Haberler
Gazze Aktivistlerine Eziyet Eden İngiltere, Konsolosluk Önünde Protesto Edildi
Topluluk adına Gülşah Eldemir’in okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:
“7 Ekim 2023’ten bu yana geçen her dakika, Gazze Şeridi modern dünyanın gözleri önünde sistematik bir imhaya maruz bırakılmaktadır. Gazze, Cenevre Sözleşmeleri ile güvence altına alınan sivil koruma statüsünün fiilen ortadan kalktığı ve Uluslararası İnsani Hukuk normlarının tamamen ihlal edildiği bir felaket bölgesine dönüşmüştür. Resmi raporların 70 bin olarak zikrettiği, ancak enkaz altındaki ve kayıtlara geçmeyen kayıplarla birlikte 700 bine yakın insanın katledilmesi, insanlık tarihinin en büyük utanç vesikasıdır.
Hayatını kaybeden Filistinlilerin sadece bir rakamdan ibaret olmadığını, her birinin teker teker günlere ve haftalara değin konuşulacak hayat hikayelerine sahip olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda Siyonist işgalcinin suç listesinin kabarık olduğunu da biliyoruz. Lakin biz şunu da çok iyi biliyoruz ki, soykırımı sadece İsrail üzerinden okumak, katliam sürecini eksik tanımlamak ve asıl failleri gizlemektir.
İlan ediyoruz ki; İsrail’in, Gazze’de işlediği tüm cinayetlerde birden fazla ortağı bulunmaktadır! Soykırım sürecinde İsrail’le askeri, ticari, diplomatik ve akademik ilişkilerini sürdüren yapılar soykırıma doğrudan ortaktırlar. Bu bağlamda İsrail’le ilişkilerini devam ettiren Devletler ve Sermaye sınıfı, insanlığa karşı işlenen bu suçların hepsinden sorumludurlar.
Siyonist İsrail rejimi, insanlık tarihinin en karanlık suçlarını işlerken; Güney Afrika’nın girişimleriyle Uluslararası Adalet Divanı, bu barbarlığı makul soykırım riski olarak tescil etmiş ve İsrail’i sanık sandalyesine oturtmuştur. Dava henüz resmi anlamda sonuçlanmış olmasa da tutsak dünyanın özgür halkları kendi vicdanlarında ve pratiklerinde İsrail’i suçluluğa mahkum etmişlerdir. Küresel İntifada çağrısına karşılık veren halklar, dünyanın dört bir yanında İsrail İle ilişkilerini sürdüren Devletleri ve sermaye sınıfını hedef alan eylemlerde bulunmuşlardır. Amerika Birleşik Devletlerinden Hırvatistan’a, Sırbistan’dan Japonya’ya, Türkiye’den İngiltere’ye çok çeşitli ülkelerde eylem yapan aktivistler, Soykırımı mümkün kılan sebeplerin ortadan kalkması için hükümetlerine baskı yapmışlardır.
Bu küresel suç ortaklığının en somut ve kanlı halkalarından biri ise bugün İngiltere’de karşımıza çıkmaktadır. İngiltere, Siyonist rejimle kurduğu ilişkiyi sadece diplomatik destekle sınırlı tutmamış, askeri, akademik ve ekonomik destek vermiştir. Bunlarla da yetinmeyen İngiltere yönetimiz, Uluslararası Koalisyonın içinde yer alıp Yemen’i bombalayarak, soykırım sürecinde doğrudan ve net biçimde aktif rol almıştır. Aynı zamanda topraklarında faaliyet gösteren silah şirketlerinin soykırıma doğrudan destek vermesi, İngiltere’nin suçluluğunu pekiştirecek bir kanıt niteliği taşımaktadır.
İngiltere devletinin bu aleni suç ortaklığına, Birleşik Krallık halkları sessiz kalmayarak çok kalabalık eylemler organize etmişlerdir. Londra sokaklarını dolduran yüz binlerce insan ve Manchester gibi sanayi kentlerinde gerçekleşen kitlesel yürüyüşler, halkların soykırım politikasına dair tavrını somut biçimde göstermiştir. Ancak siyasi iktidar, halkların meşru taleplerine sırt dönmüş ve İsrail ile olan kanlı ticaretini sürdürme ısrarından vazgeçmemiştir. İngiltere devlet yetkililerinin soykırımda ısrarı, sivil direnişin nitelik değiştirmesine ve protestoların, soykırım çarklarını fiilen durdurmayı hedefleyen doğrudan eylemlere evrilmesine yol açmıştır. Bu noktada Palestine Action grubu, silah fabrikalarını fiziksel olarak engelleme stratejisiyle sahneye çıkmıştır. Aktivistler, İngiltere’de faaliyet gösteren ve İsrail’le doğrudan ilişkisi olan kurumları meşru çerçevede hedef almıştır.İngiltere devleti ise bu meşru direnişe, kendi hukukunu askıya alarak, adeta bir polis devleti refleksiyle karşılık vermiştir. Temmuz 2025 itibariyle Palestine Action Hareketi terör listesine alınmış, aktivisteri ise terörist olarak kriminalize edilmişlerdir.
Meşru eylemler yapan Filistin Dostları, Terör Yasası (Terrorism Act) kapsamında gözaltına alınmış, evleri basılmış ve en temel demokratik haklarından mahrum bırakılmışlardır. İngiltere, soykırımı önlemeye çalışanları kamu düzeni tehdidi olarak kodlayarak, İsrail’in çıkarlarını kendi vatandaşlarının özgürlüğünden öncelemiştir.
Bu baskı ve sindirme politikasının en somut, en vahşi ve en hukuksuz örneği, İngiltere devletinin hukuku çiğneyerek dosyasını oluşturduğu Filton 24 davasıdır. Kamuoyunda bu isimle anılan grup, 6 Ağustos 2024 tarihinde Bristol kentinin Filton bölgesinde yer alan ve İsrail’in en büyük silah tedarikçisi olan Elbit Systems’e ait kritik bir tesisi basan 24 Palestine Action aktivistinden oluşmaktadır. Hedef alınan bu tesis, Gazze’de kullanılan insansız hava araçlarının ve ölüm makinelerinin tasarlandığı, ARGE çalışmalarının yürütüldüğü, Elbit’in teknolojik beyni sayılan yerleşkesi olarak anılmaktadır. Aktivistler bu merkezi işlevsiz hale getiren meşru bir eylem gerçekleştirmiştir.
İngiltere devleti, soykırımın lojistiğini kesmeyi hedefleyen bu eyleme, adeta bir düşman hukuku uygulayarak yanıt vermiştir. Gözaltı sürecinin temel dayanağı Terör yasası olmuş ve en karanlık maddesi olan 7.Madde devreye sokulmuştur. Normal şartlarda olağanüstü durumlar için kullanılan bu madde, aktivistlerin üzerinde bir baskı aracı haline getirilmiştir. Filistin dostları, İngiltere devleti tarafından güvenlikleştirilerek hayati bir tehdit olarak kodlanmıştır.
Susma hakkı gibi en temel evrensel hukuk normları gasp edilmiş, Filistin dostları teknolojik aletlerinin şifrelerini vermeye ve dijital verilerini teslim etmeye zorlanmıştır. Verilerini paylaşmayanlar terör şüphelisi sayılarak suçlanmıştır. İngiltere devleti, bahse konu olan by maddeyi kullanarak aktivistleri birer militan olarak kodlamış ve siyasi kimliklerini bir suç deliline dönüştürmüştür.
Hukuki sürecin en ağır boyutunu ise tutukluluk koşulları oluşturmaktadır. 6 Ağustos 2024’ten bu yana, yani tam 16 aydır, Filton24 üyeleri haklarında kesinleşmiş hiçbir hüküm olmaksızın, tutuklu yargılama statüsünde demir parmaklıklar ardında hapsedilmektedir. İngiltere mahkemeleri, kaçma şüphesi ve kamu güvenliği gibi soyut bahanelerle kefalet taleplerini sistematik olarak reddetmekte, duruşma tarihlerini keyfi olarak ertelemektedir. Bu 16 aylık süre, hukuki bir tedbir olmaktan çıkmış, fiili bir infaza ve peşin bir cezalandırmaya dönüşmüştür.
Aktivistler Filistin’le dayanıştıkları için cezalandırılan ve mahkumiyet altında tutulan siyasi rehinelerdir.
Bu hukuksuz tutukluluk süreci ve cezaevindeki ağır tecrit koşulları karşısında, Filton24 üyeleri fiili bir direniş süreci başlatmıştır. Kasım 2025 itibariyle aktivistler, maruz kaldıkları siyasi baskıyı ve terörist yaftasını protesto etmek amacıyla süresiz açlık grevine girmiştir. Güncel olarak açlık grevinde bulunan yoldaşlarımızın sayısının 30 olduğu düşünülmektedir. Açlık eylemleri, şahsi özgürlük talebinin ötesinde, İngiltere’nin soykırım suçuna iştirakine karşı maphuslardan yükselen İntifada çağrısı niteliği taşımaktadır.
Hukuksuz tutuklamaların doğurduğu tüm ihlallerin üstüne, Cezaevi idaresi ise açlık grevindeki tutsakların en temel yaşam haklarını ihlal etmektedir. Grevdeki aktivistlerin düzenli sağlık takibi yapılmamakta, hayati önem taşıyan B1 vitamini ve tuz gibi takviyeler keyfi olarak engellenmektedir. Baskı unsuru olarak aile görüşleri kısıtlanmakta ve tutsaklar hücre cezalarıyla tecrit edilmektedir. Gelinen noktada, bazı aktivistlerin sağlık durumu kritik aşamaya gelmiş ve hastaneye sevk edilmiştir. Açık ve net biçimde ifade ediyoruz ki, cezaevlerinde yaşanacak her türlü olumsuzluktan ve can kaybından, doğrudan İngiltere hükümeti sorumludur.
Filton 24’ün Filistin için bedenlerini açlık orucuna yatıran yoldaşlarımızın, aileleri aracılığıyla ulaştırdığı talepleri şunlardır:
– Elbit Systems’ın Birleşik Krallık’taki tesislerinin kapatılması
– Palestine Action’a yönelik yasakların kaldırılması
– Tutukluların adil yargılanma ve bail (serbest bırakılma) haklarının sağlanması
– İfade ve protesto özgürlüğünün korunması
Gelinen bu kritik aşamada, Palestine Action üyesi Filton24 aktivistlerinin taleplerinin aciliyetle karşılanması gerektiğini savunuyor ve tüm dünya kamuoyuna ve İngiliz makamlarına var olan taleplere ciddiyetle yaklaşmaları gerektiği hususunda uyarıyoruz!
49 gündür açlık grevinde olan Kamran Ahmet ile görüştükten sonra kız kardeşi, ”Ahmet’in ciddi sağlık sorunları var ama hala kararlı. Onun ruhu güçlüdür” açıklamasını yapmıştı. Bedenlerini Filistin için direniş aracına dönüştüren ruhu güçlü arkadaşlarımızı, Açlık grevindeki tüm yoldaşlarımızı selamlıyoruz.
Yaşasın Filistin için birleşen halkların ortak kavgası!
Kahrolsun Emperyalizm!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Nehirden Denize Özgür Filistin!”

Şeyma Yıldırım’ın okuduğu İngilizce açıklama ise şu şekilde:
“Since 7 October, Gaza has faced systematic destruction and mass civilian killings in clear violation of international law. While Israel carries out these crimes, it does not act alone. States and corporations maintaining military, economic, and political ties with Israel are complicit in this genocide.
The International Court of Justice has recognized a plausible risk of genocide, and people worldwide have taken action to hold these actors accountable. In the UK, despite mass public protests, the government continues its support for Israel, pushing resistance toward direct action to stop the machinery of genocide.
In the UK, activists have lawfully targeted institutions directly linked to Israel, only to face severe repression. On July 2025, Palestine Action was designated a terrorist organization by the UK government, and activists were criminalized under terrorism laws, facing raids, arrests, and loss of basic rights.
The most extreme example is the “Filton 24” case, where more than 24 activists who disrupted an Elbit Systems facility, have been held without conviction for over 16 months under harsh conditions. Now treated as political prisoners, dozens have launched an indefinite hunger strike to protest the UK’s complicity in genocide and the criminalization of solidarity with Palestine.
Beyond unlawful detentions, prison authorities are violating the most basic rights of hunger-striking activists. Regular medical care is denied, vital supplements are withheld, family visits are restrictediı and prisoners are subjected to isolation. Some activists are now in critical condition and have been hospitalized. Any harm or loss of life resulting from these conditions is the direct responsibility of the UK government.
-The demands conveyed by the families of our comrades from the Filton 24, who have put their bodies on the line through a hunger strike for Palestine, are these terms:
•The closure of Elbit Systems’ facilities in the United Kingdom
•The lifting of the ban on Palestine Action
•The guarantee of fair trial and bail rights for the detainees
•The protection of freedom of expression and the right to protest
After speaking with Kamran Ahmet, who has been on hunger strike for 49 days, his sister stated: “Ahmet has serious health problems, but he remains determined. His spirit is strong.” We salute our strong-spirited comrades who have turned their bodies into instruments of resistance for Palestine, and all our comrades on hunger strike.
Free Palestine
Long live global İNTİFADA!”


