Connect with us

Köşe Yazıları

Şahsım adına özür dilerim

Yayınlanma:

-

Türkiye’de birileri darbeye hazırlanırken, 6 ay öncesinde, 11 Ocak 2016 tarihinde, her şeyden habersiz 1128 akademisyen bir bildiriye imza attı.

Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız” cümlesiyle başlayan bildiri, kopartılan büyük gürültüden sonra, “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”, imzacılarsa “Barış Akademisyeni” olarak anılır ve taşlanır oldular. (Taşlanmak sünnettir.)

Normal bir ülkede ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilecek ve birkaç gün tartışıldıktan sonra arşive kaldırılacak hadise, olaylar Türkiye’de, OHAL ve artığı zamanlarda geçtiği için 6 yılı aşkın süredir devam ediyor.

Bildiri ve imzacılarının ciddi bir hesaplaşmanın konusu olacakları birkaç gün içinde anlaşılmıştı. “İhanet”, “hain” gibi kelimelerle örülü suçlamalar havalarda uçuşmaya başlamıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi tarz ve üslubuna uygun biçimde olaya müdahil olmakta gecikmemişti:

Bu aydın müsveddeleri kalkıp devletin bir katliam yaptığından bahsediyor. Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız karanlık. Aydın falan değilsiniz. Sizler oraların adresini bilemeyecek kadar karanlık ve cahilsiniz.”

Kameralar karşısında ve ağır sözler eşliğinde barış akademisyenlerini hedef göstermiş, “bunlar zalimdir, bunlar alçaktır” dedikten sonra “bütün yargı makamlarını, üniversitelerin senatolarını, anayasamız ve yasalara ters bu hareketleri sebebiyle göreve davet ettim.” diyerek “atılması gereken adımların süratle atılması gerektiği” talimatı verdiğini hatırlatmıştı.

Sonrası tam anlamıyla bir hukuk katliamına dönüştü, bekleneceği üzere.

Yargı” aygıtları, hedef gösterilen akademisyenlerin üzerine atılıp “gereğini yerine getirdi”. Seri halde “yargısız infaz”larla ağır hak ihlallerine sebebiyet verildi.

İstifaya, emekli olmaya zorlanan, istifa eden ve emekli olan, işten çıkartılan ve OHAL KHK’sı ile kamu görevinden ihraç edilen toplam kişi sayısı 549. Terör Örgütü Propagandası yaptığı gerekçesiyle 822 kişi hakkında dava açıldı. 4 kişi tutuklandı.

Olağanüstü Hal döneminde hak ihlaline uğrayanların haklarını almaları önünde takoz olmak, mahkemelerin iş yükünü azaltmak, zaman kazanmak, iç hukuk yollarını uzatmak, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaatı yıllar yılı geciktirmek için kurulan OHAL Komisyonu da görevini layıkıyla yerine getirdi ve başvuruları yüzde 90’ın üzerinde bir oranda reddetti.

KHK’lıların sivil ölüme mahkum edilmeye çalışıldığını ifade edip yaşananlara itiraz eden, adalet talep eden insanların sesleri duyulmadı ne yazık ki.

Yıllar geçerken, siyasi baskı altında olmasa hukuk adına çıtayı yükselten kararlara imza atacağına inandığım Anayasa Mahkemesi nihayet 26 Temmuz 2019’da kafasını kaldırdı ve bildiriyi imzalayan akademisyenlerin cezalandırılmasının “ifade özgürlüğü ihlali” olduğuna hükmetti.

Beğenilmeyen Anayasa Mahkemesi kararları bu ülkede bir süredir uygulanmadığı için geçen yıllar içinde ilgili AYM kararı da olumlu sonuç doğurmadı. Hakların iadesi ve zararların tazmini yolu açılmadı. Henüz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kapısı çalınamadığı için mağdur edilenleri mağdur etmeye devam etmek için daha vakit vardı!

Merak edenler Barış Akademisyenlerinin nasıl bir bildiriye imza attıklarına bakabilir, kısa bildirinin tam metnini bir tık ötede okuyabilirler. 

(Eğer tüm bu olanlardan sonra ülkenin cumhurbaşkanı yanılmışsa da, “hiiç sorun değil”, ben “Şahsım” adına milletimden, hassaten akademisyenlerden özür dilerim, olur biter! Yani, özürse, özür dileme noktasında üzerime düşeni yaparım.) 

“Yanılmışım, Allah affetsin” demek cumhurbaşkanı için yeterli. Öbür dünya bir kenara ama bu dünyada herhangi bir hukuki, cezai sorumluluğu yoktur kendisinin. 

1128 kişiye “alçak” de, basını ve yargı gücünü arkana alarak itibarlarına saldır, büyük bir ayrımcılığa maruz bırakıp hayatlarını zorlaştır, hiiç sorun değil. Her şey bu milletin gözleri önünde olduğu halde tenhada bile özür dileme. Ben “Şahsım” adına özür dilerim. Ne de olsa çok utandık. Bu da vatandaşlık görevimiz.

1983 Trabzon doğumlu avukat. Ufak Tefek Şeyler (+10), Sevimli Türkçe Sözlük (+10), Kelebek Ve Arı (+14), Ceza Hikayeleri (+18), Kuzularla Saklambaç (+9), Nasreddin Hoca'nın Bisikleti (+9) ve Gazete Okuyan Tavuk (+9) adlı kitapların yazarı.

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Köşe Yazıları

Bütün Emperyalist/Siyonist Koridorlar

Yayınlanma:

-

Egemen dünya düzeni, Tel-Aviv’den Zengezur’a uzanan bir hat çizmeye muvaffak oldu. İslam coğrafyalarına çöken işbirlikçi düzenlerin bu “muvaffakiyet” sürecindeki rolünden artık bahsetmeye bile lüzum yok!

Suriye’nin düşüşü ile İsrail’in önünde açılan derinlik, 12 günlük İran savaşında yeterince test edilmişti. İşgal edilmiş Filistin topraklarından kalkan İsrail savaş uçakları hiçbir engele takılmadan koca bir Suriye sahasını geçebiliyorlar. Irak sahasının durumu zaten Körfez savaşlarından bu yana hepimizin malumu.

Uzun yıllara yayılan Ermenistan-Azerbaycan savaşlarının ABD’nin galibiyetiyle neticelenmesi enteresan değil midir? Rusya’nın tarihsel rol sahasından belli ki Ukrayna savaşının da etkisiyle itilerek İran’ın hemen üzerine ABD’nin “Zengezur Koridoru” adıyla konuşlanması, İsrail’den başlayan çevrelemenin son hamlesi olarak kayıtlara geçti.

İsrail’le baş döndürücü sevgi sarmalından pek bahtiyar fotoğraflar veren Aliyev hanedanının peşinde sürüklenen Azerbaycan’a layık görülen “Kafkasyalı Truva atı” rolü meyvelerini vermiş görünmektedir.

Zengezur Koridoru söylencesiyle kitleleri coşturmak için yeni bir fırsat bulan AKP ise hakikatleri gizlemekte pek mahir olduğunu yine kanıtlayıverdi. İslam dünyasındaki zayıf bağları tümden kesecek hamleleri ulusçu söylemlerle tahkim ederek emperyalist kuşatmayı, bu kuşatmaya verdiği kesiksiz desteği gözden ırak tutmaya çalıştı, çalışıyor.

İslam ümmetinin yaşadığı çok boyutlu sefaletin çekilmez sonuçlarıyla her geçen gün katmerli bir şekilde yüzleşiyoruz. Gazze’de süregiden soykırım, Batı Asya coğrafyamızda adım adım pekişen emperyalist/Siyonist işgal, Müslümanlarda emarelerine rastlanılmayan zihinsel sıçrama ihtimalinin yokluğunda çok daha fazla iç karartıyor.

Tel-Aviv’den Zengezur’a ulaşan emperyalist/Siyonist kıvrımın benzeri -belki de çok daha şiddetlisi- mezkûr ihtimallerden yoksun düşmektir. Kavramadıkça, tartışmadıkça düşmanın ekmeğine yağ sürmeye devam eden bir çaresizliğe yuvarlanıp duruyoruz. Suriye örneğinde olduğu gibi kazandığımız zaman da yaralıyız, kaybettiğimiz zaman da!

Anti-emperyalist/anti-Siyonist olurken diktatör, zalim olunabiliyor! Şerhler düşmeden kendimizi ifade edemiyoruz. “Direniş”in felsefesini, yol ve yöntemlerini lâyıkıyla müzakere edemiyoruz. Sıcak çatışma anları maalesef ânımızı ve geleceğimizi rehin alıyor.

Irak işgalinden bu yana emperyalistlerin işgallerine payandalık etmeyi, oluşturdukları sözüm ona dinî vaat iklimiyle perdeleyenlere tav olan mühim bir İslamcı kitle, her şeye yeni baştan başlamak lâzım geldiğinin açık kanıtından başka bir şey olmasa gerek!

Tevhidin hakikatini bilmeyen büyük kalabalıkların emperyalist/Siyonist tezgâha “esas”tan itiraz etme şansı elbette yoktur. Yine, imanın hakikatine ulaştıktan sonra “topuklar üzerine geri dönme” tehlikesi ise Kur’ânî bir uyarı olarak bâkîdir.

Bütün emperyalist/Siyonist koridorlar Tel-Aviv’den başlayıp Zengezur’a, bu yozlaşma ve çürümeye maruz kalan bilinçlerden geçerek ulaştı. İki yıla varan Gazze’deki Siyonist soykırıma ateş taşımaktan vazgeçmeyenlerin fotoğrafını, verilmesi gereken mücadelenin esasına ilişkin bir kalkış noktası olarak görmeden hakikatli bir muhasebe yapma şansı elbette olamaz!

Bu kısa yazılarda işaret etmek istediğimiz bazı hakikatleri istişarelerle zenginleştirip şûrâlarla örgütlemek, öncelikli pratik sorumluluğumuz olarak görülmelidir. Her gecikme, emperyalist/Siyonist koridorlarla boğazlarımızın daha da sıkılacağı anlamına gelecektir. Bu hakikatten emin olmamak mümkün müdür!

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon

Yayınlanma:

-

Heyamola Yayınları’nın “Türkiye’nin Kentleri” dizisinden çıkan “Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon” kitabını bir hemşire, öğretmen ve şair olan Çiğdem Sezer kaleme aldı. Çiğdem Sezer’i YKY’den çıkan ve çok başarılı bulduğum şiir kitabı “Denizden Geçme Hali” ile tanımıştım.

Trabzon’da doğup büyümüş şairin, şehirle olan çok yönlü ilişkisini katır kutur bilgiler değil hatıralar eşliğinde, şiirsel ve edebi bir dille aktarmış olması kitabı özgün kılıyor.

Kişinin bilhassa yaşadığı şehirle maddi manevi bir ünsiyet kurması için bu tür metinlerle hemhal olmasında fayda var. Yoksa, bakar kör olarak her gün sağından solundan geçip gidilen bir şehirde yaşamak yavanlık değil de nedir?

Türkiye’de vasatın üzerinde bir eğitim müfredatı uygulansa ortaokullarda, liselerde “şehir kültürü” diye bir ders almış olmalıydık. Canlı bir dersten bahsediyorum. Şehri şehir yapan değerlerin –insan dâhil- ziyaret edileceği, bizzat yerinde temaşa edileceği programlar ihtiva eden bir ders. İnsanlar ve eserleri etrafında şekillenen bir kültür aktarımı, bir tanışıklık, bir giriş kapısı.

Bu, her şehrin kendine has kimliğini korumak veya tesis etmek gibi hayırlı bir sonuca da yol açacaktır. Şehirlerimiz kapitalizmin, modernizmin, dahası, ilim ve irfandan kopukluğun neticesi olarak kimliksiz, kişiliksiz bir halde çirkin bir tektipleşmeye doğru savruldu hızla. Nostalji ile malul bir genelleme değil, hakikat bu. Şehir planlamalarında önceliği rant, bencillik ve zengin elitlerin şahsi/ailevi çıkarları alırsa, olacağı budur.

Türkiye’de toplumsal hafızaya ve hatıraya sanki özellikle husumet besleniyor. 2002 ila 2012 yılları arası yalnızca 10 yıl ara sıra misafiri olduğum Haydarpaşa Garı’nın 12 yıldır kapalı ve büyük ihtimalle birilerine peşkeş çekilip özel mülk veya lüks mekân haline getirilecek olması bir İstanbullu olarak beni epey rahatsız ediyor. Düşünün ki ben 18 yaşında İstanbul’da yaşamaya başlamış biriyim. 40 yıldır oralı olan milyonlarca insanın nasıl bir hatıra ve hafıza gaspına uğrayacağını tahayyül edin. Bu hoyratlıklar çağında, ülkesinde hayli ponçik bir haktan bahsettiğimin farkındayım. Yine de karamsar olmamak lazım.

Trabzon adının ilk kez Yunanlı filozof ve yazar Ksenophon’un (MÖ 432-355) Anabasis adlı eserinde geçtiğini bu kitapta öğrendim. Kitap İş Bankası Yayınları tarafından okurlara sunulmuş. Büyük kısmı Anadolu topraklarında geçen bir askeri seferin güncesi olan bu eseri merak ettim ve okumak üzere edindim.

Trapezus yunanca “masa” anlamına geliyormuş. Kentin kurulduğu düzlüğün masayı andırması nedeniyle seçilmiş ve bir evrimle bugünlere gelmiş. Trabzon’un tarihini 5 döneme ayırarak incelemek mümkün.

Milattan önce 7. Yüzyıllara kadar uzandığı rivayet edilen Pontos Dönemi, Roma-Bizans Dönemi (MÖ 1. yy – 1204) , Trabzon İmparatorluğu Dönemi (1204-1461), Osmanlı Dönemi (1461-1916) ve Cumhuriyet Dönemi (1923 sonrası).

Çiğdem Sezer kendi Trabzon’unu anlatırken haklı eleştiriler ve yerinde tespitler sunuyor. Bölge insanının bugün dahi dikkat çeken silah sevgisine açıklık getirirken, Trabzon’un tarih boyunca cazip bir merkez olduğunu hatırlatıyor. Komşu ve büyük devletlerin iştahını kabartan şehir, özgürlüğüne düşkün ve haliyle işgallere karşı sürekli bir savunma halindeydi. Silah sevgisinin kökleri buraya dayanıyor.

Bir diğer fenomen olan Trabzonspor’la ilgili çıkarımı da üzerinde konuşulmayı fazlasıyla hak ediyor. Trabzon, kültür, edebiyat, bilim, sanat ve ekonomi sahasında yaşadığı bariz gerilemeyi futbolla örtmeye, ödünlemeye çalışan bir aksaklık içinde. Futbolu seven, oynamış, seyretmekten de keyif alan biri olarak ben de bu eleştiriyi yıllardır yapıyorum. Dinin de futbolun da egemenlerin kâr hanesinde aşikâr bir afyona dönüştürülmesine aklı başında herkes itiraz etmeli.

Gençler, ilhamını kumar ve faizle şişirilmiş büyük paralar kazanan, dünyaca ünlü takımlara transfer olan futbolculardan ziyade ilim, bilim, sanat ve kültür insanlarından alsa keşke.

Trabzon’un devlet sahil yolunu baştan sona kat edin, nerdeyse bütün üst geçitlere şehit askerlerin isimlerinin verildiğini göreceksiniz. Sorgulama olmaksızın ölmeye ve öldürmeye odaklı militarist bir kültürün ürettiği kurbanlar yerine (veya onların yanı sıra) insanlığa hizmetler sunmuş, eserler vermiş bilim ve sanat insanları öne çıkartılsa, örnek gösterilse çok daha hayırlı olmaz mı?

Yazar da bu bakış açısında olduğundan İbrahim Cudi’yi, Hasan İzzettin Dinamo’yu, Bedri Rahmi’yi, Leyla Saz’ı, Celalettin Algan’ı, Hamdi Başman’ı örnek veriyor.

Bir okula filan adı verilmemişse, Trabzonlu gençlerin yüzde doksanı, eserlerinden şöyle bir haberdar olmayı geçiyorum, bu isimleri duymamıştır bile.

Öyle zannediyorum ki yoksulluk da bilinçli bir politikanın sonucu bu ülkede, cahil bırakılmak da. O sebeple devlet (ve sistem) dışı (“sivil”) düşünmek ve iş başa düşüyor diyerek harekete geçmek gerek.

Bizler, düzene aykırı kafalar ve havuzlardan kaçan balıklar, birlik ve beraberlik içinde, üst düzey bir dayanışma sergileyerek yeşertebiliriz çölleri. Bunun ön şartı ise ötekileştirme tuzağına düşmemek ve müesses nizamın saçtığı önyargı haplarını yutmamaktır.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

KHK’lılar İçin Adalet Gelir mi?

Yayınlanma:

-

Savaş Genç, “Toplum ve devlet KHK’lılar ile nasıl barışır?” başlıklı bir yayın yapınca, ben de KHK’lıların yaşadığı büyük zulmü bir kez daha dile getirmek istedim.

Konu mühim, başlık isabetli. Zira zulüm en yukardan, devleti yönetenler eliyle gerçekleştirilmişse bile toplumumuz da az günahkâr değil. Zira, gaza gelinip insani vazifeler, komşuluk veya akrabalık hukuku unutulsa dahi Allah’ın kapı gibi ayeti görmezden gelinmemeliydi.

Neydi o ayet?

Hucurat Sûresi 6. Ayet:

“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”

Kısa sürede ortaya çıktı ki, devlet imkânlarını “al gülüm ver gülüm” paylaşarak el ele kol kola yol yürüyen iki iktidar odağı (o parti ve o cemaat) çıkarları çatışınca birbirine girdiler. Parti, Gülencileri tasfiye için düğmeye bastı ve hukuk dışına çıktı. Hatta hukuk dışında cirit attı, atmaya da devam ediyor, olanca pervasızlığıyla.

Sonuç?

Savaş Genç’in aktardığına göre 160 Bin KHK’lı var. Bunlardan 155 Bini hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma” suçu gerekçe gösterilerek soruşturma başlatılmış. 70 Bin kişi tutuklanmış. Bunların tutuklulukları öyle veya böyle hükme bağlanmış. Ortalama 3.5 ila 7 yıl arası hapis yatmışlar.

Toplum, devlet (siyaset ve yargı) eliyle atılan ağır iftiralara inandı ve masum yüz binlerce insanı “terörist”, “vatan haini” gibi gebermiş gitmiş söylemlerle ötekileştirdi, tahkir etti, hatta yer yer linç etti.

 

 

KHK’lıar kendi vatanlarında, kimse kusura bakmasın ama “köpek muamelesi” gördüler. Bu, dehşet verici bir zulümdü. “Yapmayın, etmeyin” diyen bir avuç insanın uyarıları ise yoğun gürültüde, toz duman içinde işitilmedi.

Kendimden biliyorum, 15 Temmuz’dan sonra haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayanlar adına konuşup yazdığım için ben de ötekileştirildim, haksızlığa uğradım.

KHK’lıların, en acımasız yaklaşımla söylüyorum, yüzde 95’i suçsuzdu. Uğradıkları muamele hukuksuzdu.

KHK’lılar haksız yere işlerinden oldular, hapislerde yattılar. Beraat etseler de, hak etmedikleri cezaları çekseler de ötekileştirme ve mağduriyet halen devam ediyor. Böyle giderse ömür boyu sürecek.

KHK’lılar uğradıkları ayrımcılık, dışlanma ve ağır hakaretler nedeniyle ciddi ruhsal sorunlar yaşadılar, yaşıyorlar. İntihar edenler oldu. Parçalanan ailelerin, boş yere yetim kalan çocukların sayısı az değildi.

Tekil olarak mağdur sayısını en az 5 ile çarpmak lazım acı manzarayı görmek için.

KHK’lılar ve çocuklarının bu ülkeyle olan bağları ya gevşedi ya da tümüyle koptu.

Toplum , genel olarak, “çok pis” gaza gelip iftiraları taşıyıp yaymasa, mağduriyetler büyük oranda hafiflerdi.

Sıradan vatandaşın bu günaha ortak olmasında çakma kanaat önderlerinin, aydın geçinen ünlü isimlerin, çapsız imamların, “sivil” toplum kuruluşlarında koltuk sahiplerinin payı büyüktür. Adil şahitlik yapmadılar.

Artık 10 yıl oluyor.

Adalet gelirse, çok geç de olsa gelirse, ne kadar Adalet olur bu? Çeyrek porsiyon mu yarım porsiyon mu?

Toplumsal barış için devletin adım atması, özür dilemesi gerekiyor. Büyük bir şehvetle bizzat cadı avına çıkan siyasetçilerin şimdi kameralar önüne çıkıp tövbe edip özür dilemesi gerekiyor.

Düşmanlıklar zamanının sona erdirilmesi lazım. Temiz bir sayfa açıp zararın burasından dönmek lazım.

Mağduriyetlerin kısmen de olsa giderilebilmesi için tazminatlar ödenmeli. Helallik alınmalı. İşe iadeler hızla gerçekleştirilmeli. Beraat kararları verilmeli. Sabıka kayıtları silinmeli.

PKK silah bıraktı. KHK’lıların bırakacağı silahları ise hiç olmadı. Onlar dağa da çıkmadılar. Cam çerçeve de indirmediler. Ne var ki aşağılandılar ve bu toplumdan dışlandılar. Masumdular.

Ne yapsak da bir kısmı bu devleti ve milleti affetmeyebilir. Haklarıdır. Gidenler, yitenler geri gelmeyecek.

Her birimiz kendimize sormalıyız: Biz bu ülkede bu yaşananları (yoksullaştırmayı, yolsuzluğu, değersizliği, aidiyetsizliği, liyakatsizliği, sahtekârlığı, yalanı dolanı) hak edecek ne yaptık diye.

Biz hangi suçun cezasını çekiyoruz?

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x