Connect with us

Videolar

Demokrasiden Medine Sözleşmesi’ne Yeni Bir Yönetim Modeli Arayışı 

Yayınlanma:

-

Özgür Yazarlar Birliği’nin pandemi arasından sonra düzenlediği ilk etkinliğin konuşmacısı “Demokrasiden Medine Sözleşmesine Yeni Bir Yönetim Modeli Arayışı” başlığı ile Ali Bulaç’tı.

Programdan notlar şu şekilde:

*Müslüman Dünyanın Krizi:
-Bütün Müslüman dünyası derece farkıyla da olsa bir kriz içinde. Bu İslam’ın değil Müslümanların krizi. Entelektüel, ahlaki ve sosyo-politik krizler…
-Fikri ve entelektüel krizi hikmet ile aşmak mümkün.
-Takvayı yeniden tanımlamakla ahlaki krizi aşmak mümkündür.
-Aslında sadece İslam dünyası değil tüm insanlar küresel bir kriz içinde: nüfus artışı, gıda, enerji kullanımı krizi… Ülkelerin anlaşmazlığı gibi bir sonuçla tüm dünyayı yok edecek bir nükleer tehdit söz konusu.
-Çin doktrinine göre tüm halkın refah içinde yaşaması mümkün değil. Belli bir kısmı refah içinde yaşar, geri kalan köledir.
-Taoizm’in temelinde sükûn vardır. Hâlbuki ekonomiye dayalı (iktisadi düzen) bir düzen durmaksızın bir hareketi ister. Budizm’de de ıstıraba dayalı bir düzen vardır. Bu da reddedilir.
-Tüketim, gösteriş ve teşhir kültürü baskın durumda. Yalancı mesih ve mehdiler ortaya çıkıyor. Dünyada 64 bin mesih ve peygamber var tımarhanelerde.
-Nüfusu durdurmaya çalışıyorlar: LGBT, ev hayvanları…
-Dünya nüfusu: %3 düşünen/tasarlayan, %13 yönetiyor, gerisi yalnızca yaşıyor (Ne Sosyalizm, ne Komünizm çözüm…)
-İslam dünyası 1 milyar 600/800 milyon. 56 ülke.
Siyasi rejimler:
*Dini monarşi
*Diktatörlükler
*Otokrat rejimler
Özgürlükler kısıtlı, kuvvetler birliği, bağımlı-güdümlü, yönetici ölünceye kadar başta…
-İslam dünyasının sosyal hayatı kutuplaşma hâlinde… Nepotizm yaygın. Ahlaki yozlaşma her şeyi içten içe çürütüyor. Kitleleri mahveden bir siyasi rejim… Çalışmaya bağlı olmayan zenginlik (petrol ülkeleri)… Hiçbiri tek başına ayakta kalabilecek durumda değil/dışarıya muhtaç. Ulusal mücadeleler had safhada(İran-Irak/Yemen)… Ülkeler küresel gücün himayesi altında, ancak böyle ayakta kalabiliyor.
-Eğer bir ülke İslami yönergelerle yönetilse kim daha İslami?
*Yeni Zelanda, İsveç, Hollanda, Kanada, Almanya, İngiltere… Arabistan, Türkiye son sıralarda.
-İslam dünyasında çatışmalar had safhada. Mezhepsel, etnik, yöneten-yönetilen, yoksul-zengin, laik-anti laik, kadın-erkek, mülteci-ulusal çatışmalar. Bunların elbette sebepleri var. Hakikatin tevellüdü (her grup hakikati kendi safhasına çekiyor, kendisinde biliyor: Vatan sevgisi) mutlakiyetçilik doğuruyor. Bunun sonucunda birbirimizle bile konuşamıyoruz, müzakere edemiyoruz. Dolayısıyla kendi aramızda sözleşme de yapamıyoruz. (Irak Saddam örneği. Kürt-Arap, Şii-Sünni) Ancak bizi bir tiran/bir mutlak ayakta tutabilir, o durumdayız.
-Gündelik dilimizde fark etmediğimiz kavramlar var. -> İmam-ı Azam Ebu Hanife, Şeyhul Ekber, Bediüzzaman Said Nursi vs.
Küçümsemek için değil fakat bizim onlara yüklediğimiz sıfatlarla onları mutlaklaştırıyoruz. Dolayısıyla kendimizi de.
-1789 Fransız “İhtilali” / Bolşevik “İhtilali” / İran’da “Devrim” -> halk devrimi
Fakat orada da mutlak bekleniyor. Verili şeyler aşılamıyor. “Milyonlarca insan orada “Kahrolsun Amerika!” diye bağırıyor. Fakat korkma. Çünkü Peugeot, Sony hâlâ yerinde.” Bu devrimde Şii (mezhep-milli) bir tarafa da çekilmek zorunda kalındı.
-(Müslüman buysa, ben yokum.) Deist-agnostik bir temayül oluştu. Hâkim sahne yüzünden. Bu çatışma derinleştikçe İslam’ın ortak düşmanıyla anlaşma yapılıyor. İran meselesinde Arabistan’ın İsrail tarafında yer alması gibi.
-Temel prensip iyilik ve takva olması gerekirken kötülük ve düşmanlık üzerine yaşıyor Müslümanlar.
-Müslümanlar yenilebilir, mağlup olabilir. Hz. Nuh “Mağlup oldum Allah’ım!” der. Bu yenilgi devanın çürük olduğu anlamına gelmez.
-Moğol ve Haçlılar karşısında iki büyük yenilgi yaşanıyor. Yeniden ayağa kalkıldı.
-Üçüncü büyük yenilgi 19. yüzyıl. Fakat bu sefer “Bu yenilginin sebebi dinimdir.” dediler, “Allah’ın izniyle ayağa kalkacağız!” denmedi.
-Sovyet sonrası pek çok ülke belli bir seviyeye gelirken sekiz İslam ülkesi hâlâ mafyatik davranıyor.

-Bu krizin sebebi, 56 ülkenin ortak suçu Müslümanlıktan mı kaynaklanıyor? Yoksa din anlayışından mı? Tarihi mirasımızdan mı kaynaklı? Muazzam bir batı uygarlığıyla karşı karşıya olduğumuz ve meydan okuyamadığımızdan mı kaynaklı? Ya da hepsinden biraz biraz. Fakat kesin olan şu ki bu durum devam ettirilemez!
-> Bu konuda neler yapılabilir?
*Kaynak birden fazla olsa bile çözüm tek, siyasettir.
Pozitif-> Kanuni
Negatif-> Terör, silahlanma
-Bizim için söz konusu olan pozitif siyasettir.
-Bazıları çıkış yolunu demokrasi olarak belirtiyor.
-Sünni ve Şii kaynaklar yardımcı olmuyor. Çünkü ikisi de ehlibeyt-Kureyş etnik meseleye indirgiyor. (halife-sultan-padişah-şah)
-Önemli bir bölümü demokrasi ile uzlaştırmalıyız diyor. Laik çevreler dini tamamen ortadan kaldıran bir anlayış sunuyor. Dindar muhafazakârlar ise ancak rejimi yozlaştırıyor. Ne İslami ne demokratik.
-Müslüman dünyası homojen değil. Müslüman müşrikler(uzlaşanlar)/mümin müslümanlar ayrımı yapıyor peygamber. (Hucurat Suresi/Bedeviler dediler ki biz iman ettik. Siz iman ettik demeyin…)

TESEV araştırmasına göre Türkiye’de ancak %20’lik kesim şeriat istiyor. (hırsızın eli kesilsin deyince %4’e iniyor.)
-Bir de gayrimüslimler var. Onlar ise zımni olmayı reddediyor.
-İmam arıyoruz.
-Pragmatik-dogmatik sünni sistem.-> fiili durum: kim başta olursa imam odur (kılıçla olunur).
-Sünnilere göre ortalama olsun yeter.(namaz vs)
-Yöneticinin referansı kimdir? zümre, sınıf, çoğunluk, toplum, üst hukuk…
-Demokrasiyi eleştirenler “demokrasi kötüdür ama en az kötü olanıdır” diyorlar. Eleştiri en temel haktır fakat totaliter rejimlere pas vermemek gerekiyor. Demokrasinin kavramlarını alıp ileriye taşımak gerek. Aksi halde havada kalır ve amacından çıkar.
-Niçin yönetim? İnsan medenidir, bir arada yaşar dolayısıyla yönetim gereklidir. Resulullah seyahatte 3 kişinin 1’i yönetici olsun, diyor.
-Toplumun ve insanların önündeki engelleri kaldıran şey olarak demokrasiyi kabul etmek gerekir. Her halükarda bir din ya da yaşama biçimi değildir.
-Kim yönetecek, nasıl yönetecek?
1. Parlamento
2. Siyasi partiler
3. Anayasa (İngiltere-örfi hukuk)
4. Sivil toplum kuruluşları
5. Kolluk kuvvetleri

Bunlar demokrasiyi oluşturur.
-Ancak demokrasi bir araç olduğu halde (özellikle sol ve laik kesim tarafından) bir din/yaşama biçimi olarak algılanıp amaç haline getiriliyor.
-Müslümanların siyasette yapamadığını batı yaptı.
1. İktidar şiddet kullanılmadan değiştirildi. (Halife öldürüldü/öldü/isyan çıkarıldı)
2. Kuvvetler ayrılığı ilkesi getirildi. (Yargı-yürütme-yasama ayrı. Bir arada olursa otokrasi olur/bu da yetmez ittifak kurulabilir.)
(28 Şubat’ta iş birliği yapıldı mesela)

Buna engel olarak da kamuoyunu bilgilendirecek BASIN, “dördüncü kuvvet” olarak kabul edildi. Basın ifade özgürlüğünün teminat altına alınmasıdır.
-Bütün bunların bizimle ilgisi ne?
Tunus ve Osmanlı’da anayasa meseleleri…
“Demokrasi denen halk yönetiminin İslam’la alakası olamaz.” deniyor. (Abdülhamid’e sunulan rapor)
-Demokrasi konusunda da muhtelif tartışmalar hep olmuş. Bazıları cevap veriyor fakat katılımın mümkün olmayacağını söylüyor mesela. Bazıları direkt karşı çıkıyor.
-Şii ve Sünni doktrinler tarihsel birer gerçek olabilir yalınca.
-Malik b. Nebi “Demokrasi köle ile despot arasında dengedir. İslam ne köle ruhunu ne tiranı tasvip ediyor. Demokrasinin İslam’da var olup olmadığını Müslümanlara bakıp anlayamayız.
Kur’an’a ve tatbikata bakmak lazım”
-Kimileri demokrasi yerine hilafeti koyuyorlar. Kimileri (Selefiler) demokrasiyi seküler-din dışı bulur. Merkeze halkı koyar. Çoğunluk yönetimi gibi gözükse de kararları azınlık verir. Hele katılım az olduğunda bu daha da açık olur. Baskı ve çıkar grupları partileri finanse ediyor. Anayasa kime-neye göre hazırlanıyor? İçsel inanç ve özgürlük şahsi özgürlüktür demokraside, bu da İslam’da yoktur, diyorlar. İstişare caiz fakat vacip değil diyorlar. Yönetici kayd-ı hayat şartıyla seçilir, ölene kadar. Yönetici namaz kılsın, zulüm etse bile sıkıntı yoktur.
-İslam adına demokrasiyi eleştirenleri 3 noktada toplayabiliriz.
1. Din dışı-seküler
2. Kanun yapma hakkı Allah’ındır
3. Çoğunluğu esas alır
-Yerine önerdikleri şey şûra. Fakat bunun mekanizması nedir?
Ebubekir seçildi, Ömer işaret edili-seçildi, Osman ve Ali seçildi fakat bize mekanizma
bırakılmadı.
-Kanuni’nin Fermanı: Padişah Allah’a karşı sorumludur. Hukuk (hangi durumda nasıl) ihlal edilirse alaşağı edilmeli ama bunu kim yapacak?
-İslam fıkhının bir kanun hukuku (ceza, vergi, devletler -> saltanat) yok. Muaviye’den bu yana saltanat rejimleri olduğu için. Bugüne söyleyeceği imam nasıl seçilir, dışında herhangi bir şey yok.
-Kur’an’dan hareket edersek bir kamu hukuku oluşturabilir miyiz?
-Din dışı-seküler eleştirisi:

Avrupa’da tek bir demokrasi yok.
“özgürlük”  “kardeşlik”  “eşitlik”  “laiklik”  (kıta Avrupası)
-Bir demokrasinin iyi olabilmesi için yalnızca siyasi değil içtimai bir şeyin olması gerekir. (Amerika örneği)

Fransa din dışı-laik
Almanya seküler
İngiltere kral-kraliçe

ABD serbest

Hollanda teokratik

Çin modeli (kalkınmayı özgürlüklerin önüne geçiriyor, grev-eylem hakkı bu modelle elden alınır.)
-Eğer biz Müslüman olarak yeni bir şey söyleyeceksek iktidar kavramından başlamalıyız.
-Demokrasilerin çok büyük bir zaafı var. Göbeğinde bir anlam/amaç/emel yok. Anlamdan ve amaçtan yoksun bir siyaset oluşur. Din de ayrıldığı zaman siyaset vahşileşir. O halde başarmak için her şey mübah haline gelir. Çünkü önemli olan başarıdır.
NİÇİN SİYASET?
Demokrasinin Problemleri
-Demokrasilerde en büyük problemi siyasi çoğulculuğa açık olduğu halde sosyokültürel çoğulculuğa açık değildir. Halkı kolayca manipüle etmek mümkün. Farabi hiçbir zaman demokrasiyi değil erdemli yönetimi istiyor.
1. tiran
2. demokrat
3. erdemli
-Siyasi partiler var fakat onlar sentetiktir, doğal değildir. Çok partili sistemin sıkıntısı %51 alan bir parti iktidarı ele alınca diğer partiler aslında bu yönetimin (yasa yapma, iktisadi ve beşeri paylaşım) dışında kalıyor. Az oylu partiler iktidar şartı olduğu için istediklerini/haklarını asla alamayacaklar.
-Bireyin esas alınması. Felsefi değil siyasi olarak insanın birey olarak adlandırılması… (Felsefi olarak da büyük sıkıntı. Birey tanrıyı, halkı tanımaz özerktir.) İnsan gözünü topluluğun içinde açıyor. Bir yanda birey, bir yanda devlet var. Demokrasi bunları karşı karşıya getiriyor. Bireyin tek başına devlete karşı çıkma imkânı yok. Birey ile devleti birleştiren grup hakkı (cemaat, stk, topluluk) olmalıdır.
-Parti “parça” demek. Rekabette bir grubu yukarıya taşır. Ayrıştırır, çatıştırır bunlar onun için en iyi şeylerdir. Hâlbuki İslam’da toplum mümkün mertebe bölünmez. Musa, Harun’un perçeminden tuttuğunda Harun’un savunması da “Kavmin bölünmesinden korktum!”dur.
-Siyasi partiler muhalefet ediyorlar. Fakat iktidara gelince unutuluyor. Eski iktidarların yaptıklarının aynısını yapıyorlar. Monolitik yapıyı çoğulculaştırmak lazım. Modern ulus devletin kendinden gelen bir problem bu.
-Siyasi partiler kendi fikirlerini mutlaklaştırıyor.
-Vekili tayin ediyoruz.
-Toplum, topluluklardan ibarettir. (aşiret–>kabile–>kavim–>coğrafya ortak paydadır.)
-Ümmet (müslüman birlikteliği & grup)
-Medine’nin sınırları bellidir. Sonrasında nüfus sayımı. Toplamı ümmettir.
-Sentetik partiler olmaya devam etsin fakat organik topluluklar kendi adaylarını koymalılar. Adayları bu mevcut sistemde halk tanımıyor.
-Demokrasi: Allah’ın insana bahşettiği beşeri potansiyeli ortaya koyabilmesi için özgür bir ortamda yetilerini sunduğu sosyopolitik bir yöntemdir.
-Neden yaratıldık? (Amel bakımından daha iyi olanı ortaya çıkarmak için…)
-Dinde zorlama yoktur.
-Artık dileyen inansın dileyen inkâr etsin.

-Allah dileseydi hepsi inanırdı.
-Allah dileseydi bir ümmet olarak yaratılırdık. Renk rengiz.
-Selefiler: Kanun yapma hakkı Allah’ındır.

-Temel prensipleri va’z etmek Allah’a, pratikteki yasa Allah’a aykırı olmayacak şekilde insana aittir. (Hükmün kaynağı Allah, kanun yapma insana aittir.)
-Halk istediği yasayı yapar demokraside. Yanlıştır. Evrensel insan hakları beyannamesi anayasanın üstündedir. Dolayısıyla sonsuz bir şeye sahip değildir. Müslüman da Kur’an’a aykırı yasa/anayasa yapamaz.
-Peki, Allah’ın iradesi nerede tecelli eder?
Devlet elle tutulmaz, gözle görülmez.
İnsanın takvasında tecelli eder.
(Vahiy + müçtehitlerin yaptığı içtihatlar)
-Demokrasi (batılı felsefe içinde gelişimi durdu, yeni bir kültürde zenginleşmesine ihtiyaç var) gelişen, değişen, zenginleşen, siyasi rejimdir.
-Sözleşme insanlar arasındaki ilişkileri inşa eden tek şeydir. Ticaret, seçim, biat hepsi sözleşmedir.
-Önce toplumsal sözleşme sonra anayasa.
Toplumsal sözleşme:
1. Muarefe (tanıma ama tanımlama değil) toplumsal gruplar müzakere eder, hukukçular teknik bilgiye döker. (Anlamaktır, tanımlamak değil. Tanımlamak müdahale etmektir.)
2. Müzakere (pazarlık/hatırlatma/alışveriş)
3. Muahede-sözleşme (Peygamber herkesin tek tek kimliğini tanıyor. Anlaştıkları maddelerde sıkıntı yokken anlaşamadıklarında birbirlerine kılıç çekmiyorlar. Bekleyerek konuşuyorlar. Peygamber kimseyi zımmî sınıfa almadı hepsi siyasi ortaktı.)
-Az kişiyle yapılmış bir sözleşmeyi bu nüfusa taşımak mümkün değil fakat temel kaideleri alabiliriz.
-Azınlık–>toplumun çoğunluğuna göre az sayıda olduğu için mazlûmiyet maruz kalır. Bu İslam’da yoktur.
-İslam imamın vazifeleri dışındakileri sivile bırakır. Despotça her şeye müdahale etmez.
-Mezarlık ve mescit dışında her kamusal alan herkese ortak açıktır. Mardin örneği.
-Ortak iyi ve ortak çıkar, sözleşmenin zemini temsil eder.
-Her grubun ismi zikredilir. Bir kazanda eritilir gibi kimse homojenleştirilmez.
-İslamcılığın 5 şartı:
1. Herkese özgürlük
2. Ahlak
3. Hukuk ve adalet
4. İhtiram (sosyolojik, dini, etnik)(saygı)
5. Toplum sözleşmesi
-Halk kimdir? Demokraside hem yönetilen hem yönetendir. Peki, halkın manipüle edilmesi dolayısıyla bu ikisi mümkün müdür?
-II. Akabe biatinde Resulullah “Aranızdan nakip seçin, onlarla muhatap olayım.” diyor. Bu seçilen temsilciler organiktir. Sıkıntı olursa topluluk tarafından değiştirilir.
-Peygambere sözleşme konusunda yapılan eleştiri şuydu: “Peygamber ‘zayıfken’ iktidar olana kadar anlaşma yaptı, güçlü hale gelince de diğerlerini kovdu!” Oysa peygamber bunu geçici olarak düşünmedi, bir ideal sistem olarak tasarlamıştı.
-Medine’de müslümanlar rahat rahat namaz bile kılamıyordu. Peygamber alkışlarla karşılanmadı. Evs-Hazreç Arapları çatışıyor, Yahudiler kendi aralarında çatışıyor. 120 senedir süren kaos hali var Medine’de. Tıpkı bugünkü gibi. Hatta bir yönetici arıyorlardı. Peygamber bu çatışmayı ve anlaşmazlığı ortak iyi ve ortak çıkar ile çözmeye çalıştı. Maruf ve münker… “Sizin için de, benim için de iyi ve güzel.”

Medine’nin sınırları belirleniyor önce. Ahali belirleniyor, dâhil olmak istemeyenler gidiyor. Sonra egemenlik. Peygamber hâkim değil hakem. Yahudiler de Araplar da hakemliğini kabul ediyor. Dışarıdan geliyor yani kavgada taraf değil. Çözüm üretiyor. Her ne söylüyorsa doğru söylüyor. O kaotik durum Allah’ın peygamberine lütfuydu.
-Avrupa kendine demokrat.
-Batı demokrasisinin kaynağı Magna Carta’dır. İmzalayan kral birkaç yıl sonra iptal ettirdi. Oysa Medine Sözleşmesi peygamber ölene kadar ayakta kaldı. Batı, Magna Carta’dan muazzam bir demokrasi çıkardı da biz Medine Sözleşmesinden mi yeni bir siyasi model öneremeyeceğiz?

Notlar: Nazlı Nesibe Kılıçoğlu

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Videolar

Filistin İçin 1000 Genç: Gençleri Değil, Siyonist’i Yargıla!

Yayınlanma:

-

“Filistin İçin 1000 Genç” hareketi, tutuklanan üyeleri ve hükûmetin İsrail’le ticaretin kesilmesine dâir açıklamalarıyla ilgili olarak Beşiktaş’ta bir eylem düzenledi.

İngilizce ve Arapça konuşmaların da yapıldığı eylemde, önceki eylemlerde atılan sloganlar gerekçe gösterilerek tutuklanan 1000 Genç üyelerinin serbest bırakılması talep edildi.

Eylemde okunan açıklamanın tam metni şu şekilde:

“Filistin İçin 1000 Genç” olarak aylardır “İsrail’le ticaret, Filistin’e ihanettir!” diyorduk. Filistin’e çelik, çimento, sebze ve meyve satan Türkiye sermayedarlarına ve buna mâni olmayan AKP iktidarına, “Siyonist soykırımın işbirlikçiliğinden vazgeçin!” diyorduk.

Önce 6 Nisan Taksim eylemimizden sonra 54 ürün grubunda ihracat yasaklandı. Bunun bizim mücadelemizin kazanımı olduğunu ve “Sadece 54 ürün grubunda değil, tüm kalemlerde süresiz ambargo” talebimizi ifade ettik.

Şimdi ise İsrail’le ithalat ve ihracat tamamen durduruldu. Bu hepimizin, İsrail’le devam eden ticareti durdurmaya yönelik sesi yükselten her iradenin kazanımıdır. Gururluyuz, sevinçliyiz ama aynı zamanda bir buruklukla buradayız. Zira bu adım çok daha önce, 35 bin insan hayatını kaybetmeden, Gazze yerle yeksan olmadan önce de atılabilirdi!

Yedi aydır devam eden bu ticareti iktidar trolleri türlü şekillerde savunurken bir gram utanmadılar. Yetmedi, “Ticareti kes!” talebimizi türlü iftiralarla yaftalamaya çalıştılar. Tutmadı, tutmayacak! Kirsiz, passız sözümüz onların kirli algı oyunlarını aştı.

Ancak unutmuyoruz ki bu yasak kalıcı değil. İsrail, Gazze’ye insani yardım girişine kalıcı izin verdiği takdirde ticarete devam edilecek. Hükümete sesleniyoruz: “İsrail’le ticareti kesintisiz bir şekilde sonlandırmak için neyi bekliyorsunuz? Siyonist varlığın haritadan silinmesi, Filistin’in nehirden denize özgürleşmesi için İsrail’i besleyen damarları, sürdürdüğünüz her türlü ilişkiyi derhal ve tamamen kesin!”

Hükümet, ticaretin devam etmesini istiyor ki şart olarak Siyonist orduların Gazze’den tamamen çekilmesini bile öne sürmüyor. AKP iktidarı, Gazzelilere insani yardımın ulaşmasını, ticaretin devamı için yeterli görüyor. AKP iktidarı, Gazzelileri insani yardıma muhtaç eden sebebi kökünden kazımak istemiyor. AKP iktidarı, işgalci İsrail’in Refah’ı bombalamasını, mülteci kamplarına saldırmasını değil; işbirlikçi sermayedarlarının işgalciyle en hızlı şekilde bir rant anlaşması yapmasını önemsiyor. En kısa sürede Türkiye sermayedarlarına çok kâr getiren ticareti yeniden başlatmaya bakıyor.

Biz, “Filistin İçin 1000 Genç” olarak kâr hırsını ve ticaret hacmini Filistin’in özgürlüğünün önüne koyan her türlü odakla mücadele etmeye ant içtik. Filistin özgür olana dek mücadelemiz sürecek!

Biz, “İsrail’le ticaret, Filistin’e ihanet!” dedik diye birileri rahatsız oldu. Hükümet, eninde sonunda geri adım attı, ticareti sonlandırdı. Ama bizim bu talebi en yüksek perdeden dile getirmiş olmamızdan ve attıkları hiçbir iftiranın tutmamasından rahatsız olanlar hınçlarını çıkartmaya çalışıyorlar.

“1 Mayıs’ta emekçiye Taksim yasaklanamaz!” diyerek Taksim’e yürüyen arkadaşlarımızın gözaltı süresi, “Filistin İçin 1000 Genç” üyesi oldukları sebebiyle uzatıldı. Gözaltı süresi boyunca “Filistin İçin 1000 Genç” olarak düzenlediğimiz eylemlere yönelik sorguya tabii tutuldular ve dün hâkim karşısına çıkarılan arkadaşlarımızdan 5’inin tutukluluğuna karar verildi.

Bu haksızlığı asla kabul etmiyoruz! 8 ay boyunca iktidara karşı Gazze halkını bu topraklara taşıyan arkadaşlarımıza Gazze halkının lehine işgalcinin aleyhine alınan bu kararın bedeli ödetilmeye çalışılıyor.

Yargılanan 5 arkadaşımız değil, topyekûn Filistin mücadelesidir; hapse mahkûm edilen 5 genç değil “İsrail’le ticaret, soykırıma ortak olmaktır!” diyen binlerce gençtir! Arkadaşlarımız özgürlüğüne kavuşana kadar durmadan mücadeleye devam edeceğiz! İktidar asla geri adım atacağımızı, ürkeceğimizi düşünmesin zira arkadaşlarımızın tutukluluğu bizi kamçılayan bir borç olacak, eskisinden daha büyük bir azimle meydanlarda olacağız!

İktidar, Filistin meselesinde iki yüzlü davranırken muhalefet, direnişin adına leke sürmeye çalışıyor. İBB başkanı ve muhalefetin liderlerinden biri olan Ekrem İmamoğlu, yabancı basına verdiği bir demeçte “Aksâ Tûfânı” harekâtını yürüten HAMAS’a yönelik terör örgütü söyleminde bulundu.

Ekrem İmamoğlu’nun şahsında tüm muhalefete sesleniyoruz: Sizin çapınız Filistin direniş örgütlerinin hiçbirini yaftalamaya yetmez! HAMAS da Filistin Halk Kurtuluş Cephesi de Siyonist işgale karşı meşru özgürlük mücadelesi veren onurlu savaşçılardır!

Son olarak; ABD, Avrupa ve dünyanın dört bir yanında üniversiteleri işgal ederek Siyonist işbirlikçi kurumlarla üniversitelerin ilişkilerini kesmesini talep eden öğrenci eylemlerini selamlıyoruz! Maruz kaldıkları polis şiddetini ve siyasal baskıyı tanıyoruz. Dünyanın neresinde olursanız olun, “Siyonistlerle ilişkileri kesin!” dediğinizde benzer bir sindirme politikasıyla karşılaşıldığını görüyoruz.

Biz de “Filistin İçin 1000 Genç” olarak ulus ötesindeki öğrenci arkadaşlarımızın sözünü buraya taşımak için kampüslerdeki eylemlerimizi artırıyoruz. Bu bağlamda Bursa Uludağ Üniversitesi’nde çadır kurma girişimimiz, alanda iktidara yakın STK’ların çadırları da bulunmasına rağmen keyfî şekilde engellenmiştir. Biliyoruz ki bizim orada olma ihtimalimiz dahî birilerini rahatsız etti. Bizim çadırımız diğer çadırların aksine, Türkiye akademisinin ilişkilerini kesmesini gündeme alacağı için üniversite yönetimi bize mâni olmaya çalıştı.

Siyonist işbirlikçilerinin bizden rahatsız olmasından gurur duyarız. Türkiye akademisi Siyonist destekçisi kurumlarla ilişkilerini kesene dek kampüsleri kalemiz belleyeceğiz.

Devamını Okuyun

Haberler

Fatih’te 1 Mayıs Yürüyüşü

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği ve Sağlık İlke-Sen, İstanbul-Fatih’te 1 Mayıs yürüyüşü düzenledi.

Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii önünde başlayan 11:45’te başlayan yürüyüş, Fevzipaşa Caddesi boyunca ilerleyerek Fatih İtfaiye Parkındaki açıklama ve konuşmalarla sona erdi.

Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs’ün moderatörlüğünde ilerleyen yürüyüş ve açıklama boyunca “1 Mayıs Direniş Zulme İsyan, Yaşasın Emeğin Dayanışması, Yaşasın Küresel İntifada, Yaşasın Gazze Direnişimiz, Yaşasın Filistin Direnişimiz, Emperyalistler Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak, Siyonistler Yenilecek Direnen Filistin Kazanacak, Asgari Ücret Köleliktir, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Kahrolsun Kapitalist Yağma Düzeni, Kahrolsun Kapitalist Köle Düzeni, Roboski Kanıyor Adalet Bekliyor, Kürt Sorununa Adil Barışçıl Çözüm, Esnaf Batıyor Sermaye Büyüyor, Tevhid Adalet Özgürlük, Yaşarken Kölelik Ölürken Cinayet, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Yoksulluk Sürüyor Açlık Derinleşiyor, İşbirlikçi Sermaye Hesap Verecek, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Sömürgeci AKP Hesap Verecek, Allah Ekmek Özgürlük, Emekçiler Köle Olmayacak” sloganları atıldı, marşlar söylenip tekbir getirildi.

Yürüyüşün sonunda topluluk adına Ahmet Orhan’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

TEVHİD, ADALET, ÖZGÜRLÜK ŞİÂRI VE

GAZZE DİRENİŞİNİN YÜKSELTTİĞİ KÜRESEL

İNTİFADA ÇAĞRISIYLA 1 MAYIS’TA, ALANLARA!

Bismillahirrahmânirrahim

Kıymetli dostlar,

Bu 1 Mayıs’a Küresel İntifada’nın ayak sesleriyle girdik.

Gazze direnişinin her bir coğrafyada vicdanları ayaklandırdığı, insanlığın yeni bir evreye geçtiği günlere ulaştık.

Çok şükür ki yeryüzünün pek çok noktasında zulme isyan eden, kölelik zincirlerini parçalayan, tutsaklığı reddeden özgür bilinçlerin doğumuna tanıklık etmekteyiz.

Öncelikle, bütün bu eşsiz ufukları insanlığa armağan eden Filistin direnişini, Gazze müdafaasını büyük bir minnet, takdir ve saygıyla selamlıyoruz!

Şehitlere, direnenlere selam olsun!

Biz de emek ve alın teri mücadelesinin, haysiyet ve özgürlük davasının billurlaştığı; zulme ve zalime isyanın dalga dalga bütün şehirlere, sokak ve caddelere yayıldığı bu 1 Mayıs gününde Küresel İntifada’nın bir parçası olmaktan onur ve kıvanç duymaktayız!

Kardeşler,

Her 1 Mayıs’ta, emeğin ve emekçinin gür sadâsı meydanları doldurmaktadır.

İnsanlığa, ağaçlara, kuşlara, dere ve ırmaklara, börtü böceğe, kara ve denizlere musallat olan sermaye düzenine isyan eden yüreklerin çığlıkları sınırları, engelleri aşarak birbiriyle buluşmakta ve benzersiz bir isyan korosu oluşturmaktadır.

Biz de bugün burada; İstanbul’da, Fatih’te “Tevhid, Adalet ve Özgürlük” şiarıyla bu koroya katılıyoruz.

Çünkü biliyoruz ki örgütlü kötülüğe karşı ancak örgütlü bir adalet hattı tahkim edilerek karşı durulabilir.

Çünkü biliyoruz ki küresel zulüm ve sömürü düzenine karşı ancak küresel direniş ağlarıyla irtibatlanarak sağlam cepheler kurulabilir.

Çünkü biliyoruz ki ancak “Küresel İntifada” çağrısıyla yükseltilebilecek bir mücadele Egemen Dünya Düzeninin küresel şeytanlığını alt edebilir!

Emeğin ve emekçilerin dostları,

Şeytânî sermaye düzeni halkımızı amansız bir cendereye almıştır.

Milyonlarca emeğe, açlık sınırında yaşamlar dayatılmaktadır.

Kölelik, rıza gösterilmesi istenen bir statü olarak kabul ettirilmek istenmektedir.

Sermayesever AKP düzeni, sömürgeci politikalarıyla hâneleri yangın yerine çevirmiştir.

Halkımız kira-pazar kıskacında sıkışmıştır.

Alın teri yağmalanmış, emek kıymetsizleştirilmiştir.

Üretimden, topraktan, tabiattan kopartılan geniş kitleler birer Gregor Samsa adayı olarak kapitalist işleyişin çarklarına yem olarak sunulmuştur.

Faturası yoksullara kesilen sözüm ona “krizler”, kapitalistler için daha büyük ve yeni fırsatlar yaratmakta; işçilerden, emekçilerden çalınanlarla harâmîler servetlerine servet katmaktadır!

Kölelik düzeninin en açık, en net göstergesi asgarî ücrettir.

Hâl-i hazırda 17 bin lira olarak uygulanan asgarî ücret, tam olarak açlık sınırı seviyesindedir.

Şair Turgut Uyar’ın mısralarına yansıdığı üzere “Açlık Çoğunluktadır!”

Bu hakikat, Türkiye’deki mevcut durumun en net fotoğraflarından biridir.

“Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini reddeden bu sömürü düzeninde emekçilere ancak kölelik rolü biçilmiştir.

Buradan güçlü bir şekilde bir kez daha haykırıyoruz:

Elbette emekçiler köle olmayacak ve bu kölelik düzenini mutlaka yıkacaklardır!

1 Mayıs’ta direniş alanlarına akan yürekler,

Köleci kapitalist düzen işçileri kesintisiz bir katliama tabi tutmaktadır.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre 2023 yılında 2 bine yakın emekçi kardeşimiz, iş cinayetlerinde katledilmiştir.

MESEM öğrencisinden mevsimlik tarım işçisine, gencinden yaşlısına, mültecisinden yerlisine, kadınından erkeğine kadar onca işçi kardeşimiz yollarda, makine başlarında, inşaatların tepelerinde, siyanür havuzlarında katledilmiş; sermayedarlarların daha çok kazanma hırsları için yaşamlarından kopartılmıştır.

Her ay 2 yüze yakın emekçi dostumuz, yoksul halkımızın evlatları bu cinayet düzeninde katledilmek üzere sırasını beklemektedir.

Bu süregiden katliam düzenini egemenler sorun etmemekte, halkımızın gündeminden kaçırmaktadır.

İşçiye “Yaşarken kölelik, ölürken cinayet” dayatılmakta, üstüne üstlük bu katliamcı düzen, “kader” söylemiyle Allah’ın dinine iftira atmak sûretiyle aklanmaktadır.

Elbette Allah kimseye zulmetmez fakat egemen azınlıklardır ezilenlere, mazlum ve mustazaflara zulmeden!

O halde şundan eminiz ki Âlemlerin Rabbi Allah, bu katliamcı fâillerin hesabını ahirette mutlaka görecektir; biz de bu hesabı bu dünyada sormak için elimizden geleni yapacağız!

Arkadaşlar,

İnsana ve tabiata musallat olan kapitalist talan, ülkenin dört bir yanını yağmalamaktadır.

Ormanlarımız, dağlarımız, su kaynaklarımız altın madenlerinin, taş ocaklarının, siyanür havuzlarının tehdidi altında zehirlenmekte; yaşam, çok boyutlu olarak ifsad ve imha tehdidiyle karşı karşıya bırakılmaktadır.

En son Erzincan İliç’te yaşadığımız büyük felaket maalesef çok daha kötü günlerin son habercisi olarak görülmelidir.

Her zaman dillendirdiğimiz bir ayet olan Rum Sûresi 41’de Rabbimiz, “İnsanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde [Allah], belki [doğru yola] geri dönerler diye yaptıklarının bazı [kötü] sonuçlarını onlara tattıracaktır.” buyurarak bu hakikate işaret etmektedir.

1 Mayıs vesilesiyle çıktığımız bu direniş alanlarında her vakit hayatı, tabiatı ve insanı savunmak; ekolojik tahribat ve kıyımın karşısına dikilmek temel ve öncelikli sorumluluğumuz olmalıdır.

Akbelen ormanları, Kaz Dağları, Kelkit vadileri, Dersim Dağları, HES’lerle kelepçelenen Karadeniz dereleri, Anadolu yaylaları bir başka direniş korosu oluşturmakta ve neoliberal yağma düzeninin saldırısına direnecek halkaların çoğalmasını beklemektedir.

İşte biz de bu bilinç ve duyarlıkla o zincirin halkaları olmaya azmederek 1 Mayıs alanlarına çıktık, tabiatın ve yaşamın gür sesi olmaya ahdettik!

Köleliği reddeden dostlar,

Açlık seviyesinde hayatların dayatıldığı milyonlar adına meydanlardayız.

Örgütlü, örgütsüz bütün ezilenlerin, yoksulların, hürriyeti gasp edilenlerin sesi olabilmek için meydanlardayız.

Ülkemizde zam, sömürü, yağma düzeni derinleşmektedir.

Milyonlar geçim savaşı içinde çırpınmaktadır.

Banka, kredi, kredi kartı düzeni halkımızın iliğini emmektedir.

24 Ocak neoliberalizminin şampiyonu AKP hükümetinin rantçı ekonomi, zam ve faiz politikaları, barınma ve beslenme hakkından başlayarak bütün temel hakları halkımız için ulaşılmaz kılmıştır.

Bugün öğrenciler açlık ve barınamama tehdidiyle karşı karşıyadır.

Yoksulluk yaygın bir gerçeklik olarak halkımızın bugününü ve yarınını boğmaktadır.

Gençler için gelecek belirsiz, emekliler için hayat ölüm öncesi bir işkence zorbalığıdır.

Küçük köylülük ve küçük esnaflık banka-kredi sarmalı ve tekelleşme marifetleriyle sermaye lehine imha edilmiştir.

Ülkenin her bir kamusal varlığı neoliberal yağmanın iştihasına özelleştirme usûlüyle yem edilmiştir.

Tabiatın talan edilmedik tek bir metrekaresinin kalmayacağı pek yakın zamanda açıklanan ve resmî kurumlardan elde edilen bilgilerle oluşan TEMA Vakfı raporlarıyla kesinleşmiştir.

Bütün bu gerçeklikler ise iktidarın hamaset söylemleriyle örtülmek istenmektedir.

Yapılması gerekenleri, hakça bölüşüm ve adil paylaşım için nasıl bir işleyişin gerekli olduğunu tartışmak için yine bir 1 Mayıs’ta meydanlardayız!

Adalet ve özgürlükten yana duran bilinçler!

Bütün bir yeryüzü için mültecilik acil ve öncelikli gündem maddesi hâline gelmiştir.

Egemen dünya düzeninin insanlığı ve coğrafyaları alt üst eden sömürü faaliyetlerinin doğurduğu bu meselede adaleti amaçlamak temel öncelik olmalıdır.

Mülteciliği doğuran koşulların tespiti ve onlarla mücadele yolları önceliğimiz olmazsa meselenin kavranılıp çözülmesi de mümkün olmaz.

Geri gönderme merkezleriyle mülteci hayatların tehdit edilmesine, yükseltilen ırkçılıkla mültecilerin hedef gösterilmesine, mülteci emeğinin sömürülüp yağmalanmasına izin vermeyeceğiz!

Dostlar,

Roboski katliamı sembolüyle kanayıp duran Kürt meselesi bölgesel ve küresel bir vaziyet almıştır.

Bölge halklarının barış ve kardeşlik içinde yaşamasına engel olan yerel ve küresel fitne merkezlerine karşı başka bir anlayışı egemen kılmalıyız.

Kürt sorununa adil ve barışçıl çözümler üretmek boynumuzun borcu olmalıdır.

Dilden politik alanlara kadar en geniş yelpazede yasak, baskı ve dayatmaların, yok saymaların son bulduğu bir çözüm mümkündür.

Bu çözümün karşısına dikilmek barış ve kardeşliğin karşısına dikilmektir.

Pek çok vesileyle kanayıp duran Ortadoğu’nun barış ve huzuru, bütün bir yeryüzünün barış ve özgürlüğü olacaktır.

Direnişin yoldaşları,

Bu 1 Mayıs’a Küresel İntifada’nın ayak sesleriyle girdik, demiştik.

Yerelden küresele ulaşan ve birbiriyle irtibatlı bütün meselelerimiz için Filistin halkının müdafaası, Gazze direnişi önümüze İNTİFADA seçeneğini tekrar koymuştur.

Emperyalizmin küresel savaş makinesine karşı eşi benzeri görülmemiş Gazze direnişiyle Filistin halkı, insanlık için bütün hesapları “sil baştan” yapmıştır.

İşbirlikçilik ve ihanetin kıskacında boy veren ve Siyonist rejimi meşrulaştıran bölge ülkelerinin zavallılık ve pespayelik maskelerini indiren Direniş, uzak Asya meydanlarından Amerikan kampüslerine, Güney Afrika’dan Norveç’e, Yemen’den Avrupa başkentlerine kadar bütün vicdanları ayağa kaldırmıştır.

Uzun süredir İsrail’le ilişkileri geliştirme, Filistin halkının doğal gazını çalarak dünyaya pazarlama hırsızlığına odaklanan bölge devletlerine suçüstü yapan Direniş, bütün plânları bozmuştur.

Ürdün’den Mısır’a, Türkiye’den körfez ülkelerine kadar bu arsız işbirlikçilik en üst seviyeye ulaşmışken Gazze, benzersiz bir kıyamla bütün tezgâhları dağıtmış, bütün kirli ilişkileri açık etmiştir.

Siyonist İsrail’le zaten uzun yıllardır hız kazanıp savaş boyunca da arsızca sürdürülen ticari ilişkiler, AKP iktidarının işbirlikçi yüzünü bir kez daha göstermiştir.

İsrail’i korumak için kurulduğu öteden beri herkesin bildiği Kürecik Radarı ve emperyalist müdahalelerin hava üssü İncirlik, zaten NATO üyesi olan Türkiye’nin emperyalist bloktaki yerini her türlü tartışma ve izahtan uzak bir biçimde göstermektedir.

On binlerce şehidin kanıyla yıkanan paraları utanmadan savunan işbirlikçi AKP iktidarı ve TÜSİAD-MÜSİAD fark etmeksizin kâra iman etmiş işbirlikçi ZORLU, İÇDAŞ, KOLİN, LİMAK, MNG, AKÇANSA ve benzeri sayısız Siyonist şirket, katliam ortakları olarak çoktan insanlığın ufkuna kara leke olarak asılmıştır.

Siyasetçileri ve şirketleriyle egemenler bilsinler ki Siyonist katliam ve soykırım ortaklığı olan ticaretlerini bitirip keseceğiz!

Başta İsrail’in kalkanı olarak çalışan Kürecik Radarı ve İşgal üssü İncirlik olmak üzere bütün emperyalist merkezleri söküp atacak ve ülkemizi NATO’dan çıkaracağız!

Arkadaşlar,

Soykırım ve katliamcı emperyalist-Siyonist cephe karşısında Gazze’den başlayan direniş, insanlığın elinden tutacaktır; umutluyuz!

Direniş ateş ve coşkusu Ortadoğu’daki işbirlikçi rejimleri alt edecektir; inançlıyız!

Küresel İntifada çağrısı Filistin’den başlayarak mazlumların, ezilenlerin kurtuluş parolası olacaktır; heyecanlıyız!

Yükselecek bu yeni ve gür sada üzerimize çöken ataleti kaldırıp atacaktır.

Emperyalizme, küresel kapitalizme karşı ayaklanan vicdanlar hakikatle buluşacak ve yeni bir geleceğin kapılarını birlikte aralayacaklardır.

Tevhid-Adalet-Özgürlük hattı olarak biz de işte tam bu noktada, bu direniş meydanlarında insanlığın ve tabiatın kurtuluşu ve özgürleşmesi için sözümüzle, gücümüzle her türlü katkıyı vereceğiz.

Yaşasın 1 Mayıs

Yaşasın Küresel İntifada!

Selam olsun Gazze direnişine!

Selam olsun Direniş etrafında kenetlenen halklara!

Selam olsun emek ve alın terine sahip çıkıp haysiyet mücadelesini yükseltenlere!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Açıklama videosu:

 

Devamını Okuyun

Haberler

Beşiktaş’ta Eylem: NATO’dan Çıkılsın, Üsler Sökülsün, İsrail’le Ticaret Kesilsin!

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, TOKAD, ÖYB, Sağlık İlke-Sen “Emperyalist-Siyonist Kuşatma ve Katliama Karşı Somut Adımlar” nöbetlerine devam ediyor.

21 Nisan 2024 pazar günü, Beşiktaş İskeleye bakan Barbaros Meydanında yapılan eylemde Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs, emperyalistlerin desteğiyle Siyonist İsrail’in katliamlarına devam ettiğini söyledi. İsrail’le Türkiye arasında devam eden ticareti eleştiren Örs, göstermelik adımların atıldığını söyledi ve emperyalist blokta yer alan Türkiye’nin bir an önce NATO’dan çıkmasını, Kürecik ve İncirlik gibi emperyalist üslerin kapatılmasını istedi.

Eylem boyunca, “Katil İsrail Filistin’den Defol, Yaşasın Küresel İntifada, Gazze’de Çocuklar Açlıktan Ölüyor, Emperyalistler Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak, Katil ABD Ortadoğu’dan Defol, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Kürecik Radarı İsrail’in Kalkanı, Yaşasın Gazze Direnişimiz, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, İhanetten Vazgeç Ticareti Kes, Kısıtlama Yetmez Ambargo Gerek, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, Vanaları Kapat Gemileri Bağla, Eli Kanlı İÇDAŞ Hesap Verecek, Eli Kanlı Zorlu Hesap Verecek, Siyonist Sermaye Hesap Verecek, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Katliama Değil Direnişe Ortak Ol, Siyonistler Yenilecek Direnen Filistin Kazanacak” sloganları atıldı, Tekbir getirildi.

Eylemde okunan açıklamanın tam metni şu şekilde:

NATO’DAN ÇIKILSIN, EMPERYALİST ÜSLER  KAPATILSIN!

KISITLAMA YETMEZ AMBARGO GEREK!

İSRAİL’LE TİCARET, FİLİSTİN’E İHANET!

 Bismillahirrahmânirrahim

 Filistin dostları!

Filistin halkı aylardır, dünya tarihinde eşine az rastlanır bir katliam ve kuşatmaya maruz kalıyor.

Siyonist İsrail rejimi bir asrı aşan işgal ve katliamlarının en büyüğünü dünyanın gözü önünde, kameralara göstere göstere yapıyor!

On binlerce Filistinli bombalarla, açlıkla katledildi. Hastaneler yıkıldı, mahalle ve şehirler harap oldu. İnsanlık, bir kez daha büyük bir utancın içine sürüklendi.

Bu vahşet tablosuna itiraz eden temiz fıtratlar, pâk vicdanlar dünyanın dört bir yanında ayağa kalktı. Yemen’den Kanada’ya, Endonezya’dan İngiltere’ye, Güney Afrika’dan Norveç’e kadar yeryüzünün her bir noktası Gazze Direnişinin yükselttiği “Küresel İntifada” çağrısıyla yankılandı.

Egemen dünya düzeni Siyonist katliama gözlerini kapatırken soykırımı engellemeye çalışan çığlıkları, feryatları duymazdan geldi.

Emperyalizmin devasa savaş makinesi bir bütün hâlinde Siyonist İsrail’in arkasında durdu! Onun yaptığı her bir katliama ortak oldu! Diplomatik ve siyasi şeytanlıklarını silah sanayini Siyonistler lehine seferber ederek desteklerken katliam ve soykırıma karşı çıkan halklara gözdağı vermeyi asıl amaç olarak benimsedi.

ABD, İngiltere, Almanya başta olmak üzere NATO ile ete kemiğe bürünen emperyalist blok, Filistin halkına reva gördüğü katliam ile bütün bir insanlığı ipotek altına alma isteğini açık etti.

Ortadoğu’nun pek çok yerine yayılmış üsleri vasıtasıyla halkları, coğrafyaları kontrolü altında tutmaya çalışan emperyalistler, ileri karakol olarak kurup işlettikleri İsrail’i tahkim etmeyi her zaman olduğu gibi öncelikli sorumlulukları olarak gördüler.

Arkadaşlar,

Türkiye; 1952 yılından bu yana, emperyalizmin jandarması NATO’nun üyesidir. Başta Filistin halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının, uzak yakın demeden dünyanın farklı coğrafyalarındaki halkların düşmanı olan ve onların coğrafyalarının işgal ve sömürüsü için faaliyet gösteren NATO bünyesinde yer almak, temel ve öncelikli itiraz maddelerimizden olmalıdır.

Ülkemizde emperyalizmin hizmetinde faaliyet gösteren çok sayıda merkezi temsil eden iki sembolik üs var. Biri İncirlik, diğeri Kürecik.

Bu üslerin birinde Ortadoğu’daki askeri hareketlilik hava yoluyla organize edilirken diğerindeki radar faaliyetleriyle ABD-NATO-İsrail bütünlüğü, cephesi korunmaktadır. 2012 yılından bu yana faaliyet gösteren Kürecik NATO Radarı, İsrail’in kalkanı olarak çalışmaktadır. Bunu bizzat, önceki NATO Genel Sekreteri söylemiştir.

Son günlerde İsrail’le İran arasında yaşanan saldırı ve misilleme sürecinde bile Türkiye hava sahasının NATO üyesi ülkelerin savaş uçakları ve bu uçakların havada yakıt ikmali için kullanıldığı görülmüştür. Kürecik Radarının İsrail’e dönük tehditleri bertaraf etmek amacıyla çalıştırıldığı su götürmez bir hakikattir.

Bu durumda, itiraz sahiplerine sormak gerekir: Bunda şaşılacak ne var! Türkiye, zaten bir NATO üyesi değil midir? Eğer bundan rahatsız olunuyorsa yapılması gereken bellidir: NATO’dan çıkmak, emperyalist üsleri sökmek!

Gazze Direnişinin Dostları!

Tarihin eşine az rastlanır direnişlerinden birine tanıklık ediyoruz. İnsanlığın yüzünü ağartan böyle bir örneklik her türlü desteği hak etmektedir.

Dünyanın pek çok yöresinde “Küresel İntifada” çağrısıyla ayağa kalkan vicdanlar, Siyonist katliam rejimini besleyen damarları kurutmak için seferber olmuşken bizi de kendi ülkemiz ve bölgemizde benzer bir sorumluluğa davet etmektedir.

Bu davete uyarak, bu sorumlulukla yola çıkarak Ortadoğu’daki işbirlikçi rejimlerin Siyonistler için hangi manevralarla nasıl güçlü bir dayanak olduklarını kavramak ve hakikatleri direniş alanlarında haykırmak durumundayız.

Ortadoğu’daki pek çok işbirlikçi rejim en son İbrahim Anlaşmaları ile Siyonist varlığın meşruiyeti için çırpınıyor, Filistin’in doğal gazını çalarak İsrail doğal gazı diye Batıya satmaya çalışan projeyi hayata geçirmeye çalışıyordu.

Aksâ Tûfânı bu oyunu bozdu, bütün taraflara suçüstü yaptı.

Biz de Siyonist rejimin Türkiye’deki dayanaklarını birer birer ortadan kaldırmalı, onu besleyen damarları parçalamalıyız.

İsrail’le Türkiye arasındaki yıllık 9 milyar dolarlık ticaret derhal kesilmelidir. Uzun süre ticaretle ilgili iddiaları savuşturmaya çalışan AKP iktidarının, gelen tepkileri dizginlemek için sözüm ona pek çok ürün için kısıtlama kararı çıkarması bir yandan itiraf, diğer yandan ise yine bir gayrı ciddilik ve aymazlıktır.

Belirsiz bir ateşkes şartına bağlı olarak ilan edilen bu karar, tümüyle samimiyetsizdir. Onca katliama ortaklık eden bütün bu ticari faaliyetler, sorumluluk taşıyan her kişi ve kurum için alınlarına kazınmış birer kara lekedir. Bunun hesabını ahirette Âlemlerin Rabbi Allah, bu dünyada ise mazlum halklar elbette soracaktır!

Aylardır meydanlarda anlatıyoruz:

İsrail’in petrol ihtiyacının yüzde 60’ı Azerbaycan ve Kazakistan’dan sağlanıyor ve Bakü-Ceyhan boru hattı marifetiyle limanlara, oradan da gemilerle İsrail’e ulaştırılıyor. İsrail de aldığı bu yakıtı Filistin halkını katletmek için kullanıyor!

İsrail’in çelik ihtiyacının yüzde 65’i Türkiye’den sağlanıyor. Buradaki aslan pay İÇDAŞ’a ait.

Zorlu Holding, kurduğu üç adet santral aracılığıyla İsrail’in elektrik ihtiyacının yüzde 7’den fazlasını karşılıyor!

İsrail’in çimento ihtiyacının tamamına yakını Türkiye’den sağlanıyor, AKÇANSA gibi firmalar başı çekiyor.

Kolin’i, Limak’ı, MNG’si derken yoğun lojistik trafiği savaşın başından itibaren aksamadan sürüyor.

Filistinli Müslümanlar girmesin diye Mescid-i Aksâ’ya çekilen dikenli teller Türkiye’den gidiyor!

AKP genel başkan yardımcısı Nihat Zeybekçi’nin açıklamaları ise, bütün bu gerçekleri kabul etmeye yanaşmayan herkesin suratına atılan bir tokat olmuştur. Zeybekçi’nin kısaca, “Katliamı kınıyoruz ama ticaretten, paradan da vaz geçmeyiz!” anlamına gelen ve arsız işbirlikçiliği alenen beyan eden ifadeleri bu mesele için esasen son söz olma makamındadır.

Burada sayılması imkânsız uzun bir listeye sahip olan bu Siyonistsever tüccarlık, katliama ortak olmanın açık beyanından başka bir şey değildir.

Sahada ve diplomaside türlü zorluklarla boğuşan Direniş öncülerine dönük göstermelik ağırlamalarla, süslü laflarla bu işbirlikçilik gizlenemez. ABD-İsrail öncülüğünde Gazze’de sözde insani yardım faaliyetleri için kurulan işgal limanı örneğinde olduğu gibi Direniş’in bertaraf edilme projesine karşı uyanık olunmalıdır.

Gıdadan enerjiye, çöp ithalatından Varlık Fonu şirketinin bor madeni satışına, bakır kablosundan askeri malzeme parçalarına kadar sayısız ürünün gemi gemi ihracı yapılmaya devam ediyorsa bize düşen de bu işbirlikçiliğe itiraz etmek olacaktır.

Kıymetli halkımız,

Emperyalizmin jandarması NATO’da üye kalarak, yetmedi bu terör şebekesinin daha da büyümesi için onaylar vererek, Irak işgalinden Gazze katliamına kadar emperyalistlere destek vererek, yine emperyalist üslere ev sahipliği yaparak mazlum halklar için adalet talep edilemez!

Siyonistlerle serbest ticareti savunarak, onca katliama rağmen paradan vazgeçmeyerek Filistin halkından yana durulamaz!

Ey egemenler; siz, kimi kandırıyorsunuz! Bu tutarsızlıklarınıza kargalar bile güler!

Ülkenin, İstanbul’un pek çok noktasından itiraz seslerimizi yükseltmeye devam edeceğiz!

Filistin halkının, Gazze Direnişinin yükselttiği “Küresel İntifada” çağrısı Filistin’in, bütün mazlum coğrafyaların, bütün mustazaf halkların, ezilenlerin, yoksulların, hürriyeti gasp edilenlerin kurtuluşuna vesile olana kadar hakikatin, Direniş’in yanında durmaya devam edeceğiz!

Herkesi bu hat üzerinde buluşmaya, bu yolda dayanışmaya davet ediyoruz!

Yaşasın Gazze Direnişimiz!

Yaşasın Küresel İntifada!

Siyonistler Yenilecek, Direnen Filistin Kazanacak!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

GÜNDEM