik bir müdahale ile mücadeleye Hukuk dili ve vizyonu katmıştı. Çocukları, gençleri bağımlılığa itmenin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olabileceğini hiç düşündünüz mü?

O dönem ilk kez bu ülkede okulların ve yurtların isimlerinde geçen “Milli Piyango” ibareleri çocukları, gençleri kumara teşvik ettiği gerekçesiyle kaldırılmıştı. Milli Piyango, millete şirin gözükmek üzere haramdan, sözüm ona hayır (!) inşa ederek 48 okul ve yurda ismini vermişti. Şık bir hareketle bu akıl ve yürek kirliliği ortadan kaldırılmış, okullara Van Depreminde ölen öğretmenlerimizin adları verilmişti.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Milli Piyango diye bir kurum var bu ülkede. Türlü adlarla kumar oynatma “tekel”ini elinde bulunduruyor. Kumarın milli’lik örtüsüyle sarılıp sarmalanması, İslami hassasiyetlere sahip bu milletin milli bir değeriymişçesine meşrulaştırılıp pazarlanması size de fena halde garip gelmiyor mu?

Milli Zina diye bir şey düşünebiliyor musunuz? Peki ya Milli Alkol? Ama Milli Kumar var. Dilerseniz kendimizi kandırmak için Milli Kumar yerine Milli Piyango diyelim ve bu kurumun internet sitesine girip bir de ne görelim!?

Türkiye’nin bir adım ileri, iki adım geri gittiğini. Milli Kumar İdaresi’nin ismini verdiği okullar, eğitim merkezleri, yurtlar… Yaptırılan okullar arasında yalnızca Trabzon’da ve KKTC’de birer okula tabela astıkları görülüyor. KTÜ Milli Piyango Of Teknoloji Fakültesi Yerleşkesi ile KKTC Bülent Ecevit Milli Piyango Lisesi.

Beş ildeki Eğitim Merkezine ve 13 ildeki Öğrenci Yurduna Milli Piyango adı verilmiş. İller ve isimlere bakarken biri beni çok şaşırttı. Biri diyorum, bizim aklımızla alay mı ediyor acaba? Yoksa bir Zaytung haberinde mi yaşıyoruz?

Adamlar Ankara’da “Milli Piyango Sokakta Yaşayan Çocuklar İle Madde Bağımlısı Çocuklar Sosyal Rehabilitasyon Kompleksi” kurmuşlar. (Allah’ım sen aklımıza mukayyet ol. Amin!) Pablo Escobar‘ın uyuşturucudan elde ettiği para ile kumar bağımlısı gençlerin tedavisi için klinik açtığını düşünün! Güler misin, ağlar mısın?

Bir başka kumarhanecinin (Spor Toto) sitesine giriyorsun, sitenin alnında Mustafa Kemal’in bir sözü: “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.”

Spordan kumar devşirip milyonları bağımlı yapan zeka ile ahlak arasındaki ilişkiyi benim aklım almadı. Yine de bu ülkede Mustafa Kemal sevgisinin nelere kadir olduğunu anlayabiliyorum, çok şükür.

Spor Toto’nun kaç yüz bayisi (kumar/haram istasyonu) var bu ülkede, sitesinde gezindim ama göremedim. “Elektronik Bayiler” diye bir sekme var. İşte asıl tehlike de bu sanal kumar kapısı. Burada altı sanal bayi var. Fenerbahçe futbol kulübünün formasından tanıdığım birine (Nesine) bakalım.

Bu sanal kumarhane sahipleri 2009 yılından bu yana büyük bir sevginin ve ilginin merkezindeki futbol kulüplerine sponsor olarak kumarın reklamını yapmış, meşru ve normal kabul edilmesi için para üstüne para akıtmışlar. Ama nasıl paralar? Haram paralar.

Eskişehirspor, Kayserispor gibi takımlardan başlayıp kumar pastasını büyüttükten sonra Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi en büyük taraftara sahip futbol kulüplerine reklam vermişler.

Başlıktaki soruya dönersek: Kumara prim vermeden, harama bulaşmadan futbol oynamak, futbol seyircisi, taraftarı olmak mümkün değil mi?

Milyonlarca taraftar var, pek çok taraftar grubu var, kim çıkıp şu şerhi koyuyor: Futbolu seviyorum, takımımı seviyorum ama kumarın reklamını yapmak, kumara prim vermek, ilgime-sevgime, ayırdığım vakte haram bulaştırmak istemiyorum.

Futbolu da esir almış kapitalizm gibi bir canavarı ortadan kaldırmaktan bahsetmiyorum, yalnızca çok kaba bir şekilde gözümüze sokulan, binlerce insanın ve ailenin yıkımına yol açan kumar pisliğini bertaraf etmekten bahsediyorum. Zor olmasa gerek.

Üzerinde kumar reklamı olan bir formayı giymem diyen bir sporcuya rastlayamadığımız için Muhammed Ali efsanesi devam ediyor. Sporun dışına çıkacak, kirli ise oyun, o oyunu bozacak, bir insan olarak duygu ve düşüncelerini ifade edebilecek, sektörün kölesi olmayacak, “köle efendilerinin” çizdiği dar çemberin dışına çıkabilecek ve kendi kimliği, kişiliği ve farkı ile var olma hakkını kullanacak. İfade özgürlüğünü kullanacak. Kullandırmıyorlarsa çekip kapıyı çıkacak. Hayat spordan çok daha büyük değil mi sonuçta.

Sporu harama bulayanlara, gençleri kumar gibi bağımlılıklara teşvik edenlere kim itiraz edecek? Büyük patron, esas işletme sahibi değil, bizim gibi sıradan ama bir araya gelen, pekala hayırlı bir dalga oluşturabilecek insanlar.

1983 Trabzon doğumlu avukat. Ufak Tefek Şeyler (+10), Sevimli Türkçe Sözlük (+10), Kelebek Ve Arı (+14), Ceza Hikayeleri (+18), Kuzularla Saklambaç (+9), Nasreddin Hoca'nın Bisikleti (+9) ve Gazete Okuyan Tavuk (+9) adlı kitapların yazarı.

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Saraybosna Günlüğü

Yayınlanma:

-

Neydi 1931 Barselona doğumlu İspanyol şair, yazar ve romancı Juan Gostisolo’yu “caddeleri ve binaları tümüyle yok olmuş, yıkılmış, cerahat, koparılmış organlar, deşilmiş bağırsaklar, hâlâ kokan çürük yaralar, korkutucu izlerle dolu susuz, gazsız, elektriksiz, taşıtsız, telefonsuz, ilk bakışta bir hayalet şehre, parçalarına ayrılmış bir iskelete ya da cansız bir bedene benzeyen” Saraybosna’ya götüren sebep?

Bir Batılıyı, Batı’da müslümanlara karşı girişilmiş bir soykırımın orta yerine gönüllü bir gözlemci olarak yollayan duygu ve düşünceleri merak ettiğim için okudum Saraybosna Günlüğü’nü. Kitabın alt başlığı dikkat çekici: “Barbarlığa Doğru Bir Yolculuğun Notları”

1992 ila 1995 yılları arasında 3 yıl süren, Batılı devletlerin doğrudan izlediği, dolaylı olarak desteklediği saldırılar sonucu Boşnak halkı 140 bin canını kaybetti. Geride 151 bin yaralı, ikametgâhını terk etmek zorunda kalmış yaklaşık 2 milyon insan, 12 bin 100 sakat ya da özürlü, yaklaşık 38 bin tecavüze uğramış kadın bıraktı.

Ketebe Yayınları, Bosna’nın önde gelen kurucu liderlerinden Aliya İzzetbegoviç’in “Unutulan soykırım tekrarlanır!” uyarısını hatırlatmak istercesine, Kasım 2024 tarihinde okurların dikkatine sunmuş bu kitabı. Batı’nın ayakkabısının içindeki bir çakıl taşı bu.

Batı’nın Filistin’de, Gazze’de sergilediği son model barbarlığı, vahşeti, su katılmamış soykırımı, dünyanın bütün coğrafyalarında öfke patlamalarına yol açarken zamanda ve zeminde ufak bir sapmayla aynı filmi seyre dalmak sarsıcı bir “okuma” deneyimi… 

Avrupa’nın “saha ve seyirci” avantajından yararlandığı, internetin olmadığı 30 yıl öncesine götürüyor bizi Goytisolo. Sözünü sakınmıyor, şöyle bir mezar yazısı yazmalı, diyor:

Avrupa Birliği’nin saygınlığı ve Birleşmiş Milletler örgütünün güvenilirliği burada yatıyor, Saraybosna’da öldürülmüştür. Ortakların ve yöneticilerin o emsalsiz korkaklığı ve sinsiliği yüzünden burada can verdiler.”

Yazar, gün içinde canını tehlikeye atarak sokaklarda dolaşmış, insanlarla görüşmüş. Kitap, bu tanıklıklarla genişleyip derinleşiyor. Satır aralarında öğreniyoruz, kaldıkları otelin de pek tekin bir yer olmadığını. Katil sürülerine bağlı insanlık düşmanlarının atışları geliyor her yönden sabah akşam. Keskin nişancılar da cabası.

Otelde, karanlıkta, mum ışığı altında, gün içindeki görüşmelere ait notlarını toparlar; yemek yerken Susan Sontag’ın da yanlarına geldiğini öğreniyoruz. Çok acayip bir his bu da! Katiller etrafta cirit atar, ölüm kol gezerken, kitaplarını okuduğumuz, sevdiğimiz dünyaca ünlü Amerikalı kadın yazara 56 sayfa sonra rastlamak, orada, soykırım savaşının, kuşatmanın orta yerinde. 

Masamda duruyor “Başkalarının Acısına Bakmak”. Hiçbir kitap yazarına altın tepside sunulmuyor. Özgürlük gibi. Bahşedilmez. Gidip almalı, hiç değilse almayı göze almalısınız.

Sanırım, bu kitaptan öğrendiğimiz, sonuç vermemişse de takdire şayan çaba için bile tanınmayı hak ediyor bu insanlar, okunmayı hak ediyor bu kitaplar:

Benim ve Susan Sontag’ın, ünlü yazarları Saraybosna’ya çağırma çabalarımız bir fiyasko ile son buldu.”

Not:

Bizim kuşaklar Gazze’yi asla unutamazlar. Saraybosna’da neler olduğunu hayal meyal değil vücutta bir neşter yarası gibi hatırlamak isteyenler Semezdin Mehmedinoviç’in aynı yayınevinden çıkan şiir ve kısa hikayelerden oluşan Saraybosna Blues adlı anlatısını okumadan geçip gitmesinler.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Bizi Arındıracak Mücadele

Yayınlanma:

-

Geçen gün yerel bir gazetede tesadüf eseri gözüme ilişen kısa bir yazı tüylerimi diken diken etti.

Yazı, okuru 2007 yılına ışınlayan çarpıcı bir iki hatıra üzerinde boy gösteriyor. Hrant Dink Dünyası başlıklı yazı şu cümleyle başlıyor:

“Hrant, 19 Ocak 2007’de İstanbul’da öldürüldüğünde İnsan Hakları Derneği Trabzon Şubesi yöneticisiydim.”

Yazıdan öğreniyoruz ki, İnsan Hakları Derneği Trabzon Şubesi Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine Santa Maria Kilisesi’ne çiçek bırakarak “Biz Ermenilerin düşmanı değiliz” mesajı vermiş.

Ne güzel bir hareket öyle değil mi?

Fakat bu, insan kardeşliğini koruma temennisi, birilerini çok rahatsız etmiş.

Yıllar sonra tanıştığı kişi, yazının sahibine bir gün, “sana bir itirafta bulunmak istiyorum” demiş. Devamını yazıdan okuyalım:

Biz Ermenilerin düşmanı değiliz, mesajı vermemizi bu kişi farklı yorumlamış ve bunun üzerine yönlendirilmiş beni öldürmeye karar verildiğini söyledi. Konuşmasına uzun takip sonucunda bir taksi ile Orman Bölge Müdürlüğüne geldiğimi, arabayı park edip kısa voltalar attığımı görünce hazneye mermi alarak bana doğrulttuğunu söyledi. Ancak tam da bu sırada bir minibüsten yaşlı bir kadının indiğini ve onun koluna girdiğimi görünce bu kadının muhtemelen annem olduğunu düşündüğünü ve kendi annesinin aklına gelmesiyle birlikte silahı indirdiğini anlattı. Annemin sayesinde halen daha yaşadığımı anılarımda yazmıştım.”

Bugün, “Santa Maria Kilisesi” nerde, nasıl bir yer diye arattığınızda karşınıza çıkan ilk sekmede şu yazıyor: Santa Maria Katolik Kilisesi (Trabzon)

Kısacık vikipedi bilgisi de şöyle:

Santa Maria Katolik Kilisesi Trabzon’un Ortahisar İlçesinde bulunan bir kilisedir. Kilise, misafirhane ve iki yardımcı binadan oluşan kompleks, 1869-1874 yılları arasında Sultan Abdülmecid tarafından Trabzon’a gelen turistler için inşa ettirilmiştir. Üç nefli bazilikanın üzeri beşik tonozla örülmüş ve kiremitle kaplanmıştır. Kilisenin içinde birçok ikona ve fresk bulunmaktadır. Yapı, günümüzde de kilise olarak hizmet vermektedir. Kiliseye 2006-2018 yılları arasında çok sayıda saldırı düzenlenmiştir. 2006 yılındaki saldırıda kilisenin rahibi Andrea Santoro silahla vurularak öldürülmüştür.”

Andrea Santoro kimdir diye baktığınızda şu bilgiyle karşılaşıyorsunuz:

“5 Şubat 2006’da kilisede diz çöküp dua ederken arkadan vurularak öldürüldü.”

İnandığı Tanrı’ya ibadethanesinde dua eden bir din adamı ne suç işlemiş olabilir ki! Ülkede misafirimiz sayılan bu insan suç işlemişse bile cezasını hukuka uygun, adil bir yargılama sonucu Mahkemenin vermesi gerekmez mi?

“Arkadan vurmak!”

İnsanlıktan, mertlikten daha ne kadar uzaklaşabiliriz diye düşünüp tasarlanmış eylemler. Rahatsız olmaktan daha beteri ise bu duruma aşina olmak:

Ermeni-Türk gazeteci Hrant Dink’in katilinin de Trabzonlu olması ve 18 yaşından küçük olması nedeniyle, Türk polisi Santoro ve Dink cinayetleri arasındaki olası bağlantıları araştırıyordu. Ekim 2007’de Türkiye’deki Yargıtay, Santoro’nun katilinin hapis cezasını onayladı. 2016’daki darbe girişiminin ardından katil, cezasının 10 yıldan azını çektikten sonra hapisten çıktı.”

Karşımızda birbirinin içinden çıkan matruşka bir kötülük, fitne ve fesat var.

Yabancı düşmanlığının içinden ırkçılık, onun içinden çocuk istismarı, onun içinden cinayet, onun içinden bir toplumu fitne sokarak çürütmek, onun içinden de küçük bir şehri karanlığa sürüklemek çıkıyor.

Bu matruşkayı imal eden kudret, yasamadan, yürütmeden ve yargıdan (damarlarımızdaki kandan, zihinlerimizdeki zandan) en kısa sürede tümüyle sökülüp atılmalı.

Farklılıkların bu ülkenin en büyük zenginliği olduğunu bize unutturmayı başardılar.

Rumlar, Ermeniler, Lazlar, Kürtler… Herhangi bir baskı veya ayrımcılık görmeden dilleri, dinleri ve olanca kültürleriyle bu ülkede en az Türkler kadar güven içinde yaşayabilseydiler biz daha medeni insanlar olacaktık. Hiç şüphesiz hem dünyamızı hem ahiretimizi çok daha nitelikli biçimde imar edebilecektik.

Ötekilerle iletişim ve ilişki kuracak, komşuluk yapacak, tanıyacak, anlayacak, empati geliştirecek, hoşgörülü olmayı yaşayarak öğrenecektik. Ülkenin her köşesinde evlatlarımız potansiyel dünya vatandaşları olarak büyüyecekti.

İlk kez Kürtçe konuşan insanlarla 18 yaşında ancak Trabzon’dan İstanbul’a gittiğinde karşılaşmış bir Türk olarak yazıyorum bu satırları. Bugün en candan, yiğit arkadaşlarım, dostlarım Kürtler.

Müsaade etselerdi eminim Ermeni, Rum, Laz, Süryani arkadaşlarım da olurdu. Çok da güzel olurdu. Birden çok dilden, kültürden nasibimi alırdım.

Beni, bizi, bu toplumu, evlatlarımızı tektipleştiren, yoksunlaştıran, madunlaştıran, renklerinden, kokularından tehcir eden, kopartıp buruşturup atan zihniyetten beriyim ve de şikayetçiyim.

Hrant’a Borcumuz başlıklı yazıma buradan devam edeyim:

Bugün buradan bakınca daha iyi anlıyorum; Hrant kimdi, Hrant’ın arkadaşları kimler!

Biz ayakkabılarımızın altı delik olsun istemiyoruz, biz alçakça vurulup arkadan, kaldırımlara düşmek istemiyoruz asla. Ama insan olmanın, insan kalmanın maliyeti ne kadar artsa da kimi -karanlık- zamanlar, ödemeyi göze alıyor, elimizi cebimize atıyoruz.

O gün orda, cenaze için yürüyüşe geçen kalabalığın içinde “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” diye haykırmamız gerekiyordu. Geri durmadık. Tıpkı yeri geldi, “Hepimiz Filistinliyiz, Hepimiz Arap’ız” dediğimiz gibi.

Hrant’a, Hrantlara borcumuz olduğu aşikar. Ne olduğunu biliyoruz, tek kelimeyle!

Ödemeye buradan: bir bebekten katil yaratan karanlığın pilot şehrinden başlamak güzel olurdu. Bir hukukçunun biçare yazısı neyi değiştirir ki? Sözümüz geçmiyor, dua ve temenniden başka.

Ama bu şehrin temiz akıl sahipleri, bir araya gelip bir açıklama yapabilir, bir adım atabiliriz.

Bu şehir, kayıp bir şampiyonluk kupasını müzesine getirmekten çok daha gerekli, haysiyetli, büyük bir Adalet mücadelesi vermeye layık olabilir.

Bu mücadele bizi arındıracak, olgunlaştıracaktır.

Buna Hrant’ın, Ermenilerin değil bizim ihtiyacımız var.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

YouTube Ne Tarz Şiddet Sever?

Yayınlanma:

-

2020 yılında yayın hayatına başlayan haber ve analiz sitemiz Yenipencere’nin YouTube kanalı bu ay içinde kapatıldı. Haberlerimize kaynaklık ve eşlik eden video kayıtları ortadan kaldırıldı.

Bu haberi okuyucularımıza duyuruyor, teyit ediyoruz.

Bu zalimce karara itiraz ettik. Bize iletilen yanıt şu oldu:

“Kanalınızı dikkatlice inceledik ve yasa dışı şiddet örgütleri politikası hükümlerini ihlal ettiğini doğruladık. Son derece üzücü bir gelişme olduğunun farkında olmakla birlikte, YouTube’u herkes açısından güvenli bir platform hâline getirmek için çalıştığımızı hatırlatmak isteriz.
Kanalınız, YouTube’da yeniden etkinleştirilmeyecek.”

Karar kendi içinde tutarlı olsa bile hukukun en temel ilkelerinden nasibini almamış. Kanalda onlarca yayın var, bunlardan, son yıl içinde İsrail soykırımına karşı durmaya çağrı niteliğindeki hangisi veya hangileri sakıncalı bulunmuş (ağırınıza gitmiş) ise onların yayından kaldırılması gerekir. Hangi devlet bir suçlu için tüm sülaleyi hapse atıyor?

7 Ekim 2023 sonrasında siyonazi terörünün yol açtığı soykırıma karşı direnişin yanında duran pek çok kişi ve kuruluşun başına gelen bir sansür bu. İlk değil, son da olmayacak.

Bu bir savaş ve biz bu savaşta açıkça tarafız. Bir tarafta büyük şeytan ABD ve başta İsrail olmak üzere taşeronları: yeryüzünü ifsad edenler, diğer tarafta işgal, terör ve soykırıma “dur” diyen ve “meşru müdafaa” hakkını kullananlar.

İşgal, terör ve soykırımla sadece Gazze’de son bir yılda çoğu bebek, çocuk ve kadın 50 Binden fazla insanı katledenler “yasa içi” (meşru) şiddet uyguladıkları için olsa gerek, onlara karşı çıkanlar (hayatı, yaşamı, insan haklarını, insan onurunu korumak isteyenler… bizler) “yasa dışı” şiddet örgütlerini desteklemiş oluyoruz.

Haklısınız, kurt yapar bu taksimi kuzulara şah olsa.

Kusura bakmayın ama mazlum halklar kitleler halinde sessiz sedasız ölüp gömülerek ülkelerini siz hırsızlara teslim etmiyorlar diye özür dilemeyecekler!

Dünya denilen bu geçici ikametgâhta bize ayrılan sürenin sonuna gelirken araçları amaç edinmeyeceğiz.

Karşı takıma bir gol attık diye kızıp -topu da alıp- giden çocuktan farkınız var. Siz çocuk değilsiniz. İşgal ve soykırım da oyun değil.

Top sizin olabilir, bize kelimeler yeter. (Haklı olana çok bile!)

Siyonazilerin bu üniformasız askerleri Bakara Suresi’nin 11 ve 12. ayetlerini akla getiriyorlar. Tanrıyı kıyamete zorladılar. Doğrusu ya, onlar için bu ne berbat bir ticaret, bu ne acı bir gelecek.

“Onlara “Yeryüzünde fesat yaymayın!” denildiğinde “Biz sadece ıslah edicileriz!” diye cevap verirler. Gerçekte onlar fesat saçan kimselerdir, ama bunu (kendileri de) idrak etmezler.”

Sorumuza herkes bir yanıt verebilir.

Ezilenlerin, katledilenlerin, “insansı hayvanların” kendi onurlarını, hayatlarını, yerlerini yurtlarını korumak için karşı çıkmaları “yasa dışı” bir şiddettir emperyalistler için. YouTube işte böyle bir şiddete karşı.

Seni çok iyi anlıyoruz YouTube. Sen ve senin gibileri tanıyoruz. Şaşırmıyoruz.

Devamını Okuyun

GÜNDEM