Connect with us

Haberler

İsrail, Batı Şeria’daki Toprakları Yerleşimci Şiddetiyle Gasbediyor

Yayınlanma:

-

İsrail, Batı Şeria’da 440.000’den fazla yerleşimciye ev sahipliği yapan 280’den fazla yerleşim yeri inşa etti. Bu yerleşim yerlerinden 138’i resmi olarak kuruldu ve devlet tarafından tanındı (İsrail’in Kudüs’e ilhak ettiği bölgelerde inşa ettiği 12 mahalle hariç), yaklaşık 150’si devlet tarafından resmen tanınmayan ileri karakollar… Çoğu “çiftlik” olarak anılan karakolların yaklaşık üçte biri, son on yılda inşa edildi.

Batı Şeria yerleşimleri, Filistinlilerin sınırlı erişiminin olduğu veya hiç erişemediği yüz binlerce dönüm (1 dönüm = 1.000 metrekare) araziye hâkim. İsrail bu alanlardan bazılarını resmi yollarla ele geçirdi: askeri emirler vermek, bölgeyi “devlet arazisi”, “atış bölgesi” veya “doğal koruma alanı” ilan etmek ve araziyi kamulaştırmak yollarıyla. Diğer bölgeler, Filistinlilere ve onların mülklerine yönelik saldırılar da dâhil olmak üzere günlük şiddet eylemleri yoluyla yerleşimciler tarafından etkin bir şekilde ele geçirildi.

İki yol birbiriyle ilgisiz görünüyor: Devlet, hukuk danışmanları ve yargıçlar tarafından onaylanan resmi yöntemleri kullanarak toprakları açıkça ele geçirirken, kendi gündemlerini ilerletmek için toprakları ele geçirmekle de ilgilenen yerleşimciler, Filistinlilere karşı şiddet başlatıyor. Ancak gerçekte tek bir yol var: Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddeti, devletin elinde giderek daha fazla Batı Şeria topraklarını ele geçirmek için büyük bir gayri resmi araç işlevi görüyor. Devlet, bu şiddet eylemlerini tam olarak desteklemekte ve yardım etmekte; devletin birimleri ise bazen bunlara doğrudan katılmaktadır. Bu nedenle yerleşimci şiddeti, resmi devlet yetkililerinin aktif katılımlarıyla desteklenen ve yataklık edilen bir hükümet politikası biçimi olarak görülebilir.

Devlet bu gerçeği birbirini tamamlayan iki yolla meşrulaştırmaktadır:

A. Arazi devralımını yasallaştırma

Hükümetin resmi izni ve içlerinde inşaat yapılmasına izin veren plânlar olmadan inşa edilen her türlü niyet ve amaca yönelik düzinelerce ileri karakol ve “çiftlik” İsrail makamlarından destek alıyor ve ayakta duruyor. İsrail, ordusuna ya bu karakolların savunulmasını emretti ya da asfalt yolların yapılmasını ve birçoğu için su ve elektrik altyapısı hazırlanmasının yanı sıra güvenliklerinin sağlanması için para ödedi. Çeşitli bakanlıklar, Dünya Siyonist Örgütü’nün Yerleşim Birimi ve Batı Şeria’daki bölgesel konseyler aracılığıyla da duruma destek sağladı. Ayrıca, tarım tesisleri de dâhil olmak üzere karakollardaki mali çabaları sübvanse etti, yeni çiftçilere destek sağladı, su tahsis etti ileri karakolları savundu.

Devlet, geçmişte karakol yasasını gelecekte de uygulama niyetini açıklamış ve hatta uluslararası topluma bu yönde güvenceler vermişti. Mart 2011’de devlet, bundan böyle, Filistinlilerin özel mülkiyeti olarak kabul edilen araziler üzerine inşa edilen karakollar ile İsrail’in “devlet arazisi” veya “araştırma arazisi” (beyannamesi henüz çıkarılmamış olmasına rağmen “devlet olarak ilan edilebilecek arazi” olarak kabul ettiği araziler) arasında resmi bir ayrım yapacağını duyurdu. Devlet, yalnızca özel mülkiyete ait Filistin topraklarında inşa edilen karakolları kaldırmayı amaçladığını iddia etti. Hukuki dayanağı olmayan bu ayrım İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından kabul edildi. Günün sonunda, neredeyse tüm karakollar yerinde kaldı.

B. Filistinlilere karşı fiziksel şiddetin meşrulaştırılması

Yerleşimcilerin Filistinlilere karşı uyguladığı şiddet, işgalin ilk günlerinden beri sayısız hükümet belgesi ve dosyasında, Filistinliler ve askerlere ait binlerce ifadede, kitaplarda, Filistinli, İsrailli ve uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında ve binlerce medya içeriğinde belgelenmiştir. Bu geniş ve tutarlı belgelerin, Batı Şeria’daki işgal altında uzun zamandan beri hayatın bir parçası haline gelen Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddeti üzerinde ise neredeyse hiçbir etkisi olmadı.

Şiddet içeren eylemler arasında dayak, taş atmak, tehditler savurmak, tarlaları yakmak, ağaçları ve ekinleri yok etmek veya çalmak, ateş kullanmak, evlere ve arabalara zarar vermek ve bazen de cinayet sayılabilir. Son yıllarda sözde çiftliklerdeki yerleşimciler, Filistinli çiftçileri ve çobanları tarlalarından, mera alanlarından ve nesillerdir kullandıkları su kaynaklarından şiddetle kovalıyorlar. Her gün büyük kavgalar çıkarıyorlar ve Filistinlileri onlara ait sürüleri dağıtma konusunda tehdit ediyorlar.

Askerler, onları tutuklama yetki ve görevine sahip olsa da prensip gereği şiddet içeren yerleşimcilerle yüzleşmekten kaçınıyor. Kural olarak ordu, yerleşimcilerin karşısına çıkmak yerine, yalnızca Filistinliler için geçerli olan, kapalı askeri bölge emirleri vermek veya göz yaşartıcı gaz, sersemletici bombalar, kauçuk kaplı metal mermiler hatta bazen gerçek mermiler atmak gibi çeşitli taktikler kullanarak, Filistinlileri kendi tarım arazilerinden veya otlaklarından çıkarmayı tercih ediyor. Kimi zaman askerler yerleşimci saldırılarına aktif olarak katılıyor veya saldırıları kenardan izliyor.

İsrail’in eylemsizliği, Filistinlilere yerleşimci saldırıları gerçekleştikten sonra da devam ediyor ve yürütmeye yetkili makamlar bu olaylara yanıt vermemek için ellerinden geleni yapıyor. Şikâyetlerin dosyalanması zor ve soruşturmaların gerçekten açıldığı çok az vakada, sistem bunları çabucak aklamakta. Filistinlilere zarar veren yerleşimcilere karşı iddianameler neredeyse hiç açılmaz ve zarar verdiklerinde, genellikle küçük suçlardan bahseder ve ender mahkûmiyet durumlarında simgesel cezalar verilir.

Rapor, yerleşimciler tarafından uygulanan sürekli, sistemik şiddetin İsrail’in resmi politikasının bir parçası olduğunu ve Filistin tarım arazilerinin ve otlaklarının büyük ölçüde ele geçirilmesine neden olduğunu gösteren beş vaka çalışması sunuyor. Araştırmanın bir parçası olarak toplanan ifadelerde Filistinliler, bu şiddetin Filistinli toplulukların yaşamlarının temelini nasıl baltaladığını ve gelirlerini nasıl azalttığını anlatıyor. Sakinler, koruma olmaksızın, şiddet ve tehdit altında, başka seçeneği olmayan Filistinli toplulukların koyun ve keçi çiftçiliği veya çeşitli mevsimlik ürün hasadı gibi geleneksel meslekleri nasıl terk ettiklerini veya geri adım atarak onurlu bir yaşam sürmelerine ve nesiller boyu rahatça yaşamalarına izin verdiğini anlatıyor. Filistinli sakinler, bir zamanlar topluluklarına hizmet eden mera ve su kaynaklarından uzak duruyor ve tarım arazilerinin ekimini sınırlandırıyor. Bu noktada devlet kendi amaçları için topraklarını devralabiliyor.

Devlet şiddeti -resmi olsun ya da olmasın- İsrail’in Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında yalnızca Yahudilere özel bir alan yaratmayı amaçlayan ırkçı rejiminin ayrılmaz bir parçası denebilir. Rejim, toprağı Yahudi halkına hizmet etmek için tasarlanmış bir kaynak olarak görüyor ve buna göre onu neredeyse yalnızca mevcut Yahudi yerleşim topluluklarını geliştirmek ve genişletmek ve yenilerini inşa etmek için kullanıyor. Aynı zamanda, rejim Filistin alanını parçalara ayırıyor, Filistinlileri topraklarından alıyor ve onları küçük, aşırı nüfuslu yerleşim bölgelerinde yaşamaya mahkûm ediyor.

Irkçı rejim, hükümet, ordu, Sivil İdare, Yüksek Mahkeme, İsrail Polisi, İsrail Güvenlik Ajansı, İsrail Hapishane Hizmetleri, İsrail Cezaevi Teşkilatı, İsrail Doğa ve Parklar Kurumu ve diğerleri gibi çeşitli kurumlar tarafından Filistinlilere karşı yürütülen organize, sistemik şiddet üzerine kurulu. Yerleşimciler bu listedeki diğer bir öğe olarak kabul edilebilir ve devlet, onların şiddetini kendi resmi şiddet eylemlerine dâhil eder. Yerleşimci şiddeti bazen İsrail makamlarının resmi şiddet olaylarından önce gelir ve diğer zamanlarda bunlara dâhil edilir. Devlet şiddeti gibi yerleşimci şiddeti de tanımlanmış bir stratejik hedefe ulaşmak için organize edilir, kurumsallaştırılır, iyi donanımlıdır.

Devlet şiddeti ve sözde gayri resmi şiddetin birleşimi, İsrail’in her iki şekilde de buna sahip olmasına izin veriyor: makul bir inkâr edilebilirliği sürdürmek ve Filistinlileri mülksüzleştirmeyi ilerletirken şiddeti ordu, mahkemeler veya Sivil İdare yerine yerleşimcilere yüklemek! Ancak gerçekler, makul bir inkârı hezimete uğratıyor: Şiddet, İsrail makamlarının izni, yardımı ve himayesi altında gerçekleştiğinde bu, devlet şiddetidir. Yerleşimciler devlete karşı gelmiyorlar; ihalesini yapıyorlar.

Kaynak: https://www.btselem.org/

Çeviri: Yeni Pencere

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haberler

Üsküdar’da Eylem: Yoksulluk Artıyor, Açlık Derinleşiyor!

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve Özgür Yazarlar Birliği, Üsküdar’da bir eylem düzenleyerek yoksulluk ve açlığı derinleştiren ekonomi politikalarını protesto etti ve “Hakça Bölüşüm, Adil Paylaşım” teklifini paylaştı.

“Yoksulluk Artıyor Açlık Derinleşiyor, Aileler Yoksul Çocuklar Aç, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, Asgarî Ücret Köleliktir, Kahrolsun Kapitalist Köle Düzeni, Sermaye Düzeninde Emekliler Aç, Irkçılık Değil Dayanışma, Zulme Karşı Omuz Omuza, Kahrolsun Faizci Sömürü düzeni, Yağma Sürüyor İsraf Büyüyor, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Esnaf Batıyor Sermaye Büyüyor, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Allah Adaleti Emreder, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Eylemde okunan açıklamanın tam metni şu şekilde:

“ÇÜNKÜ AÇLIK ÇOĞUNLUKTADIR”

ZAM, SÖMÜRÜ, YAĞMA DÜZENİNE HAYIR!

 BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Kıymetli arkadaşlar,

Şair Turgut Uyar’ın mısralarıyla karşınızdayız: “Açlık Çoğunluktadır!”

İnsan haysiyet ve onurunun iyice ayaklar altına alındığı zamanlardayız.

Pervasız sömürü düzeni açlığı çoğunluk kılmıştır ki açlık, bir kişiyle sınırlı olsa bile utanç vericidir, asla kabul edilemez!

Farklı araştırmalar gösteriyor ki açlık sınırı 20 bin lira seviyesine ulaşmıştır.

Yoksulluk sınırı ise 60 bin lirayı çoktan geçmiş durumda!

Buna göre dört kişilik bir ailenin hayatta kalabilmesi için en az 20 bin liralık gıdaya erişmesi gerekiyor.

Açlık sınırı denilen çizgi budur, sadece dört kişilik bir ailenin ulaşması gereken gıda ederi!

Elbette ki insanın ihtiyacı sadece gıda değildir.

Soruyoruz size:

İnsan; barınmaya, eğitime, ulaşıma, sağlığa, kültüre ihtiyaç duymaz mı?

Ülke genelinde kiralar 15 bin liradan başlıyor.

Ulaşım masrafları ailelerin belini büküyor.

Anne-babalar, evlatlarını uzak şehirlerdeki üniversitelere göndermekten çekiniyor.

Öğrencilerin barınma sorunu zirveye çıkmış durumda.

Okul kantinlerinden bir tost alıp yiyebilen bir öğrencinin şanslı addedildiği dönemlerden geçiyoruz.

Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.

Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.

Kültürel ilgiler artık tümüyle lüks kabul ediliyor.

Mesela kitap fiyatları alıp başını gitmiş durumda!

Şimdi size tekrar soruyoruz:

Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?

Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!

Kıymetli halkımız!

Hâl-i hazırda asgarî ücret, 17 bin 2 lira olarak uygulanıyor.

Açlık sınırı 20 bin, yoksulluk sınırı 65 bin liraya ulaşmış durumda!

Milyonlarca emekçi, kölelik ücreti dediğimiz asgarî ücret karşılığında çalışıyor.

Çok sayıda emekçi kardeşimiz asgarî ücret bile alamıyor.

Çalışma saatleri ise neredeyse tümüyle keyfî uygulamalara tâbi!

Asgarî ücretin, giderek genel geçer ücret olduğunu görüyoruz.

Artık çalışanların ücretleri asgarî ücrete kıyasla belirleniyor.

Asgarî ücret ise bugün itibariyle açlık sınırının tam 3 bin lira altındadır!

Biliyorsunuz, önceki yıllarda asgarî ücret ocak ve temmuz aylarında olmak üzere yılda iki defa artmaktaydı.

Sermaye sahipleri ve AKP iktidarı 2024 itibariyle bu uygulamadan vazgeçerek asgarî ücret artışını sadece Ocak ayı ile sınırlandırdı.

Zaten sene başlarında açlık sınırına neredeyse eşit seviyelerde uygulanmaya başlanan asgarî ücret, şu anda açlık sınırının çok çok altına düşerek eşi benzeri görülmemiş bir köleliğin emekçilere dayatıldığını kanıtlıyor!

“Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini reddederek halkımızı açlık ve sefalete, köleliğe mahkûm eden kapitalist sömürü düzeni bir karabasan gibi hayatlara çökmüştür!

 Arkadaşlar!

Milyonlarca emekli 10-15 bin liralık maaşlarıyla adeta ölümü arar hâle getirilmiştir.

Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.

Halkımız açlığın, köleliğin pençesine terk edilmiş, tabiattan ve üretimden kopartılarak bir avuç azgın sermayedarın insafına bırakılmıştır.

2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.

Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler.

Şimdi hükûmet en düşük emekli aylıklarını 12 bin lira seviyesine yükselterek sözüm ona lütufta bulunuyor!

12 bin lira onların bir öğün yemek parasıyken bu oranları ailelere bir aylık geçim için teklif ediyorlar!

Böyle bir arsızlık ve utanmazlığı reddediyoruz!

Kıymetli dostlar!

Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.

Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.

Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.

Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.

Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.

Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.

En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!

Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.

 Emeğin dostları!

Temel ihtiyaç ürünlerine zamlar, TÜİK’in sahte enflasyon verilerinin çok çok ötesindeki yüksek oranlarla gelmektedir.

Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.

Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.

Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.

Halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.

Filistin’de katliam yapan İsrail’le ticaret rekor seviyelerde sürdürülerek sermaye ve devlet şirketleri kan ve katliamdan beslenmektedir.

TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.

Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!

 Kıymetli halkımız,

2024 bütçesinden faiz ödemelerine ayrılan pay 1 trilyon 254 milyar liradır.

Bu büyük pay, çoluk çocuk ve yetişkiniyle yoksul halkımızdan çalınarak faiz lobisine ikram edilmiştir.

Bu örnekle kendini gösteren servet transferi bu düzenin karakteridir.

Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de motokuryelerin gelirine, garsonların bahşişine göz diken bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.

Siyasetçisi ve sermayedarıyla egemenler zevk ü sefa içinde yaşarken, lüks uçak ve otomobilleriyle keyf ederken doğudan batıya memleketi saran yangınlara müdahale edecek yangın söndürme uçak ve araçları bulunamıyor!

UEFA şampiyonasına giden 613 kişilik kalabalık kafile, hiçbir ülkenin yapmadığı harcamayı halkın kesesinden karşılıyor.

NATO zirvesi için devlet kafilesi ABD’ye 5 uçakla giderken kemer sıkma politikalarının ve tasarruf genelgelerinin sadece yoksul halka dönük olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır!

Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor!

Haysiyet mücadelesi veren dostlar!

Her gün derinleşen, her gün hayatı daha da çekilmez hâle getiren bu düzene mahkûm değiliz!

“Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” şiârı bizim önerimizdir.

Yeni ve başka bir işleyiş mümkündür.

Tabiatla uyum içinde, kendine ve hakikate yabancılaşmamış, sömürüyü ve kula kulluğu reddeden bir işleyiş Âlemlerin Rabbi Allah’ın emridir.

Ekolojik ve sosyolojik ifsadın karşısına dikilmek ancak bu ilkelerle mümkündür.

Ancak bu ilkeler ülkemizi, halkımızı ve bütün insanlığı bu yağma düzeninden, kölelik sarmalından kurtarabilir.

 Buradan halkımıza sesleniyoruz:

Egemenlerin zam, sömürü, yağma düzenine itiraz edelim!

Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.

Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.

İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.

Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

Haberler

The Lancet: Gazze’de En Az 186 Bin İnsan Katledildi

Yayınlanma:

-

Dünyanın en eski tıp dergilerinden The Lancet, İsrail’in Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de en az 186 bin insanı katlettiğini savunan bir makale yayımladı. Buna göre soykırım savaşının başından bu yana Gazze nüfusunun %8’i yok edildi.

Gazze’deki Ölümleri Saymak: Zor Ama Gerekli

BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi tarafından bildirildiği üzere, Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre 19 Haziran 2024 tarihi itibariyle, Hamas’ın saldırısı ve İsrail’in Ekim 2023’teki işgalinden bu yana Gazze Şeridi’nde 37.396 kişi öldürülmüştür. Bakanlığın rakamları İsrail istihbarat servisleri, BM ve DSÖ tarafından doğru olarak kabul edilmesine rağmen, İsrail makamları tarafından itiraz edilmiştir. Bu veriler, BM Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) personelinin ölüm sayısındaki değişiklikleri Bakanlık tarafından bildirilenlerle karşılaştıran ve veri uydurma iddialarını mantıksız bulan bağımsız analizler tarafından desteklenmektedir.

Altyapının büyük bölümünün tahrip olması nedeniyle Gazze Sağlık Bakanlığı için veri toplamak giderek zorlaşıyor. Bakanlık, hastanelerinde ölen veya ölü olarak getirilen insanlara dayanarak yaptığı olağan raporlamayı güvenilir medya kaynaklarından ve ilk müdahale ekiplerinden gelen bilgilerle yapmak zorunda kaldı. Bu değişiklik kaçınılmaz olarak daha önce kaydedilen ayrıntılı verileri bozmuştur. Sonuç olarak, Gazze Sağlık Bakanlığı artık toplam ölü sayısı içinde kimliği belirlenemeyen cesetlerin sayısını ayrı olarak bildirmektedir. 10 Mayıs 2024 itibariyle, 35 091 ölümün %30’unun kimliği tespit edilememiştir.

Bazı yetkililer ve haber ajansları, veri kalitesini artırmak için tasarlanan bu gelişmeyi, verilerin doğruluğunu zayıflatmak için kullandı ancak, bildirilen ölüm sayısı muhtemelen düşük bir rakamdır. Sivil toplum kuruluşu Airwars, Gazze Şeridi’ndeki olaylarla ilgili ayrıntılı değerlendirmeler yapmakta ve çoğu zaman kimliği tespit edilebilen kurbanların isimlerinin tamamının Bakanlığın listesinde yer almadığını tespit etmektedir. Ayrıca BM, 29 Şubat 2024 itibariyle Gazze Şeridi’ndeki binaların %35’inin yıkılmış olduğunu tahmin etmektedir. Dolayısıyla hâlen enkaz altında bulunan ceset sayısının 10.000’den fazla olduğu tahmin edilmektedir.

Silahlı çatışmalar, şiddetten kaynaklanan doğrudan zararın ötesinde dolaylı sağlık etkilerine sahiptir. Çatışma hemen sona erse bile, önümüzdeki aylarda ve yıllarda üreme, bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan hastalıklar gibi nedenlerle çok sayıda dolaylı ölüm yaşanmaya devam edecektir. Çatışmanın yoğunluğu, sağlık altyapısının tahrip olması; ciddi gıda, su ve barınak sıkıntısı; halkın güvenli yerlere kaçamaması ve Gazze Şeridi’nde hâlâ aktif olan çok az sayıdaki insani yardım kuruluşundan biri olan UNRWA’nın finansman kaybı göz önüne alındığında toplam ölü sayısının çok daha fazla olması beklenmektedir.

Yakın geçmişteki çatışmalarda, bu tür dolaylı ölümler doğrudan ölümlerin üç ila 15 katı arasında değişmektedir. Rapor edilen 37.396 ölüme, her bir doğrudan ölüme dört dolaylı ölüm şeklinde ihtiyatlı bir tahmin uygulandığında, 186.000 veya daha fazla ölümün Gazze’deki mevcut çatışmayla ilişkilendirilebileceğini tahmin etmek mantıksız değildir. Gazze Şeridi’nin 2022 yılı nüfus tahmini olan 2.375.259 sayısı kullanıldığında, bu rakam Gazze Şeridi’ndeki toplam nüfusun %7-9’una tekabül etmektedir. Doğrudan ölü sayısının 28.000 olduğu 7 Şubat 2024 tarihli bir raporda, ateşkes olmaması halinde 6 Ağustos 2024’e kadar 58.260 (salgın hastalık veya tırmanma olmadan) ve 85.750 (her ikisi de gerçekleşirse) ölüm olacağı tahmin edilmiştir.

Tıbbi malzeme, gıda, temiz su ve temel insani ihtiyaçlara yönelik diğer kaynakların dağıtımını mümkün kılacak tedbirlerle birlikte Gazze Şeridi’nde derhal ve acil bir ateşkes sağlanması elzemdir. Aynı zamanda, bu çatışmada yaşanan acıların ölçeğinin ve niteliğinin de kayıt altına alınması gerekmektedir. Gerçek ölçeğin belgelenmesi, tarihsel hesap verebilirliğin sağlanması ve savaşın tüm maliyetinin kabul edilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Bu aynı zamanda yasal bir gerekliliktir. Uluslararası Adalet Divanı tarafından Ocak 2024’te belirlenen geçici tedbirler, İsrail’in “… Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki eylem iddialarıyla ilgili delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasını” gerektirmektedir. Gazze Sağlık Bakanlığı, ölüleri sayan tek kuruluştur. Dahası, bu veriler savaş sonrası toparlanma, altyapının yeniden kurulması ve insani yardımın plânlanması için hayati önem taşıyacaktır.

Kaynak: https://www.thelancet.com/

Devamını Okuyun

Haberler

Irkçılığa ve Göçmenleri Hedef Gösteren Saldırılara Karşı Dayanışmayı Yükseltme Çağrısı

Yayınlanma:

-

İHD öncülüğünde bir araya gelen çağrıcıların 03 Temmuz Çarşamba günü Şişhane meydanında düzenlediği eylemde son günlerde Suriyeli sığınmacılara yönelen saldırılar protesto edildi ve faşizme karşı dayanışma çağrısı yapıldı.

Devamını Okuyun

GÜNDEM