Connect with us

Videolar

Bilgi ve Hayat – Abdurrahman Arslan

Yayınlanma:

-

Abdurrahman Arslan, Özgür Yazarlar Birliği’nde “Bilgi ve Hayat” başlıklı bir konuşma yaptı. Notlar ve video sayfadan takip edilebilir.

Notlar: 

  • Kedimi gezdirmeyi modern bir tavır olarak görmüyorum. Çünkü benim dönemimde kedi beslemek herkesin övündüğü bir şeydi.
  • Hiç kimse geçmişe dönük konuşmaya cesaret edemiyor, korkuyor. Herkes süratle geçmişini terk etmekle meşgul. Tüketim maddelerini sürekli hızlı bir şekilde değiştirme taraftarıyız. Sınıf değiştiriyoruz aslında. İslam’ı değiştiriyoruz, şehirleşmeye tutunma aracı olarak kullanıyoruz bunu.
  • Bugün sınıf değiştirme özlemi taşıyanlar Müslümanlardır, Kemalistlerden sonra…
  • Bunları sorgulamak görevimiz Müslüman olarak.
  • “Çağımızın ihtiyaçlarınca cevap verecek Kur’an ve hadis yorumuna ya da İslam anlayışına ihtiyacımız vardır.” Nefret ediyorum bu cümleden! Çünkü İslam nesne konumunda ve onu belirleyen şey “çağımızın şartları”. Bu cümleyi kurandan bu şartları tahlil etmesini bekleriz. Hangi bağlamlar içinde oluştu vs. bekleriz. Ama bütün bunları, modern dünyayı bir özne, İslam’ı da bir nesne olarak alıp, bunlara cevap vermesi gereken bir nesne olarak görmesi… Bunu kabul edemiyorum.
  • Bilgi ve hayat… Düşüncenin varoluşu bir sürü kabul üzerine kurulmuştur. Her düşünce, amel vâr olabilmek için bir sebebe, başlangıç noktasına ya da niyete ihtiyaç duyar.
  • Niyet bir bilgidir. Onun doğruluğuna inandığımız için.
  • Vahiy de bir bilgidir. Çünkü ona göre dünyaya bakışımız şekillenir ve dünyayı ona göre anlamlandırmaya çalışırız.
  • Anlamın yok olduğu bir dünyada hakikatin olmayışı ile ilgilidir (postmodern dünya).
  • Bilginin bir başlangıç olduğu, insanın ameline başlangıç olduğu, aynı zamanda amelin de hayatı kurduğu bir gerçeklik. O hakikat alanı da hangi alana göre kurulduysa ona hayat tarzı diyoruz.
  • Bilgi bir hakikat telakkisine göre var edilir. Buna göre de amel/düşünce, bu hakikat telakkisinin bir taşıyıcısı olarak hayatı kurar.
  • Hayat tarzı, insanlığın yerine getirdiği bir şey olduğu için, insan olmaklığımızdan gelen bir ortak paydamız vardır. Ne zaman ki bu hayatta kiminle görüşeceğimiz, neyi yiyip içmemizle diğerlerinden ayırılan tarafımız vardır.
  • İşte o bir yerden sonra ayrılan kısım: helal-haram vs. bunlar bizi ayırır. İdeolojiler, dinler devreye giriyor burada.
  • Hiçbir bilgi biçimi bir hakikatten bağımsız olarak gelişmez. O hayat tarzı da o hakikate göre kendini düzenler. Kendine ait bir gelecek tasavvuru söyler. Dinlerin teolojisinde ahiret inancı vardır. Bir insan dine göre hayat tarzı inşa ettiğinde, bu, insan insana süreçlenen bir ilişki biçimi değildir. İnançlı bir insan için orada başlayıp bitmez. Ahirete dönük bir tarafı da olduğu kabul edilir. O insanla bitmez yani.
  • Toplumları kuran şey “dead end” olan ilişki biçimidir. Oysa dinler bitmeyen ilişki biçiminden bahseder. Toplumun örgütlenmesi anlamında, insani ilişkilerin niteliği anlamında farklılıklar taşır.
  • Hristiyanlık, başı ve sonu olan bir zaman fikri getirmiştir, İsa ile başlayıp ahiretle bitiren. Circle zaman tipinde yaşayanlar için bir rahatlama getirmiştir. Çünkü bu aynı şeyin tekrarı bir hayattan kurtuluyorlar. Grek insanı bu açıdan rahatlamıştır.
  • Yaratma kavramını getirdi Hristiyanlık Grek’e. Tanrı aslında zanaatkârdır. Parçaları bir araya getirerek bir şey yapandır. Yaratma kavramıyla Hristiyanlıkla tanışmışlardır yani. Aristo, Eflatun gibi düşünürlerin sıkıntısıdır bu. İslam düşüncesi açısından kıymetli şeyler söylemiyorlardı yani. Onlar hakkında konuşmak orijinal şeyler söylemiyor yani.
  • Modern dünya değişime kutsallık atfetmiştir. Hristiyanlığın değişmezliği esas almasından dolayı.
  • Âdem’e dayadı bu değişmezlik fikrini Hristiyanlık. Eğer Hz. Âdem yerini değiştirmeseydi, meyvenin yanına gitmeseydi, günah işlemeyecekti ve saf kalacaktı. Fakat yerini değiştirdi ve ilk günahı yaptı.
  • Yani belli bir yer biçmiştir tanrı insana hayatta. Eğer hayatınızı değiştirmezseniz, tanrı katında saflığa ulaşabilirsiniz, deyip değişmezliği esas aldı Eflatun ve Hristiyanlık.
  • Modern dönem bu değişmezliğe tepki olarak var oldu. Yani Hristiyanlığa tepki olarak.
  • Kadim toplumların değişmeden, değişimi esas almadan geldiklerini görüyoruz (Çin, Hindistan). Mesela kast sisteminin değişmezliği.
  • Modern dediğimiz toplumlar da değişimi esas almışlardır.
  • Kadim toplumların ömürleri uzun olmuştur. Fakat değişimi esas alan toplumların ise ömürlerinin kısa olduğunu görüyoruz.
  • Bugün de hızlı bir değişim dünyasında yaşıyoruz. Sorulması gereken belki budur eğer Müslümanlar tüketim nesnelerinin zevkinden kendilerini mahrum bırakmayı başarabilirlerse belki bu değişim meselesi üzerine soru sorabilirler.
  • Değişim, insan fıtratına ne kadar uyuşukluk taşıdığını düşünmek durumundayız.
  • İnsanlık bu kadar hızlı değişime adapte olabilir mi?
  • Zaman ve değişim üzerine kafa yormalı Müslümanlar.
  • Dünün dünyası pozitivizm üzerine kuruluydu. Değişimi esas alan bir süreklilik üzerineydi. Değişim hep olumlu görülüyordu. Ama bugün bütün bunları yeniden ele almak durumunda kaldı.
  • Sebep-sonuç ilişkisi üzerine kurulu olduğuna inanılıyordu. Kendi kendine yeten bir topluluk ve birey olduğuna da.
  • Teori üzerinden hakikati açıklamaya çalışıyordu modernite. İslam’da böyle olduğunu sanmıyorum. Yani teoriyle açıklama.
  • Postmodernizmle bu teoriler parçalandı. Hakikat olarak temsil üzerine kuruluydu modernizm. Bugün bu temsiller parçalandı.
  • Batının sanat dediğine sanat demek mecburiyetinde değiliz. Değişimini kabul etmek zorunda olmadığımız gibi. Ama yeni nesil bunları bir tüketici olarak alıyor maalesef.
  • Hakikatin olmadığını, teorisinin olmadığını diyor postmodernizm. O zaman neden katılımcı demokrasi deniyor? Müslümanlar yatıyor kalkıyor demokrasi diyor. Bu ne demek peki? Demokrasi düşmanlığı yapmak istemiyorum ama bu katılımcı demokrasi nereden çıktı? Temsili demokrasi iflas edince, çünkü teori, temsil iflas etti, bu geldi. Ama tüketici bir anlayışla direkt kabul edildi. Neden ve nasıl oldu, sorgulanmadı.
  • Dil bilen Müslüman gençler, batıdan öğrendiklerini bize aktarmaya çalışıyorlar. Bütün mesele dil meselesi. Dil bilmek, bilgi çalmak için güzel bir araçtır.
  • Yapıbozum yoluyla insan özgürleştirilebilir, diyor postmodernizm.
  • İslamcılığın en zayıf halkasını Türkiye Müslümanları temsil ediyorlar. Batıyı eleştirip İslam’ı savunuyorlar ama ikisini de tam bilmiyorlar.
  • Siyasal-sosyal teorilerin İslam’da yeri var mı yok mu düşünülmemiştir.
  • Teoloji, siyaset ve sosyoloji birdir İslam’da. Ayrıştırmamız mümkün değildir ama bugün öyle düşünmüyoruz.
  • Müslümanlar modern hayatın tiryakisi durumundadırlar.
  • Başörtüsü modernitenin bir sorunu değildir, mesele, onunla kamusal alana gidilmesidir.
  • Kamusal alana dâhil olmak isteyen bir Müslüman kitlesi var çünkü o hayatı benimsemiş çoktan. Kemalizmin yasakladığı bazı alanlar var ama orada.
  • Comfort – Hristiyanlar, paganlara söylüyor. Siz alıştığınız için rahat görünüyor size, hâlbuki rahat değil diyorlar. Çıkın oradan diyorlar.
  • Biz de bu hayat içerisinde alıştık bu yaşam biçimine ve onun nesnelerini tüketiyoruz. Bu hayat, doğru kurulmuş bir hayat mıdır ki siz Müslümanları bu hayata davet ediyorsunuz? Bence doğru değildir. Pozitivist bir yere dayanır. Hâlbuki İslam der ki hakikat vahye dayanır. Ama şimdi hakikat yoktur. İnsan hakikatin ölçüsü oldu. Fakat bu hakikatin olmayışı meselesi, bu yaşam biçiminin dışında kalanların işini kolaylaştırdı. Post-modern siyaset, herkesin katılacağı bir alan oluşturduğu için, herkesin gelmesi için bir çerçeve çizdi. Müslüman, Hristiyan, başörtülü, çıplak…
  • Hangi bilgiden hareket ederek bu hakikati nasıl kuracağız? Meselemiz budur. Modernliğin ürettiği kavramlarla cevap veremeyiz. Emperyalizm ve milliyetçilik mesela. İkisi de modernliğin getirdikleri.
  • Acaba, bu dediğimiz hayat tarzına karşı Müslümanca bir hayat tarzı kurabilir miyiz? Müslümanca olacak bu hayat tarzı için gerekli bilgiyi nereden nasıl elde edebiliriz? Kirli zihinlerimizle algılıyoruz İslam’ı. Modernitenin yarattığı ihtiyaçlar doğrultusunda. Dolayısıyla sadece bu hayata katılım çıkıyor. Müslümanlar eleştiriyor, ama katılıyorlar da bu hayat tarzına.
  • Her değişim ideolojiktir. Hiçbir bilgi de tarafsız değildir.
  • Nitelik olarak, mahiyet olarak bakmamız gerek bir şeyin İslam’da da olduğunu iddia ederken. Mesela eşitlik!
  • Her hakikat fikrinin kendine göre bir değişme ve değişmeme anlayışı vardır.
  • İslam’da da böyle. Değişim içinde de değişmezlik olduğunu söyler. Tabiatın da özelliğidir bu. Örneğin elma ağacı. Büyüyor, değişiyor ama hep elma veriyor.
  • Bugünün Müslümanlarının bir görevi de, değişmemesi gerekenlerin değişmez odluğunu vurgulayıp bunlar için uğraşmaktır.
  • İlla katılanların sürecine katılmak gerekmiyor. Ama çoğu Müslüman bunu yapıyor bugün.
  • Batı’da da sorgulanıyor bu. Her gün yeni model araba nereye kadar diye mesela.
  • İleri-geri kavramları yeni çıkmış kavramlardır, 60-70lerde. İslam’da yoktur böyle bir şey.
  • Kendimize ait bilgiyi üretmemiz gerekiyor. Ama zor bir şey bu, bu kirlenmiş zihinlerimizle.
  • Dünya düzeni fikrine kafayı takan Batıdır. İslam’da böyle bir şey yok. Grek’te, tanrıların egemenliğinden bağımsız bir düzendir polis. Bağımsız insanın kendisini yönetmesi üzerinden.
  • Modernite eğer bizim paradigmamızı belirlerse sıkıntı.
  • “Hakikat yoktur.”u içeren bir kültürle geliyor düzen.
  • Normal bir şey midir bu kadar büyük, karışık şehirler kurup yaşamak? Karmaşık bir hayat kurarlarsa telefon tabii kolaylaştırır hayatı ve buna inandırılırız.
  • Müslümanların tarih anlayışı Hegel üzerindendir. Kendilerine has bir anlayışları yoktur. Modern zaman anlayışının egemenliğinden kurtulmadan bir tarih anlayışından söz edemeyiz.
  • Gelenek, modernliğin ürettiği bir kategori.
  • Ben bu hayatın içinde yaşarken, Müslümanca bir hayatı nasıl inşa edebilirim?
  • Başörtüsüyle, cübbesiyle kamusal alana çıkan insana kimse bir şey demiyor, tamam. Ama demokratik teori, onların kendileri için ontolojik bir toplum kurmalarına izin verecek mi? Hâlbuki var oluşları o ontolojik zemine bağlıdır. Demokratik teori, yapısı gereği buna müsaade edemez.
  • Peki, ben bu yaşam biçimini nasıl inşa edebilirim ontolojik bir zeminde? Bilgi her zaman sağlıklı bir şekilde eyleme aktarılamaz.

Notlar: Melike Belkıs Örs

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Üsküdar’da Eylem: Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB, 13 Temmuz 2025 Pazar günü Üsküdar sahilde “Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor” temalı bir eylem yaptı. Eylemde açlık sınırının 4 bin lira altına düşen asgarî ücret uygulaması “kölelik” olarak nitelendirildi. Faiz ödemelerinin bütçenin çok büyük kısmını sermaye sahiplerine aktardığı vurgulanan açıklamada emekçilerin alın terinin, tabiatın yağmalandığı ifade edildi ve örgütlü mücadele çağrısı yapıldı.

Eylem boyunca “Emekçiler Köle Olmayacak, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, Ezilenler Birleşin Zalimleri Def Edin, Asgarî Ücret Köleliktir, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, Emekliler Ölüme Terk Edildi, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Faizci AKP Hesap Verecek, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Allah Adaleti Emreder, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Rakamlar Sahte Sömürü Gerçek, Allah Adaleti Emreder” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Sağlık İlke-Sen MYK üyesi Emre Ulukaya’nın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

TABİATIYLA, İNSANIYLA YAĞMALANAN, SÖMÜRÜLEN

BİR ÜLKE FOTOĞRAFINDA YOKSULLUK BÜYÜYOR,

AÇLIK DERİNLEŞİYOR!

Bismillahirrahmanirrahim,

Kıymetli dostlar,

Vakitler; aylar ve yıllar su gibi geçiyor ancak ülkede adaletsizlikler bitmiyor.

Yoksullardan, ezilenlerden yana bir iyileşme olmuyor.

İşçinin, emekçinin, esnafın, köylünün, alın teri ve emeğin lehine bir gelişme yaşanmıyor!

Biliyorsunuz, 2025 yılı için geçerli olan asgari ücret

22 bin 104 lira 67 kuruştur.

1 Ocak 2025’ten itibaren uygulanan bu sömürü ve kölelik ücreti şu an itibariyle açlık sınırının net 4 bin lira altına düşmüştür.

Evet, yanlış duymadınız: Asgarî ücret açlık sınırının tam 4 bin lira altına düşmüştür!

İstanbul halkı!

Asgarî Ücret denen uygulama, kapitalist sömürü düzeninin köleci karakterinin açık ve somut örneğidir.

Evvelâ bu uygulama ile, kapitalist işleyişle hesaplaşılması gerektiğini vurgulayalım.

İnsan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan, köleciliği dayatan bu düzen, kendini asgarî ücret zulmü ile gösteriyor.

Biz bu dayatmaya, kapitalizmin yıkıcılığına, devlet ve sermayenin ortaklaşa emek ve haysiyet düşmanlığı yapmalarına karşı adaletten ve dayanışma cephesinden yana duruyoruz.

Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini savunuyoruz.

Emek ve haysiyet mücadelesinin ancak bu ilkeye tutunarak mümkün olabileceğini haykırıyoruz.

Kapitalist sömürü düzenine karşı duran vicdanlar!

TÜİK’in sahte enflasyonu bile yüzde 35’in üzerindedir.

Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG’ın tespitlerine göre ise enflasyon yüzde 69 seviyesindedir.

Aradaki farka dikkatinizi çekmek isteriz.

TÜİK verilerinin gündelik hayatla ne kadar uyuşup uyuşmadığının takdirini size bırakıyoruz.

Temel ihtiyaçlarınızın fiyatlarının ne kadar arttığını sizler çok iyi biliyorsunuz.

Biliyor ve görüyoruz ki TÜİK, türlü numaralarla bu maliyetlerin gerçek oranlarını gizliyor.

Kamu çalışanlarının hak ettikleri maaş artışlarını bu ucuz numaralarla kırpıyor, bütün emekçilere dönük ücret politikalarını olumsuz yönde belirlemiş oluyor.

Doğalgaza yaptıkları yüzde 25’lik astronomik zammı da maaş artışlarına yansımasın diye kendilerince uygun tarihlerde yapıyorlar!

Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar hakikati örtemezler.

Güneş balçıkla sıvanmaz!

Yoksulluğu, pahalılığı, sömürüyü asla gizleyip saklayamazlar!

Emeğin dostları,

Halkımız barınma, eğitim, sağlık gibi temel haklara ulaşmakta zorlanıyor.

Kapitalist sömürü düzeni, nefes almayı bile halkımıza çok görüyor.

“Kriz” denilen yıkım süreçleriyle emek ve alın teri yağmalanıyor.

Emek ve alın terinin yağmalanması yetmiyor tabiat talan ediliyor!

Daha geçen gün yine Üsküdar’da zeytin ağaçlarının sermayenin maden yağması için nasıl katledileceğini izah eden bir eylem yaptık.

Şu anda köylerde, Ankara’da insanlar, hükümet-sermaye ortaklığında yağmalanan tabiatı korumak için ayaktalar, isyandalar, eylemdeler!

Tabiatıyla, insanıyla yağmalanan, sömürülen bir ülke fotoğrafı var karşımızda!

Ayakta kalmakta, yaşamakta zorlanan halkımızın tümüyle köleleştirilmesi için devlet-sermaye iş birliği tam gaz ilerliyor.

Kıymetli halkımız,

Açık ve net bir tablo çizelim:

70-80 metre karelik evlerin ortalama kirası artık en az 20-30 bin liradır.

Ulaşım maliyetleri kat kat artmıştır.

Aileler, çocuklarının eğitim süreçlerindeki masraflarını karşılayamamaktadır.

Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.

Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.

Yoksulluk sınırının 85 bin liraya, açlık sınırının 26 bin liraya ulaşması ne demektir arkadaşlar?

Şimdi size soruyoruz:

Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?

Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!

TÜİK verileri üzerindeki şaibe sürüyor. TÜİK, yargı kararına rağmen madde fiyat listesini yine açıklamadı.

Evet, 1 Ocak 2025 tarihinde Açlık sınırı 22 bin lira seviyelerinde iken bugün Açlık Sınırı 26 bin lira seviyesine ulaşmış ancak AKP iktidarı ve onun temsil ettiği sömürü düzeni, bırakın “Hakça Bölüşüm-Adil Paylaşım” ilkesine yaklaşmayı, asgarî ücrete ek zammı bile gündemine almıyor!

İşte emekçilere, milyonlarca aileye ancak açlık sınırının altını yani ölümü lâyık görüyorlar!

İstanbul halkı; siz, bu vicdansızlığa razı mısınız?

Çalışanların en az yarısı asgarî ücretle çalışıyor arkadaşlar.

7 milyondan fazla kişi bu kölelik ücretine tâbîdir.

Yine çalışanların yüzde 22’si asgarî ücrete bile erişemiyor.

Bu ne demek biliyor musunuz?

En az 1,5 milyon insan kölelik ücreti bile alamıyor!

Bir de başta sınırsızca sömürülen mülteci emeği olmak üzere kayıtlara geçmeyen sayısız emekçinin çok daha kötü durumu var!

Daha da korkunç olanı ise emek ve ekmek mücadelesinde her yıl en az 2 bin işçi kardeşimiz iş cinayetlerine kurban gitmesidir!

İSİG Meclisi’nin raporuna göre yılın ilk altı ayında hayatını kaybeden işçi sayısı 961’e ulaşmış durumdadır!

Sadece Haziran ayında iş cinayetlerinde en az 164 kardeşimiz katledildi.

Bu büyük katliamın nasıl oluyor da üzeri örtülüyor!

Ezilenlerin, yoksulların, emek ve alın terinin yanında hizalanan kardeşlerimiz! 

Milyonlarca emekli çok çok düşük maaşlarıyla adeta ölüme mahkûm edilmiştir.

Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.

2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.

Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler!

En düşük emekli aylığı alan 3 milyon 716 bin kişinin payına düşen şey KATMERLİ AÇLIK’tan başka bir şey değildir arkadaşlar.

TBMM’de en düşük emekli maaşının 35 bin lira olmasını isteyen bir milletvekilinin talebine karşılık AKP sıralarından kahkaha atıldığını da arsızlığın boyutlarını sergilemesi bakımından buraya not edelim.

En düşük emekli maaşının 14 bin 469 liradan 16 bin 881 liraya yükseltilmesine Meclis Genel Kurulunda onay verenlerin nasıl bir adalet anlayışına sahip olduklarını merek ediyoruz.

Evet, Açlık sınırı 26 bin lira iken, en düşük emekli aylığı 16,881 lira olarak belirlenmiştir.

Bu taksime göre milyonlarca emekli, yaşayan ölü hâline getirilmiştir.

Kıymetli dostlar!

Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.

Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.

Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.

Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.

Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.

Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.

En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!

Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.

Emeğin dostları,

Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.

Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.

Hazinenin faiz ödemeleri ilk 6 ayda 1 trilyon 36 milyar lirayı aştı. Sadece Haziran’da hazine 250 milyar lira faiz ödedi. İlk altı ayda faiz ödemelerinin toplam ödemelere oranı yüzde 14,90’a yükseldi.

2025 bütçesinden faiz ödemeleri için plânlanan payın 1 trilyon 950 milyar lira olarak hesaplandığını hatırlatırsak sene sonunda ne kadar daha faiz ödeneceğini tahmin edebiliriz!

Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de emekçilerin ücretlerine göz diken, alın terini yağmalamak için türlü numaralar çeviren bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.

Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.

AKP iktidarı, kapitalizmden çıkmayı tercih etmek yerine sahte iklim kanunlarıyla yeni ifsatlara yol vermekte, zeytin kanunu ile yaşam kaynaklarımıza sermaye lehine tırpan vurmaktadır.

Yoksullaştırılmış halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.

TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.

Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!

Kardeşler,

Bütün bu köleci, ifsat tablosuna karşı teklifimiz nedir?

Konuşmamızın başında da belirttiğimiz gibi “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesi şiârımız olmalıdır.

Allah, insanlar ve diğer bütün canlılar için sayısız nimet yaratmıştır.

Peki, problem nereden kaynaklanmaktadır?

Egemen sınıfların herkes için yaratılan nimetlere el koymasından elbette!

Yani hırsızlar, örgütlü hırsızlık düzenleri, örgütlü soyguncular bütün herkesten ve tabiattan çalmaktadır.

Devletler ve sermaye el ele vererek herkesin olması gereken nimetlere el koymaktadır.

Teklifimiz tabiatı ifsat etmeden üretmek; üretileni, Allah’ın herkes için verdiği nimetleri hakça bölüşmektir, adil bir şekilde paylaşmaktır.

Teklifimiz, rekabet temelli kapitalizme karşı dayanışmayı temel ilke kabul etmektir.

Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor! O hâlde neden dayanışarak sesimizi, itirazımızı daha çok yükseltmiyoruz!

Emekten, alın teri ve dayanışmadan yana duran dostlar,

Sermaye düzeninin müfsit, sömürücü ve köleci dayatmalarına karşı yan yana duralım!

Âlemlerin Rabbi olan Allah kimseyi kimseye “efendi” olarak yaratmamıştır.

Kimileri açlık ve yoksullukla mücadele ederken kimileri çaldığı, gasp ettiği nimetleri stoklayarak, çitleyerek huzur ve zenginlik içinde yaşayamaz!

Haysiyet mücadelesi veren herkes bu işleyişe çomak sokmalıdır, adalet için haykırmalıdır, ifsada geçit vermemelidir.

Şüphesiz ki Allah ifsat edenleri, zalimleri sevmez; adaleti emreder!

Tekrar tekrar haykırıyoruz:

Egemenlerin, yoksulluk sınırı 85, açlık sınırı 26 bin lira iken yoksul emekçi kitlelere 22 bin lirayı lâyık gören zam, sömürü, yağma düzenine itiraz edelim!

Emeğinin, alın terinin karşılığını alamayan, ürünleri yağmalanan çiftçilerimiz traktörleriyle yollara, meydanlara çıkarak mücadelesini yükseltiyorlar!

Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.

Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.

Bu köleci düzeni reddedelim; emek ve alın terine düşmanlık yapan bütün organizasyonları dağıtalım!

İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.

Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

Haberler

ÖYB’de Mehmet Akif Koç Söyleşisi: Süreç, Aktörler ve Ortadoğu’nun Geleceği

Yayınlanma:

-

Ortadoğu uzmanı Dr. Mehmet Akif Koç, “Filistin, İsrail ve İran – Süreç, Aktörler ve Ortadoğu’nun Geleceği” kitabı çerçevesinde Özgür Yazarlar Birliği’nde bir söyleşi gerçekleştirdi.

Program, video kaydından izlenebilir.

Devamını Okuyun

Videolar

Üsküdar’da Eylem: Torba Yasayı Geri Çek! Zeytine, Ormana, Kıyılara Dokunma! (video haber)

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD İstanbul’da, Üsküdar Mimar Sinan Meydanında bir eylem düzenleyerek kamuoyunda “süper izin” olarak bilinen ve zeytinliklerin maden sahası ilan edilmesini kolaylaştıran yasa tasarısını protesto etti; yasa teklifinin geri çekilmesini istedi.

Kıyıları turizm talanına açan yönetmeliğin de halkın kıyılarla irtibatının tümden kesildiği vurgulanarak eleştirilen eylemde, sermaye ve iktidarın ortaklaşa sebebiyet verdiği ekolojik ifsat eleştirildi; ormanlara, zeytin sahalarına, kıyılara ve bir bütün hâlinde tabiata sahip çıkılması çağrısında bulunuldu.

Eylemde “Torba Yasayı Hemen Geri Çek, Süper İzin Süper Talandır,  Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, AKP Elini Doğamızdan Çek, Zeytine Ormana Geleceğe Dokunma, Zeytine Ormana Kıyılara Dokunma, Kahrolsun Kapitalist Yağma Düzeni, Zeytin Direniş Hayat Demektir, Sermayeye İktidara Diren Diren Her Yerde, Kazdağlarında Akbelen’de Diren Diren Her Yerde, Altına ve Kömüre Diren Diren Her Yerde, Madenlere Siyanüre Diren Diren Her Yerde” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Eylemde topluluk adına Meryem ve Karayıl ve Sacide Uras’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

 Zeytine, Ormana, Tabiata, Geleceğe Dokunma! Torba Yasayı Geri Çek!

Rantı, Sermayeyi Değil; Hayatı Savun!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Kıymetli dostlar,

Neoliberalizmin resmî belgesi olan 24 Ocak kararlarının sonuçlarını tüm yakıcılığıyla yaşamaya devam ediyoruz.

Küresel sermaye ve ona göbek bağıyla irtibatlı yerli işbirlikçi sermaye doymuyor; ülkemizin, tabiatımızın bütün imkân ve güzelliklerini yağmalayama devam ediyor!

AKP iktidarında hızlanan yağma ve talanın zirveye çıktığı bir dönemdeyiz.

Ülkenin yaklaşık 3’te 2’sini maden sahası ilan ederek ormanları katleden, topraklarımızı siyanürle zehirleyen, HES’lerle dereleri kelepçeleyen şirketlere peşkeş çeken AKP iktidarı şimdi de yeni yasal düzenlemelerle bu yağma, talan ve ifsadı derinleştiriyor!

Önce kıyılardan başlayalım:

26 Haziran 2025 tarihli yönetmelik değişikliğiyle kıyılardaki özel mülkleştirme yasal hâle getirilmeye çalışılıyor. Kıyılardaki işgaller, sözde hukuki bir zemine kavuşturuluyor.

Bu değişiklik, açıkça “adrese teslim bir düzenleme”dir arkadaşlar!

Bu değişiklikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilen orman alanlarının kıyı kenar çizgisinin deniz tarafı, “turizm” amacıyla önceden tahsis edilen alana ek alan olarak sermaye sahiplerine devredilecektir.

Ülkemizin en güzel kıyılarının büyük çoğunluğu zaten turizm sermayesinin, otellerin işgali altındaydı şimdi geri kalan mıntıkaları da bu arsız ve doymak bilmeyen iştahlara teslim edecekler ve halkımızın denizlere ulaşmasının neredeyse tümüyle önüne geçecekler!

Bu uygulamayı hemen, derhâl, şimdi iptal edin! Şunu bilin ki tabiat, sizin rant alanınız değil; Rabbimizin herkese eşit olarak verdiği nimetler bütünüdür!

Arkadaşlar,

Çok uzun süredir Türkiye’de büyük bir orman direnişi, büyük bir dere direnişi, büyük bir ağaç direnişi hülâsâ büyük bir tabiat direnişi var!

Bu direniş; küresel sermayeye ve onun işbirlikçisi yerel sermayeye karşı veriliyor!

Bu direniş, kendini sermayenin hizmetine adamış iktidara karşı veriliyor!

Bu direniş; Kaz Dağlarından Akbelen ormanlarına, Dersim dağlarından Karadeniz ormanlarına, derelerine kadar bütün bir ülkeye; Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış durumda!

Bu direniş; zeytinliklere göz dikmiş, onları yok ederek kömür çıkarmak isteyen enerji kartellerine karşı veriliyor!

Biz de bugün bu direniş zincirinin bir halkası olarak meydanlara çıktık ve İstanbul’dan ses veriyoruz:

“Yağma yok! Zeytine, ormana, derelere, kıyılara dokunma! Yağmacı sermayeye geçit vermeyeceğiz!” diye haykırıyoruz!

Kıymetli Dostlar,

Orman, zeytinlik, mera ve sit alanlarını madene açacak ve kamuoyunda “süper izin” olarak adlandırılan arsız torba teklifi Meclis’te görüşülmektedir.

Şimdi, sürecin nasıl öngörüldüğüne bakalım:

Bu teklifle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne (MAPEG) sınırsız yetki verilirken, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçleri hızlandırılıyor, Cumhurbaşkanı başkanlığındaki kurul, son sözü söylüyor. Acele kamulaştırma kurumsallaşıyor ve ekokırım yasal zemine oturtuluyor!

Bu yasa çerçevesinde “stratejik” ve “kritik” madenler belirlenecek. Bu konudaki kararlar da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atadığı kurul tarafından verilecek. Bu türden madenlere ilişkin acele kamulaştırma ve stoklama kararları yine kurul tarafından verilecek.

“Acele kamulaştırma” zaten iktidar tarafından son dönemde sık kullanılan bir yöntemdir. Bildiğinzi gbii vahşi madenciliğe, sömürge madenciliği uygulamalarına karşı çıkanların tarlalarına, meralarına, zeytinliklerine “acele kamulaştırma” kararlarıyla el konuluyordu. Bu teklifle birlikte “acele kamulaştırma” bir başka deyişle “acele çökme” projelerine yasal bir kılıf da getirilmiş oluyor.

Teklifin üçüncü maddesiyle, MAPEG’e devlet ormanlarında süper yetki veriliyor. Orman alanlarında madencilik faaliyetlerine yönelik her türlü kararı MAPEG verecek. Kararları MAPEG alacak, ruhsatlandırmayı da MAPEG yapacak. Devlet ormanları MAPEG’e, MAPEG’de şirketlere devredecek.

Dördüncü grup madenler yaklaşık 2 bin hektarlık (20 bin dönüm) bir alanı kapsadıklarından, aynı alanda bulunan farklı madenlerin de ziyan edilmemesi için aynı alanda farklı madencilik faaliyetlerine de izin verilecek. Yani hem etinden hem sütünden hem de suyundan… Bölgenin canı çıkarılana kadar kanı emilecek!

Teklifin bir başka maddesiyle linyit kömürüyle çalışan termik santraller övülmekte, elektrik sisteminin yükünü taşıdığı belirtilmekte, linyit kömürünün çıkarılmasının ve yakılmasının stratejik bir zorunluluk olduğu vurgulanmaktadır.

Torba teklifte kömürlü termik santraller “hayati öneme sahip enerji yatırımları” olarak gösterilerek önündeki engellerin kaldırılması ve yasal koruma altındaki zeytinliklerin termik santrallere kurban edilmesinin yolu açılıyor.

Tabii o termik santrallerin hangi yandaş holdinglerce işletildiğini de çok iyi biliyoruz!

Evet arkadaşlar!

Kapitalizmden çıkmak yerine onun dayattığı yaşam tarzını sorgulanamaz kabul eden bir anlayışla karşı karşıyayız!

Sadece biz değil; bütün dünya, kapitalizmin enerji politikalarının kurbanı olmuş durumdadır. Küresel sermaye denen azgın canavarın kanı enerjidir. Çok büyük oranlarda fosil yakıtlarla sağlanan enerji, dünyanın can suyunu kurutmuş; sömürüyü derinleştirmiş ve tabiata ağır darbe vurmuştur.

Bugün eş zamanlı olarak Meclis’te görüşülen İklim Yasası da aynı sahtelikle maluldür. Sözüm ona tabiat, iklim, modern kapitalist medeniyetin işleyişinin zararlarından korunacaktır!

Elbette böyle bir şey olmaz arkadaşlar! Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. İnsanlığın artık belki de çok geç kaldığı bu kavşakta acil bir karar vermesi gerekiyor! Ya kapitalizmden, onun ifsat edici çevriminden çıkacak ya da böyle “İstemem yan cebime koy!” diyen sahte çözümlerle kendini ve halkları oyalayacak; derinleştirdiği ifsadıyla tabiatı ve yaşamı yok etmeye devam edecek!

İronik bir şekilde sözüm ona iklim yasası ile zeytinlikleri katledecek süper izin yasasını aynı günlerde görüşen iktidar, yine aynı günlerde ülkemizi yakıp kavuran orman yangınlarıyla ilgili olarak yıllardır almadığı önlemlerin hesabını vermeye yanaşmıyor!

İklimi korumak istiyorsanız iklimi yozlaştıran, sıcaklıkları artıran kapitalizmden çıkmanın yollarını arayın! Hayatı besleyip koruyan ormanlara, derelere, göllere, zeytinliklere sahip çıkın! Yangınlara karşı tedbirler alın! Yangın söndürme tertibat ve ekipmanlarını verimli seviyelere ulaştırın!

Bir yandan yangınlar bir yandan sizin yağmacı uygulamalarınız Namık Kemal’in şu mısralarını hatıra getiriyor:

Âh yaktık şu mübârek vatanın her yerini /

Saçtık eflâke kadar dûdunu, âteşlerini /

 Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Emperyalist şirketlerin her bir kazması, iş makinesi Anadolu’yu delik deşik ettikçe, ormanlar yok oldukça lütfen bu mısraları hatırlayın ve suç ve suçlular üzerine bir kez daha düşünün!

Islah çizgisinin temsilcileri,

“Süper izin” denilen bu “süper talan” teklifi yasalaşırsa Muğla’da bulunan Yeniköy-Kemerköy ve Yatağan termik santrallerinin çevresinde bulunan binlerce dönümlük zeytinliklere el konulacak!

Topraklarına ve zeytin bahçelerine el konulan çiftçilere ise başka alanlarda isterlerse toprak kiralanacak! Özetle, bu yasal düzenleme gerçekleşirse yüz binlerce zeytin ağacı katledilecek, köylüler mülksüzleştirilecek!

Bazı akl-ı evvel milletvekilleri de “Ne yapalım; zeytin ağacı taşınabilir, maden taşınamaz!” diyor. Arkadaşlar, daha önce taşıması yapılan zeytin ağaçlarının en az yarısının kuruduğu, hayatta kalanların da çok uzun süre meyve vermediği tespit edilmiştir.

Bu tabiat düşmanı sermaye sevicilere sormak istiyoruz:

Akbelen ormanlarında yaptığınız gibi binlerce zeytini katledeceksiniz! Peki, yarın sofranızda zeytin yerine kömür mü yiyeceksiniz? Yemeklerinizde zeytin yağı yerine kömür tozu mu kullanacaksınız? Yüz binlerce insanı tabiatından, üretiminden koparıp açlığa, yoksulluğa mı sürükleyeceksiniz? Sizin beceriksizlik ve ufuksuzluğunuzun faturasını halkımız mı ödeyecek!

Ayrıca, teklif dolayısıyla şunu bir kez daha vurgulamak durumundayız: Küresel iklim felaketinin yaşandığı bir dünyada termik santrallerin kapatılması çağrısı yapılırken, teklifle bu santrallerin ne kadar stratejik, vazgeçilemez ve önemli olduğunun altı çizilmesi az önce de bahsettiğimiz gibi ayrı bir garabettir!

Kıymetli dostlar,

Türkiye’nin dört bir yanındaki zeytinlikler, artık yalnızca tarımsal alanlar değil; birer mücadele hattı, birer sınav sorusudur. Bu soruyu geçemeyen bir toplum, sadece doğasını değil, kültürel sürekliliğini de kaybeder. Zeytin kesildiğinde sadece bir ağaç değil; bir halkın sesi, bir sofranın bereketi, bir ülkenin vicdanı da susturulmuş olur.

Zeytin ağacı, yalnızca bir Akdeniz bitkisi değildir; o, insanlığın ortak vicdanına kök salmış, toprağın hafızasıyla konuşan bir canlıdır. Barışın taşıyıcısı, sabrın öğretmeni, köklülüğün simgesidir. Onun her kıvrımı, her çentiği, binlerce yıllık bir zaman defterinin yaprağı gibidir. Sessizdir ama suskun değildir. Gövdesiyle geçmişi; dallarıyla geleceği anlatır. İnsan türünün hafızası zayıf olabilir ama zeytin unutmamıştır: Ne tufanı ne savaşı ne kuraklığı ne de ihaneti… Bu yüzden onun gölgesinde yalnızca insanlar değil, bütün çağlar dinlenmiştir.

Şu anda Filistin’de, Gazze’de devam eden Siyonist soykırımı da bu bağlamda hatırlamalıyız:

Zeytin, Filistin’de de direnişin sembolüdür. Nasıl Türkiye’de işgalci, yağmacı sermaye zeytinliklere, ormanlara, kıyılara saldırıyorsa Filistin’de de küresel sermaye desteğindeki işgalci İsrail; Filistin halkının tabiatına saldırmakta, zeytin ağaçlarını kesmekte, kıyılarını zapt ederek Trump’la beraber ikinci Riviera hayalleri kurmaktadır.

Bu durumda anlıyoruz ki zalimler her yerde birbirine benzer plânlar kurarken yine direnişler de birbirine benzer usullerle bu işgal ve zulümlere karşı koymaktadır!

İstanbul halkı,

TEMA vakfının daha önceki eylemlerimizde de bahsettiğimiz raporuna göre canlı tür çeşitliliği bakımından büyük öneme sahip olan “Önemli Doğa Alanlarının” büyük bölümü madencilik faaliyetlerinin tehdidi altındadır.

“Önemli Doğa Alanları”nın yüzde 55’i ihale ruhsat alanlarında, yüzde 40’ı aktif ruhsat alanlarında yer alıyor.

SİT alanlarının yüzde 66’sı maden alanı olarak ruhsatlanmış.

Tarım alanlarının yüzde 41’i aktif ruhsat, yüzde 37’si ihale sahasında kalıyor. Tarım alanlarının sadece yüzde 22’si herhangi bir ruhsat alanına dahil edilmemiş durumda.

Su havzalarının yüzde 31’i aktif ruhsat alanında bulunuyor.

Madenlerle delik deşik edilen, siyanürlerle zehirlenen ülkemiz coğrafyasını görüldüğü üzere eğer direnmezsek, karşı koymazsak yakın gelecekte çok daha kötü günler beklemektedir.

Sermayenin hırslarına karşı tabiatı, yaşamı savunan dostlar,

Rabbimiz A’raf sûresi 56. ayette “İyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” uyarısında bulunurken Rum sûresi 41. ayette ise “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı.” buyurmaktadır.

Aynı ayette “Bu şekilde [Allah], belki [doğru yola] geri dönerler diye yaptıklarının bazı [kötü] sonuçlarını onlara tattıracaktır.” diyor ve bize 6 Şubat Maraş depremini, Fukuşima’yı, Çernobil’i, Erzincan-İliç’i ve her sene daha da yoğunlaşan orman yangınlarını hatırlatıyor.

Kur’an-ı Kerim’deki bu beyanlar sosyolojik ve ekolojik çürüme ve yozlaşma hususunda insana dönük güçlü ikazlardır.

Kapitalist hırsların küreselleştiği ve hayatın her alanına sirayet ettiği bir dönemde bu ifsadın tam karşısında durmak mecburiyetindeyiz.

Hayata, tabiata, insanlara ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı bu, öncelikli bir sorumluluğumuzdur.

Zeytinime, ormanıma dokunma!

Sömürgeci sermaye Anadolu’dan defol!

Sermayeyi değil, tabiatı savun!

Anadolu’yu altın ve para hırsınıza teslim etmeyeceğiz!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneğiwww.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x