Yazılar
Yaşanamazlık Anlatısı ve Gazze – Abdurrahman Kittana

Giriş
İşgalci-sömürgeci anlatıların özünde, yerli halkların bir bütün hâlinde yurtlarından sürülüp silinmesi yatar. Bu anlatılar, bir halkın başka bir topluluk tarafından yerinden edilmesini meşrulaştırmak için mevcut coğrafyaların kimliğini, toplulukları ve onların tarihlerini inkâr etmeyi amaçlar. Siyonist proje de buna dahildir. Siyonizm’in kurucu mitlerinden biri, “çölü çiçeklendirmek” ve onun baş mücevheri olan Tel Aviv’in, kısır kum tepelerinden -yaşanmaz bir mıntıkadan- öncü işgalciler tarafından dönüştürülerek doğduğu iddiasıdır. Bu anlatı, sömürgeci rejimin Tel Aviv’i başlangıçta Yafa’nın hemen dışına inşa etmiş olduğu gerçeğini gizler. Oysa Yafa, zengin bir kültürel yaşam ve gelişen bir portakal ticaretine sahip, canlı bir Filistin şehriydi. “Kum tepeleri” tasviri, bir boşluk imgesi üretir ve bölgedeki gelişmiş tarımsal ve toplumsal yaşamı gizler. Toprağı, işgalciler tarafından kurtarılana kadar “yaşanılamaz” olarak göstermek, el koymayı ve sömürgeci genişlemeyi meşrulaştırmaya yardımcı olmuştur. Bu süreç, 1948’den sonra yoğunlaştı; Tel Aviv, etnik temizlikle boşaltılan Filistin köylerini de içine katarak Yafa şehrine doğru genişledi.
Aynı işgalci-sömürgeci söylem, bugün Gazze’ye karşı yürütülen soykırım savaşını da yönlendiriyor; burada yıkım, “yaşanamazlık” anlatısı üzerinden yeniden sunuluyor. Gazze, giderek daha bir sıklıkla “bir harabe” olarak tasvir ediliyor ki bu çerçeveleme, kesinlikle tarafsız değildir! Bu yazı, “yaşanamaz” teriminin siyasi açıdan bir bagaja sahip olduğunu, sorumluluğu gizlediğini, sömürgeci “arındırma”yı yeniden ürettiğini ve Filistinlilerin yaşamlarını ve geleceklerini derinden etkileyen biçimlerde politika ile kamuoyu algısını şekillendirdiğini ileri sürmektedir. Bu söylemin yerleşimci sömürgeciliğin mantığı içindeki kökenlerini, işlevini ve sonuçlarını incelerken şiddeti gizleyen anlatılardan, Filistin varlığını, tarihini ve egemenliğini onaylayan bir dile radikal bir geçiş yapılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Abdurrahman Kittana
Arındırma: Terra Nullius’tan “Yaşanamaz”a
Terra nullius (boş ve sahipsiz olarak tasvir edilen toprak) kavramı, on dokuzuncu yüzyılda Britanyalı Hristiyan Siyonizm’ini yönlendiren emperyal ideolojinin temelini oluşturuyordu. 1840’ta Britanya donanması, ilk kez Filistin kıyılarında buharlı gemilerle savaş yürüttü ve bir zamanlar Napolyon’u püskürtmüş olan tahkimli Akka şehri üç gün içinde müttefik güçlerin eline geçti. Şehrin harabeye çevrilerek gerçekleştirilen yıkımı, “yokluğun kanıtı” olarak okuyan sömürgeci söylemi besledi; maddi yıkımla demografik boşluğu birleştirerek sözde boş olan topraklar üzerindeki sömürgeci iddiaları meşrulaştırdı.
“Britanya emperyalist doktrini”ni benimseyen Siyonist hareket; Filistin’in yerli halkının varlığını, haklarını ve taleplerini sistematik olarak göz ardı etti. Reşid Halidi’nin belgeleriyle ortaya koyduğu üzere, bu “arındırma” işlemi, Theodor Herzl’in 1899 yılında Filistinli akademisyen Yusuf Ziya el-Halidi[1]’nin mektubuna verdiği yanıtla çarpıcı bir şekilde görülür. El-Halidi, Filistin halkının topraklarından sürülmeyi kabul etmeyeceğini söyleyerek onu uyarmıştı. Herzl’in cevabı ise yerli halkın özne oluşunu, toprakla bağını ve kalıcı varlığını görmezden geldi; bu, Filistin varlığını göz ardı eden veya silen temel Siyonist tezi yansıtıyordu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1917’de, Britanya bir başka Filistin sahil şehri olan Gazze’yi bombaladı. Şehir ağır hasar gördü, nüfusu azaldı ve harap oldu. Britanya topçu ateşi, şehirdeki binaların üçte birinden fazlasını yıktı ve pek çok yapıyı harabeye çevirdi. Bombardımandan sonra Gazze’nin Filistinli sakinleri evlerinin kalıntılarına yeniden yerleşti ve yıkımdan geriye kalanlarda barınmaya çalıştı. Buna rağmen Britanya Yüksek Komiseri Herbert Samuel, resmî olarak şehri “yaşanamaz” ilan etti. Savaşlar nedeniyle harap olan Fransa ve Belçika’daki yerleşimlerle bir paralellik kurarak Samuel, bir yeniden inşa plânı önerdi. Britanya Dışişleri Bakanlığı da şehrin yeniden inşası için Siyonist Federasyon’la iletişime geçilmesini tavsiye etti. Bu öneri, hayata geçirilmemiş olsa da Britanya’nın Filistin’de Siyonist yerleşimi destekleme stratejisinin bir yansımasıydı. Ayrıca, savaş sonrası “insani yardım”ın sömürgeci emellere hizmet edecek şekilde araçsallaştırıldığını ve Gazze’nin yeniden inşasının emperyal çıkarlar için bir araç hâline getirildiğini göstermektedir. Sonuçta, Gazze’nin yerli Filistinli halkı şehri kademeli olarak yeniden inşa etti. 1948 Nakba’sının ardından Gazze, tarihî Filistin’in diğer bölgelerinden sürülen Filistinliler için bir sığınak hâline geldi ve böylece şehrin “yerinden edilme” ve getto olarak rolü daha da pekişti.
2010’larda Gazze’nin Yaşanabilirliği: BM Çerçevesinde Bir Kriz
Gazze’ye ilişkin “yaşanamazlık” kavramı, 2012 yılında yeniden gündeme geldi; İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki Birleşmiş Milletler Ülke Ekibi, acil ve sürekli müdahale olmadan bölgenin 2020’ye kadar yaşanamaz hâle geleceği uyarısında bulundu. 2015’te, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı benzer bir uyarı yayımladı ve Gazze’nin beş yıl içinde yaşanamaz hâle gelebileceğini öngördü. Yardım ve kalkınma sektörü de bu uyarıları tekrar etti ve onları talihsiz fakat kaçınılmaz bir gelişme olarak sundu.
BM organları, uyarılarını; çöken altyapı, su kirliliği, aşırı nüfus yoğunluğu ve kitlesel işsizlik gibi somut göstergelere dayandırdı. İnsanî bir trajedi olarak sunulsa da bu kriz, İsrail politikası olarak özenle üretilmiş bir durumdu. 2007’den bu yana geniş çapta kolektif bir cezalandırma olarak kınanan İsrail ablukası, Gazze ekonomisine zarar verdi ve toparlanmayı engelledi. Sistematik askerî saldırılar ise altyapıyı daha da tahrip etti ancak “yaşanamazlık” söylemi Gazze’nin yıkımını, İsrail işgalci sömürgeciliğinin ontolojik nedenini gizleyerek siyasetten arındırdı.
Terra nullius örneğinde olduğu gibi, “yaşanamazlık” kavramı da faili gizler ve sömürgeci anlatılara hizmet eder; Gazze’yi kasten yok edilmiş bir yer olarak değil, doğası gereği yaşamaya elverişsiz bir alan olarak çerçeveler (silinmeye veya yer değiştirilmeye mahkûm bir alan gibi). Bu şekilde, BM’nin projeksiyonları ne kadar iyi niyetli olursa olsun, Filistinlilerin mülksüzleştirilmesini dayatılmış bir gerçeklik olarak değil, kaçınılmaz bir durum olarak gösteren yerleşimci-sömürgeci mantığı tekrar eder.
Bu söylem, Edward Said’in çok bilinen bir şekilde tanımladığı “imajinatif coğrafyaların” sömürgeci üretimi fikrini de yansıtır (toplulukların özneliğini ve insanlığını elinden alarak kontrolü meşrulaştıran emperyal bir uygulama). Günümüzde bu, Gazze’nin bir “ev” olarak değil, bir “yıkım sahası” olarak; bir toplum olarak değil, yönetilmesi gereken bir sorun olarak tasvir edilmesinde görülür. Bu tür temsil biçimleri, Filistin siyasal iradesini ve direnişini yok sayar, uzun süredir anti-sömürgeci mücadele yürüten bir halkı, kurtarılmayı bekleyen çaresiz kurbanlar gibi yeniden sunar.

Joseph-Achille Mbembe
Tasarım Yoluyla Yaşanamazlık: Gazze’de Nekropolitik
Achille Mbembe’nin nekropolitik kavramı, İsrail rejiminin Gazze üzerindeki kontrolünü “yaşanamazlık”ı organize ederek nasıl sağladığını aydınlatır. Nekropolitik, yalnızca kimin yaşayacağı ve kimin öleceği kararını vermekle ilgili değildir; belirli nüfusların, yaşanması mümkün olmayan koşullarda yaşamaya zorlanmasını da kapsar. Nekropolitik bağlamda, yaşanamazlık, yaşamı yavaş yavaş aşındıran aşağılayıcı koşulların kasıtlı üretimidir; yaşanmazlık ise hayatta kalmanın artık mümkün olmadığı nihâî noktayı ifade eder. Gazze, bu sürekliliğin çarpıcı bir örneğidir: Mbembe’nin “ölüm-dünyası” olarak adlandırdığı bir yere dönüşmüş, günlük yaşam sistematik olarak hayatta kalma olanaklarından mahrum bırakılmıştır. Bu, su şebekeleri, hastaneler, okullar ve evlerin tekrarlayan şekilde tahrip edilmesi ve yeniden inşanın kasıtlı olarak engellenmesi gibi İsrail politikalarıyla sağlanmaktadır. Tam da bu nekropolitik bağlam içinde, “yaşanamaz” çerçevesi pekişir.
Gazze bir kez yaşanamaz veya yaşanmaz olarak tanımlandığında, dikkat İsrail rejiminin sorumluluğundan uluslararası insani yardım ve destek mekanizmalarına kayar. Ayrıca bu çerçeve, kendini pekiştiren bir mantık üretir: Yardım, yalnızca İsrail’in ölüm ve yaşanamazlık üreten yapıları içinde yaşamı sürdürür. Bu şekilde insani yardım, nekropolitik kontrolün tam ortasına gömülür; sadece geçici bir rahatlama sağlar, kolonyal sistemi yerinde bırakır ve sorumlularını hesap vermekten muaf kılar. Günümüzde, soykırım devam ederken insani yardımın kendisi de adeta bir ölüm tuzağı hâline gelmiştir.
Buna ek olarak, “yaşanmazlık” çerçevesi bağışçı yorgunluğunu teşvik eder, uluslararası katılımı zayıflatır ve nüfus transferi veya zorunlu yer değiştirme önerilerine kapı açar (çoğu zaman bunlar insani çözümler olarak sunulur). Ayrıca, Filistinlilerin Gazze’de kalma hakkını zayıflatır, daha geniş bir bağlamda kendi kaderini tayin hakkını aşındırır ve umutsuzluk tohumları eker. En sinsi biçimde bu çerçeve, Filistinlilerin soykırımcı yıkıma karşı yeniden inşa etme, direnme ve yaşamı sürdürme çabalarını yok sayar; onları direniş ve hayatta kalma mücadelesi veren siyasi özne yerine pasif kurbanlar olarak yeniden sunar. Bu söylem; yalnızca gerçekliği çarpıtmakla kalmaz, uzun süredir devam eden kolonyal projeyi ileri taşıyarak Filistin özneliğini görünmez hâle getirir.
Yeniden Yaşanabilirliğe Yönelmek
Yaşanamazlık söylemine gömülü yerleşimci-sömürgeci mantığı çürütmek için Gazze’yi kavramsal ve politik olarak yeniden çerçevelemeliyiz. Bu, yıkımından sorumlu yapıları ve aktörleri hesap vermeye zorlamakla başlar: İsrail rejimi ve uluslararası kurumların iş birliği veya stratejik ihmali! Ayrıca, Gazze’nin kurtuluştan âzâde bir alan olmadığı konusunda ısrar etmeliyiz. Gazze, sürekli mücadele, yaratıcılık ve kolektif direnç alanıdır. Soykırımcı şiddetin ortasında bile Filistinliler evler inşa etmeye, toprak işleyip üretmeye, çocuklarını eğitmeye ve onurlu bir yaşam sürme haklarını savunmaya devam etmektedir. Bu Filistin direnci, Gazze’nin yaşanamaz değil, aktif olarak yeniden yaşanabilir olduğunu -halkının kararlı çalışmalarıyla yeniden yaşanabilir hâle geleceğini- gözler önüne sermektedir.
Yeniden yaşanabilirlik kavramı, çöküş anlatılarına karşı kritik bir alternatif sunar. Gazze’de yaşamın, yapısal yıkıma rağmen nasıl geri kazanıldığı ve sürdürüldüğünü gösteren günlük uygulamaları ön plâna çıkaracaktır. Son girişimler (harabeleri barınak inşa etmek için yeniden kullanmak, tarım alanlarını enkazla işaretlemek ve kurtarılmış malzemelerle işletmeleri canlandırmak) sadece dayanıklılığın işaretleri değildir. Bunlar, arındırma ve insani yardım söylemine gömülü pasifliğe karşı direnen siyasi eylemlerdir. Bu anlamda yeniden yaşanabilirlik hem maddi bir uygulama hem de söylemsel bir müdahaledir. Yaşamı sona erdirmeye tasarlanmış sistemler içinde bile farklı bir şekilde yaşamanın mümkün olabileceğini kanıtlar!
Yeniden yaşanabilirlik, sadece hayatta kalmakla ilgili değildir; Gazze’yi yaşanamaz kılmak üzere tasarlanmış yapıları sorgulayan politik bir iddiadır ancak bu iddia, Gazze’nin yeniden inşasını desteklediklerini iddia eden çevreler tarafından sürekli olarak zayıflatılmaktadır. Sonuçta, ardışık askerî saldırılardan sonra Gazze’nin yeniden inşa edilememesi, yerel yetersizlikten değil, işlevsiz ve dışarıdan dayatılmış bir yardım ve yönetim sisteminin sonucudur. “Uluslararası toplum” aslında parçalı ve politize edilmiş bir yeniden inşa çerçevesinin oluşmasında merkezi bir rol oynamıştır. Bu çerçeve, uzun vadeli iyileşme yerine geçici yardımı öncelikli kılmış ve Filistinli özneliğini sistematik olarak dışlamıştır.
Öte yandan uluslararası aktörler, kendilerini tarafsız gösterirken bağımlılığı sürdüren, sürdürülebilir kalkınmayı engelleyen ve yıkımın kök nedenlerini ele almayan insani yardım paradigması içinde hareket etmişlerdir. Bu nedenle Gazze’yi yeniden yaşanabilirlik merceğinden çerçevelemek sadece kavramsal bir değişim değildir; geleceğini belirleyen politik ve maddi koşulları radikal biçimde dönüştürme çağrısıdır. Bu çağrı Filistinli bilgiyi, hak ve vizyonları merkeze koymayı, izolasyoncu dayatmaları reddetmeyi; adalet, geri dönüş ve sömürgecilikten kurtulma için harekete geçmeyi gerektirir. Gazze’de yeniden yaşanabilirlik mümkündür, aynı zamanda mülksüzleştirmeye karşı direnen ve yaşamı onaylayan temel bir politik zorunluluktur.

Filistinli bir aile, Gazze Şeridi’nin güneyinde yıkılan evlerinin enkazı yakınında yemek yiyor [Arşiv: Mohammed Salem/Reuters].
Harabeden Hayatı Yeniden İnşa Etmek
Gazze’nin sürekli biçimde yaşanamaz olarak tanımlanması vâr olma, kalma, geri dönme ve yeniden inşa etme hakları da dahil olmak üzere temel Filistinli haklarını aşındırmaktadır. Bu tanım, bir kaçınılmazlık ve geri dönülemezlik ima ederken tarih ve ekoloji bunun aksini sürekli olarak göstermiştir. Atom bombasının atıldığı Hiroşima’nın ardından bile doğa, total yok oluş anlatılarını boşa çıkarmıştır. Patlamadan sadece birkaç ay sonra bitki yaşamının yeniden ortaya çıkması (özellikle açan zakkum çalıları ve dirençli ginkgo ağaçlarının hayatta kalması) yeniden doğuşun güçlü bir simgesi olarak durmuştur.
Şehirler de son derece dirençli varlıklardır; savaşlardan, felaketlerden ve kitlesel şiddetten kurtulabilecek kapasiteye sahiptirler. Tarih, şehirlerin nadiren sonsuza kadar harabe hâlinde kaldığını gösterir ve Gazze de bu gerçeği doğrular. Birinci Dünya Savaşının yıkımının ardından Gazze, kademeli olarak yeniden inşa edilmiş ve bölgenin sosyal ve ekonomik yaşamına yeniden entegre olmuştur. On yıllarca süren İsrail işgali ve ablukasına rağmen Gazze, hayatta kalmayı sürdürmüştür. Bu gerçek, yaşanamazlık iddialarının deterministik ve kaderci doğasını zayıflatır ve harabe hâlinden çıkarak yaşamı yeniden inşa etme iradesindeki doğal insan kapasitesini teyit eder.
Bu nedenle “yaşanamazlık” söylemi, bir gerçek olarak kabul edilmemeli; sorgulanmalı ve yerine yeniden yaşanabilirlik kavramı konulmalıdır. Bu kavram, yalnızca iyileşme olasılığını değil, onurlu bir yaşam sürme hakkını da gösterir aynı zamanda Gazze içinde ve dışında yaşayan sürgün Filistinlilerin kendi şartlarında geri dönme, hayatı yeniden inşa edip yeniden sahiplenme haklarını da güvence altına alır.
[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/yusuf-ziya-el-halidi
Kaynak: al-shabaka.org
Çeviri: YeniPencere