Connect with us

Haberler

KHK’lıların Mücadelesinde Son Durum Nedir?

Yayınlanma:

-

Ömer Bilal KARAKAYA

KHK meselesinin, KHK’lıların mevcut durumuna göz atalım istedik. Bunun için yakın zamanda açıklanan  “OHAL’ in Toplumsal Maliyetleri -3” adlı rapora bakalım.

Rapor bilimsel yöntemlerle, yüksek güvenlik metodu ile, katılımcıların ifadeleri korunarak yapıldı. Yaklaşık 3.500 KHK’lı ve yakınının katılımıyla gerçekleşti.

OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Raporu -3  / Durum Tespiti :

Bu çalışma 15 Temmuz 2016 tarihli menfur darbe girişimi sonrasında, hükümet tarafından, muhtemelen, 3 ay bile sürmesine gerek kalmadan kaldırılacağı beyanları ile ilan edilen OHAL’in 7 (yedi) sefer daha uzatılıp iki yılını doldurduktan sonra, 25 Temmuz 2018 tarihinde TBMM’den geçirdiği 7145 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ve bazı ilave mevzuat değişiklikleri ile neredeyse fiili olarak kalıcı hale getirdiği OHAL’in sosyal etkilerinin bulgularını içermektedir.

Yaşanan bu süreçte KHK’larla işlerinden atılan, birçok sosyal, siyasal ve ekonomik hakları gasp edilen ve hak mücadelesi vermek zorunda bırakılan insanlara halen bağımsız ve tarafsız mahkemeler değil, kararları keyfi ve tartışmalı olan OHAL icadı kurumlar adres gösterilmeye devam edilmektedir.

OHAL’in –sözde- bittiği bugünlerde Türkiye sosyal, siyasal, ekonomik olarak hâlâ OHAL’in gölgesinde puslu bir zeminde, her tür baskıcı ve totaliter müdahaleye açık bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

KHK lar Soykırım olarak Tanımlanabilir mi?

Rapor öncesi soykırım teriminin kullanılması konusunda bir tartışma dönmüştü. Elbette gaz odaları görmedik ama modern çağda ölüme götüren sebepler oluşmuştu. Kendi vatanında resmi olarak terörist ilan edilen, çalışma, vatandaşlık haklarından bile mahrum edilenler, tutukluluk halinde, cezaevlerinde kötü muamele ve tavan cezalar verilmesi, linç riskleri gibi hayati riskler nedeniyle ya bir köşede ölmesi ya da yurtdışına çıkma girişiminde boğularak ölme, taciz, dışlanma, günlük yaşamını devam ettiremediğinden kanser olarak ölmek gibi modern soykırım yöntemleri uygulanmaktadır.

KHK’lılara yapılanlar için “sivil ölüm” terimi olduğu genel kabul görmüştü. Ancak soykırım tabiri evrensel tanımındaki Soykırım, bir grubun varlığını ortadan kaldırma amacıyla gruplara karşı işlenen şiddet içeren suçlar ve sürecin adıdır.” şeklinde tam bir karşılığı olmadığı söyleniyordu. Ancak raporda açıklanan modern soykırım tanımlarına uyduğu kanaatine varabiliriz.

Raporun ilgi çeken başlıklarından bir tanesi, OHAL Soykırımında Hedef Seçilenlere Karşı İşlenen ‘İnsanlığa Karşı Suç’ Uygulamalarının 111 Yöntemi” bence tarihin benzer dönemlerine bakılırsa tekerrürün devamını ispatlıyor. Buradaki ince nokta ise KHK’lıların 111 uygulamanın hepsinin hedefinde olması ama bazılarının herhangi bir insani yurttaşlık hakkınızı kullanmak istediğinizde başınıza gelmesidir.

“Sağlık Hizmetlerine Erişim Engellemeleri” başlığındaki modern soykırım yöntemi hasta olunduğunda; malınıza/paranıza el konulması, iş yeri açtırtmama/engelleme bunun için başvuru yaptığınızda başınıza gelmektedir.

Rudolph Joseph Rummel, SteveJ.Stern, Barbara Harff, Ted R. Gurr ve Claudia Falconer Card gibi bilim adamları, “soykırımların (genocide); sadece etnik bir grubu yok etme gerekçesiyle değil bir “politikayı”, bir “siyasi otoriteyi” veya “siyasi rejimlerini” toplumlarına hakim kılmak” gerekçesiyle de yapılabileceğini” ifade ederler. Bu görüşlere göre soykırımların, etnisite (ırk) gerekçesiyle olması gerekmediği gibi, otokratik bir idarenin, kendi ideolojisini, yönetim anlayışını, politikalarını halklarına dayatabilmek için; kendi otoritelerinde veya siyasi ideolojilerinden kaynaklanan gerekçe veya motivasyonlarla birtakım sosyal veya siyasal toplulukları yok edebilecekleri, kendi keyiflerine göre hedef seçtikleri birtakım kişi ve grupları genel popülasyondan ayrıştırıp soykırıma tabi tutabilirler.

KHK’lılara yapılan kötü muamelelerden olan ülke içerisinde, kamuda ve özel sektörde çalışmalarının yasaklanması, çalışma lisanlarının iptalleri, işyeri açmalarının engellenmesi, toplumdan yardım almalarının engellenmesi, yurt dışına çıkmalarının engellenmesi, emekliliklerinin engellenmesi, sağlık güvencelerinin verilmemesi, miras haklarının engellenmesi, vekâlet alıp vermelerini engellenmesi gibi birçok yol ve yöntemlerle yapılan uygulamalar “onların yaşam koşulları, tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek şartlarda tutacak nitelikte” olduğundanRudolph Joseph Rummel’in veya Claudia Falconer Card’ın “politik-kırım, halk-kırım, sosyal-kırım” “soykırım” tanımlarına tamamen uymaktadır. Yapılanları “Politik-Kırım, Halk-Kırım ve Sosyal-Kırım” terimleri özetleyen ana terimler diyebiliriz.

Google’da https://www.khkliplatformlaribirligi.org/cok-yakinda-yayinlanacak-olan-onucuncu-yilinda-ohalin-toplumsal-maliyetleri-raporu-uzerine-khkli-sosyolog-doc-dr-bayram-erzurumluoglu-ile-yapilan-carpici-roportaj-2  yazarak soykırım tartışmasının detaylarına bakabilirsiniz.

Rapordaki “Sonuç” ifadesi bence mevcut durumun en kısa özetidir:

OHAL/KHK’lar ve devamında yürürlüğe konulan uygulamalar Türkiye’yi Hukuk Devletiolmaktan tamamen uzaklaştırmış ve hiç kimsenin hukuk güvencesinin olmadığı bir devlet statüsüne getirmiştir. Hukuk Devleti olamamanın ülkeyi iki yılda getirdiği nokta, yalnızca, 250.000 birincil mağdur, 1.500.000 ikincil mağdur üretme sınırlarını çoktan aşmış ve 80.000.000 üçüncül mağdur üretme noktasına doğru hızla yaklaşmaktadır.

KHK lı ifadelerinden örnekler / röportajlardan alınmıştır:

Sosyalist KHK’lı: Öğretmen olarak çalışırken öğretmenlerin kendi öğrencilerine özel ders vermesi – okulların dershane vs. paralı eğitime yönlendirme yapılan yerler olmasını protesto ediyordum. Bu nedenle bazı öğretmen arkadaşlarımla ve okul idaresiyle çatışmak durumunda kaldım. Oysa özel sektörde çalışmamız dahi engellendi. Hayatımızı devam ettirmek için özel ders vermeye başladım. Benim için hayatımın en olumsuz bölümü oldu. Ancak daha önceki zamanlarda iktidar uygulamalarını sokakta basın açıklamaları gibi eylemlerle protesto etme alışkanlığımızdan meydanlara çıktık. (Alttaki bölüme değil de buraya yazmak istediğim grup ise öznel İslamcı kimliği ile bizim de itirazlarımızı aynı şekilde yaptığımızdır. Bu nedenle Müslüman kimliği ile küresel kapitalizme itiraz eden duruşumuz kurum soruşturmasında, ibadet edip de kendi partilerine yanaşmayanlara etiket yapıştıran amirleri şaşırtmış hatta kızdırmıştı. ‘Hem namaz kılıyorsun hem de iktidarın, devletin aleyhine yazmışsın!’ diye tepki göstermişlerdi. Bu ifadeler OHAL komisyonundan bana ret cevabı olarak dönmüştü: Devlete sadakati şüphelidir!)

Dindar – mütedeyyin çevresinden KHK’lı:

1-İlk yaşadığımız şey, ne yapacağımız bilememek oldu. Nasıl davranacağımızı, nasıl yapacağımızı soracağımız kimseler yoktu. Bizi savunmak, korkulacak bir şeydi o günlerde.

2- İdare Mahkemesi ‘Herhangi bir terör örgütü ile irtibatınız olmayabilir ama idarenin bu süreçte bir tasarruf yetkisi var!’ diyerek idareyi hakkı buldu, davayı istinafa taşıdım. İstinaf garip bir karar verdi. Davayı bozdu ama aleyhime karar verdi, davayı Danıştay’a taşıdım. Bu sefer 2. kez ihraç olduğumdan OHAL KHK’sına karşı dava açtım. Danıştay, İstinaf’ın kararını bozdu ve tekrar İstinaf’a gönderdi. Davanın Danıştay’a gitmesine karar verdi. 15 Temmuzdan önce etliye sütlüye karışmayan birisiydim. Eski mesai arkadaşlarımın beni arayıp sormamalarını bile doğal karşıladım. Korkmuştular, onları anlıyordum. Ben de korkmuştum. Bakanlığın davada yaptığı kurumsal savunmasında “Devlete sadakat görevini yerine getirmemiştir.” Oysa ki bu benim kabullenebileceğim, aklımdan dahi geçiremeyeceğim bir şeydi. “Belki birilerinin beklentisini karşılayamadım herhalde!” diye düşündüm.

BİR BAŞKA ANKET:  “Avrasya Araştırma Başkanı Kemal Özkiraz’ın KHK üzerine çarpıcı anketi”

KHK kısaltmasının anlamını bilenler: % 41.5

KHK’lılar kimlerdir: İşten atılan memurlardır: %56

Fetöcülerdir: %14

Bilmiyorum: %17

Teröristlerdir: %4

Atılan askerlerdir: % 3,6 (Diğer memurlardan haberleri yok.)

Mahkeme olmadan görevden alınma doğru mudur?

Doğru değil %50,  Kararsızım: %22, Devlet güvenmediği kişilerle çalışmayabilir: %34

En çarpıcı yer:

 KHK’lıların ekonomik durumları nasıldır? (Bu soru sadece KHK’lı tanıdığı olanlara soruldu)

Bilmiyorum: %25  diye cevapladı. (Yani tanıyor ama ne yaptıklarını  bilmiyor.)

Son durumu özetleyen tablolar:

600 bin soruşturma, 300 bin gözaltı, 100 bin tutuklama, 130 bin ihraç, 2.761 kurum kapatıldı, 200 bin işsiz, 100’den fazla intihar yaşandı, 500’e yakın kanser, ihmal, kazalar sebebiyle can kayıpları yaşandı.

Son durum nedir:

Hem hukuki uygunluk hem de sağlık nedeniyle tahliye edilmediği için ölen tutuklular için ülke gündemine oturan isyana kulak tıkayan iktidar, özellikle tutuklamalarda en son bu hafta kadınlara çıplak arama, göstericilere kameralar önünde orantısız güç kullanımını da aşan insan onurunu ayaklar altına alınan uygulamalar… Önce hedef gösterip sonra 1 günde 60 avukatı tutuklamak, kendisi için geri dönülmez durumu açık ediyor.

İç hukuk bitti; peki AHİM ne yapıyor? Hepimizin bildiği mülteci pazarlığı, ağır dosya yükünden kurtulma istemesi nedeniyle hükümetle anlaştığıdır,  OHAL komisyonu gibi bir oyalamayı kabul ettiğidir. AİHM Başkanının Türkiye ziyareti, 4 yıllık AİHM politikalarının yansıması oldu. Bu ziyaret 4 yıldır devam eden sosyal soykırımı seyretmekle kalmayıp, ona sessizce hukuki bahane ve kaçış yolları üreten AHİM’in maskesini indirdi.

Sadece bu kadar mı? Ülkede evrensel hukuk normları yerine devlet erkinin yasalarını teslim olmuş bir yargı sisteminin kurulduğunu görmüyorlar mı?

Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, hazırlanan raporları 12 ülkenin büyük elçiliğine verdi. Başka bir büyükelçiyle yarım saat planlanan görüşmede sürecin dehşetini gösteren açıklamaları yapınca görüşme 2 saate uzuyor ve elçinin gözleri yaşarıyor.

Peki, 10 yıl öncesine kadar tek bir gazetecinin bile tutuklanmasına olayında üst perdeden Türkiye’yi azarlayan ve sonuç alıncaya kadar çabalayan AB ülkelerine ne olmuştu? Bugün belgeli işkencelere ve yargı bağımsızlığının yok edildiği çok açık olduğu halde neden kıpırdamıyorlar?

“Devlet kendini korumak için hukuku askıya alabilir.” hususuna  güçlü bir itirazda bulunmuyor. Mesele sadece AB’nin  veya Batı entelijensiyanın durumu eski kör günlerine mi düşüyor? Şöyle tarihe bakalım :

I. Dünya savaşı öncesi Japonya, Çin’in Mançurya bölgesini işgal etmişti. Bugünkü BM’nin karşılığı olan Milletler Cemiyeti pasif kalmıştı. Barut fıçısına dönen dünyada nasıl bir ateşin başladığını bilmelerine rağmen kıpırdayamamışlardı. Japonya da Batı’ nın artık fikir üretemeyen ve şok halindeki durumunu bildiğinden, ‘toplantıda istediğimi yaparım’ dediğinde apışıp kalmıştı. Buradan cesaret alan Almanya ve İtalya ateşi yakmaya daha bir cesaretlenmişti. O gün Batıda sadece kendi meselesini önemseyip uzaklarda, Asya’da yabani bir devlet başkasına saldırıyor, deyip ciddiye almamasının bedelini çok ağır ödemişti. Batı meselesine fazlaca girmemin sebebi ülkemizin organik bağı olduğundandır.

Bugün ise yükselen faşizm ve otoriter yönetim tarzlarının yaygınlaşması karşısında dağılmış ve somut refleksler üretemiyor. Her şeyin, insanların, yaban hayvanların, yer altı kaynaklarının, çocukların, kadınların, hakkı haykırmak isteyen avukatların,  öğretmenlerin, doktorların, itiraz eden işçilerin artık KHK’lı olduğu düzendeyiz. Kurulan düzenin insani olmadığını eşit-adil-barış toplumu yerine tek adam -tek ses-tek rejim kurulduğunu fark eden her canlının potansiyel KHK’lı olduğunu görmüş olduk. Önce 140 bin İhraç, aileler ve sonrasında devam eden KHK’sız işten çıkarmalar, açılan davalar ve KHK düzeninden doğrudan etkilenen 3 milyon civarındaki KHK’lı topluluğun kurumsal savunmasını yapması beklenen ana muhalefet partisi zaten yeni düzene eklemlendi, iktidarla bazen aynı jargonları kullanıyor, ‘millet ittifakı’ partileri siyaset üretemiyor.  Ancak Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sembolleşen çabası ve diğer birkaç destek veren vekiller seslerin duyurulmasını sağladı.

Yeni kurulan partilerden Gelecek Partisi ve Deva Partisi hukuksuz, adaletsiz düzenin durdurulması yerine müsamerede sırasını bekleyen oyunculara benzediler. En incitici olan ise bana göre. Babacan’ın “Mahkemelerden beraat alanların görevlerine döndürülmesi gerekir. Devlet onları eski pozisyonlarına döndürmeyebilir. Ama pasif görevlerde çalıştırabilir.” diye verdiği röportajdır. Burası yeri değil ama “Global finans kurumlarıyla görüşebiliyor!” diye yıldızı parlatılan bu liberal politikacının yüzüne söylemek istediğim şeyler var!

“İktidar hedef gösterdi!” diye bir günde 60 avukatın avukatlık mesleklerini ifa ettikleri için gözaltına alınmasında “Birkaç ilde Gülen yapılanmasına operasyon yapıldı.” diye iki tarafın birbirini yemesi şeklinde gören çevreler zaten KHK’lıların en büyük engeli oluyorlar. Bunlardan yeni bir düzen kurulduğunu, bütün muhalif çevrelerin bertaraf edilmesi olayını anlama süreçleri halen sürüyor. Neyse ki diğer çevrelerde olay kavranmış durumda. Ancak bu sefer de somut çıkışlar yapmak üzerine çökülmesiyle sonuçlandığından zorlaştı giderek durum.

Kendi ideolojik –sosyal/kültürel çehresinden çıkamayınca bizden olmayan iki tarafın kavgası olarak mı bakılıyor halen? İktidar tam zamanında müdahale ederek potansiyel tüm muhalifleri bertaraf edebilecek, en azından abandone etmeyi nasıl başardı?

İktidar, kuvvetler ayrılığını ve yargının bağımsızlığını ortadan kaldırırken, iç ve dış kamuoyunu yıllarca mücadele edilse de temizlenemeyecek devasa bir düşmana karşı savaştığına inandırdı. “Cadı Avı” ortamında istediklerini elde etti.

Sadece bu mu? Kendi hukukunu, kendine has yönetim tarzını dayatan tüm iktidarların en zayıf noktasının birlikte çıkarılan ses karşısında olduğunu bilmiyor muyuz? Baskıları durdurabilmek için bir araya gelmesi gereken muhalif yapılar, ideolojiler birleştirici bir metot, zemin mi arıyorlar? Kimliklerimizi bir kenara bırakıp ortak bir mücadele yapalım derken bir yanlışlık mı yapılıyor? Yoksa zemin herkes için doğru olursa başka “bir araya geliş modeline” gerek yok mudur? ‘Kendim sordum, kendim cevaplayayım!’ olmasın; insanlık tarihine bakarsak iktidar ve ona karşı mücadelelerle doludur. ‘Ânın fıkhı’ dediğimiz şey sadece Müslümanların konusu değildir. Sosyalistlerin, liberallerin, seküler veya başkalarının da mücadele fıkhını çıkarabilecekleri ve üstelik başlangıcındaki saf kaynağından ayrılmamışsa bahsettiğimiz zeminin kurulmasına katkısı kaçınılmaz olur.

‘KHK veya KHK’lıların şu anki durumu nedir?’ dediğimizde, 30’dan fazla ilde kurulmuş olan KHK’lılar platformlarına bakmalıyız. Şimdilik bir adres olmayı, KHK meselesini kamuoyuna duyurma konusunda önemli başarıları oldu. Asıl hedefi her alanı özgürleştirecek genel bir mücadele içinde, bireysel heyecanını koruyacak olan birlikte ses verme amacı olmalıdır. Platformlar kurumsallaşma konusunda aceleci olmamalıdır. Çünkü bu sorun ülkedeki bütün haksız-hukuksuz işlerin birleşim noktasıdır. Tersi olursa kimliklerin bir araya gelip yeni bir umutla, yeni bir kimlikle geleceğin dünyasını kuracak mücadele hattı kuracak imkân değerlendirilmemiş olur.

Tevhid-Adalet-Özgürlük açılımında Müslüman kitle içinde öznel bir zeminde toplumsal muhalefi yapan yapılar,  geçen yıllarda kurulan emek-adalet eksenli yapılar ve Mazlumder’den ayrılan bağımsız yapılar KHK meselesinde birer adrestirler. Ayrıca köklü kuruluşlardan İHD ve bazı sendikalar adalet mücadelesinin aktörleridir. Buralarda yer alıp hem genel bir adalet mücadelesi için olunabilir hem de platformlarda KHK mücadelesi yürütülebilir.

Bugün yaşam-vatandaşlık haklarımızın, toprağımızın suyumuzun tehdit altında nefes alamıyorsak, bu durum bize ‘bir araya gelme formülleri’ tartışmalarından önce uygun herkesi, teklifsiz katılabilecek zemin kurulmasına yönelmeye zorlamalıdır. Nefesi kesilen insanlar elbette bir araya geldiklerinde birbirlerinin ilkelerine rahatsızlık verecek tavırlarını bu zeminde isteyerek terk edecektir. Ya da eşit katılımcı, bütüncül bir siyasi programın çevresinde buluşanlar “insanlar konuşa konuşa anlaşırlar” sözünü gerçekleştirebilir.

Bugün bizi bekleyenin ne olduğunu vicdanı hür olanlar ve “Zulüm bizdense ben bizden değilim!” diyenler olarak biliyoruz. Yaşadığımızın çağın kapitalizminin, emperyalizminin, faşizminin, otokrasisinin, dünyayı talan etme, insanları köleleştirme ve hatta kul etme niyetlerinin nasıl tezahür ettiğini görüyoruz. Bizi bekleyen şeyi idealizme boğduğumuzda yanılırız. Elbette eleştirilecek yönleri de olsa ülkemizde Yüksel-Bakırköy-Düzce ve diğer yerlerde ciddi direniş örnekliği veren direnişçilerimiz de oldu. Elbette mücadele tek bir cenahta cereyan edemez. Ancak eninde sonunda kitleselleşebilecek siyasetin üretilebileceği hattın önemli bir kısmını oluşturuyorlar.

Şu üç belgeselde global düzende modern otoriterlik ve karşı  direniş adına seyredilebilir örnekler var:

Hong-Kong direnişini anlatan, “ Joshua: Süper Güce Direnen Genç”

Ukrayna direnişini anlatan: Winter on fire / Ukranie’s Fight For Freedom

Mısır’da Mursi ve Sisi dönemini işleyen: Bassem Youssef‘un “Devlerin Ayağını Gıdıklamak” (2016) örneklerini verebilirim. Ç

ağdaş direniş örneklerini olayların içinden ve tanıkların ifadesiyle yapılan belgeseller olduğu için tavsiye ediyorum. Bizden bir örnekle, 3 yıldan fazladır Ankara ve Düzce meydanlarda direnişi devam ettiren Acun, Alev ve Nazan hanımların  tutuklu oldukları cezaevinden gönderdikleri mektupla bitirmek istiyorum.

Konu ile ilgili diğer yazılarımın linkleri:

https://www.emekveadalet.org/notlar/kuresellesme-ve-yeni-sol-konferansi-izlenimleri

https://www.emekveadalet.org/notlar/ankaraya-giremeyen-khklilar

https://www.emekveadalet.org/notlar/oncesi-ve-sonrasi-ile-bir-khklilik

RAPORUN TAMAMI İÇİN: https://drive.google.com/file/d/1YyEnkCK_VH6O3ujOSuj9MuXxNGzuR7uJ/view

 

 

 

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Çiftçi-Sen: “Yeter Artık! Topraklarımız Metalaştırılmasın!”

Yayınlanma:

-

Çiftçiler Sendikası (ÇİFTÇİ-SEN), “17 Nisan Çiftçilerin Uluslararası Mücadele Günü” vesilesiyle bir açıklama yayımladı.

Genel başkan Ali Bülent Erdem ve genel örgütlenme sekreteri Adnan Çobanoğlu imzasıyla yayımlanan açıklamada sermaye ve devletlerin tabiat talanına vurgu yapıldı ve birçok ülkede toprak ve suyun şirketler tarafından gasp edildiği, havanın kirletildiği, buna karşı duran ve topraklarında onurlu bir yaşam sürdürmek, sağlıklı gıda üretmek isteyen köylülerin/çiftçilerin ise şiddete maruz kaldığı dile getirildi.

Açıklamanın tam metni şu şekilde:

17 Nisan Çiftçilerin Uluslararası Mücadele Günü

1996 yılının 17 Nisan’ında Brezilya’da Topraksız Kır İşçileri-MST’li çiftçiler toprağa erişmek için verdikleri meşru mücadele sırasında şirket ve devletin güvenlik güçleri tarafından saldırıya uğramış ve 19 MST üyesi acımasızca katledilmiştir. Çiftçilerin küresel örgütü La Via Campesina (Çiftçi Yolu) 17 Nisanları katledilen çiftçileri anmak ve şirketlerin gıda sistemine karşı mücadelenin yükseldiği bir gün haline getirmek için 17 Nisan’ı “Çiftçi Mücadele Günü” olarak belirlemiştir. O tarihten bu yana her 17 Nisan, “Çiftçilerin Uluslararası Mücadele Günü” olarak ortak gündemli değişik eylem ve etkinliklerle anılmaktadır. Bu yılın gündemi Toprağa Erişim Hakkının dillendirilmesi üzerinedir.

Toprak hakkı, çiftçilerin ve kırsal toplulukların köylü tarımsal ekolojisi yoluyla sağlıklı gıda üretmeye devam edebilmeleri ve toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşama tam katılım sağlayabilmeleri için olmazsa olmazıdır. Ancak bu hak ve mücadele, sermaye devletleri tarafından hâlâ suç sayılmakta, dünyadaki çiftçi/köylü örgütlerinin ortak hazırladıkları BM Genel Kurulunda kabul edilen kısa adı “Köylü Hakları Deklarasyonu”nda geçen haklar sistematik olarak ihlâl edilmektedir.

Gıda her canlı için “olmazsa olmaz” olandır. Sağlıklı gıdaları üretebilmek ancak temiz toprak ve kirletilmemiş su ile mümkündür. Çiftçilerin temiz toprak ve suya erişimi ile doğayla birlikte üretebilmesi tahrip edilmemiş ekolojik yapıları gerekli kılar. Yaşamı canlı kılabilmemiz, kültürlerimizi yaşatabilmemiz ancak böyle mümkün olabilir ve gıda egemenliğinin temelini oluşturur.

Sermaye için ise toprak, su, hava, doğanın her bir parçası kâr aracı, bir meta olarak görülmektedir. Sermaye birikimi için toprak, hava, su ve doğal kaynaklar gasp edilmekte ve hatta ülkelerin işgaline kadar gidilmektedir. Ortadoğu’da yaşananların, Filistin’in İsrail tarafından işgalinin nedeni hep aynıdır. Bu nedenledir ki ülkemizde ve Latin Amerika’dan Afrika ve Asya’ya kadar birçok ülkede toprak ve su, şirketler tarafından gasp ediliyor, hava kirletiliyor; buna karşı duran, topraklarında onurlu bir yaşam sürdürmek ve sağlıklı gıda üretmek isteyen köylüler/çiftçiler ise şiddete maruz kalıyorlar.

Gıdayı, toprağı, suyu, enerjiyi kontrol etmek isteyen şirketler dünyanın her yerinde toprak gaspı yapıyorlar, neoliberal politikaları uygulayan siyasi iktidarlar da onların sunduğu politika ve projeleri uyguluyor. Madencilik faaliyetleri, alışveriş merkezleri, otoyollar, çarpık kentleşme, “yenilenebilir enerji” projeleri altında toprağa, suya, havaya el koyma ve kirletme yatırımları her yıl binlerce hektar tarım arazisini, su kaynaklarını, iklim koşullarını yok ederek kırsal yaşamı etkiliyor. Otlak ve meraların özelleştirilmesinin sonucu bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğinin bağı kopartıldı.

Sermayenin bitmeyen kâr hırsının sonucu olarak yaratılan İklim krizinin olumsuz etkileri bu yıl ülkemizde daha net görüldü. Binlerce hektar arazi don olayının etkisi altında kaldı. Ancak toprağa, suya erişim hakkını savunan köylüler/çiftçiler, ekolojistler dünyanın hiçbir yerinde buna sessiz kalmıyor, ellerinden geldiğince bu tür saldırılara karşı mücadele ediyor ve şiddete maruz kalıyor.

Yeter artık! Topraklarımız metalaştırılmasın!

La Via Campesina ve ÇİFTÇİ- SEN olarak; siyasi iktidarlara toprak gaspına son vererek toprağı köylüler arasında yeniden dağıtacak ve “Gıda Egemenliği”ne odaklanan, halkçı ve kapsamlı bir “Tarım Reformu” çağrısında bulunuyoruz.

Taleplerimiz:

  • Arazi kullanımının sosyal, ekonomik ve çevresel boyutlarını göz önünde bulundurun!
  • Eşitsizliğin, sınır dışı edilmelerin ve mülksüzleştirilmelerin yapısal nedenlerini ele alın!
  • Filistinlilerin ve pek çok başka bölgede yerinden edilmiş toplulukların topraklarını halka geri verin!
  • Köylü ve yerli toplulukların toprakları ve bölgeleri üzerindeki haklarını tanıyın!
  • Özellikle gençler, kadınlar lehine ayrımcılık ve küçük ölçekli gıda üreticileri lehine tarım arazilerinin yeniden dağıtılmasına yönelik kamu politikalarını uygulayın!
  • Toprak ve arazi gaspına son verin! Ekosistemi tahrip eden uygulama ve yatırımlardan vazgeçin!
  • Köylülerin otlak ve meralarını geri verin!

Gıda krizinin sürekli büyüdüğü, yoksulların, emekçilerin gıdaya erişiminin her geçen gün zorlaştığı günümüzde daha adil ve onurlu, halkların kendi kültürlerine uygun, doğayla uyumlu bir gıda sistemi bugün daha fazla ihtiyaçtır ve bunun için kolektif bir çaba gereklidir. Bunun için de kır ve kent arasında dayanışma ve sınıf ittifakları kurmaktan ve güçlendirmekten başka çaremiz yoktur!

Gıda Egemenliği; Hemen, Şimdi!

Köylü Hakları; Hemen, Şimdi!

Toprak, Onur, Yaşam!

Çiftçiler Sendikası (ÇİFTÇİ-SEN)

Ali Bülent ERDEM (Genel Başkan)

Adnan ÇOBANOĞLU (Genel Örgütlenme Sekreteri)

Devamını Okuyun

Haberler

Üsküdar’da MAERSK eylemi: Gemileri Durdur, Direnişi Büyüt

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, Özgür Yazarlar Birliği ve TOKAD; Gazze nöbetlerine devam ediyor.

06 Nisan 2025 çarşamba günü Üsküdar’da, Mimar Sinan Meydanındaki nöbet eylemi “İsrail’e F-35 Parçaları Taşıyan Maersk Gemilerini Engelle, Mersin Limanına Sokma, Katliama Ortak Olma!” temasıyla yapıldı.

Eylemde konuşan Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs, katliam ve soykırım bitene kadar nöbetlerine devam edeceklerini söyledi. Topluluk adına Cahit Erdem Örs ve Şeyma Yıldırımda birer açıklama yaptılar.

Cahit Erdem Örs, “İsrail’i Tanıma, Tam Ambargo Uygula” çağrısında ısrarlı olacaklarını vurgularken Şeyma Yıldırım, İsrail’e F-35 parçaları götüren MAERSK gemilerinin durdurulması gerektiğini dile getirdi.

Eylem boyunca “Limanlar Siyonizme Kapatılsın, Gemileri Durdur Direnişi Büyüt, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, Erdoğan Botaş’ın Vanasını Kapat, Katil İsrail Filistin’den Defol, Katil ABD Ortadoğu’dan Defol, Yaşasın Gazze Direnişimiz” gibi sloganlar atıldı, tekbir getirildi.

Devamını Okuyun

Haberler

Üsküdar’da “İsrail’i Tanıma, Tam Ambargo Uygula” Yürüyüşü

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, TOKAD, ÖYB ve Sağlık İlke-Sen, Üsküdar sahilde “İsrail’i Tanıma, Tam Ambargo Uygula” temalı bir yürüyüş ve eylem yaptı.

Eylemde, iki hafta sonra İsrail’e ulaştırmak üzere F-35 parçalarıyla yüklü Maersk gemilerinin durdurulması çağrısı yapılarak şöyle denildi:

Danimarkalı nakliye şirkeri Maersk’e ait Maersk Detroit ve Nexoe Maersk gemileri, ABDdeki Lockheed Martin tesislerinden alınan F-35 parçalarını İsrailin Hayfa Limanı’na taşımak üzere rotalarını belirlemiş bulunuyor. Bu rotada, Mersin Limanı kritik bir durak olarak plânlanmış durumdadır: Nexoe Maersk gemisi 28 Nisan 2025 tarihinde Mersine gelecek, kargosunu buradan İsrailin Hayfa Limanı’na ve nihayetinde Nevatim Hava Üssüne ulaştıracak! Bu üs, Gazzede Filistin halkını hedef alan Siyonist bombardımanların merkezidir. Bu yüzden, Nexoe Maersk’in Mersin’e yanaşıp buradan yoluna devam etmesine izin verilmesi durumunda, müdahale etmeyen herkes açıkça İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımına ortak olacaktır!

Yürüyüş ve eylem boyunca “Gazze Ölüyor İnsanlık İzliyor, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, Yaşasın Küresel İntifada, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, İşbirlikçi Hanedanlar Hesap Verecek, Vanaları Kapat Petrolü Kes, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, İsrail’e Değil Filistin’e Sevkiyat, Limanlar Siyonizm’e Kapatılsın, Kürecik Radarı İsrail’in Kalkanı, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Emperyalistlere Limanları Kapat, İhaneti Bırak Direnişe Destek Ol, Katil ABD Ortadoğu’dan Defol, Zalime Yanaşma İşbirlikçi Olma, Gazze’de Çocuklar Açlıktan Ölüyor, Hamaseti Bırak Tam Ambargo Uygula, İsrail’i Tanıma Tam Ambargo Uygula, Rümeysa Öztürk Onurumuzdur, Filistin Davası Yargılanamaz, Fevziye Şenoğlu Onurumuzdur, İkinci Nakba’ya İzin Vermeyeceğiz, İşbirlikçi AKP Hesap  Verecek, Katil ABD İşbirlikçi AKP” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Meryem Karayıl ve Cahit Erdem Örs’ün okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

İSRAİL’İ TANIMA, TAM AMBARGO UYGULA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Gazze’de Siyonist soykırım savaşı tüm hızıyla devam ediyor!

Siyonist rejim, Gazze’yi boşaltmak için “YA ÖLÜM YA SÜRGÜN!” hedefiyle saldırılarını yoğunlaştırıp işgali derinleştiriyor!

Gazze halkı bütün bir dünya ve müslümanlar tarafından yalnız bırakılmış ve çıkışsız bir kıskaca alınmıştır!

Gazze’deki katliamlara paralel biçimde İsrail’in, Batı Şeria’daki mülteci kamplarına, köylere, mahallelere yaptığı baskın ve kuşatmalar sürüyor; işgal devleti zaten yetersiz olan alt yapıyı tahrip ediyor, kardeşlerimizi katlediyor!

Koca bir yalan ve iki yüzlülük sûretindeki İslam âlemi, bütün bunları görmemek için olan bitene gözlerini kapattı; işbirlikçilik ve ihanet utancı kara bulut gibi coğrafyalarımıza ve gönüllerimize çöküverdi!

İstanbul halkı!

Gazze’de katliamlar 18 aydır devam ediyor.

Tarihin hiçbir evresinde böyle bir katliam silsilesi görülmedi!

Dünyanın ve Türkiye’nin pek çok yerinde sokağa çıkan milyonlar, İsrail’e verilen destekleri durdurmaya çalıştı.

Biz de elimizden geldiğince bunun için mücadele ettik.

İsrail’i, bu mel’ûn Siyonist soykırım makinesini besleyen kaynakları kurutmak için çağrılarda bulunduk!

“İsrail’e akan petrolü kesin!” diye haykırdık!

“Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından akarak İsrail’e ulaşan Azerbaycan petrolü, Siyonistlerin tank ve uçaklarını çalıştırıyor ve ölüm olarak Filistinli kardeşlerimizin üzerine yağıyor!” dedik.

Ama Türkiye’yi yönetenler, AKP iktidarı vanaları kapatıp petrolü kesmedi!

Bir de utanmadan varil başına 1 dolar 27 sent aldıklarını söylediler!

İsrail’in dostu olduğunu söyleyen Azerbaycan cumhurbaşkanı Siyonistlerin işbirlikçisi İlham Aliyey, Hazar petrolünü İsrail’e satmaktan vazgeçmedi! Katliamdan kazandığı kanlı parayı hanedanını ve iktidarını güçlendirmek için kullandı!

Aynı uyarıyı, çağrıyı yineliyoruz:

Derhâl vanaları kapatın, petrolü kesin!

Mazlumların dostları!

Yine yıllarca “İsrail’le ticareti kesin!” diye haykırdık.

Aksâ Tûfânı’ndan sonra da “İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet” sloganını ülkenin dört bir yanında dillendirdik.

Ancak, Türkiye’yi yönetenler, İsrail’i besleyen diğer bütün kalemleri, bütün bir lojistiği kâğıt üzerindeki birtakım numaralarla gizlemeye çalıştılar.

Filistin’e ihracatın yüzlerce, binlerce kat arttığını söylediler.

İşte bu yalan makinesinin “Filistin’e ihracat binlerce kat arttı!” dediği 2024 yılı aralığında Dünya Gıda Programı (WFP) yaptığı açıklamaya göre Batı Şeria’daki yaklaşık 700.000 Filistinlinin gıda yardımı ihtiyacının %100 artış gösterdi. Bu durum, bölgedeki artan gıda güvensizliğinin ve ekonomik zorlukların yalnızca Gazze ile sınırlı kalmadığını gösteriyor.

“İsrail’le ticareti kestik, Filistin’le ticaret patladı!” iddialarını işte bu açıklamalar yalanlıyor.

İsrail lojistik şirketleri karayollarımızda, limanlarımızda cirit atıyor!

Tekrar uyarıyoruz, tekrar haykırıyoruz:

Ticareti kesin, limanları Siyonist gemilere kapatın!

Kardeşler,

İşte bu meydanlar, bu Üsküdar iskelesi, karşıdaki Eminönü meydanı ve daha nice sokak ve meydanlar da şahittir ki yine yıllarca “İsrail’i koruyan Kürecik NATO radarını sökün, İncirlik ABD üssünü kapatın!” diye sayısız eylem yaptık.

Ancak, Kürecik NATO radarı kendi döneminde açılan AKP iktidarı bu çağrılara da kulak asmadı.

Evet, bunların hiçbirini yapmadılar ama yine de Filistin’i çok sevmeye devam ettiler!

Kırmızı çizgi hamaseti yapıp durdular!

Bakınız, güncel bir durum paylaşmak istiyoruz:

Danimarkalı nakliye şirkeri Maersk’e ait Maersk Detroit ve Nexoe Maersk gemileri, ABD’deki Lockheed Martin tesislerinden alınan F-35 parçalarını İsrail’in Hayfa Limanı’na taşımak üzere rotalarını belirlemiş bulunuyor. Bu rotada, Mersin Limanı kritik bir durak olarak plânlanmış durumdadır: Nexoe Maersk gemisi 28 Nisan 2025 tarihinde Mersin’e gelecek, kargosunu buradan İsrail’in Hayfa Limanı’na ve nihayetinde Nevatim Hava Üssü’ne ulaştıracak! Bu üs, Gazze’de Filistin halkını hedef alan Siyonist bombardımanların merkezidir. Bu yüzden, Nexoe Maersk’in Mersin’e yanaşıp buradan yoluna devam etmesine izin verilmesi durumunda, müdahale etmeyen herkes açıkça İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımına ortak olacaktır!

Gördüğünüz gibi işbirlikçilik ve ihanet bitmiyor!

Bu iktidar sahiplerine soruyoruz:

Neyi bekliyorsunuz? Filistin halkının tümüyle yok edilmesini mi!

Kıymetli halkımız,

Katil ve işgalci ABD ile katil ve işgalci İsrail, Ortadoğu’yu/Batı Asya’yı dizayn etmek için katliamlarına, savaş ve işgallerine hız vermiş durumdadır.

Suriye’de mevzi kazanan bu güçler; Lübnan, Filistin ve Yemen’de direnişi boğmak için 18 aydır amansız bir saldırı dalgası vâr ettiler.

İran’ı kuşatma plânlarının son aşamasına geldiklerini dost-düşman herkes bilmektedir.

Tarihin kritik bir evresindeyiz.

Türkiye, bu kritik eşikte nerede duracaktır? Kimlerle dost, kimlerle düşman olacaktır?

Buna iyi karar vermek zorundadır.

Egemen dünya düzeninden yana saf tutup mazlum ve mustazaf halklarımızın, coğrafyalarımızın karşısına mı dikilecektir yoksa yoksul Yemen halkı gibi şeref ve haysiyeti tercih edip ABD ve İsrail’i bölgeden kazımak isteyenlerle mi birlikte olacaktır?

İşte karşı karşıya kaldığımız/kalacağımız kritik seçim budur; tablo, bu kadar açık ve nettir.

Direnişin dostları,

Gazzeli çocukların, Gazzeli annelerin yürek parçalayan görüntüleri bizi, insanlığımızdan utanma aşamasına getirmedi mi?

Kerbela ıssızlığına, ölüm ve çaresizliğe sürgün edilen yavrularımız rüyalarımıza girmiyor mu?

Artık anlamış bulunuyoruz ki bugün kurtuluş eli, yardımı bekleyenler için insanlık tümüyle ölmüştür.

Bizdeki iktidar sahipleri ise birtakım alicengiz oyunları marifetiyle iktidarlarını daha çok pekiştirmek ve uzatmak derdine düşmüşlerdir.

Sahte Filistin duyarlılıkları bir kez daha ortaya çıkmış, kayyım ve görevden almaları protesto eylemlerinde tutabildikleri gençleri hapsederek asıl gündem ve niyetlerini açık etmişlerdir.

Ey iktidar sahipleri!

Bu ucuz numaraları bırakın!

Hem açlık ve yoksullukla boğuşan halkımızın gerçek gündemine yoğunlaşıp adaletsizlik ve hukuksuzluklardan vazgeçin hem de hemen yanı başınızda bir halk günde yüzlercesiyle katledilirken birazcık olsun utanın!

Neyle meşgulsünüz?

İktidarınız, o çok övündüğünüz hassasiyetleriniz, İHA ve SİHA’larınız neye yarıyor?

İmkânlarınızı mazlumların kurtuluşu için kullanmayacaksanız da ne için kullanacaksınız?

İsrail’i tanımaktan vaz geçin!

İsrail’i koruyan Kürecik NATO Radarını ve İncirlik ABD üssünü kapatın!

İsrail’e hilesiz hurdasız TAM AMBARGO uygulayın!

Biz sizin hamasetinizden bıkıp usandık; ya bunları hemen, derhâl yapın ya da artık susun, gölge etmeyin!

Kardeşler!

Filistin halkının özgürlüğü için mücadele eden Rümeysa Öztürk kardeşimizi haydut ABD gözaltına aldı.

Kardeşimizi hemen serbest bırakın!

Rümeysa Öztürk kardeşimiz de Rachel ve Ayşenur gibi size asla boyun eğmeyecektir!

Tutuklamalarla intifada yârenlerini yıldıramazsınız.

Bu hususta bir sözümüz de Rümeysa Öztürk’ü tutuklayan ABD’yi kınayan hükümet yetkililerinedir:

Siz ne yüzle böyle bir açıklama yapıyorsunuz?

“Gemileri durdurun, İsrail’le ticareti kesin!” diyen kardeşlerimizi işkenceyle göz altın alıp hapis istemleriyle yargılayan siz değil misiniz?

Adana’da, konsoloslukları önünde katil Amerika’yı protesto eden kardeşlerimizi işkenceyle göz altına alan siz değil misiniz!

Farklı noktalarda Filistin eylemleri yapan kardeşlerimizi İstanbul ve Ankara mahkemelerinde yargılayan, Ankara’da “Süpürün!” talimatıyla Filistin dostlarına saldıran, tekrar tekrar göz altı yapan siz değil misiniz!

Bu iki yüzlülüğünüzü affetmeyecektir!

Arkadaşlar!

Açıklamamızın sonunda mühim bir hususa değinmek istiyoruz.

Son günlerde iktidara yakın medyada yazan ve konuşan bazı isimler Gazzeli kardeşlerimizin hicretinden bahsediyor.

Bu kişiler, “Kudüs’ü fethederiz, bir gece ansızın İsrail’e gireriz!” hamasetini yapan AKP iktidarını alkışlıyorlardı.

Şimdi Gazzelilere açık açık “Bizden size fayda yok, kaçıp canınızı kurtarın!” diyorlar!

Bu arsızlara, bu işbirlikçiliğe teslim olanlara cevabımız şudur:

İkinci Nakba’ya izin vermeyeceğiz!

Filistin halkının tehcirini değil, geri dönüşünü konuşup savunacağız!

İşbirlikçilik ve ihanet politikalarına verdiğiniz destekle tarihin utanç sayfalarındaki yerinizi aldınız!

Veyl olsun duruşunuza, zihniyetinize!

Filistin dostları!

Allah’ın izniyle egemen dünya düzenine, emperyalizme, Siyonizm’e, işbirlikçilik ve ihanete karşı mücadelemiz sürecektir!

Şu şehir, şu deniz, şu gök yüzü, şu insanlar şahit olsun ki mazlumların yanında saf tutmaktan geri durmayacağız!

Herkesi bu cephede toplanmaya çağırıyoruz!

Allah’ın izniyle emperyalistler, Siyonistler yenilecekler ve cehenneme sürüleceklerdir.

Yeter ki biz doğru cephede saf tutalım!

EĞİTİM İLKE-SEN, SAĞLIK İLKE-SEN, TOKAD, ÖZGÜR YAZARLAR BİRLİĞİ

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x