Connect with us

Yazılar

28 Şubat Endüstrisi – M. Salih Kaya

Yayınlanma:

-

Türkiye’yi 20 yıldır yöneten AKP, büyük oranda 28 Şubat sürecinde yaşanan mağduriyetler üzerinden iktidar oldu. Bu uzun sürede hala iktidarda kalmayı sürdürmesi de yine etkisi hafife alınmayacak derecede 28 Şubat sürecinde yaşananların, gözümüzün içine soka soka söylemleştirilmesidir. Her durumda dillerinden düşürmedikleri, “Biz gidersek yine eski kötü günlere dönersiniz!” tehdidi bitmez tükenmez gibi gözüküyor. Bu tehdit üzerinden toplumu hizaya getiren iktidar, adeta korkuyu bekleyen bir topluma “Ayağını denk al!” demektedir.

İşin en ilginç tarafı da bu kadar uzun süredir devletin her kurum ve kademesinde bu kadar muktedir olmuşken hala 28 Şubat’tan hareketle mazlum edebiyatı yapmaları ne kadar kötü bir noktaya geldiklerini göstermektedir.

Salgının da etkisiyle derinleşen yoksulluk, hukuksuzluk, adaletsizlikler, hak ihlalleri vb. iktidarı hesap vermek ve çözüm üretmek yerine yine düşman üretmeye ve güvenlikçi politikalar üretmeye iten bir süreci dayatıyor. Yani, “Bizim dışımızdakiler iktidara gelirse aynı karanlık günlere geri dönersiniz!” söylemine yol açabiliyor.

İşte 28 Şubat, bu süreçte, muktedirlikleri tartışmasız olan bu iktidar tarafından nemalanacak ve oy devşirmeyi sağlayan, sürekli üretilen ve yeni durumlara uyarlanan bir ‘endüstri’ye dönüştürülmüştür.

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Yazılar

Siyonist Pervasızlığa Yol Veren İhanetler – Faruk Yeşil

Yayınlanma:

-

İsrail, Gazze’de ve işgal altındaki topraklarda her gün uluslararası hukuku ayaklar altına alıyor. Çocukların üzerine bomba yağıyor, hastaneler, okullar yıkılıyor, gıda ve su yolları kesiliyor, gazeteciler doğrudan hedef alınıyor. Tüm bunlar, dünyanın gözü önünde ve kameralar eşliğinde yaşanıyor. İsrail, hiçbir kural tanımayan saldırganlığıyla sadece Filistin’i değil uluslararası değer kırıntılarını da yerle bir ediyor fakat asıl utanç verici olan, bu barbarlığın karşısında durması gerekenlerin sessizliği hatta daha kötüsü, işbirlikçiliğidir!

Bölge Ülkelerinin ve İslam Dünyasının Yönetimlerinin Utanç Verici Sessizliği, Utanç Verici Edilgenliği ve Çaresizliği

İslam dünyasının başkentleri, İsrail zulmünün her yeni aşamasında aynı rutin tiyatroyu sahneliyor:

Birkaç diplomatik “kınama” açıklaması,

Bir iki göstermelik uluslararası toplantı,

Ve ardından gündemin hızla değişmesi…

Bu ülkelerin liderleri, Kudüs ve Gazze söz konusu olduğunda asla gerçek bir siyasi irade ortaya koymuyor. Ekonomik çıkarlar, Batı ile kurulan bağımlılık ilişkileri ve koltuklarını kaybetme korkusu, onları halklarının vicdanından koparmış durumda.

İsrail’in bu denli pervasız olmasının nedeni, sadece ABD ve Batı’nın desteği değil; aynı zamanda İslam ülkelerinin işbirlikçi tutumudur. Bölge ülkelerinin işbirlikçi, korkak, çekingen ve mahcup tutumudur.

Petrol ve doğal gaz zenginliği, Batı’ya akan ucuz enerjiye dönüşüyor; Gazze’de ise insanlar, yakıt bulamadıkları için hastaneler kapanıyor.

Başta Suud olmak üzere bazı Körfez ülkeleri, İsrail ile “normalleşme” anlaşmaları imzalayarak, Filistin direnişinin meşruiyetini baltalıyor. Şehit Yahya Sinvar’ın dediği gibi “Gazze bütün işbirlikçileri, bütün normalleşenleri rezil edecek!”tir ve öyle de oldu!

Türkiye, Mısır, Ürdün ve diğer bölge ülkeleri, ticari ilişkilerini sürdürürken “sözde” Filistin dostu söylemleriyle halklarını avutuyor.

Gazze yanarken İslam ülkelerinin zirvelerinde alınan kararlar kâğıt üzerinde kalıyor. Basına verilen sert demeçler, aslında Siyonistlere, onların hamisi ABD’ye ve dostlarına “Bakın, halkımızı teskin etmeye çalışıyoruz!” mesajı taşımaktan öteye gitmiyor.

Gerçekte ise bu yönetimler;

Askerî, ekonomik veya diplomatik yaptırım kartlarını kullanmıyorlar.

İsrail’in savaş suçlarına karşı uluslararası mahkemelere somut dosyalar sunmuyorlar; taraf olmuyorlar, olamıyorlar.

Filistin direnişine gerçek anlamda lojistik veya siyasi destek vermiyorlar. Tam aksine Türkiye örneğinde açıkça izleneceği üzere Siyonist terör şebekesine destek veriliyor, adeta soykırım besleniyor, desek abartı olmaz. Azeri petrolü Siyonistlere kesintisiz aktarılıyor! Çelik, çimento, kablo, gıda gönderimine devam ediliyor, Siyonist gemiler limanlarımızda pervasızca cirit atıyor. Şeyh Ahmet Yasin “Yanımızda olamıyorsanız, hiç olmazsa işgalcinin tarafında olmayın!” demişti. İşbirlikçi yönetimler bu kadarını bile yapamıyorlar, yapmıyorlar!

Sokaklarda milyonlarca insan Filistin için yürürken saraylarda ve bakanlık odalarında başka bir hesap işliyor: “Batı’nın gazabını üzerimize çekmeyelim, ekonomimiz zarar görmesin, iktidarımız tehlikeye girmesin!”, “Siyaset ayrı, ticaret ayrı!” diyecek kadar büyük bir aymazlık ve basiretsizlik içindeler. Bilmiyorlar ki bu halklar, Batı’ya yasalanan iktidarları yönetimleri al aşağı etmesini çok iyi bilir! Bu ikiyüzlülük, bu işbirlikçilik sadece Filistin’i değil, tüm İslam dünyasının onurunu zedeliyor.

Peki, ya diğer dünya ülkeleri? İnsan hakları ve demokrasi nutukları atan Batılı başkentler, İsrail’in savaş suçlarını görmezden geliyor. Uluslararası kurumlar, sadece kınama cümleleri kurmakla yetiniyor, yaptırım kararları ise ya hiç alınmıyor ya da kâğıt üzerinde kalıyor. Bu sessizlik, tarafsızlık değil; aktif bir suç ortaklığıdır! Çünkü soykırımı durdurma imkânı varken susmak, suçun ortağı olmaktır. ABD soykırım suçunun sadece ortağı değil aynı zamanda finansörüdür.

Bu karanlık tabloda, Yemen istisna olarak öne çıkıyor. Kendi topraklarında açlık, yoksulluk ve savaşla boğuşan Yemen halkı, her bedele razı olarak Filistin’in yanında duruyor. Limanlarını kapatıyor, denizlerini işgalci gemilere yasaklıyor, kendi güvenliğini hiçe sayarak Gazze’ye nefes olabilmek için mücadele veriyor. Yemen’in bu tavrı, “Gücümüz yetmez!” mazeretinin koca bir yalan olduğunu ispatlıyor.
Yemen, bize şunu haykırıyor: Direniş bir tercihtir; yeter ki yüreğiniz zalime karşı, mazlumun yanında saf tutsun!

Bugün Filistin; sadece bir coğrafya değil, insanlığın onur sınavıdır. İsrail’in kural tanımazlığı karşısında sessiz kalanlar, tarihe işbirlikçi olarak geçecektir. Yemen’in cesur duruşu, tüm bölge ve İslam ülkeleri için utanç verici bir ayna niteliğindedir. Eğer bu sessizlik bozulmazsa, yarın ateş, bugün seyredenlerin kapısını çalacaktır.

Mazlumun yanında olmak, sadece ahlâkî bir zorunluluk değil; insan kalabilmenin tek yoludur. Bu durum zaten Müslümanın inisiyatifine bırakılmış bir konu da değildir. Allah, bizden zulmün karşısında durmamızı, mazlumun dinine, milliyetine bakmadan ona sahip çıkmamızı istiyor.

Sonuç: Ya Direniş Ya Teslimiyet!

İsrail’in pervasızlığını kıracak olan şey sadece silah değil; aynı zamanda siyasi cesaret, ekonomik bağımsızlık ve tabii ki ümmet bilincidir. Ancak bugünkü tablo, yönetimlerin çoğunun bu yükü taşımak yerine Batı’nın çizdiği sınırlar içinde “kontrollü muhalefet” yapmayı tercih ettiğini gösteriyor.

Bu durumda ümmetin geleceği, halkların kararlılığına ve direnişin sahada gösterdiği iradeye kalıyor.

Eğer bu sessizlik zinciri kırılmazsa Gazze, Şam, Tahran, Beyrut bugün; yarın ise Mekke, Medine, Ankara, Kahire, Amman, Bağdat aynı kaderi paylaşacaktır. Şimdi iş birliği içinde olanlar, susanlar yarın sıra kendilerine geldiğinde, kendilerine destek olacak kimseyi bulamayacaklardır. Herkes durduğu yeri buna göre belirlemeli, halklar da yönetimler de buna göre vaziyet almalıdır.

Devamını Okuyun

Yazılar

Direnişin Silahına Uzanan Kirli Ellerin “İki Devletli Çözüm” Masalı – Faruk Yeşil

Yayınlanma:

-

Filistin meselesi, artık bir “çözüm” değil, bir tuzak hâline getirilmiştir. Uluslararası sistemin ısrarla dayattığı “iki devletli çözüm” masalı, gerçekte Direniş’in elinden silahı almanın, Gazze’yi sindirmenin ve siyonist işgalin meşrulaştırılmasının kod adıdır. Bu teklif; bir çözüm değil, Filistin davasını ve Hamas’ı tasfiye plânıdır.

İsrail’in 1948’de başlayan işgali, 1967’de Kudüs’e ve Batı Şeria’ya uzandı. Bugün Gazze, tarihin en barbar kuşatmalarından birini yaşıyor. Bu tablo karşısında hâlâ “iki devletli çözüm” diyebilenler ya dünyadan bîhaberdir ya da işgalin suç ortağıdır. Çünkü bu söz artık barışı değil, teslimiyeti sembolize ediyor.

Direniş, teslimiyettir. “Direniş’in silahı bırakması” olacak şey değildir! “Barış süreci başlamalı!” diyenler; işgalin karakterini anlamayan cahiller ya da işbirlikçilerdir. Silahsız bir direniş, teslimiyetin süslü adıdır. Siyonist İsrail; silahla kurulmuş, silahla genişlemiş, silahla ayakta duran bir haydut devlettir. Ona karşı savunma hakkını Direniş’in elinden almak, mazlumu celladın önüne kelepçeli, çıplak ve çaresiz bir şekilde atmaktır.

Direnişin silahı sadece kurşun değil; onurdur, vâr oluştur, hafızadır. Filistin’deki bir çocuğun elindeki taş, ümmetin suskunluğuna ve dünyanın ikiyüzlülüğüne karşı yükselen bir haykırıştır, işbirlikçilerin suratına tükürüştür! Bu haykırışı susturmak isteyen herkes, tarihin karanlık sayfalarına yazılacaktır. Soykırım süresince Siyonist soykırım makinasına, petro, çelik, çimento gönderen; kablo, gıda sevk eden iktidarın, tüccarların ve buna suskun kalan STK’ların hiçbirini hamasetleri tarihin çöplüğünden asla kurtaramayacaktır.

Hamas, sadece Gazze’nin değil, insanlığın siperidir. Bugün sadece Gazze’de direnen bir örgüt değil; bir halkın onuru, bir ümmetin vicdanı ve tüm insanlığın iradesidir.

Hamas’ın yürüttüğü mücadele, yalnızca işgale bir karşı koyuş değil, İsrail’in temsil ettiği küresel zulüm düzenine karşı bir insanlık savaşıdır. Tüm insanlığın Hamas’a sahip çıkmak gibi ertelenemez, savsaklanamaz bir ödevi vardır. Çocuklarımıza insanca ve

Müslümanca yaşayabilecekleri bir dünya bırakmak istiyorsak hepimiz toptan Hamas’ın yanında mevzilenmeliyiz.

Unutmayalım ki İsrail’in hedefinde yalnızca Hamas yoktur. Hedefte, özgürlük isteyen herkes vardır. İsrail’in bombaları yalnızca Gazze’yi değil, vicdanı, masumiyeti, adaleti, hakikati hedef almaktadır. Bugün İsrail’in karşısında duran herkes aslında insan kalabilme mücadelesi vermektedir. Batı’da yürüyen milyonlar, Gazze ambargosunu delmeye çalışan her oluşum, her kişi, “insan” olmanın sorumluluğunu yerine getirmeye çalışıyor.

O yüzden Hamas’ın direnişi, sadece bir coğrafyanın değil, insanlığın onurunun savunusudur. İsrail’in savaşı ise sadece Filistin’e karşı değil tüm insanlıkla, tüm erdemlere karşı yürütülen bir yıkım savaşıdır. Mazlumlara ve Filistin’e sahip çıkmak ancak erdemli insanların yapabileceği bir şeydir.

Bugün bölge ülkelerinin çoğu, siyonistlerle masa başında tokalaşırken meydanda direnişçilerin kanıyla dolan kurşunları ya doğrudan ya dolaylı finanse etmektedir. İsrail ile normalleşme, sadece bir diplomatik hamle değil; Filistin halkına ve insanlığa ihanettir.

Bir yanda Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken diğer yanda bazı Arap rejimleri ve bölge ülkeleri, Türkiye örneğinde olduğu gibi Tel-Aviv’le ticaret hacmini artırıyor. Kudüs, her gün biraz daha Yahudileştirilirken bazı Müslüman liderler “barış” konferanslarında sahte tebessümlerle poz veriyor! Bugünden yarına derhâl devrilmesi gereken bu rejimler; halklarını değil, efendilerini temsil etmektedir!

Tasfiyenin diplomasisini yapanların bugün ortaya koydukları “iki devletli çözüm” projeleri, 1967 sınırları üzerinden kurgulanıyor. Oysa bu sınır dahî işgalin meşrulaştırılmasıdır. Filistin’in 1948 öncesi haritası, gasp edilen toprakların tamamını kapsar. Bu haritayı gözden düşüren her öneri; Direniş’i değil, ihaneti ve işbirlikçiliği temsil etmektedir.

İki devletli çözüm; Gazze’de yürütülen soykırımı aklamak, İsrail’e meşru bir partner görüntüsü vermek ve Direniş’i kademeli olarak tasfiye etmek isteyenlerin sahte barış perdesidir. Bu perdenin arkasında ise daha fazla ölüm, daha fazla işgal, daha fazla yıkım vardır. Bu yıkımın, yıkıma sessiz kalanları da bulacağını görmek için dâhi olmaya gerek yoktur!

Filistin meselesi, bir toprak meselesinden öte bir onur, bir hakikat, bir irade, bir ahlak, bir insanlık meselesidir. Bu hakikat ancak direnişle korunabilir. Diplomasi, ancak Direniş’in gölgesinde anlam kazanır. Gazze’nin elinden silahı almak, Kudüs’ü teslim etmek demektir. Kudüs düşerse, ümmet düşer. Ümmet düşerse, insanlık çöker.

Artık anlayın ki;

Barış; haydutlarla değil, zalimlere karşı birleşen onurlu halklarla inşa edilir.

Filistin özgürleşmeden insanlık kurtulamaz.

Hamas direndikçe insanlık, nefes alır. İsrail saldırdıkça dünya, karanlığa gömülüyor. Herkes durduğu yeri buna göre belirlesin. Ya açlığa rağmen direnen çocukların, Gazze’nin, insanlığın, erdemin ve onurun yanında olacağız ya da insanlığı, masumiyeti, onuru, erdemi ve ahlakı hedef alan Siyonist terör şebekesinin yanında!

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

KHK’lılar İçin Adalet Gelir mi?

Yayınlanma:

-

Savaş Genç, “Toplum ve devlet KHK’lılar ile nasıl barışır?” başlıklı bir yayın yapınca, ben de KHK’lıların yaşadığı büyük zulmü bir kez daha dile getirmek istedim.

Konu mühim, başlık isabetli. Zira zulüm en yukardan, devleti yönetenler eliyle gerçekleştirilmişse bile toplumumuz da az günahkâr değil. Zira, gaza gelinip insani vazifeler, komşuluk veya akrabalık hukuku unutulsa dahi Allah’ın kapı gibi ayeti görmezden gelinmemeliydi.

Neydi o ayet?

Hucurat Sûresi 6. Ayet:

“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”

Kısa sürede ortaya çıktı ki, devlet imkânlarını “al gülüm ver gülüm” paylaşarak el ele kol kola yol yürüyen iki iktidar odağı (o parti ve o cemaat) çıkarları çatışınca birbirine girdiler. Parti, Gülencileri tasfiye için düğmeye bastı ve hukuk dışına çıktı. Hatta hukuk dışında cirit attı, atmaya da devam ediyor, olanca pervasızlığıyla.

Sonuç?

Savaş Genç’in aktardığına göre 160 Bin KHK’lı var. Bunlardan 155 Bini hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma” suçu gerekçe gösterilerek soruşturma başlatılmış. 70 Bin kişi tutuklanmış. Bunların tutuklulukları öyle veya böyle hükme bağlanmış. Ortalama 3.5 ila 7 yıl arası hapis yatmışlar.

Toplum, devlet (siyaset ve yargı) eliyle atılan ağır iftiralara inandı ve masum yüz binlerce insanı “terörist”, “vatan haini” gibi gebermiş gitmiş söylemlerle ötekileştirdi, tahkir etti, hatta yer yer linç etti.

 

 

KHK’lıar kendi vatanlarında, kimse kusura bakmasın ama “köpek muamelesi” gördüler. Bu, dehşet verici bir zulümdü. “Yapmayın, etmeyin” diyen bir avuç insanın uyarıları ise yoğun gürültüde, toz duman içinde işitilmedi.

Kendimden biliyorum, 15 Temmuz’dan sonra haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayanlar adına konuşup yazdığım için ben de ötekileştirildim, haksızlığa uğradım.

KHK’lıların, en acımasız yaklaşımla söylüyorum, yüzde 95’i suçsuzdu. Uğradıkları muamele hukuksuzdu.

KHK’lılar haksız yere işlerinden oldular, hapislerde yattılar. Beraat etseler de, hak etmedikleri cezaları çekseler de ötekileştirme ve mağduriyet halen devam ediyor. Böyle giderse ömür boyu sürecek.

KHK’lılar uğradıkları ayrımcılık, dışlanma ve ağır hakaretler nedeniyle ciddi ruhsal sorunlar yaşadılar, yaşıyorlar. İntihar edenler oldu. Parçalanan ailelerin, boş yere yetim kalan çocukların sayısı az değildi.

Tekil olarak mağdur sayısını en az 5 ile çarpmak lazım acı manzarayı görmek için.

KHK’lılar ve çocuklarının bu ülkeyle olan bağları ya gevşedi ya da tümüyle koptu.

Toplum , genel olarak, “çok pis” gaza gelip iftiraları taşıyıp yaymasa, mağduriyetler büyük oranda hafiflerdi.

Sıradan vatandaşın bu günaha ortak olmasında çakma kanaat önderlerinin, aydın geçinen ünlü isimlerin, çapsız imamların, “sivil” toplum kuruluşlarında koltuk sahiplerinin payı büyüktür. Adil şahitlik yapmadılar.

Artık 10 yıl oluyor.

Adalet gelirse, çok geç de olsa gelirse, ne kadar Adalet olur bu? Çeyrek porsiyon mu yarım porsiyon mu?

Toplumsal barış için devletin adım atması, özür dilemesi gerekiyor. Büyük bir şehvetle bizzat cadı avına çıkan siyasetçilerin şimdi kameralar önüne çıkıp tövbe edip özür dilemesi gerekiyor.

Düşmanlıklar zamanının sona erdirilmesi lazım. Temiz bir sayfa açıp zararın burasından dönmek lazım.

Mağduriyetlerin kısmen de olsa giderilebilmesi için tazminatlar ödenmeli. Helallik alınmalı. İşe iadeler hızla gerçekleştirilmeli. Beraat kararları verilmeli. Sabıka kayıtları silinmeli.

PKK silah bıraktı. KHK’lıların bırakacağı silahları ise hiç olmadı. Onlar dağa da çıkmadılar. Cam çerçeve de indirmediler. Ne var ki aşağılandılar ve bu toplumdan dışlandılar. Masumdular.

Ne yapsak da bir kısmı bu devleti ve milleti affetmeyebilir. Haklarıdır. Gidenler, yitenler geri gelmeyecek.

Her birimiz kendimize sormalıyız: Biz bu ülkede bu yaşananları (yoksullaştırmayı, yolsuzluğu, değersizliği, aidiyetsizliği, liyakatsizliği, sahtekârlığı, yalanı dolanı) hak edecek ne yaptık diye.

Biz hangi suçun cezasını çekiyoruz?

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x