Connect with us

Köşe Yazıları

İsrail’e Karşı Kapsamlı Bir Boykot Hareketine İhtiyaç Var  

Yayınlanma:

-

İsrail’in Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinlilerin evlerini ellerinden almaya çalışması, akabinde Mescid-i Aksa baskınları ve Kudüs’te boy veren direnişin ardından Gazze’deki direniş gruplarının cevabıyla savaşa dönüşen süreç bizim için birçok şeyin tekrar düşünülmesine vesile olmalıdır.

Her Gazze saldırısı ya da işgal edilmiş topraklardaki her gasp adımı Müslümanları farklı şekillerde rahatsız etmektedir. Çoğu kişi ya da grup diyelim, artık herhangi bir zulüm durumunda farklı direniş biçimlerine katkı sunmadığı için bir an önce sükûnetin egemen olmasını istemektedir. Direnişle bağlantılı kargaşa, çatışma ya da savaş kendi duyarsızlıklarını ifşa ettiğinden yükümlülükleri yerine getirmemiş olmanın mahcubiyetini üzerlerinde taşımak istemeyen ama bu yolda herhangi bir adım da atmaktan kaçınan bu ruh hâlinin son yıllarda yaygınlık kazandığı iddia edilebilir. Mevcut statüko insanları fazla rahatsız etmeden sürse buna memnun olacak kişilerin, grup ve rejimlerin sayısı önemli oranda artmıştır. Belki de yaşanılan asıl yozlaşma, çürüme ve mağlubiyet budur.

Şükürler olsun ki bu olumsuz hâlet-i rûhiyeyi direniş azim ve kararlılığı tedirgin etmeyi sürdürüyor. Direnişin, bilinçleri tedirgin edici mâhiyeti en etkili bir devrimci tavırdır. Nerede ve hangi meselede olursa olsun direniş, insanları tavır almaya iter. Kimin yanında yer almalıdır? Direnişi örgütleyip sürdürenlerin bu tercih dayatıcı rollerine dikkat kesilmelidir. Bu dayatmayı çoğaltmamız gerekiyor. Her dayatma kötü değildir ya! Dikkat ederseniz buradaki dayatmanın zorbalıkla bir münasebeti yoktur. Direniş süreci vicdanlara doğru tesir etmeye başlayarak muhataplarını etkisi altına alır ve az evvel dediğimiz gibi onları tercihe zorlar.

Şu hâlde yapılacak şey direnişi dâim kılmak, vicdanları harekete geçirip onlardan birtakım tercihlerde bulunmasını istemektir.

Sıradan kişilerin, grupların, devlet ya da rejimlerin, artık ne kadar vicdanları kaldıysa tercihe zorlanmasını sağlayacak direniş biçimlerini yaygınlaştırmak boynumuza borçtur. Tabii burada Filistin meselesi özelinde tartışıyoruz ama bütün zulüm alanları için söylediklerimiz geçerlidir. KHK’ların yarattığı zulümler, ekolojik ifsat ve talan, emek sömürüsü derken hayatın bütün alanlarındaki adalet arayış süreçleri için bu tutum ve tavırlar geçerlidir. Şimdi Filistin meselesi özelinde ilerleyelim.

Gazze’deki savaşla ilgili ateşkes sağlandı. Yukarıda da husûsen işaret ettiğimiz kesimler için bu durum derin bir ‘oh’ çekilmesine vesile olmuş olabilir ama artık işgal kökten bitirilinceye, Siyonistler işgal ettikleri topraklardan def edilinceye değin kimsenin derin bir ‘oh çekme’ hakkının olmadığını tedirgin edici boyutlarda hissettirmek için yeni direniş usullerini örgütleyip halkların huzuruna çıkarmak zorundayız.

Türkiye’de İsrail’e karşı verilen kayda değer bir mücadele örgütlenemediğinden bir direnişten de maalesef bahsedilemez. Direnişi sadece Filistinli çocukların taş atan zayıf kol ve omuzlarına, direniş gruplarının imkânsızlıklar içinde çırpınarak var olma savaşımına havale etmek buralarda geçer akçedir. Direnişin bütün bir yeryüzüne yayılması, Siyonist işgali besleyen damarların kurutulması gerekiyor. Direniş bütün bir yeryüzüne kök salmalıdır. Bu, bütün direniş alanları için geçerliyken Siyonizm görünümlü küresel emperyalizmi geriletme perspektifine odaklanması gereken Filistin direnişi için daha bir gereklidir. Siyonist işgalcilerin meşruiyetlerini büyük şeytan ABD koruyuculuğunda ve bir karşı devrim formunda bütün bir İslam dünyasına, Arap rejimlerine doğru genişletme azmi göz önüne alındığında meselenin ciddiyeti daha bir kesin olarak algılanabilir.

İsrail, Siyonizm görünümlü küresel emperyalizmin ileri karakolu olarak Ortadoğu’da ifsadı körüklemek misyonunu icra etmek için bir lejyon formunda Filistin’e konumlanmıştır. Dolayısıyla bu form emperyalistler için oldukça anlamlıdır. Onun bu varlığının anlamı, bölgeye kök salma kabiliyetiyle doğru orantılıdır. O yüzden bu kök salma niyeti bölgesel ve küresel direnişin ana hedefi olmalı değil midir?

Siyonist saldırganlığa karşı Türkiye’deki etkinlikleri sıcak çatışma anlarında verilen hamâsî ya da duygusal tepkiler, İsrail’in İstanbul konsolosluğu önünde yoğunlaşan protestolar, dünyanın farklı ülkelerindeki devasa kitlesel yürüyüşlerle kıyaslandığında düşük yoğunluklu olarak niteleyebileceğimiz katılımlarla gerçekleşen basın açıklamaları şeklinde sıralayabiliriz. Elbette bütün bu faaliyetler son derece kıymetlidir lâkin artık çok daha etkili ve plânlı aşamalara geçilmesi gerektiği de açıktır.

Sıradanlaşan bu eylemliliklerin etkisini farklı alan ve sektörlerde derinlik kazanan şu Türkiye-İsrail münasebetleriyle ölçelim: İsrail’le Türkiye’nin yıllık ticari hacmi 6 milyar doları aşmış durumdadır. THY İsrail’e koronavirüs salgınından önce günde en az 10 sefer düzenlemekteydi. İsrail’de, Zorlu Holding’in,  Hamas’ın roket saldırısıyla haberdar olduğumuz 3 enerji santrali vardır. Türk çelik sektörünün bu yılki ihracatında İsrail ilk sıradadır. Kürecik NATO radarı İsrail’in güvenliğini sağlamaktadır. İsrail, petrol ihtiyacının önemli bir kısmını Irak Kürdistan’ından Türkiye’nin Ceyhan limanı aracılığıyla gidermektedir. Türkiye, Nekbe’yi İsrail’in milli günü olarak tebrik etmektedir. İsrail’le yapılan anlaşmalar nedeniyle Türkiye mahkemelerinde Mavi Marmara’nın hesabını sormak için dava açılamamaktadır.

Burada sıralayabilmenin mümkün olmadığı ve iyice dallanıp budaklanan çok sayıda ve farklı alanda cereyan eden ilişki, Türkiye’de ne denli büyük ve etkili bir boykot hareketine ihtiyaç duyulduğunun açık kanıtıdır. Bu boykot hareketi işin tabiatı gereği devrimci olmak durumundadır. Kirli münasebetleri hoyratça sürdüren özel ya da kamuya ait bütün şirket ve kurumlar önünde aylar ve hatta yıllar sürecek çadır eylemlerini, yürüyüş ve internet kampanyalarını gerektirir. BDS örneği bu anlamda çarpıcıdır. Farklı ülkelerde Siyonistlere hizmet edecek mal ve ticari hizmetlerin sevkiyatını durdurmaktan spor müsabakalarının iptaline, kültürel organizasyonların engellenmesine, siyasi ilişkilerin kesilmesine dönük BDS faaliyetlerinden bütün dünya haberdardır.

Böyle bir boykot hareketi doğrudan, Siyonistlerle her türlü kirli ilişki içinde olan devlet-sermaye ortaklığını hedef alacağından egemen düzenden sert bir karşılık göreceği açıktır. İşin ucu geniş dindar çevrelerin desteklediği AKP iktidarına dokunacağı için her sıcak çatışmada konsolosluklar önüne koşuşan kalabalıkların böyle bir boykot hareketine destek verip vermeyeceği şüphelidir. Kitlelerin Kudüs-Gazze-Filistin hassasiyetini ısrarla manipüle eden iktidarın açık yüreklilikle karşısına çıkmak bu boykot, dolayısıyla da direniş hareketinin kaçınılmaz aşaması olacaktır.

1960’larda sosyalist gençler NATO’nun Kürecik üssüne karşı eylem bilincine sahipken İslamî çevrelerin bunca kirli ilişkiyi kuru protestolarla geçiştirmesi kabul edilemez. Direniş, entegre ve zorlu bir süreçtir. Aylara, yıllara yayılır; yeryüzünün başka ve çeşitli direniş hareketleriyle irtibatlanır. Gazze’de yeni bir savaşa kadar ateşkes ilan edilebilir ancak Siyonist kılıflı emperyalizmin Filistin’de, Ortadoğu’da kök salma azmindeki damarlarını kurutmak ancak onlardan çok daha fazla gayret ve kararlılıkla mümkün olabilir.

 

8 Şubat 1974’te Niksar’da doğdu. Niksar İmam-Hatip Lisesi’nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Kurucu ve yöneticilerinden olduğu TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen bünyelerinde yer almakta ve 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye edebiyat-düşünce dergisinin editörlüğünü yürütmektedir. 2020 yılında kurulan YeniPencere.com sitesinde editörlük ve yazarlık çalışmalarını sürdürmekte ve 1996’dan bu yana edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Eserleri: Yüzümüzü Ağartan (öykü, 2006), İlim Yayma’nın Penceresi (anı, 2012), Kar Kesilen (öykü, 2020), Kiralık Meydan (öykü, 2020), Ferhat’ın Şemsiyeleri (öykü, 2020), Halkada Duranlara (şiir, 2022)

1 Yorum

1 Yorum

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Saraybosna Günlüğü

Yayınlanma:

-

Neydi 1931 Barselona doğumlu İspanyol şair, yazar ve romancı Juan Gostisolo’yu “caddeleri ve binaları tümüyle yok olmuş, yıkılmış, cerahat, koparılmış organlar, deşilmiş bağırsaklar, hâlâ kokan çürük yaralar, korkutucu izlerle dolu susuz, gazsız, elektriksiz, taşıtsız, telefonsuz, ilk bakışta bir hayalet şehre, parçalarına ayrılmış bir iskelete ya da cansız bir bedene benzeyen” Saraybosna’ya götüren sebep?

Bir Batılıyı, Batı’da müslümanlara karşı girişilmiş bir soykırımın orta yerine gönüllü bir gözlemci olarak yollayan duygu ve düşünceleri merak ettiğim için okudum Saraybosna Günlüğü’nü. Kitabın alt başlığı dikkat çekici: “Barbarlığa Doğru Bir Yolculuğun Notları”

1992 ila 1995 yılları arasında 3 yıl süren, Batılı devletlerin doğrudan izlediği, dolaylı olarak desteklediği saldırılar sonucu Boşnak halkı 140 bin canını kaybetti. Geride 151 bin yaralı, ikametgâhını terk etmek zorunda kalmış yaklaşık 2 milyon insan, 12 bin 100 sakat ya da özürlü, yaklaşık 38 bin tecavüze uğramış kadın bıraktı.

Ketebe Yayınları, Bosna’nın önde gelen kurucu liderlerinden Aliya İzzetbegoviç’in “Unutulan soykırım tekrarlanır!” uyarısını hatırlatmak istercesine, Kasım 2024 tarihinde okurların dikkatine sunmuş bu kitabı. Batı’nın ayakkabısının içindeki bir çakıl taşı bu.

Batı’nın Filistin’de, Gazze’de sergilediği son model barbarlığı, vahşeti, su katılmamış soykırımı, dünyanın bütün coğrafyalarında öfke patlamalarına yol açarken zamanda ve zeminde ufak bir sapmayla aynı filmi seyre dalmak sarsıcı bir “okuma” deneyimi… 

Avrupa’nın “saha ve seyirci” avantajından yararlandığı, internetin olmadığı 30 yıl öncesine götürüyor bizi Goytisolo. Sözünü sakınmıyor, şöyle bir mezar yazısı yazmalı, diyor:

Avrupa Birliği’nin saygınlığı ve Birleşmiş Milletler örgütünün güvenilirliği burada yatıyor, Saraybosna’da öldürülmüştür. Ortakların ve yöneticilerin o emsalsiz korkaklığı ve sinsiliği yüzünden burada can verdiler.”

Yazar, gün içinde canını tehlikeye atarak sokaklarda dolaşmış, insanlarla görüşmüş. Kitap, bu tanıklıklarla genişleyip derinleşiyor. Satır aralarında öğreniyoruz, kaldıkları otelin de pek tekin bir yer olmadığını. Katil sürülerine bağlı insanlık düşmanlarının atışları geliyor her yönden sabah akşam. Keskin nişancılar da cabası.

Otelde, karanlıkta, mum ışığı altında, gün içindeki görüşmelere ait notlarını toparlar; yemek yerken Susan Sontag’ın da yanlarına geldiğini öğreniyoruz. Çok acayip bir his bu da! Katiller etrafta cirit atar, ölüm kol gezerken, kitaplarını okuduğumuz, sevdiğimiz dünyaca ünlü Amerikalı kadın yazara 56 sayfa sonra rastlamak, orada, soykırım savaşının, kuşatmanın orta yerinde. 

Masamda duruyor “Başkalarının Acısına Bakmak”. Hiçbir kitap yazarına altın tepside sunulmuyor. Özgürlük gibi. Bahşedilmez. Gidip almalı, hiç değilse almayı göze almalısınız.

Sanırım, bu kitaptan öğrendiğimiz, sonuç vermemişse de takdire şayan çaba için bile tanınmayı hak ediyor bu insanlar, okunmayı hak ediyor bu kitaplar:

Benim ve Susan Sontag’ın, ünlü yazarları Saraybosna’ya çağırma çabalarımız bir fiyasko ile son buldu.”

Not:

Bizim kuşaklar Gazze’yi asla unutamazlar. Saraybosna’da neler olduğunu hayal meyal değil vücutta bir neşter yarası gibi hatırlamak isteyenler Semezdin Mehmedinoviç’in aynı yayınevinden çıkan şiir ve kısa hikayelerden oluşan Saraybosna Blues adlı anlatısını okumadan geçip gitmesinler.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Bizi Arındıracak Mücadele

Yayınlanma:

-

Geçen gün yerel bir gazetede tesadüf eseri gözüme ilişen kısa bir yazı tüylerimi diken diken etti.

Yazı, okuru 2007 yılına ışınlayan çarpıcı bir iki hatıra üzerinde boy gösteriyor. Hrant Dink Dünyası başlıklı yazı şu cümleyle başlıyor:

“Hrant, 19 Ocak 2007’de İstanbul’da öldürüldüğünde İnsan Hakları Derneği Trabzon Şubesi yöneticisiydim.”

Yazıdan öğreniyoruz ki, İnsan Hakları Derneği Trabzon Şubesi Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine Santa Maria Kilisesi’ne çiçek bırakarak “Biz Ermenilerin düşmanı değiliz” mesajı vermiş.

Ne güzel bir hareket öyle değil mi?

Fakat bu, insan kardeşliğini koruma temennisi, birilerini çok rahatsız etmiş.

Yıllar sonra tanıştığı kişi, yazının sahibine bir gün, “sana bir itirafta bulunmak istiyorum” demiş. Devamını yazıdan okuyalım:

Biz Ermenilerin düşmanı değiliz, mesajı vermemizi bu kişi farklı yorumlamış ve bunun üzerine yönlendirilmiş beni öldürmeye karar verildiğini söyledi. Konuşmasına uzun takip sonucunda bir taksi ile Orman Bölge Müdürlüğüne geldiğimi, arabayı park edip kısa voltalar attığımı görünce hazneye mermi alarak bana doğrulttuğunu söyledi. Ancak tam da bu sırada bir minibüsten yaşlı bir kadının indiğini ve onun koluna girdiğimi görünce bu kadının muhtemelen annem olduğunu düşündüğünü ve kendi annesinin aklına gelmesiyle birlikte silahı indirdiğini anlattı. Annemin sayesinde halen daha yaşadığımı anılarımda yazmıştım.”

Bugün, “Santa Maria Kilisesi” nerde, nasıl bir yer diye arattığınızda karşınıza çıkan ilk sekmede şu yazıyor: Santa Maria Katolik Kilisesi (Trabzon)

Kısacık vikipedi bilgisi de şöyle:

Santa Maria Katolik Kilisesi Trabzon’un Ortahisar İlçesinde bulunan bir kilisedir. Kilise, misafirhane ve iki yardımcı binadan oluşan kompleks, 1869-1874 yılları arasında Sultan Abdülmecid tarafından Trabzon’a gelen turistler için inşa ettirilmiştir. Üç nefli bazilikanın üzeri beşik tonozla örülmüş ve kiremitle kaplanmıştır. Kilisenin içinde birçok ikona ve fresk bulunmaktadır. Yapı, günümüzde de kilise olarak hizmet vermektedir. Kiliseye 2006-2018 yılları arasında çok sayıda saldırı düzenlenmiştir. 2006 yılındaki saldırıda kilisenin rahibi Andrea Santoro silahla vurularak öldürülmüştür.”

Andrea Santoro kimdir diye baktığınızda şu bilgiyle karşılaşıyorsunuz:

“5 Şubat 2006’da kilisede diz çöküp dua ederken arkadan vurularak öldürüldü.”

İnandığı Tanrı’ya ibadethanesinde dua eden bir din adamı ne suç işlemiş olabilir ki! Ülkede misafirimiz sayılan bu insan suç işlemişse bile cezasını hukuka uygun, adil bir yargılama sonucu Mahkemenin vermesi gerekmez mi?

“Arkadan vurmak!”

İnsanlıktan, mertlikten daha ne kadar uzaklaşabiliriz diye düşünüp tasarlanmış eylemler. Rahatsız olmaktan daha beteri ise bu duruma aşina olmak:

Ermeni-Türk gazeteci Hrant Dink’in katilinin de Trabzonlu olması ve 18 yaşından küçük olması nedeniyle, Türk polisi Santoro ve Dink cinayetleri arasındaki olası bağlantıları araştırıyordu. Ekim 2007’de Türkiye’deki Yargıtay, Santoro’nun katilinin hapis cezasını onayladı. 2016’daki darbe girişiminin ardından katil, cezasının 10 yıldan azını çektikten sonra hapisten çıktı.”

Karşımızda birbirinin içinden çıkan matruşka bir kötülük, fitne ve fesat var.

Yabancı düşmanlığının içinden ırkçılık, onun içinden çocuk istismarı, onun içinden cinayet, onun içinden bir toplumu fitne sokarak çürütmek, onun içinden de küçük bir şehri karanlığa sürüklemek çıkıyor.

Bu matruşkayı imal eden kudret, yasamadan, yürütmeden ve yargıdan (damarlarımızdaki kandan, zihinlerimizdeki zandan) en kısa sürede tümüyle sökülüp atılmalı.

Farklılıkların bu ülkenin en büyük zenginliği olduğunu bize unutturmayı başardılar.

Rumlar, Ermeniler, Lazlar, Kürtler… Herhangi bir baskı veya ayrımcılık görmeden dilleri, dinleri ve olanca kültürleriyle bu ülkede en az Türkler kadar güven içinde yaşayabilseydiler biz daha medeni insanlar olacaktık. Hiç şüphesiz hem dünyamızı hem ahiretimizi çok daha nitelikli biçimde imar edebilecektik.

Ötekilerle iletişim ve ilişki kuracak, komşuluk yapacak, tanıyacak, anlayacak, empati geliştirecek, hoşgörülü olmayı yaşayarak öğrenecektik. Ülkenin her köşesinde evlatlarımız potansiyel dünya vatandaşları olarak büyüyecekti.

İlk kez Kürtçe konuşan insanlarla 18 yaşında ancak Trabzon’dan İstanbul’a gittiğinde karşılaşmış bir Türk olarak yazıyorum bu satırları. Bugün en candan, yiğit arkadaşlarım, dostlarım Kürtler.

Müsaade etselerdi eminim Ermeni, Rum, Laz, Süryani arkadaşlarım da olurdu. Çok da güzel olurdu. Birden çok dilden, kültürden nasibimi alırdım.

Beni, bizi, bu toplumu, evlatlarımızı tektipleştiren, yoksunlaştıran, madunlaştıran, renklerinden, kokularından tehcir eden, kopartıp buruşturup atan zihniyetten beriyim ve de şikayetçiyim.

Hrant’a Borcumuz başlıklı yazıma buradan devam edeyim:

Bugün buradan bakınca daha iyi anlıyorum; Hrant kimdi, Hrant’ın arkadaşları kimler!

Biz ayakkabılarımızın altı delik olsun istemiyoruz, biz alçakça vurulup arkadan, kaldırımlara düşmek istemiyoruz asla. Ama insan olmanın, insan kalmanın maliyeti ne kadar artsa da kimi -karanlık- zamanlar, ödemeyi göze alıyor, elimizi cebimize atıyoruz.

O gün orda, cenaze için yürüyüşe geçen kalabalığın içinde “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” diye haykırmamız gerekiyordu. Geri durmadık. Tıpkı yeri geldi, “Hepimiz Filistinliyiz, Hepimiz Arap’ız” dediğimiz gibi.

Hrant’a, Hrantlara borcumuz olduğu aşikar. Ne olduğunu biliyoruz, tek kelimeyle!

Ödemeye buradan: bir bebekten katil yaratan karanlığın pilot şehrinden başlamak güzel olurdu. Bir hukukçunun biçare yazısı neyi değiştirir ki? Sözümüz geçmiyor, dua ve temenniden başka.

Ama bu şehrin temiz akıl sahipleri, bir araya gelip bir açıklama yapabilir, bir adım atabiliriz.

Bu şehir, kayıp bir şampiyonluk kupasını müzesine getirmekten çok daha gerekli, haysiyetli, büyük bir Adalet mücadelesi vermeye layık olabilir.

Bu mücadele bizi arındıracak, olgunlaştıracaktır.

Buna Hrant’ın, Ermenilerin değil bizim ihtiyacımız var.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

YouTube Ne Tarz Şiddet Sever?

Yayınlanma:

-

2020 yılında yayın hayatına başlayan haber ve analiz sitemiz Yenipencere’nin YouTube kanalı bu ay içinde kapatıldı. Haberlerimize kaynaklık ve eşlik eden video kayıtları ortadan kaldırıldı.

Bu haberi okuyucularımıza duyuruyor, teyit ediyoruz.

Bu zalimce karara itiraz ettik. Bize iletilen yanıt şu oldu:

“Kanalınızı dikkatlice inceledik ve yasa dışı şiddet örgütleri politikası hükümlerini ihlal ettiğini doğruladık. Son derece üzücü bir gelişme olduğunun farkında olmakla birlikte, YouTube’u herkes açısından güvenli bir platform hâline getirmek için çalıştığımızı hatırlatmak isteriz.
Kanalınız, YouTube’da yeniden etkinleştirilmeyecek.”

Karar kendi içinde tutarlı olsa bile hukukun en temel ilkelerinden nasibini almamış. Kanalda onlarca yayın var, bunlardan, son yıl içinde İsrail soykırımına karşı durmaya çağrı niteliğindeki hangisi veya hangileri sakıncalı bulunmuş (ağırınıza gitmiş) ise onların yayından kaldırılması gerekir. Hangi devlet bir suçlu için tüm sülaleyi hapse atıyor?

7 Ekim 2023 sonrasında siyonazi terörünün yol açtığı soykırıma karşı direnişin yanında duran pek çok kişi ve kuruluşun başına gelen bir sansür bu. İlk değil, son da olmayacak.

Bu bir savaş ve biz bu savaşta açıkça tarafız. Bir tarafta büyük şeytan ABD ve başta İsrail olmak üzere taşeronları: yeryüzünü ifsad edenler, diğer tarafta işgal, terör ve soykırıma “dur” diyen ve “meşru müdafaa” hakkını kullananlar.

İşgal, terör ve soykırımla sadece Gazze’de son bir yılda çoğu bebek, çocuk ve kadın 50 Binden fazla insanı katledenler “yasa içi” (meşru) şiddet uyguladıkları için olsa gerek, onlara karşı çıkanlar (hayatı, yaşamı, insan haklarını, insan onurunu korumak isteyenler… bizler) “yasa dışı” şiddet örgütlerini desteklemiş oluyoruz.

Haklısınız, kurt yapar bu taksimi kuzulara şah olsa.

Kusura bakmayın ama mazlum halklar kitleler halinde sessiz sedasız ölüp gömülerek ülkelerini siz hırsızlara teslim etmiyorlar diye özür dilemeyecekler!

Dünya denilen bu geçici ikametgâhta bize ayrılan sürenin sonuna gelirken araçları amaç edinmeyeceğiz.

Karşı takıma bir gol attık diye kızıp -topu da alıp- giden çocuktan farkınız var. Siz çocuk değilsiniz. İşgal ve soykırım da oyun değil.

Top sizin olabilir, bize kelimeler yeter. (Haklı olana çok bile!)

Siyonazilerin bu üniformasız askerleri Bakara Suresi’nin 11 ve 12. ayetlerini akla getiriyorlar. Tanrıyı kıyamete zorladılar. Doğrusu ya, onlar için bu ne berbat bir ticaret, bu ne acı bir gelecek.

“Onlara “Yeryüzünde fesat yaymayın!” denildiğinde “Biz sadece ıslah edicileriz!” diye cevap verirler. Gerçekte onlar fesat saçan kimselerdir, ama bunu (kendileri de) idrak etmezler.”

Sorumuza herkes bir yanıt verebilir.

Ezilenlerin, katledilenlerin, “insansı hayvanların” kendi onurlarını, hayatlarını, yerlerini yurtlarını korumak için karşı çıkmaları “yasa dışı” bir şiddettir emperyalistler için. YouTube işte böyle bir şiddete karşı.

Seni çok iyi anlıyoruz YouTube. Sen ve senin gibileri tanıyoruz. Şaşırmıyoruz.

Devamını Okuyun

GÜNDEM