Connect with us

Videolar

TOKAD, 15 Yıl Programı: Tevhid, Adalet ve Özgürlük Hattının Ufukları

Yayınlanma:

-

Kuruluşundan bu yana 15 yıl geçen TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği),  “Direniş Mektebi 15 Yaşında!” başlıklı bir program düzenledi. Ahmet Örs’ün açılış konuşmasıyla başlayan etkinlik kapsamında Mustafa Özeke’nin hazırladığı ve 15 yılı özetleyen bir slayt gösterimi yapıldı.

Slayt gösteriminden sonra sabah ve öğleden sonra olmak üzere “Tevhid, Adalet ve Özgürlük Hattının Yerel ve Küresel Ufku” başlıklı iki oturumlu bir panel yapıldı. Dilaver Demirağ’ın katılamadığı panelin sabah oturumunda Kadrican Mendi ve Fatma Akdokur konuşurken öğleden sonraki oturumda Yıldız Ramazanoğlu, Ahmet Kaya, Sedat Doğan ve Murat Kurtuldu söz aldı.

Forum bölümüyle sona eren program konuşmalarından notlar şu şekilde:

AHMET ÖRS:

  • TOKAD ne söylemeye çalıştı, nasıl söylemeye çalıştı?
  • TOKAD, kapitalizm karşıtı duruşuyla tanınmıştır. Asgari ücret protestoları vardır her sene. Emekçi direnişleri ve grevlere desteği ile bilinmiştir. Sömürü ve kölelik düzenine vurgu yapar. Bu düzenin değiştirilmesine vurgu yapar.
  • Anti-emperyalist duruşuyla ortaya çıkan bir hareket olarak değerlendirilmelidir.
  • Düzenli olarak yaptığı kampanyaların başında NATO eylemleri, bizzat üslere giderek kapatılmaları için eylemler yaptı.
  • Ekolojik yıkım ve tahribata karşı bir söylem geliştirmeye çalıştı. HES eylemleri, ormanların maden aramalarına karşı protestolar gerçekleştirdi.
  • Özelleştirmelere, tabiatın yağmalanmasına, kamu varlıklarının zenginlere transfer edilmesine karşı çıktı.
  • Şöyle bir misyonu görev ittihaz etmiştik kendimize: Biz bir işaret fişeği olalım. İnsanlara hangi alanlarda mücadele edilmesine dair bir işarette bulunalım.
  • Tokat gibi küçük bir yerde neşet eden bir hareket olarak, bu meselelere gücü yettiğince dikkat çekmeye çalıştı.
  • Sendikal mücadele alanları bir diğer mücadele alanıdır.
  • İslami hareketlerin kadını özneleştirmesi başlığı/vurgusu vardı buradaki bir konuşmasında Alev Erkilet hocamızın, bizim hareketimiz için Anadolu’da bir noktada bu önemli bir adımdır.
  • Doğrudan iç siyasete müdahale etmeye çalıştı. Mesela iç güvenlik yasasına karşı eylemler, Kürt meselesi, Roboski eylemleri… KCK savunmalarında Kürtçe ifadelerle ilgili açıklamalar…
  • Bunlar önemli tanıklıklardır.
  • Ama toplamda, İslami hareketin bütünü anlamında ileri gitmek yerine geri düştü maalesef bu seviye.
  • TOKAD’ın bu mücadele mirasının, geleneğinin, başlığımıza bir çerçeve sunduğunu söyleyebiliriz.
  • Önemli olanın düşünsel dinamizmle bu eylemliliği sürdürmek olduğunu düşündük. Hem sokağa çıkıp düzenle hesaplaşmak, hem tartışmalar yürütüp derinleşmek.

KADRİCAN MENDİ:

  • TOKAD, İslami uyanış olarak adlandırdığımız, 80’lerde başlayıp 90’larda zirve yapan, sonra da düşen bir uyanışın yapısıdır.
  • Yerelden çok az sayıda örnekten biri.
  • Geldiğimiz nokta olarak, maziden almak lazım. Geçmiş ve gelecek çerçevesi olarak.
  • Türkiye’nin biricikliği eleştirilen bir şey ama bir noktada doğru. Cumhuriyet tecrübesinden bahsedeceksek bu doğru. Biz otantik bir topluluk değiliz. Türkiye’de yaşayan Müslümanlar yani otantik değil. Yüzlerce yıllık bir beraberlikten gelmiyoruz. Ne düşünsel ne politik gelenekler var. Böyle bir zeminde konuşuyoruz.
  • Bundan öncesi hayırlı mıydı? Osmanlı bir imparatorluktu. Bütün imparatorluklar da sömürü üzerine kurulur.
  • Hititlerden itibaren aynı mekanizmayla işliyordu.
  • İçinde gayrimüslimlerin de yaşadığı coğrafyada bir geleneğe dönüştü imparatorluk.
  • Fransız devrimi bu imparatorluğu kopardı mesela. İngiltere’de kaldı ama adıyla oynadılar. Commonwealth oldu.
  • Anadolu’da 1915’e kadar olan süreçte nispeten imparatorluktan parlamenter sisteme geçiş yaşandı. Yani bir kırılma yaşandı.
  • Politik araçlar kullanılarak politik gruplar kullanılarak, sisteme katarak, devam eden bir güzergâh vardı. Bu da İttihat Terakki ile kesintiye uğradı. 1 DS kullanılarak bir soykırım yapıldı Anadolu’da. Otantik halklar kaldırıldı ve yerine yekpare bir halk oluşturuldu. Çünkü yerleşmiş gelenekleri ve toplumu yönetemeyeceklerini fark etti ittihat ve terakki. 1. DS da bir fırsat olarak doğdu. Yönetemeyeceğimiz bütün unsurları kaldıralım dediler. Nasıl yaptılar? Büyük oranda Balkanlardan çekilen nüfusla. Bunun üzerine bir Türk devleti oluşturuldu.
  • Bu radikal bir kesinti bugünü anlamamız açısından.
  • Akif’ten bahsediyoruz. Ama buna Osmanlı İslamcılığı diyebiliriz. Bu, cumhuriyete intikal etmedi. Burada kesintiye uğradı. Hatta tasfiye edildi diyebiliriz.
  • Aktarılanlar oldu, Şemsettin Günaltay mesela. Akiflerin ekolünden gelen, Osmanlı İslamcısı bir adam ama CHP parantezine girmeyi kabul ederek işler yaptı. Türk devletini kabul ederek.
  • Zemin budur yani. Cumhuriyetin tartışmasız bir şekilde Türklük zeminini kabul ederek.
  • Modernizmin İslam dünyasına girmesiyle hayatın her alanına girmeye çalışan, modern tarihsel bir şey olarak kabul ediliyor ama biz bunu kabul etmiyoruz. Bu bir süreçtir insanlık tarihinde. Farklı görüntüleri vardır. Bazen mezhepler, tarikatlar, modern dönemde de sendika dernek gibi. Ama özünde tevhit ve adalet vardır. Tarihsel bagajlardan İslami söylemi ayırt etmek gerekir.
  • Adalet iddiası devlet tarafından olmaz. Halkın tarafından iddia ediliyorsa olur.
  • Türkiye İslamcılığı, ister altın nesil vs. hikâyesi, özünde Türk olan Müslümanların öze dönüş mücadelesi. Yani Türk olmak zorunda olan. Türklerin İslamcılığı, Türklerin tevhidi hareketidir. Böyle bir yerden ilerledi.
  • 28 Şubat’a kadar da sürdü bu Türkiye İslamcılığı dediğimiz şey.
  • Diğer etnikleri sorduğumuzda, suçlanma riskini almak istemeyeceğimiz bir şekilde savundu Türkiye İslamcılığı tevhidi.
  • Hiçbir tehlikeli alana girmeden, Kürt, emek, Alevi, katliam meselelerine girmeden yaşadığımız bir süreçti bu. 28 Şubat döneminde de bu patladı. Neydi o yaşanılan şaşkınlık? Biz ne yaptık ki devlete, niye bizi engelliyorlar, diye bir şaşkınlık vardı.
  • 28 Şubat Müslümanlara karşı bir şey değildi. Dindar bir camianın desteklediği bir ekole karşı, cumhuriyet elitleri arasındaki Ergenekoncu tabanın çekişmesiydi bu.

Natocu kanatın etkisiyle de… AKP geldi sonra da.

  • Bireysel gruplar, dergi çevreleri, küçük gruplar, bunları görebilmesi için zaman geçmesi gerekiyor, anlaması için.
  • Böyle bir çerçeve var ve biz hala tosluyoruz burada.
  • Kürt meselesi mesela… İslamcı camia hala konuşamıyor.
  • Kesinlikle oy vermeyeceğiniz parti hangisi diye soruyorlar ankette. HDP’ye kesinlikle oy vermem diyen en yüksek oranlı parti Saadet tabanı. Bunu devletin beka sorunundan, çıkar sorunundan ayrıştırılmaması gereken bir İslami hareket olarak görülüyor. Devletin menfaatleri ile hiçbir noktada çelişmemeli. Milli görüş bu camiayı temsil ediyor diye demiyorum. Ama temsil ettiği noktada diyorum.
  • İktidarı kimseyle paylaşamayız diyorlar. Ama Türk cumhuriyeti olarak kalacak. Yeni anayasa da ilk üç madde tutularak yapılabilir, diyorlar.
  • İçinde bulunduğumuz sorun bu.
  • Altta da bir dönüşüm var. Türkiye’nin kapitalist dünyaya eklemlendiği bir süreç de var. Hızla kapitalistleşmesi. Ekonomik bir faktör olarak dünyanın parçası haline gelmesi. Bunu dayatan bir süreç. İçinde yaşadığımız dönüşümün nabzını daha iyi yakalayacağımız bir mesele bu. Markete gidince hissedilir çünkü. Bu dönüşüm alanı, tevhit ve adalet dediğimiz meselenin aslında neyle alakalı olduğunu doğru olarak gösterebileceğimiz zemin bu. Asgari ücretin 9 bin olması değil mesele. Ülkenin kaynaklarının nasıl paylaştırıldığı, kullanıldığı mesele.
  • Düzenli işi olmayanlar mesela? Hiçbir yerde olmayacak ileride düzenli iş. CB demişti, üniversite mezunlarına iş bulma yükümlülüğümüz yok. Adaleti buradan tartışmayacaksak nereden tartışacağız?
  • Niye emekli olmayacak insanlar? İş güvencesi?
  • Diyor ki iş var. Kafede, A101’de. Ama kırk yaşına kadar. Sonra ne olacak?
  • Çünkü öznesi insan değil, öznesi şirketler bu sistemin. İnsanı insan olarak yaşama imkânı verecek haklar, sorumluluklar kaynakların israfına (!) yol açıyor. Hâlbuki bu kaynakların sağlığa, eğitime harcanması yerine şirketlere harcanması lazım! Yoksa israf olur gider! Küresel sistemde aktör olmamız lazım! Şirketler özne. Çalışamazsanız emeklilik haklarınız da olmaz. Bir şekilde ömrünüzü geçirirsiniz!
  • Burada nasıl konuşacağız tevhit ve adaleti?
  • Bunun dışındaki bütün yaklaşımlar bizi bir yere götürmez. Binlerce yıllık tecrübesi olan devlet karşısında, biz adaleti nasıl örgütleyeceğiz? Adaletten, tevhitten bahsettiğimiz şey ne olacak? Bundan bahsetmemiz gerekiyor.
  • Gençlerin önce deist olması lazım. Önce içinde bulundukları durumdan uzaklaşıp, düşünüp öyle gelmeleri gerek. Zaten vicdanı olan herkes Müslüman olur.
  • Türkiye’de Türkçü bir parti yok. Devletçi parti hepsi.
  • Türkiye komünizmi de ittihatçıdır. Cumhuriyetin aydınlanmasını esas alırlar.
  • Bu karadeliğin dışında alternatif bir şey oluşturamazsak, ufak grupların korumaya çalıştığı marjinal yapılar olarak kalır bu mücadele. Bizim halkın içinde yollar açmamız gerekir hâlbuki.

FATMA AKDOKUR – İSLAMCI KADIN HAREKETİN SERENCAMI:

  • Kadın konusunu konuşmak, Türk mahallesinde Kürtleri konuşmak gibi oluyor.
  • Türk devletinin nasıl kendisinin egemenliğini korumak için, başta Müslümanlar olmak üzere, paydaşlarının bulunduğunu ifade eder.
  • Nedir bu kadın meselesi?
  • İslam’da kadın erkek eşittir, böyle bir meseleyi ayırt etmeye ne gerek var? diyorlar.
  • Nasıl Kürt-Türk egemenlik çatışmasıysa, kadınla ilgili egemenlik çatışmasının farklı bir boyutu.
  • Türkiye’deki bir Türk kadın hareketiyle ilgili konuşmam. Bahsedeceğim hareketin diğer kadın hareketlerinden farkı var.
  • Son yıllarda tasvip görmeyen bir tanım “İslamcı”.
  • Benim de “İslamcı kadın hareketi” başlığım bir sorun teşkil ediyor.
  • İki esas üzerinden: literatürde Müslüman kadın hareketi, İslami kadın hareketi, dindar, muhafazakâr kadın gibi isimlere sahip. Çokluk ve çeşitlilikten kaynaklanıyor. Peki, neden İslamcı?
  • Her bir kadın hareketinin İslam’la ilişkisini hedef alarak.
  • Bahsedeceğim hareket tek bir hareketten oluşmuyor. Farklı coğrafyalarda farklı karakterlere sahip.
  • Kadınlar, ait oldukları cemaatlerin sunduğu kapsam içinde bir hayat sürüyorlar. Düşünsel dünyaları da öyle sınırlanış oluyor.
  • O çerçevede, İslamcı kadın hareketini, başörtüsü mücadelesiyle başlatıyorlar.
  • Biz kendi kuşağımızın macerası üzerinden
  • “Şulebaş” biçimi oluşturacak şekilde hayata geçen Şule Yüksel’in, şehirli kadın inşası.
  • Mektepli, şehirli, modern kadın hareketleri… Başörtülülükler, onları diğer kadınlardan ayırt ediyor.
  • Başörtülülük, doğrudan doğruya sisteme bir direnişi, hayırı vurguluyor. Bir yandan da gardrop devrimleriyle sunulmaya çalışılan, dinle mesafeli bir kimliğe itirazı dile getiriyor. Yani iki cepheyi karşılarına almış oluyorlar başörtülü kadınlar.
  • Yani sisteme ve modern kadınlara karşı bir muhalefete olarak algılanıyor.
  • Ancak görünmeyen bir tarafı da: dindar Müslüman erkeklere dönük bir cephe.
  • Yani tek bir cephe değil, çok yönlü bir cephe.
  • Yola çıkarken bu kadar çoklu cepheyle mücadele etmek yerine daha emin adımlarla gitmeyi tercih ederek kendi mahallelilerinde kendilerini ilmi olarak geliştirmeye çalışarak kendilerini ilerletmeye çalıştılar.
  • Uzlaşmacı bir kadın hareketi görüyoruz başta.
  • Kız çocuklarının gelişimini, onların toplumsal gelişimine katkı sağlamak için ablalık ve hoca olarak rol alacakları bir örgütlenmeye gittiler. Anadolu’daki bu kadar çok örgüt, toplumun sağlıklı bir varlık bulmasını sağlayan ortamlar geliştirmeye çalıştı.
  • Yetmişli yılların sonuna doğru İslamcı erkeklerin yayınladıkları bir kadın kimliği görürüz. O dergilerde İslamcı, tevhidi bir direniş hareketini temsil eden çağrılar, sloganlar görülürken, başörtüsünü bir bayrak gibi kullanıldığını görüyoruz. Yani başörtüsü, erkek İslamcı hareketin kendisine bir lokomotif olarak kullandığını görüyoruz. Bağımsız olarak vâr olmaya çalışan kadınlar karşısında ise onları ötekileştiren, onları araçlaştıran tavırları vardı.
  • 80 ihtilali ile herkeste durulma olurken, başörtüsünün hayatta görünürlülüğünün artmasıyla…
  • İran devrimi, bir kadın devrimi olarak dünyamıza dâhil oldu. Bugün de yine bir kadın ayaklanmasıyla o devrim o devrim büyük bir sınav veriyor. Erkek egemen bir anlayışın ve erkek zihnin, İslamcılık kavramının kullanılması sürdürmesinin sebebi, İslam’ı kendi egemen anlayışın içerisinde bize sunmaya çalışan, kadın hareketi olarak da sanki kendilerinin oldukları yerde hiçbir farklı beslenme kaynakları yokmuşçasına davranmalarına karşı, ısrarla beslendiğimiz kaynak İslam ve feminizm olarak, İslamcı feminist demekten gocunmuyorum kendime.
  • Seksenlerden sonra çeşitli sorgulamalara girdik. Kadınsal olarak, toplumsal olarak, Müslümanlara dair…
  • Yayın dünyasına dâhil olmaya başladı kadınlar sonra. Karşı atışlar da başladı bunlara.
  • “Kadınların kaleminden, kadın-erkek herkes için” Mektup dergisinde. Kendine özgü ve özgür bir kadın kimliğini ortaya koydu.
  • Kadınların giyinişi de değişti. Çarşaf, siyah ve pantolon giyilmeye başlandı. Bu bile büyük bir işaretiydi değişimin.
  • Feminist kadınların “aklı kısa” olarak adlandırılması. Bizim geçtiğimiz sınırları geçemezsiniz, aklı, kadınları provoke etti.
  • Başörtülü kadın yoksa oy da yok kampanyası ile aynı kalem tarafından oyunlara gelmekle suçlandı. Bu kalemler, İslamcı erkek anlayışının, İslamcı erkek hareketinin öncüleri.
  • İslamcı erkekleri rahatsız eder hale geldi İslamcı kadın hareketleri.
  • Ayrı olarak gelişme nedeni: 1. İslamcı erkek dünyasının dini duyarlılık kaygısıyla kadınları zaten ötelemesi. İster istemez bunlar iki bünye olarak beslendi. 2. Müslüman kadınlar, Müslüman erkeklerin sloganlarından kurtulmak istediler. Kendilerini değilim dönüşümünü göstermek istedikleri için bu kapıyı kapattılar. Yazın dünyası, dernekler, platformlarla kendilerini göstermeye başladılar. Bunlar kurulurken hem Müslüman kimliklerini sahiplenerek hem de feminist literatürden yararlanarak ilerlediler. Bu hareketlerin içindeki kadınların birçoğu kendisine feminist denilmesinden de rahatsız oluyor. Kadın bakış açısına sahip Müslüman kadınlar olarak kendilerini sunuyorlar. Çünkü bu kadın hareketlerinin içerisinde erkeklerden bağımsız olamamaları…
  • Başkent Kadın Platformu, “Ne paşaya ne hocaya ne kocaya itaat edeceğiz!” sloganıyla özne kadın varlığını göstermek için direnişin odağı oldu. Çünkü başörtüsü mücadelesini vermek durumunda kaldık.
  • İlahiyat fakültesindeki eylemlilikler, Ankara ilahiyattaki kadınların başlattığı hareket olmasına rağmen, erkek arkadaşların kendilerine pay çıkardığı bir hareket olarak dile getirildi ama öyle değildi.
  • 28 Şubat süreci, devlet kendi içerisindeki kavgaları kitleleri hedef tutarak, onları sömüren bir sorunla baş başa bıraktı. Bu sorun Müslüman kadınların çabalarının sorunuydu.
  • “Bize kimse ne yapacağımızı söyleyemez” dedik. Başörtüsünü çıkarmak ya da takmak, ne olursa olsun.
  • Bütün güç odakları, bireylerin alanlarına bu kadar dâhil olma gücü bulamamalı.
  • 2000li yıllara geldiğimizde, kendisi İslamcı gömleğini çıkarmış olduğunu beyan etmesine rağmen,
  • Çeşitli isimlendirmeler bizim değişim dönüşümümüzü de gösteriyor. Artık gelinen noktada herkes muhafazakâr ve dindar oldu. 28 Şubat sürecinde bizi muhafazakâr olarak adlandırmalarına itiraz ettik.
  • Biz İslamcı kadınlarız.
  • İslamcı kadının ve İslamcı erkeğin, kendilerini laik ve Atatürkçü adlandırdığı günlere geldik.
  • Bir tarafta bu kimlikler, bir tarafta başörtüsünden vazgeçen genç kadınlar, bir tarafta bunların ortasında kendini yazmaya verenler… İslamcı kadın hareketi özünü kaybediyor mu? sorusuyla noktalamak istedik.

YILDIZ RAMAZANOĞLU:

  • TOKAD’ın iktidarla mesafeli durarak, eleştirel bir tutum içinde, doğru yolun çizgisini muhafaza etme çabasının bir parçası olmak çok kıymetli.
  • Edebiyat alanında da çok çalışmalar oldu. Siyasi atmosfere çok katkı verildi.
  • Neler oldu bu zamana kadar? Kronolojik olmayan bir sunum yapmak istiyorum. Neler yapıldı? Neler olup bitti? Tartışmadan ziyade bunlara odaklanmak istiyorum.
  • Yazarlar Birliğinin pek çok yerde çalışmalarının yapıldığını görüyoruz.
  • Edebi konuların daha ayrıştığını görüyorum bu süreçte.
  • Birçok camiadan yazarın davet edildiğini hatırlıyorum.
  • Edebi kamu bu kadar polarize olmamıştı. Edebiyatın temel hedefi düşmanlıkları kaldırmak, birbirimizin hikâyelerine eğilmemizi sağlamak. O zaman biz nasıl bu kadar savruluyoruz ve kimse birbirini okumuyor?
  • Bizim camiamız herkesi okuyordu.
  • Necmiye Alpay “farklı bir kesimden bir insanı okumaktan ödü kopmayan insanlar okusun.” Demek ki bizden olmayan bir insanı okumak o kadar problemli.
  • Zamanla biz de bunu derinleştirdik. Solcuların kitap günleri, bizimkilerin günleri. Kimse kimseye gitmiyor doğru dürüst.
  • Bu ayrışmalar nasıl aydınlanabilir, bunlara kafa yordum.
  • Sezai Karakoç sempozyumunda, bizim kuşaktan bir edebiyatçı ile yakın kuşaktan biri arasında, öykü mü, hikaye mi demek lazım tartışması çıktı. Garip.
  • Modern bir zamandayız ve kısa hisse çıkarılacak bir zamanda değiliz.
  • Sait Faik’in Dülger Balığının Ölümü hikâyesi. Balığın yavaş yavaş ölürken pullarındaki değişiklikler. Olay yok, mesele yok gibi görünüyor. Gibi diyorum bakın. Fakat ölümle ilgili o kadar sakin ve yalın bir anlatım var ki. Öykü demeliyiz buna. Yıllardan beri tartışılıyor bu.
  • Geleneğe yaslanmak şöyle bir şey olmamalı: şimdi ben geleneğe yaslanıyorum. O bir deniz. Kendisini nerede tanımlarsan tanımla, o formların içinde yüzüyoruz zaten içine doğduğumuz için. İlla alıntılar yaparak bunu açıkça belirtmemize gerek yok.
  • Eğer bir şey yükseltiyorsan zaten İslam’dan da etkilenmişsindir başka bir şeyden de.
  • Uzun zamandan beri akademi ve edebiyat çatışması var. Antagonizma mı denmeli ya da.
  • Yitik Cennet kitabı mesela, şimdi kimseye hediye etmek istemediğini, ilmi verilere aykırı bir içerik olduğunu söyledi bir kişi? Bir yerde edebiyatçılar, sanatçılar, şairler, öte yanda akademik çalışmalar üretmesi. Düşüncenin geri kalmışlığı bu “gelenek” hamaseti yüzünden.
  • Asım Gültekin’i kaybettik. Kendisi öğretmenken ve sadece sınıfına hitap edecekken, tüm Türkiye’ye hitap edip, insanların Karakoç’la tanışmasına mesela vesile oldu.
  • Sinema konusunda da gelişmeler oldu.
  • Fecr Film Festivali, Kahire Film Festivali, Taşkent FF, Korkutata FF
  • Bizim camiada uzun metrajlı film çeken kadın yönetmen yok.
  • For Sema, Suriyeli kadın yönetmen.
  • Sinema alanında geriyiz.
  • Gerçek ve imge arasındaki bağlantılar, Müslümanların film yapma kapasitesi…
  • Çağrı filmine Türkiye’de büyük tepki verildi. Yönetmen neye uğradığını şaşırdı.
  • Bu Bir Pipo değildir kitabındaki açıklama: andırmak. Aynısı değil, hissettiren bir şey yapıyoruz demek.
  • İstanbul Trienali: ilk defa dindar kesimin yaptığı bir şey. Yeni Şafak’ta yapılan bir eleştiri yazısı vardı, trienali değersizleştiren.

AHMET KAYA:

  • İslamcılık ve İslamcıların Kürt sorununa yaklaşımı. Uzun ve derin konular. Ama ana başlıklarına değinmeye çalışacağım.
  • Türkiye’deki İslamcılığın kökeni neredeyse 200 yıla yakın bir süreç
  • Osmanlıcı İslamcılığın amacı imparatorluğu kurtarmak.
  • İşin özünde, ele geçirme mevzusu olması. İnşa ve ihya hareketi olması gerekirken konu, iktidar hevesli bir ihya ve inşa hareketi oldu. Bir müddet sonra devam edemedi bu da.
  • Seksenlerden sonra İslamcılığın dünyadaki yaşanan gelişmelerden sonra, söylediği yeni şeyler: tarihsel birikimimiz içerisinde ortaya konan külliyatın bundan sonraki inşa için yetersizliği.
  • İslamcılık, ihya ve inşa için yeni bir bakış koyuyordu. İnsanlık birikiminin hepsinden yararlanmayı da koydu. Bunda da yeterince başarılı olamamanın nedeni de, örgütlü ve organizasyonu aynı oranda yapma zaafı vardı. Düşünsel açılımcı kesim, örgütü daha gelenekçilere bıraktı.
  • Devrimci İslamcılık ufuk açma konusunda öncülük yapıyordu ama örgütsellik konusunda yapamadı.
  • Seksenli yıllarda Kürt hareketlerinde ideolojik olarak PKK hareketiydi. Ama hepsi, onca ideolojik güçlülüğüne rağmen hepsi tasfiye ediliyor, PKK kalıyor çünkü örgütlülüğü ve organizayonu iyi yapmak… Tabii şiddeti, dışsal yardımlarını da belirtiyorum.
  • Düşünsel zaafları neydi? Mesela ulus devlet mantığı karşısında alternatif bir projeksiyon sunulamadı. Ümmetçilik denen kavram içerisinde bildiğimiz bir geleneksel alanda üretim yapıldı. Büyük çoğunlukla ulusçuluk mantığındaki tekçilik savunuldu. Özellikle Kürt meselesi bağlamında.
  • Kürt meselesi etrafında konuşulmaya başlandığında, ulusçuların verdiği tepki verildi. Bu ümmeti böler, dendi. Neden dil üzerindeki baskılar kalkmasın dendiğinde de ümmeti böler dendi yine. Ulusçuluk akımının paylaştığı endişeler gibi yani.
  • Maslahat nerede? “Kürt meselesinin mevcut problemlerinden kaynaklı bir sürü insan öldü. Neden öldü? Bu sorunun varlığından.” Eğer ki Kürtlerin ulus devleti Iraklılar, Suriyeliler gibi olsaydı, maslahat bu muydu yoksa bölünme üzerine kurduğunuz maslahatın mevcut faturasının bize çıkardığı sonuç gibi mi olurdu?
  • Ulus devlet mantığı da bir sorundan çıktı. Durup dururken çıkmadı.
  • Vakadan yola çıkarak bakarsak, vaka bize işin perde arkasındaki mantığı sorgularken, ciddi bir ezberle yüzleşmeyi zorunlu kılıyor.
  • Ulus devleti biz, ortadan kaldırıp daha üst perdeden, yanına koyacağımız yeni bir proje yoksa…
  • AB projesi, bu yönüyle kurulmuş bir proje en azından.
  • Medine Sözleşmesi gibi belgelerden yola çıkarak, çok uygulanabilir bir şey ortaya çıkarabilirdik.
  • Yıllardır bize dayatılan tekçilik mantığını,
  • Resmi bir din, dil, mezhep dayatması var her imparatorluğun. Bu bize din olarak dayatılınca, biz diğer her şeyi İslamsızlık olarak tanımladık.
  • Neden aklı bir rezerv olarak kullanmaktan kaçıyoruz? Aklı kullanmaktan kaçıyoruz. Neden? Çünkü gelenek çok ağır basıyor. Pozitivizme kaçış gibi görüldü vs.
  • Koyacağımız tavır, İslami olacak mı olmayacak mi diye korktukları için ve sadece geleneğe dayanmak istediği için de bu sorunu gündeme alamadı.
  • İslamcıların duyarlılığı vardı. Oranında meseleye yaklaşım konusunda sistem ve yöntem zaafı vardı. Yani meseleyi gördükten sonra ona yaklaşırken yetersiz kaldı. Örgütsüzlük meselesi de burada geçerli. Ciddi bedeller ödenmesi gerekti, bunun için de örgütsel bir organizasyon gerekliydi. Bunlar eksik olduğu için İslamcılar sorun yaşadı.
  • Biraz cesaretle işlememiz gerekiyor bu mevzuyu.
  • Farklı cemaatlerle temas konusunda ürkektik. Temas kurdukça insanlar etkileşiyor. Etkileştikçe insanların akıllarında yeni şimşekler çakıyor.
  • Özgüven eksikliğimiz, aslında çok şeye müdahil olma imkânı varken olmama sonucu oluştu. Sonra da bunu eleştirdik. Yapmadığımız şeyleri başkaları engelliyormuş gibi yaptık. O sahada ben de olacağım özgüvenini ortaya koyarsanız, başkalarının onu engellemesine rağmen girersiniz. Ayrıca, bu temaslarla beraber, yaşanan sorun insanlık sorunuysa, o rekabeti ortadan kaldırıp hep birlikte o oyunu götürme kararı alırsınız.
  • İktidar endeksli düşünmeden, inşa endeksli, sivil baskı mekanizmaları oluşturarak, iktidarlara böylesi sapmamalara ulaşmamaları için denetim mekanizması oluşturma imkânı bulduk.

SEDAT DOĞAN- DÖRDÜNCÜ ÇAĞA VAHYİ TAŞIMAK:

  • Meseleye çok fazla siyasal siyasal yaklaşıyoruz, sosyolojiyi hiç okumuyoruz.
  • Köyden kente erken gelen ve geç gelenler arasındaki makasla alakalı.
  • Bizim gibi köylü kalamamış, kentli olamamışın sürekli kendini ispatlamaya çalışma durumu var.
  • Türkiye sosyolojisi geç aydınlanma kompleksi içerisinde.
  • Kadın meselesi zaten işçi sınıfı ekseninde oturuyor. Biz hala tuzla hıyar yerken Avrupa’da işçi kadınlar mücadele veriyordu.
  • Güncel meselelerden boğulmaktan,
  • Binlerce kadın şehit verildi. Kürt halkı sayısız şehit verdi.
  • Merkeziyetçilik yavaş yavaş çözülüyor. Kendimizi hiper bireyciliğe hazırlamalıyız.
  • Kendi kendini idame ettirecek kadar, yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını tek bir yerde karşılayacak kadar.
  • Gençliğin isyanı orta sınıfa olacak. Niye bu kadar öğretmen var? Niye bu kadar maaş alıyor doktorlar?
  • Türkiye feminizm hareketi, geçmişin ilerisine götürebiliyor en çok. Batı Avrupa 18. yy. ilerisine götürebiliyor.
  • Hiçbir peygamber ezilen bir sınıftan gelmez. Orta ve orta-üst sınıftan gelir.
  • Gençlerin de yapmaya çalıştığı şey bu niteliğe sahip olmak. Kendini geliştirmek…
  • Nemrut düzeninden çıktı mı, çıktı İbrahim. O düzen neydi? Birbirinden bağımsız özerk yapılardı Nemrut düzeni. Tek tanrıcılığı, tek bir bayrak altında toplamak içindi halkı. İbrahim çıktı buradan. “Naim cennet ile ödüllendir”: doğada var olan şeye insanın hiçbir şeye ihtiyaç duymadan ulaşabilmesi.
  • Musa peygamber. Çıktı mı firavun rejiminden? Çıktı. Nuh a.s? Çıktı. İsa a.s? Çıktı. Bizim hikayemiz ne? Girdi hikayesi. O yüzden sosyolojik olarak vahyi anlayacak seviyede değiliz.
  • İspatı aşıp imana kapı açmamız lazım.
  • Bizim planımız ne? Kaçış planı. Şehirde bir yere gelecek. Sonra köye dönecek. Bu kaçış planı.
  • Çıkışın daha iyi bir planı yok. Sadece kaçış. Vahyin peygamberlere öğrettiği şey sadece çıkış.
  • Musa’nın, İbrahim’in yaptığı hep çıkıştı.
  • O kadar merkeziyetçi bir yerden İslam’ı anladık ki.
  • Nasıl o kadar Müslüman oldu? Üç büyük dinin krallığın dini olmasından kaynaklanıyor. Eğer İslam krallığa evrilmeseydi, Roma Hristiyanlığı kabul etmeseydi, dönemin küçük bir uyarıcısı olacaktı. Ama modern dünya bize büyük anlatılar ortaya koymayı aklımıza koydu.
  • Eğer geleceğimizi belirlemek yerine belirsizliğe gidersek İslam’a yaklaşırız.

MURAT KURTULDU:

  • İki Şehrin Hikayesi ve Tanpınar alıntısı.
  • Her şeyin birbirine karıştığı, kadim düşüncelerin ve inançların yerlerinden edildiği bir dünyadayız.
  • Modern öncesi dönemin ortak zemini olan inanç aşınmış durumda. Bu durum bizi öz eleştiriye zorladığını düşünüyorum.
  • İkna etmek ve inandırmak arasında modernlikle beraber bir kırılma olduğunu düşünüyorum.
  • İkna etmek için önce anlamak, aradaki farkları ve tutarsızlıkları belirlemek, eleştirel bir akıl ile daha nesnel olmayı gerektirir.
  • Biz toplumu ve tüm insanlığı sürekli “inandırma”ya çalışıyoruz. Hafızalarının derinliklerinde hakikatle bağın hala diri ve her şeyi başa aldırabilecek efsunlu gücüne inanıyoruz. Ancak kabul edelim ki dünyayı şu an paylaştığımız insanların büyük bir bölümü başka zihin kodlarıyla örülmüş bir bilinç düzeyini yaşıyor.
  • Geleceğin “süper nazik, ölümsüzmüş gibi uzun yaşayan ve müthiş akıllı bireyinin artık bir insan olamayacağını kavratmalıyız.
  • Gençlere erişemediğimizden, onlara İslam’ın yüksek nizamını anlatamadığımızdan yakınıyoruz. Ancak karşımızda geleneğin bütün meta öyküleri yani üst anlatıları yerle bir olan ve bütünüyle kişiyi bağımsız kıldığı iddiasına yaslanan yeni bir kültürlenme çemberi var.
  • Modernitenin iktidar ve devlet’inin sorunun sadece meşruiyet sorunu olmadığını devletin kendisinin büyüyüp bütün sosyal hayatımızı kuşatan ve kendini sürekli hissettiren bir leviathan’a dönüştüğünü tartışmıyoruz. Bu haliyle devletin el değiştirse bile zulüm üretmeye devam edecek devasa bir panoptikana dönüştüğünü; vatandaşının doğumundan ölümüne tüm yaşamını programlamaya çalıştığını yeterince anlatmıyoruz.
  • Ben, tevhidi geleneğin insanı aşan bilgeliğine inanıyorum. Ancak bunu bizimle aynı atmosferi paylaşan, modernitenin yaldızlı anlatısına ikna olmuş bireylere bir inanç konusu olarak sunamayız. Anlamalı, çelişkileri ortaya koymalı, karşı taraftan beklediğimiz eleştirel aklı önce kendi hesaplaşmamız için kullanmalıyız. Birbirimize nutuk atmak, propaganda yapmak yerine sahiden bir tartışmaya girişmek durumundayız.
  • Örgütlenme mantığımızı büyük ölçüde şekillendiren sol/modern jargonu da bir kenara bırakmalıyız. Beraberliği, birlikte durmayı sınırları katı, geçişkenliğe izin vermeyen, farklı katmanlar oluşturmaya kapalı, tek, homojen ve radikal bir kurumsal organizma olarak anlıyoruz.
  • Her konuda bir çözüm üretemesek bile kendi konfor alanımızın ve ezberlerimizin dışına artık çıkmalıyız. Bu, modernliğin bireyciliğine karşı yeniden ümmet düşüncesine tutunabilmek için tahkimli mevzilerimizden çıkıp yeni tartışma alanlarında düşünmek anlamına geliyor. Hem kendimizi hem de bütün bir dünyayı İslam’ın söyleminin esatirül evvelin ya da bir ütopya olmadığını göstermek için daha kavrayıcı bir söylem üzerine düşünmeliyiz.

NOTLAR: Melike Belkıs Örs

“TOKAD 15 Yıl Slayt Gösterimi” buradan izlenebilir.

 

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Üsküdar’da Eylem: Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB, 13 Temmuz 2025 Pazar günü Üsküdar sahilde “Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor” temalı bir eylem yaptı. Eylemde açlık sınırının 4 bin lira altına düşen asgarî ücret uygulaması “kölelik” olarak nitelendirildi. Faiz ödemelerinin bütçenin çok büyük kısmını sermaye sahiplerine aktardığı vurgulanan açıklamada emekçilerin alın terinin, tabiatın yağmalandığı ifade edildi ve örgütlü mücadele çağrısı yapıldı.

Eylem boyunca “Emekçiler Köle Olmayacak, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, Ezilenler Birleşin Zalimleri Def Edin, Asgarî Ücret Köleliktir, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, Emekliler Ölüme Terk Edildi, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Faizci AKP Hesap Verecek, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Allah Adaleti Emreder, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Rakamlar Sahte Sömürü Gerçek, Allah Adaleti Emreder” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Sağlık İlke-Sen MYK üyesi Emre Ulukaya’nın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

TABİATIYLA, İNSANIYLA YAĞMALANAN, SÖMÜRÜLEN

BİR ÜLKE FOTOĞRAFINDA YOKSULLUK BÜYÜYOR,

AÇLIK DERİNLEŞİYOR!

Bismillahirrahmanirrahim,

Kıymetli dostlar,

Vakitler; aylar ve yıllar su gibi geçiyor ancak ülkede adaletsizlikler bitmiyor.

Yoksullardan, ezilenlerden yana bir iyileşme olmuyor.

İşçinin, emekçinin, esnafın, köylünün, alın teri ve emeğin lehine bir gelişme yaşanmıyor!

Biliyorsunuz, 2025 yılı için geçerli olan asgari ücret

22 bin 104 lira 67 kuruştur.

1 Ocak 2025’ten itibaren uygulanan bu sömürü ve kölelik ücreti şu an itibariyle açlık sınırının net 4 bin lira altına düşmüştür.

Evet, yanlış duymadınız: Asgarî ücret açlık sınırının tam 4 bin lira altına düşmüştür!

İstanbul halkı!

Asgarî Ücret denen uygulama, kapitalist sömürü düzeninin köleci karakterinin açık ve somut örneğidir.

Evvelâ bu uygulama ile, kapitalist işleyişle hesaplaşılması gerektiğini vurgulayalım.

İnsan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan, köleciliği dayatan bu düzen, kendini asgarî ücret zulmü ile gösteriyor.

Biz bu dayatmaya, kapitalizmin yıkıcılığına, devlet ve sermayenin ortaklaşa emek ve haysiyet düşmanlığı yapmalarına karşı adaletten ve dayanışma cephesinden yana duruyoruz.

Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini savunuyoruz.

Emek ve haysiyet mücadelesinin ancak bu ilkeye tutunarak mümkün olabileceğini haykırıyoruz.

Kapitalist sömürü düzenine karşı duran vicdanlar!

TÜİK’in sahte enflasyonu bile yüzde 35’in üzerindedir.

Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG’ın tespitlerine göre ise enflasyon yüzde 69 seviyesindedir.

Aradaki farka dikkatinizi çekmek isteriz.

TÜİK verilerinin gündelik hayatla ne kadar uyuşup uyuşmadığının takdirini size bırakıyoruz.

Temel ihtiyaçlarınızın fiyatlarının ne kadar arttığını sizler çok iyi biliyorsunuz.

Biliyor ve görüyoruz ki TÜİK, türlü numaralarla bu maliyetlerin gerçek oranlarını gizliyor.

Kamu çalışanlarının hak ettikleri maaş artışlarını bu ucuz numaralarla kırpıyor, bütün emekçilere dönük ücret politikalarını olumsuz yönde belirlemiş oluyor.

Doğalgaza yaptıkları yüzde 25’lik astronomik zammı da maaş artışlarına yansımasın diye kendilerince uygun tarihlerde yapıyorlar!

Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar hakikati örtemezler.

Güneş balçıkla sıvanmaz!

Yoksulluğu, pahalılığı, sömürüyü asla gizleyip saklayamazlar!

Emeğin dostları,

Halkımız barınma, eğitim, sağlık gibi temel haklara ulaşmakta zorlanıyor.

Kapitalist sömürü düzeni, nefes almayı bile halkımıza çok görüyor.

“Kriz” denilen yıkım süreçleriyle emek ve alın teri yağmalanıyor.

Emek ve alın terinin yağmalanması yetmiyor tabiat talan ediliyor!

Daha geçen gün yine Üsküdar’da zeytin ağaçlarının sermayenin maden yağması için nasıl katledileceğini izah eden bir eylem yaptık.

Şu anda köylerde, Ankara’da insanlar, hükümet-sermaye ortaklığında yağmalanan tabiatı korumak için ayaktalar, isyandalar, eylemdeler!

Tabiatıyla, insanıyla yağmalanan, sömürülen bir ülke fotoğrafı var karşımızda!

Ayakta kalmakta, yaşamakta zorlanan halkımızın tümüyle köleleştirilmesi için devlet-sermaye iş birliği tam gaz ilerliyor.

Kıymetli halkımız,

Açık ve net bir tablo çizelim:

70-80 metre karelik evlerin ortalama kirası artık en az 20-30 bin liradır.

Ulaşım maliyetleri kat kat artmıştır.

Aileler, çocuklarının eğitim süreçlerindeki masraflarını karşılayamamaktadır.

Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.

Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.

Yoksulluk sınırının 85 bin liraya, açlık sınırının 26 bin liraya ulaşması ne demektir arkadaşlar?

Şimdi size soruyoruz:

Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?

Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!

TÜİK verileri üzerindeki şaibe sürüyor. TÜİK, yargı kararına rağmen madde fiyat listesini yine açıklamadı.

Evet, 1 Ocak 2025 tarihinde Açlık sınırı 22 bin lira seviyelerinde iken bugün Açlık Sınırı 26 bin lira seviyesine ulaşmış ancak AKP iktidarı ve onun temsil ettiği sömürü düzeni, bırakın “Hakça Bölüşüm-Adil Paylaşım” ilkesine yaklaşmayı, asgarî ücrete ek zammı bile gündemine almıyor!

İşte emekçilere, milyonlarca aileye ancak açlık sınırının altını yani ölümü lâyık görüyorlar!

İstanbul halkı; siz, bu vicdansızlığa razı mısınız?

Çalışanların en az yarısı asgarî ücretle çalışıyor arkadaşlar.

7 milyondan fazla kişi bu kölelik ücretine tâbîdir.

Yine çalışanların yüzde 22’si asgarî ücrete bile erişemiyor.

Bu ne demek biliyor musunuz?

En az 1,5 milyon insan kölelik ücreti bile alamıyor!

Bir de başta sınırsızca sömürülen mülteci emeği olmak üzere kayıtlara geçmeyen sayısız emekçinin çok daha kötü durumu var!

Daha da korkunç olanı ise emek ve ekmek mücadelesinde her yıl en az 2 bin işçi kardeşimiz iş cinayetlerine kurban gitmesidir!

İSİG Meclisi’nin raporuna göre yılın ilk altı ayında hayatını kaybeden işçi sayısı 961’e ulaşmış durumdadır!

Sadece Haziran ayında iş cinayetlerinde en az 164 kardeşimiz katledildi.

Bu büyük katliamın nasıl oluyor da üzeri örtülüyor!

Ezilenlerin, yoksulların, emek ve alın terinin yanında hizalanan kardeşlerimiz! 

Milyonlarca emekli çok çok düşük maaşlarıyla adeta ölüme mahkûm edilmiştir.

Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.

2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.

Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler!

En düşük emekli aylığı alan 3 milyon 716 bin kişinin payına düşen şey KATMERLİ AÇLIK’tan başka bir şey değildir arkadaşlar.

TBMM’de en düşük emekli maaşının 35 bin lira olmasını isteyen bir milletvekilinin talebine karşılık AKP sıralarından kahkaha atıldığını da arsızlığın boyutlarını sergilemesi bakımından buraya not edelim.

En düşük emekli maaşının 14 bin 469 liradan 16 bin 881 liraya yükseltilmesine Meclis Genel Kurulunda onay verenlerin nasıl bir adalet anlayışına sahip olduklarını merek ediyoruz.

Evet, Açlık sınırı 26 bin lira iken, en düşük emekli aylığı 16,881 lira olarak belirlenmiştir.

Bu taksime göre milyonlarca emekli, yaşayan ölü hâline getirilmiştir.

Kıymetli dostlar!

Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.

Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.

Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.

Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.

Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.

Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.

En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!

Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.

Emeğin dostları,

Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.

Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.

Hazinenin faiz ödemeleri ilk 6 ayda 1 trilyon 36 milyar lirayı aştı. Sadece Haziran’da hazine 250 milyar lira faiz ödedi. İlk altı ayda faiz ödemelerinin toplam ödemelere oranı yüzde 14,90’a yükseldi.

2025 bütçesinden faiz ödemeleri için plânlanan payın 1 trilyon 950 milyar lira olarak hesaplandığını hatırlatırsak sene sonunda ne kadar daha faiz ödeneceğini tahmin edebiliriz!

Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de emekçilerin ücretlerine göz diken, alın terini yağmalamak için türlü numaralar çeviren bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.

Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.

AKP iktidarı, kapitalizmden çıkmayı tercih etmek yerine sahte iklim kanunlarıyla yeni ifsatlara yol vermekte, zeytin kanunu ile yaşam kaynaklarımıza sermaye lehine tırpan vurmaktadır.

Yoksullaştırılmış halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.

TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.

Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!

Kardeşler,

Bütün bu köleci, ifsat tablosuna karşı teklifimiz nedir?

Konuşmamızın başında da belirttiğimiz gibi “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesi şiârımız olmalıdır.

Allah, insanlar ve diğer bütün canlılar için sayısız nimet yaratmıştır.

Peki, problem nereden kaynaklanmaktadır?

Egemen sınıfların herkes için yaratılan nimetlere el koymasından elbette!

Yani hırsızlar, örgütlü hırsızlık düzenleri, örgütlü soyguncular bütün herkesten ve tabiattan çalmaktadır.

Devletler ve sermaye el ele vererek herkesin olması gereken nimetlere el koymaktadır.

Teklifimiz tabiatı ifsat etmeden üretmek; üretileni, Allah’ın herkes için verdiği nimetleri hakça bölüşmektir, adil bir şekilde paylaşmaktır.

Teklifimiz, rekabet temelli kapitalizme karşı dayanışmayı temel ilke kabul etmektir.

Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor! O hâlde neden dayanışarak sesimizi, itirazımızı daha çok yükseltmiyoruz!

Emekten, alın teri ve dayanışmadan yana duran dostlar,

Sermaye düzeninin müfsit, sömürücü ve köleci dayatmalarına karşı yan yana duralım!

Âlemlerin Rabbi olan Allah kimseyi kimseye “efendi” olarak yaratmamıştır.

Kimileri açlık ve yoksullukla mücadele ederken kimileri çaldığı, gasp ettiği nimetleri stoklayarak, çitleyerek huzur ve zenginlik içinde yaşayamaz!

Haysiyet mücadelesi veren herkes bu işleyişe çomak sokmalıdır, adalet için haykırmalıdır, ifsada geçit vermemelidir.

Şüphesiz ki Allah ifsat edenleri, zalimleri sevmez; adaleti emreder!

Tekrar tekrar haykırıyoruz:

Egemenlerin, yoksulluk sınırı 85, açlık sınırı 26 bin lira iken yoksul emekçi kitlelere 22 bin lirayı lâyık gören zam, sömürü, yağma düzenine itiraz edelim!

Emeğinin, alın terinin karşılığını alamayan, ürünleri yağmalanan çiftçilerimiz traktörleriyle yollara, meydanlara çıkarak mücadelesini yükseltiyorlar!

Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.

Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.

Bu köleci düzeni reddedelim; emek ve alın terine düşmanlık yapan bütün organizasyonları dağıtalım!

İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.

Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

Haberler

ÖYB’de Mehmet Akif Koç Söyleşisi: Süreç, Aktörler ve Ortadoğu’nun Geleceği

Yayınlanma:

-

Ortadoğu uzmanı Dr. Mehmet Akif Koç, “Filistin, İsrail ve İran – Süreç, Aktörler ve Ortadoğu’nun Geleceği” kitabı çerçevesinde Özgür Yazarlar Birliği’nde bir söyleşi gerçekleştirdi.

Program, video kaydından izlenebilir.

Devamını Okuyun

Videolar

Üsküdar’da Eylem: Torba Yasayı Geri Çek! Zeytine, Ormana, Kıyılara Dokunma! (video haber)

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD İstanbul’da, Üsküdar Mimar Sinan Meydanında bir eylem düzenleyerek kamuoyunda “süper izin” olarak bilinen ve zeytinliklerin maden sahası ilan edilmesini kolaylaştıran yasa tasarısını protesto etti; yasa teklifinin geri çekilmesini istedi.

Kıyıları turizm talanına açan yönetmeliğin de halkın kıyılarla irtibatının tümden kesildiği vurgulanarak eleştirilen eylemde, sermaye ve iktidarın ortaklaşa sebebiyet verdiği ekolojik ifsat eleştirildi; ormanlara, zeytin sahalarına, kıyılara ve bir bütün hâlinde tabiata sahip çıkılması çağrısında bulunuldu.

Eylemde “Torba Yasayı Hemen Geri Çek, Süper İzin Süper Talandır,  Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, AKP Elini Doğamızdan Çek, Zeytine Ormana Geleceğe Dokunma, Zeytine Ormana Kıyılara Dokunma, Kahrolsun Kapitalist Yağma Düzeni, Zeytin Direniş Hayat Demektir, Sermayeye İktidara Diren Diren Her Yerde, Kazdağlarında Akbelen’de Diren Diren Her Yerde, Altına ve Kömüre Diren Diren Her Yerde, Madenlere Siyanüre Diren Diren Her Yerde” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Eylemde topluluk adına Meryem ve Karayıl ve Sacide Uras’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

 Zeytine, Ormana, Tabiata, Geleceğe Dokunma! Torba Yasayı Geri Çek!

Rantı, Sermayeyi Değil; Hayatı Savun!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Kıymetli dostlar,

Neoliberalizmin resmî belgesi olan 24 Ocak kararlarının sonuçlarını tüm yakıcılığıyla yaşamaya devam ediyoruz.

Küresel sermaye ve ona göbek bağıyla irtibatlı yerli işbirlikçi sermaye doymuyor; ülkemizin, tabiatımızın bütün imkân ve güzelliklerini yağmalayama devam ediyor!

AKP iktidarında hızlanan yağma ve talanın zirveye çıktığı bir dönemdeyiz.

Ülkenin yaklaşık 3’te 2’sini maden sahası ilan ederek ormanları katleden, topraklarımızı siyanürle zehirleyen, HES’lerle dereleri kelepçeleyen şirketlere peşkeş çeken AKP iktidarı şimdi de yeni yasal düzenlemelerle bu yağma, talan ve ifsadı derinleştiriyor!

Önce kıyılardan başlayalım:

26 Haziran 2025 tarihli yönetmelik değişikliğiyle kıyılardaki özel mülkleştirme yasal hâle getirilmeye çalışılıyor. Kıyılardaki işgaller, sözde hukuki bir zemine kavuşturuluyor.

Bu değişiklik, açıkça “adrese teslim bir düzenleme”dir arkadaşlar!

Bu değişiklikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilen orman alanlarının kıyı kenar çizgisinin deniz tarafı, “turizm” amacıyla önceden tahsis edilen alana ek alan olarak sermaye sahiplerine devredilecektir.

Ülkemizin en güzel kıyılarının büyük çoğunluğu zaten turizm sermayesinin, otellerin işgali altındaydı şimdi geri kalan mıntıkaları da bu arsız ve doymak bilmeyen iştahlara teslim edecekler ve halkımızın denizlere ulaşmasının neredeyse tümüyle önüne geçecekler!

Bu uygulamayı hemen, derhâl, şimdi iptal edin! Şunu bilin ki tabiat, sizin rant alanınız değil; Rabbimizin herkese eşit olarak verdiği nimetler bütünüdür!

Arkadaşlar,

Çok uzun süredir Türkiye’de büyük bir orman direnişi, büyük bir dere direnişi, büyük bir ağaç direnişi hülâsâ büyük bir tabiat direnişi var!

Bu direniş; küresel sermayeye ve onun işbirlikçisi yerel sermayeye karşı veriliyor!

Bu direniş, kendini sermayenin hizmetine adamış iktidara karşı veriliyor!

Bu direniş; Kaz Dağlarından Akbelen ormanlarına, Dersim dağlarından Karadeniz ormanlarına, derelerine kadar bütün bir ülkeye; Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış durumda!

Bu direniş; zeytinliklere göz dikmiş, onları yok ederek kömür çıkarmak isteyen enerji kartellerine karşı veriliyor!

Biz de bugün bu direniş zincirinin bir halkası olarak meydanlara çıktık ve İstanbul’dan ses veriyoruz:

“Yağma yok! Zeytine, ormana, derelere, kıyılara dokunma! Yağmacı sermayeye geçit vermeyeceğiz!” diye haykırıyoruz!

Kıymetli Dostlar,

Orman, zeytinlik, mera ve sit alanlarını madene açacak ve kamuoyunda “süper izin” olarak adlandırılan arsız torba teklifi Meclis’te görüşülmektedir.

Şimdi, sürecin nasıl öngörüldüğüne bakalım:

Bu teklifle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne (MAPEG) sınırsız yetki verilirken, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçleri hızlandırılıyor, Cumhurbaşkanı başkanlığındaki kurul, son sözü söylüyor. Acele kamulaştırma kurumsallaşıyor ve ekokırım yasal zemine oturtuluyor!

Bu yasa çerçevesinde “stratejik” ve “kritik” madenler belirlenecek. Bu konudaki kararlar da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atadığı kurul tarafından verilecek. Bu türden madenlere ilişkin acele kamulaştırma ve stoklama kararları yine kurul tarafından verilecek.

“Acele kamulaştırma” zaten iktidar tarafından son dönemde sık kullanılan bir yöntemdir. Bildiğinzi gbii vahşi madenciliğe, sömürge madenciliği uygulamalarına karşı çıkanların tarlalarına, meralarına, zeytinliklerine “acele kamulaştırma” kararlarıyla el konuluyordu. Bu teklifle birlikte “acele kamulaştırma” bir başka deyişle “acele çökme” projelerine yasal bir kılıf da getirilmiş oluyor.

Teklifin üçüncü maddesiyle, MAPEG’e devlet ormanlarında süper yetki veriliyor. Orman alanlarında madencilik faaliyetlerine yönelik her türlü kararı MAPEG verecek. Kararları MAPEG alacak, ruhsatlandırmayı da MAPEG yapacak. Devlet ormanları MAPEG’e, MAPEG’de şirketlere devredecek.

Dördüncü grup madenler yaklaşık 2 bin hektarlık (20 bin dönüm) bir alanı kapsadıklarından, aynı alanda bulunan farklı madenlerin de ziyan edilmemesi için aynı alanda farklı madencilik faaliyetlerine de izin verilecek. Yani hem etinden hem sütünden hem de suyundan… Bölgenin canı çıkarılana kadar kanı emilecek!

Teklifin bir başka maddesiyle linyit kömürüyle çalışan termik santraller övülmekte, elektrik sisteminin yükünü taşıdığı belirtilmekte, linyit kömürünün çıkarılmasının ve yakılmasının stratejik bir zorunluluk olduğu vurgulanmaktadır.

Torba teklifte kömürlü termik santraller “hayati öneme sahip enerji yatırımları” olarak gösterilerek önündeki engellerin kaldırılması ve yasal koruma altındaki zeytinliklerin termik santrallere kurban edilmesinin yolu açılıyor.

Tabii o termik santrallerin hangi yandaş holdinglerce işletildiğini de çok iyi biliyoruz!

Evet arkadaşlar!

Kapitalizmden çıkmak yerine onun dayattığı yaşam tarzını sorgulanamaz kabul eden bir anlayışla karşı karşıyayız!

Sadece biz değil; bütün dünya, kapitalizmin enerji politikalarının kurbanı olmuş durumdadır. Küresel sermaye denen azgın canavarın kanı enerjidir. Çok büyük oranlarda fosil yakıtlarla sağlanan enerji, dünyanın can suyunu kurutmuş; sömürüyü derinleştirmiş ve tabiata ağır darbe vurmuştur.

Bugün eş zamanlı olarak Meclis’te görüşülen İklim Yasası da aynı sahtelikle maluldür. Sözüm ona tabiat, iklim, modern kapitalist medeniyetin işleyişinin zararlarından korunacaktır!

Elbette böyle bir şey olmaz arkadaşlar! Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. İnsanlığın artık belki de çok geç kaldığı bu kavşakta acil bir karar vermesi gerekiyor! Ya kapitalizmden, onun ifsat edici çevriminden çıkacak ya da böyle “İstemem yan cebime koy!” diyen sahte çözümlerle kendini ve halkları oyalayacak; derinleştirdiği ifsadıyla tabiatı ve yaşamı yok etmeye devam edecek!

İronik bir şekilde sözüm ona iklim yasası ile zeytinlikleri katledecek süper izin yasasını aynı günlerde görüşen iktidar, yine aynı günlerde ülkemizi yakıp kavuran orman yangınlarıyla ilgili olarak yıllardır almadığı önlemlerin hesabını vermeye yanaşmıyor!

İklimi korumak istiyorsanız iklimi yozlaştıran, sıcaklıkları artıran kapitalizmden çıkmanın yollarını arayın! Hayatı besleyip koruyan ormanlara, derelere, göllere, zeytinliklere sahip çıkın! Yangınlara karşı tedbirler alın! Yangın söndürme tertibat ve ekipmanlarını verimli seviyelere ulaştırın!

Bir yandan yangınlar bir yandan sizin yağmacı uygulamalarınız Namık Kemal’in şu mısralarını hatıra getiriyor:

Âh yaktık şu mübârek vatanın her yerini /

Saçtık eflâke kadar dûdunu, âteşlerini /

 Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Emperyalist şirketlerin her bir kazması, iş makinesi Anadolu’yu delik deşik ettikçe, ormanlar yok oldukça lütfen bu mısraları hatırlayın ve suç ve suçlular üzerine bir kez daha düşünün!

Islah çizgisinin temsilcileri,

“Süper izin” denilen bu “süper talan” teklifi yasalaşırsa Muğla’da bulunan Yeniköy-Kemerköy ve Yatağan termik santrallerinin çevresinde bulunan binlerce dönümlük zeytinliklere el konulacak!

Topraklarına ve zeytin bahçelerine el konulan çiftçilere ise başka alanlarda isterlerse toprak kiralanacak! Özetle, bu yasal düzenleme gerçekleşirse yüz binlerce zeytin ağacı katledilecek, köylüler mülksüzleştirilecek!

Bazı akl-ı evvel milletvekilleri de “Ne yapalım; zeytin ağacı taşınabilir, maden taşınamaz!” diyor. Arkadaşlar, daha önce taşıması yapılan zeytin ağaçlarının en az yarısının kuruduğu, hayatta kalanların da çok uzun süre meyve vermediği tespit edilmiştir.

Bu tabiat düşmanı sermaye sevicilere sormak istiyoruz:

Akbelen ormanlarında yaptığınız gibi binlerce zeytini katledeceksiniz! Peki, yarın sofranızda zeytin yerine kömür mü yiyeceksiniz? Yemeklerinizde zeytin yağı yerine kömür tozu mu kullanacaksınız? Yüz binlerce insanı tabiatından, üretiminden koparıp açlığa, yoksulluğa mı sürükleyeceksiniz? Sizin beceriksizlik ve ufuksuzluğunuzun faturasını halkımız mı ödeyecek!

Ayrıca, teklif dolayısıyla şunu bir kez daha vurgulamak durumundayız: Küresel iklim felaketinin yaşandığı bir dünyada termik santrallerin kapatılması çağrısı yapılırken, teklifle bu santrallerin ne kadar stratejik, vazgeçilemez ve önemli olduğunun altı çizilmesi az önce de bahsettiğimiz gibi ayrı bir garabettir!

Kıymetli dostlar,

Türkiye’nin dört bir yanındaki zeytinlikler, artık yalnızca tarımsal alanlar değil; birer mücadele hattı, birer sınav sorusudur. Bu soruyu geçemeyen bir toplum, sadece doğasını değil, kültürel sürekliliğini de kaybeder. Zeytin kesildiğinde sadece bir ağaç değil; bir halkın sesi, bir sofranın bereketi, bir ülkenin vicdanı da susturulmuş olur.

Zeytin ağacı, yalnızca bir Akdeniz bitkisi değildir; o, insanlığın ortak vicdanına kök salmış, toprağın hafızasıyla konuşan bir canlıdır. Barışın taşıyıcısı, sabrın öğretmeni, köklülüğün simgesidir. Onun her kıvrımı, her çentiği, binlerce yıllık bir zaman defterinin yaprağı gibidir. Sessizdir ama suskun değildir. Gövdesiyle geçmişi; dallarıyla geleceği anlatır. İnsan türünün hafızası zayıf olabilir ama zeytin unutmamıştır: Ne tufanı ne savaşı ne kuraklığı ne de ihaneti… Bu yüzden onun gölgesinde yalnızca insanlar değil, bütün çağlar dinlenmiştir.

Şu anda Filistin’de, Gazze’de devam eden Siyonist soykırımı da bu bağlamda hatırlamalıyız:

Zeytin, Filistin’de de direnişin sembolüdür. Nasıl Türkiye’de işgalci, yağmacı sermaye zeytinliklere, ormanlara, kıyılara saldırıyorsa Filistin’de de küresel sermaye desteğindeki işgalci İsrail; Filistin halkının tabiatına saldırmakta, zeytin ağaçlarını kesmekte, kıyılarını zapt ederek Trump’la beraber ikinci Riviera hayalleri kurmaktadır.

Bu durumda anlıyoruz ki zalimler her yerde birbirine benzer plânlar kurarken yine direnişler de birbirine benzer usullerle bu işgal ve zulümlere karşı koymaktadır!

İstanbul halkı,

TEMA vakfının daha önceki eylemlerimizde de bahsettiğimiz raporuna göre canlı tür çeşitliliği bakımından büyük öneme sahip olan “Önemli Doğa Alanlarının” büyük bölümü madencilik faaliyetlerinin tehdidi altındadır.

“Önemli Doğa Alanları”nın yüzde 55’i ihale ruhsat alanlarında, yüzde 40’ı aktif ruhsat alanlarında yer alıyor.

SİT alanlarının yüzde 66’sı maden alanı olarak ruhsatlanmış.

Tarım alanlarının yüzde 41’i aktif ruhsat, yüzde 37’si ihale sahasında kalıyor. Tarım alanlarının sadece yüzde 22’si herhangi bir ruhsat alanına dahil edilmemiş durumda.

Su havzalarının yüzde 31’i aktif ruhsat alanında bulunuyor.

Madenlerle delik deşik edilen, siyanürlerle zehirlenen ülkemiz coğrafyasını görüldüğü üzere eğer direnmezsek, karşı koymazsak yakın gelecekte çok daha kötü günler beklemektedir.

Sermayenin hırslarına karşı tabiatı, yaşamı savunan dostlar,

Rabbimiz A’raf sûresi 56. ayette “İyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” uyarısında bulunurken Rum sûresi 41. ayette ise “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı.” buyurmaktadır.

Aynı ayette “Bu şekilde [Allah], belki [doğru yola] geri dönerler diye yaptıklarının bazı [kötü] sonuçlarını onlara tattıracaktır.” diyor ve bize 6 Şubat Maraş depremini, Fukuşima’yı, Çernobil’i, Erzincan-İliç’i ve her sene daha da yoğunlaşan orman yangınlarını hatırlatıyor.

Kur’an-ı Kerim’deki bu beyanlar sosyolojik ve ekolojik çürüme ve yozlaşma hususunda insana dönük güçlü ikazlardır.

Kapitalist hırsların küreselleştiği ve hayatın her alanına sirayet ettiği bir dönemde bu ifsadın tam karşısında durmak mecburiyetindeyiz.

Hayata, tabiata, insanlara ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı bu, öncelikli bir sorumluluğumuzdur.

Zeytinime, ormanıma dokunma!

Sömürgeci sermaye Anadolu’dan defol!

Sermayeyi değil, tabiatı savun!

Anadolu’yu altın ve para hırsınıza teslim etmeyeceğiz!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneğiwww.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x