Connect with us

Haberler

KHK’lıların Mücadelesinde Son Durum Nedir?

Yayınlanma:

-

Ömer Bilal KARAKAYA

KHK meselesinin, KHK’lıların mevcut durumuna göz atalım istedik. Bunun için yakın zamanda açıklanan  “OHAL’ in Toplumsal Maliyetleri -3” adlı rapora bakalım.

Rapor bilimsel yöntemlerle, yüksek güvenlik metodu ile, katılımcıların ifadeleri korunarak yapıldı. Yaklaşık 3.500 KHK’lı ve yakınının katılımıyla gerçekleşti.

OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Raporu -3  / Durum Tespiti :

Bu çalışma 15 Temmuz 2016 tarihli menfur darbe girişimi sonrasında, hükümet tarafından, muhtemelen, 3 ay bile sürmesine gerek kalmadan kaldırılacağı beyanları ile ilan edilen OHAL’in 7 (yedi) sefer daha uzatılıp iki yılını doldurduktan sonra, 25 Temmuz 2018 tarihinde TBMM’den geçirdiği 7145 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ve bazı ilave mevzuat değişiklikleri ile neredeyse fiili olarak kalıcı hale getirdiği OHAL’in sosyal etkilerinin bulgularını içermektedir.

Yaşanan bu süreçte KHK’larla işlerinden atılan, birçok sosyal, siyasal ve ekonomik hakları gasp edilen ve hak mücadelesi vermek zorunda bırakılan insanlara halen bağımsız ve tarafsız mahkemeler değil, kararları keyfi ve tartışmalı olan OHAL icadı kurumlar adres gösterilmeye devam edilmektedir.

OHAL’in –sözde- bittiği bugünlerde Türkiye sosyal, siyasal, ekonomik olarak hâlâ OHAL’in gölgesinde puslu bir zeminde, her tür baskıcı ve totaliter müdahaleye açık bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

KHK lar Soykırım olarak Tanımlanabilir mi?

Rapor öncesi soykırım teriminin kullanılması konusunda bir tartışma dönmüştü. Elbette gaz odaları görmedik ama modern çağda ölüme götüren sebepler oluşmuştu. Kendi vatanında resmi olarak terörist ilan edilen, çalışma, vatandaşlık haklarından bile mahrum edilenler, tutukluluk halinde, cezaevlerinde kötü muamele ve tavan cezalar verilmesi, linç riskleri gibi hayati riskler nedeniyle ya bir köşede ölmesi ya da yurtdışına çıkma girişiminde boğularak ölme, taciz, dışlanma, günlük yaşamını devam ettiremediğinden kanser olarak ölmek gibi modern soykırım yöntemleri uygulanmaktadır.

KHK’lılara yapılanlar için “sivil ölüm” terimi olduğu genel kabul görmüştü. Ancak soykırım tabiri evrensel tanımındaki Soykırım, bir grubun varlığını ortadan kaldırma amacıyla gruplara karşı işlenen şiddet içeren suçlar ve sürecin adıdır.” şeklinde tam bir karşılığı olmadığı söyleniyordu. Ancak raporda açıklanan modern soykırım tanımlarına uyduğu kanaatine varabiliriz.

Raporun ilgi çeken başlıklarından bir tanesi, OHAL Soykırımında Hedef Seçilenlere Karşı İşlenen ‘İnsanlığa Karşı Suç’ Uygulamalarının 111 Yöntemi” bence tarihin benzer dönemlerine bakılırsa tekerrürün devamını ispatlıyor. Buradaki ince nokta ise KHK’lıların 111 uygulamanın hepsinin hedefinde olması ama bazılarının herhangi bir insani yurttaşlık hakkınızı kullanmak istediğinizde başınıza gelmesidir.

“Sağlık Hizmetlerine Erişim Engellemeleri” başlığındaki modern soykırım yöntemi hasta olunduğunda; malınıza/paranıza el konulması, iş yeri açtırtmama/engelleme bunun için başvuru yaptığınızda başınıza gelmektedir.

Rudolph Joseph Rummel, SteveJ.Stern, Barbara Harff, Ted R. Gurr ve Claudia Falconer Card gibi bilim adamları, “soykırımların (genocide); sadece etnik bir grubu yok etme gerekçesiyle değil bir “politikayı”, bir “siyasi otoriteyi” veya “siyasi rejimlerini” toplumlarına hakim kılmak” gerekçesiyle de yapılabileceğini” ifade ederler. Bu görüşlere göre soykırımların, etnisite (ırk) gerekçesiyle olması gerekmediği gibi, otokratik bir idarenin, kendi ideolojisini, yönetim anlayışını, politikalarını halklarına dayatabilmek için; kendi otoritelerinde veya siyasi ideolojilerinden kaynaklanan gerekçe veya motivasyonlarla birtakım sosyal veya siyasal toplulukları yok edebilecekleri, kendi keyiflerine göre hedef seçtikleri birtakım kişi ve grupları genel popülasyondan ayrıştırıp soykırıma tabi tutabilirler.

KHK’lılara yapılan kötü muamelelerden olan ülke içerisinde, kamuda ve özel sektörde çalışmalarının yasaklanması, çalışma lisanlarının iptalleri, işyeri açmalarının engellenmesi, toplumdan yardım almalarının engellenmesi, yurt dışına çıkmalarının engellenmesi, emekliliklerinin engellenmesi, sağlık güvencelerinin verilmemesi, miras haklarının engellenmesi, vekâlet alıp vermelerini engellenmesi gibi birçok yol ve yöntemlerle yapılan uygulamalar “onların yaşam koşulları, tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek şartlarda tutacak nitelikte” olduğundanRudolph Joseph Rummel’in veya Claudia Falconer Card’ın “politik-kırım, halk-kırım, sosyal-kırım” “soykırım” tanımlarına tamamen uymaktadır. Yapılanları “Politik-Kırım, Halk-Kırım ve Sosyal-Kırım” terimleri özetleyen ana terimler diyebiliriz.

Google’da https://www.khkliplatformlaribirligi.org/cok-yakinda-yayinlanacak-olan-onucuncu-yilinda-ohalin-toplumsal-maliyetleri-raporu-uzerine-khkli-sosyolog-doc-dr-bayram-erzurumluoglu-ile-yapilan-carpici-roportaj-2  yazarak soykırım tartışmasının detaylarına bakabilirsiniz.

Rapordaki “Sonuç” ifadesi bence mevcut durumun en kısa özetidir:

OHAL/KHK’lar ve devamında yürürlüğe konulan uygulamalar Türkiye’yi Hukuk Devletiolmaktan tamamen uzaklaştırmış ve hiç kimsenin hukuk güvencesinin olmadığı bir devlet statüsüne getirmiştir. Hukuk Devleti olamamanın ülkeyi iki yılda getirdiği nokta, yalnızca, 250.000 birincil mağdur, 1.500.000 ikincil mağdur üretme sınırlarını çoktan aşmış ve 80.000.000 üçüncül mağdur üretme noktasına doğru hızla yaklaşmaktadır.

KHK lı ifadelerinden örnekler / röportajlardan alınmıştır:

Sosyalist KHK’lı: Öğretmen olarak çalışırken öğretmenlerin kendi öğrencilerine özel ders vermesi – okulların dershane vs. paralı eğitime yönlendirme yapılan yerler olmasını protesto ediyordum. Bu nedenle bazı öğretmen arkadaşlarımla ve okul idaresiyle çatışmak durumunda kaldım. Oysa özel sektörde çalışmamız dahi engellendi. Hayatımızı devam ettirmek için özel ders vermeye başladım. Benim için hayatımın en olumsuz bölümü oldu. Ancak daha önceki zamanlarda iktidar uygulamalarını sokakta basın açıklamaları gibi eylemlerle protesto etme alışkanlığımızdan meydanlara çıktık. (Alttaki bölüme değil de buraya yazmak istediğim grup ise öznel İslamcı kimliği ile bizim de itirazlarımızı aynı şekilde yaptığımızdır. Bu nedenle Müslüman kimliği ile küresel kapitalizme itiraz eden duruşumuz kurum soruşturmasında, ibadet edip de kendi partilerine yanaşmayanlara etiket yapıştıran amirleri şaşırtmış hatta kızdırmıştı. ‘Hem namaz kılıyorsun hem de iktidarın, devletin aleyhine yazmışsın!’ diye tepki göstermişlerdi. Bu ifadeler OHAL komisyonundan bana ret cevabı olarak dönmüştü: Devlete sadakati şüphelidir!)

Dindar – mütedeyyin çevresinden KHK’lı:

1-İlk yaşadığımız şey, ne yapacağımız bilememek oldu. Nasıl davranacağımızı, nasıl yapacağımızı soracağımız kimseler yoktu. Bizi savunmak, korkulacak bir şeydi o günlerde.

2- İdare Mahkemesi ‘Herhangi bir terör örgütü ile irtibatınız olmayabilir ama idarenin bu süreçte bir tasarruf yetkisi var!’ diyerek idareyi hakkı buldu, davayı istinafa taşıdım. İstinaf garip bir karar verdi. Davayı bozdu ama aleyhime karar verdi, davayı Danıştay’a taşıdım. Bu sefer 2. kez ihraç olduğumdan OHAL KHK’sına karşı dava açtım. Danıştay, İstinaf’ın kararını bozdu ve tekrar İstinaf’a gönderdi. Davanın Danıştay’a gitmesine karar verdi. 15 Temmuzdan önce etliye sütlüye karışmayan birisiydim. Eski mesai arkadaşlarımın beni arayıp sormamalarını bile doğal karşıladım. Korkmuştular, onları anlıyordum. Ben de korkmuştum. Bakanlığın davada yaptığı kurumsal savunmasında “Devlete sadakat görevini yerine getirmemiştir.” Oysa ki bu benim kabullenebileceğim, aklımdan dahi geçiremeyeceğim bir şeydi. “Belki birilerinin beklentisini karşılayamadım herhalde!” diye düşündüm.

BİR BAŞKA ANKET:  “Avrasya Araştırma Başkanı Kemal Özkiraz’ın KHK üzerine çarpıcı anketi”

KHK kısaltmasının anlamını bilenler: % 41.5

KHK’lılar kimlerdir: İşten atılan memurlardır: %56

Fetöcülerdir: %14

Bilmiyorum: %17

Teröristlerdir: %4

Atılan askerlerdir: % 3,6 (Diğer memurlardan haberleri yok.)

Mahkeme olmadan görevden alınma doğru mudur?

Doğru değil %50,  Kararsızım: %22, Devlet güvenmediği kişilerle çalışmayabilir: %34

En çarpıcı yer:

 KHK’lıların ekonomik durumları nasıldır? (Bu soru sadece KHK’lı tanıdığı olanlara soruldu)

Bilmiyorum: %25  diye cevapladı. (Yani tanıyor ama ne yaptıklarını  bilmiyor.)

Son durumu özetleyen tablolar:

600 bin soruşturma, 300 bin gözaltı, 100 bin tutuklama, 130 bin ihraç, 2.761 kurum kapatıldı, 200 bin işsiz, 100’den fazla intihar yaşandı, 500’e yakın kanser, ihmal, kazalar sebebiyle can kayıpları yaşandı.

Son durum nedir:

Hem hukuki uygunluk hem de sağlık nedeniyle tahliye edilmediği için ölen tutuklular için ülke gündemine oturan isyana kulak tıkayan iktidar, özellikle tutuklamalarda en son bu hafta kadınlara çıplak arama, göstericilere kameralar önünde orantısız güç kullanımını da aşan insan onurunu ayaklar altına alınan uygulamalar… Önce hedef gösterip sonra 1 günde 60 avukatı tutuklamak, kendisi için geri dönülmez durumu açık ediyor.

İç hukuk bitti; peki AHİM ne yapıyor? Hepimizin bildiği mülteci pazarlığı, ağır dosya yükünden kurtulma istemesi nedeniyle hükümetle anlaştığıdır,  OHAL komisyonu gibi bir oyalamayı kabul ettiğidir. AİHM Başkanının Türkiye ziyareti, 4 yıllık AİHM politikalarının yansıması oldu. Bu ziyaret 4 yıldır devam eden sosyal soykırımı seyretmekle kalmayıp, ona sessizce hukuki bahane ve kaçış yolları üreten AHİM’in maskesini indirdi.

Sadece bu kadar mı? Ülkede evrensel hukuk normları yerine devlet erkinin yasalarını teslim olmuş bir yargı sisteminin kurulduğunu görmüyorlar mı?

Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, hazırlanan raporları 12 ülkenin büyük elçiliğine verdi. Başka bir büyükelçiyle yarım saat planlanan görüşmede sürecin dehşetini gösteren açıklamaları yapınca görüşme 2 saate uzuyor ve elçinin gözleri yaşarıyor.

Peki, 10 yıl öncesine kadar tek bir gazetecinin bile tutuklanmasına olayında üst perdeden Türkiye’yi azarlayan ve sonuç alıncaya kadar çabalayan AB ülkelerine ne olmuştu? Bugün belgeli işkencelere ve yargı bağımsızlığının yok edildiği çok açık olduğu halde neden kıpırdamıyorlar?

“Devlet kendini korumak için hukuku askıya alabilir.” hususuna  güçlü bir itirazda bulunmuyor. Mesele sadece AB’nin  veya Batı entelijensiyanın durumu eski kör günlerine mi düşüyor? Şöyle tarihe bakalım :

I. Dünya savaşı öncesi Japonya, Çin’in Mançurya bölgesini işgal etmişti. Bugünkü BM’nin karşılığı olan Milletler Cemiyeti pasif kalmıştı. Barut fıçısına dönen dünyada nasıl bir ateşin başladığını bilmelerine rağmen kıpırdayamamışlardı. Japonya da Batı’ nın artık fikir üretemeyen ve şok halindeki durumunu bildiğinden, ‘toplantıda istediğimi yaparım’ dediğinde apışıp kalmıştı. Buradan cesaret alan Almanya ve İtalya ateşi yakmaya daha bir cesaretlenmişti. O gün Batıda sadece kendi meselesini önemseyip uzaklarda, Asya’da yabani bir devlet başkasına saldırıyor, deyip ciddiye almamasının bedelini çok ağır ödemişti. Batı meselesine fazlaca girmemin sebebi ülkemizin organik bağı olduğundandır.

Bugün ise yükselen faşizm ve otoriter yönetim tarzlarının yaygınlaşması karşısında dağılmış ve somut refleksler üretemiyor. Her şeyin, insanların, yaban hayvanların, yer altı kaynaklarının, çocukların, kadınların, hakkı haykırmak isteyen avukatların,  öğretmenlerin, doktorların, itiraz eden işçilerin artık KHK’lı olduğu düzendeyiz. Kurulan düzenin insani olmadığını eşit-adil-barış toplumu yerine tek adam -tek ses-tek rejim kurulduğunu fark eden her canlının potansiyel KHK’lı olduğunu görmüş olduk. Önce 140 bin İhraç, aileler ve sonrasında devam eden KHK’sız işten çıkarmalar, açılan davalar ve KHK düzeninden doğrudan etkilenen 3 milyon civarındaki KHK’lı topluluğun kurumsal savunmasını yapması beklenen ana muhalefet partisi zaten yeni düzene eklemlendi, iktidarla bazen aynı jargonları kullanıyor, ‘millet ittifakı’ partileri siyaset üretemiyor.  Ancak Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sembolleşen çabası ve diğer birkaç destek veren vekiller seslerin duyurulmasını sağladı.

Yeni kurulan partilerden Gelecek Partisi ve Deva Partisi hukuksuz, adaletsiz düzenin durdurulması yerine müsamerede sırasını bekleyen oyunculara benzediler. En incitici olan ise bana göre. Babacan’ın “Mahkemelerden beraat alanların görevlerine döndürülmesi gerekir. Devlet onları eski pozisyonlarına döndürmeyebilir. Ama pasif görevlerde çalıştırabilir.” diye verdiği röportajdır. Burası yeri değil ama “Global finans kurumlarıyla görüşebiliyor!” diye yıldızı parlatılan bu liberal politikacının yüzüne söylemek istediğim şeyler var!

“İktidar hedef gösterdi!” diye bir günde 60 avukatın avukatlık mesleklerini ifa ettikleri için gözaltına alınmasında “Birkaç ilde Gülen yapılanmasına operasyon yapıldı.” diye iki tarafın birbirini yemesi şeklinde gören çevreler zaten KHK’lıların en büyük engeli oluyorlar. Bunlardan yeni bir düzen kurulduğunu, bütün muhalif çevrelerin bertaraf edilmesi olayını anlama süreçleri halen sürüyor. Neyse ki diğer çevrelerde olay kavranmış durumda. Ancak bu sefer de somut çıkışlar yapmak üzerine çökülmesiyle sonuçlandığından zorlaştı giderek durum.

Kendi ideolojik –sosyal/kültürel çehresinden çıkamayınca bizden olmayan iki tarafın kavgası olarak mı bakılıyor halen? İktidar tam zamanında müdahale ederek potansiyel tüm muhalifleri bertaraf edebilecek, en azından abandone etmeyi nasıl başardı?

İktidar, kuvvetler ayrılığını ve yargının bağımsızlığını ortadan kaldırırken, iç ve dış kamuoyunu yıllarca mücadele edilse de temizlenemeyecek devasa bir düşmana karşı savaştığına inandırdı. “Cadı Avı” ortamında istediklerini elde etti.

Sadece bu mu? Kendi hukukunu, kendine has yönetim tarzını dayatan tüm iktidarların en zayıf noktasının birlikte çıkarılan ses karşısında olduğunu bilmiyor muyuz? Baskıları durdurabilmek için bir araya gelmesi gereken muhalif yapılar, ideolojiler birleştirici bir metot, zemin mi arıyorlar? Kimliklerimizi bir kenara bırakıp ortak bir mücadele yapalım derken bir yanlışlık mı yapılıyor? Yoksa zemin herkes için doğru olursa başka “bir araya geliş modeline” gerek yok mudur? ‘Kendim sordum, kendim cevaplayayım!’ olmasın; insanlık tarihine bakarsak iktidar ve ona karşı mücadelelerle doludur. ‘Ânın fıkhı’ dediğimiz şey sadece Müslümanların konusu değildir. Sosyalistlerin, liberallerin, seküler veya başkalarının da mücadele fıkhını çıkarabilecekleri ve üstelik başlangıcındaki saf kaynağından ayrılmamışsa bahsettiğimiz zeminin kurulmasına katkısı kaçınılmaz olur.

‘KHK veya KHK’lıların şu anki durumu nedir?’ dediğimizde, 30’dan fazla ilde kurulmuş olan KHK’lılar platformlarına bakmalıyız. Şimdilik bir adres olmayı, KHK meselesini kamuoyuna duyurma konusunda önemli başarıları oldu. Asıl hedefi her alanı özgürleştirecek genel bir mücadele içinde, bireysel heyecanını koruyacak olan birlikte ses verme amacı olmalıdır. Platformlar kurumsallaşma konusunda aceleci olmamalıdır. Çünkü bu sorun ülkedeki bütün haksız-hukuksuz işlerin birleşim noktasıdır. Tersi olursa kimliklerin bir araya gelip yeni bir umutla, yeni bir kimlikle geleceğin dünyasını kuracak mücadele hattı kuracak imkân değerlendirilmemiş olur.

Tevhid-Adalet-Özgürlük açılımında Müslüman kitle içinde öznel bir zeminde toplumsal muhalefi yapan yapılar,  geçen yıllarda kurulan emek-adalet eksenli yapılar ve Mazlumder’den ayrılan bağımsız yapılar KHK meselesinde birer adrestirler. Ayrıca köklü kuruluşlardan İHD ve bazı sendikalar adalet mücadelesinin aktörleridir. Buralarda yer alıp hem genel bir adalet mücadelesi için olunabilir hem de platformlarda KHK mücadelesi yürütülebilir.

Bugün yaşam-vatandaşlık haklarımızın, toprağımızın suyumuzun tehdit altında nefes alamıyorsak, bu durum bize ‘bir araya gelme formülleri’ tartışmalarından önce uygun herkesi, teklifsiz katılabilecek zemin kurulmasına yönelmeye zorlamalıdır. Nefesi kesilen insanlar elbette bir araya geldiklerinde birbirlerinin ilkelerine rahatsızlık verecek tavırlarını bu zeminde isteyerek terk edecektir. Ya da eşit katılımcı, bütüncül bir siyasi programın çevresinde buluşanlar “insanlar konuşa konuşa anlaşırlar” sözünü gerçekleştirebilir.

Bugün bizi bekleyenin ne olduğunu vicdanı hür olanlar ve “Zulüm bizdense ben bizden değilim!” diyenler olarak biliyoruz. Yaşadığımızın çağın kapitalizminin, emperyalizminin, faşizminin, otokrasisinin, dünyayı talan etme, insanları köleleştirme ve hatta kul etme niyetlerinin nasıl tezahür ettiğini görüyoruz. Bizi bekleyen şeyi idealizme boğduğumuzda yanılırız. Elbette eleştirilecek yönleri de olsa ülkemizde Yüksel-Bakırköy-Düzce ve diğer yerlerde ciddi direniş örnekliği veren direnişçilerimiz de oldu. Elbette mücadele tek bir cenahta cereyan edemez. Ancak eninde sonunda kitleselleşebilecek siyasetin üretilebileceği hattın önemli bir kısmını oluşturuyorlar.

Şu üç belgeselde global düzende modern otoriterlik ve karşı  direniş adına seyredilebilir örnekler var:

Hong-Kong direnişini anlatan, “ Joshua: Süper Güce Direnen Genç”

Ukrayna direnişini anlatan: Winter on fire / Ukranie’s Fight For Freedom

Mısır’da Mursi ve Sisi dönemini işleyen: Bassem Youssef‘un “Devlerin Ayağını Gıdıklamak” (2016) örneklerini verebilirim. Ç

ağdaş direniş örneklerini olayların içinden ve tanıkların ifadesiyle yapılan belgeseller olduğu için tavsiye ediyorum. Bizden bir örnekle, 3 yıldan fazladır Ankara ve Düzce meydanlarda direnişi devam ettiren Acun, Alev ve Nazan hanımların  tutuklu oldukları cezaevinden gönderdikleri mektupla bitirmek istiyorum.

Konu ile ilgili diğer yazılarımın linkleri:

https://www.emekveadalet.org/notlar/kuresellesme-ve-yeni-sol-konferansi-izlenimleri

https://www.emekveadalet.org/notlar/ankaraya-giremeyen-khklilar

https://www.emekveadalet.org/notlar/oncesi-ve-sonrasi-ile-bir-khklilik

RAPORUN TAMAMI İÇİN: https://drive.google.com/file/d/1YyEnkCK_VH6O3ujOSuj9MuXxNGzuR7uJ/view

 

 

 

Haberler

MESEM ve Yenidoğan Ölümlerine, Açlık ve Yoksulluğa Karşı Üsküdar’da Eylem

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve Özgür Yazarlar Birliği, 24 Kasım 2024 pazar günü Üsküdar’da “Çocuklarımızı Yenidoğan Ünitelerinde, MESEM’lerde Katleden; Halkımıza Açlık ve Yoksulluğu Dayatan Sömürü Düzenine Hayır!” başlıklı bir eylem düzenledi.

“Çocuklar Ölüyor Sermaye Büyüyor, Bebekler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Sağlık Sistemi Ölüm Düzeni, MESEM Ölümdür Çıraklık Değil, Yoksulluk Sürüyor Açlık Derinleşiyor, Yoksulluk Sürüyor Çocuklar Ölüyor, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Asgari Ücret Köleliktir, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Katil Sermaye İşbirlikçi AKP, Sömürücü AKP Hesap verecek, Allah Adaleti Emreder” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Eylem, video kaydından takip edilebilir:

Devamını Okuyun

Haberler

Tokat’ta Eylem: Siyonist Gemiler Türkiye Limanlarında Cirit Atıyor!

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği ve Sağlık İlke-Sen’in 10 Kasım 2024 günü Tokat’ta gerçekleştirdiği eylemde Filistin ve Lübnan’da katliamlar yapan İsrail’le Türkiye’nin ticaret yapmaya devam etmesi kınandı. Eylemde, Siyonist sermaye gemilerinin Türkiye limanlarından rahatça sevkiyatları sürdürmesi, Ceyhan’dan İsrail’e petrol gönderilmesi ve emperyalist üslerin faaliyetlerini sürdürmesi protesto edildi.

Topluluk adına Sağlık İlke-Sen başkanı Emre Ulukaya’nın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

SİYONİST KATLİAM MAKİNESİNİ BESLEYİP KORUYAN PETROL SEVKİYATI VE TİCARET SÜRÜYOR, KÜRECİK RADARI ÇALIŞIYOR!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Kıymetli arkadaşlar!

Sadece Filistin’i, Gazze’yi ve yine sadece Siyonist işgal rejimini derinden etkilemekle kalmayıp bütün dünyayı sarsan, halkları ve rejimleri bambaşka bir sabaha ve döneme uyandıran Aksâ Tûfanı’nın üzerinden 13 ay geçti.

Yüz binlercesiyle can veren Filistin ve ona bir kez daha katılan Lübnan halkları, egemen dünya düzeninin desteğiyle benzersiz katliamlar yapan Siyonist soykırım makinesinin hedefinde eşsiz bir mücadele yürütüyor!

Siyonizm’e ve emperyalizme direnen kardeşlerimiz, önderi-takipçisi demeden birer birer şehit oluyorlar. En son Yahya Sinvar’la insanlığın onur ve haysiyet burcuna asılan şehadet sancağı, şirk, zulüm ve tuğyanın karşısına dikilme cesaretini kuşananların sarsılmaz imanlarına, azim ve kararlılıklarına emanet edilmiştir!

Filistin Direnişinin Dostları!  

Filistin’de, Gazze’de savaş, işgal, katliam yeni başlamadı. Tam yüz yıldır bu bölge emperyalizmin, Siyonizm’in muhasarası altındadır. İngilizlerin öncülüğünde Batı Asya’nın/Ortadoğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanan, emperyalizmin ileri karakolu olarak konuşlandırılan İsrail’i püskürtmek için Filistin halkı sayısız evlâdını şehit verdi, yerinden yurdundan oldu, işbirlikçilik ve ihanet kıskacında nefessiz kaldı ancak hiçbir güçlük ve zorluğa boyun eğmedi; ilerleyen yaşına rağmen tank ve top atışlarına göğüs geren, son ânında dahî direnişten geri durmayan Yahya Sinvar örneğinde olduğu gibi zalimlere, işgalcilere teslim olmadı! Katledildi, sürüldü, aç ve açıkta kaldı lâkin yılgınlığa düşmedi!

Son bir yıl boyunca katliam ve direniş tarihinin zirvesine şahit olduk. Bütün dünyanın gözleri önünde ve kayda geçirilerek süren bir soykırım ve direniş süreci var. Küçücük bir coğrafyaya sıkıştırılan bir halk, benzersiz bir vâr oluş kavgası veriyor.

Bu vâr oluş kavgasına dünyanın her bir yanından onurlu halklar destek verdi, destek vermeye devam ediyor. Kendilerini derin bir minnet ve saygıyla andığımız bu insanlar kampüslerde, meydanlarda, cadde ve sokaklarda katliam düzenine karşı seslerini yükselttiler; işbirlikçi rejimlerinin ihanetlerine karşı hakikatin saflarında yer aldılar, hâlâ yılmadan bu mücadelelerine devam ediyorlar. Her biri bizim kardeşimiz ve yoldaşımızdır!

Biz de bu coğrafyada, Türkiye’nin dört bir yanında bu duruşa eşlik etmeye çalıştık. Siyonizm’in bölgedeki köklerini, damarlarını kurutmak için öteden beri dile getirdiğimiz hakikatleri daha bir yüksek sesle haykırmaya çalıştık.

İntifadayı Yükselten Yürekler!

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki Siyonist rejim ve onun değişmez destekçisi emperyalizm coğrafyamıza iyice kök salmış, bütün araç ve imkânlarıyla kendilerini muhafaza ve müdafaa edecek, koruyup besleyecek bir düzen kurmuş!

Takdir edersiniz ki işgalci İsrail, bölgesel dayanakları olmadan nefes alamaz, meşruiyet devşiremez! Bütün bu dayanakların ticaretten diplomatik münasebetlere, akademiden istihbarata, savunma sanayinden bilişim teknolojilerine ve şimdi burada hepsini sıralayamayacağımız pek çok alana yayılan anlaşmalarla mümkün olabileceğini biliyoruz.

Şimdi hep birlikte İsrail’i besleyip koruyan işleyişin farklı alanlarda nasıl seyrettiğini hep beraber hatırlayalım:

Öncelikle şuradan başlayalım: Biliyorsunuz Türkiye, İslam dünyasından İsrail’i tanıyan ilk devlet olmuştur. Başta Erdoğan olmak üzere iktidara yakın çevreler İsrail’i soykırımcı, terörist olarak suçlamakta ancak İsrail’i tanıma kararını geri çekme ihtimalinden bile bahsetmemektedirler. Hâlbuki İsrail’i tanımamak önemli bir samimiyet testidir ve imkânsız değildir. Birleşmiş Milletler üyesi 28 devlet İsrail’i tanımıyor arkadaşlar ve bu nedenle o ülkelerin halkları açlıktan, yoksulluktan ölmüş değil!

Her fırsatta İsrail’in gözünü Türkiye’ye diktiğini söyleyerek propaganda makinesini durmaksızın çalıştıran aynı merkezlere sormak gerekmez mi? “Madem öyle, peki siz bu işgal devletini neden tanıyorsunuz, tanımakla kalmayıp her türlü münasebeti kuruyorsunuz! Neden Siyonist cumhurbaşkanını, caddelerini İsrail bayraklarıyla süslediğiniz Ankara’da şaşaalı törenlerle karşılıyorsunuz? Katil Netanyahu ile New York’ta, hem de Aksâ Tûfânı’ndan 15 gün önce heyetler hâlinde buluşup Filistin halkından çalınan doğal gazı pazarlama plânlarını hangi yüzle müzakere ettiniz?”

Evet, Siyonizm’e ve emperyalizme karşı mücadele, sadece Filistin halkının değil de hepimizin yükümlülüğü ise yakıcı gerçeklerle yüzleşmek, Siyonizm’i besleyen merkezlerle kapışmak zorundayız. Bizim sorumluluğumuz öncelikle kendi ülkemizden başlamaktadır yoksa uzaktan direnişe selam göndermek elbette çok kolay ve zahmetsizdir.

Şimdi dönelim yine bir başka can alıcı hususa! Aksâ Tûfânı’ndan bugüne Türkiye ile İsrail arasındaki ticaretin kesilmesi için Filistin dostları sayısız eylem yaptı. İktidar, tepkileri savuşturmak için ticarete önce kısıtlama getirdi, sonra da ticareti tümden yasakladığını ilan etti. Hâl böyleyken zamanla ticaretin durmadığı, hileli yollarla devam ettirildiği ortaya çıktı. Önce üçüncü ülkeler aracılığıyla sürdürülen ticaretin daha sonra ve yoğunluklu olarak Filistin’in adı kullanılarak yapıldığı görüldü

Açık kaynaklardan herkesin ulaşabileceği ve her biri utanç ve ihanet vesikası olan bilgilere göre resmiyette İsrail’le kesilen ticaret birdenbire makyaj malzemelerinden tutun da çeliğe, kimyasallardan başka diğer tedariklere kadar türlü çeşit ürünlerin güya Filistin’e ihracatı yüzlerce kat artmış durumdadır!  Soykırım savaşı altındaki Filistin birden zenginleşmiş de ithalat patlaması yaşamış gibi!

İşte akıllara ziyan bu arsızlık, başta kendi arazisine yapılan özel gümrük aracılığıyla İsrail’e çelik ihraç eden ve bu yolla doğrudan katliamın destekçisi olan ama yeri geldikçe başta Mehmet Akif Ersoy gibi değerleri istismar etmekten çekinmeyen İÇDAŞ gibi işbirlikçi sermaye grupları tarafından yapılıyor!

Zaten Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri AKP iktidarında geçen yıllarda sürekli büyümüş ve 2002 yılında 1,41 milyar dolar olan ticaret hacmi 2022’de 9,5 milyar dolara kadar çıkmıştı. Siyonist katliam rejiminin nasıl ve kimler tarafından beslenip palazlandırıldığı bu örneğe göre son derece açık değil midir?

Kardeşlerimiz Gazze’nin kuzeyinde açlık ve Siyonist kuşatma altında direnişi sürdürmeye çalışırken bütün bu tezgâhı dağıtmak elbette boynumuzun borcudur! Bu tezgâhı dağıtmak bu coğrafyada yaşayanlar olarak temel önceliğimizdir! Bu tezgâhı dağıtmak insan ve mü’min olmanın temel şartlarındandır!

Direnişin dostları!

Peki, Siyonizm’i besleyen dayanaklar burada bitiyor mu? Elbette hayır!

Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından İsrail’in petrol ihtiyacının yarısını karşılayan petrol, akmaya devam ediyor mu? Evet!

AKP iktidarı, binlerce eylemde dile getirilen çağrılara kulak tıkayarak yüz binlerce Filistinlinin katledilmesinde en önemli role sahip petrolün Siyonist katliam makinesine akmasına izin verdi mi? Evet!

Bir ucunu Azerbaycan devlet şirketi SOCAR’ın, diğer ucunu Türkiye Varlık Fonuna bağlı BOTAŞ’ın tuttuğu boru hattı Filistin halkına ölüm ve yıkım taşıdı mı, hâlâ taşımaya devam ediyor mu? Evet!

Şimdi can alıcı sorumuz şudur:

Ülkemiz bütün imkânlarıyla kimi desteklemelidir? Soruyoruz sizlere!

Elbette hepiniz “Tabii ki Filistin halkını!” cevabını vereceksiniz. Buna inancımız tamdır ancak gelin görün ki uygulama, tam olarak bunun aksi istikametindedir. Görüyor ve anlıyoruz ki Siyonist katilleri besleyip Filistin’le ağlayanlar tarafından idare olunuyoruz! Böyle bir iki yüzlülük ne duyuldu ne görüldü!

Bütün bunlar yetmezmiş gibi ABD’nin İncirlik üssü doğrudan bir işgal merkezi olarak İsrail’i koruyor; NATO’nun Kürecik Radarı, İsrail’e kalkan olmaya devam ediyor. Kürecik Radarının İsrail’e sağladığı koruma NATO genel sekreterleri tarafından çok daha önceleri de itiraf edilmişti. ABD öncülüğündeki emperyalist bloğun İsrail’i tahkim ve takviye etmek için nasıl canhıraş bir çaba içinde olduğunu görüyoruz. Kendi kontrollerinde bulunan Anadolu’daki üsler de elbette bu korumanın bir parçası olacaktır.

İşbirlikçiliğe ve İhanete Geçit Vermeyen Dostlar!

Türkiye, egemenlerin bütün aksi propagandalarına rağmen Siyonizm’e hizmet edenlerin elini kolunu sallayarak işlerini rahatça yapabildiği bir ülke olmuştur!

Türkiye limanları, katil İsrail’le ticareti pervasızca sürdüren, Siyonist katliam ve soykırım makinesine silah taşıyan gemiler için en güvenli sığınak olmuştur!

Herkes duyuyor ve görüyor ki başta Siyonist ZIM şirketinin gemileri, tırları olmak üzere İsrail’le ticareti sürdüren gemiler limanlarımızda, karayollarında cirit atıyor!

Bu ne büyük utanmazlık ve işbirlikçiliktir!

Gazze’ye gidecek yardım gemilerini engelleyen AKP iktidarı, Filistinli kardeşlerimizi katleden Siyonistleri her türlü tahkim ve takviye eden gemilerin, tırların önünü sınırsızca açıyor! Vicdan Gemisi, uluslararası Özgürlük Filosu kapsamında yola çıkmak isterken iktidar tarafından çıkışına izin verilmediği için 68 gündür Haydarpaşa Limanında bekletiliyor. Kardeşlerimiz iki ayı aşkın süredir orada nöbet tutuyor.

İsrail’e silah taşıdığı, dolayısıyla da soykırım ortağı olarak görüldüğü için pek çok ülke tarafından limanlarına giriş izni verilmeyen Kathrin gemisi, izin verilmediği için Haydarpaşa’da tutsak edilen Vicdan Gemisinin yanına demirleyebiliyor!

Yani katliama sevkiyat serbest, mazlum Gazze/Filistin halkına sevkiyat yasak!

Filistin dostları Kocaeli Diliskelesi’nde, İstanbul Ambarlı’da, Antalya ‘da ve pek çok başka noktada yaptıkları eylemlerle Siyonist ZIM şirketinin sevkiyatlarını ve diğer işbirlikçi ticari hareketleri engellemek için eylemler yapıyorlar. Siyasi irade ise sahte şaşkınlık gösterilerinde bulunarak bunca apaçık hakikate rağmen kendilerine iftira atıldığını iddia edebiliyor!

Herkes şunu bilsin ki biz bu gemilere, bütün bu mel’un sevkiyatlara karşı duracağız! Bu işbirlikçilik ve ihanete geçit verenlerin yakasını bırakmayacağız!

Emperyalist – Siyonist Saldırganlığın Karşısına Dikilen Kardeşler!

Sıralamaya gayret ettiğimiz bütün bu hakikatler bize ne yapmamız gerektiğini de açıkça söylemektedir!

Filistin’den Lübnan’a, Ortadoğu’nun dört bir yanına uzanan katliam ve işgal şebekesinin dayanaklarını, damarlarını, köklerini Anadolu’dan söküp atmak öncelikli sorumluluğumuzdur.

Öteden beri mücadelemiz bunun içindir! Direnişi buradan kurmalıyız.

İbrahim sûresi 42. ayette buyurulduğu gibi, “Sakın Allah’ı zalimlerin yaptığı şeylerden habersiz sanmayın!” Şüphesiz ki Allah’ın cezalandırması çok çetindir!

Duamız odur ki Rabbimiz bu amacımızda bizi muvaffak eylesin! Her dâim zalimlerin, katillerin, işbirlikçilerin karşısında olmayı nasip etsin!

Mazlum ve mustazafların, hürriyeti gasp edilenlerin yanında durma irademizden geri koymasın!

Yaşasın Küresel İntifada, Yaşasın Zulme Boyun Eğmeyen Direniş!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneğiwww.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

Haberler

ZIM, Aksâ Tûfânı Sürecinde de İsrail Ordusu Saflarında

Yayınlanma:

-

Gemileri ve tırlarıyla Türkiye limanlarında sevkiyatlarını sürdüren ZIM şirketinin, Aksâ Tûfânı başlar başlamaz İsrail’e destek açıklaması yaptığı 10 Ekim 2023 tarihli haberini ilginize sunuyoruz:

ZIM, İsrail’in ‘Ulusal İhtiyaçları’ İçin Gemi Tahsis Edecek

Gazze Şeridi’nde tırmanan son çatışmalara cevaben ZIM Integrated Shipping Services Ltd. (ZIM), Gazze ile savaş sırasında İsrail’in ulusal ihtiyaçlarına hizmet etme taahhüdüyle İsrail’e tüm gemilerini, gemilerini ve altyapısını teklif ettiğini duyurdu.

ZIM Başkanı ve CEO’su Eli Glickman, cumartesi gecesi yaptığı açıklamada İsrail ve vatandaşlarıyla dayanışma içinde olduklarını ifade etti: “Bu sabah, Şabat günü, Simchat Torah bayramı sırasında, Gazze Şeridi’nden İsrail’e karşı, ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en şiddetli savaşlardan biri olan ani bir savaş patlak verdi. Bu olaylar son derece acı vericidir ve önemli sayıda can kaybına, çok sayıda yaralanmaya; aralarında asker ve sivillerin de bulunduğu sayılamayacak kadar çok sayıda esire yol açmıştır.

“Sivilleri, çocukları ve çaresiz bebekleri ayrım gözetmeksizin öldüren kalpsiz katillerle karşı karşıyayız. Bu olay şüphesiz hepimize büyük acılar getirecektir. Bu büyük acıya rağmen bunun üstesinden geleceğimizden eminim. Terör örgütleri bu haksız saldırının bedelini çok ağır ödeyeceklerdir.”

IDF’yi destekleme çağrısı

Glickman, ZIM çalışanlarını, güvenlikleri için İç Cephe Komutanlığı’nın talimatlarına uyarak güney sakinlerini ve İsrail Savunma Kuvvetleri’ni (IDF) desteklemeye çağırdı. Bu zorlu zamanlarda kişisel ve ailevi dayanıklılığın yanı sıra toplumsal dayanıklılığın da önemini vurguladı.

“Kalplerimiz, ülkenin içinde bulunduğu ağır durum nedeniyle saldırı altında olan güney sakinlerinin yanı sıra güney bölgesindeki sevdiklerinin akıbetinden endişe duyan tüm ülke vatandaşlarıyla birlikte. Toparlanacağımıza, düşmana ağır bir darbe indireceğimize ve yaralarımızın üstesinden geleceğimize inanıyorum. Şimdi birlik zamanıdır. Sadece birlikte güçleneceğiz.”

Kaynak: https://www.jpost.com/israel-news/article-767539 (10 Ekim, 2023)

Devamını Okuyun

GÜNDEM