Connect with us

Haberler

İsrail, Batı Şeria’daki Toprakları Yerleşimci Şiddetiyle Gasbediyor

Yayınlanma:

-

İsrail, Batı Şeria’da 440.000’den fazla yerleşimciye ev sahipliği yapan 280’den fazla yerleşim yeri inşa etti. Bu yerleşim yerlerinden 138’i resmi olarak kuruldu ve devlet tarafından tanındı (İsrail’in Kudüs’e ilhak ettiği bölgelerde inşa ettiği 12 mahalle hariç), yaklaşık 150’si devlet tarafından resmen tanınmayan ileri karakollar… Çoğu “çiftlik” olarak anılan karakolların yaklaşık üçte biri, son on yılda inşa edildi.

Batı Şeria yerleşimleri, Filistinlilerin sınırlı erişiminin olduğu veya hiç erişemediği yüz binlerce dönüm (1 dönüm = 1.000 metrekare) araziye hâkim. İsrail bu alanlardan bazılarını resmi yollarla ele geçirdi: askeri emirler vermek, bölgeyi “devlet arazisi”, “atış bölgesi” veya “doğal koruma alanı” ilan etmek ve araziyi kamulaştırmak yollarıyla. Diğer bölgeler, Filistinlilere ve onların mülklerine yönelik saldırılar da dâhil olmak üzere günlük şiddet eylemleri yoluyla yerleşimciler tarafından etkin bir şekilde ele geçirildi.

İki yol birbiriyle ilgisiz görünüyor: Devlet, hukuk danışmanları ve yargıçlar tarafından onaylanan resmi yöntemleri kullanarak toprakları açıkça ele geçirirken, kendi gündemlerini ilerletmek için toprakları ele geçirmekle de ilgilenen yerleşimciler, Filistinlilere karşı şiddet başlatıyor. Ancak gerçekte tek bir yol var: Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddeti, devletin elinde giderek daha fazla Batı Şeria topraklarını ele geçirmek için büyük bir gayri resmi araç işlevi görüyor. Devlet, bu şiddet eylemlerini tam olarak desteklemekte ve yardım etmekte; devletin birimleri ise bazen bunlara doğrudan katılmaktadır. Bu nedenle yerleşimci şiddeti, resmi devlet yetkililerinin aktif katılımlarıyla desteklenen ve yataklık edilen bir hükümet politikası biçimi olarak görülebilir.

Devlet bu gerçeği birbirini tamamlayan iki yolla meşrulaştırmaktadır:

A. Arazi devralımını yasallaştırma

Hükümetin resmi izni ve içlerinde inşaat yapılmasına izin veren plânlar olmadan inşa edilen her türlü niyet ve amaca yönelik düzinelerce ileri karakol ve “çiftlik” İsrail makamlarından destek alıyor ve ayakta duruyor. İsrail, ordusuna ya bu karakolların savunulmasını emretti ya da asfalt yolların yapılmasını ve birçoğu için su ve elektrik altyapısı hazırlanmasının yanı sıra güvenliklerinin sağlanması için para ödedi. Çeşitli bakanlıklar, Dünya Siyonist Örgütü’nün Yerleşim Birimi ve Batı Şeria’daki bölgesel konseyler aracılığıyla da duruma destek sağladı. Ayrıca, tarım tesisleri de dâhil olmak üzere karakollardaki mali çabaları sübvanse etti, yeni çiftçilere destek sağladı, su tahsis etti ileri karakolları savundu.

Devlet, geçmişte karakol yasasını gelecekte de uygulama niyetini açıklamış ve hatta uluslararası topluma bu yönde güvenceler vermişti. Mart 2011’de devlet, bundan böyle, Filistinlilerin özel mülkiyeti olarak kabul edilen araziler üzerine inşa edilen karakollar ile İsrail’in “devlet arazisi” veya “araştırma arazisi” (beyannamesi henüz çıkarılmamış olmasına rağmen “devlet olarak ilan edilebilecek arazi” olarak kabul ettiği araziler) arasında resmi bir ayrım yapacağını duyurdu. Devlet, yalnızca özel mülkiyete ait Filistin topraklarında inşa edilen karakolları kaldırmayı amaçladığını iddia etti. Hukuki dayanağı olmayan bu ayrım İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından kabul edildi. Günün sonunda, neredeyse tüm karakollar yerinde kaldı.

B. Filistinlilere karşı fiziksel şiddetin meşrulaştırılması

Yerleşimcilerin Filistinlilere karşı uyguladığı şiddet, işgalin ilk günlerinden beri sayısız hükümet belgesi ve dosyasında, Filistinliler ve askerlere ait binlerce ifadede, kitaplarda, Filistinli, İsrailli ve uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında ve binlerce medya içeriğinde belgelenmiştir. Bu geniş ve tutarlı belgelerin, Batı Şeria’daki işgal altında uzun zamandan beri hayatın bir parçası haline gelen Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddeti üzerinde ise neredeyse hiçbir etkisi olmadı.

Şiddet içeren eylemler arasında dayak, taş atmak, tehditler savurmak, tarlaları yakmak, ağaçları ve ekinleri yok etmek veya çalmak, ateş kullanmak, evlere ve arabalara zarar vermek ve bazen de cinayet sayılabilir. Son yıllarda sözde çiftliklerdeki yerleşimciler, Filistinli çiftçileri ve çobanları tarlalarından, mera alanlarından ve nesillerdir kullandıkları su kaynaklarından şiddetle kovalıyorlar. Her gün büyük kavgalar çıkarıyorlar ve Filistinlileri onlara ait sürüleri dağıtma konusunda tehdit ediyorlar.

Askerler, onları tutuklama yetki ve görevine sahip olsa da prensip gereği şiddet içeren yerleşimcilerle yüzleşmekten kaçınıyor. Kural olarak ordu, yerleşimcilerin karşısına çıkmak yerine, yalnızca Filistinliler için geçerli olan, kapalı askeri bölge emirleri vermek veya göz yaşartıcı gaz, sersemletici bombalar, kauçuk kaplı metal mermiler hatta bazen gerçek mermiler atmak gibi çeşitli taktikler kullanarak, Filistinlileri kendi tarım arazilerinden veya otlaklarından çıkarmayı tercih ediyor. Kimi zaman askerler yerleşimci saldırılarına aktif olarak katılıyor veya saldırıları kenardan izliyor.

İsrail’in eylemsizliği, Filistinlilere yerleşimci saldırıları gerçekleştikten sonra da devam ediyor ve yürütmeye yetkili makamlar bu olaylara yanıt vermemek için ellerinden geleni yapıyor. Şikâyetlerin dosyalanması zor ve soruşturmaların gerçekten açıldığı çok az vakada, sistem bunları çabucak aklamakta. Filistinlilere zarar veren yerleşimcilere karşı iddianameler neredeyse hiç açılmaz ve zarar verdiklerinde, genellikle küçük suçlardan bahseder ve ender mahkûmiyet durumlarında simgesel cezalar verilir.

Rapor, yerleşimciler tarafından uygulanan sürekli, sistemik şiddetin İsrail’in resmi politikasının bir parçası olduğunu ve Filistin tarım arazilerinin ve otlaklarının büyük ölçüde ele geçirilmesine neden olduğunu gösteren beş vaka çalışması sunuyor. Araştırmanın bir parçası olarak toplanan ifadelerde Filistinliler, bu şiddetin Filistinli toplulukların yaşamlarının temelini nasıl baltaladığını ve gelirlerini nasıl azalttığını anlatıyor. Sakinler, koruma olmaksızın, şiddet ve tehdit altında, başka seçeneği olmayan Filistinli toplulukların koyun ve keçi çiftçiliği veya çeşitli mevsimlik ürün hasadı gibi geleneksel meslekleri nasıl terk ettiklerini veya geri adım atarak onurlu bir yaşam sürmelerine ve nesiller boyu rahatça yaşamalarına izin verdiğini anlatıyor. Filistinli sakinler, bir zamanlar topluluklarına hizmet eden mera ve su kaynaklarından uzak duruyor ve tarım arazilerinin ekimini sınırlandırıyor. Bu noktada devlet kendi amaçları için topraklarını devralabiliyor.

Devlet şiddeti -resmi olsun ya da olmasın- İsrail’in Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında yalnızca Yahudilere özel bir alan yaratmayı amaçlayan ırkçı rejiminin ayrılmaz bir parçası denebilir. Rejim, toprağı Yahudi halkına hizmet etmek için tasarlanmış bir kaynak olarak görüyor ve buna göre onu neredeyse yalnızca mevcut Yahudi yerleşim topluluklarını geliştirmek ve genişletmek ve yenilerini inşa etmek için kullanıyor. Aynı zamanda, rejim Filistin alanını parçalara ayırıyor, Filistinlileri topraklarından alıyor ve onları küçük, aşırı nüfuslu yerleşim bölgelerinde yaşamaya mahkûm ediyor.

Irkçı rejim, hükümet, ordu, Sivil İdare, Yüksek Mahkeme, İsrail Polisi, İsrail Güvenlik Ajansı, İsrail Hapishane Hizmetleri, İsrail Cezaevi Teşkilatı, İsrail Doğa ve Parklar Kurumu ve diğerleri gibi çeşitli kurumlar tarafından Filistinlilere karşı yürütülen organize, sistemik şiddet üzerine kurulu. Yerleşimciler bu listedeki diğer bir öğe olarak kabul edilebilir ve devlet, onların şiddetini kendi resmi şiddet eylemlerine dâhil eder. Yerleşimci şiddeti bazen İsrail makamlarının resmi şiddet olaylarından önce gelir ve diğer zamanlarda bunlara dâhil edilir. Devlet şiddeti gibi yerleşimci şiddeti de tanımlanmış bir stratejik hedefe ulaşmak için organize edilir, kurumsallaştırılır, iyi donanımlıdır.

Devlet şiddeti ve sözde gayri resmi şiddetin birleşimi, İsrail’in her iki şekilde de buna sahip olmasına izin veriyor: makul bir inkâr edilebilirliği sürdürmek ve Filistinlileri mülksüzleştirmeyi ilerletirken şiddeti ordu, mahkemeler veya Sivil İdare yerine yerleşimcilere yüklemek! Ancak gerçekler, makul bir inkârı hezimete uğratıyor: Şiddet, İsrail makamlarının izni, yardımı ve himayesi altında gerçekleştiğinde bu, devlet şiddetidir. Yerleşimciler devlete karşı gelmiyorlar; ihalesini yapıyorlar.

Kaynak: https://www.btselem.org/

Çeviri: Yeni Pencere

Haberler

FÖP’ten Dr. Hussam Abu Safiye İçin Özgürlük Çağrısı

Yayınlanma:

-

Filistin’e Özgürlük Platformu (FÖP) tarafından Üsküdar’da düzenlenen bir eylemle İsrail’in tutukladığı Kemal Adwan Hastanesi başhekimi Dr. Hussam Abu Safiya için özgürlük çağrısı yapıldı.

Eylemde, topluluk adına açıklamayı Dr. Fatma Örgel okudu.

Dr. Fatma Örgel açıklamasında İsrail’in Gazze’de, özellikle sağlık alanında yaptığı yıkıma değindi, Dr. Hussam Abu Safiya’nın özgürlüğü için herkesin ve ilgili tüm kurumların harekete geçmesini istedi.

Açıklama metninin tamamı şu şekilde:

Dr. Husam Abu Safiya İçin Özgürlük!

İsrail, 7 Ekim’den bu yana kadın, çocuk demeden Gazze halkını katlediyor.

Bütün uluslararası insani hukuk yasalarını çiğneyerek hastanelere; doktor, hemşire bütün sağlık çalışanlarına saldırıyor, her birini açıkça hedef alarak öldürüyor. İçinde yatmakta olan hastaları, yoğun bakımdaki yaşlıları, kuvözlerde bebekleri, onları tedavi eden sağlık çalışanları olduğu halde hastaneleri direkt hedef alarak bombalıyor, ateşe veriyor. Bunların hepsi kameraların önünde, canlı yayında bütün dünya ile beraber izlediğimiz canilikler!

İsrail, apaçık bir SOYKIRIM suçu, savaş suçları ve insanlığa karşı olan bütün suçları işliyor.

Bu korkunç saldırılarda Gazze’nin neredeyse tamamı harap oldu.

Resmi olarak tespit edilebilen 50 bine yakın, tahmini olarak en az 200 bin insan hayatını kaybetti. Ölenlerin en az üçte ikisi kadın, yaşlı ve çocuklardan oluşuyor. Yüz binlerce insan yaralandı; bir fiziksel yetisini, uzvunu kaybetti.

2 milyona yakın insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bebekler, çocuklar kış şartlarında ya soğuktan ya açlıktan ya da bulaşıcı hastalıklardan hayatını kaybediyor.

100 bine yakın çocuk akut acil malnütrisyon ile karşı karşıya. Hastane ve diğer sağlık merkezlerinin en az üçte ikisi İsrail işgal güçlerinin saldırıları ile yok edildi. İlaçlar, temel ameliyat malzemeleri çok sınırlı sayıda; ameliyatlar, çocuklarda bile anestezi olmadan yapılmaya çalışılıyor.

Sağlık alt yapısı bu kadar harap edilmiş, hasta ve yaralı yükü bu kadar artmış şartlarda Filistinli doktorlar, hemşireler, acil ambulans ekipleri insan üstü bir özveri, çaba ile sağlık hizmetlerini yürütmeye çalışmaktadır.

İsrail, bu şekilde sağlık hizmetlerini yürütmeye çalışan ve “SOYKIRIM” amacına engel olarak gördüğü sağlık çalışanlarını da açıkça hedef almakta, yeni yapay zekâ ile donatılmış silahları ile onları katletmektedir. Bu şekilde en az 1000 sağlık çalışanını; 262’si resmi BM yardım çalışanı olmak üzere 400’e yakın insani yardım çalışanını öldürdü.

Gazze’nin kuzeyinde sağlık hizmeti verebilen sadece bir hastane kalmıştı; Kemal Adwan Hastanesi…

Hastanenin başhekimi Dr. Hussam Abu Safiya, hem insani haklarına sahip çıkan onurlu bir Filistinli hem de tıp yemini etmiş bir hekim olarak bütün zor şartlarda mesleğine duyduğu sadakat ve saygı ile sağlık hizmetleri vermeye devam etti; ta ki İsrail bombardımanı ile hastane, içindeki hastaların, sağlık çalışanlarının varlığını önemsemeden yakılana dek!

İsrail, Gazze’nin kuzeyindeki tek çalışan hastanenin sağlık hizmeti vermesini sürdürmeye çalışması nedeniyle, yani bir doktor olarak sorumlu olduğu, yapmakta olduğu işini yaptığı, insanlara, hastalara sağlık, şifa sunduğu için Dr. Hussam’ı hedef almıştı.

Önce oğlunu hedef alarak hastane bahçesinde katletmiş, kendisini de yaralamıştı. 27 Aralık günü hastanesini yerle bir eden, ateşe veren İsrail tanklarının üzerine korkusuzca, yaptığı kutsal işin onuruyla, elinde hiçbir silahı olmadan yürüyen Dr. Hussam, İsrail işgal güçleri tarafından tutuklandı ve hapsedildi.

Hapishaneden çıkan şahitliklere göre Dr. Hussam işkenceye tâbi tutuluyor. İlk günlerde bütün kamera görüntülerine rağmen Dr. Hussam’ı tutukladıklarını inkâr eden İsrail işgal güçleri, dün itibariyle Dr. Hussam’ın ellerinde olduğunu kabul ettiler. Hangi şartlarda olduğu konusunda ise hiçbir bilgi vermiyorlar! İsrail, dünyadan birçok insani ve medikal yardım ekiplerinin, insan hakları gruplarının görüşme taleplerini ısrarla reddediyor!

Bütün uluslararası kanunlarda, savaş ve çatışma durumlarında bile sağlık çalışanları ve sağlık merkezleri dokunulmazdır. İsrail, 80 yılı aşkındır yaptığı gibi yine bütün bu insanlığın ortak kanunlarını açıkça çiğnemekte, bütün dünyanın gözleri önünde bir “Soykırım” gerçekleştirmekte, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemektedir.

Öncelikle bir insan, doktor olarak, bütün dünyada çağrıda bulunan hekimler olarak gözümüzün önünde insanlığa karşı işlenen bu SOYKIRIMIN acilen durdurulmasını; başta Dr. Hussam Abu Safiya olmak üzere İsrail tarafından tutuklanan bütün sağlık çalışanlarının derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Başta BM, DSÖ, Amerika Sağlık idaresi, bütün insan hakları kuruluşlarını bu konuda ivedi olarak inisiyatif almaya çağırıyoruz!

Açıklamamızı bitirmeden Filistin’de bu kadar ağır saldırılar altında görevlerini büyük bir onur ve özveriyle yapmaya çalışan bütün doktorları ve sağlık çalışanlarını saygıyla selamlıyoruz!

Son olarak da Dr Hussam’ın sözlerini tekrar etmek istiyorum;

“Boşuna uğraşıyorsunuz, devrimci için yok oluş yoktur!

Ben kıyamet günü gibiyim, bir gün mutlaka geleceğim!”

Devamını Okuyun

Haberler

Üsküdar’da Asgari Ücret Eylemi: Açlık Sınırı da Yeni Asgari Ücret de 22 Bin Lira! (video haber)

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve Özgür Yazarlar Birliği, 01 Ocak 2025 çarşamba günü Üsküdar sahilde bir eylemle “kölelik ücreti” olarak değerlendirdikleri asgari ücret uygulamasını protesto ederek “hakça bölüşüm, adil paylaşım” çağrısında bulundu ve ekonomi politikalarını protesto etti.

Eylem boyunca “Asgari Ücret Köleliktir, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Allah Adaleti Emreder, Irkçılık Değil Dayanışma, Emekçiler Köle Olmayacak, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Kahrolsun Faizci Köle Düzeni, Sömürücü AKP Hesap Verecek, Emekliler Ölüme Terk Edildi, Aileler Yoksul Öğrenciler Aç” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs’ün bir konuşma yaptığı eylemde topluluk adına Meryem Karayıl ile Burak Çelik’in okuduğu açıklamanın tem metni şu şekilde:

ASGARÎ ÜCRET KÖLELİKTİR, KÖLELİK DÜZENİNE SON!

Bismillahirrahmanirrahim,

 Kıymetli dostlar,

Bugün 1 Ocak. 2025’in ilk günü…

Her zaman olduğu gibi yine meydanlardayız.

Yıllar geçiyor ancak ülkede adaletsizlikler bitmiyor.

Yoksullardan, ezilenlerden yana bir iyileşme olmuyor.

İşçinin, emekçinin, esnafın, köylünün, alın teri ve emeğin lehine bir gelişme yaşanmıyor!

Biliyorsunuz, 2025 yılı için geçerli olacak asgari ücret birkaç gün önce açıklandı.

Egemenler tarafından “Asgarî Ücret Tespit Komisyonu” adında, her sene olduğu gibi bir tiyatro sergilendi.

Hükümet ve patronların sayısal üstünlüğü ile sarı sendika sessizliği arasında yürütülen göstermelik müzakerelerde 2025 yılında geçerli olacak asgarî ücret belirlendi.

Komisyonun belirlediği ve 2025 yılı için geçerli olacak asgarî ücreti cumhurbaşkanı Erdoğan 22 bin 104 lira 67 kuruş olarak açıkladı.

 İstanbul halkı!

Asgarî Ücret denen uygulama, kapitalist sömürü düzeninin köleci karakterinin açık ve somut örneğidir.

Evvelâ bu uygulama ile, kapitalist işleyişle hesaplaşılması gerektiğini vurgulayalım.

İnsan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan, köleciliği dayatan bu düzen, kendini asgarî ücret dayatması ile gösteriyor.

Biz bu dayatmaya, kapitalizmin yıkıcılığına, devlet ve sermayenin ortaklaşa emek ve haysiyet düşmanlığı yapmalarına karşı adaletten ve dayanışma cephesinden yana duruyoruz.

Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini savunuyoruz.

Emek ve haysiyet mücadelesinin bu ilkeye tutunarak mümkün olabileceğini haykırıyoruz.

 Kapitalist sömürü düzenine karşı duran vicdanlar!

TÜİK’in sahte enflasyonu bile yüzde 47’nin üzerindedir.

Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG’ın tespitlerine göre ise enflasyon yüzde 87 seviyesindedir.

Aradaki farka dikkatinizi çekmek isteriz.

TÜİK verilerinin gündelik hayatla ne kadar uyuşup uyuşmadığının takdirini siz halkımıza bırakıyoruz.

Temel ihtiyaçlarınızın fiyatlarının ne kadar arttığını sizler çok iyi biliyorsunuz.

Biliyor ve görüyoruz ki TÜİK, türlü numaralarla bu maliyetlerin gerçek oranlarını gizliyor.

Ne yaparlarsa yapsınlar hakikati örtemezler.

Güneş balçıkla sıvanmaz.

Yoksulluğu, pahalılığı, sömürüyü asla gizleyip saklayamazlar!

 Emeğin dostları,

Halkımız barınma, eğitim, sağlık gibi temel haklara ulaşmakta zorlanıyor.

Kapitalist sömürü düzeni nefes almayı bile halkımıza çok görüyor.

“Kriz” denilen yıkım süreçleriyle emek ve alın teri yağmalanıyor.

Emek ve alın terinin yağmalanması yetmiyor tabiat talan ediliyor!

Ayakta kalmakta, yaşamakta zorlanan halkımızın tam köleleştirilmesi için devlet-sermaye işbirliği tam gaz ilerliyor.

 Kıymetli halkımız,

Açık ve net bir tablo çizelim:

70-80 metre karelik evlerin ortalama kirası artık en az 20 bin liradır.

Ulaşım maliyetleri kat kat artmıştır.

Aileler, çocuklarının eğitim süreçlerindeki masraflarını karşılayamamaktadır.

Anne-babalar, evlatlarını uzak şehirlerdeki üniversitelere gönderemedi.

Öğrencilerin barınma sorunu zirveye çıkmış durumda! Sırf bu nedenle pek çok öğrenci istediği üniversitelere kayıt yaptıramadı.

İstanbul Plânlama Ajansı’nın araştırmasına göre İstanbul’daki bir üniversite öğrencisinin aylık maliyeti geçen eğitim-öğretim yılına göre yüzde 57 artarak 22 bin liraya çıktı.

Bu rakam, sendikaların bekar bir işçinin yaşam maliyetiyle ilgili araştırmalarına paralellik göstermektedir.

Okul kantinlerinden bir tost alıp yiyebilen bir öğrencinin şanslı addedildiği dönemlerden geçiyoruz.

Çocuğunu servise vermek zaten pek çok aile için lükstü; şimdi bu, çok daha uzak bir ihtimal!

Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.

Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.

Kültürel ilgiler artık tümüyle lüks kabul ediliyor. Kitap fiyatları başını alıp gitmiş durumda!

Şimdi size tekrar soruyoruz:

Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?

Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!

Resmi gıda enflasyonu yüzde 48,57 iken dar gelirlinin gıda enflasyonu 86,2’dir!

TÜİK verileri üzerindeki şaibe sürüyor. TÜİK, yargı kararına rağmen madde fiyat listesini yine açıklamadı.

Açlık sınırı 22 bin lira seviyesine ulaşmıştır.

İşte emekçilere, milyonlarca aileye ancak açlık sınırını lâyık gördüler!

İstanbul halkı; siz bu vicdansızlığa razı mısınız?

Yoksulluk sınırı 67 bin liraya dayanmıştır.

Çalışanların en az yarısı asgarî ücretle çalışıyor arkadaşlar.

7 milyondan fazla kişi bu kölelik ücretine tâbîdir.

Yine çalışanların yüzde 22’si asgarî ücrete bile erişemiyor.

Bu ne demek biliyor musunuz?

En az 1,5 milyon insan kölelik ücreti bile alamıyor!

Bir de başta sınırsızca sömürülen mülteci emeği olmak üzere kayıtlara geçmeyen sayısız emekçinin çok daha kötü durumu var!

Daha da korkunç olanı ise emek ve ekmek mücadelesinde her yıl en az 2 bin işçi kardeşimiz iş cinayetlerine kurban gidiyor!

Bu büyük katliamın nasıl oluyor da üzeri örtülüyor!

Ezilenlerin, yoksulların, emek ve alın terinin yanında hizalanan kardeşlerimiz! 

Bütün bu müfsit sosyal ve ekonomik koşullarda iktidar ve sermayenin yoksul kitlelere reva gördüğü şey köleliğin sürmesi değil, daha da pekişmesidir.

Yapıp ettiği bütün eylemleriyle bunu göstermektedir.

Sahte enflasyonun bile yüzde 47 olduğu, temel ihtiyaçların karşılanamadığı bir sosyal tabloda asgarî ücrete, hem de bir yıl geçerli olmak üzere yüzde 30 zam yapmıştır:

22 bin 104 lira, 67 kuruş!

Bu ücret zaten ancak 2025 ocak ayının sonunda emekçinin eline geçecek ve şimdiden açlık sınırında olan bu rakam o zamana kadar epeyce eriyecek ve bu enflasyon ortamında birkaç ay içinde açlık sınırının oldukça altına düşecektir.

Bu, köleci düzenin fâsit döngüsüdür!

Bu döngüyü kırmak da elbette bize düşmektedir.

Arkadaşlar!

Milyonlarca emekli çok çok düşük maaşlarıyla adeta ölümü arar hâle getirilmiştir.

Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.

2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.

Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler!

Şimdi hükûmet en düşük emekli aylıklarının 15 bin lira seviyesine yükseltileceği vaadini yaymaya çalışarak sözüm ona lütuf pompalamaktadır!

15 bin lira bakanların, patronların bir öğün yemek parasıyken bu oranları ailelere bir aylık geçim için teklif ediyorlar!

Böyle bir arsızlık ve utanmazlığı reddediyoruz!

Kıymetli dostlar!

Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.

Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.

Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.

Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.

Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.

Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.

En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!

Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.

Emeğin dostları,

Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.

Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.

Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.

Bugün Anadolu’nun dört bir yanı yaylasını, ormanını, merasını, dere ve ırmaklarını savunan; ölüm ve yıkıma karşı hayatı müdafaa eden halkımızın direniş haykırışlarıyla inlemektedir!

Yoksullaştırılmış halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.

Filistin’de katliam yapan İsrail’le ticaret rekor seviyelerde sürdürülerek sermaye ve devlet şirketleri kan ve katliamdan beslenmektedir.

TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.

Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!

Kardeşler,

Bütün bu köleci, ifsat tablosuna karşı teklifimiz nedir?

Konuşmamızın başında da belirttiğimiz gibi “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesi şiârımız olmalıdır.

Allah, insanlar ve diğer bütün canlılar için sayısız nimet yaratmıştır.

Peki, problem nereden kaynaklanmaktadır?

Egemen sınıfların herkes için yaratılan nimetlere el koymasından elbette!

Yani hırsızlar, örgütlü hırsızlık düzenleri, örgütlü soyguncular bütün herkesten ve tabiattan çalmaktadır.

Devletler ve sermaye el ele vererek herkesin olması gereken nimetlere el koymaktadır.

Teklifimiz tabiatı ifsat etmeden üretmek; üretileni, Allah’ın herkes için verdiği nimetleri hakça bölüşmektir, adil bir şekilde paylaşmaktır.

Teklifimiz, rekabet temelli kapitalizme karşı dayanışmayı temel ilke kabul etmektir.

Kıymetli halkımız,

2024 bütçesinden faiz ödemelerine ayrılan pay 1 trilyon 254 milyar liradır.

Bu büyük pay, çoluk çocuk ve yetişkiniyle yoksul halkımızdan çalınarak faiz lobisine ikram edilmiştir.

Bu örnekle kendini gösteren servet transferi bu düzenin karakteridir.

2025 bütçesinden faiz ödemeleri için plânlanan pay ise 1 trilyon 950 milyar lira olarak hesaplanmıştır.

Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de emekçilerin ücretlerine göz diken, alın terini yağmalamak için türlü numaralar çeviren bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.

Siyasetçisi ve sermayedarıyla egemenler zevk ü sefa içinde yaşarken, lüks uçak ve otomobilleriyle keyf ederken okullara aç giden çocuklarımıza bir öğün bulunamıyor!

Bütün şatafat ve israf, “itibardan tasarruf olmaz!” denilerek halkın kesesinden yapılıyor.

Emperyalistlerin NATO zirvesi için devlet kafilesi ABD’ye 5 uçakla gitmiştir.

UEFA şampiyonasına, Bakü’deki iklim değişikliği zirvesine yüzlerce kişi götürülmüştür.

İktidarı sınırsızca destekleyen yayın merkezlerine reklam kılıfı altında akıl almaz oranlarda para transferi yapılmaktadır.

Böylece kemer sıkma politikalarının ve tasarruf genelgelerinin sadece yoksul halka dönük olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır!

Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor!

Emekten, alın teri ve dayanışmadan yana duran dostlar,

Sermaye düzeninin müfsit, sömürücü ve köleci dayatmalarına karşı yan yana duralım!

Âlemlerin rabbi olan Allah kimseyi kimseye “efendi” olarak yaratmamıştır.

Kimileri açlık ve yoksullukla mücadele ederken kimileri çaldığı, gasp ettiği nimetleri stoklayarak, çitleyerek huzur ve zenginlik içinde yaşayamaz!

Haysiyet mücadelesi veren herkes bu işleyişe çomak sokmalıdır, adalet için haykırmalıdır, ifsada geçit vermemelidir.

Şüphesiz ki Allah ifsat edenleri, zalimleri sevmez; adaleti emreder!

Tekrar tekrar haykırıyoruz:

Egemenlerin emekçiye 22 bin lirayı lâyık gören zam, sömürü, yağma düzenine itiraz edelim!

Emeğinin, alın terinin karşılığını alamayan, ürünleri yağmalanan çiftçilerimiz traktörleriyle yollara, meydanlara çıkarak mücadelesini yükseltiyorlar!

Aylardır haysiyet mücadelesi veren Polonez işçilerinin direnişi örneğinde olduğu gibi emekçiler “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” şiârını ülkenin dört bir yanında haykırıyorlar!

Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.

Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.

Asgari ücret köleliğini ve köleci düzeni reddedelim; emek ve alın terine düşmanlık yapan bütün organizasyonları dağıtalım!

İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.

Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!

 

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

Haberler

Tasfiye Dergisinin 57. Sayısı Çıktı

Yayınlanma:

-

“Direnen Edebiyat” mottosuyla yayımını sürdüren Tasfiye Edebiyat-Düşünce Dergisi, 20 yaşını tamamladı ve 21. yılına 57. sayısıyla girdi.

2004 yılında Ekim-Kasım tarihli sayısıyla yayın hayatına başlayan Tasfiye, yayın periyodundaki bazı aksamalara rağmen 57. sayısına ulaştı.

  1. sayının önsözünde yer alan giriş yazısı şöyle:

“Tasfiye’nin ilk sayısından bu yana tam yirmi yıl geçti.

2004’ün sonbaharında başlayan yolculuk, düşe kalka bugünlere kadar geldi. Kimi zaman coşkulu dönemleri oldu Tasfiye’nin kimi zaman suskun… Zaman zaman kesintiye uğrasa da yayımı, devrimci bir damar olarak hayatın, direniş ve mücadelenin, duruş ve fikriyatın bağlantılı mecralarında rehberlik etmeye, dinamizm üretmeye devam etti.

Tasfiye, 20 yaşını 57. sayısıyla tamamlayıp 21. yılına adım adım atıyor. Ne mutlu!

Geride kalan yirmi yılda pek çok özel sayı, pek çok dosya ile çıkageldi Tasfiye. Yoksulların, ezilenlerin, hürriyeti gasp edilenlerin şiirini, öyküsünü üretmeye çalıştı. Direnişin teorisine katkıda bulunmaya gayret etti.

Dijital çağda basılı yayıncılığın yaşadığı güçlük ve çelişkiler ehlinin malumudur. Hangi şartlar egemen olursa olsun Tasfiye, inşallah her iki mecrada da vâr olmaya devam edecek; direnen edebiyat ve fikriyatın sağlam bir merkezi olma iradesine sımsıkı tutunacak!”

Tasfiye’nin 57. sayısının içeriği şu şekilde:

Filistin’e Edebiyatla Bakmak / Mehmet Ali Başaran, 3

Ölmeliysem Bir Mesel Olsun Bu Ölüm (şiir) / Rifat el-Arir, 5

Yüreğimizde Taze Bir Yara (konuşma) / Nazlı Nesibe Kılıçoğlu, 10

Kemah Kafede Cemal Şakar Abiyle (şiir) / Ahmet Örs, 12

Helbesta Qurbanê & Destpêka Şidayî/Hunera Mirinê (helbest) / Ferhat Çiftçi, 13

Tornacının Ölümü: Königsberg’de Salâ (öykü) / Ahmet Örs, 14

Risaleyê Xezzeyê (helbest) / Cahit Koytak, 16

Siyasal Arayışlar/Nasıl Yapmalı (makale) / Ümit Aktaş, 17

Senin Evin Neresi (öykü) / Ahmet Örs, 29

Umut ve Karanlık, III (öykü) / Sait Alioğlu, 30

Fazladan İyilik & Köstebek & Sonbahar (şiir) / Ahmet Örs, 37

Cengiz Aytmatov Romanlarında Sosyal Düzen Eleştirisi (makale) / Zeynep Berre Yayla, 38

Eksik Hece, Yırtlaz Zaman (şiir) / Alpaslan Akdağ, 40

Sırat Köprüsünde Bir Küheylan (öykü) /Ahmet Örs, 41

Yurttan ve Dünyadan Küçük İmgelerle Derlenmiş Tur ya da Sinte’li Şiir (şiir) / Yasin Gedik, 43

Trump’ı Kulağından Vuran Kurşun (şiir) / Ahmet Örs, 44

Demokrasiden Medine Sözleşmesine Gitmek (makale) / Ali Bulaç, 45

Ne Çok Çöl (şiir) / İlyas Ünlü, 62

Wergerek û Xwendinek li ser Helbasta Berken Bereh a ‘Herkes Teşiya Emrê Xwe Dirêse’ / Ferhat Çiftçi, 63

Makamat (makale) / Abdulfettah Kilito, 65

Hata Sanatı (makale) / Abdulfettah Kilito, 68

Meslekler-IV, Berberlik (anlatı) / Ahmet Örs, 71

Muhammed İkbal’in Felsefesinde Hayat ve Benlik (makale) / Tuğba Ekinci, 74

Coinler ve Kripto Gözyaşları (öykü) / Ahmet Örs, 79

7 Ekim Marşı (şiir) / Tokad, 80

Kaynak: tasfiyedergisi.net

Devamını Okuyun

GÜNDEM