Connect with us

Haberler

Ateşkes Süreci, Gazze’yi ve Direnişi Nasıl Etkileyecek?-III

Yayınlanma:

-

Gazze’de ilan edilen ateşkesi, ateşkese giden süreci, ateşkes sonrası muhtemel gelişmeleri Aksâ Tûfânı boyunca sahada aktif mücadele içinde de yer alan Filistin dostları, Yeni Pencere için değerlendirdi. Değerlendirmelerin üçüncü bölümünü ilginize sunuyoruz.  

Emre Tekinkaya:

Gazze’de iki yıldır süren insanlık dışı saldırıların ardından ilan edilen ateşkes, kâğıt üzerinde bir “barış” havası estiriyor olabilir fakat bu sürecin ardında, Direniş’i tasfiye etmeye, mazlum bir halkın iradesini törpülemeye yönelik ince bir plân yatıyor. Bugün Gazze halkı, yıkılmış şehirlerinin enkazı altında nefes almaya çalışırken dünya sahnesinde bambaşka bir oyun sahneleniyor: “barış” adı altında teslimiyet, “diplomasi” kisvesi altında da normalleşme…

Gazze halkı ve direnişi, iki yıl boyunca Siyonist-emperyal düzene karşı büyük bir meydan okumayla durdu. Evleri, hastaneleri, okulları, camileri yerle bir edilen bu şehir, bütün bu yıkıma rağmen teslim olmadı fakat şimdi masaya oturanlar o direnişin öznesi değil; aksine, o direnişi yalnız bırakan, hatta zalimlere de doğrudan ya da dolaylı destek veren bölge aktörleri… Bu yüzden bugünkü ateşkes, Gazze halkının zaferinden çok, Müslüman ülkelerin utancını perdelemeye hizmet ettiği izlenimini veriyor.

İki yıl boyunca Müslüman ülkelerin çoğu, “kınama” açıklamaları dışında neredeyse hiçbir şey yapmadı. Kimi ekonomik çıkarlarını korumak uğruna İsrail’le ilişkilerini sürdürürken kimisi sessiz kaldı, kimisi de “denge politikası ve reelpolitik” bahaneleriyle zulmü görmezden geldi. Oysa bu sessizlik sadece siyasi bir tercih değil, tarihi de bir vebaldir! Gazze bombalanırken İsrail’in enerji hatları, liman bağlantıları, ticaret yolları Müslüman coğrafyanın içinden işlemeye devam etti. Bu tablo, ateşkes masasında kimin gerçekten Gazze halkı için, kimin ise kendi iktidar ve çıkarlarını korumak için oturduğunu açık biçimde ortaya koyuyor.

Bugün ‘Gazze Barış Plânı’ adıyla gündeme getirilen önerilerin çoğu, sahadaki kazanımları masada eritmeye yönelik ve birçok risk içeriyor. Bu plânlar, Filistin halkının meşru savunmasını “terör” söylemine dönüştürürken, İsrail’in işlediği soykırımı meşrulaştırıp elini güçlendiriyor. Dahası, Direniş’i temsil eden unsurları tasfiye etmeyi hedefliyor. Sürecin arkasında ise yine aynı senaryo var: Bölge ülkeleri, Amerika’nın çizdiği çerçevenin dışına çıkmıyor ve çıkmaya da çalışmıyor. Ne yazık ki bu toprakların kaderini halâ halkların iradesi değil, küresel güçlerin ve işbirlikçilerinin menfaatleri belirliyor.

Ruhullah Sinan Tenşi

Gazze Mektebi: Bir Direnişin İnsanlığa Aynası..

İnsanlık tarihi, zalim ile mazlum çatışmasının örnekleriyle doludur. Hâbil ile Kâbil’den başlayan adalet mücadelesi, tarih boyunca nice mücadelelere sahne oldu. Her mücadele kıssası, insanoğlu için birçok ibret ve ders barındırıyor ancak modern dönemde gerçekleşen bu mücadeleler içerisinde 7 Ekim bir milattır.

Yıllar boyu bir açık hava hapishanesinde yaşayan bir halk, 7 Ekim’de güçlü bir kıyama kalktı. Bedelleri ağır olsa da insanlığa asırlar boyu yetecek nice dersler verdi. Düşmanınız ne kadar güçlü ve hain olsa da onurlu bir mücadelenin, güce karşı inanmışlığın, imkânsızlıkların inanç ve motivasyonla nasıl bir kuvvete dönüştüğünün dersini tüm insanlığa armağan etti. Dost görünenlerin hıyanetini ayan beyan ortaya sererken ağzı Filistin’den yana olup kalbi ve cebi Siyonizm’le birlikte olanların ise maskelerini bir bir düşürdü.

“Gazze bir mekteptir.” dedik ya;
Gazze, devlet denen organizasyonların hiçbir insani kaygı taşımadığını; varlığını muhafaza etmek adına kirli olan her türlü iş birliği ve ikiyüzlülüğe tevessül edebileceğini bir kez daha insanlığa öğretmiş oldu. Bununla birlikte devletlerin ikircikli tutumları veya açıktan kötülüğe hizmet etmesinin karşısında, sivil ve vicdanlı insanların ayağa kalktığında hiçbir otoriteye boyun eğmeden hakkın ve hakikatin yanında nasıl konumlanabileceğini de insanlık hafızasına kazımış oldu. Sumud filosu ve iktidarların güdümünden sıyrılabilen sivil eylemler, bu teze en güzel örneklerdir.

“Sivil eylemler” diyorum çünkü iktidarın ve hatta iktidar güdümündeki “STK” denen yapıların düzenlediği eylemlerin, toplumların gazını almaya ve iktidarın günahlarını meşrulaştırmaya nasıl da hizmet ettiğini “Gazze Mektebi” sayesinde öğrenmiş olduk!

Gazze ve Filistin üzerine binlerce makale ve kitap yazılabilir, yüzlerce film çekilebilir, konferanslar verilebilir lâkin hiçbirisi, 7 Ekim’den bu yana yürütülen mücadelenin sonucunda gelinen noktada, sahada olduğu gibi masada da elde edilen başarı öyküsünü; bu öykünün kahramanları kadar anlatamaz.

Bunca yıkımın ardından, şer güçlerin dayattığı 20 maddelik plân karşısında da Gazze’nin kahramanları boyun eğmedi. Büyük Şeytan ABD ve yavru şeytan İsrail, birçok dünya devletini arkasına almasına rağmen ne askerî ne de siyasî olarak mutlak bir başarı elde edebildi; asıl hedeflerine ulaşamadı.

Bu nedenle “Gazze Mektebi”, gücünüzün ne olduğunun hiçbir önemi olmadan inanmışlık ve ihlâsla verilen bir mücadelenin sonunda Allah’ın yardımının nasıl geldiğini insanlığa pratikte öğretmiş oldu.

Bundan sonraki süreçte Gazze, bir mektep olmaya devam edecek gibi görünüyor çünkü savaş son bulsa bile insanlığın vicdanında yankılanan sorular hâlâ cevapsız.

Artık Gazze yalnızca bir direnişin adı değil, modern dünyanın ahlâkî çöküşünü belgeleyen bir laboratuvardır. İnsan hakları söylemini dillerinden düşürmeyen Batı’nın, ekonomik çıkarlar ve jeopolitik hesaplar uğruna nasıl bir sessizliğe gömüldüğünü bütün çıplaklığıyla gösterdi.
Bir yanda “medeniyet” iddiasındaki devletlerin, çocuk cesetleri üzerinden siyaset ürettiği bir çağ; diğer yanda taşla, imanla, onurla direnen bir halk…
Gazze, bu tezatın tam ortasında insanlığın vicdanına ayna tuttu.
Bu aynada kimimiz kendi korkaklığını, kimimiz ikiyüzlülüğünü, kimimiz de hakkın yanında durmanın bedelini gördü.
Belki savaş bitecek, ateşkesler imzalanacak, sınırlar yeniden çizilecek ama Gazze’nin sorduğu o temel soru insanlığın yakasından kolay kolay düşmeyecek:
Adaletin tarafında mıydınız, yoksa konforunuzun mu?

İsmail Duman:

Gazze’deki ateşkes sürecini birkaç veçheden değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim.

Öncelikle, Siyonist rejimin Gazze’yi tamamen ele geçirmek, Hamas’ı yok etmek ve rehineleri geri getirmek gibi hedeflerine büyük ölçüde ulaşamadığı bir vasatta bu ateşkes sürecinin cari olması görece bir kazanımdır fakat Direniş’e somut destekler sunmak ve soykırımcıya doğrudan yaptırımlar uygulamak yerine emperyalistlerin masasına oturmayı bir kurtuluş yolu olarak seçen kimi Müslüman ülkelerin, Gazze’deki insani dramı da bahane ederek Hamas üzerinde kurdukları baskı, Direniş’in kazanımlarını uzun vadede riske atacak olan tehlikeli maddelerin ateşkes metnine girmesine neden olmuştur.

Ateşkes anlaşmasının ilk aşamasında gündeme gelen rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’de yönetimin devri konuları, Hamas ve diğer direniş grupları açısından zaten uzun zamandır kabul edilen başlıklardı. Bu bağlamda, esas kritik süreç ikinci ve üçüncü aşama görüşmelerde yaşanacaktır. Zira, Direniş gruplarının silahsızlandırılması, Barış Konseyi ve Uluslararası İstikrar Gücü gibi konular, buralarda tartışılacak. Hamas, İslami Cihad, FHKC ve diğer Direniş gruplarının silahlarını bırakmama konusunda net olduklarını biliyoruz ancak İsrail’in geri çekildiği sınırların değişkenlik göstermesi ihtimali, Gazze içerisinde görev alacak olan Müslüman ülke kuvvetlerinin ABD plânına mugayir hareket etme cesaretinden yoksun olmaları ve Filistinli rehine listesinde El-Fetih’te, Hamas’ta ve diğer Direniş gruplarında mücadeleyi yeniden örgütleme potansiyeli olan isimlerin yer almaması yönündeki girişimler ya da listede yer alanların Batı Şeria’ya sürülerek kontrol altında tutulması düşüncesi, Gazze’deki Direniş grupları açısından önemli handikaplar doğurmaktadır.

Bu noktada Türkiye, Katar ve Mısır’ın Hamas üzerinde uyguladıkları baskı kadar Direniş’in silahlarına sahip çıkacak bir iradeyi ortaya koymayacakları da aşikâr. Dolayısıyla, ateşkes görüşmelerinin ikinci ve üçüncü aşamalarını ABD, İsrail ve Batılı ülkeler, Filistin davasını sönümlendirme hedefi bağlamında ele alırken “Gazze’deki soykırıma son verdikleri” retoriğiyle zafer nâraları atan garantör Müslüman ülkeler ise Filistin Devletinin kurulması yönünde kaçınılmaz bir süreç olarak kurguluyorlar. Tabii bu ülkelerin garantörlük vasfında tek dayanaklarının ABD Başkanı Trump olduğunu hesaba kattığımızda ve İsrail’in hiçbir kural tanımadan başvurduğu ihlallerin yaygınlığını göz önünde bulundurduğumuzda hem ateşkes sürecinin hem de hayali kurulan barış ortamının oldukça kırılgan bir zemine sahip olduğunu söylemek mümkündür.

Diğer yandan, bu kadar riskli bir metne Direniş gruplarının neden imza attığını izah etmek de önem arz etmektedir. Öncelikle, Hamas ve İslami Cihad başta olmak üzere tüm Direniş gruplarının destansı bir mücadele verdiğini bir kez daha zikretmek gerekiyor. İsrail’in 2 yıl boyunca süren tüm saldırılarına ve katliamlarına rağmen Direniş’in teslim olmaması, tünellerdeki işleyişi devam ettirme kapasitesi ve azalan cephanelere rağmen destansı operasyonlara imza atması, Filistin coğrafyasında direniş düşüncesinin ne denli kök saldığını bir kez daha göstermiştir. Ancak bu Direniş gruplarının 7 Ekim’de Aksâ Tûfânı Operasyonu’na başvururken hesap edemedikleri en önemli nokta, Müslüman ülkelerin reaksiyonları olmuştur. Zira, devlet bazında sadece İran’ın, devlet dışı aktörler bazında ise Lübnan, Yemen ve Irak’ın verdiği destekler dışında Müslüman ülkelerin önemli bir kısmı retoriksel dayanışma açıklamalarıyla yetinmiş, diğer bir kısmı ise İsrail ağzıyla direnişi mücrimleştirme yolunu tercih etmiştir. Yine, daha önce belirttiğimiz gibi, bu devletlerin hemen hepsi somut yaptırımlar uygulamaktan çekinmiştir.

Böyle bir atmosferde siyonistlere ve emperyalistlere karşı mücadele veren Hamas ve diğer gruplar; Gazze’deki oldukça zor şartlarda yaşayan halkın bu durumu sürdürebilme kapasitesinin azaldığını fark etmesinin yanı sıra retorik destek veren Türkiye ve Katar gibi ülkelerin imza baskısıyla da karşılaşınca, ateşkese zımnen “tamam” demek durumunda kalmıştır. Az önce ifade ettiğimiz maddelerdeki risklerin farkında olan bu gruplar, gelişmeleri sürece yayarak zaman kazanma stratejisi takip ediyorlar. Benzer bir politikayı, uzun yıllardır Hizbullah, Lübnan’da silahsızlandırma gündemi bağlamında takip ediyor. Elbette Filistin’deki şartlar Lübnan’dakine nazaran daha kötü fakat her şeye rağmen Direniş gruplarının bu stratejiyi Hizbullah ve diğer direniş cephesi bileşenleriyle masaya yatırmadan kabul ettiğini söylemek çok doğru olmayacaktır. Diğer bir ifadeyle reel politik şartların çok zorladığı durumlarda, pragmatizm batağına düşmeden ideal politik ile reel politik arasında bir denge kurmak bölgedeki İslamî hareketlerin önemli manevra alanlarından birini oluşturmaktadır. Elbette bunun çok büyük riskleri de vardır ancak hiçbir ülkenin kılını kıpırdatmadığı ve hatta tersinden baskı uyguladığı bir vasatta, Hamas’ın ve diğer Direniş gruplarının bu riskleri neden aldığını sorgulamak yerine, bu grupları sonuna kadar desteklemek, şartlarını anlamak, onlara güvenmek ve en önemlisi yollarını dirayetle sürdürmeleri için bol bol dua etmek gerekmektedir.

Son söz olarak; ateşkesi şu anda bütüncül olarak değerlendirmek için hâlâ daha erken ama görünen fotoğrafları masaya yatırıp projeksiyon çizerek önlemsel düzeyde söylemler geliştirmek önem arz etmektedir. Umudumuz, Aksâ Tûfânı’nın dünya siyasetinde işaretlendiği bu dönüm noktasının, Filistin direnişinin geleceği açısından da güzel kapılar açması ve Mescid-i Aksâ başta olmak üzere tüm Filistin’in özgürleşmesidir.

İsa Ensar:

Gazze ateşkesi, ödevimize verilen bir ek süre!

7 Ekim’de parlayan hakikate göstermemiz gereken sadakat ödevi çağın insanı için bir yol gösterici, anlam verici. Bu anlam etrafında dünya çapında milyonlar birleşti. Direniş ipine tutundu. Çok yetersiz bir tutunma oldu ama bu kadarı bile Gazze halkının direnişiyle birleşmeyi başardı. Müstekbirler masaya oturmak zorunda kaldıysa bu en başta mücahitlerin ve Gazze halkının azmi ama biraz da direniş ayetini işitenlerin ayete itaati ile oldu.

Gazze çok büyük acılar yaşadı. Bebekler, kadınlar, gençler, yaşlılar, erkekler, gazeteciler, bakkallar, öğretmenler, şairler, mühendisler, anneler, babalar, yurdunu savunanlar katledildi. Evler, okullar, hastaneler, camiler, kiliseler yıkıldı.

Ülkeler savaşır, iç savaşlar yaşanır. Güçlü ülke zayıf ülkeye, zalim diktatör halkına zulmeder. İktidar sahipleri nifak sokar, çıkarları için kaostan ve kandan beslenir. Bunlar tarih boyunca olmuştur.

Filistin ise acıların, ölümlerin ötesinde, çağın ruhunu, direnişini taşıyan bir cephe.

Filistin, kapitalizmin ve sömürgeciliğin bir halkı yok edebileceğine, dilediği yerde dilediği devleti kurabileceğine, gerekli her mevkiye işbirlikçi atayabileceğine olan güveni ile önce bir halkın sonra tüm insanlığın karşı karşıya geldiği yer… Yani bu, yeryüzünde kibirle yürüyenlerle zayıf bırakılmışların savaşı.

Gazze, bu savaşı en çıplak hâli ile gözümüze soktu, direniş ayetini duymaktan kaçamayacağımız şekilde okudu. Artık bu an olmamış gibi yaşayamayız. Mesela artık insan hakları bizi koruyacak zannedemeyiz; bir soykırımın olmayacağını, insanlığın “ilerlediğini” varsayamayız. Filistin’i ele geçirmek isteyenlerin emeğimizi, dağımızı, deremizi, şehrimizi ele geçirmek istemediklerini de düşünemeyiz.

Ancak bir önemli nokta daha var. Artık çaresizliği kabul edemeyiz. Gazze bir yol bulunabileceğini, duvarın delinebileceğini gösterdi. O gün bütün duvar sahipleri titredi. Bu kadar kanı bu yüzden döktüler ancak ne esirleri bulabildiler ne Gazze’yi teslim alabildiler. Gazze çaresizliği kabul etmek zorunda olmadığımızı bir kere daha böyle göstermiş oldu. Devletleri ve sermayeyi zorlayan her bir slogan, boykot edilen ürünler, işbirlikçileri ürküten her bir eylem çaresizliği reddetmenin bir cüzünü yerine getirdi.

Çaresizliğimize mi, iktidar sahiplerine mi yoksa Gazze’de nazil olan ayete mi sadakat göstereceğiz? Bundan sonra bu, insanlık için en önemli soru olacak.

Ateşkes bizim için Gazze’yi ve şahit olduğumuz ayeti unutmanın bir vesilesi de ödevimizde eksik kalan yerleri tamamlamak için tanınmış bir ek süre de olabilir. Unutalım diye ellerinden geleni yapacaklar lâkin bu ek süreyi Gazze liderliğindeki direnişi daha da kuvvetlendirmek için kullanmaktan başka çaremiz yok, kendi kurtuluşumuz için.

Hüseyin Alan:

Gazze’de ateşkesin düşündürttükleri…

75 yıllık işgalci bir devlet var, uluslarası alanda tanınmış, neredeyse tüm devletlerin desteğine mazhar olmuş bir İsrail var; karşısında toprakları/ülkesi işgal edilmiş, insanları toplama kamplarına mahkûm edilip katliama tabi tutulmuş, bağımsız iktidarları ellerinden alınmış “bir toplum” var ve uluslararası sorumluluğa ve haklara sahip değil! “İki devletli çözüm” önerisinde olduğu gibi ordusuz, ülkesiz, direnişçilerinden yoksun yöneticileri olan bir çözümse çözüm değil!

Son ateşkeste olduğu üzere savaşan iki ordudan söz edemeyeceğimize göre, İsrail’in plânlarına uygun ateşkesin de taraflar arasında değil aracılar vasıtasıyla ve şartların dayatmasıyla gerçekleştiğini düşünüyorum.

Son katliamda yapılan “ateşkes” kararı, küresel vicdanı harekete geçirdiği, psikolojik ve ahlâkî mazereti kaybettiği için geçici bir molaya; onca yaptıklarını ateşkes ilanıyla unutturmaya mecbur kalmış İsrail’in istediği koşullarda gerçekleşiyor.

Ateşkesin bir tek olumlu yanı geçici de olsa bir süreliğine Gazzelilerin nefes almasına imkân sağlayacak olması.

İsrail’e güvenilmeyeceğini dünya âlem bilir: İsrail’in siyasi hedefinde yalnızca Filistin’in ilhakı olmadığı da bilinir.

Hamas’ın ateşkese ikna edilmesi geçici bir rahatlığa yol açsa da bu yanıyla elbette sevindirici olsa da Ayçin Kantoğlu’nun 7 Ekim sonrasında Gazzelileri kastederek dediği “İslam mevcut insan müktesebatından memnun değil, kendisine yeni bir insan bakiyesi devşiriyor korkarım.” tespitindeki hakikate, Direniş’in harekete geçirdiği insanlığın vicdani tepkisine halel gelmemesini umarım! Ateşkesin sağlayacağı geçici “zafer” kadar Gazzelilerin ve kollektif direnişin, insanlık ve İslam nâmına başlattıkları kıvılcımın bu ateşkesle söndürülmemesi de önemli.

Fevziye Şenoğlu:

Gazze’de sadece ateşkes oldu. O da şüpheli. Hiç kimse haklı olarak İsrail’e güvenmiyor.

Biz 8 Ekim 2023’te başlayan Aksâ Tûfânı için “Onurlu, başarılı bir savunma, zaferdir!” dedik; “Nihâî zaferin büyük bir adımıdır.” dedik. “Şimdi bizler için geçmişe bir tövbe, istiğfar gerekir; bugüne bir duruş, geleceğe bir plânlama gerekir.” dedik. Bu minvalde her gün ama her gün çalıştık. Aksâ Tûfanı’nın onurunu, nurunu paylaştık Çalışmalarımız bizi hiç tatmin etmese de… Çünkü savaşın muadili bir şeyler yapamadık!

Ateşkes süreci, teyakkuz hâlinde çalışacağımız bir süreç olmalı. Şu anda Direniş güçlerinin ve halkın sahada kazandığı şeyler masada kaybettirilmeye çalışılıyor. Bugün Mısır zirvesi var. Kurtlar sofrası kuruldu. Gazze’de barış, güvenlik adı altında ABD ve işbirlikçileri oraya yerleşmek istiyor. Bu plânların farkında olup karşısında durmaya devam etmeliyiz.

Yaptığımız çalışmalar; Gazze’ye yardım ve destek değil, kendi kulluk sorumluluğumuzdur!

Zîrâ Gazze bilinci, kıble bilinci; kıble bilinci de yön bilincidir. Aksâ’nın gösterdiği yön, hayatın sahibi Allah’a teslimiyet yani tevhid bilincidir. Aksâ Tûfânı, bir hak-batıl savaşı… Safları netleştirme, saflaştırma ve sıkılaştırma zamanıdır! Ateşkeste bunu daha iyi yapabiliriz, yapmalıyız.

Sadece ateşkes oldu yoksa İsrail yerinde durmuyor. Mescid-i Aksâ işgal altında, bütün Filistin işgal altında! Aksâ Tûfânı; izzetli, onurlu halkların özgürlük sevdasını, direnişi şu kirli dünyaya gösterdi. Ona selam olsun!

Savaş devam ederken bir gün o kadar üzüldüm ki çaresiz kaldım. “Allah’ım, üzüntüden hasta olsam, ateşim yükselip ölsem, acaba sen beni affeder misin?” dedim. Tekrar bu duruma düşmemek için plânlama içindeyiz. İnşallah daha çok çalışacağız. Aksâ Tûfânı’na şükranlarımızı sunuyor ve Allah’a hamd, peygambere salat ediyoruz.

Tıklayın, yorumlayın
5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Dr. Ertuğrul Zengin ile İslam Düşüncesi Atölyesinin İkinci Programı Yapıldı

Yayınlanma:

-

Özgür Yazarlar Birliğinin tertip ettiği “Dr. Ertuğrul Zengin ile İslam Düşüncesi Atölyesi”nin ikinci programı 30 Kasım 2025 pazar günü yapıldı.

Atölyenin ikinci programında Dr. Abdülkerim Süruş’un “Maximum & Minimum Din” kitabı müzakere edildi. Kitabın ele tartıştığı hususları kritik eden Dr. Ertuğrul Zengin’den sonra söz alan katılımcılarla atölye devam etti.

Program, iki bölüm hâlinde video kayıtlarından takip edilebilir.

İkinci bölüm: 

Devamını Okuyun

Haberler

BM Güvenlik Konseyinin Gazze Plânını Onaylaması, Üsküdar’da Protesto Edildi

Yayınlanma:

-

BM Güvenlik Konseyinin, ABD başkanı Trump’ın Gazze plânını onaylaması 30 Kasım 2025 Pazar günü Üsküdar’da Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB tarafından düzenlenen bir eylemle protesto edildi. Mimar Sinan Meydanında yapılan eylemde, plâna destek veren pek çok devlet işbirlikçilik ve ihanetle suçlandı.

Eylem boyunca “Katil İsrail Filistin’den Defol, Yaşasın Gazze Direnişimiz, Yaşasın Küresel İntifada, Katil ABD Ortadoğu’dan Defol, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, Soykırıma Değil Direnişe Destek Ol, BM Terör Örgütü, BM Kararı İşgal Yasası, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, Direniş Sürüyor İntifada Büyüyor sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Cahit Erdem Örs’ün okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde: 

Bismillâhirrahmânirrahîm

BM Güvenlik Konseyinin ABD başkanı Trump’ın Gazze plânını onaylaması, egemen dünya düzeninin ve İsrail’in tarihî rolünün ne manaya geldiği hususunda son derece açıklayıcı bir hamle olarak kayıtlara geçmiştir.

Sabit “beşli çete” ve onlara, dönemsel değişimlerle eklemlenen 10 üye ile egemen dünya düzeninin kirli işlerini plân ve onaylama makamı olan BM Güvenlik Konseyi, “Dünya beşten büyüktür!” propagandasının da hamasetten öte bir şey olmadığını bir kez daha göstermiştir. Şarm’uş-Şeyh’teki Trump şarlatanlığının şovuna koşa koşa gidenlerin yukarıdaki propagatif söylemlerinde ne kadar samimiyetsiz oldukları yine kanıtlanmıştır.

Filistin’i vaktiyle Siyonist şebekeye peşkeş çeken BM, şimdi de Gazze’yi egemen dünya düzeninin inisiyatifine terk ediyor. Yirminci yüzyılın başındaki allı pullu “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” söylemleriyle arz-ı endâm eden egemenler, emperyalizmin Batı Asya’ya, İslam dünyasına açılan kapısını tutmak söz konusu olunca birinci elden operasyon çekiyorlar. Bu tutum elbette egemen aktörlerce ihdas edilen BM’nin karakterine de son derece uygundur, onun kuruluş amacına yakışmıştır!

İslam dünyasındaki diğer pek çok işbirlikçi rejimin yanı sıra Türkiye de Trump şarlatanlığının ortağı olarak bu plânın arkasında duruyor. Artık bunlardan bahsetmek lüzûmsuzlaşsa da dindarlığın mukaddesatçı kanadından gelen iktidara dahil olan İslamcı çevrelerin bitmek tükenmek bilmeyen aşınma sürecine eklenen yeni bir halkayla karşı karşıya olduğumuzu da belirtmeden duramayacağız.

BM’nin egemen dünya düzeni bahsindeki rolü, onu çekip çeviren baş aktörlerin niyet ve icraatları açıktır, değişmez. Birtakım ayartmalarla o işleyişe dahil olanların ezilen halkların, özgürleşmeye çalışan mazlum ve mustazaf coğrafyaların layıkıyla yanlarında durmaları söz konusu bile edilemez. Gazze’yi imha etmeye ayarlı soykırım savaşı, emperyalist-Siyonist kuşatmaya peşinen itiraz eden Aksâ Tûfânı’nın arkasında yatan temel gerekçenin anlaşılmasını kısmen engellemiş olabilir. Filistin; emperyalizmin “koçbaşısı” olarak vâr ettiği İsrail sûretinde İslam halkları yoğunluklu Batı Asya’ya geçmek durumunda olduğu “kapı” ise Direniş, o kapıyı, o geçidi tutma sorumluluğu ile hareket etmiştir/etmektedir. Bir halk, bir asrı geçkin bu tarihsel misyon için bedel ödedi. Emperyalistlerin son enerji hatları projelerinin Gazze’ye ulaşıp Akdeniz’de vanalanma arzuları, Filistin’in tümden yıkımı ile İslam coğrafyasının mutlak talanını hedeflediği için son ve büyük bir hurûç “Aksâ Tûfânı” ismiyle tarih sahnesinde şaşılası bir bedenlenme olarak sahneye çıktı.

Köleliğe çektiği kılıcı, isyan sancağını korkusuzca yükselten Direniş, belki yanında bulmayı ümit ettiklerini Şarm’uş-Şeyh’te şarlatanlık halkasında sıralanmışlar olarak bir kez daha gördü ama çok şükür ki mutlak zaferin Allah katında ve nihâî olarak âhirette olduğuna herkesten çok iman etmiş bir itminana sahiptir.

Trump tarafından sunularak BM Güvenlik Konseyinde oylamaya çıkarılan sözüm ona “barış” plânı, direnenlere verilmek istenen bir köleleştirme tehdidi olarak okunmalıdır. “İki devletli çözüm” tuzağını alenen dillendirerek Direniş’i uzun vadede mahkûm edecek işbirlikçi rejimlerin desteği, kuşatmanın “olmazsa olmaz” lojistiği olarak hizmet görmüştür/görmektedir.

Gazze’de işgal ve soykırım, sözüm ona barış süreci ile yavaşlamış görünse de bombalamalar tacizler ve plânlı kıtlığın yarattığı insanî kriz sürüyor. Bütün dünyaya umut olan Gazze’deki direnişi ezemeyen işgal güçleri şimdi de Direniş’i silahsızlandırmayı ve Gazze’yi diplomasi masasında teslim almayı amaçlıyor.

Gazze için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen son plân, “istikrar” ve “yeniden inşa” söylemleriyle sunulsa da gerçekte bölgeyi sömürgeleştirme sürecinin kurumsallaştırılması anlamına gelen emperyalist bir müdahaledir. Bu plânı Filistin halkının iradesi adına konuşuyormuş gibi onaylayan devletler -Türkiye dâhil- Gazze’nin söz hakkını değil, ABD’nin ve Siyonistlerin bölgesel çıkarlarını esas almaktadır. Hâlbuki Direniş, bu tasfiye mekanizmasını açıkça reddetmiştir.

Bugün Gazze’de İsrail’in sistematik saldırıları, toplu açlık, kıtlık ve kuşatma tüm ağırlığıyla sürerken insanların en temel yaşama hakkı bile gasp edilmektedir. Bu koşullarda saldırganı aklayan her uluslararası hamle, yalnızca politik bir tercih değil, devam eden soykırıma verilen açık fiilî bir destektir. Dahası, bugün Gazze için meşrulaştırılmak istenen bu müdahale, yarın herhangi bir ülkenin kaderine emperyalistlerin el koyabilmesi için bir hukukî zemini yaratmaktadır. Gazze’de kurulan bu vesayet düzenine itiraz edilmezse bugün yaşananların yarın başka halklar için de “uluslararası meşruiyet” adı altında dayatılmasının önüne geçilemeyeceği açıktır.

Bu çerçevede Türkiye’nin Filistin meselesine ilişkin uluslararası süreçlerde aldığı pozisyon, yalnızca pasiflik ya da yetersizlik olarak değil, süregelen işbirlikçi çizgisini daha da pekiştiren bir tercih olarak karşımıza çıkmaktadır. Gazze’de aylardır süren İsrail’in plânlı, örgütlü ve kastî yıkım operasyonları devam ederken bölgesel ve küresel güçlerin bu saldırganlığa meşruiyet kazandıran tutumları, Siyonizm’in tarafında yer aldıkları gerçeğini pekiştirmektedir. Bu tablo içinde Türkiye’nin müdahil olduğu süreçler ve emperyalist-Siyonist plâna Trump’ın da övgüsünü alan desteği, işbirlikçiliğin yeni halkalarıdır!

Mezkûr plânlamalar, Gazze’nin geleceğini Filistin halkının değil dış güçlerin belirleyeceği bir vesayet rejimine teslim etmeyi hedeflemektedir. Bölgenin Direniş güçlerinden arındırılması, sınırların uluslararası güçlere devri ve Filistin’in siyasi statüsünün belirsizliğe itilmesi, Filistin halkının iradesinin açık gaspıdır. Bu düzen, saldırgan devlete meşruiyet kazandırmakta ve saldırıları bir “güvenlik” ihtiyacı olarak sunan söylemleri güçlendirmektedir. Üstelik bu süreç, yalnızca ABD-İsrail ekseninde değil, İslam dünyasındaki işbirlikçi rejimlerin gönüllü onayıyla yürütülmektedir.

Türkiye’nin bu süreçteki rolü, kimi çevrelerce “arabuluculuk” adıyla pazarlanmaya çalışılsa da aslında Filistin direnişini hedef alan uluslararası tasfiyenin bir parçası olarak işlev görmektedir. Türkiye’nin bu süreçteki pozisyonu; kamuoyunun tepkisini esas alan bir değerlendirmeyle değil ancak ülkenin uzun süredir izlediği işbirlikçilik ve teslimiyet zincirine yeni bir halka eklemesi olarak anlaşılmalıdır.

Değerli arkadaşlar,

Gazze’de yaşananlar hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği açık bir soykırımdır. Bu, İsrail’in devlet örgütlenmesi eliyle yürüttüğü sistematik katliam, imha ve kuşatma operasyonudur. Sağlık altyapısının yok edilmesi, sivillerin hedef alınması, evlerin, okulların, kampların bombalanması, plânlı bir askerî şiddettir. Bu saldırgan Siyonist çete ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sürdüren her devlet, bu suçun ortağıdır.

Türkiye ise saldırıları durdurmak için hiçbir bağlayıcı adım atmamakla kalmamış; İsrail’le diplomatik, ekonomik ve stratejik ilişkilerini tamamen kesmeyerek saldırgan devlete uluslararası baskı oluşturulmasının önüne geçen aktörlerden biri olmuştur. Bu tavır, Türkiye’yi sürecin “zımnî” bile değil, apaçık ortağı hâline getirmektedir.

Bugün yapılması gereken bellidir: Türkiye, işbirlikçi pozisyonunu tahkim eden bütün platformlardan çekilmeli; İsrail’e karşı kapsamlı siyasi, ekonomik ve stratejik yaptırımlar uygulamalı; başta petrol sevkiyatı olmak üzere tüm ilişkileri kesmeli ve Filistin halkının direnme hakkını hamaset yapmadan somut adımlar ile savunmalıdır. Bu adımlar ertelenemez, ertelendikçe işlenen suça ortaklık derinleşmektedir.

Bu süreç yalnızca bölgesel dengeleri değil, kimlerin saldırganın yanında durduğu, kimlerin direnen halklarla dayanışma gösterdiği sorusuna verilen cevabı da belirlemektedir. Gazze’nin teslimiyete zorlandığı bu tarihsel anda Türkiye’nin mevcut tutumu, politik bir yanlışlığın ötesinde, açık bir ihanet pratiği olarak kaydedilmektedir.

Değerli Filistin dostları,

Filistin halkının direnişi meşrudur ve sürmektedir. Hiçbir istikrar gücü, hiçbir diplomatik manevra, hiçbir uluslararası plân bu hakikati ortadan kaldıramaz. Gazze’nin yıkıntılarından yükselen ses açıktır: “Teslim olmayacağız! İrademizin gasp edilmesine izin vermeyeceğiz!”

Bilinmelidir ki bu sese sırtını dönen herkes, insanlığın adalet talebini de görmezden gelmektedir!

Bütün bu tablo karşısında çağrımız nettir:

  • Filistin’i kuşatan uluslararası mekanizmalara ortak olmayın!
  • İsrail’le tüm ilişkileri kesin!
  • Petrol sevkiyatını ve limanlardan İsrail’e giden her gemiyi durdurun!
  • Saldırganı yaptırımsız bırakan bir “barış”tan söz etmeyin!
  • Direniş’i silahsızlandırmayı ve tasfiye etmeyi hedefleyen hiçbir plânın parçası olmayın!

Bu çağrıyı Türkiye dahil tüm bölge iktidarlarını açık bir uyarı olarak yükseltiyoruz: Direnen bir halkla dayanışmaya herhangi bir gerekçe ile yanaşmazsanız gün gelecek bu işbirlikçi tutumunuzun sonuçlarıyla yüzleşeceksiniz

Tarih, bu süreçte kimlerin ABD emperyalizmi ve Siyonist çete ile yan yana durduğunu, kimlerin direnenlerle omuz omuza yürüdüğünü kaydetmeye devam edecektir.

Yaşasın Küresel İntifada, Yaşasın Direniş!

Nehirsen Denize Özgür Filistin!

Haber: Şilan Deniz

Devamını Okuyun

Haberler

Yazarımız Mehmet Ali Başaran’ın “272” Adlı Romanı Yayımlandı

Yayınlanma:

-

2015 yılından bu yana, başta çocuklar olmak üzere her yaş yaştan okuru içine alan eğlenceli kitaplar yayımlayan sitemiz yazar ve editörlerinden avukat Mehmet Ali Başaran, bu defa bir romanla çıktı okuyucularının karşısına.

KDY bünyesinde yayımlanan “272” adlı roman, “Şüpheli Bir Ölüm Üzerine Kovuşturma” alt başlığını taşıyor.

Daha önce “Ceza Hikâyeleri/Bir Ceza Avukatının Anıları” ile hukuk ve edebiyatın kesiştiği alanda kalem oynatan Başaran, bu defa daha uzun soluklu bir anlatımla metnini derinleştiriyor.

“272”, Murat Kurtuldu’nun kapak tasarımı ve şair-yazar Ahmet Örs’ün arka kapak yazısı ile selamlıyor okurlarını:

“Mehmet Ali Başaran; insanı kalbinden ve zihninden birlikte yakalayıveren üslûbuyla mülteciliğin, sahipsizliğin, gurbetin, polisiyenin, hukûkun ve elbette vicdanın birbirine değen hatlarında gezinen bir eserle çıkıyor okuyanlarının karşısına.

Edebiyatı, insanı ve hayatı tanımakta eşsiz bir imkân olarak benimsemiş bir avukat olan yazarın yurtlarından uzak bir şehirde gölge gibi hayatlara sürgün edilen bir genç kızla onun ailesinin sır dolu bir ölümle alt üst olan hayatlarını belli belirsiz ipuçlarını takip ederek vicdana, ruhsuz ve sorumsuz bürokrasiye, hassasiyetini önemli ölçüde yitirmiş toplumsal alakaya çarpa çarpa ilerleyen sarsıcı bir anlatı bu!

272, hakikati deşelemekten vazgeçmeyen yazarın artık hayatta olmayan karakteriyle tek taraflı konuşmasıyla ete kemiğe bürünürken okuyanları çaresizliğin kıyısına getirip bırakıyor ve bütün herkesi çok boyutlu tarihsel bir âna nefessiz tanıklığa çağırıyor.”

“272”, Kitapyurdu kitap satış sitesinden temin edilebilir.

Mehmet Ali Başaran kimdir?

272, Ufak Tefek Şeyler, Sevimli Türkçe Sözlük, Kelebek Ve Arı, Ceza Hikâyeleri, Kuzularla Saklambaç, Nasreddin Hoca’nın Bisikleti ve Gazete Okuyan Tavuk kitaplarının yazarı. Yusuf, Dua ve Nehir’in babası. 1983 doğumlu avukat.

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x