Connect with us

Köşe Yazıları

12 Eylül Dipdiri

Yayınlanma:

-

12 Eylül, temel hedefleri itibariyle canlılığını koruyor.

12 Eylül askeri darbesinin egemen dünya düzenini yerelde tahkim eden rolü yıllar içinde daha iyi anlaşıldı. Asker-sivil koalisyonuyla darbe süreci kurucu rolünün hakkını vermiş, hedeflerini uzun yıllara yayılan başarısıyla gerçekleştirerek enteresan bir tarihsel aşama örneği sunmuştur.

Tanzimat Fermanı ile küresel kapitalizme dâhil olma kararı veren Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti arasındaki kesiksiz akış, onarıcı darbelerle tehlikelerden azade kılınmıştır. Azgın sermayenin önündeki bilumum engelin kaldırıldığı neoliberal aşamasıyla kapitalizm, bâkir coğrafyalara dizginlerinden boşanan bir hız ve ihtirasla dalmıştır.

Şili’deki Pinochet darbesinin tıpkı basım benzer bir örneği olarak gerçekleşen 12 Eylül darbesi, yakın dönemlerinde bütün dünyada gerçekleşen neoliberal dönüşümün yereldeki kolaylayıcısıydı. Kapitalizmin krizini aşmayı hedefleyen 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesi mevcut koşullarda mümkün olmadığından sert bir yönetim ihtiyacına cevap olarak askeri darbe geldi.

12 Eylül’ün kapitalizmi himayesi iki koldan gerçekleşmiştir. Yükselen işçi hareketleri hedef alınmış, sendikal mücadele ve sosyalist örgütlenmeler baskılanıp önemli ölçüde dağıtılmıştır. Sol-sosyalist çizgi, 12 Eylül’de aldığı darbenin tesirinden hâlâ kurtulabilmiş değildir. Neredeyse bütün dünyada eş dönemli olarak gerçekleşen neoliberal saldırı[1] farklı coğrafyalarda benzer sonuçlar doğurmuştur.

24 Ocak kararlarının açtığı yarık giderek büyümüş, halkı ve coğrafyasıyla bütün bir ülkeyi yoksulluk ve yağma düzenine teslim etmiştir. Kim ne derse desin 24 Ocak-12 Eylül hattının şampiyonu 22 yıllık AKP iktidarıdır. Her ne kadar Turgut Özal’ın önce 24 Ocak kararlarını ilan eden hükümetin program hazırlayıcısı sonra da kararları sert bir şekilde uygulayan darbe hükümetinin başbakan yardımcısı olarak başlayan ve Anavatan Partisi ile iktidar olarak süren yaldızlı imajının dönemsel popülaritesinden bahsedilebilirse de istikrarlı hükümetler kuran AKP’nin 24 Ocak kararlarının ruhuna iman etmiş yaygın ve kalıcı neoliberal politikalarının eline kimse su dökemez!

Neoliberal saldırganlığın Türkiye özelindeki başarısı ancak bazı siyasal, kültürel, dini ve sosyolojik müdahalelerle mümkün olabilirdi.

12 Eylül darbesinin önemli ölçüde yenilgiye uğrattığı sol-sosyalist hareketlerin yerine Türk-İslam sentezinin ikame edilmesini isteyen rejim, bu doğrultuda bütün imkânlarını seferber etti. En nihayetinde Türkiye bir NATO üyesiydi ve kapitalist blok için kaybı göze alınamayacak değerdeydi. Hele de İran’da hemen kısa bir süre önce İslam devrimi gerçekleşmişken!

Kapitalist blok hem dünyada hem de Türkiye’de sosyalist hareketleri ve devletleri/paktları mağlup etmenin eşiğindeyken Batı Asya’da (Ortadoğu’da) önemli bir üssünü kaybetmişti. Ayetullah Humeynî önderliğinde gerçekleşen İslam devrimi, bölgede yükselen diğer İslami hareketlerle birlikte NATO önderliğindeki Batı bloğunu ürkütmüştü. Bir taşla iki kuş vurmanın tam zamanı sayılabilirdi!

İslam’ın devrimci yükselişini Türk-İslam senteziyle bulandırıp engellemek için İslamizasyon politikalarını devlet imkân ve araçlarıyla devreye sokan 12 Eylül rejimi sosyalizm ve İslam tehlikesini birlikte savuşturmanın hesabını yapıyordu. Irak’ın İran’a saldırtılmasıyla kuşatılmak istenen İslam devriminden sonra Türkiye’de de serpilme emareleri gösteren tevhîdî yönelim mecrasından saptırıldı.

24 Ocak-12 Eylül hattının mütemmim cüzü olarak yapılan ve “terbiye süreci” olarak değerlendirdiğimiz 28 Şubat[2] darbesinin doğurduğu AKP iktidarının Şili’ye benzer biçimde ironik “12 Eylül’le hesaplaşma” muhabbeti, hakikati perdeleme çabasından başka bir amaç gütmemiştir.

Başörtüsü yasağı üzerine gelen ve kapanan imam-hatip okullarının açılmasıyla dindar kitlelerin gönlünü fethederek düzen adına rıza üreten AKP iktidarı, NATO’dan ve küresel sermayeden yana tutumunu neredeyse engelsiz bir şekilde fiiliyata geçirdi. Irak işgaline yol veren, Libya’dan Afganistan’a, Suriye’den Filistin’e kadar egemen dünya düzeni saflarında yer alan AKP iktidarı bütün bunlara paralel biçimde ülkeyi baştan başa sermayenin talanına açmıştır.[3] Bir yandan TÜSİAD sermayesini kollayan AKP, diğer yandan kendine yakın çevreleri de ayrıca ihya etmiştir.[4] Vâr oluşsal pozisyon olarak da emek mücadelesinin tam karşısında konumlanmıştır. Bunun en somut örneği OHAL koşullarında yasaklanan grevlerdir.[5]

Cumhur ittifakı ile Türk-İslam sentezini icraya olan gönüllülüğünü kanıtlayan AKP iktidarı, ideolojik referansı olarak da Necip Fazıl çizgisini[6] türlü vesilelerle öne çıkardı, İslam’ın devrimci mesajının Batı Asya’daki ilerleyişine set çekmekten imtina etmedi. Kemalizm’in sembol ve ritüellerine teslimiyete, içi boşaltılan bir kısım İslami semboller için itiraz etmeyen;[7] II. Abdülhamit’ten bu yana benimsenmiş dış politika olan denge siyasetiyle ayakta kalmaya çalışan ve bu yolla iyice kimliksizleşerek küresel güçlerin iradesine teslim olan 22 yıllık iktidarın 12 Eylül’ün şampiyonu olmadığını kim reddedebilir!

15 Temmuz’dan bu yana yükseltilen şovenist dalganın gizlediği yağma Anadolu’nun her bir köşesine ulaşmış, delik deşik etmediği yer bırakmamıştır. Sermayenin önündeki engelleri kaldırmanın programı olan 24 Ocak, 12 Eylül darbesinden güç almasaydı bile son 22 yıllık iklimde pekâlâ çok daha güçlü bir şekilde uygulanabilirdi.[8] Kırsalın boşaltılarak küçük köylülüğün yok edilmesiyle beraber büyükşehir yasasıyla beraber iptal edilen köy statüleri, mera ve ormanların 2-B gibi yasalar yardımıyla sermayeye devrini hızlandırdı[9] ve bunlar kamulaştırma kanunları marifetiyle cılız gösterilerin rağmına sert bir şekilde gerçekleştirildi.

Türkiye’nin Çin modeli vizyonuyla[10] ucuz işçi cenneti olması resmi politika olarak savunuldu, bunun için asgari ücret genel geçer ücret hâline getirildi. Yoksul kitlelerin, emekçi sınıfların haysiyetleri[11] hedef alınarak devrimci hareketlerin boy vermesi 12 Eylül’ün şampiyonları tarafından baştan engellenmek istendi.

12 Eylül’ün zulümleriyle büyüyen Kürt meselesi, yasaklarla boğuşan İslami çevrelerin yaşadığı aldatma tecrübelerine maruz kalarak sistem içine çekilme sürecinin bir benzerini yaşadığı söylenebilir: Çözüme kavuşturuluyormuş gibi yapılan pek çok meselenin şiddet-rıza sarmalında sistem içine çekilerek sönümlendirilmesi ve egemen şoven sistemin söyleminin pekiştirilmesi[12] yine AKP’nin marifetli politikalarıyla mümkün oldu.

Eğitimde, kerameti kendinden menkul 12 Eylül ruhuyla uygun erdem-değer modeliyle Avrupa Yeterlilikler Çerçevesini esas kabul eden Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi[13] üzerinden kapitalizmle bütünleşerek küresel sermayenin iş gücü ihtiyacı amacını birleştirerek Protestan ahlâkını mücessem hâle getirmeyi amaçlamıştır. Böylece 12 Eylül’ün en başarılı uygulayıcısı olma sıfatını hak etmiştir.

 

[1] Neoliberalizm: Muhalif Bir Seçki; Alfredo Saad-Filho Deborah Johnston; Yordam Kitap

[2] Bir Terbiye Süreci Olarak 28 Şubat, Ahmet Örs; https://www.tasfiyedergisi.net/bir-terbiye-sureci-olarak-28-subat/

[3] Türkiye Maden Ruhsatlarının Tehdidi Altında: 24 İlde 20 Bine Yakın Maden Ruhsatı: https://www.tema.org.tr/basin-odasi/basin-bultenleri/turkiye-maden-ruhsatlarinin-tehdidi-altinda

[4] Neoliberalizm, İslamcı Sermayenin Yükselişi ve AKP, Erol Balkan-Neşecan Balkan-Ahmet Öncü; Yordam Kitap

[5]Erdoğan: Greve tevessül etmek isteyen işçilere OHAL ile müdahale ettik; https://www.evrensel.net/haber/350636/erdogan-greve-tevessul-etmek-isteyen-iscilere-ohal-ile-mudahale-ettik

[6] Necip Fazıl Ödülleri; https://www.necipfazilodulleri.com/

[7] Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi, Cihan Tuğal; Koç Üni. Yay.

[8] Alevler değil, bir imza yok etti; https://www.birgun.net/haber/alevler-degil-bir-imza-yok-etti-540949

[9] Toprakları Kapatmak: Kamu Arazilerinin Özelleştirilmesi, Melek Mutioğlu Özkesen; İletişim Yay.

[10] Erdoğan ekonomide yol haritasını anlattı: Çin de böyle büyüdü; https://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogan-ekonomide-yol-haritasini-anlatti-cin-de-boyle-buyudu-41952854

[11] Ekmek ve Haysiyet Mücadelesi: Günümüz Türkiye’sinde Üç İşçi Hareketinin Etnografisi, Alpkan Birelma; İletişim Yay.

[12] Türklük Sözleşmesi: Oluşumu, İşleyişi ve Krizi, Barış Ünlü; Dipnot Yay.

[13] Müfredat Taslağı Yeni Sıfatını Hak Etmiyor: https://www.egitimilkesen.org/mufredat-taslagi-yeni-sifatini-hak-etmiyor/

 

8 Şubat 1974’te Niksar’da doğdu. Niksar İmam-Hatip Lisesi’nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Kurucu ve yöneticilerinden olduğu TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen bünyelerinde yer almakta ve 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye edebiyat-düşünce dergisinin editörlüğünü yürütmektedir. 2020 yılında kurulan YeniPencere.com sitesinde editörlük ve yazarlık çalışmalarını sürdürmekte ve 1996’dan bu yana edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Eserleri: Yüzümüzü Ağartan (öykü, 2006), İlim Yayma’nın Penceresi (anı, 2012), Kar Kesilen (öykü, 2020), Kiralık Meydan (öykü, 2020), Ferhat’ın Şemsiyeleri (öykü, 2020), Halkada Duranlara (şiir, 2022)

Köşe Yazıları

YouTube Ne Tarz Şiddet Sever?

Yayınlanma:

-

2020 yılında yayın hayatına başlayan haber ve analiz sitemiz Yenipencere’nin YouTube kanalı bu ay içinde kapatıldı. Haberlerimize kaynaklık ve eşlik eden video kayıtları ortadan kaldırıldı.

Bu haberi okuyucularımıza duyuruyor, teyit ediyoruz.

Bu zalimce karara itiraz ettik. Bize iletilen yanıt şu oldu:

“Kanalınızı dikkatlice inceledik ve yasa dışı şiddet örgütleri politikası hükümlerini ihlal ettiğini doğruladık. Son derece üzücü bir gelişme olduğunun farkında olmakla birlikte, YouTube’u herkes açısından güvenli bir platform hâline getirmek için çalıştığımızı hatırlatmak isteriz.
Kanalınız, YouTube’da yeniden etkinleştirilmeyecek.”

Karar kendi içinde tutarlı olsa bile hukukun en temel ilkelerinden nasibini almamış. Kanalda onlarca yayın var, bunlardan, son yıl içinde İsrail soykırımına karşı durmaya çağrı niteliğindeki hangisi veya hangileri sakıncalı bulunmuş (ağırınıza gitmiş) ise onların yayından kaldırılması gerekir. Hangi devlet bir suçlu için tüm sülaleyi hapse atıyor?

7 Ekim 2023 sonrasında siyonazi terörünün yol açtığı soykırıma karşı direnişin yanında duran pek çok kişi ve kuruluşun başına gelen bir sansür bu. İlk değil, son da olmayacak.

Bu bir savaş ve biz bu savaşta açıkça tarafız. Bir tarafta büyük şeytan ABD ve başta İsrail olmak üzere taşeronları: yeryüzünü ifsad edenler, diğer tarafta işgal, terör ve soykırıma “dur” diyen ve “meşru müdafaa” hakkını kullananlar.

İşgal, terör ve soykırımla sadece Gazze’de son bir yılda çoğu bebek, çocuk ve kadın 50 Binden fazla insanı katledenler “yasa içi” (meşru) şiddet uyguladıkları için olsa gerek, onlara karşı çıkanlar (hayatı, yaşamı, insan haklarını, insan onurunu korumak isteyenler… bizler) “yasa dışı” şiddet örgütlerini desteklemiş oluyoruz.

Haklısınız, kurt yapar bu taksimi kuzulara şah olsa.

Kusura bakmayın ama mazlum halklar kitleler halinde sessiz sedasız ölüp gömülerek ülkelerini siz hırsızlara teslim etmiyorlar diye özür dilemeyecekler!

Dünya denilen bu geçici ikametgâhta bize ayrılan sürenin sonuna gelirken araçları amaç edinmeyeceğiz.

Karşı takıma bir gol attık diye kızıp -topu da alıp- giden çocuktan farkınız var. Siz çocuk değilsiniz. İşgal ve soykırım da oyun değil.

Top sizin olabilir, bize kelimeler yeter. (Haklı olana çok bile!)

Siyonazilerin bu üniformasız askerleri Bakara Suresi’nin 11 ve 12. ayetlerini akla getiriyorlar. Tanrıyı kıyamete zorladılar. Doğrusu ya, onlar için bu ne berbat bir ticaret, bu ne acı bir gelecek.

“Onlara “Yeryüzünde fesat yaymayın!” denildiğinde “Biz sadece ıslah edicileriz!” diye cevap verirler. Gerçekte onlar fesat saçan kimselerdir, ama bunu (kendileri de) idrak etmezler.”

Sorumuza herkes bir yanıt verebilir.

Ezilenlerin, katledilenlerin, “insansı hayvanların” kendi onurlarını, hayatlarını, yerlerini yurtlarını korumak için karşı çıkmaları “yasa dışı” bir şiddettir emperyalistler için. YouTube işte böyle bir şiddete karşı.

Seni çok iyi anlıyoruz YouTube. Sen ve senin gibileri tanıyoruz. Şaşırmıyoruz.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

küçük esnaflara çağrı

Yayınlanma:

-

İsrail’in Gazze’de 2 milyondan fazla insanı köşeye sıkıştırıp soykırıma maruz bırakmaya başlaması üzerinden aylar geçmişti.

İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği’nde 50’den fazla devletin başkanı toplaşıyor, çay çorba içip boş laflar eşliğinde olaysız dağılıyorlardı. Bu devletlerin İsrail’in karşısında dik duramayacak kadar çapsız, esir düşmüş veya menfaat düşkünü oldukları uzaydan dahi görünür hâle gelmişti.

Türkiye’de bir grup duyarlı insan 10 Mart 2024 tarihinden bu yana, en az iki haftada bir sokağa çıkıp yürüyüş ve basın açıklamaları ile kamuoyuna ve iktidara çağrıda bulunuyor.

Direniş Çadırı çağrısı ile 20’den fazla şehrin meydanlarında aynı saatlerde gerçekleştirilen eylemlerde İsrail’le ticaretin sonlandırılması, limanların ve hava sahasının İsrail’e kapatılması gibi talepler dillendiriliyor.

Hükümetten talebimiz, İsrail’e hiç değilse soykırım süresince destek olmaktan vazgeçmesi. Filistin’in yanında olamasa da hiç değilse İsrail’le arasına mesafe koyması. Mesela, Azerbaycan petrolünü soykırımcı işgal ordusuna taşımaktan vazgeçmesi, Bakü-Ceyhan Boru Hattının vanasını İsrail’e kapatması. İşgali geçtik, hiç değilse soykırım ateşi sönene dek!

Türkiye’yi yöneten iktidar yalan dolanla hem ticareti hem petrol sevkiyatını sürdürüyor ne yazık ki.

Bizi tanıyanların gayet iyi bildiği gerçekleri tarihe tanıklık için kaleme alıyorum. Bundan 100 yıl sonra hangi gerçeklerin nasıl ve ne derece yamultulacağını veya ortadan kaldırılacağını bilemeyiz. Bu esnada kıyıda köşede kalmış hangi kayıtların gerçekleri ortaya çıkaracağını kim bilebilir ki?

İnsan da tarih de sürprizlerle doludur. Bazı hakikatler kazılarda değil yazılarda ortaya çıkar. Söz uçar, yazık olur!

Zulme ortaklığın hikayesini herkes yazıyor, herkes görüyor! Onursuzluğun, zalimlerle işbirliğinin, balina leşi gibi ağır vebalin kokusu burunları kırıyor.

Direniş hattının, kefiyenin bir ipliğinin ucu kadar da olsa direnenlerin hikayeleri ise görülmüyor, gösterilmiyor, bilhassa gözlerden uzak tutuluyor.

Her ilde, her beldede uzaktan bakınca aynı, yakından bakınca başka başka hikayeler sökün ediyor. Hikâyenin hası ara sokaklarda, ayrıntılarda kendini ele veriyor çoğu zaman.

Trabzon’da hâlihazırda beş yerel gazete çıkıyor günlük. Daha fazla sayıda internet sitesi de bu şehirde olan biteni 1 milyonu bulmayan nüfusuna haber ediyor. Türkiye’de Trabzon nüfusuna kayıtlı ortalama 1.5 milyon insan olduğu varsayılıyor.

Yerel basın 1.5 milyon insana Trabzon’la ilgili haberleri ulaştırmak için görev yapıyor diyebiliriz burada. Coğrafya gereği küçük bir şehir merkezine sahip Trabzon. Meydan Parkı ve etrafı bir km’lik bir alandan ibaret.

Valilik, Belediye Binası, PTT, Polis Merkezleri, Basın kuruluşları, parti merkezleri, sözüm ona sivil toplum kuruluşları ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanlığı, hepsi bir arada, daracık sayılacak bir alanda bulunuyor.

Bu alanın merkezinde, pek çok defa Ak Parti İl Başkanlığı önünde en az 20 sefer basın açıklaması yaptık geride kalan 9 ayda, ortalama 40-50 kişiyle. Konu dünyanın gündeminde: Kapı komşumuz, insan ve din kardeşlerimiz Filistinlilerin maruz kaldığı malum soykırım.

Beş gazeteden yalnızca biri çağrımızın, talebimizin, eylemimizin haber değeri taşıdığına ikna oldu. Günebakış adındaki gazetenin sahibi ile görüştüğümüzde “Filistin konusunda duyarlı olduğunu” ifade etmişti.

Direniş Çadırı çağrı ve eylemleri birilerini rahatsız etmişti. Bu birileri, gazete sahibine bizimle ilgili iftiraları taşımaktan geri durmamıştı. Ne var ki gazete, iftira ve taşıyıcılara itibar etmemişti. Biraz baskı da gelse, bunu göğüslemişti. Ta ki Hamas’ın tarihi “7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu”nun birinci yıl dönümüne dek.  Biz de dünyanın dört bir yanında olduğu gibi sokağa çıkmış ve soykırıma karşı duruşumuzu ortaya koymuştuk.

7 Ekim 2024 tarihli eylemimizin haberinden sonra şehirdeki tek sesimiz de kesildi. Günebakış o tarihten sonraki bir buçuk ayda gerçekleştirdiğimiz üç yürüyüş ve eylemi de görmedi, göstermedi. Şehrin tüm ışıkları kesilmişti artık! (Bir avuç insanın cep telefonlarının ışığı kaldı kala kala!)

Önümüzde cevap bekleyen sorular var:

Bizimle ilgili, kapalı kapılar ardında, WhatsApp gruplarında, kuytu köşede, “çucu-bucu” olduğumuza yönelik iftiralar mı etkili oldu?

Birileri şehirdeki tek “basın kuruluşumuz”u nasıl hizaya getirdi? Havuçla mı sopayla mı?

Tehdit mi rüşvet mi?

Kim bu birileri?

Filistin’i kırmızı çizgisi gören ve bunu da 7 aydan fazladır gösteren gazeteyi kim ne karşılığında susturdu?

Direniş Çadırı, İsrail’in Gazze’de giriştiği yakıcı soykırım ve işgal gündemi üzerine bir araya gelmiş duyarlı insanların inşallah yakın zamanda sona erdirecekleri açık, şeffaf bir çalışmadan ibaret.

Biz Trabzon’da kimliği ve kişiliği ile açık şekilde sözünü söyleyen beş kişilik bir istişare ekibinin çeperinde ufak bir grup insanız. Ticaret yapmıyoruz. Soykırım ve işgal altında inim inim inleyen mazlum bir halkın, o halkın onurlu evlatlarının sesini soluğunu, derdini tasasını taşıyoruz.

Siz kimsiniz, tam olarak bilemiyoruz lâkin kimlerin sesini soluğunu kesmeye gayretli olduğunuzu gayet iyi biliyoruz.

Allah şahit. Yazıyoruz ki, kayda geçsin, tarih de şahit olsun.

Bizim derdimiz siz küçük esnaflarınkinden kat kat büyüktür.

Biz yürüyüşümüze söz verdiğimiz üzere, söz verdiğimiz güzergâhta devam etmek istiyoruz. Mesele İsrail’den de siyonizmden de emperyalizmden de büyük.

Bizim Rabbimize verilmiş bir sözümüz var! Kusura bakmayın ve tezgâhınızı başka yere kurun.

Küçük esnafların sadece burada değil her devirde, her yerde yuvalandığı bilinen bir gerçek. Bu çağrımız onlara…

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Vicdani Ret Hakkında Konuşmalıyız

Yayınlanma:

-

Bir kitabın toplumsal olarak gündemimizi değiştirdiği günleri çoktan geride bırakmış olabiliriz. Kitaplar, kutsal olsun-olmasın, bireysel hayatlarımızdan da çekiliyor her geçen gün. İtiraf edelim, biraz fazla yavaş ve sakinler, çağa ayak uyduramıyorlar! (Çağ onlara ayak uyduracak artık.)

Yine de bir kitap hakkında konuşmak, durup düşünmenin en iyi yollarından biri, birincisi olmayı sürdürüyor.

Ercan Jan Aktaş’ın “Vicdani Ret ve Sosyo Politik Yaşama Etkileri” adlı yeni kitabı bize belli başlı yakıcı konular üzerinde düşünme fırsatları sunuyor.

Vicdani Ret, “zorunlu askerlik” denen modern köleliğe, ağır angaryaya karşı çıkmak gibi bir çerçeveye sığmayan anlamlar ihtiva ediyor.

Türkiye’de 1989 yılında ilk vicdani ret beyanının ortaya konulmasından sonra vicdani retçiler “savaş karşıtlığı” çatısı altında “barış için” bir araya geldiler.

Kavram, “Vicdan” ve “Reddetme” (hayır deme) bilinci üzerinde yükseliyor. Bir asker kaçağını, “el mahkûm” bedelli askeri, vicdani retçiden ayıran çizgiye; devlet, ordu-millet, milliyetçilik, militarizm, erkeklik gibi kavram ve algılar konuşlanmış vaziyette.

“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı” sorgulama teklifini başka bir açıdan idraklere sunarsak soru şu: Potansiyel bir askerden bir vicdani retçi yaratan rahatsızlık ve itirazları halının altına daha ne kadar süpürebiliz?

O halının altı, ki şiddet dolu. Cinayet dolu. Kadına, zayıfa, altta kalana, hayvanlara karşı şiddet dolu. Basına yansıyanlar yalnızca halının altından taşanlar.

Vicdani Ret hakkında konuşmalıyız.

Bugün dünyanın gözü önünde bir yılı geride bırakmış soykırımı ele alalım. İsrail’in Gazze’de sergilediği şiddetin, soykırımın bütün alametlerini gösterdiği bir zaman dilimindeyiz.

Mâlûm olduğu üzere İsrail, buldozerle özdeşleşmiş bir ordu-devlet, ordu-millet. Askerlik hem erkekler hem de kadınlar için zorunlu. Militarizmin ileri boyutlarda hayat bulduğu bu topluma yakından bakalım:

İsrail, kapalı bir toplum olduğu için tam isabet istatistik verememekle birlikte Vicdani Retçilerin oranı yüzde 1’in altındadır. Toplumdaki savaş (=İsrail işgali= terörü) karşıtlarının oranı yüzde 20’nin üzerinde değildir. Hâlihazırdaki soykırıma karşı olanların oranı iyimser tahminle bile yüzde 25’i geçmez.

İsrail sokaklarındaki hükümet karşıtı eylemler, motivasyonunu Filistinli bebeklerin, çocukların, masumların öldürülmesinden; binlerce, on binlerce defa öldürülmesinden ziyade İsrailli esirlerden, kayıplardan alıyor.

Sorun, İsrail sorunu değil Filistin sorunudur. Sorun İsrail devletinin kuruluş ve politikaları, kodları değil Netanyahu’nun yordam bilmezliğidir.

Merak ediyorum: İsrailliler de Filistinliler gibi (“insansı hayvan” değil) basbayağı, herkes gibi insan olduğuna göre, nasıl oldu da bu denli “çürük” vicdanlı olabildiler? Vergi, oy hatta kan ve can vererek doğrudan destek oldukları dehşetli şiddete, terör ve katliamlara, soykırıma vicdanları nasıl razı geliyor?

Ortalama bir İsrailli vicdanı nasıl oluşturuldu? Bir İsrailli rızası, hangi eğitim öğretim süreçlerinden geçirilerek imal edildi?

Bir bebekten bir soykırımcı yaratan karanlığın içinde gözleri kör eden sapık bir ırkçılık, devletçilik, şiddetsevicilik, militarizm ve tebaa ruhu var.  

Türkiye’nin İsrail’e keskin biçimde benzediği yönler olduğu gibi benzemediği yönler de var. Bu yönlerin takdirini okuyucuya bırakarak kelimelerden tasarruf ediyorum. Soykırım boyunca Türkiye’nin İsrail’e petrol sevk etmeye, ticaretiyle o aşağılık orduyu beslemeye hız kesmeden devam ettiğini hatırdan çıkartmadan…

Vicdani Ret bize, “Hayır!” deme bilinci için sorgulayan bir akla ihtiyaç duyduğumuzu öğretiyor. Sivil olmanın da itaatsiz olmanın da ekmek gibi, su gibi gerekli olabileceği yerleri, zamanları ve koşulları ifade ediyor. Sanılmasın ki Cassius Marcellus Clay’i Muhammed Ali yapan ve milyarlara sevdiren sadece bokstu!

Vicdani Ret, devletin çoğu zaman Allah’tan üstün tutulduğu bu topraklarda devlet gibi değil de insan gibi düşünmeyi telkin ediyor.

Savaşları, kapitalist savaş makinelerini durdurmayı ve barışın imkanlarını sonuna dek kovalamayı hedefliyor Vicdani Ret.

Kendini hukukla bağlamayan bir azınlığın aile şirketine dönüşen devlete yasayı, yasanın da üstünde olan değerleri hatırlatıyor vicdan; “dur” diyerek, “hayır” diyerek, reddederek!

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” anlayışı ile kendi zorunlu askerliğini değil, bir müessese olarak askerliği, bütün askerlikleri, bütün emir erliklerini tasfiye ederek yeryüzünü esenlik yurdu haline getirebilmeyi ülkü ediniyor Vicdani Ret. Gerçekçi değil bir rüyaysa da, olmayacak bir duaysa da, olsun, amin diyelim.

Habil-Kabil kıssasında Habil olmak çağrısı değilse nedir Vicdani Ret?

Bir hayat memat meselesi. Dünya durdukça lazım oldu ve olacak.

Devamını Okuyun

GÜNDEM