Connect with us

Yazılar

Tevhid Reddetme Eylemidir – Cemal Pervan

Yayınlanma:

-

Yabancı sermaye akışı ekonomileri ne kadar hızlı canlandırırsa, o kadar hızlı da enkaz haline
getirir. Her zamanki gibi böyle durumlarda en çok zarar gören halklar yoksullardır.

“İstikrar”, refahı korunması gereken “üst sınıfların ve büyük yabancı girişimcilerin” güvenliği anlamına gelmektedir.
Demokrasi, sermayenin korunması fedaisi, huzur sağlayıcısı, dini, mafyavari sistemi…

İstikrarın korunması için her türlü katliam, terör, yıkım meşrudur.
İstikrarı bozacak her hareket düşmanca harekettir. O zaman tüm düşünce, inanç ve eylemler değiştirilecek, emperyalin koruması haline getirilecektir.

Yerli işbirlikçiler iktidara getirilecek; rolleri, inançları değiştirilip kullanılır hale getirilecek. Onlar da kitleleri uyutarak inandırıp şekillendirecek, hizmete hazır hale getirecektir.

Hizmetkârlar, “İnancımıza, ideallerimize uygun yaşıyoruz.” uyuşturucusuyla emperyale hizmette kusur etmeyecekler. Çalışacaklar, üretim olmayan işler yapacaklar; tüm halkı gerek inançlarıyla, gerek geçim sıkıntısıyla, kutsal değer sloganlarıyla, yeni ideoloji tanımlamalarıyla emperyalin sömürmesini sağlayacaklardır.

Kur’an, muhatabına maruf olanı emredip iyinin yanında yer almayı önerirken kötünün karşısındadır ve uzlaşmazdır.

Sömürüye dayalı her şeyi reddeder.
Her şeyi ama her şeyi…
Hırsızlığı, şirki, nifakı, fitneyi, tefeciliği, zulmü, baskıyı, diktatoryayı, köleliği, krallığı ve saltanatı…

Kurulu düzenlerle ilişkisi reddetme üzerinedir.
O, itaatsizliği emreder.

Yazılar

Devlet Aklı, Kimin Aklı? – Onur Ercan

Yayınlanma:

-

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin herkesi hayrete düşüren, kırk yıl geçse kendisinden beklenmeyecek “Öcalan çıkışı”na önce anlam veremeyen ama “Vatan, millet ve devlet için çok önemli bir durum olmasa Bahçeli böyle bir şey söylemezdi!” açıklamasında karar kılan birçok MHP’li veya Ak Partili, bu işte de bir hikmet olduğuna inanıyor: “Devlet aklı başka çalışır!”

Karşımıza çıkan devlet aklının, 2200 yıllık devlet tecrübesinin şekillendirdiği söylenen aklın nasıl çalıştığı, dahası devletin bekası, milletin selameti yolunda tezahür ettiği söylenen devlet aklının kimin, kimlerin aklı olduğu oldukça tartışmalı bir konu.

Küresel siyaseti ve “derin” konuları iyi bilen ve zehirlenme sonucu öldürülen Aytunç Altındal, Öcalan yakalandığında “Muhtemelen 5 yıl kadar sonra bırakılacak.” demişti. Altındal’ın tahmini zaman olarak tutmadı ama gecikmeli de olsa sonunda gündeme geldi. Demek ki bir gün serbest bırakılmak üzere iade edildiği tahminleri doğru idi.

Küresel güçler Öcalan’nın iadesiyle, PKK’nın tasfiyesi düşüncesini 1999’da hayata geçirmişlerdi. Tabii ki bu tasfiyenin hedefi “terörsüz Türkiye”ye yol almak değil, federasyondu. İadenin, idam edilmeme şartıyla yapılmış olmasının nedeni de açıktı: Öcalan, bir süre sonra lazım olacaktı.

1999 Şubat’ında Öcalan’ın MOSSAD tarafından Türkiye’ye iade edilişinden 3 ay sonra da MİT’le ilişkili olduğu Namık Kemal Zeybek ve Yaşar Okuyan gibi birçok eski MHP yöneticisi tarafından dile getirilen Devlet Bahçeli, başbakan yardımcısı oldu ve 2002 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu süre zarfında parti tabanının tepkisine rağmen idamda ısrarcı olmayarak iade şartına uydu. Alparslan Türkeş’in, Bahçeli’nin MİT elemanı olduğunu söylediği, orijinali Yaşar Okuyan’da bulunan el yazması mektubu ise o yıllarda Akit Gazetesi’nde yayımlanıyordu

Öcalan’ın iade edildiği yıl başbakan yardımcısı olan ve idamında ısrarcı olmayan Bahçeli şu işe bakın ki yıllar sonra yine hükümet ortağı ve bu kez de Öcalan için “umut hakkı”nı, yani serbest bırakılmasını istiyor!

Yine şu işe bakın ki Öcalan’ın iade sürecini CIA yetkilileriyle yürüten o günkü MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un Bahçeli ile yakın olduğu bilinen bir konu; dahası bugün Bahçeli’nin danışmanlığını yaptığı defalarca ifade edilmesine rağmen Atasagun veya Bahçeli tarafından yalanlanmadı. Atasagun, kendi isteğiyle emekliye ayrılmadan önce Başbakan dışında yalnızca Bahçeli’ye veda ziyaretinde bulunmuştu ki genel başkan yardımcısı Mehmet Şandır tarafından da doğrulanan görüşmede ne konuşulduğu bilinmese de MHP’de görev alıp almayacağı konusu da merak edilmişti. Atasagun’la ilgili birkaç bilgi daha vermek yararlı olabilir. Şenkal Atasagun, 1967’de MİT’e girmiş. Soner Yalçın’a göre 67’de MİT’e girenlerin alınmasında o yıllarda MİT içinde çok etkili olan Hiram Abas’ın inisiyatifi olduğu söylenir. Bu dönem MİT’e girenlerin çoğu teşkilatta önemli yerlere gelmiştir. “Hiram” ismi dikkatinizi çekti mi, bilmem. Bu isim masonlar açısından çok önemlidir. Masonlara göre “pir” kabul edilen ve Tevrat’ta da adı geçen Hiram usta, Süleyman Mabedi’nin baş mimarı kabul edilir. Hiram Abas’ı tanıyan eski MİT’çi Mehmet Eymür, Abas’ın babasının mason olduğu için bu ismi vermiş olduğunu söylüyordu.

Ayrıca İsrail, ABD ile birlikte Öcalan’ı iade ettiğinde dönemin İsrail başbakanı Netanyahu idi. Öcalan’ın serbest bırakılmasının Devlet Bahçeli tarafından dile getirildiği bugün de İsrail başbakanı yine Netanyahu! Ne iş yahu!

Başbakan Yardımcısı Bahçeli, 2002’de Tekir yaylasında iken aldığı iddia edilen bir telefonun ardından sürpriz bir çıkış yaparak DSP-MHP-ANAP koalisyonunu dağıttı ve ülkeyi seçime götürdü. Telefonu kapattığında Bahçeli’nin renginin solduğunu anlatanlar da olmuştu ama bilemeyiz. Emekli binbaşı ve yazar Erol Mütercimler ise arayanın bir general olduğunu bildiğini ama ismini veremeyeceğini söylüyor.

Bahçeli’nin ülkeyi götürdüğü 2002 seçimini, 2004 yılında katıldığı bir televizyon programında “Hani ABD’nin de düşündüğü… Diyarbakır bir merkez, bir yıldız olabilir.” diyecek olan BOP eş başkanı olduğunu söyleyen Erdoğan’ın liderlik ettiği Ak Parti kazandı ve tek başına iktidara geldi.

Erdoğan hükümeti Irak’ın resmi olarak federasyona dönüşmesiyle sonuçlanan Irak işgalini destekliyor, işgal başladıktan kısa süre sonra FBI ve CIA yetkilileri Türkiye’ye geliyordu. Hürriyet gazetesi, 2005 Aralık ayında yaptığı haberlerde bu ziyaretleri “PKK’nın tasfiyesini görüşmek amacıyla” diye yorumluyordu! Bugün de ikinci çözüm sürecinin aslında tek bir hedefi olduğu söylenmiyor mu: PKK’nın tasfiyesi… “Terörsüz Türkiye!”

“Kimin söylediği değil, ne söylendiği önemlidir.” gerçeğini hatırlayarak bir de 18 Haziran 2005’te Aydınlık dergisinde Doğu Perinçek’in bir konuşmasının verildiği “CIA-FBI ŞEFLERİ NEDEN GELDİ? BAHÇELİ-ATASAGUN İKİLİSİNE ÖZEL GÖREV” başlıklı şu habere dikkat edelim: “Washington yönetimi, federasyon plânının uygulanması için harekatın düğmesine basmış bulunuyor. Şenkal Atasagun-Devlet Bahçeli ikilisine özel görev verilmektedir. ABD, Erdoğan, Özkök, K. Özal, F. Gülen, Atasagun, Bahçeli, PKK yöneticileri ve Öcalan; hepsi BOP içinde Türkiye’yi federasyon yapma plânında sahne almaktadır.

Bahçeli’nin büyük satranç oyununda PKK ile aynı safta yer alması yeni değildir. PKK’yı neredeyse iktidar yapan 3 Kasım seçimlerinde de Bahçeli’nin özel görevi vardı.” Aydınlık’ın bu haberini o dönem MHP ile arası açık olan ya da öyle görünen Ak Parti’ye yakın haber sitesi Haber 7, “MHP, Kürt Federasyonuna ‘Evet’ Dedi” başlığıyla vermişti!

Küçük bir hatırlatma daha: MHP 2007 Seçimlerine giderken açıkladığı seçim beyannamesinde Öcalan’ın İmralı’dan alınarak F tipine getireceğini taahhüt etmişti.

“Devlet aklı”nın tezahürü olarak sunulan Öcalan çıkışının yakın tarih ve Bahçeli ile Erdoğan hakkında bilinenler dikkate alındığında Bahçeli’nin bireysel bir kararı olmadığı gibi ikisinin ortak kararı da olmadığını düşünmemiz için çok nedenimiz var. O hâlde cevabı bildiğimiz ve bazı hatırlatmalarla izah etmeye çalıştığımız soruyu tekrar soralım: Devlet aklı, kimin aklı?

Devamını Okuyun

Yazılar

Ateşkesin Ardında Kalan “Gazze” – Yusuf Şanlı

Yayınlanma:

-

Filistin topraklarında, Gazze’de 7 Ekim sonrası modern dünyanın gördüğü en muammalı hikâye yazıldı. Film sahnelerini andıran kareler eşliğinde şahit olunanlar aslında kelimelerin dahî kifayetsiz kaldığı bir gerçeklikti. Dünya çapında duyarlı güzel insanlar haricinde toplumların kâhir ekseriyeti öylece izledi; devletler ve uluslararası kurumlar Amerikan emperyalizmi ve onun kuduz köpeği İsrail karşısında tamamen çaresiz kaldı. Herkes kendi konumunu muhafaza edebilmek için denge siyaseti güttü, birçoğu zaten uşaklık yapmaktan haz alarak müdahale etmeye dahî yeltenmedi.

Sonuç olarak Aksâ Tûfânı’nın başından bugüne dek dünya tarihinin en ağır soykırımı yaşandı. Bu sahnede Hamas, edilgen değil tamamen etken konumdaydı ve 20 yıllık ablukaya karşı başkaldırıp süreci ateşleyen aktör olarak meydana çıktı. İrade göstererek inisiyatif alıp harekete geçen Hamas önderliği dahî bu kadar yalnız kalacaklarını beklememekteydi. Onlar, bütün dünya halkları başta olmak üzere, esaret altına alınan yöneticiler için özgürlük kapısına omuz atıp araladı ama kimse o kapıdan geçip zincirlerini kırma iradesi gösteremedi çünkü o denli dünyevileştirilip ehlileştirilmişlerdi ki, sanırım kendileri dahî zincirlerinin kalınlığını ve uzunluğunu bilmiyorlardı!

Gelinen noktada Amerika, fazla uzamış ve tıkanmış olan süreci, güç gösterisi yaparak “İstediğim vakitte bitiririm!” edasıyla sonlandırdı. Psikolojik savaşı ve gönüllerdeki mücadeleyi Gazze kazanmış olsa da; İsrail askeri hedeflerine ulaşamayıp itibarı yerle yeksan olsa da sahadaki somut savaşı İsrail kazanmıştır.

“Tarihinde ilk defa 2.500 İsrailli ölmüştür!” deniliyor, benim 100.000 kardeşim ölmüş (Her bir sıfırın ne anlama geldiğini idrak edebiliyor muyuz? Aramızda matematik bilen var mı?); bana ne onların kayıplarından, kazanımlarından, hedeflerine ulaşamayışlarından! Gazze’de sağlam bir tane bina kalmadı! Öncülerimiz şehid edildi; Haniye İran’da misafirken özel odasında öldürüldü, Nasrallah’ın naaşını dahî çıkartamadık, Sinvar’ın cenazesini alıp götürdüler bir mezarı bile yok! Namusumuz, onurumuz, şerefimiz ayaklar altına alındı ve dünya Müslümanları hiçbir şey yapamadı!

Hamas, ateşkes yapmak (Hizbullah gibi) zorunda kalmıştır ve bu, Amerika’nın arzu ettiği, istediği zaman, (İsrail’e de dayatıldı) dayattığı şartlar dâhilinde uygulanmıştır. Emperyalistler, Trump üzerinden gövde gösterisi yapıp vitrin tazelemesine gitmeselerdi Siyonistlerin soykırımı bitirmeye niyetleri de ihtiyaçları da yoktu! Hatta kendi açılarından İran’ı yalnızlaştırmışken, Hizbullah’ı bastırmışken, Suriye’de öyle böyle kendileri için güvenli bir alan oluşmuşken ve en önemlisi her ne yaparsa yapsın engelleyecek hiçbir uluslararası güç ve halk unsuru yokken, kirli arzuları doğrultusunda Gazze’yi tümden yok da edebilirlerdi. Tabiri caizse, kendi kendilerine durdular.

Gazze halkı ölerek Siyonizm’in kirli yüzünü dünya (devletleri zaten biliyor) halklarına bütün açıklığıyla aşikâr etti, psikolojik savaşı açık ara kazandı, gönüllere taht kurdu, İslami ahlâkı/duruşu/savaş hukukunu cümle aleme gösterdi ve gönlünde az biraz sünnetullaha meyli olanları hidayete yaklaştırdı.

Ortada bir zafer varsa Gazzelilerin ve Gazze’yi yalnız bırakmayıp bedel ödeyenlerindir bu zafer!

Bizler; yapmamız gerekenleri yapmayıp, onları kuduz köpeklerin önünde yapayalnız bırakmışken bir de kalkıp kutlama yapmayı, o çilekeş insanların sevincine ortak olmayı, buna dair söz söylemeyi dahî kendi adıma zül addediyorum, utanıyorum.

Tabii ki onlar kazananlardandır, onlar cennet-i a’lâda rızıklanmaktadırlar, kalanlar da çektikleri ceremenin karşılığını katbekat alacaktır. Mesele, onların kazandığını vurgularken hâlâ dünyalıklarımızdan en ufak bir feragatte bulunamıyor oluşumuzdur. Onların kazandığına hakkıyla iman edip Allah’ın vaadine güveniyorsanız, siz niye kazananlardan olmak için kendinizi güvenlikte tutan dünyalıklarınızdan sıyrılamıyorsunuz! Kimse gidip savaşalım demiyor ama bu vakte kadarki tepkiselliğimiz yeterli miydi sizce; hangi dengeler uğruna, nasıl tavır aldık, neler yaptık, neler yapamadık, bu saatten sonra kendimizi sorgulamamız gerekir.  En basitinden iki günlük nezaret korkusuyla, işimizden atılırız diye, bazıları zor durumda kalır diye, ötekileştirilip yalnızlaşırım diye, kazanımlarım zedelenir diye çoğu kişi aciz bir şekilde oturdu oturduğu yerde!

Bu aşamadan sonra ne olacak; Gazze nasıl inşa olacak, yaralar nasıl sarılacak? Sahada kazanılmış bir savaş olsa daha özgür bir zeminde olunurdu. Mısır’dan girip çıkanlar yine İsrail gözetiminde ve inisiyatifinde olacak, deniz yoluyla özgür bir giriş çıkış olmayacak, Hayfa’ya inip geçecek yardım ve gereçler zaten onların kontrolünde olmaya devam edecek! Ezcümle ambargo kırılmış değildir maalesef.

Ayrıca ateşkesin şartları ve atmosferi muğlak ve karşımızda pervasız zalimler var. Herkesin düşünüp korktuğu gibi esirleri aldıktan sonra bir bahaneyle sözlerinden dönüp Gazze’yi yok etseler ne olacak, kim ne yapabilecek?

Daha da önemlisi bu Siyonist zulmün, yapılanların, soykırımın hesabı nasıl sorulacak? Peyderpey bir buçuk yıl boyunca gözümüzün içine baka baka yaptıkları keyfî zulme dâir hiçbir şey yapamazken bu kadar acının ve kanın bedelini kim, nasıl, ne şekilde ödetecek?

Süreç boyunca Müslümanlar; Gazze halkına maneviyatı, kendilerine maddiyatı yakıştırdı! “Cenneti kazandılar!”, “Ne güzel sabrediyorlar!”, “Dünyadaki tek özgür halk Gazzeliler!”, “Müslüman nasıl olunur gösterdiler!” vb. söylemlerle Gazzelileri uzaktan methedince ne oluyor arkadaşlar, cennetten kupon mu dağıtıyorlar? Hakikati biliyorsanız, özgürlüğe hayransanız, Müslüman nasıl olunur anladıysanız Müslüman gibi hareket etmeyince neler olacağını da az çok biliyor olmalısınız. Kimse kusura bakmasın, bu anlayış şuna benziyor: Zenginlerin, fakirlere şükretmenin nasıl güzel hasletler olduğunu vurgulamasına, din tüccarı bel’amların sabretmenin hayrını telkin etmelerine, türlü türlü koltuklarda oturanların dengeleri gözetip uzun vadeli hesap yapmamız gerektiğini vurgulayıp rahat hayatlarını yaşamalarına benziyor. Bunlar ayrı mesele ve seni ilgilendirmiyor arkadaşım, herkes kendi işini yapacak, anlık sorumluluklarını yerine getirecek.

Herkes gibi bize göre de yukarıda belirttiğim psikolojik, stratejik, algısal düzeyde uzun vadede Gazze kazandı ama bizler oturduğumuz yerden sürecin olumlu yanlarına yoğunlaşıp kendi acziyetimizi örtmeye çalışıyoruz gibi geliyor bana. Biz kendi işimize bakalım ve olumsuz yönlerini tespit edip giderme yoluna yönelelim. Ki, aynı hataları yapıp benzer zaafiyetlere tekrar tekrar düşmeyelim.

Somut kayıplarımızdan ziyade algısal ve stratejik düzeyde de bazı kayıplarımız var. Bu saatten sonra İsrail gördü ki her ne yaparsa yapsın ses eden yok! Bunu fiilen gördü! Az çok irade ve güç sahibi olanları da kimlerin nasıl konum alacağını da olasılıklardan ziyade somut olarak nereden ne geleceğini de tespit edip zayıflatarak önlerini kesti. Artık dengeler ve hesaplar bu minvalde şekillenecektir.

Ümmetin mazlumları da gördü ki anlık olup biten zulümler bir yana, hadi diyelim haberleri yoktu, imkânları yoktu, yetişemediler, mazur görürlerdi. Ama yaşanılan tablodaki gibi zalimler peyderpey, yavaş yavaş, anlık, canlı yayında her gün meydan okuya okuya, dalga geçe geçe zulmederken, değil on bin, değil yüz bin, 2 milyonunu da şehid etse kimse somut bir irade göstermeyecekti! Dünyanın dört bir yanındaki mahzun ve mahrum bırakılmış mazlumlar gördü ki kimse yardıma gelmeyecek! Bu tablo ve uyandıracağı umutsuzluğun zihinlerdeki yarası çok çok zor kapanır. Ancak ümmetin halk düzeyinde bir isyanıyla sayesinde, temiz ve sahih bir zaferden sonra insanlar tekrar halkların gücüne inanmaya başlayabilir ilerleyen güzel günlerde.

Son olarak şöyle bir soru ortada durmakta: Madem fetihten bir buçuk ay sonra Gazze’de anlaşma olacaktı, madem Suriye’deki gelişmelerin Gazze’yle alakası yoktu az biraz daha sabretselerdi olmaz mıydı yoksa olumlu olumsuz bir alâkası var mıydı? Dünya lideri ağa babaları, fidanı, ağacı kabaca sürece hâkimdi; en azından öngörüp, sevmeseler de (5 yaşında çocuğun da bildiği üzere) Gazze uğruna savaşanların kanalını kapatıp umutlarını bitirmeden sürecin sonuçlanmasını bekleyip sonra fetihlerine çıksalar, olmaz mıydı?

“O, ne der; bu, ne der, söylersek hangi yaftayı yeriz, ne tepkiler çekeriz” demeden açık, net konuşalım. Ne hikmetse Lübnan ile İsrail ateşkesinden sonraki 24 saat dolmadan Halep’ten harekete çıkıldığı an Gazze cephesi düştü. İster isteyerek ister istemeyerek, doğrudan veya dolaylı olarak… Fark etmez, sonuç budur! Ha, dert kendi ulusal çıkarlarıysa, devletleriyse, emelleriyse sorun yok ama kalkıp “Derdimiz İslâm’dır!” hikâyeleri anlatılmasın!

Buradan, Gazze ve Kudüs uğrunda mücadele edip şehid düşenlere selam ediyoruz, yalnız kalıp çilesini çekenleri hayırla yâd ediyoruz. Bizleri de affetmelerini rica ediyoruz hatta yalvarıyoruz, yoksa hâlimiz haraptır!

Özel olarak da müsaadenizle bazı isimleri anmak istiyorum. “Ben Birleşik Devletler Hava Kuvvetlerinin aktif görevdeki bir üyesiyim ve artık soykırımın suç ortağı olmayacağım. Aşırı bir protesto eylemine girişmek üzereyim. Ancak Filistin’de insanların sömürgecilerin ellerinde yaşadıklarına kıyasla hiç de aşırı değil. Yönetici sınıfımızın normal olduğuna karar verdiği şey bu. Özgür Filistin!” diyerek hayatına son veren Aaron Bushnell insanlığa güçlü bir mesaj vermiştir.

İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlara dayanamadığı, bir şeyler yapmak istediğini, buralarda duramayacağını belirtip “Önümde, arkamda, yanımda kim var?” demeden “Nasıl varacağım?” diye düşünmeden sadece yola çıkan Saruhanlı ilçesinde bir çiçekçide çalışan Manisalı Engin Arslan, Türkiye’nin onurudur. Lübnan sınırında cehdetmek için evlatlarını, dünyalıklarını bırakıp şehid düşen Seyfullah ve Yakub, yolda olmanın ne demek olduğunu hepimize fiilen göstermiştir.

Batı Şeria’daki sistematik zulmü gündem yaparken şehid edilen Ayşenur Ezgi Eygi, yakın çevresi tarafından “tanıdığı ve tanımadığı herkes için inanılmaz bir arkadaş” olarak tanımladığı Ayşenur, içinde bulunduğu topluluk özelinde “Wasat, benim için Allah’a tam teslimiyet yolculuğumu desteklemek için ihtiyaç duyduğum ümmet. Doğru yolda birbirlerini desteklemeye adanmış bir topluluktur!” diyerek ümmet için vasatın ölçüsünü vasiyet bırakıp bu adi ve fani hayattan göçtü.

Devamını Okuyun

Yazılar

GASSAL: Ölümün Farkındalığının Hayatı Düzenleme Eğilimine Etkisi – Engin Yüksel

Yayınlanma:

-

Bir daha düşündüm: Gassal kesinlikle bir başyapıt!

Çünkü…

Bir başyapıt, evrensel önermeye bağlı bir kurgunun karmaşık örgü ve buna uygun karakter derinliği ile ortaya çıkar. Gassal’da bunlar fazlasıyla var.

Eser bize, ölümün farkındalığının hayatı düzenleme eğilimine etkisi üzerinden bir pencere açıyor. Dizideki karakterleri “ölümden korkanlar” ve “yaşamın içinde savrulanlar” diye ikiye ayırabiliriz ama ölümü anlayan bir tek Gassal var. İşte bu anlama, Gassal’ı diğerlerinden farklı kılıyor.

İlk karakter, şoför. Ölümle ilgili tek fikri, korku ve kendini savunmak… Silah metaforu ile verilen şoför, diğer tüm karakterler gibi hayatın normal akışı dışında bir yaşama sahip: Kız kaçırmış ve kaçırdığı kızın ailesi tarafından öldürülüyor.

İkinci karakter, Gassal’ın yardımcısı. O da ölümden korkuyor ancak kaçmak dışında bir tavır geliştiremiyor. Ölümü anlamaktan çok uzak!

Üçüncü karakter, hemşire kız. Yaşamı kendi üzerinden okuyor ve çocuğu olmamasını kendisi kabullenmediği gibi başkasının da kabullenmeyeceğini düşünüyor. Yaşamın gerçekliği yerine kendi gerçekliğini yaşıyor.

Dördüncü ve beşinci karakterler bir çift, Ahmet ve Neslihan. Eserdeki normal algımızı inşa ediyor gibi görünen çift de aslında bir başka gerçekten kaçış hikayesi taşıyor: Kendi cennet bahçelerini oluşturmuşlar. Çitleri bile var! Ütopyaları, ışıklı havuz! Ve ölüm… Final, bu çift üzerinden kurgulanmış. Yazının sonunda yine değineceğim.

Altıncı karakter, baba. Kendisinin de dediği gibi, ondan ne koca olur ne de baba! Hayata rağmen kendi gerçekliğinin peşinde savrulan biri. Hazcı. Hedonist. Ölüm yokmuş gibi yaşıyor.

En komik karakter de şüphesiz kız kardeşleri kaçırılan köylü ve çevresindeki tipler. Bolca geleneksel doku üzerine serpiştirilmiş felsefi cümleler ve finalde konunun festivale bağlanması doğu tipi aydının çıkmaz sokağından bize sesleniyor.

Gassal’a araba ile çarpan dejenere tip ve ailesi ise günümüz ortalama insanını çok iyi sunmuş. Hiçbir çıpası olmayan bu tipler sadece kendi korkuları ile çıkarları açısından dünyayı algılıyor ve her cümleleri mantıksızlığın tutarlı mantığı olarak bizi dehşete düşürüyor!

Bir de aralara yerleştirilmiş ekonomi politiği açıklayıcı tipler var. Kasiyer kız ile hayatın gerçekliği karşısında kapitalist yanılsama, ölümüne kavga ettirilmiş. Muhteşemdi!

Filmin finali çok sertti. Cidden çok sertti. Dünyada kimse kendi küçük cennetini inşa edemez. Hayatın gerçekliğinin farkındalığı esastır ve bundan kaçış küçük cennetler üzerinden olmaz. Tamam, ben de üzüldüm en sempatik çiftin ölmesine ama konforlu alan göndermesi lazımdı da bu kadar içimizi acıtması acaba eseri anlamamıza çok mu engel oldu? Çok mu duygusal bulduk diziyi; bıçak gibi sert ve keskinken!

Ölüm, bize bir çıpa verir; kendimizi ve ötekini anlamamıza dair. “Hakkımız olan” ve “ötekinin hakkı” kavramları, ölümle anlam kazanır. Ölümün farkındalığı bizi makul olanı inşaya zorlar. O mahallede, o küçük cennet makul değildir. Sevimlidir, romantiktir özenilesidir ama makul değildir.

Gassal’ın, istemeye gittiği kız ve ailesinin analizini ise sizlere bıraktım.

Devamını Okuyun

GÜNDEM