Connect with us

Köşe Yazıları

Adalet Çoğunlukla Ertelenmişlik İçerir

Yayınlanma:

-

Çoğu zaman kavramlara ortak anlamlar yüklemişiz gibi konuşur, tartışırız. “Adalet devleti” tabirini benimseyenler, adalet ve devlet üzerine düşüncelerini birbirlerine açık ettiğinde uzlaşı havaya uçabilir. Her konuda olmasa da üç aşağı beş yukarı ahlâklı (ahlâk konusunda hemfikiriz gibi) bir şekilde orta bulunabilir yoksa batsın onursuz uzlaşılar!

Adalet üzerine düşünmeye başlayınca soruların ardı arkası gelmiyor. Kimin, neyin adaleti? Hak nedir, neye göre nasıl belirlenir? Belirlenen hak, sahibine ne zaman verilecek? Eşitlik ile adalet arasındaki gerilim ne olacak? Eşitliğin yararına olan özgürlüğün zararına olabilir mi?

Adalet dinî, ahlakî, iktisadî, siyasî, hukukî olarak ele alınmalı. Kanun önünde eşit olmakla bitmiyor ki! İşin içinde sorumluluk var, vicdan var, tanınma var, kimlik, haysiyet, ekonomik dengesizlik…

Hukuk adalet için araç olsa da ondan her zaman adalet bekleyemeyiz. Hukuku oluşturan ve kuran güç genelde adaletle iş görmez. Misal, suçun tanımı dengelere göre değişebilmekte. Oysa adalet ahlâk, sorumluluk ve vicdanla ilgilidir. İnsanın fıtratında olan bu üç haslet kişinin maddî durumundan, yetişme koşullarından, bulunduğu çevreden ve dahasından etkilenebilir. Özellikle vicdan ulus devletin, ideolojinin, ataerkilliğin üretim izlerini taşıyabilir. Böyle tuzaklarına rağmen bu hasletlere vurgu yapmaktan geri durmamalı.

Adalete düşünce tarihinden örneklerle göz atalım. Aristoteles’e göre adalet, ölçüsü ifrat ile tefritin ortası olan temel erdemdir. Dağıtıcı (sosyal adalet) ve düzenleyici (denkleştirici) adalet ayrımına gider. Dağıtıcı adalette kişinin yeteneği, özelliğine göre şeref ve mal dağıtımı eşitsizce yapılır. Denkleştirici adalette kişinin özellikleri baz alınmadan hukuki kararlar alınır. Örneğin iki kişinin ayrı ayrı işlediği aynı suça aynı ceza verilir.

Farabi ile İbn Miskeyevh’e göre adalet ortayı bulmaktır. Bu, öyle kolay bir çaba değildir tabii. Miskeyevh için adaletin temeli şeriattır, onun vasıtaları hâkim ve paradır. İnsanlar arasında adalet bu kanunlarla mümkün olur. Aristoteles’in vurgusuyla hâkim “konuşan kanun”; para ise “sessiz kanun”dur.

Liberalizm özgürlük, insan hakları, demokrasi, eşitlik vurgusu yapar. Diğer yandan zeki, becerikli dediği girişimci kimselerin eşitsizliği, adaletsizliği kalıcı kılan mal birikimini savunur. Tabii liberalizmler söz konusu… Mesela Rawls dağıtıcı adaletten yana bir liberaldir. Toplumun dezavantajlı olanlarına yeniden dağıtımla pozitif ayrım yapılmasını savunur ve ona göre sosyal adalet böyle sağlanacaktır. Dağıtıcı adaletle yoksulluk azaltılmaya çalışılırken kapitalizm sömürmeye devam eder. Diğer iki liberal Hayek ile Nozick sosyal adalete karşı çıkar. Onlara göre insanların hukuki hakları korunmalıdır. Ancak dağıtıcı adalet, insanların iradelerinin dışında hareket etmekte ve mülkiyet hakkının kutsallığını yok saymaktadır.

Faydacı adalet anlayışı çıkar, arzu üzerine kuruludur. Neticeden fayda beklerler de faydalı olan adil midir? Adalet sonuçlarıyla mutluluk vaat eder mi? Elbette hayır. Faydacı Bentham’ın panoptikon tasarımı giderleri azaltma amacı taşıyordu. Açık cezaevleri de geliri artırma adına mahkûm işçiden maksimum faydanın  peşinde. İşçi mahkûm kurala uymazsa kapalı cezaevinde yeri hazırdır. Onların barınması, beslenmesi yönetenlerce yük görülürken boş durmayıp üretmesi gerekmektedir.

“Hakkı olana hakkını teslim etmek” adaletin ne’liğine dair uzlaşılan bir vurgudur. Allah’ın kullarına zulmetmemesi onlara hakkını teslim etmesi iken kulların O’na hakkını teslim etmesi şirk koşmamaktan, ibadetten geçer. Adaleti tevhid temelli düşünmeliyiz ki Kur’an’da küfürde ısrar edenler zalim olarak anılmaktadır.

İnsanlar birbirlerinin hakkına riayet etmeli, adil bir toplumsal düzen peşinde olmalıdır. Dünyada insandan mutlak adaleti gerçekleştirmesini bekleyemeyiz, o mükemmellik ancak ahirette mümkün olacak. Ama gücün yettiğince kâmil adalete yakın olacak şekilde davranabilirsek ne âlâ! Dünyada insanın adaleti sağlama çabası eksik kalacak, adalet ahirete kalan özlem olacaktır.

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Köşe Yazıları

Gazze Direnişine Bir Tanıklık Süreci: Kur’an Bir Vadide, Onlar Başka Bir Vadide

Yayınlanma:

-

Filistin mücadelesi, üzerimizdeki ölü toprağını kısmen de olsa atmamız sonucunu doğuran bir berekete sahip. Bir yandan, “Yaşasın küresel intifada” sloganının hayat bulduğunu görmenin mutluluğunu yaşarken öte yandan yeni insanlar, yeni yol arkadaşları tanıyoruz. Salih Ulusal da Aksa Tufanı sürecinde tanıdığımız o “sıra dışı” insanlardan biri. “Tanımamız, Tanışmamız Gereken Filistin Dostları” adlı bir liste hazırlansa, bana göre o listede yer alması elzem bir isim. Tanıyalım, tanış olalım diye okurların dikkatine sunuyorum bu kısa röportajı. Gerisi size kalıyor.

Nerede, nasıl bir ailede doğdunuz? Nasıl bir çocukluk geçirdiğinizden kısaca bahseder misiniz?

Trabzon’un Of ilçesinde doğdum. Çocukluğum kışın ilçe merkezinde yazın ise Ballıca (Melnoz) köyünde geçerdi. Of’ta oturduğumuz bina da bir aile binası idi. Babam ve amcalarımla hep birlikte o çatı altında huzurlu bir geniş aile içinde yetiştik. İslam’ın emirlerine son derece iltizam eden bir aile içinde büyüdüm. Babamlar beş vakit namazlarını camide eda eder, nerde bir vaaz ve irşad meclisi varsa oraya giderler, bizleri de çoğu zaman yanlarında götürürlerdi. Ortaokul eğitimim zamanlarında okuldan çıktıktan sonra Büyük Camii imamının evine gidip Kur’an-ı Kerim ve Dini Bilgiler eğitimi alıyorduk. O zamanlar aile olarak büyüklerimiz siyasi olarak Refah Partisi teşkilatlarında aktif çalıştıkları için siyasi olarak da bir bilinç oluşuyordu toy zihinlerimizde. Hatta okulda bir öğretmenimiz beni tahtaya şarkı söylemem için çıkartmış ben de televizyonumuz olmadığı için (aile binamızda televizyon hoş karşılanmaz) şarkı bilmediğimi söylemiştim. Öğretmenimiz ısrar edince nameli bir şekilde ‘”Refah gelecek zulüm bitecek’’ diye söylenmeye başlayınca yerime oturtulmuştum:) Daha sonra ortaokul eğitiminin ardından şu an yöneticisi olarak görev yapmakta olduğum Cumapazarı Merkez Kur’an Kursuna başlayıp hafızlık eğitimimi (2002-2004) tamamladım.

İslam dünyasını takip ediyor, Arapça konuşulan coğrafyalarla irtibatlar kuruyorsunuz. İslami ilimlere dair tahsilinizi ilerletip Arapça okur-yazarlığa geçişinizin hikâyesini anlatır mısınız?

Hafızlıktan sonra elhamdülillah benim için en önemli geçiş noktası Arapça ve İslami ilimler tahsiline geçiş yapmam oldu. Of’ta bulunan ve İsmailağa Cemaatine bağlı olan bir medresede eğitime başladım. Hayatımda en verimli yıllar o medresede geçirdiğim zamanlar olmuştu. İslam coğrafyasına olan ilgim bu yıllarımda daha da artmıştı. Çeçenistan, Irak, Keşmir, Bosna-Hersek, Yemen ve Filistin gibi mazlum coğrafyalarda cereyan eden olaylar benim yüreğimde ağır yer ediniyor, duygu ve düşünce yapımı şekillendiriyordu. Öyle ki Arapça ders kitaplarımın kenar boşluklarına o coğrafyalara duyduğum ilgimi yansıttığım sözler ve şiirler yazardım.

Daha sonra Arapça temel eğitimimi tamamlayıp Diyanette de göreve başladığım zamanlar eski baskı Arapça bir kitabı bilgisayar hattına geçirme çalışması yapmaya başlamıştım. O zaman ilk olarak aklıma gelmişti, sosyal medya aracılığı ile Arap coğrafyasındaki, özellikle Filistin’deki kardeşlerimizle irtibata geçmek. Hem Arapça biliyor olmak hem de bilgisayarımın olmasını fırsata çevirip 2010 yıllından bugüne nice arkadaşlıklar edindim. Hâliyle özellikle Filistin konusundaki ilgim ve ihtimamım daha çok arttı. Özellikle Gazze konusunda araştırmalar yapıyor, Arapça kaynaklardan bilgiler ediniyordum. Bu konuda Arapça hazırlanmış videolar buluyor onlara Türkçe altyazı ekleyerek çeşitli mecralarda yayımlıyordum. Artık öyle hâl aldım ki, yıllarımı verdiğim tefsir, hadis, fıkıh gibi İslami ilimlerle olan ilgim azalıp tamamen ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’mızın işgal altında olup Müslümanların çeşitli zulümlere maruz kaldığı Filistin meselesine yoğunlaştım.

Oralardan edindiğim arkadaşlarla çeşitli araştırma gruplarına katıldım. Bunlardan biri de ‘”özgürlük meşaleleri’’ adı ile işgal hapishanelerindeki Filistinli esirlerin durumlarını araştırdığımız grubumuz idi. Bu vesileyle Ürdün’de bulunan ‘”Mülteciler Eğitim Akademisi’’nde online ‘”Beyt’ül Makdis Tarihi Dersleri’’ akademisine katılıp oradan sertifika aldım. Bu eğitim bana gerek Filistin tarihi hakkında ve gerekse devam eden işgalin boyutları hakkında çok şey katmıştı. Bir yandan da Filistinli esirler hakkında daha fazla araştırmalar yapma merakını sağlamıştı. Ürdün’de yapılan ve şu an işgal hapishanelerinde 67 kez  müebbet hapis cezasına mahkum edilmiş esir komutan Abdullah Galip Bergusi’nin ‘”Kan Kokulu Güller’’ isimli kitabının tanıtım programına ve Tunus’ta esirler hakkında yapılan bir konferansa çevrimiçi konuşmacı olarak katıldım.

Bütün bu merhaleler beni Filistin meselesinde hem duygusal anlamda hem de bilgi noktasında daha çok derinleştirdi. Yalnız pişmanlığını çektiğim en önemli husus; bugüne kadar yaptığım araştırmaları sosyal medya paylaşımlarında yazdığım makaleleri arşivlemedim ve kapatılan hesaplarım ile eskiye dayalı o çalışmaların çoğu silindi gitti. Yine de geriye dönüp baktığımda “elhamdülillah” diyorum, Filistin meselesi beni anlamlı bir gündeme bağladı ve futbol, dizi vb. boş meşgalelerle vakit kaybetmekten korudu. Rabbim bana zamanlarımı Peygamber Efendimiz (sav)’in mesragahı Mescid-i Aksa’nın uzaktan da olsa bir murabıtı olarak geçirme nimetini bahşetti. Medrese hayatımdan beri Filistin meselesiyle bu şekilde ilgilenmem arkadaşlarım arasında “mukavim” yani “direnişçi” lakabıyla anılmama da vesile oldu.

7 Ekim Aksa Tufanı sonrası sokaklarda eylemlilik hâlindeki ekiplerle tanışmanız nasıl oldu?

Aksa Tufanı başladıktan sonra tabii ki her çevrede bir hareketlilik bir eylemlilik başlamıştı. Mitingler, basın açıklamaları, sınır konvoyları vs. yapılıyor biz de onlara katılıyorduk ancak içimde bu eylemlere yönelik bir eksiklik hissediyordum, asla tatmin olmuyordum. STK öncüsü hocalarımıza, ağabeylerimize devamlı olarak bu eylemlerin yetersiz olduğunu, somut eylemler, netice odaklı eylemler ortaya koymamız gerektiğini dile getiriyordum. Bir gün sosyal medyada İstanbul ve Ankara başta olmak üzere ‘’Direniş Çadırı’’ adı ile bazı kimselerin Türkiye-İsrail arasındaki ticari ilişkilerin kesilmesine, İncirlik ve Kürecik üslerinin kapatılmasına yönelik söylemleri dile getirdiklerini gördüm. Takip etmeye, sosyal medyada destek olmaya başladım. Daha sonra Trabzon’da da bu eylemin yapıldığını fark edince onlarla irtibata geçtim ve eylemlerine katılmaya başladım. Kendilerini daha önce tanımıyor olmama rağmen onlarla kısa sürece kaynaştım, ünsiyet kurdum çünkü derdimiz ve davamız aynı idi.

Gazze’deki soykırımı durdurmak için bir yılı aşkın süredir sayıca küçük bir grup Filistin Dostu ile ısrarla eylemlilik hâlindesiniz. Bu süreç sizin için zorlayıcı oldu mu? Artıları eksileri ile değerlendirir misiniz?

Evet, 1 yılı aşkın süredir genelde Direniş Çadırı, özelde ise Trabzon ekibi olarak beraber eylemlerimizi sürdürüyoruz. Öncelikle şunu söyleyeyim: ‘Gazzeli kardeşlerimizin canını vererek bedel ödediği bir davada biz karşılaşacağımız zorluklara aldırış etmemeliyiz!’, düşüncesinde olduk. Karşımıza birtakım zorluklar çıktı çünkü azınlık idik, rüzgâr arkamızdan esmiyor aksine karşımızdan esiyordu. Söylemlerimiz koltuklardakileri ve onların el pençe durduğu kitleleri rahatsız ediyordu. Sonuç odaklı somut adımlar getirecek eylemler yapmaya devam ettik ancak ticaretin sözde kısıtlanması veya sözde durdurulması dışında herhangi bir sonuca ulaşamadık. Ancak biliyoruz ki biz seferden sorumluyuz, zaferden değil! Allah’ın huzurunda vereceğimiz hesabımız en azından hafif olsun diye pes etmedik, yılmadık. Artılarını icraat olarak görmedik lâkin inanıyoruz ki Rabbimiz bizleri çoğunluğun zillet suskunluğuna büründüğü bir zamanda izzetli haykırışı yapanlar olarak, hak sözün sedasını yükseltenler olarak haşr edecektir. Bu eylemleri yaptığımız için bizlere atılan çirkin iftiraları, hadsiz yaftaları ve görevlerimizde ayaklarımıza konulan taşları Aksa Tufanı’nın bir parçası olarak kabul edecek ve o şekilde mükâfatlandıracaktır.

Küçük bir şehrin kasabasında sizi içinde bulunduğunuz toplumsal yapıdan ve meslektaşlarınızdan böylesine bariz şekilde ayrıştıran ne oldu?

Aslında tek kelime ile Filistin diyebilirim. Hayatın karşıma çıkardığı her yapıyı ve bireyi Filistin süzgecinden geçirdim. Çünkü Filistin benim için her zaman Ebu Ubeyde’nin dediği gibi insanların gerçek yüzünü er ya da geç ortaya çıkaran bir turnusol kâğıdı niteliğinde olmuştur. Filistin’in çeşitli bölgelerinde özellikle ilk kıblemiz Peygamberimiz (sav)’in miraç toprağı olan Mescid-i Aksa’mızda işgalciler zulümlerini baskılarını sürdürürken, işgal boyutlarına boyut katarken, zamansal ve mekânsal bölünme plânlarını her geçen gün uygulamaya devam ederken maalesef içinde bulunduğum ve yetiştiğim toplumsal yapıların bunca olanlara duyarsız kalmaları, meslektaşlarımın miraç kandillerinde edebiyatını yaptıkları toprakların işgaline kör ve sağır kesilmeleri beni o davada daha çok yoğunlaşıp çalışmaya sevk etmiştir. Çünkü Filistin bir coğrafi mesele değil bir inanç meselesidir. Orası bizlere İslam’ın ilk kıblesi, peygamberimizin emaneti olarak sahip çıkmamız gereken bir kutsal olarak kalmıştır.

Aksa Tufanı, Filistin konusunda duyarlı her Müslüman’ın hatta vicdan sahibi her insanın hayatında az çok bir kırılmaya yol açtı. Dediğiniz gibi, bir turnusol kâğıdı işlevi gördü.  On dokuz ayın ardından dönüp baktığınızda Aksa Tufanı sizin için nasıl bir muhasebeye tekabül ediyor?

Başlaması açısından benim için öncekilerden farklı değildi Aksa Tufanı. Zira ‘Kudüs Kılıcı’ savaşı, ‘Çiğnenmiş Ekinler’ savaşı, ‘Pişmiş Taşlar’’ savaşı gibi Gazze yine İslam’ın onuru ve mukaddesatı için kendisini ateş çemberinin içine atmıştı. Ancak elbette ki Aksa Tufanı’ndan beklentiler farklı idi. Bütün İslam ümmetinde gerçek anlamda kırılmaların yaşanması, zincirlerin kırılması ve izzetli bir cihadın baş gösterip Siyonist işgalin son bulması beklentilerini boşa çıkarmıştı her geçen zaman. Nihayetinde 19 aylık uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen İslam ümmetinden beklenen bu kırılma gerçekleşmedi ve “Küresel İntifada” olması beklenen tufan, Gazze’de sıkışıp kaldı. Vicdanlı azınlıkların dışında maalesef yeterli desteği göremedi. Aksa Tufanı bizlere vicdan ve iman muhasebesini yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini hatırlattı. Ne kadar insanız? Ne kadar Müslümanız? Gayrimüslimlerin bile vicdan dürtüleri ile ayaklandığını gördük ancak maalesef biz Müslümanlar, din kardeşi olmanın gereği olarak ‘’Müslüman, Müslüman kardeşine zulmetmez, onu zulme terk etmez!’’ hadisi gereğince onlara sahip çıkamadık.

Aksa Tufanı, aynı zamanda içinde bulunduğumuz din olgusunu da sorgulamamız gerektiğini bizlere hatırlattı. Bu noktada Gazze halkının din anlayışı ile dünya üzerindeki diğer Müslüman nüfusun din anlayışının çok farklı olduğunu fark ettik. Onlarda Allah’a eğilen başlar başka hiçbir güç karşısında eğilmezken bizde “baş”lar; makam karşısında eğiliyor, para karşısında eğiliyor, akademik kariyer karşısında eğiliyor. Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen bir hadiste bildirilen ‘’Kur’an bir vadide, onlar başka bir vadide olacaklar!’’ zamanı sanki bu zaman. Kur’an ile hemhâl olan Gazze halkı bir vadide, yeryüzündeki diğer âlem-i İslam başka bir vadidedir.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Erem Şentürk Neden Mahkemeye Gelmiyor?

Yayınlanma:

-

Erem Şentürk

Ben, Erem Şentürk adını, kendisi Filistin dostlarına hakaret edene dek hiç duymamıştım.

Açıkçası ağır eleştirilerde bulunmakla yetinse, haddi aşıp hakaret etmese hiç umursamazdım. Ciddiye alınacak bir insan olduğunu düşünmüyorum.

Kendisini gazeteci olarak tanıtan nice insanın sosyal medya hesapları üzerinden ne amaçlarla, neler yaptıkları akıl ve vicdan sahibi herkesin malumudur.

Bu şahıs, yaklaşık yarım milyon takipçi üzerinden kamuoyuna kişisel yargılarını boca ederken Filistin dostlarına fotoğrafta görüldüğü üzere iftira ve hakaret etti.

Elbette kötü söz sahibine aittir. İki defa, yani ısrarla hakaret ettiği için şikâyetçi olundu ve kendisi hakkında Trabzon 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “hakaret” suçunu işlediği gerekçesiyle dava açıldı.

Özür dilemedi, uzlaşmaya yanaşmadı, hakaret ve iftira içerikli paylaşımlarını da hâlâ silmedi.

Böylesi “dik duruşlu”(!) bir arkadaştan ne beklersiniz?

Mahkemeye gelmesini, savcının hazırladığı iddianameye katılmadığını, kimseye hakaret etmediğini, dolayısıyla suçsuz olduğunu beyan etmesini; öyle değil mi?

Öyle olmadı, olmuyor.

Niyeyse, nasılsa Erem Şentürk’e ulaşılamıyor.

İki duruşma geçti, kendisi ortalarda yok. Hâkim, savcı, müşteki ve vekili de dâhil mahkeme heyeti iki duruşmadır bekliyor.

Savcı, müşteki ve vekili, yaptığı paylaşımın hakaret suçunu oluşturduğunu biliyor.

Bilgisayar başından kalkıp sanık kürsüsüne geçmesi ve kimin “kahpe” olduğunu izah etmesi gerekiyor.

3. duruşma, 8 Temmuz saat 09.35’te.

İnsan merak ediyor: Koskoca Asliye Ceza Mahkemesi iki duruşma geçmiş, aylardır Erem Şentürk’e neden ulaşamıyor?

Yoksa kendisi tebligatı almaktan mı kaçınıyor?

Yoksa kendisi resmi yollardan ulaşılmaya kapalı mı?

Yoksa sosyal medya üzerinden mi tebligat bekliyor?

Mahkemeye dilekçe verdik ve “adresinin tespit edilebilmesi, çağrı yapılabilmesi ve yargılamanın ilerleyebilmesi için ifadesi alınmak üzere sanık hakkında yakalama kararı çıkartılmasını” talep ettik.

Bekliyoruz.

Ne Olmuştu?

7 Ekim 2023 tarihinde, içinde bulunduğumuz yüzyılın en büyük trajedilerinden biri ve birincisi, Filistin’de yaşanmaya başlandı: Gazze Soykırımı. Türkiye, soykırımı durdurmak için elindeki imkânları neredeyse hiçbir şekilde kullanmaya yanaşmayınca 10 Mart 2024 tarihinde Direniş Çadırı çağrısı ile Türkiye’nin 25 ilinde toplanan insanlar, iktidardan somut adım talebinde bulunan basın açıklamaları yaptı. Gazze’de soykırım olanca vahşetiyle devam ederken, Direniş Çadırı, iki hafta sonra çağrısını büyüterek 30 ilde sokağa çıktı. Göstericiler “İsrail’le Ticaret İnsanlığa İhanet” sloganı ile seslerini yetkililere duyurdular.

Erem Şentürk Ne Demişti?

erem şentürk

Erem Şentürk, Direniş Çadırı’nın “İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet” sloganıyla yaptığı protesto gösterilerinde bulunan Filistin dostlarına hakaret etmişti.

Erem Şentürk, Direniş Çadırı çağrısını takipçilerine duyuran Daily Islamist adlı hesabın, “Yarın 30 ilde eşzamanlı olarak “İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet” sloganıyla protesto gösterileri düzenlenecek.” paylaşımı üzerine aşağıdaki twiti attı.

“Hiç lafı eğip bükmeden söyliyeyim: Bu kahpeler yine her zamanki gibi Filistin maskesiyle Müslümanlara saldırmayı, başa bela olmayı fitne fesat çıkarmayı planlıyorlar. 28 Şubat belası yaşanırken Nurettin Şirin, “Kudüs Gecesi” gecesi diye bir operasyon çekmişti. Sokağa tanklar davet edilmişti ve vesayetçi hainler Türkiye işgal provası yapmıştı, Daha sonra “Sincan Belediye Başkanı Refah Partili Bekir Yıldız yaptırdı” demişti. Aşağıda Filistin destek maskeli fitne fesat işini yine Nurettin Şirin organize ediyor.”

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Filistin Dostlarına Gözaltında Çıplak Arama

Yayınlanma:

-

Bu yazının  fotoğrafında gördüğünüz kısa basın açıklaması, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi (x) hesabından 10.04.2025 tarihinde çıplak arama iddialarına ilişkin olarak kamuoyuna duyuruldu.

Bu, kurumsal ağırlıktan yoksun, parmak sallayan “atarlı giderli” açıklamada bahsi geçen hususların gerçekliğini irdelemek istiyorum.

“TRT World Forum” adlı programda Cumhurbaşkanına soru sormaya çalışırken engellenip yaka paça salondan çıkartılan ve aynı zaman dilimi içinde Kongre Merkezi önünde yine barışçıl protesto gösterisinde bulunan Filistin dostlarından 9’u gözaltına alınmış, tutuklanıp hapse atılmıştı.

Bu 9 kişinden 7’si kadındı ve gürültü, bu suçsuz kadınların önce Emniyet Müdürlüğü’nde, ardından sevk edildikleri Silivri Cezaevi’nde çıplak arama adlı işkenceye maruz kaldıklarının duyulmasıyla koptu!

2012-2020 yılları arasında Türkiye’de pek çok F Tipi Cezaevinde farklı siyasi davalardan mahpus onlarca insanı ziyaret etmiş bir avukat olarak cezaevinde çıplak arama uygulamasının rutin bir aşağılama yöntemi olarak yaygın biçimde uygulandığını biliyordum.

Bu satırları kaleme almadan önce cezaevinde çok uzun yıllar kalmış bir mahpusu aradım, ona da sordum. Bana iki yıl öncesine kadar bunun standart bir uygulama olduğunu aktardı. İlk girişte ve çeşitli sebeplerle farklı cezaevlerine her nakilde mahpuslar çıplak aramaya maruz bırakılıyorlar. Hatta 2005 yılında Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevi’ne nakledildiğinde yaşadığı bir olayı anlattı.

Gardiyan kendisini çıplak arama boyunca kameraya almış. O da bu “katmerli aşağılama çabası”nı protesto amacıyla zafer işareti yapınca aralarında hırgür yaşanmış.

Cezaevlerinde bu işkence son iki yıla kadar kesinlikle rutin bir uygulama! (İki yıl içinde insan hakları açısından devrim niteliğinde bir gelişme yaşansa sanırım haberim olurdu!) Bu kısmı geçiyorum.

Peki, Emniyet Müdürlüklerinin nezarethanelerinde bu tür işkenceler yapılıyor mu?

AKP iktidar olduğunda işkenceye karşı sıfır tolerans politikası ile ciddi bir iyileşme yaşanmıştı. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında bu kazanımlarda kesin ve keskin zayiatlar yaşandığı bilinen bir gerçek. Düşmanlaştırılan, kamuoyu önünde aşağılanan insanlara gözaltında çok kötü muameleler yapıldı ne yazık ki! OHAL içindeydik. (O halden çıkıldı mı sahiden?)

Kadınlara, kızlarımıza gözaltında çıplak arama neden infial yarattı peki? Buna kendimce şöyle bir cevap kotarıyorum:

  1. Bu insanlar Gazze’de soykırım yaşanırken silahsız, saldırısız, barışçıl yöntemlerle iktidardan adım atmasını talep ettiler. Tümüyle suçsuz ve masum olmakla birlikte kendi menfaatleri için değil, topluca yok edilmek istenen bir halk adına, Allah rızası için öne atılmışlardı.
  2. İktidar içeride ve dışarıda Filistin davasının hâmisi pozları keserken Filistin dostlarını (Cumhurbaşkanı korumaları marifetiyle) haksız yere darp ettiriyor, gözaltına aldırıyor ve o hışımla bu göstericiler hem emniyette hem de bir hafta kalmadan salıverilecekleri cezaevinde çıplak aramaya maruz kalıyorlardı. Yargılanmış ve suçlu bulunmuş değillerdi, ki böyle olsa bile çıplak arama, insanın onurunu kırmak için yapılan, tasarlanmış bir aşağılama yöntemi, bir işkence! (İstisna olarak uygulanmasının özel şartları ayrı bir yazının konusu.)

Emniyette ve cezaevinde sistematik olarak çıplak aramaya maruz kalmış 7 kadın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 09.12.2024 tarihinde dört avukatın imzasıyla sunulmuş 21 sayfalık suç duyurusu dilekçesinde yaşadıklarını ayrıntılı olarak anlattılar.

Yazıyı, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nde yaşanan çıplak arama işkencesinin aktarıldığı o pasajı doğrudan alıntılayarak bitireceğim; siz okuyucularımızı gerçeklerle baş başa bırakarak!

ciplak-arama-roportaji

Gözaltına alınan Filistin dostlarının yaşadıkları çıplak arama ve kötü muamele ile ilgili verdiği röportaj, Emniyet Genel Müdürlüğünün talebi üzerine geçtiğimiz günlerde yayından kaldırılmıştı.

Öncesinde yanıtlanması gereken büyük bir soru var:

Emniyette işkence gerçekse bunun iftira olduğunu öfkeli bir dille beyan eden Emniyet Genel Müdürlüğü, müfteri durumuna düşmüyor mu?

Kararı okuyucuya bırakıyorum.

Ben bu davanın avukatlarından biri olan Adem Bingöl’ü aradım ve ona şunu sordum:

“Filistin dostları nezarethane çıplak aramaya maruz kalmışlarsa avukatları huzurunda alınan ifadelerinde bu iddiaları neden dile getirmediler?”

Cevabı şu oldu:

“Olayın şoku vardı. Korku ve baskı altındaydılar. İlkin gelen avukatlar erkekti ve bunun da etkisiyle anlatmaya çekindiler.”

Filistin dostlarının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde ve Silivri Cezaevinde maruz kaldıkları hukuksuzluklara ilişkin bahsini ettiğim suç duyurusunda sıralanan suçlar şunlar:

İşkence, Nitelikli Kasten Yaralama, Cinsel Taciz, Hakaret, Tehdit, Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi ve Görevi Kötüye Kullanma!

Bu suçların soruşturulacağına inanan kaç saftrik var bu ülkede?

İşkence ve Cinsel Taciz Boyutunda Çıplak Arama

EGM, öfkeli bir dille algı oluşturmaya dönük yalan yanlış beyanla “kamuoyuna saygıyla duyursa” da çıplak aramaya ilişkin gerçekler, yüzleşmek isteyenler için ortada duruyor:

“Müvekkiller, nezarethaneye girişleri yapılmadan önce ilk olarak aynı katta bulunan camlı küçük bir odaya alınmışlardır. Odada bulunan üç kadın polis memuru, müvekkillerin başörtülerini ve kabanlarını çıkartmalarını söylemiştir. Üstlerinde tişörtleri ve pantolonları kalan müvekkillerin burada üst araması yapılmış, saçları açılarak aranmış ve ayakkabı bağcıkları alınmıştır.

Devamında nezarethane bölümüne girişi yapılan müvekkiller burada bir bölümü perde ile kapatılmış küçük bir odaya teker teker alınmıştır. Küçük oda içerisinde bulunan sarışın, 1,65 – 1,68 boylarında, saçları omuz hizasında, hafif kabarık saçlı, ön dişleri belirgin, hafif kilolu bir kadın polis memuru müvekkillerin kıyafetlerini tamamen çıkarmalarını söylemiştir.

Vücutlarının belden aşağı kısımlarında tayt ve külotlu çorapları, vücutlarının üst kısmında ise yalnızca iç çamaşırları kalacak şekilde kıyafetleri çıkartılan müvekkillere dokunmak suretiyle üst araması yapılmaya başlanmıştır.

İlgili polis memuru müvekkillerin alt ve üst iç çamaşırlarının içerisine iki elini birden sokmak ve gezdirmek suretiyle dokunarak arama işlemi gerçekleştirmiştir.

Müvekkiller ısrarla işbu uygulamaya itiraz etmiş fakat ilgili polis memurunun aşağılayıcı, onur kırıcı sözlerine maruz kalan müvekkillerin itirazları karşılıksız bırakılarak zorla çıplak arama işlemi yapılmıştır.”

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x