Connect with us

Videolar

TOKAD, 15 Yıl Programı: Tevhid, Adalet ve Özgürlük Hattının Ufukları

Yayınlanma:

-

Kuruluşundan bu yana 15 yıl geçen TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği),  “Direniş Mektebi 15 Yaşında!” başlıklı bir program düzenledi. Ahmet Örs’ün açılış konuşmasıyla başlayan etkinlik kapsamında Mustafa Özeke’nin hazırladığı ve 15 yılı özetleyen bir slayt gösterimi yapıldı.

Slayt gösteriminden sonra sabah ve öğleden sonra olmak üzere “Tevhid, Adalet ve Özgürlük Hattının Yerel ve Küresel Ufku” başlıklı iki oturumlu bir panel yapıldı. Dilaver Demirağ’ın katılamadığı panelin sabah oturumunda Kadrican Mendi ve Fatma Akdokur konuşurken öğleden sonraki oturumda Yıldız Ramazanoğlu, Ahmet Kaya, Sedat Doğan ve Murat Kurtuldu söz aldı.

Forum bölümüyle sona eren program konuşmalarından notlar şu şekilde:

AHMET ÖRS:

  • TOKAD ne söylemeye çalıştı, nasıl söylemeye çalıştı?
  • TOKAD, kapitalizm karşıtı duruşuyla tanınmıştır. Asgari ücret protestoları vardır her sene. Emekçi direnişleri ve grevlere desteği ile bilinmiştir. Sömürü ve kölelik düzenine vurgu yapar. Bu düzenin değiştirilmesine vurgu yapar.
  • Anti-emperyalist duruşuyla ortaya çıkan bir hareket olarak değerlendirilmelidir.
  • Düzenli olarak yaptığı kampanyaların başında NATO eylemleri, bizzat üslere giderek kapatılmaları için eylemler yaptı.
  • Ekolojik yıkım ve tahribata karşı bir söylem geliştirmeye çalıştı. HES eylemleri, ormanların maden aramalarına karşı protestolar gerçekleştirdi.
  • Özelleştirmelere, tabiatın yağmalanmasına, kamu varlıklarının zenginlere transfer edilmesine karşı çıktı.
  • Şöyle bir misyonu görev ittihaz etmiştik kendimize: Biz bir işaret fişeği olalım. İnsanlara hangi alanlarda mücadele edilmesine dair bir işarette bulunalım.
  • Tokat gibi küçük bir yerde neşet eden bir hareket olarak, bu meselelere gücü yettiğince dikkat çekmeye çalıştı.
  • Sendikal mücadele alanları bir diğer mücadele alanıdır.
  • İslami hareketlerin kadını özneleştirmesi başlığı/vurgusu vardı buradaki bir konuşmasında Alev Erkilet hocamızın, bizim hareketimiz için Anadolu’da bir noktada bu önemli bir adımdır.
  • Doğrudan iç siyasete müdahale etmeye çalıştı. Mesela iç güvenlik yasasına karşı eylemler, Kürt meselesi, Roboski eylemleri… KCK savunmalarında Kürtçe ifadelerle ilgili açıklamalar…
  • Bunlar önemli tanıklıklardır.
  • Ama toplamda, İslami hareketin bütünü anlamında ileri gitmek yerine geri düştü maalesef bu seviye.
  • TOKAD’ın bu mücadele mirasının, geleneğinin, başlığımıza bir çerçeve sunduğunu söyleyebiliriz.
  • Önemli olanın düşünsel dinamizmle bu eylemliliği sürdürmek olduğunu düşündük. Hem sokağa çıkıp düzenle hesaplaşmak, hem tartışmalar yürütüp derinleşmek.

KADRİCAN MENDİ:

  • TOKAD, İslami uyanış olarak adlandırdığımız, 80’lerde başlayıp 90’larda zirve yapan, sonra da düşen bir uyanışın yapısıdır.
  • Yerelden çok az sayıda örnekten biri.
  • Geldiğimiz nokta olarak, maziden almak lazım. Geçmiş ve gelecek çerçevesi olarak.
  • Türkiye’nin biricikliği eleştirilen bir şey ama bir noktada doğru. Cumhuriyet tecrübesinden bahsedeceksek bu doğru. Biz otantik bir topluluk değiliz. Türkiye’de yaşayan Müslümanlar yani otantik değil. Yüzlerce yıllık bir beraberlikten gelmiyoruz. Ne düşünsel ne politik gelenekler var. Böyle bir zeminde konuşuyoruz.
  • Bundan öncesi hayırlı mıydı? Osmanlı bir imparatorluktu. Bütün imparatorluklar da sömürü üzerine kurulur.
  • Hititlerden itibaren aynı mekanizmayla işliyordu.
  • İçinde gayrimüslimlerin de yaşadığı coğrafyada bir geleneğe dönüştü imparatorluk.
  • Fransız devrimi bu imparatorluğu kopardı mesela. İngiltere’de kaldı ama adıyla oynadılar. Commonwealth oldu.
  • Anadolu’da 1915’e kadar olan süreçte nispeten imparatorluktan parlamenter sisteme geçiş yaşandı. Yani bir kırılma yaşandı.
  • Politik araçlar kullanılarak politik gruplar kullanılarak, sisteme katarak, devam eden bir güzergâh vardı. Bu da İttihat Terakki ile kesintiye uğradı. 1 DS kullanılarak bir soykırım yapıldı Anadolu’da. Otantik halklar kaldırıldı ve yerine yekpare bir halk oluşturuldu. Çünkü yerleşmiş gelenekleri ve toplumu yönetemeyeceklerini fark etti ittihat ve terakki. 1. DS da bir fırsat olarak doğdu. Yönetemeyeceğimiz bütün unsurları kaldıralım dediler. Nasıl yaptılar? Büyük oranda Balkanlardan çekilen nüfusla. Bunun üzerine bir Türk devleti oluşturuldu.
  • Bu radikal bir kesinti bugünü anlamamız açısından.
  • Akif’ten bahsediyoruz. Ama buna Osmanlı İslamcılığı diyebiliriz. Bu, cumhuriyete intikal etmedi. Burada kesintiye uğradı. Hatta tasfiye edildi diyebiliriz.
  • Aktarılanlar oldu, Şemsettin Günaltay mesela. Akiflerin ekolünden gelen, Osmanlı İslamcısı bir adam ama CHP parantezine girmeyi kabul ederek işler yaptı. Türk devletini kabul ederek.
  • Zemin budur yani. Cumhuriyetin tartışmasız bir şekilde Türklük zeminini kabul ederek.
  • Modernizmin İslam dünyasına girmesiyle hayatın her alanına girmeye çalışan, modern tarihsel bir şey olarak kabul ediliyor ama biz bunu kabul etmiyoruz. Bu bir süreçtir insanlık tarihinde. Farklı görüntüleri vardır. Bazen mezhepler, tarikatlar, modern dönemde de sendika dernek gibi. Ama özünde tevhit ve adalet vardır. Tarihsel bagajlardan İslami söylemi ayırt etmek gerekir.
  • Adalet iddiası devlet tarafından olmaz. Halkın tarafından iddia ediliyorsa olur.
  • Türkiye İslamcılığı, ister altın nesil vs. hikâyesi, özünde Türk olan Müslümanların öze dönüş mücadelesi. Yani Türk olmak zorunda olan. Türklerin İslamcılığı, Türklerin tevhidi hareketidir. Böyle bir yerden ilerledi.
  • 28 Şubat’a kadar da sürdü bu Türkiye İslamcılığı dediğimiz şey.
  • Diğer etnikleri sorduğumuzda, suçlanma riskini almak istemeyeceğimiz bir şekilde savundu Türkiye İslamcılığı tevhidi.
  • Hiçbir tehlikeli alana girmeden, Kürt, emek, Alevi, katliam meselelerine girmeden yaşadığımız bir süreçti bu. 28 Şubat döneminde de bu patladı. Neydi o yaşanılan şaşkınlık? Biz ne yaptık ki devlete, niye bizi engelliyorlar, diye bir şaşkınlık vardı.
  • 28 Şubat Müslümanlara karşı bir şey değildi. Dindar bir camianın desteklediği bir ekole karşı, cumhuriyet elitleri arasındaki Ergenekoncu tabanın çekişmesiydi bu.

Natocu kanatın etkisiyle de… AKP geldi sonra da.

  • Bireysel gruplar, dergi çevreleri, küçük gruplar, bunları görebilmesi için zaman geçmesi gerekiyor, anlaması için.
  • Böyle bir çerçeve var ve biz hala tosluyoruz burada.
  • Kürt meselesi mesela… İslamcı camia hala konuşamıyor.
  • Kesinlikle oy vermeyeceğiniz parti hangisi diye soruyorlar ankette. HDP’ye kesinlikle oy vermem diyen en yüksek oranlı parti Saadet tabanı. Bunu devletin beka sorunundan, çıkar sorunundan ayrıştırılmaması gereken bir İslami hareket olarak görülüyor. Devletin menfaatleri ile hiçbir noktada çelişmemeli. Milli görüş bu camiayı temsil ediyor diye demiyorum. Ama temsil ettiği noktada diyorum.
  • İktidarı kimseyle paylaşamayız diyorlar. Ama Türk cumhuriyeti olarak kalacak. Yeni anayasa da ilk üç madde tutularak yapılabilir, diyorlar.
  • İçinde bulunduğumuz sorun bu.
  • Altta da bir dönüşüm var. Türkiye’nin kapitalist dünyaya eklemlendiği bir süreç de var. Hızla kapitalistleşmesi. Ekonomik bir faktör olarak dünyanın parçası haline gelmesi. Bunu dayatan bir süreç. İçinde yaşadığımız dönüşümün nabzını daha iyi yakalayacağımız bir mesele bu. Markete gidince hissedilir çünkü. Bu dönüşüm alanı, tevhit ve adalet dediğimiz meselenin aslında neyle alakalı olduğunu doğru olarak gösterebileceğimiz zemin bu. Asgari ücretin 9 bin olması değil mesele. Ülkenin kaynaklarının nasıl paylaştırıldığı, kullanıldığı mesele.
  • Düzenli işi olmayanlar mesela? Hiçbir yerde olmayacak ileride düzenli iş. CB demişti, üniversite mezunlarına iş bulma yükümlülüğümüz yok. Adaleti buradan tartışmayacaksak nereden tartışacağız?
  • Niye emekli olmayacak insanlar? İş güvencesi?
  • Diyor ki iş var. Kafede, A101’de. Ama kırk yaşına kadar. Sonra ne olacak?
  • Çünkü öznesi insan değil, öznesi şirketler bu sistemin. İnsanı insan olarak yaşama imkânı verecek haklar, sorumluluklar kaynakların israfına (!) yol açıyor. Hâlbuki bu kaynakların sağlığa, eğitime harcanması yerine şirketlere harcanması lazım! Yoksa israf olur gider! Küresel sistemde aktör olmamız lazım! Şirketler özne. Çalışamazsanız emeklilik haklarınız da olmaz. Bir şekilde ömrünüzü geçirirsiniz!
  • Burada nasıl konuşacağız tevhit ve adaleti?
  • Bunun dışındaki bütün yaklaşımlar bizi bir yere götürmez. Binlerce yıllık tecrübesi olan devlet karşısında, biz adaleti nasıl örgütleyeceğiz? Adaletten, tevhitten bahsettiğimiz şey ne olacak? Bundan bahsetmemiz gerekiyor.
  • Gençlerin önce deist olması lazım. Önce içinde bulundukları durumdan uzaklaşıp, düşünüp öyle gelmeleri gerek. Zaten vicdanı olan herkes Müslüman olur.
  • Türkiye’de Türkçü bir parti yok. Devletçi parti hepsi.
  • Türkiye komünizmi de ittihatçıdır. Cumhuriyetin aydınlanmasını esas alırlar.
  • Bu karadeliğin dışında alternatif bir şey oluşturamazsak, ufak grupların korumaya çalıştığı marjinal yapılar olarak kalır bu mücadele. Bizim halkın içinde yollar açmamız gerekir hâlbuki.

FATMA AKDOKUR – İSLAMCI KADIN HAREKETİN SERENCAMI:

  • Kadın konusunu konuşmak, Türk mahallesinde Kürtleri konuşmak gibi oluyor.
  • Türk devletinin nasıl kendisinin egemenliğini korumak için, başta Müslümanlar olmak üzere, paydaşlarının bulunduğunu ifade eder.
  • Nedir bu kadın meselesi?
  • İslam’da kadın erkek eşittir, böyle bir meseleyi ayırt etmeye ne gerek var? diyorlar.
  • Nasıl Kürt-Türk egemenlik çatışmasıysa, kadınla ilgili egemenlik çatışmasının farklı bir boyutu.
  • Türkiye’deki bir Türk kadın hareketiyle ilgili konuşmam. Bahsedeceğim hareketin diğer kadın hareketlerinden farkı var.
  • Son yıllarda tasvip görmeyen bir tanım “İslamcı”.
  • Benim de “İslamcı kadın hareketi” başlığım bir sorun teşkil ediyor.
  • İki esas üzerinden: literatürde Müslüman kadın hareketi, İslami kadın hareketi, dindar, muhafazakâr kadın gibi isimlere sahip. Çokluk ve çeşitlilikten kaynaklanıyor. Peki, neden İslamcı?
  • Her bir kadın hareketinin İslam’la ilişkisini hedef alarak.
  • Bahsedeceğim hareket tek bir hareketten oluşmuyor. Farklı coğrafyalarda farklı karakterlere sahip.
  • Kadınlar, ait oldukları cemaatlerin sunduğu kapsam içinde bir hayat sürüyorlar. Düşünsel dünyaları da öyle sınırlanış oluyor.
  • O çerçevede, İslamcı kadın hareketini, başörtüsü mücadelesiyle başlatıyorlar.
  • Biz kendi kuşağımızın macerası üzerinden
  • “Şulebaş” biçimi oluşturacak şekilde hayata geçen Şule Yüksel’in, şehirli kadın inşası.
  • Mektepli, şehirli, modern kadın hareketleri… Başörtülülükler, onları diğer kadınlardan ayırt ediyor.
  • Başörtülülük, doğrudan doğruya sisteme bir direnişi, hayırı vurguluyor. Bir yandan da gardrop devrimleriyle sunulmaya çalışılan, dinle mesafeli bir kimliğe itirazı dile getiriyor. Yani iki cepheyi karşılarına almış oluyorlar başörtülü kadınlar.
  • Yani sisteme ve modern kadınlara karşı bir muhalefete olarak algılanıyor.
  • Ancak görünmeyen bir tarafı da: dindar Müslüman erkeklere dönük bir cephe.
  • Yani tek bir cephe değil, çok yönlü bir cephe.
  • Yola çıkarken bu kadar çoklu cepheyle mücadele etmek yerine daha emin adımlarla gitmeyi tercih ederek kendi mahallelilerinde kendilerini ilmi olarak geliştirmeye çalışarak kendilerini ilerletmeye çalıştılar.
  • Uzlaşmacı bir kadın hareketi görüyoruz başta.
  • Kız çocuklarının gelişimini, onların toplumsal gelişimine katkı sağlamak için ablalık ve hoca olarak rol alacakları bir örgütlenmeye gittiler. Anadolu’daki bu kadar çok örgüt, toplumun sağlıklı bir varlık bulmasını sağlayan ortamlar geliştirmeye çalıştı.
  • Yetmişli yılların sonuna doğru İslamcı erkeklerin yayınladıkları bir kadın kimliği görürüz. O dergilerde İslamcı, tevhidi bir direniş hareketini temsil eden çağrılar, sloganlar görülürken, başörtüsünü bir bayrak gibi kullanıldığını görüyoruz. Yani başörtüsü, erkek İslamcı hareketin kendisine bir lokomotif olarak kullandığını görüyoruz. Bağımsız olarak vâr olmaya çalışan kadınlar karşısında ise onları ötekileştiren, onları araçlaştıran tavırları vardı.
  • 80 ihtilali ile herkeste durulma olurken, başörtüsünün hayatta görünürlülüğünün artmasıyla…
  • İran devrimi, bir kadın devrimi olarak dünyamıza dâhil oldu. Bugün de yine bir kadın ayaklanmasıyla o devrim o devrim büyük bir sınav veriyor. Erkek egemen bir anlayışın ve erkek zihnin, İslamcılık kavramının kullanılması sürdürmesinin sebebi, İslam’ı kendi egemen anlayışın içerisinde bize sunmaya çalışan, kadın hareketi olarak da sanki kendilerinin oldukları yerde hiçbir farklı beslenme kaynakları yokmuşçasına davranmalarına karşı, ısrarla beslendiğimiz kaynak İslam ve feminizm olarak, İslamcı feminist demekten gocunmuyorum kendime.
  • Seksenlerden sonra çeşitli sorgulamalara girdik. Kadınsal olarak, toplumsal olarak, Müslümanlara dair…
  • Yayın dünyasına dâhil olmaya başladı kadınlar sonra. Karşı atışlar da başladı bunlara.
  • “Kadınların kaleminden, kadın-erkek herkes için” Mektup dergisinde. Kendine özgü ve özgür bir kadın kimliğini ortaya koydu.
  • Kadınların giyinişi de değişti. Çarşaf, siyah ve pantolon giyilmeye başlandı. Bu bile büyük bir işaretiydi değişimin.
  • Feminist kadınların “aklı kısa” olarak adlandırılması. Bizim geçtiğimiz sınırları geçemezsiniz, aklı, kadınları provoke etti.
  • Başörtülü kadın yoksa oy da yok kampanyası ile aynı kalem tarafından oyunlara gelmekle suçlandı. Bu kalemler, İslamcı erkek anlayışının, İslamcı erkek hareketinin öncüleri.
  • İslamcı erkekleri rahatsız eder hale geldi İslamcı kadın hareketleri.
  • Ayrı olarak gelişme nedeni: 1. İslamcı erkek dünyasının dini duyarlılık kaygısıyla kadınları zaten ötelemesi. İster istemez bunlar iki bünye olarak beslendi. 2. Müslüman kadınlar, Müslüman erkeklerin sloganlarından kurtulmak istediler. Kendilerini değilim dönüşümünü göstermek istedikleri için bu kapıyı kapattılar. Yazın dünyası, dernekler, platformlarla kendilerini göstermeye başladılar. Bunlar kurulurken hem Müslüman kimliklerini sahiplenerek hem de feminist literatürden yararlanarak ilerlediler. Bu hareketlerin içindeki kadınların birçoğu kendisine feminist denilmesinden de rahatsız oluyor. Kadın bakış açısına sahip Müslüman kadınlar olarak kendilerini sunuyorlar. Çünkü bu kadın hareketlerinin içerisinde erkeklerden bağımsız olamamaları…
  • Başkent Kadın Platformu, “Ne paşaya ne hocaya ne kocaya itaat edeceğiz!” sloganıyla özne kadın varlığını göstermek için direnişin odağı oldu. Çünkü başörtüsü mücadelesini vermek durumunda kaldık.
  • İlahiyat fakültesindeki eylemlilikler, Ankara ilahiyattaki kadınların başlattığı hareket olmasına rağmen, erkek arkadaşların kendilerine pay çıkardığı bir hareket olarak dile getirildi ama öyle değildi.
  • 28 Şubat süreci, devlet kendi içerisindeki kavgaları kitleleri hedef tutarak, onları sömüren bir sorunla baş başa bıraktı. Bu sorun Müslüman kadınların çabalarının sorunuydu.
  • “Bize kimse ne yapacağımızı söyleyemez” dedik. Başörtüsünü çıkarmak ya da takmak, ne olursa olsun.
  • Bütün güç odakları, bireylerin alanlarına bu kadar dâhil olma gücü bulamamalı.
  • 2000li yıllara geldiğimizde, kendisi İslamcı gömleğini çıkarmış olduğunu beyan etmesine rağmen,
  • Çeşitli isimlendirmeler bizim değişim dönüşümümüzü de gösteriyor. Artık gelinen noktada herkes muhafazakâr ve dindar oldu. 28 Şubat sürecinde bizi muhafazakâr olarak adlandırmalarına itiraz ettik.
  • Biz İslamcı kadınlarız.
  • İslamcı kadının ve İslamcı erkeğin, kendilerini laik ve Atatürkçü adlandırdığı günlere geldik.
  • Bir tarafta bu kimlikler, bir tarafta başörtüsünden vazgeçen genç kadınlar, bir tarafta bunların ortasında kendini yazmaya verenler… İslamcı kadın hareketi özünü kaybediyor mu? sorusuyla noktalamak istedik.

YILDIZ RAMAZANOĞLU:

  • TOKAD’ın iktidarla mesafeli durarak, eleştirel bir tutum içinde, doğru yolun çizgisini muhafaza etme çabasının bir parçası olmak çok kıymetli.
  • Edebiyat alanında da çok çalışmalar oldu. Siyasi atmosfere çok katkı verildi.
  • Neler oldu bu zamana kadar? Kronolojik olmayan bir sunum yapmak istiyorum. Neler yapıldı? Neler olup bitti? Tartışmadan ziyade bunlara odaklanmak istiyorum.
  • Yazarlar Birliğinin pek çok yerde çalışmalarının yapıldığını görüyoruz.
  • Edebi konuların daha ayrıştığını görüyorum bu süreçte.
  • Birçok camiadan yazarın davet edildiğini hatırlıyorum.
  • Edebi kamu bu kadar polarize olmamıştı. Edebiyatın temel hedefi düşmanlıkları kaldırmak, birbirimizin hikâyelerine eğilmemizi sağlamak. O zaman biz nasıl bu kadar savruluyoruz ve kimse birbirini okumuyor?
  • Bizim camiamız herkesi okuyordu.
  • Necmiye Alpay “farklı bir kesimden bir insanı okumaktan ödü kopmayan insanlar okusun.” Demek ki bizden olmayan bir insanı okumak o kadar problemli.
  • Zamanla biz de bunu derinleştirdik. Solcuların kitap günleri, bizimkilerin günleri. Kimse kimseye gitmiyor doğru dürüst.
  • Bu ayrışmalar nasıl aydınlanabilir, bunlara kafa yordum.
  • Sezai Karakoç sempozyumunda, bizim kuşaktan bir edebiyatçı ile yakın kuşaktan biri arasında, öykü mü, hikaye mi demek lazım tartışması çıktı. Garip.
  • Modern bir zamandayız ve kısa hisse çıkarılacak bir zamanda değiliz.
  • Sait Faik’in Dülger Balığının Ölümü hikâyesi. Balığın yavaş yavaş ölürken pullarındaki değişiklikler. Olay yok, mesele yok gibi görünüyor. Gibi diyorum bakın. Fakat ölümle ilgili o kadar sakin ve yalın bir anlatım var ki. Öykü demeliyiz buna. Yıllardan beri tartışılıyor bu.
  • Geleneğe yaslanmak şöyle bir şey olmamalı: şimdi ben geleneğe yaslanıyorum. O bir deniz. Kendisini nerede tanımlarsan tanımla, o formların içinde yüzüyoruz zaten içine doğduğumuz için. İlla alıntılar yaparak bunu açıkça belirtmemize gerek yok.
  • Eğer bir şey yükseltiyorsan zaten İslam’dan da etkilenmişsindir başka bir şeyden de.
  • Uzun zamandan beri akademi ve edebiyat çatışması var. Antagonizma mı denmeli ya da.
  • Yitik Cennet kitabı mesela, şimdi kimseye hediye etmek istemediğini, ilmi verilere aykırı bir içerik olduğunu söyledi bir kişi? Bir yerde edebiyatçılar, sanatçılar, şairler, öte yanda akademik çalışmalar üretmesi. Düşüncenin geri kalmışlığı bu “gelenek” hamaseti yüzünden.
  • Asım Gültekin’i kaybettik. Kendisi öğretmenken ve sadece sınıfına hitap edecekken, tüm Türkiye’ye hitap edip, insanların Karakoç’la tanışmasına mesela vesile oldu.
  • Sinema konusunda da gelişmeler oldu.
  • Fecr Film Festivali, Kahire Film Festivali, Taşkent FF, Korkutata FF
  • Bizim camiada uzun metrajlı film çeken kadın yönetmen yok.
  • For Sema, Suriyeli kadın yönetmen.
  • Sinema alanında geriyiz.
  • Gerçek ve imge arasındaki bağlantılar, Müslümanların film yapma kapasitesi…
  • Çağrı filmine Türkiye’de büyük tepki verildi. Yönetmen neye uğradığını şaşırdı.
  • Bu Bir Pipo değildir kitabındaki açıklama: andırmak. Aynısı değil, hissettiren bir şey yapıyoruz demek.
  • İstanbul Trienali: ilk defa dindar kesimin yaptığı bir şey. Yeni Şafak’ta yapılan bir eleştiri yazısı vardı, trienali değersizleştiren.

AHMET KAYA:

  • İslamcılık ve İslamcıların Kürt sorununa yaklaşımı. Uzun ve derin konular. Ama ana başlıklarına değinmeye çalışacağım.
  • Türkiye’deki İslamcılığın kökeni neredeyse 200 yıla yakın bir süreç
  • Osmanlıcı İslamcılığın amacı imparatorluğu kurtarmak.
  • İşin özünde, ele geçirme mevzusu olması. İnşa ve ihya hareketi olması gerekirken konu, iktidar hevesli bir ihya ve inşa hareketi oldu. Bir müddet sonra devam edemedi bu da.
  • Seksenlerden sonra İslamcılığın dünyadaki yaşanan gelişmelerden sonra, söylediği yeni şeyler: tarihsel birikimimiz içerisinde ortaya konan külliyatın bundan sonraki inşa için yetersizliği.
  • İslamcılık, ihya ve inşa için yeni bir bakış koyuyordu. İnsanlık birikiminin hepsinden yararlanmayı da koydu. Bunda da yeterince başarılı olamamanın nedeni de, örgütlü ve organizasyonu aynı oranda yapma zaafı vardı. Düşünsel açılımcı kesim, örgütü daha gelenekçilere bıraktı.
  • Devrimci İslamcılık ufuk açma konusunda öncülük yapıyordu ama örgütsellik konusunda yapamadı.
  • Seksenli yıllarda Kürt hareketlerinde ideolojik olarak PKK hareketiydi. Ama hepsi, onca ideolojik güçlülüğüne rağmen hepsi tasfiye ediliyor, PKK kalıyor çünkü örgütlülüğü ve organizayonu iyi yapmak… Tabii şiddeti, dışsal yardımlarını da belirtiyorum.
  • Düşünsel zaafları neydi? Mesela ulus devlet mantığı karşısında alternatif bir projeksiyon sunulamadı. Ümmetçilik denen kavram içerisinde bildiğimiz bir geleneksel alanda üretim yapıldı. Büyük çoğunlukla ulusçuluk mantığındaki tekçilik savunuldu. Özellikle Kürt meselesi bağlamında.
  • Kürt meselesi etrafında konuşulmaya başlandığında, ulusçuların verdiği tepki verildi. Bu ümmeti böler, dendi. Neden dil üzerindeki baskılar kalkmasın dendiğinde de ümmeti böler dendi yine. Ulusçuluk akımının paylaştığı endişeler gibi yani.
  • Maslahat nerede? “Kürt meselesinin mevcut problemlerinden kaynaklı bir sürü insan öldü. Neden öldü? Bu sorunun varlığından.” Eğer ki Kürtlerin ulus devleti Iraklılar, Suriyeliler gibi olsaydı, maslahat bu muydu yoksa bölünme üzerine kurduğunuz maslahatın mevcut faturasının bize çıkardığı sonuç gibi mi olurdu?
  • Ulus devlet mantığı da bir sorundan çıktı. Durup dururken çıkmadı.
  • Vakadan yola çıkarak bakarsak, vaka bize işin perde arkasındaki mantığı sorgularken, ciddi bir ezberle yüzleşmeyi zorunlu kılıyor.
  • Ulus devleti biz, ortadan kaldırıp daha üst perdeden, yanına koyacağımız yeni bir proje yoksa…
  • AB projesi, bu yönüyle kurulmuş bir proje en azından.
  • Medine Sözleşmesi gibi belgelerden yola çıkarak, çok uygulanabilir bir şey ortaya çıkarabilirdik.
  • Yıllardır bize dayatılan tekçilik mantığını,
  • Resmi bir din, dil, mezhep dayatması var her imparatorluğun. Bu bize din olarak dayatılınca, biz diğer her şeyi İslamsızlık olarak tanımladık.
  • Neden aklı bir rezerv olarak kullanmaktan kaçıyoruz? Aklı kullanmaktan kaçıyoruz. Neden? Çünkü gelenek çok ağır basıyor. Pozitivizme kaçış gibi görüldü vs.
  • Koyacağımız tavır, İslami olacak mı olmayacak mi diye korktukları için ve sadece geleneğe dayanmak istediği için de bu sorunu gündeme alamadı.
  • İslamcıların duyarlılığı vardı. Oranında meseleye yaklaşım konusunda sistem ve yöntem zaafı vardı. Yani meseleyi gördükten sonra ona yaklaşırken yetersiz kaldı. Örgütsüzlük meselesi de burada geçerli. Ciddi bedeller ödenmesi gerekti, bunun için de örgütsel bir organizasyon gerekliydi. Bunlar eksik olduğu için İslamcılar sorun yaşadı.
  • Biraz cesaretle işlememiz gerekiyor bu mevzuyu.
  • Farklı cemaatlerle temas konusunda ürkektik. Temas kurdukça insanlar etkileşiyor. Etkileştikçe insanların akıllarında yeni şimşekler çakıyor.
  • Özgüven eksikliğimiz, aslında çok şeye müdahil olma imkânı varken olmama sonucu oluştu. Sonra da bunu eleştirdik. Yapmadığımız şeyleri başkaları engelliyormuş gibi yaptık. O sahada ben de olacağım özgüvenini ortaya koyarsanız, başkalarının onu engellemesine rağmen girersiniz. Ayrıca, bu temaslarla beraber, yaşanan sorun insanlık sorunuysa, o rekabeti ortadan kaldırıp hep birlikte o oyunu götürme kararı alırsınız.
  • İktidar endeksli düşünmeden, inşa endeksli, sivil baskı mekanizmaları oluşturarak, iktidarlara böylesi sapmamalara ulaşmamaları için denetim mekanizması oluşturma imkânı bulduk.

SEDAT DOĞAN- DÖRDÜNCÜ ÇAĞA VAHYİ TAŞIMAK:

  • Meseleye çok fazla siyasal siyasal yaklaşıyoruz, sosyolojiyi hiç okumuyoruz.
  • Köyden kente erken gelen ve geç gelenler arasındaki makasla alakalı.
  • Bizim gibi köylü kalamamış, kentli olamamışın sürekli kendini ispatlamaya çalışma durumu var.
  • Türkiye sosyolojisi geç aydınlanma kompleksi içerisinde.
  • Kadın meselesi zaten işçi sınıfı ekseninde oturuyor. Biz hala tuzla hıyar yerken Avrupa’da işçi kadınlar mücadele veriyordu.
  • Güncel meselelerden boğulmaktan,
  • Binlerce kadın şehit verildi. Kürt halkı sayısız şehit verdi.
  • Merkeziyetçilik yavaş yavaş çözülüyor. Kendimizi hiper bireyciliğe hazırlamalıyız.
  • Kendi kendini idame ettirecek kadar, yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını tek bir yerde karşılayacak kadar.
  • Gençliğin isyanı orta sınıfa olacak. Niye bu kadar öğretmen var? Niye bu kadar maaş alıyor doktorlar?
  • Türkiye feminizm hareketi, geçmişin ilerisine götürebiliyor en çok. Batı Avrupa 18. yy. ilerisine götürebiliyor.
  • Hiçbir peygamber ezilen bir sınıftan gelmez. Orta ve orta-üst sınıftan gelir.
  • Gençlerin de yapmaya çalıştığı şey bu niteliğe sahip olmak. Kendini geliştirmek…
  • Nemrut düzeninden çıktı mı, çıktı İbrahim. O düzen neydi? Birbirinden bağımsız özerk yapılardı Nemrut düzeni. Tek tanrıcılığı, tek bir bayrak altında toplamak içindi halkı. İbrahim çıktı buradan. “Naim cennet ile ödüllendir”: doğada var olan şeye insanın hiçbir şeye ihtiyaç duymadan ulaşabilmesi.
  • Musa peygamber. Çıktı mı firavun rejiminden? Çıktı. Nuh a.s? Çıktı. İsa a.s? Çıktı. Bizim hikayemiz ne? Girdi hikayesi. O yüzden sosyolojik olarak vahyi anlayacak seviyede değiliz.
  • İspatı aşıp imana kapı açmamız lazım.
  • Bizim planımız ne? Kaçış planı. Şehirde bir yere gelecek. Sonra köye dönecek. Bu kaçış planı.
  • Çıkışın daha iyi bir planı yok. Sadece kaçış. Vahyin peygamberlere öğrettiği şey sadece çıkış.
  • Musa’nın, İbrahim’in yaptığı hep çıkıştı.
  • O kadar merkeziyetçi bir yerden İslam’ı anladık ki.
  • Nasıl o kadar Müslüman oldu? Üç büyük dinin krallığın dini olmasından kaynaklanıyor. Eğer İslam krallığa evrilmeseydi, Roma Hristiyanlığı kabul etmeseydi, dönemin küçük bir uyarıcısı olacaktı. Ama modern dünya bize büyük anlatılar ortaya koymayı aklımıza koydu.
  • Eğer geleceğimizi belirlemek yerine belirsizliğe gidersek İslam’a yaklaşırız.

MURAT KURTULDU:

  • İki Şehrin Hikayesi ve Tanpınar alıntısı.
  • Her şeyin birbirine karıştığı, kadim düşüncelerin ve inançların yerlerinden edildiği bir dünyadayız.
  • Modern öncesi dönemin ortak zemini olan inanç aşınmış durumda. Bu durum bizi öz eleştiriye zorladığını düşünüyorum.
  • İkna etmek ve inandırmak arasında modernlikle beraber bir kırılma olduğunu düşünüyorum.
  • İkna etmek için önce anlamak, aradaki farkları ve tutarsızlıkları belirlemek, eleştirel bir akıl ile daha nesnel olmayı gerektirir.
  • Biz toplumu ve tüm insanlığı sürekli “inandırma”ya çalışıyoruz. Hafızalarının derinliklerinde hakikatle bağın hala diri ve her şeyi başa aldırabilecek efsunlu gücüne inanıyoruz. Ancak kabul edelim ki dünyayı şu an paylaştığımız insanların büyük bir bölümü başka zihin kodlarıyla örülmüş bir bilinç düzeyini yaşıyor.
  • Geleceğin “süper nazik, ölümsüzmüş gibi uzun yaşayan ve müthiş akıllı bireyinin artık bir insan olamayacağını kavratmalıyız.
  • Gençlere erişemediğimizden, onlara İslam’ın yüksek nizamını anlatamadığımızdan yakınıyoruz. Ancak karşımızda geleneğin bütün meta öyküleri yani üst anlatıları yerle bir olan ve bütünüyle kişiyi bağımsız kıldığı iddiasına yaslanan yeni bir kültürlenme çemberi var.
  • Modernitenin iktidar ve devlet’inin sorunun sadece meşruiyet sorunu olmadığını devletin kendisinin büyüyüp bütün sosyal hayatımızı kuşatan ve kendini sürekli hissettiren bir leviathan’a dönüştüğünü tartışmıyoruz. Bu haliyle devletin el değiştirse bile zulüm üretmeye devam edecek devasa bir panoptikana dönüştüğünü; vatandaşının doğumundan ölümüne tüm yaşamını programlamaya çalıştığını yeterince anlatmıyoruz.
  • Ben, tevhidi geleneğin insanı aşan bilgeliğine inanıyorum. Ancak bunu bizimle aynı atmosferi paylaşan, modernitenin yaldızlı anlatısına ikna olmuş bireylere bir inanç konusu olarak sunamayız. Anlamalı, çelişkileri ortaya koymalı, karşı taraftan beklediğimiz eleştirel aklı önce kendi hesaplaşmamız için kullanmalıyız. Birbirimize nutuk atmak, propaganda yapmak yerine sahiden bir tartışmaya girişmek durumundayız.
  • Örgütlenme mantığımızı büyük ölçüde şekillendiren sol/modern jargonu da bir kenara bırakmalıyız. Beraberliği, birlikte durmayı sınırları katı, geçişkenliğe izin vermeyen, farklı katmanlar oluşturmaya kapalı, tek, homojen ve radikal bir kurumsal organizma olarak anlıyoruz.
  • Her konuda bir çözüm üretemesek bile kendi konfor alanımızın ve ezberlerimizin dışına artık çıkmalıyız. Bu, modernliğin bireyciliğine karşı yeniden ümmet düşüncesine tutunabilmek için tahkimli mevzilerimizden çıkıp yeni tartışma alanlarında düşünmek anlamına geliyor. Hem kendimizi hem de bütün bir dünyayı İslam’ın söyleminin esatirül evvelin ya da bir ütopya olmadığını göstermek için daha kavrayıcı bir söylem üzerine düşünmeliyiz.

NOTLAR: Melike Belkıs Örs

“TOKAD 15 Yıl Slayt Gösterimi” buradan izlenebilir.

 

Haberler

Erol Eğrek Cinayeti Üsküdar’da Protesto Edildi

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB, Üsküdar’da bir eylem tertip ederek tazminat hakkını talep eden Erol Eğrek’in Çalık Holding güvenliği tarafından katledilmesini protesto etti.

Eylem boyunca “Hak Hürriyet Adalet Direnişle Gelecek, Katil Sermaye Hesap Verecek, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Katil Çalık Hesap Verecek, Koruma Kollama Katilleri Yargıla, Emekçiler Köle Olmayacak, Yaşarken Kölelik Ölürken Cinayet, Yaşasın Emeğin  Dayanışması, Sermayeyi Değil Yaşamı Savun, Sermayeyi Değil Emeği Savun, Sömürücü AKP Hesap Verecek, Emeğe Uzanan Eller Kırılsın” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Sacide Uras’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

Erol Eğrek Cinayeti, Gözü Dönmüş Sermaye Düzeninin Emek ve İşçi Düşmanı Yüzünü Bir Kez Daha Göstermiştir!

Erol Eğrek, tazminat hakkını istediği için EMEK VE İŞÇİ DÜŞMANI GÖZÜ DÖNMÜŞ SERMAYE DÜZENİNİN Çalık Holding güvenliği tarafından dövülerek katledildi! Bu cinayetin hesabını sormak için alanlardayız!

Evet, emek düşmanı Çalık Holding’ten tazminatını isteyen bir işçi hunharca katledildi!

Holdingin, Türkmenistan’da bulunan fabrikasında çalışan 49 yaşındaki Erol Eğrek, 10 yıldır tazminat mücadelesi veriyordu. Çalık Holding’den 7 milyon lira tazminat alacağı bulunan Eğrek, defalarca sesini duyurmaya çalıştı. Eğrek, bu süreçte açtığı tüm tazminat davalarını da kazandı ancak hakkı olan tazminatı ödenmedi.

Böylece egemenlerin hukukunun ezilen sınıflar için ne manaya geldiği bir kez daha görülmüş oldu.

Cuma günü İstanbul Şişli’de bulunan Çalık Holding binasına tazminatı için görüşmeye giden Erol Eğrek, binaya alınmadı. Eğrek ile bina güvenliği ve korumalar arasında gerginlik çıktı, Eğrek’in binaya girişi engellendi.

Binaya girmeden önce bir videoyla son kez sesini duyurmak isteyen Eğrek, “10 yıldır tazminatımı alamıyorum. Haklarım için uğraşıyorum. Tazminat haklarımı versinler, başka bir isteğim yok!” dedi.

Bina önünde kafasına ateşli silah dayayan Eğrek, tam 10 kişi tarafından darp edildi. 10 kişi, hakkını arayan Eğrek’in etrafını sararak onu öldüresiye dövdü. Aile, Eğrek’in ölümünün hastanede değil, holding binasında olduğunu savunuyor.

Aileye göre olay yerindeki polis ekipleri de sağlık görevlilerine Eğrek’in darp sırasında fenalaştığını söylüyor. Uğradığı darptan sonra Eğrek, Okmeydanı Cemil Taşçıoğlu Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı, daha sonra cansız bedeni Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.

Senelerce ÇALIK Bünyesinde Çalıştı

Eğrek, 1997’de ÇALIK bünyesinde GAP Güneydoğu Tekstil’de çalışmaya başladı. Fabrikanın ring iplik bölümünde 5 yıl boyunca elektrik-elektronik bakım sorumlusu olarak çalıştı. 2003’te Türkmenistan’a giden Eğrek, Aşkabat ve Kıpçak kentlerinde holdinge bağlı Balkan Dokuma Fabrikası ve Serdar İplik’te elektro-mekanik alanında çalışmaya başladı. Eğrek, daha sonra Türkmenistan’da Belda İnşaat’a bağlı Türkmenbaşı şantiyelerinde de elektrik şefi olarak çalıştı.

Eğrek, ÇALIK ile yakın ilişkileri olduğu bilinen COTAM’da da çalıştı. Türkiye’ye dönerek çalışmaya devam eden Erol Eğrek, CV’sine “ISO denetimleri, zayıf akım sistemleri, otomasyon çözümleri ve hakediş hazırlama konularında uzmanlaştığını” yazdı.

Eğrek, 10 yıllık çalışmasının karşılığında alacaklarını talep etti, tazminat alacakları için farklı tarihlerde birden fazla kez yasal yollara başvurdu. Eğrek’in öldürülmeden önce paylaştığı belgelere göre holding, kendilerinin alacaklardan doğrudan sorumlu tutulamayacağını savundu. Eğrek, daha önce yöneticilerden bazılarının ‘Gülen Cemaati mensubu’ olduğunu, kendisine baskı ve mobbing uyguladıklarını iddia etmiş, bu iddialarına yönelik açılan iftira davasını da kazanmıştı.

“Babamın Hayatını, Bizim Hayallerimizi Çaldılar”

Erol Eğrek’in 4 çocuğundan biri olan Yasin Eğrek, babasının mücadelesini tek başına verdiğini söyledi ve “Babamın 13 yıldır alacağı var. Bu zamandır uğraşıyor, hiçbir zaman sesini duyuramadı kimseye. Defalarca bize ‘Kimse sesimi duymuyor!’ diyordu. Oraya kötü niyeti olmadan gitti. Elindeki silahla kendisine de sıkmazdı. Babam çok zeki, çok iyi kalpli bir insandı. Çok merhametliydi!” diye konuştu.

Yasin Eğrek, ÇALIK Holding’ten haklarını isteme sürecini şöyle özetledi:

“10 yılı aşmıştır, uğraşıyoruz. Davayı kazandık, vermediler. Arkalarında devlet mi var? Kim var? Davayı kazanmamıza rağmen tazminatını vermediler. Maddi olarak sıkıntılı bir durumdaydı. Ölmeseydi babam, düğünümüz olacaktı. Yaza abimin düğününü yapacaktık. Bizim hayallerimizi bizden çaldılar.”

“Hastanede Öldüğü Doğru Değil”

Babasının ölüm belgesini imzalayan Yasin Eğrek, “Babam darp edilerek öldürüldü. Haberlerde yazdığı gibi hastanede öldüğü doğru değil. Onu binanın önünde dövüp sonra içeri aldılar, içeriden görüntü yok. Biz gördük. Yüzü, boynu, omzu… Her yeri yara bere doluydu. Bir sürü yara vardı; morluklar, darp izi vardı” diye konuştu.

“İşten Çıkartılma Sebebi Uğradığı Baskılardı”

Babasına açılan iftira davasını da anlatan Eğrek, “Babamın işten çıkartılma sebebi uğradığı baskılardı. Müdürlerin FETÖ’cü olduğunu söylediği için işten atıldı. Ama kendisine mobbing yapan bu müdürlere iftira etti diye dava açıldı. Babam bu davayı da kazandı. Bugüne kadar açtığı ya da kendisine açılan tüm davaları kazandı babam. Kazanmasına rağmen tazminatını alamadı. Avukatların, ödeme yapıldığı savunması da gerçek değil. Bize hiçbir şekilde ödeme ulaşmadı. Arkalarındaki güce güveniyorlar. Biz hâkimlere, savcılara derdimizi anlatamıyoruz. Kazandığımız davayı bile bize vermediler” dedi.

Son olarak Yasin Eğrek, ablası, abisi ve ikiz kardeşi için şu çağrıda bulundu: “Bunu okuyan, gören herkes babam için gücü yettiği her yerde sesimizi duyursunlar. Bizim sesimizi kısamayacaklar. O bizim için sesini yükseltti, bizim için kendisini feda etti. Böyle olsun kimse istemezdi.”

Evet, katledilen Erol Eğrek’in oğlu böyle anlatıyor babasının dövülerek öldürüldüğü olayı ve bütün bir süreci.

Aslında bütün bu anlatılanlar emeğe, emekçiye, yoksul işçi sınıfına bu ülkede patronların, devletin, hukukun, mahkemelerin nasıl muamele ettiğinin açık kanıtı olarak okunmalıdır. Emekçilerin alın teri göstere göstere çalınmakta, üstüne bir de darp edilmekte, bununla da yetinmeyip güpegündüz öldürülmektedir!

Gözü dönmüş azgın sermaye düzeninin bu Firavunvârî tavrına yabancı değiliz! Dünyanın dört bir yanında olduğu gibi ülkemizde de bu pervasız, arsız düzen için alın terinin, emeğin hiçbir kıymet-i harbiyesi kıymeti yoktur.

Erol Eğrek’i vahşice katleden düzenin hep birlikte röntgenini çekelim:

Milyonlarca emekçiye, açlık sınırında yaşamlar dayatan şeytânî sermaye düzeni halkımızı amansız bir cendereye almıştır. Kölelik, rıza gösterilmesi istenen bir statü olarak kabul ettirilmek istenmektedir. Sermayesever AKP düzeni, sömürücü politikalarıyla hâneleri yangın yerine çevirmiştir.

Alın teri yağmalanmış, emek değersizleştirilmiştir.

Çalık Holding’in vergi karnesine bakalım arkadaşlar. İşçisini gün ortasında katleden ve AKP’li yıllarda korunup kollanarak azmanlaşan bu holding, 2019’dan bugüne pek çok benzeri gibi hiç kurumlar vergisi ödememiştir.

Faturası yoksullara kesilen sözüm ona “krizler”, kapitalistler için daha büyük ve yeni fırsatlar yaratmakta; işçilerden, emekçilerden çalınanlarla harâmîler, servetlerine servet katmaktadır!

 

 

Şunu peşinen söylemeliyiz ki, kölelik düzeninin en açık, en net göstergesi asgarî ücrettir. Asgarî ücret hâl-i hazırda 22 bin 104 lira 67 kuruş olarak uygulanırken açlık sınırı 25 bin liraya ulaşmıştır! Şair Turgut Uyar’ın mısralarına yansıdığı üzere “Açlık Çoğunluktadır!”

Bu hakikat, Türkiye’deki mevcut durumun en net fotoğraflarından biridir.

Hakça Üretim ve Bölüşüm, Âdil Paylaşım” ilkesini reddeden bu sömürü düzeninde, emekçilere ancak kölelik rolü biçilmiştir!

Türkiye, emekçiler için bir cehennem konumundadır. Artık dünyanın en prestijli iktisat dergilerinde sömürü oranı en yüksek ülkeler arasında gösteriliyoruz.

Köleci kapitalist düzen işçileri kesintisiz bir katliâma tâbi tutmaktadır. Erol Eğrek kardeşimizi güpegündüz katleden bu azgın düzen bakın bir yılda, bir ayda, bir günde kaç işçi kardeşimizi katlediyor:

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre 2024 yılında her gün en az 5 işçi olmak üzere 2 bine yakın emekçi kardeşimiz, iş cinayetlerinde katledilmiştir.

MESEM öğrencisinden mevsimlik tarım işçisine, gencinden yaşlısına, mültecisinden yerlisine, kadınından erkeğine kadar onca işçi kardeşimiz yollarda, makine başlarında, inşaatların tepelerinde, siyanür havuzlarında katledilmiş; sermayedarlarların daha çok kazanma hırsları için yaşamlarından kopartılmıştır.

Her ay 200’e yakın emekçi, yoksul halkımızın evlatları bu cinayet düzeninde katledilmek üzere sırasını beklemektedir.

Bu süregiden katliam düzenini egemenler sorun etmeyip halkımızın gündeminden kaçırmakta, bununla da yetinmeyip mahkeme kararlarına rağmen alacaklarını ödemedikleri yoksul emekçileri egemen düzenin hukukuna güvenerek uluorta katletmektedirler.

“Kader” söylemiyle Allah’ın dinine iftira atarak işçiye “Yaşarken kölelik, ölürken cinayet” dayatılmaktaydı şimdi o söyleme de gerek kalmadan doğrudan cinayet tercih edilmeye başlandı.

Dikkat edelim arkadaşlar: Bu tablo, korkunç bir tablodur!

Elbette Allah kimseye zulmetmez fakat egemen azınlıklardır ezilenlere, mazlum ve mustazaflara zulmeden!

Şundan eminiz ki Âlemlerin Rabbi Allah, bu katliamcı fâillerin hesabını ahirette mutlaka görecektir; biz de bu hesabı bu dünyada sormak için elimizden geleni yapacağız!

Sokak ortasında kadınları öldürenler, işçileri türlü yollarla katledenler bu cesareti nereden alıyorlar? Bu sorunun cevabını elbette hepimiz biliyoruz! Cezasızlık, hukuksuzluk bütün bu döngünün ana sebeplerindendir.

2023 yılında canlı canlı yakılarak öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin katillerine daha dün ödül gibi cezalar verilmedi mi?

Mahkeme kararlarıyla haklı olduğu kesin olan Erol Eğrek, gasp edilen hakkını almak için, çocuklarına yuva kurmak için uğraşırken gündüz vakti ÇALIK güvenliği tarafından katledilmiştir. Bu cinayet, iş kazası diye geçiştirilen ve ayda 200 civarındaki işçi kardeşimizin hayatına kasteden düzenin gerçek yüzünü ortaya koymuş; yoksul emekçi sınıfların düzen tarafından nasıl göründüğünü açık etmiştir.

Erol Eğrek cinayetinin ve katledilen bütün emekçi kardeşlerimizin hesabını soracağız! Bıçak kemiğe dayanmıştır. Herkes bilsin ve duysun ki Allah’ın izniyle emekçiler köle olmayacak, köleci düzen yıkılacak!

Devamını Okuyun

Haberler

Üsküdar’da Gazze Nöbetleri Devam Ediyor

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, Özgür Yazarlar Birliği ve TOKAD tarafından tertip edilen Gazze Nöbetleri devam ediyor. 07 Mayıs 2025 çarşamba günü Üsküdar Mimar Sinan Meydanında yapılan nöbet eylemi “Gazze, Yemen ve Mersin Direnişimize Bin Selam!” temasıyla yapıldı.

Eylem boyunca “Gazze’de Çocuklar Açlıktan Ölüyor, Katil İsrail Filistin’den Defol, Yaşasın Yemen Direnişimiz, Katil ABD Ortadoğu’dan Defol, İstanbul’dan Yemen’e Direnişe Bin Selam, Emperyalizm Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak, Vicdan Gemisi Onurumuzdur, Gemiler Gazze’ye Hayfa’ya Değil, Gemi’ye Vicdana Direnişe Sahip Çık, Zulme Karşı Omuz Omuza, Yaşasın Mersin Direnişimiz, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Kürecik Radarı İsrail’in Kalkanı, Erdoğan BOTAŞ’ın Vanasını Kapat, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Trump’ın Değil Mazlumların Dostuyuz, Rümeysa Öztürk Onurumuzdur” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Şilan Deniz’in okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde: 

Gazze, Yemen ve Mersin Direnişimize Bin Selam!

Gazze’de insanî durumun vahameti giderek artıyor. İnsani yardım koridoru hâlâ kapalı ve beslenme yetersizliğine bağlı nedenlerle 60’a yakın çocuk yaşamını yitirdi.

BM kurumları yardım girişi için sürekli acil çağrı yapıyor. İşgal devleti ise yardım girişlerini tamamen kendisinin kontrolünde olmasını istiyor.

Diğer yandan Siyonist şebeke, işgali tüm Gazze’ye yaymak üzere askeri operasyonu genişletme kararı açıklandı.

Ateşkes sürecindeki esir takasında özgürleşen Batı Şeria’daki kimi Filistinliler yeniden tutuklandı.

İşgal devleti, ABD ve İngiltere, Yemen’in havaalanları, limanları ve altyapı tesislerine ağır saldırılar düzenliyor.

KAHRAMAN YEMEN’İN YANINDAYIZ!

Aksa Tûfanı’nın başından bu yana Gazzeli kardeşlerini yalnız bırakmayan, iman ve hikmet yurdu Yemenli kardeşlerimiz; Ben Gurion Havalimanı’nı 4 Mayıs 2025 tarihinde yeni bir hipersonik füzeyle vurdu.

Buna karşılık Yemen de Ben Gurion havaalanına balistik füzelerle saldırdı. Birçok uçuş iptal edildi, kimi şirketler uzun bir süre için uçuşlarını askıya aldı.

Bu hamlenin ardından deliye dönen siyonist rejim ve onun suç ortağı Amerika, savaş uçaklarıyla Yemen’in başta limanlar olmak üzere Sana Uluslararası Havalimanı dahil birçok noktasını vahşice bombaladı.

Kendisine yönelen bu saldırganlığa rağmen Yemen’in gösterdiği cesaret; siyonistlere karşı açıkça tutum almak yerine türlü mazeretlere sığınan Türkiye ve diğer bölge iktidarlarının iki yüzlü tutumlarını bir kez daha gözler önüne serdi.

Gazzeli kardeşleri için büyük bedeller ödeyen ve hâlâ ödemeye devam eden Yemenli mücahitlerin yanında olduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz. “Bedenlerimiz Filistin uğruna parçalansın ama kalplerimiz parçalanmasın” diyen mücahitlere, İstanbul’dan selam gönderiyoruz.

Diğer yandan İran’a dönük tehditler artmaktadır. ABD-İran arasındaki nükleer silah müzakereleri ertelendi. Haftaya Umman’da yeni bir tur yapılması bekleniyor.

Suriye’deki farklı gruplar arasındaki çatışmaları bahane eden işgal devleti, Suriye’nin pek çok noktasına -başkanlık sarayı çevresi dahil- saldırdı.

Bir başka çok önemli gelişme olarak Uluslararası Özgürlük Koalisyonunun bir parçası olan ve yolcuları arasında Mavi Marmara Derneği Başkanı Beheşti İsmail Songür’ün de bulunduğu Vicdan Gemisi, Malta açıklarında İsrail tarafından düzenlenen bir drone saldırısıyla vuruldu.

Malta makamları gemiden yapılan acil yardım çağrısını yanıtsız bırakmış, gemide çıkan yangın mürettebat tarafından güçlükle söndürülmüştür.

Saldırının ardından, gemidekilerin dünyayla iletişimini kesmek için geminin internet ve uydu sistemlerine karartma uygulanmaktadır.

Filistin topraklarında yıllardır işlediği suçların ve yaptığı katliamların cezasını 2010 Mavi Marmara örneğinde olduğu gibi çekmeyen, uluslararası sularda düzenlediği saldırılardan dolayı hesap vermeyen İsrail, her katliamla birlikte daha da cüret kazanmakta, dünyanın sessizliğinden güç alarak yeni yeni suçlar işlemeye devam etmektedir.

Gazze’deki soykırımla mücadele etmeyi, Filistin halkına yardım götürmeyi amaçlayan filoya ve bileşenlerinden Vicdan Gemisi’ne uluslararası sularda yapılan saldırı, İsrail’in kabarık sabıka dosyasına işlenmiş yeni bir suçtur.

Bu saldırıyla işgal devleti, insanlığın tüm ortak değerlerine bir kez daha meydan okumuş, hiçbir hukuk tanımadığını ve hiçbir yaşam hakkına saygı duymadığını bir kez daha göstermiştir.

MERSİN LİMANINDA DİRENİŞ SÜRÜYOR

Mersin Limanı’nda Filistin dostlarına reva görülen muameleyi unutmuyor, halkımıza ve Âlemlerin Rabbine arz ediyoruz! MAERSK’ün ölüm rotasını, ZIM’in Siyonist gemilerini Mersin’e buyur edenlere soruyoruz: Durdurmanız gerekenler direnenler mi, yoksa katillerin ortakları mı?

Kimin yanındasınız?

Hamasete aldanmıyoruz. Ziya Paşanın meşhur beyti, sizin pozisyonunuz açık etmeye yetmektedir:

“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/

Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde”

Bugün Bir Kez Daha Üsküdar’dan, İstanbul’dan Akp İktidarına Sesleniyoruz!

Bakü’den yola çıkıp Tiflis üzerinden Anadolu’ya geçen ve bin kilometrelik bir güzergâh neticesinde Ceyhan’a ulaşan boru hattından Siyonist soykırım makinesine akan petrolü kesmediniz.

Katliam makinesi o petrolle çalışıyor. Bir halk, dünyanın gözü önünde o petrolle katlediliyor! Siz o petrolü kesmedikçe katliamın suç ortağısınız. Bunu herkes gibi siz de biliyorsunuz. Siz bu petrolü kesmedikçe biz meydanlarda bu hakikati haykırmaya devam edeceğiz.

Siyonist gemi ve tırlar Türkiye’de cirit atarken Mersin limanında Siyonizme direnen kardeşlerimize neler yaptığınızı bütün dünya biliyor, görüyor.

Siyonizmi durduracağınız yerde ona direnenleri durduruyorsunuz! Bu utanç size yeter!

Dillendirmekten bıkmadığımız bir hakikat de şudur: NATO ve ABD üsleri, işgal üsleridir. Emperyalizmin ve Siyonizmin hizmetkârlarıdır. İncirlik ve Kürecik üslerini şartsız kapatın!

Bütün atıp tutmalarınıza rağmen Yemen gibi İsrail’e doğrudan müdahaleye yüreğiniz yetmiyorsa boru hattını kesmeyi, üsleri kapatmayı, hileli yollardan süren ticareti durdurmayı da mı becermekten acizsiniz!

Şunu herkes bilsin ki bunları siz yapmazsanız halk olarak biz muhakkak bunu başaracak, işbirlikçilik ve ihanet kıskacındaki Filistin’i ve bütün mazlum ve mustazaf bölge halklarını Allah’ın izniyle kurtaracağız!   

Şunu da belirtmeliyiz ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eli kanlı katil Trump’ı yakın dostu olarak tanıması asla kabul edilemez! Ya emperyalistlerden yana olunur ya da mazlumlardan! Bu şekilde bir politika ile mazlumlar savunulabilir mi, soruyoruz sizlere?

*Eylem ayrıca Facebook üzerinden de izlenebilir:  https://fb.watch/zsGvd4q6rY/

Devamını Okuyun

Videolar

Üsküdar’da 1 Mayıs Yürüyüşü (video haber)

Yayınlanma:

-

Üsküdar’da, Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB öncülüğünde 1 Mayıs yürüyüşü düzenlendi.

Mimar Sinan Kapalı Otoparkından başlayan yürüyüş Uncular caddesinden devam ederek sahile ulaştı ve vapur iskelesi yanında yapılan konuşmalarla sona erdi.

Konuşmaların yapıldığı yürüyüş boyunca, “1 Mayıs Direniş Zulme İsyan, Yaşasın Küresel İntifada, Tevhid Adalet Özgürlük, Sermaye Büyüyor Kölelik Sürüyor, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Asgari Ücret Köleliktir, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Emekçiler Köle Olmayacak, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Yaşarken Kölelik Ölürken Cinayet, Kahrolsun Kapitalist Yağma Düzeni, Sermayeyi Değil Hayatı Savun, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır,  Esnaf Batıyor Sermaye Büyüyor, Irkçılık Değil Dayanışma, Rekabet Değil Dayanışma, Roboski Kanıyor Adalet Bekliyor, Kürt Sorununa Adil Barışçıl Çözüm, Yaşasın Gazze Direnişimiz, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün” sloganları atıldı, tekbir getirilip birlikte “Dağlardayız Biz Ovalarda” marşı söylendi.

Topluluk adına açıklamaları Şilan Deniz, Serhat Altın, Meryem Karayıl ve Cahit Erdem Örs okudu. Yürüyüş sonunda okuman açıklamanın tam metni aşağıda yer alıyor. Eylem, video kaydından takip edilebilir.

TEVHİD, ADALET, ÖZGÜRLÜK ŞİÂRI VE GAZZE DİRENİŞİNİN YÜKSELTTİĞİ KÜRESEL İNTİFADA ÇAĞRISIYLA

1 MAYIS’TA, ALANLARA!

Bismillahirrahmânirrahim

Kıymetli dostlar,

Bu seneki 1 Mayıs’a da “Küresel İntifada”nın ayak sesleriyle girdik.

Gazze direnişinin her bir coğrafyada vicdanları ayaklandırdığı, insanlığın yeni bir evreye geçtiği günlere ulaştık.

Çok şükür ki yeryüzünün pek çok noktasında zulme isyan eden, kölelik zincirlerini parçalayan, tutsaklığı reddeden özgür bilinçlerin doğumuna tanıklık etmekteyiz.

Öncelikle, bütün bu eşsiz ufukları insanlığa armağan eden Filistin direnişini, Gazze müdafaasını büyük bir minnet, takdir ve saygıyla selamlıyoruz!

Şehitlere, direnenlere selam olsun!

Biz de emek ve alın teri mücadelesinin, haysiyet ve özgürlük davasının billûrlaştığı; zulme ve zalime isyanın dalga dalga bütün şehirlere, sokak ve caddelere yayıldığı bu 1 Mayıs gününde Küresel İntifada’nın bir parçası olmaktan onur ve kıvanç duymaktayız!

Kardeşler,

Her 1 Mayıs’ta, emeğin ve emekçinin gür sadâsı meydanları doldurmaktadır.

İnsanlığa, ağaçlara, kuşlara, dere ve ırmaklara, börtü böceğe, kara ve denizlere musallat olan sermaye düzenine isyan eden yüreklerin çığlıkları sınırları, engelleri aşarak birbiriyle buluşmakta ve benzersiz bir isyan korosu oluşturmaktadır.

Biz de bugün burada; İstanbul’da, Üsküdar’da, İstanbul Boğazının hemen yanında “Tevhid, Adalet ve Özgürlük” şiarıyla bu koroya katılıyoruz.

Çünkü biliyoruz ki örgütlü kötülüğe karşı ancak örgütlü bir adalet hattı tahkim edilerek karşı durulabilir.

Çünkü biliyoruz ki küresel zulüm ve sömürü düzenine karşı ancak küresel direniş ağlarıyla irtibatlanarak sağlam cepheler kurulabilir.

Çünkü biliyoruz ki ancak “Küresel İntifada” çağrısıyla yükseltilebilecek bir mücadele Egemen Dünya Düzeninin küresel şeytanlığını alt edebilir!

Emeğin ve emekçilerin dostları,

Şeytânî sermaye düzeni halkımızı amansız bir cendereye almıştır.

Milyonlarca emekçiye, açlık sınırında yaşamlar dayatılmaktadır.

Kölelik, rıza gösterilmesi istenen bir statü olarak kabul ettirilmek istenmektedir.

Sermayesever AKP düzeni, sömürücü politikalarıyla hâneleri yangın yerine çevirmiştir.

Halkımız kira-pazar kıskacında sıkışmıştır.

Alın teri yağmalanmış, emek kıymetsizleştirilmiştir.

Üretimden, topraktan, tabiattan kopartılan geniş kitleler birer Gregor Samsa adayı olarak kapitalist işleyişin çarklarına yem olarak sunulmuştur.

Faturası yoksullara kesilen sözüm ona “krizler”, kapitalistler için daha büyük ve yeni fırsatlar yaratmakta; işçilerden, emekçilerden çalınanlarla harâmîler, servetlerine servet katmaktadır!

Şunu peşinen söylemeliyiz ki, kölelik düzeninin en açık, en net göstergesi asgarî ücrettir.

Asgarî ücret hâl-i hazırda 22 bin 104 lira 67 kuruş olarak uygulanırken açlık sınırı 25 bin liraya ulaşmıştır!

Şair Turgut Uyar’ın mısralarına yansıdığı üzere “Açlık Çoğunluktadır!”

Bu hakikat, Türkiye’deki mevcut durumun en net fotoğraflarından biridir.

Hakça Üretim ve Bölüşüm, Âdil Paylaşım” ilkesini reddeden bu sömürü düzeninde, emekçilere ancak kölelik rolü biçilmiştir!

Buradan güçlü bir şekilde bir kez daha haykırıyoruz:

Elbette emekçiler köleliğe asla rıza göstermeyecekler ve bu kölelik düzenini mutlaka yıkacaklardır!

1 Mayıs’ta direniş alanlarına akan yürekler,

Türkiye, emekçiler için bir cehennem konumundadır. Artık dünyanın en prestijli iktisat dergilerinde sömürü oranı en yüksek ülkeler arasında gösteriliyoruz.

İncelenen 43 büyük ülke ekonomisi arasında sömürü oranının yüksekliğinde Meksika’dan sonra ikinci sıradayız.

Türkiye’deki emek rejimi; Çin, Tayvan, Güney Kore gibi ülkelerden bile kötü durumdadır. (@inanmutlu1)

Köleci kapitalist düzen işçileri kesintisiz bir katliama tâbi tutmaktadır.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre 2024 yılında her gün en az 5 işçi olmak üzere 2 bine yakın emekçi kardeşimiz, iş cinayetlerinde katledilmiştir.

MESEM öğrencisinden mevsimlik tarım işçisine, gencinden yaşlısına, mültecisinden yerlisine, kadınından erkeğine kadar onca işçi kardeşimiz yollarda, makine başlarında, inşaatların tepelerinde, siyanür havuzlarında katledilmiş; sermayedarlarların daha çok kazanma hırsları için yaşamlarından kopartılmıştır.

Her ay 200’e yakın emekçi, yoksul halkımızın evlatları bu cinayet düzeninde katledilmek üzere sırasını beklemektedir.

Bu süregiden katliam düzenini egemenler sorun etmemekte, halkımızın gündeminden kaçırmaktadır.

İşçiye “Yaşarken kölelik, ölürken cinayet” dayatılmakta, üstüne üstlük bu katliamcı düzen, “kader” söylemiyle Allah’ın dinine iftira atmak sûretiyle aklanmak istemektedir.

Elbette Allah kimseye zulmetmez fakat egemen azınlıklardır ezilenlere, mazlum ve mustazaflara zulmeden!

O hâlde şundan eminiz ki Âlemlerin Rabbi Allah, bu katliamcı fâillerin hesabını ahirette mutlaka görecektir; biz de bu hesabı bu dünyada sormak için elimizden geleni yapacağız!

Arkadaşlar,

İnsana ve tabiata musallat olan kapitalist talan, ülkenin dört bir yanını yağmalamaktadır.

Ormanlarımız, dağlarımız, su kaynaklarımız altın madenlerinin, taş ocaklarının, siyanür havuzlarının tehdidi altında zehirlenmekte; yaşam, çok boyutlu olarak ifsad ve imha tehdidiyle karşı karşıya bırakılmaktadır.

Her zaman dillendirdiğimiz bir ayet olan Rum Sûresi 41’de Rabbimiz, “İnsanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde [Allah], belki [doğru yola] geri dönerler diye yaptıklarının bazı [kötü] sonuçlarını onlara tattıracaktır.” buyurarak bu hakikate işaret etmektedir.

1 Mayıs vesilesiyle çıktığımız bu direniş alanlarında her zaman hayatı, tabiatı ve insanı savunmak; ekolojik tahribat ve kıyımın karşısına dikilmek temel ve öncelikli sorumluluğumuz olmalıdır.

Akbelen ormanları, Kaz Dağları, Kelkit vadileri, Dersim Dağları, HES’lerle kelepçelenen Karadeniz dereleri, Anadolu yaylaları, yağma ve talancıların gözüne kestirdikleri Kanal İstanbul güzergâhı, rezerv alan yağması, katliâma tâbi tutulmak istenen hayvanlar bir başka direniş korosu oluşturmakta ve neoliberal yağma düzeninin saldırısına direnecek halkaların çoğalmasını beklemektedir.

İşte biz de bu bilinç ve duyarlıkla o zincirin halkaları olmaya azmederek 1 Mayıs alanlarına çıktık, tabiatın ve yaşamın gür sesi olmaya ahdettik!

Köleliği reddeden dostlar,

Açlık seviyesinde hayatların dayatıldığı milyonlar adına meydanlardayız.

Örgütlü, örgütsüz bütün ezilenlerin, yoksulların, hürriyeti gasp edilenlerin sesi olabilmek için meydanlardayız.

Ülkemizde zam, sömürü, yağma düzeni derinleşmektedir.

Milyonlar geçim savaşı içinde çırpınmaktadır.

Banka, kredi, kredi kartı düzeni halkımızın iliğini emmektedir.

24 Ocak neoliberalizminin şampiyonu AKP, hükümetinin rantçı ekonomi, zam ve faiz politikaları, barınma ve beslenme hakkından başlayarak bütün temel hakları halkımız için ulaşılmaz kılmıştır.

Bugün öğrenciler açlık ve barınamama tehdidiyle karşı karşıyadır.

Yoksulluk, yaygın bir gerçeklik olarak halkımızın bugününü ve yarınını boğmaktadır.

Gençler için gelecek belirsiz, emekliler için hayat ölüm öncesi bir işkence zorbalığıdır. Türkiye, OECD üyeleri arasında işsizliğin en yüksek olduğu ülkedir.

Küçük köylülük ve küçük esnaflık banka-kredi sarmalı ve tekelleşme marifetleriyle sermaye lehine imha edilmiştir.

Ülkenin her bir kamusal varlığı neoliberal yağmanın iştihasına özelleştirme usûlüyle yem edilmiştir.

Tabiatın talan edilmedik tek bir metrekaresinin kalmayacağı pek yakın zamanda açıklanan ve resmî kurumlardan elde edilen bilgilerle kesinleşmiştir.

Bütün bu gerçeklikler ise iktidarın hamaset söylemleriyle örtülmek istenmektedir.

Yapılması gerekenleri, hakça bölüşüm ve adil paylaşım için nasıl bir işleyişin gerekli olduğunu tartışmak için yine bir 1 Mayıs’ta meydanlardayız!

Adalet ve özgürlükten yana duran bilinçler!

Bütün bir yeryüzü için mültecilik acil ve öncelikli gündem maddesi hâline gelmiştir.

Egemen dünya düzeninin insanlığı ve coğrafyaları alt üst eden sömürü faaliyetlerinin doğurduğu bu meselede adaleti amaçlamak temel öncelik olmalıdır.

Mülteciliği doğuran koşulların tespiti ve onlarla mücadele yolları önceliğimiz olmazsa meselenin kavranılıp çözülmesi de mümkün olmaz.

Geri gönderme merkezleriyle mülteci hayatların tehdit edilmesine, yükseltilen ırkçılıkla mültecilerin hedef gösterilmesine, mülteci emeğinin sömürülüp yağmalanmasına izin vermeyeceğiz!

Dostlar,

Roboski katliamı sembolüyle kanayıp duran Kürt meselesi bölgesel ve küresel bir vaziyet almıştır.

Bölge halklarının barış ve kardeşlik içinde yaşamasına engel olan yerel ve küresel fitne merkezlerine karşı başka bir anlayışı egemen kılmalıyız.

Kürt sorununa adil ve barışçıl çözümler üretmek boynumuzun borcu olmalıdır.

Dilden politik alanlara kadar en geniş yelpazede yasak, baskı ve dayatmaların, yok saymaların son bulduğu bir çözüm mümkündür.

Biz, vahyî ilkelerle biçimlenen bir çözümde ısrar ediyoruz. Hem Kürt halkının hem bölge halklarının hakiki kurtuluşunun ancak Âl-i İmrân sûresi 103. ayette belirtilen “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın!” ilahi uyarısına göre olabileceğine inanıyoruz.

Şunu biliyoruz ki pek çok sebeple kanayıp duran Ortadoğu’nun barış ve huzuru, bütün bir yeryüzünün barış ve özgürlüğü olacaktır.

Direnişin yoldaşları,

Bu 1 Mayıs’a Küresel İntifada’nın ayak sesleriyle girdik, demiştik.

Yerelden küresele ulaşan ve birbiriyle irtibatlı bütün meselelerimiz için Filistin halkının müdafaası, Gazze direnişi önümüze İNTİFADA seçeneğini tekrar koymuştur.

Emperyalizmin küresel savaş makinesine karşı eşi benzeri görülmemiş Gazze direnişiyle Filistin halkı, insanlık için bütün hesapları “sil baştan” yapmıştır.

İşbirlikçilik ve ihanetin kıskacında boy veren ve Siyonist rejimi meşrulaştıran bölge ülkelerinin zavallılık ve pespayelik maskelerini indiren Direniş, uzak Asya meydanlarından Amerikan kampüslerine, Güney Afrika’dan Norveç’e, Yemen’den Avrupa başkentlerine kadar bütün vicdanları ayağa kaldırmıştır.

Uzun süredir İsrail’le ilişkileri geliştirme, Filistin halkının doğal gazını çalarak dünyaya pazarlama hırsızlığına odaklanan bölge devletlerine suçüstü yapan Direniş, bütün plânları bozmuştur.

Ürdün’den Mısır’a, Türkiye’den körfez ülkelerine kadar bu arsız işbirlikçilik en üst seviyeye ulaşmışken Gazze, benzersiz bir kıyamla bütün tezgâhları dağıtmış, bütün kirli ilişkileri açık etmiştir.

Siyonist İsrail’le zaten uzun yıllardır hız kazanıp savaş boyunca da arsızca sürdürülen ticari ilişkiler, AKP iktidarının işbirlikçi yüzünü bir kez daha göstermiştir.

İsrail’i korumak için kurulduğu öteden beri herkesin bildiği Kürecik Radarı ve emperyalist müdahalelerin hava üssü İncirlik, zaten NATO üyesi olan Türkiye’nin emperyalist bloktaki yerini her türlü tartışma ve izahtan uzak bir biçimde göstermektedir.

Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından sayısız şehidin kanıyla yıkanan paraları utanmadan savunan işbirlikçi AKP iktidarı ve TÜSİAD-MÜSİAD fark etmeksizin kâra iman etmiş işbirlikçi sermaye, katliam ortakları olarak çoktan insanlığın ufkuna kara leke olarak asılmıştır.

Siyasetçileri ve şirketleriyle egemenler bilsinler ki Siyonist katliam ve soykırım ortaklıklarını kesip atacağız!

Başta, İsrail’in kalkanı olarak çalışan Kürecik Radarı ve İşgal üssü İncirlik olmak üzere bütün emperyalist merkezleri söküp atacak ve ülkemizi NATO’dan çıkaracağız!

Arkadaşlar,

Soykırım ve katliamcı emperyalist-Siyonist cephe karşısında Gazze’den başlayan direniş, insanlığın elinden tutacaktır; umutluyuz!

Direniş ateş ve coşkusu Ortadoğu’daki işbirlikçi rejimleri alt edecektir; inançlıyız!

Küresel İntifada çağrısı Filistin’den başlayarak mazlumların, ezilenlerin kurtuluş parolası olacaktır; heyecanlıyız!

Yükselecek bu yeni ve gür sadâ, üzerimize çöken ataleti kaldırıp atacaktır.

Emperyalizme, küresel kapitalizme karşı ayaklanan vicdanlar hakikatle buluşacak ve yeni bir geleceğin kapılarını birlikte aralayacaklardır.

Tevhid-Adalet-Özgürlük hattı olarak biz de işte tam bu noktada, bu direniş meydanlarında insanlığın ve tabiatın kurtuluşu ve özgürleşmesi için sözümüzle, gücümüzle her türlü katkıyı vereceğiz.

Yaşasın 1 Mayıs

Yaşasın Küresel İntifada!

Selam olsun Gazze direnişine!

Selam olsun Direniş etrafında kenetlenen halklara!

Selam olsun emek ve alın terine sahip çıkıp haysiyet mücadelesini yükseltenlere!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneğiwww.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x