Connect with us

Haberler

Çiftçi-Sen: 17 Günlük Tam Kapanma Market Zincirlerine Hizmet Ediyor!

Yayınlanma:

-

Hükümetin pandemi önlemlerine dayanarak geliştirdiği politikalar çiftçileri mağdur etti. Çiftçi-Sen bu konuda bir basın açıklaması yaptı. Açıklama şöyle:

Covid-19 salgını döneminde gıdaya erişimin ve sağlıklı gıdayla beslenmenin önemi daha da anlaşılır olmasına rağmen, çiftçiler ürettikçe maliyetlerini bile karşılayamaz duruma düştüler.

Girdi maliyetleri devamlı yükselirken, her hasat döneminde yapılan ithalatlarla ürün fiyatları baskılandırılmaya çalışıldı. Küresel iklim değişikliğinden kaynaklanan; dolu, don afetleri, kuraklıklar, su baskınları, hayvan ve bitki hastalıkları çoğalmasına rağmen çiftçilere afetlerle ilgili destekleme yapılmaktan kaçınıldı. Şu anda bile Diyarbakır ve çevresinde yaşanmakta olan kuraklığın yaratacağı ürün kayıpları ve çiftçilerin gelir kayıpları görmezden geliniyor.

Bütün zorluklara rağmen ısrarla üreten çiftçilerin pandemi yasakları nedeniyle tarlalarına gitme zorluklarına, 17 günlük tam kapanma döneminde pazara erişim yasakları da eklendi. Pazar yerleri kapatıldı. Malını toptancı hallerinde de satamayan çiftçiler, emeklerinin karşılığı olan ürünlerini Antalya’dan başlayarak çöpe dökmeye başladı.

Bir yanda ürünlerini pazara götürüp satamayan, çöpe döken veya tarlasında bırakan çiftçiler; diğer yanda ise marketlerin fahiş fiyatından sebze ve meyve almak zorunda kalan veya yeterli geliri olamadığından dolayı alamayan tüketiciler…

İktidar sonuçta, görmek zorunda kaldığı bu durum karşısında sadece Cumartesi günleri il ve ilçelerde, bir yerde pazar yeri açma kararı aldı. Açıktır ki, bu karar çiftçilerin sorunlarını çözmeyeceği gibi tüketicilerin gıdaya erişim sorununu da çözmez. İl ve ilçelerde sadece bir pazar yerinin haftanın bir günü açık olması, daha çok kalabalık ortam yaratacağı için salgının yaygınlaşmasına da yol açar.

Üreticilerin aracı ve market zincirlerinin insafına bırakılmasının devamını sağlar. Halbuki farklı günlerde ve daha dar bölgelerde (mahallelerde) yerel pazarların açılması gerekirdi. Çiftçinin elindeki ürünün çürümesinin önüne geçmenin, tüketicilerin de uygun fiyata taze sebze yiyebilmesi sağlayabilmenin yolu budur. Çünkü, tarladaki bir çok sebze türü her gün hasat edilmezse kartlaşır ve hasat edilip pazara götürülmezse çürür.

Tüketicilerin daha uygun koşulda gıdaya erişebildiği, üreticilerin de daha iyi fiyata ürünlerini satabildiği pazar yerlerinin Covid koşullarına uygun bir hale getirilmesi, çoğaltılması ve gerekli denetimi kamunun yapması gerekirken, her yerde hafta da bir ve aynı gün pazar yeri açma uygulamasıyla tüketicilerin gıdaya erişebilmesi için market zincirlere muhtaç kalması sağlanıyor.

Çiftçiler ürünlerini zararına satmak, tüketiciler de tüketecekleri gıdayı değerinin çok üzerinde bir fiyatla marketlerden temin etmek zorunda bırakılıyor.

Kaybedenler ekonomik kriz içinde olan tüketicilerle, tarımsal ürün üretmek için tüm aile fertleriyle birlikte çalışan çiftçiler oluyor. Kazananlar ise belli: aracılar ve zincir marketler.

İktidarın şirketleri koruyan ve kollayan bu politikaları gıda enflasyonu yaratıyor, Covid-19 salgınının yarattığı sağlık krizinin yanı sıra ekonomik kriz, gıda krizi tehdidini de beraberinde getiriyor. Gıda şirketleri yıllardır gıdanın kontrolünü ellerine geçirmek için çaba sarf ediyorlardı.

Şimdi salgından yararlanarak bu konuda oldukça büyük mesafe kat ettiler, ne yazık ki hükümet de aldığı kararlarla buna yardımcı oluyor. Şirketlerin tarım ve gıdayı kontrolünü sağlayan zincirin son halkasını, yani pazarlanmasını da sadece şirketlere teslim etmiş oluyor.

Sonuç olarak; tarım ve gıdanın tohumdan başlayarak, üretimi, girdilerinin sağlanması, işlenmesi ve pazarlanmasına kadar olan sürecin kontrolü küresel şirketlerin eline geçtikçe, daha farklı ifadeyle şirketlerin gıda sistemi kuruldukça, tüketiciler nasıl üretildiklerini bilmedikleri ürünleri, şirketlerin belirledikleri fiyatlarla tüketmek zorunda kalıyorlar.

Buna karşı çıkmak, “Dur!” demek gerekir.

Küçük çiftçiler, aile tarımı yapanlar ve sağlıklı gıdaya erişme ihtiyacı duyanlar, şirketlerin gıda sistemi karşısında kendi gıda sistemlerini kuracak bir mücadeleyi birlikte yürütmek zorundadır. Çözüm halkın gıda sisteminde, yani Gıda Egemenliği’ndedir.

Kaynak: karasaban.net

Haberler

Çiftçilerin Toprakları Gasp Edilemez

Yayınlanma:

-

Çiftçi-Sen, çiftçilerin toprakları üzerindeki haklarını gasp etmeyi amaçlayan yönetmeliğe yaptığı itirazla ilgili bir açıklama yayımladı. Açıklama şu şekilde:

Danıştay 10. Dairesi, Çiftçiler Sendikası olarak açtığımız davada önemli bir ara karar vererek, “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik”’in dayanağı olan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8/K maddesinin 2., 3., 4., 5. ve 6. fıkralarının Anayasa’ya aykırılığı konusunda ciddi şüpheler bulunduğuna hükmetmiş ve dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne göndermiştir.

Dava dilekçemizde vurguladığımız üzere, söz konusu Yönetmelik ve kanun hükümleri;

İki yıl işlenmeyen tarım arazilerinin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından malikinin rızası aranmaksızın kiraya verilmesini,

Kira bedelinin ve kiracının idarece belirlenmesini,

Arazi malikinin kendi toprağı üzerinde sözleşme tarafı olmaktan çıkarılmasını öngörmekteydi.

Bu düzenleme açıkça;

Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını,

36. maddesinde yer alan hak arama özgürlüğünü,

48. maddesinde güvence altına alınan sözleşme hürriyetini,

Hukuk devleti ilkesini ve ölçülülük ilkesini ihlal etmektedir.

Danıştay kararında da belirtildiği üzere, Yönetmelik ve kanun değişikliği çiftçiyi tamamen devre dışı bırakmakta, idareye sınırsız ve keyfi takdir yetkisi tanımakta ve mülkiyet hakkının özüne dokunmaktadır.

Bu karar, köylü ve çiftçilerin yıllardır dile getirdiği “Topraklarımız üzerindeki tasarruf hakkı elimizden alınıyor” itirazlarının haklılığını yargı önünde de ortaya koymuştur.

Çiftçiler Sendikası olarak, şunu bir kez daha ifade ediyoruz:

Çiftçilerin rızası olmaksızın toprağın kiraya verilmesi kabul edilemez!

Tarım politikası, köylünün toprağıyla bağını koparmak değil, onu güçlendirmek üzerine kurulmalıdır.

Gıda güvencesi, şirketlere devredilen arazilerle değil, köylünün emeğiyle üretime devam etmesiyle sağlanır.

Anayasa Mahkemesinden beklentimiz, Danıştay’ın da işaret ettiği bu açık Anayasa ihlallerini gözeterek düzenlemeyi iptal etmesidir.

Çiftçiler Sendikası (ÇİFTÇİ-SEN) Vekili

Av. Dr. Fevzi Özlüer

Devamını Okuyun

Haberler

İlke-Sen: Sosyal ve Ekonomik Yıkımın Gerçek Fotoğrafı, Toplu Sözleşme Sürecinin Ana Teması Olmalı

Yayınlanma:

-

Kamu çalışanları ile kamu emeklilerinin 2026-2027 yıllarındaki malî ve sosyal haklarının görüşüleceği 8. Dönem Kamu Toplu Sözleşmesi görüşmeleri başladı.

Eğitim İlke-Sen ve Sağlık İlke-Sen bir açıklama yaparak sürece ilişkin temel eleştirilerini paylaştı. Ortak açıklamanın tam metni şu şekilde:

Ülkedeki Toplam Yıkım ve Perişanlığa İtiraz Etmeyen Yetkili Sendikalara;

Grevsiz ve Sözleşmesiz Toplu Görüşmelere Kamu Emekçileri Karşı Çıkmalıdır!

Yaklaşık 4 milyon kamu emekçisinin ve 2,5 milyon kamu emeklisinin 2026-2027 yıllarındaki malî ve sosyal haklarının görüşüleceği 8. Dönem Kamu Toplu Sözleşmesi görüşmeleri başladı.

Grev hakkının mevzubahis olmadığı göstermelik görüşmeler her dönem benzer temsillerin sergilendiği bir sahneye dönüşmüş durumdadır.

Korkunç bir ekonomik yıkıma savrulan ülkede bütün emekçi, yoksul sınıflar gibi çalışan kamu emekçileri yoksulluk ve açlık sınırı kıskacına sıkıştırılmış hayat yaşarken kamu emeklileri tümüyle gözden çıkarılarak diğer emekliler gibi ölüme terk edilmiştir.

Mevcut tablo karşısında İLKE-SEN olarak sözümüz kısa, açık ve nettir:

Sahte enflasyon oranlarının cirit attığı, halkın olması gereken kaynakların faiz adı altında zengin sınıflara aktarıldığı fevkalâde köleci ve yağmacı ekonomi politikalarının sömürü ve soygun pratiğine teslim olmayacağız!

Yandaş, işbirlikçi yetkili sendikalar marifetiyle birtakım yüzdelik artışların öne çıkarılmasıyla yürütülen ve ülkedeki sosyal ve ekonomik yıkımın gerçek fotoğrafını saklayan toplu sözleşme tiyatrosunu reddediyoruz!

Hiçbir derde derman olmayan ve her dönem tekrarlanan “kazanım” gevezeliklerine peşinen prim vermiyoruz! Yıllardır sadece kamu çalışanlarını değil asgari ücretliyi, işsizi, emeği vahşice sömürülen mültecileri, küçük köylüyü, esnafı her geçen gün daha da yoksullaştırıp çaresiz bırakan, tabiatı sermayenin azgın iştahının önüne atan, Siyonist İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma karşı hiçbir somut adım atmayan iktidara ses etmeyen bu sendika demeye utandığımız yapıların beyan ve taleplerine baştan itiraz ediyoruz!

Açık çağrımızdır:

Kapitalist kuşatma ve ideolojik dayatma arasına sıkıştırılmış kamu emekçilerinin hiçbir gerçek meselesine derman olmamış, ülkedeki toplam yıkım ve perişanlığa itiraz etmemiş, sendika demeye dilin varmayacağı bu aldatıcı yapılardan emekçi kardeşlerimiz uzak durmalıdır.

“Tevhid, Adalet ve Özgürlük” şiârıyla bir mücadele hattı inşa etmeyi öneriyoruz. Sahte toplu sözleşme sahnesinin dışından ve hayatın tam ortasında “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini bayraklaştıran; emek, özgürlük ve haysiyet kavramlarına vurgu yapan bir duruş mümkündür ve dertlerimizin tek çaresidir.

EĞİTİM İLKE-SEN & SAĞLIK İLKE-SEN 

Yönetim Kurulları

Devamını Okuyun

Haberler

“Direnen Edebiyat” Tasfiye’nin 58. Sayısı Çıktı

Yayınlanma:

-

“Direnen Edebiyat” mottosuyla yayımlanan Tasfiye Edebiyat-Düşünce dergisi 21. yılında 58. sayısına ulaştı.

Faruk Yeşil, Aksâ Tûfânı süreci ve Gazze direnişini mısralarına taşıdığı şiirleriyle Filistin direnişini Tasfiye’nin 58. sayısında selamlıyor. Sayının diğer şairleri Ahmet Örs ve Nazlı Nesibe Kılıçoğlu.

Sait Alioğlu “Umut ve Karanlık” başlıklı anlatısına “Balıklar Sahile Vurunca” başlıklı 4. bölümüyle bu sayıda da devam ediyor.

Rayan Abouras, “Hicret Yolunda” hikâyesi ile Ortadoğu halklarının göç yolarındaki mücadelelerini işliyor. Hikâyeyi Arapça’dan Kübra Şahin Örel tercüme etti.

Ahmet Örs; roman tefrikasının “Hüzünlü Bir Sonbahar Akşamıydı” başlıklı 6. ve son bölümü ve “Sekizinci Tepe” adlı öyküsü ile bu sayının anlatıcılarından.

Mustafa Göç, “Baktık ki Batlak” denemesi ile ilk kez Tasfiye’de yer alırken bir başka anlatı Ahmet Örs’ün “Meslekler” serisinin “Çobanlık” başlıklı 5. bölümü.

Tasfiye’nin bu sayısında mütevazı bir Sait Faik dosyası yer alıyor:

Sümeyye Begüm Söylemez, “Umut ve Kaçış: Sait Faik’te İnsan”; Amine Tuana Demirtaş, “Sait Faik’te Hatırlamak”, 62; Ravza İlayda Nur Eryılmaz, “Sait Faik’te Tabiat” ve Esna Naz Kundakçı, “Sait Faik’te Kesişmeler: İstanbul, Emek ve Yoksulluk Görünümleri” başlıklı çalışmalarıyla bu dosyaya katkı verenlerden.

Ferhat Çiftçi, “Veşartinek: Helbesta “Sêşem”ê Ya Ulku Bîngol” başlıklı yazısıyla Ulku Bîngol’un “Sêşem” adlı şiirini inceliyor.

Tasfiye’nin 58. sayısında dört söyleşi yer alıyor. Cihan Aktaş’la 40 yılı geride bırakan yazarlığı hakkında Ahmet Örs söyleşirken Engin Elman, Mustafa Başpınar ile “Büyü Bozuldu” kitabı ve öykücülüğünü konuşuyor. Şair Abdülhâlik Aker ile “Ayağımın Üzengiye Yetişmediği Günler” kitabı ve şiir anlayışı dolayımında yapılan “Çünkü Şairin Göz Kapakları Yoktur” başlıklı söyleşiyi de yine Ahmet Örs yapıyor. Sema Başaran da peşi sıra yayımlanan kitaplarıyla okuyucuların karşısına çıkan Mehmet Ali Başaran ile konuşuyor ve onun çok boyutlu kimliği ve yazarlığının bağlantılarını sorguluyor.

58. sayıda yer alan makalelere gelince;

Tuğba Ekinci, “Habermas ve Hesaplaşılmamış Geçmişin Gölgesinde Filistin” başlıklı çalışmasıyla İsrail yanlısı tutumu nedeniyle büyük tartışmalara sebebiyet veren Habermas dolayımında analizler yapıyor.

Prof. Kadir Canatan; “Doğu, Batı ve İslam Düşüncesinde Adalet Teorileri: Bir Adalet Teorimiz Var mı?” başlıklı yazısında İslam ve adalet bağlamında teorik bir zeminin tartışmasını yapıyor.

Ümit Aktaş, “siyasal arayışlar” bahsinde yürüttüğü tartışmaların bir devamı olarak “Pastoral Yönetimden Neoliberal Siyasete veya Birlikte Düşünmek, Birlikte Eylemek” temasını tartıştığı yazısıyla Tasfiye’nin 58. Sayısında yer alıyor.

Ali Bulaç, son derece hareketli bir dönemden geçen Ortadoğu’ya “Ortadoğu’nun Kalbinde Tûfân” başlıklı yazısıyla bütüncül bir projeksiyon tutuyor.

Tuğba Ekinci, “Taha Abdurrahman’ın Ahlâk Düşüncesi” başlıklı ikinci yazısında müslüman bir entelektüelin düşünce dünyasına yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu.

Asım Öz, “Tekrar Eden Sınırlılık: Ali Köse’nin Malcolm X Metinlerine Dâir” başlıklı eleştirisiyle uzun bir aradan sonra Tasfiye’de yer alıyor.

Haber: Şilan Deniz

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x