Connect with us

Haberler

Ateşkes Süreci, Gazze’yi ve Direnişi Nasıl Etkileyecek?-II

Yayınlanma:

-

Gazze’de ilan edilen ateşkesi, ateşkese giden süreci, ateşkes sonrası muhtemel gelişmeleri Aksâ Tûfânı boyunca sahada aktif mücadele içinde de yer alan Filistin dostları, Yeni Pencere için değerlendirdi. Değerlendirmelerin ikinci bölümünü ilginize sunuyoruz.  

Murat Abdioğlu:

7 Ekim 2023 tarihinde, kendilerine yıllardır uygulanan ablukayı kırmak, işgali ve soykırımı durdurmak için bir direniş ve haklı bir baş kaldırı yapan HAMAS, Aksâ Tûfânı operasyonu sonrasında İsrail’in büyük bir tepkiyle karşılık vereceğini muhtemelen tahmin ediyordu. Fakat kendilerinin bu kadar yalnız bırakılacaklarını beklediklerini de sanmıyorum. Yalnız bırakılmalarından da öte, aynı coğrafyada yaşayan, aynı kutsal değerlere sahip insanların yaşadığı devletler Gazze halkının karşısında yer aldı, soykırım boyunca İsrail’i çeşitli yöntemlerle destekledi. TC iktidarı, BTC’den akan petrolü İsrail’e göndererek, limanlarını İsrail’e mühimmat ve F-35 parçası da dahil olmak üzere her türlü mal ve gıda taşıyan gemilere açık tutarak, İsrail’e silah tedarik eden küresel firmaları IDEF’te ağırlayarak, Kürecik radarı ile İsrail’e istihbarat sağlayarak, bunları protesto eden insanları gözaltı ve tutuklamalarla sindirmeye çalışarak İsrail’in soykırımına destek oldu.

Gazze’de on binlerce masum öldükten, taş üstünde taş kalmadıktan sonra, soykırımcının en büyük destekçisi ABD başkanı Trump bir ateşkes plânı önerdi. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yedi devlet bunu “memnuniyetle” karşıladıklarını bildirdi ve “ABD Başkanı’nın bölge barışını tesis etme yönündeki kararlılığını da takdirle karşıladı”. HAMAS, üzerinde uzlaşılan ateşkese uyacağını kabul etti ve 10 Ekim 2025 tarihinde İsrail’in de onaylaması ile ateşkes yürürlüğe girdi. Yaklaşan kışa evsiz olarak girecek olan iki milyon Gazzeli, ateşkese temkinli bir iyimserlik içinde umutla bakarken İsrail’in ateşkesi her an bozacağı endişesini de haklı olarak taşıyorlar. HAMAS, İsrail’e karşı elindeki en büyük kozu olan rehineleri serbest bırakırken İsrail’in ateşkesi bozmaması için Türkiye, Katar ve Mısır’ın garantörlüğüne ve ABD’nin insafına güvenmek zorunda kaldı. İki milyon insan iki yıldır İsrail soykırımı altında tarihin gördüğü en büyük katliamı yaşarken bu soykırımı bir şekilde besleyen devletlere güvenmek zorunda kalması, HAMAS’ın veya Gazze halkının değil, bizim kaybettiğimizi gösteriyor. Bizi yöneten iktidarların soykırıma verdiği desteği kesmeye gücümüz yetmedi. Bazılarımızın umurunda bile olmadı. Gazze, emperyalist ve işgalci güçlere karşı verdiği kararlı direnişle, İsrail’in hedeflerine ulaşmasını engelledi; teslim olmadı ve direnişin sembolü haline geldi. İsrail sadece Gazze’de değil, tüm dünyada kaybetti. Kendilerine güvenli ve demokratik bir ülke pazarladığı Yahudilerin güvenini kaybetti. Yenilmez ülke efsanesi çöktü, demir kubbenin imajı yerle bir oldu. İsrail’in yıllardır sürdürdüğü mağdur edebiyatı inandırıcılığını yitirdi. Küresel Siyonizm’in ipliği pazara çıktı. Sadece çatışma sahasında değil; uluslararası sahnede de itibarını, dostlarını ve meşruiyetini kaybetti. Dünya şehirlerinde milyonlarca insanın sokaklara dökülmesi, İsrail’in küresel imajına ağır bir darbe vurdu.

Ozan Hayri Soyer:

İki yıl süren Aksâ Tûfânı, şimdilik sona ermiş görünüyor. Çok kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse şunlar söylenebilir:

1) Trump’ın deklare ettiği plânla gündeme gelen ateşkes anlaşması, Trump’ın deklare ettiği plânla ilerlemedi. Filistin direnişi, Türkiye Mısır Katar gibi ‘İslam ülkelerinin’ de güçlü destek verdiği Trump plânına karşı iradesini koydu. Ne kadar koyabildi, baskılar ne kadar belirleyici oldu; bu, uzun bir tartışmadır. Somut olan nokta şudur: Direniş iradesini koymuş, Trump’ın oldu bittiye getirmek istediği anlaşmaya hem maddelerinde değişikliklere giderek hem de müzakere masasını kurdurarak dahil olmuştur. İsrail’in savaş hedefi olarak ilan ettiği hususların gerçekleşmesini bizatihi sahada verdiği savaşla engellemeyi başarmıştır.

2) Hiç şüphesiz ABD-İsrail, gerek askerî gerek siyasî gerek uluslararası dengeler anlamında sürecin sonuna geldiğini gördü. Yani Trump’ı barış meleği olan etmeye lüzum yok. Bunu görmeseler soykırıma devam etmekten geri durmazlardı. Bu durumu Trump da “Netanyahu’ya bütün dünyayla savaşamazsın, dedim.” cümlesiyle ifade etti. Bu noktada Direniş, ödediği büyük bedellere rağmen ABD-İsrail’e boyun eğmedi, onlar da eğdiremediler.

3) Tam da bu noktada, İslam ülkelerinin tutumu konuşulmalı. Eğer bu ülkeler sürecin en başında direniş projesini sahiplenselerdi durum buraya zaten gelmeyecekti. Sürecin başını kaçırdılar ama en azından sonunda daha dirayetli dursalardı Filistin direnişi, ABD-İsrail bloğuna karşı çok daha büyük kazanımlar elde edebilirdi. Bu ülkeler, Trump’ın plânına destek vererek Gazze’yi kurtardıklarını düşünüyor olabilirler. Acaba ABD-İsrail’i kurtarmış olduklarını hiç düşündüler mi? İçerisinde Türkiye’nin de yer aldığı aynı ülkeler, süreç içerisinde ABD-İsrail aleyhine ciddi hiçbir yaptırım adımı atmamakta da ortaktılar. Sürecin sonunda “Aman, ne şiş yansın ne kebap!” siyasetinde de ortaklaştılar maalesef.

4) Son olarak İsrail’in dünya kamuoyunda kaybettiği büyük irtifayı kenara yazmak gerekiyor. Kırılgan arabulucular garantörlüğü yerine asıl olarak bu durum İsrail’i ateşkese uymaya mecbur bırakacak diye düşünüyorum. Diğer husus, İsrail iç kamuoyundaki çatlaklar. Anketler, Netanyahu hükümetinin geleceğinin oldukça tartışmalı olduğunu gösteriyor. Mevcut hükümet ortakları daha şimdiden çatlak ses vermeye başladı. Bu bağlamda ateşkes süreci İsrail için kolay geçmeyecek. İlerleyen aşamalarda Direniş’in silahları ve Gazze yönetimi gibi konular tartışmaya açıldığında İsrail, zayıf bir iç-dış kamuoyu ile süreci yürütmek zorunda kalabilir.

Nuh Akça:

Gazze’de düşene, dövüşene, diplomasi yapana selam olsun! 

2 yıllık direniş ve soykırım sürecinin ardından ateşkese dâir somut bir uzlaşı ortamı oluşturuldu. Ateşkes metni; esirlerin serbest bırakılması, karşılıklı saldırıların durması, İsrail’in çekilmesi gibi önemli adımları içermesi itibarıyla hem Gazze için hem de İsrail tarafı için karşılıklı kazanımlar taşımaktadır. Anlaşma metnine dâir olumsuzluklar göz ardı edilmemekle beraber sürecin olumlu tarafları da göz önünde bulundurulmalı ve kazanımlar üzerine konuşulmalıdır. Zira halklarımızın düşman karşısında kaybetmesi yeni bir hikâye değildir, 100 yılı aşkın süredir coğrafyamız sömürge durumundadır. Bu sürecin değişken dinamiği ise öncekilere nazaran sahip olduğumuz kazanımlardır.

“Anlaşma olmadan esirleri teslim etmeyeceğiz!” diyen Direniş, ahdini yerine getirmiştir. Emperyalizmin tüm vahşetine, canlı yayında icra edilen soykırıma rağmen Direniş, birliğini muhafaza etmiştir. Mısır’daki müzakere görüşmelerine İslami Cihat Genel Sekreter Yardımcısı Muhammed El Hindî, Hamas’ın Gazze Lideri Halil El Hayye ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreter Yardımcısı Cemil Mezher’in katılması, Direniş’in yoğun bedelle geçen sürece rağmen birliğini kaybetmediğini ve ortak operasyon masasındaki anlaşmayı sahaya, sahadaki birliği ise müzakere masasına taşımayı başardığını göstermektedir.

Emperyalist ve sömürgeci işgal bugün karşılaştığımız nev zuhûr bir düşman değildir fakat düşünsel farklılıkların bir kenara bırakılıp işgalciye karşı bu denli organize olunması çok taze bir hikâyedir. Bahsi geçtiği üzere ateşkesin olumlu ve olumsuz yönleri mevcuttur. Türkiye, Katar ve Mısır’ın süreç içerisinde Direniş’e karşı pozisyon alıp mecburiyet inşa etmesi, ilgili halkların özeleştiri yapmasını gerektiren bir durumdur.

Lakin koşulları belli olan ve imzalanan bir anlaşmadan sonra odaklanılması gereken husus; Direniş’in birliktelik ahlâkını nasıl inşa ettiği ve gerek cephede gerekse masada bunu nasıl muhafaza ettiğinin çalışılması ve bize yönelik izdüşümünün tartışmaya açılmasıdır. Filistin sahasından taşınması gereken olgu; son dakika haberleri değil, 100 yıllık direniş kültürünün inşasıdır. Teslim olmayan, düşen, dövüşen, diplomasi yapan ve tüm bunları yaparken bir arada kalmayı başaran Filistin direnişi; cephede de müzakere masasında da ateşkes sürecinde de saygıyı sonuna kadar hak etmektedir.

Tüm süreçler için söz Direniş’indir ve halkların üzerine düşen kendi yöneticilerine karşı direniş ahlâkıyla Direniş’ten yana tavır almalarını sağlamaya gayret etmektir.

Yusuf Şanlı:

Başta tanımı doğru koymak icap ediyor. Maalesef sahnelenen tiyatro eşliğinde imzalanan anlaşma bir barış plânı veya ateşkes değil, Gazze’nin teslim tutanağıdır!

Barış plânı değil çünkü karşılıklı savaş atmosferinde barış mevzu olabilir, ortada bir savaş dahî yoktu, olan bir soykırım ve orantısız bir güç kullanımıyla gerçekleşen tek taraflı bir yıkımdı, sonrasında da dayatılan şartlara mecbur bırakıldı.  Ateşkes değil çünkü ateşkes, iki tarafın kendi kararıyla gerçekleşen ve iki tarafın da kısmen ihtiyaçlarına mukabil bir anlaşma tutanağıdır. Olan, Hamas’ın da israil devletinin de karar ve ihtiyacından ziyade uluslararası dengelerin ihtiyacına mukabil, uzayan ve çıkmaza giren bir sürecin sonlandırılmasıdır. Ayrıca israilden ziyade netenyahunun da çıkarı yok bu işte, ki istemiyordu aslında! Hamas’ın da kazanımı yok maalesef. Tek kazanım ve fayda Gazze ahalisinin az biraz nefes alacağı, yaşam bulacağı, güven duyacağı bir ortam bulmasıdır. Hâl-i hazırda bu her şeyden daha önemlidir bizler için ama bilelim ki Gazze, esir düşmüştür. Süreç, fiilen ve askerî olarak kaybedilmiştir.

Gönülleri fetheden Gazze, sabrın/onurun/mücadelenin ne demek olduğunu gösteren Gazze, bütün dünya halklarına sahih İslam’ın örnekliğini kanıyla gösteren Gazze, yarınlarda çok daha büyük bir intifadayla özgürleşene dek emperyalistlerin esiridir artık!

Hamas’ın 2 yıldır kabul etmediği şartlar, bugün kabul ettirildi. Onurlu Avrupa halklarına ek olarak batılı devletler dahî Gazze’den yana tavır almaya başlamışken, dünya halkları ayaklanıp siyonistler her mecrada dışlanmışken, askerî olarak hiçbir başarı elde edememiş ve çaresizlik içinde tükenmek üzerelerken bölgedeki maşaları devreye sokuldu ve ters algı uyandırılıp en iyi yaptıkları hile ve desiseyle, medya ve siyasi güçleriyle son hamlelerini yapıp rest çektiler. BM görüşmeleri sırasında Türkiye öncülüğündeki 8 tane İslam topraklarının liderini de yanlarına alıp Hamas’ı mecbur ve mahkûm bıraktılar. Hamas da olağanüstü zor durumda bırakılan ahalisinin bugününü düşünüp yarınlara dair de bir hâl çaresi umarak anlaşmayı imzaladı.

Askerî olarak ve koltuk vadederek kendilerinin laf geçiremediklerini, güç yetiremeyip laf dinletemediklerini idrak eden zalimlerin bölgedeki uşakları aracılığıyla Hamas’a dayattıkları 20 maddelik bu anlaşma, bir işgal ve manda rejimi kurma plânıdır. Sahada ve gönüllerde kazanılan zaferi, masada dönüştürme çabasıdır. Büyük Ortadoğu projesini hızlandıracakları bir zemin oluşturacaktır, Abraham anlaşmalarıyla bölgeyi şekillendirmeye kaldıkları yerden devam edeceklerdir.

Hamas’ı bu mecburiyete iten İslam topraklarını dolduran zavallı halkların sessizliği ve koltukları işgal eden zelil liderlerdir. Az biraz destek ve gelecek umudu bırakılsa mücadeleye devam edip siyonizmin hakkından gelirlerdi. Hamasetten ziyade fiilen ve askeri olarak destek veren Hizbullah izole edildi, İran bastırıldı, Yemen her şeye rağmen kanının son damlasına kadar direnmeye devam etse de türlü türlü baskılarla etkisizleştirildi.

RTE öncülüğündeki akp iktidarının 25 yıldır yaptıklarını bir kefeye koyalım; son 2 yıldır yaptıklarının üstüne şimdi de Gazze’yi satmışken bir de çıkıp zafer naraları atarak Filistin edebiyatını had safhaya çıkartmalarını açıklayacak bir sosyal bilimci aranmaktadır, bulan lütfen bizi aydınlatsın yoksa kafayı yiyeceğiz! Hamas’ı teslim olmaya zorlayan, emperyalistler adına Hamas’ın elinden silahları toplayacak olan, Hamas’ın tasfiyesini işletip kurulacak manda rejimi oturtmak ve orta vadede israilin güvenliğini sağlama görevini gönüllü olarak kabul etmiş bir adam çıkıp hiç utanmadan bir de “Gazze’yi kurtardık, savaşı bitirdik, ümmeti koruduk!” algısı oluşturacak triplere giriyor.

Allah mazlumların yar ve yardımcısı olsun! Ümmeti Muhammed’e akıl fikir, izan, feraset, cesaret bahşetsin! Gönüllerinden ve zihinlerinden dünya sevgisini çekip alıp ahiret bilinci versin! Vahdetimizi sağlayıp zalime dur diyebilecek bir bilinç nasip etsin!

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Şık Makas Direnişi Sürüyor

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen genel başkanı Ahmet Örs , TOKAD yönetim kurulu üyesi Ahmet Gümüş, Eğitim İlke-Sen Tokat il temsilcisi Yunus Akkoç,  Tokat’ta faaliyet gösteren Şık Makas’ta (CRS Tekstil) ödenmeyen ücretleri, tazminatları ve sendika seçme hakları için direnişe geçen işçilerin çadırını ziyaret etti.

Eğitim İlke-Sen’in bir önceki Tokat temsilcisi Şinasi Uludoğan’ın da hazır bulunduğu ziyarette, direnişteki işçilerle yapılan görüşmeden sonra Ahmet Örs, Türkiye’deki sömürü düzeni ve Şık Makas özelinde bir konuşma yaptı ve direnişe öncülük eden işçilerden Buse Kara’ya verilen ev hapsi cezasındaki keyfîliğe dikkat çekti. Konuşmanın bir bölümü video kaydından takip edilebilir.

Şık Makas işçileri mücadelelerini 16 Kasım 2025 pazar günü Tokat’ta yapacakları miting ile sürdürecekler.

Haber: Furkan Uludoğan

Devamını Okuyun

Haberler

COP 30: La Via Campesina Manifestosu: Gezegeni Serinletenler için Toprak ve Haklar

Yayınlanma:

-

10 – 21 Kasım 2025 arasında Brezilya’da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP30) arifesinde; kırsal, kıyı ve kentsel topluluklardan gelen 200 milyondan fazla köylü ve çiftçinin sosyal hareketi La Via Campesina olarak biz acil ve radikal bir çağrı yapıyoruz: Sahte vaatler ve piyasa temelli çözümler dönemi artık bitmelidir.

İklim krizine sebep olan endüstriyel tarım şirketleri ve onlara hizmet eden hükümetlerin şimdi de doğayı metalaştırmak ve değişimin önüne geçmek için hükümetlerarası süreçleri gasp ettiğini görüyoruz ve bunu kararlılıkla reddediyoruz… bizi uçuruma sürüklüyorlar!” (COP30 için La Via Campesina Manifestosu’ndan)

Bu durum karşısında hareketimiz çizgisini teyit eder:

  • İklim yönetiminde UNDROP’a (Birleşmiş Milletler Köylüler ve Kırsal Alanlarda Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Bildirgesi) yer verilmelidir!
  • Kapsayıcı ve Halkçı Tarım Reformu hemen şimdi!
  • Gezegeni serinletenlere toprak ve haklar! Çözüm çiftçi agroekolojisidir!

Bunlar, dünya halklarının adaleti, onuru ve Gıda Egemenliğine dayanan gerçek çözümlerdir.

COP, iklim finansmanını tartışırken ve karbon piyasaları işlemeye devam ederken – kârın tempoyu belirlediği ve yaşamın en yüksek fiyatı ödeyene satıldığı bir dünyada – biz, ekolojik ve sömürgeci borçlar için iklim tazminatı talep ediyoruz. Agroekolojik dönüşümlerin önünü açmak için sesimizi yükseltiyoruz:

Kredi değil, karşılıksız kamu hibeleri temelinde yeni bir finansal paradigma öneriyoruz. Bu hibeler, adil ve egemen dönüşümlerin sağlanması için demokratik bir şekilde kontrol edilmelidir. […] Aynı düzeyde önemli bir diğer nokta da Küresel Güney’i oluşturan ülkelerin, kendi koşullarına göre dönüşümlerini gerçekleştirebilmeleri; mali tazminatlar, teknoloji transferi ve kendi kalkınma yollarını belirleme özerkliğine sahip olmalarıdır […] Küresel Kuzey halkları için de adil ve egemen dönüşümleri destekleyen bir küresel dayanışmanın inşasını savunuyoruz ki Küresel Kuzey’in kendi ekonomileri üzerindeki kontrolü Toprak Ana’daki emperyalizm ve emekçi sınıfların sömürüsünün sonlandırılması için kilittaşıdır.” (COP30 için La Via Campesina Manifestosu’ndan)

COP30, halkçı örgütlenmeye elverişli bir ortamda, büyük toplumsal hareketlerin asla pes etmediği ve bize kucaklarını açarak, mücadele dolu bir yürekle karşılayan Brezilya’da gerçekleşiyor. Dünya çapındaki küresel hareketlerle birlikte COP30’a doğru Halkların Zirvesi etrafında kurduğumuz birliktelik, otuz yıldır iklim yönetişimini saptıran ve insanlığın gidişatını değiştirme olanağımızı yıl be yıl elimizden alanlara karşı bize güç ve cesaret veriyor.

Stratejik olarak hareketimiz, kolektif direnişi örgütlemek ve halkların kendi çözümlerini görünür kılmak için BM’nin alanlarında mücadele yürütüyor […] Değişime ulaşmak için, sistemin kendi araçlarını kullanarak sistemle yüzleşmeli ve bizim ihtiyacımız olan değişimi sağlayacak zaferleri biriktirmeliyiz.” (COP30 için La Via Campesina Manifestosu’ndan)

İçinde bulunduğumuz bu kritik anda yayımladığımız manifesto hem yol haritamızdır hem de kolektif eylemin ritmi, derin bir sistemsel dönüşüm için haykırıştır. Bizimle omuz omuza mücadeleye katılın, bizimle yürüyün. Taleplerimizi okuyun, çözümlerimizi dinleyin ve birlikte düşünüp ilerlemek için suya dalar gibi bu manifestoya dalın.

Manifesto üç bölümden oluşmaktadır: krizin derin kökleri, taleplerimiz, çözümlerimiz. Umarız bu metin, konuşmak, tartışmak ve egemen anlatılara meydan okumak için bir araç olur.

COP30 için La Via Campesina Manifestosu

Çitfçi ve Köylü Agroekolojisi ve Adil Dönüşümler için Gıda Egemenliği

Toprağın seslerinin acil çağrısı

10 – 21 Kasım 2025 arasında Brezilya’da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP30) arifesinde, kırsal, kıyı ve kentsel topluluklardan gelen 200 milyondan fazla köylü ve çiftçinin sosyal hareketi La Via Campesina olarak biz acil ve radikal bir çağrı yapıyoruz: Sahte vaatler ve piyasa temelli çözümler dönemi artık bitmelidir. İklim krizine sebep olan endüstriyel tarım şirketleri ve onlara hizmet eden hükümetlerin şimdi de doğayı metalaştırmak ve değişimin önüne geçmek için hükümetlerarası süreçleri gasp ettiğini görüyoruz ve resmen kınıyoruz… bizi uçuruma sürüklüyorlar! Buna karşı köylü hareketimiz kendi yolunu ortaya koyuyor: sera gazı emisyonlarını ciddi biçimde azaltabilecek, Gıda Egemenliği, agroekoloji, çitfçi ve köylü hakları ve Yeryüzü Ana’ya duyulan derin saygı üzerine kök salmış gerçek çözümler.

Bu, kolektif eyleme çağrımızdır!

KRİZ OLUŞTURAN BİR SİSTEM

Yağmacı kapitalizm ve eşitsiz ve adaletsiz dünya sistemleri, doğada sınır tanımadan tüm yaşam biçimlerini sömürüyor. Başlıca sorumlular; milyarderler, özellikle küresel Kuzey’den olmak üzere büyük şirketler, esas olarak ABD, Avrupa, Kanada, Avusturalya, Rusya ve Japonya’daki bulunup tarihsel olarak sera gazı salınımından sorumlu elitler ve aynı zamanda fosil yakıtlardan kazanç sağlayan ve çıkarlarını korumak için güçlü bir lobi faaliyeti yürüten petrol monarşileridir. İklim krizinde inkâr edilemez ve çok güçlü rolleri vardır. İklim krizinin kökeninde eşitsizlik yatmaktadır. Sayısız rapor ortaya koymuştur ki en zenginler, özellikle milyoner ve milyarderler temel sorumlulardır. Dünyanın en zengin 50 milyarderi, toplam 1,3 milyar insanın toplamından daha fazla kirletmektedir. Herkesin onurlu bir şekilde yaşamasını sağlayacak kaynaklar mevcuttur, küçücük bir azınlığın aşırı tüketim ve lüks içinde yaşaması için değil. Herkesin onurlu bir yaşama erişiminin olduğu bir dünya için mücadele etmeli ve emperyalist yaşam biçiminden kaynaklanan tüketim seviyesini ciddi şekilde düşürmeliyiz. Çokuluslu şirketler ve onlara hizmet eden neoliberal hükümetler, çoğu kez askeri sanayiyle bağlantılı madenleri ve stratejik kaynakları doğrudan çıkarırken ya da “yeşil” olarak adlandırılan enerji dönüşümlerini teşvik ederken karşımıza çıkıyor. Bu sözde çözümler, toplulukları özgürleştirmez ve halkların enerji egemenliğini hiçbir şekilde güvence altına almaz; bunlar sadece sermayenin toprak ve emek üzerindeki denetimini sürdürmesinin bir başka yoludur.

Kurumsal Tepkinin Yetersizliği : Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (the Convention or UNFCCC) kapsamında birçok zayıflık olduğunu tespit ediyoruz. Bırakın şirket çıkarlarını ya da küresel Kuzey’in emperyalist güçlerini tartışmaya açmayı, UNFCCC “yeşil bir yüz” kisvesi altında yağmayı kolaylaştırmak için kontrol altına alınmış durumdadır. İnsan hakları ilkelerine saygı duymanın tam zıddı şekilde bugün BM süreçleri, yapısal eşitsizlikleri çözmek yerine yeniden üretmektedir. Hareketimiz kolektif direnişi örgütlemek, benzer baskılara maruz kalanlarla ittifak kurmak ve halkların kendi çözümlerine ışık tutmak için stratejik olarak bu alana kendini adıyor. Değişime ulaşmak için, sistemin kendi araçlarını kullanarak sistemle yüzleşmeli ve bizim ihtiyacımız olan değişimi sağlayacak zaferleri biriktirmeliyiz.

TALEPLERİMİZ

1-Küresel neoliberal endüstriyel tarım sistemi acil olarak ortadan kaldırılmalıdır.

Endüstri yoğun tarım, küresel sera gazı salınımının %44’ünü oluşturmaktadır. Tarım kimyasalları, fosil yakıtlar, yoğun bir hayvancılık ve gıda taşınması, işlenmesi, ambalajlanması, soğutulması ve dünya çapındaki büyük israfın artış eğilimi tersine çevirmek acil gerekliliktir. Endüstriyel tarım, ormansızlaşma ve kirliliğin sorumlularıyla toprakta üreten ve insanlığı besleyen, gezegeni serinleten, dünyanın yaşadığı krize karşı hayati çözümün önemli bir kısmını sağlayan köylüleri ayırmak gerekir.

2-Ne yeşil kolonyalizm ne fosille işleyen kapitalizm

Fosil yakıtlarla işleyen kapitalizminin tüm biçimlerinin terk edilmesini savunuyoruz. Bugün için enerji dönüşümünün gerçekleşmediğini saptıyoruz. Yenilenebilir enerjideki gelişim, fosil yakıtların yerini almamıştır, aksine bu gelişim, kapitalist büyümenin ihtiyaçlarını karşılamak için üretilen toplam enerji seviyesini artırmaya yaramıştır. Enerji dönüşümü, sermayenin yeni bir tuzağı haline gelmiştir. Mera ve tarım için kullandığımız alanlar ele geçirilmiş, doğal kaynak çıkarılması uygulaması artmış; ve enerji, kârlar ve avantajlar toprağı işleyip insanlığı besleyenlere fayda sağlamadan büyük şirketlerde yoğunlaşmış haldedir. İklim değişiminin hafifletilmesi sadece küresel enerji tüketim seviyesinin düşmesiyle mümkün olacaktır. Yenilenebilir enerjilerin bunda bir rolü olacaktır ancak dünyada fosil yakıtlarla üretilen tüm enerjinin yerini yenilenebilir enerjinin alacağını söylemek yeşil kolonyalizmin yeni bir biçimidir. Kuzey ülkeleri biyokütleden oluşan enerji ve materyallerin, petrokimya türevi ola enerji ve materyallerin yerine alacağını ihtiva eden bir “biyoekonomi” geliştirdiklerini iddia ediyorlar. Ancak, bu yeşil kapitalizm özellikle küresel Güney ülkelerde ve kırsal toplulukların zararına toprakların, suyun ve bölgelerin ele geçirilmesi için yeni bir dalga meydana getirmektedir.

Enerji tüketiminin düşmesi ve karbonsuzlaşma, “ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesine (1992 Rio Zirvesi’nde kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin temel ilkelerinden biridir – ç.n.) uygun olarak küresel Kuzey ülkelerde başlamalıdır. Küresel Kuzey ülkeleri salınımın çoğunu gerçekleştirmekte, iklim krizinin tarihsel olarak sorumlusu olmaktadır ve dolayısıyla yükümlülüklerini yerine getirmeli, kaynaklarını harekete geçirmeli, fosil yakıtlar çağını en hızlı ve ilk sonlandıranlar olmalıdır.

Fakat, sera gazı salınımlarını azaltmak için tüm çabayı zengin ülkelerin yoksul nüfuslarından beklemek tehlikeli olacaktır. Çok pahalı elektrik araçların satın alımı gibi tüketime yönelik çözümleri desteklemek küresel Kuzey’in halk kesimlerini ekolojiyi varsılların bir sorunu olarak görmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu, iklim problemlerinin reddine yol açmakta ve aşırı sağa fayda sağlamaktadır. Küresel Kuzey ülkelerde ekolojik ayak izini ciddi şekilde azaltılması, hem ülkelerin kendi içinde hem de küresel Güney ve Kuzey arasındaki eşitsizliklerin köklü şekilde azaltılmasıyla beraber gerçekleşmelidir ki yaşanacak dönüşüm halk kesimlerinin yaşam koşullarını gerçekten iyileştirsin.

Öte taraftan, Kuzey ekonomilerini inşa eden ve ayakta tutan küresel Güney ülkelerin büyük çoğunluğunda kişi başına salınım çok daha azdır ve Güney halkları çok fazla ekonomik uçurum ve borçla yüzleşmekte, bu da eski ve yeni kolonyalizm biçimleriyle sonuçlanmaktadır. Günümüzde küresel Güney ülkelerdeki milyonlarca topluluğun yola, içilebilir suya ve elektriğe hâlâ daha erişimi yoktur. Temel altyapı sistemlerini garanti etmek ve insanların ihtiyaçlarına karşılık vermek, çokuluslu şirketlerin egemenliğini değil, enerjinin demokratik demokratik kontrolünü gerektirmektedir.

Yenilenebilir enerji çözümün bir parçasıdır ancak yaygın olan kurumsal teknoloji bağımlılığı ve yerel toplulukların zararını pekiştirmektedir. Bütün bunlar, fosil yakıtlar dışında dikkatli şekilde bir dönüşümün yürütülmesini gerektirmektedir ki bu dönüşüm topluluklara ve toplumun geneline fayda sağlasın. Küresel Kuzey’den büyük bir destek ve dayanışma görmeden dönüşüm ne gerçekçi ne de adil olacaktır.

Küresel Güney topluluklarının, çıkarım ve baskı modellerini tekrar etmek yerine, agroekolojiye, yerel denetime ve sürdürülebilir yaşam biçimlerine dayalı geçişler inşa edebilmeleri için enerji sistemlerinin, bilgi ve kaynaklarının paylaşılmasını sağlamak üzere kolektif bir sorumluluğumuz vardır.

3-Sahte çözümlere hayır diyoruz!

Sahte çözümlere hayır diyoruz! Karbon piyasaları ve Paris Anlaşması’nın mekanizmaları – özellikle Madde 6 – iklim krizine çözüm olacakmış gibi sunuluyor ancak gerçekte bunlar, çokuluslu şirketlerin ve varsıl ülkelerin kirletmeye devam etmeleri için bir tuzaktır. Salınımları azaltma sözü veriyorlar ama pratikte ormanları, toprakları, suları ve bölgeleri satışa açacak hale getiriyorlar.

Karbon piyasaları ve tazminatlar, kirliliğin devamı için izinleri satın almayı ve satmayı mümkün kılar. Pratikte bunlar ekonomistlerin icat ettiği çözümlerdir ve bunlar en iyi durumda teorik çözümlerdir ve gerçek azaltımı yansıtmazlar. Kirliliğin sürmesini haklı çıkarmaya çalışır, güçlü ekonomik aktörlerin köylü ve otokton bölgelerini ele geçirmesine izin verirler.

Madde 6.2 : Bazı ülkeler “kirletme haklarını” diğerlerini satmaktadır ki bu da en zenginlerin salınımlarına devam etmesine ve diğerlerinin yükü taşımasına yol açmaktadır.

Madde 6.4 : Karbonu ve geomühendislik projelerini biriktiren orman ve toprakları içeren, çok büyük bir tazminat pazarı oluşumu: Çoğunlukla petrol endüstrisine bağlı, CO2’i yakalayan makineler.

Madde 6.8 : REDD++ ya da ekosistemik hizmetlerin ödemeleri gibi tabiat varlıklarını özelleştiren, toplulukların yer değiştirmesine sebep olan ve bölge kontrolünün yeni biçimlerini kuran sözde “piyasa dışı mekanizmalar”ı teşviki.

Karbon piyasaları tarımı etkisi altına almaktadır. İklimsel olarak akıllı tarım, sürdürülebilir gibi duran pratikleri teşvik etmektedir ancak gerçekte, şirketler tarafından greenwashing’in bir türü olarak kullanılmaktadır ve birtakım problemlere yol açmaktadır:

Bu, her şeyden önce endüstriyel tarım şirketlerinin kârlarını arttırmaya çalışan bir araçtır.

Bu modeli gerçekleştirecek bir dönüşüm çok yüksek miktarda harcama gerektirmektedir. Öyle ki, tarımla uğraşanların çoğu, hükümet hibelerine bağımlı hale gelecek, bu da pratikte onları borçlanma ve bağımlılığın yeni bir biçimine sürükleyecektir.

Üretimin temelleri ve iklimsel olarak akıllı tarımın altyapıları, endüstriyel metotlara dayanmaktadır ki bu metotlar sera gazı salınımına yol açmakta ve toprağın ekolojik fonksiyonlarını kötüleştirmekte, bu da çevre kirliliğinin bir başka kaynağı haline gelmektedir.

Bazı ülkelerde “karbon tarımı”, küçük çiftçilerin topraklarında karbon biriktirerek ek gelir kazanmaları için bir araç olarak sunulmaktadır: ne kadar çok toprağı kontrol eden, o kadar çok karbonu depolar. Bu temel olarak büyük endüstriyel tarım şirketlerine kâr sağlamakta, çiftçilerin ve küçük üreticilerin zararına olarak daha fazla toprağa el konulmasına ve toprakların belli ellerde yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Bu da asıl kirleticilerin sera gazı salınımına devam etmelerine sebebiyet vermektedir.

4-Yalnızca “iklim finansmanı” değil, adil iklim önlemleri talep ediyoruz.

Borç yaratan koşullu finansmanları reddediyoruz. İklim için yeşil fon, adaptasyon fonu ile kayıp ve zarar fonu gibi fonlar, borç (kredi) olarak verilmemeli, tamirat yani geçmişte verilen zararın telafisi olarak sağlanmalıdır. Bu şekilde bu fonlar, eğitim ağları ve agroekoloji okulları da dahil çiftçi agroekolojisini destekleyecektir. Gerçek şu ki, yıllar boyunca sözler verilmesine rağmen bu fonlar hâlâ daha hayata geçmemiş ve gıda üretmesi ve toprağa iyi bakması için ihtiyacı olan topluluklara ulaşmamıştır. IMF ve Dünya Bankası’nın yönlendirdiği FAST ve TFFF gibi mekanizmalar “bedava para” değil, küresel Güney’in borçlanmasını arttıracak kredilerdir ve genetiği değiştirilmiş organizmaları (GDO), melez tohumları ve küçük ölçekli tarım işletmelerini sanayi devlerine bağımlı kılan şirket ürünlerini dayatmaktadırlar. Diğer durumlarda, “sürdürülebilir tarım” bahanesiyle sunulan mikrofinansın yeşil kredileri, halihazırdan borçlu durumdaki küçük çiftçilere ve kırsal ailelere yöneliktir; bu durum yeni mali riskler yaratır ve bağımlılığı pekiştirir.

Kuzey ülkeleri iklim ve sömürge borçlarını düzenlemek için Güney ülkelerine mali tazminat ödemelidir. Bu tazminatlar kredi ya da “kalkınma yardımı” biçiminde değil, Güney ülkelerin kendi nüfuslarının yararına ve egemen bir şekilde ekonomilerini ve kamu hizmetlerini geliştirecek biçimdeki mali akışlar olmalıdır.

Kaçınılmaz değişimleri finanse etmek için ulusal ve uluslararası düzeyde vergi adaleti kesinlikle gereklidir. Çokuluslu şirketler ve ultra-zenginler çok daha ağır şekilde vergilendirilmelidir. Zenginlerin ve çokuluslu şirketlerin vergi kaçırmasına karşı tüm dünyada mücadele edilmelidir.

Acil olarak büyük ölçekli ordu ve fosil yakıt sübvansiyonlarını, adil ve egemen bir küresel geçişe yönlendirmek gerektiğini de aynı güçlükle savunuyoruz. Filistin’de savaş, işgal ve yıkım finansmanına son verilsin. Askeri endüstrinin ölüm yaydığı ve fosil yakıtlara bağımlılığı sürdürdüğü tüm bölgelerde şiddet ve yıkım son bulsun.

İklime uyum fonları, kredi değil tazminat biçiminde, direkt olarak yerli organizasyonlara ve topluluklara ulaşmalıdır. Bu finansmanlar çokuluslu şirketlerin sahte çözümlerini desteklememelidir. Toprakta kendi pratikleri üzerinden gelişecek çözümleri sunacak olan çiftçi ve köylülerin kendileri tarafından kullanılmalıdır. Çiftçi agroekolojisi iklim değişikliklerine karşı çeşitlenmiş ve dayanıklı gıda sistemleri geliştirir, toprağa özen gösterir ve agroforesteriyi (orman tarımı veya orman ve tarım teknolojilerinin birleştirilmesi- ç.n.) işin içine katar ve böylece karbon salınımlarını azaltır. İklim değişikliğine uyum için sağlanan finansman, GDO’lar yerine yerli tohumların ve ırkların korunmasını ve yetiştirilmesini de desteklemelidir. Agroekoloji aynı zamanda iklimden etkilenen bölgeleri yeniden canlandırarak ve göçmen tarım işçilerinin adil ücret ve onurunu garanti altına alan sosyal tarım üretim modelleri geliştirerek, göç krizi için de bir çözüm olarak tanınmalıdır.

Bu talepleri karşılamak, iktidarı temelden kurmak için birbiriyle uyumlu bir stratejiyi gerektirmektedir.

Çeviri: Can Sakaryalı

Kaynak: ciftcisen.org

Devamını Okuyun

Haberler

Gazze Eylemleri Devam Ediyor: Ateşkes Sahte, Katliam Gerçek!

Yayınlanma:

-

29 Ekim 2025 Çarşamba günü Üsküdar Mimar Sinan Meydanında Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD tarafından düzenlenen bir eylemle Gazze’deki ateşkese rağmen İsrail’in yaptığı katliam ve saldırılar protesto edilirken Trump öncülüğünde yapılan barış ve ateşkes anlaşmasının sahte olduğu vurgusu yapıldı.

“Ateşkes Sahte Katliam Gerçek, Trump’ın Dostları Dostumuz Değil, Katil İsrail Filistin’den Defol, Kahrolsun İşbirlikçi Hainler, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, Yaşasın Küresel İntifada, Direniş Sürecek Filistin Özgürleşecek, İhanete Geçit Vermeyeceğiz, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Nehirden Denize Özgür Filistin, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, Limanları Siyonizm’e Kapatacağız” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Şilan Deniz’in okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

Kıymetli arkadaşlar,

İşbirlikçi rejimler, emperyalizmin ve Siyonizm’in durdurulduğu geçidi yıkmak için sözüm ona “barış” adı altında ellerinden gelen hâinliği yapıyor!

İşte ihaneti bir karakter hâline getirenler için rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

Onlara “Yeryüzünde fesat yaymayın!” denildiğinde “Biz sadece ıslah edicileriz!” diye cevap verirler. Gerçekte onlar fesat saçan kimselerdir, ama bunu (kendileri de) idrak etmezler. (Bakara, 11-12)

Yeryüzünü fitneye, ateşe, zulme boğanlar, bunu da “barış” diye sunanlar ve onlarla iş tutanların tarif edildiği bu ayetler şu anda Gazze’de tecelli ediyor arkadaşlar.

“Ateşkes, barış” diye şov yapan büyük şeytan ABD’nin şefi Trump ve etrafına topladığı işbirlikçiler Direniş’i teslim almanın kendilerince mümkün yollarını inşa ediyorlar. Emperyalizmin koçbaşı, ileri karakolu İsrail’i güvene almanın mel’un plânlarını yapıyorlar!

Filistin dostları!

Gazze’nin yarısından fazlasını Siyonist işgale peşkeş çeken, diğer yarısını da İsrail’in hesap vermeksizin sürdürdüğü soykırımına açmaya devam eden bir anlaşma sürecinden bahsediyoruz!

Elbette bu, bir anlaşma değil; dünyanın irili ufaklı bütün akbabalarının çullandığı küçücük bir coğrafyada boy veren direnişi, umudu boğma operasyonudur.

Kelli felli onca idareci, lider Şarmu’ş-Şeyh’te şarlatan Trump ve firavun Sisi etrafında nasıl bir araya geldi, gördünüz! İşte o toplantı, varılmak istenen yeni dünya düzeninin bir temsilidir.

O toplantıya katılanlar; zalimlerin, emperyalistlerin, küresel şeytanların etrafında saf tutanlar işbirlikçiliği bir siyaset ve vâr oluş biçimi olarak gördüklerini bir kez daha bütün dünyaya ilan etmişlerdir.

O mel’un toplantıyı, o toplantının vizyon ve dayatmalarını reddediyoruz!

Mazlum Filistin halkını, yakılıp yıkılan Gazze şeridini; bağı bahçesi, evi barkı ve Mescid-i Aksâ’sıyla talan edilen Batı Şeria’yı tümden teslim almayı, tarih sahnesinden silmeyi ve Batı Asya’nın coğrafya ve halklarını sindirmeyi amaçlayan bu toplantıyı bütün bileşen ve hedefleriyle reddediyoruz!

Direniş’in yoldaşları,

Sahte ateşkese rağmen Siyonistler yüzlerce Gazzeli kardeşimizi katletti! Dün gece türlü bahanelerle Gazze’de çok sayıda Filistinli, çadırlarında bombalandı, yakılarak öldürüldü.

Gazze şeridinin çok büyük kısmındaki işgallerini bu ateşkes sayesinde daha çok tahkim etme fırsatı bulan Siyonistler karşısında yalnız bırakılan Direniş, büyük ikilemlerle baş başa bırakıldı.

Yıllardır, “Kudüs’ün Özgürlüğü Ümmetin Özgürlüğüdür!” hakikatini meydanlarda yükseltmeye gayret edenler olarak açıklamamızın başındaki tespite dönüp tabloyu netleştirelim:

Emperyalizm; Filistin’i, İslam dünyasını tahakküm altında tutup sömürebilmek için bir kapı, bir geçit, bir üs olarak görüyor. Bu kapı, bu üs sağlama alınırsa bütün bir Batı Asya’yı, bütün İslam halklarını kendisine boyun eğdirebileceğine inanıyor.

Bölgedeki rejimlerin çok büyük kısmı da bu idealde emperyalizmin safında konuşlanmış durumda, işbirlikçilikte adeta birbirleriyle yarışıyorlar.

Bölge halkları olarak bu fotoğrafa bakıp bir karara varmalıyız: Hâli- hazırımız ve istikbalimiz için nasıl bir tercihte bulunmalıyız?

Geleceğimizi muhasara etmek, bütün bir bölgemizi sömürüp yağmalamak, özgürleşme irademizi yok etmek isteyen bu projeye onay verip teslim olmayı mı seçeceğiz yoksa direnişi, intifadayı yükseltip haysiyetimizi, ezilenleri, yoksulları ve hürriyeti gasp edilenleri mı savunacağız!

İntifadanın dostları!

Gazze Direniş’i, emperyalizm ve Siyonizm karşısında bahsettiğimiz o direniş geçidini tutma mücadelesidir. Bu mücadelede Filistin halkı büyük bedeller ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir.

Bu büyük, amansız mücadelede İslam dünyası dediğimiz devletler ve onların yöneticilerinin önemli bir kısmı ise doğrudan soykırımcı işgalcilerin yanında saf tutmuştur.

BTC boru hattı, İslam coğrafyasının zenginliklerini işbirlikçi rejimler aracılığıyla İsrail savaş makinesine aktarmaktadır.

İncirlik ABD üssü ve Kürecik NATO radarı, İsrail’i ve bölgedeki emperyalist unsurları korumaya devam etmektedir.

İsrail’le ticaret, iptal kararlarına rağmen alabildiğine devam etmiştir. Sahte ateşkes ortamında, limanlarımızdan İsrail limanlarına sevkiyat yapan gemi trafiği daha da hızlanmıştır.

İsrail saldırganlığının Lübnan’da, İran’da, Yemen’de neler yaptığını; emperyalist fitnenin Sudan’da halklarımızı ne duruma getirdiğini görüyoruz.

Bütün bunlara rağmen emperyalizme, Siyonizm’e verilen bunca desteği sorgulamazsak bütün geçitlerimiz, bütün kapılarımız bir bir düşecektir.

Trump’la dost olmakta yarışan İslam dünyası liderlerinin utanç verici tutumlarını reddediyoruz!

Zillet bizden uzaktır!

Herkes bilip duysun ki sonuna kadar Direniş’in yanındayız; direnen kardeş halklarla yan yana, omuz omuzayız!

Dünyanın dört bir yanında yükselen küresel intifada çağrısının insanlığın kurtuluş umudu olduğuna inanıyoruz ve şu hakikatten asla şüphe etmiyoruz:

Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x