Connect with us

Köşe Yazıları

Yusuf ve Zülkarneyn: Yerelden Küresele Adalet ve Islah Mücadelesi

Yayınlanma:

-

Hz. Yusuf’la Hz. Zülkarneyn kıssalarında tutulması gereken yol ve yöntemlere ilişkin çarpıcı vurgular yer alıyor.

Biri aşk hikâyesine, diğeri mitolojik anlatıya dönüştürülmüş bu iki kıssa İslami mücadelenin hareket hattına ilişkin açık bir yol haritası sunar esasen.

Elbette her iki kıssada da ahlakî, vâroluşsal birçok mevzu vardır. Zaten bunların hiçbiri Resullerin hikâyelerinde parçalanarak verilmez.

Islah cephesinin yerelden küresele uzanan hareket hattını bütünleyen bu iki Resulün mücadelesi İslamcılığın/İslamî hareketlerin yitik perspektiflerini besleme potansiyeline coşkulu bir şekilde sahiptir.

Bugün modern-ulus devlet söylence ve prangalarına/sınırlarına hapsolmuş bir ufuksuzluk dolanıp duruyor etrafımızda maalesef.

Bunun karşıtı olarak yaşadığımız coğrafyalara uğramadan hep uzaklarda gezinen başka bir gerçeküstücülük var.

Yusuf’la Zülkarneyn resulleri birlikte anlamaya gayret eden, bu iki örnekliği birleştiren güçlü bir pratik İslami mücadelenin ufkunu tazeleyecektir.

Yusuf’un yerele odaklanan siyaseti

Hz. Yusuf iftira neticesinde uzun süre kaldığı zindanda kralın rüyasını yorumlamış, yine kral tarafından davet almış, özgürlüğüne kavuşma fırsatı yakalamıştır ama zindandan kurtulmak için acele etmez.

Önce, ihlal edilen şeffaf, adil yargılama hakkını talep eder.

Mısır’daki adalet düzeni, hukuk sistemi çökmüştür. İftiralarla insan itibarı ayaklar altına alınmaktadır. Haksız cezalandırmalar yaygındır. Yusuf, bozuk düzeni ıslah projesine buradan başlamak ister. Zaten zindanda iki arkadaşının rüyalarını yorumlamadan önce yoz düzenle arasındaki sınırı ilan etmişti:

(Önce) bilin ki, ben, Allah’a inanmayan ve ahiret gerçeğini tanımaktan ısrarla kaçınan bir toplumun izlediği yolu terk ettim! (Yusuf, 37)

Yeni bir siyasal çıkış için sağlam bir gerekçeye, dayanağa ihtiyaç vardır. Yusuf, bunu alenen beyan eder. Sonra çürümüş sistemin adil yargılama hakkını gasp ettiğini, aklanması gerektiğini iletir. Çünkü üzerine atılı suçlardan aklanmadan halkın ve egemenlerin karşısına çıkılmaz. Aksi, büyük bir hata olur.

Yusuf Sûresinin ellinci ayeti bunu şöyle anlatır:

Ve [Yusuf’un yorumu kendisine ulaşır ulaşmaz] Kral: “Onu bana getirin!” dedi. Ama elçiler kendisine geldiğinde [Yusuf:] “Efendinize gidin ve ondan [önce] ellerini kesen kadınlar hakkındaki gerçeği [ortaya çıkarmasını] isteyin; çünkü Rabbim onların oyunlarını/tuzaklarını bütün gerçeğiyle bilmektedir!

Yusuf peygamberin acele etmeyen tutumu önemlidir. “Elime fırsat geçmişken şuradan bir an önce kurtulayım, eski defterleri karıştırmayayım!” demez.

Aklanan ve kralın rüyası ile beliren sosyal/siyasal kriz karşısında Yusuf’un tutarlı önerileri son derece etkili olmuştur. Mevcut durumda çıkış bulamayan, kendi adamlarından kayda değer bir yorum ve çözüm işitemeyen kral ve düzeni çıkışsız kalmıştır. Düzen, tıkanmıştır. Yusuf, iktidara taliptir:

[Yusuf:] “Beni ülkenin hazineleri üzerinde görevlendir(in)” dedi, “güvenilir, bilgili bir gözcü, bir koruyucu olacağımdan emin olabilirsin(iz). (Yusuf Sûresi, 55)

Yusuf’un Mısır’daki ekonomik-siyasal soruna ilişkin tespit ve çözüm önerisi sağlam bir temele dayanmaktadır. Çocukluğunda ve gençliğinde iyi bir eğitim almıştır, Rabbinin de yardımıyla hukuktan ekonomiye, tarımdan siyasete kadar sosyal-siyasal meselelerle ilgili değerlendirmeleri derinlik kazanmıştır, ülkenin geleceğine ilişkin inisiyatif almak istemektedir. Proje ve çözümlerindeki gayret ve muvaffakiyeti siyasal konumunu sağlamlaştırmış, iktidarı güçlenmiştir:

İşte böyle emin bir yer sağladık Yusuf’a (o) ülkede; öyle ki, dilediği yerde konaklayabilir/dilediği şeyi yapabilirdi. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz, ama iyilik yapanların hak ettiği karşılığı vermekten de geri durmayız. (Yusuf Sûresi, 56)

Aslında Yusuf’un yereldeki ıslah siyaseti küresel manada olmasa da yakın coğrafyaları da etkilemiş, başarılı kriz yönetimi iktidarını bölgesel bir güce yükseltmiştir. Kıtlıktan etkilenen çevre topluluklar Yusuf’tan yardım talep etmeye başlarlar.

Yusuf Sûresinde genişçe işlenir Yusuf peygamberin hikâyesi. Yazının başında da belirttiğimiz gibi Kur’an’la epeyce çelişen bir aşk hikâyesinin kahramanı olarak anlatılır hep Hz. Yusuf. Bu da onun siyasal mücadelesinin, stratejik hamlelerinin görülmesini engeller. Dolayısıyla da bugünkü mücadele perspektifimizi besleyecek bir örnek olarak yeterince bahsedilmez ya da eksik bahsedilir.

Küresel adalet mücadelesi ve Zülkarneyn

Hz. Zülkarneyn, Yusuf peygamberin aksine mûkim bir siyaset yerine hareketli, farklı coğrafyalarda adaleti ikame etmeye çalışan, hakikati yeryüzünde ulaşabildiği bütün noktalara götürmeyi amaçlayan bir misyon üstlenmiştir.

Kehf Sûresinde Hz. Zülkarneyn’in mücadelesinin can alıcı hususiyetleri, aşamaları sarih bir şekilde anlatılır:

Ona yeryüzünde güvenli bir yer sağladık ve onu, [ulaşacağı] her şeye doğru araçlarla ulaşma [bilgisiyle] donattık; Ve bu sayede o da [yaptığı her işe] doğru ve meşru araçlara başvurdu. (Kehf Sûresi, 84-85)

Doğru araç başta vahiy olmak üzere vahiyle şekillenen her türlü yol ve yöntemdir. Zülkarneyn bütün yapıp etmeleri ‘doğru ve meşru’ araçlarla gerçekleştirmiştir. Bu, ilkesel bir kalkış noktasıdır.

Kur’an, Zülkarneyn’i üç farklı bölge/coğrafya/toplumsallıkla kurduğu temas üzerinden değerlendirir:

[Batıya doğru giderek] günün birinde güneşin battığı yere vardı; (güneş) ona kopkoyu, bulanık bir suya dalıyormuş gibi göründü. Ve orada [kötülüğün her çeşidine gömülüp gitmiş] bir kavme rastladı. Ona, “Sen ey Zülkarneyn!” dedik, [“Onlara] azap da edebilirsin, yüce gönüllü de davranabilirsin!” O şöyle cevap verdi: “[Başkalarına] zulmeden kimseye gelince, ona bundan böyle azap edeceğiz; ve o kimse sonunda Rabbine döndürülecek; ve O da ona görülmemiş bir azap çektirecek. Ama inanıp dürüst ve erdemli davranışlarda bulunan kimseye gelince, böyle biri (yaptıklarının) karşılığı olarak [ahiret hayatının] nihaî güzelliğine, iyiliğine ulaşacaktır; ve Biz de onu [yalnızca] yerine getirilmesi kolay olanla yükümlü tutacağız”. Ve [Zülkarneyn, doğru bir amaca varmak için, böylece] bir kere daha doğru aracı seçti. (Kehf Sûresi, 86-89)

Yukarıdaki ayetlerde açıkça görüleceği üzere batı mıntıkasında ulaştığı zalim bir topluluğun karşısına dikilmiş; hem bu dünyada, hem de ahirette zulmedenlerin azaba uğrayacağını beyan etmiştir. İman edip salih amel işleyenler bu bölümde müjdelenmiş, davet temelli siyasi hareketin söylemine ilişkin bir model konulmuştur ortaya.

Uzak bir coğrafya da olsa zulme karşı duyarsız kalmayan, Tebuk ve Mûte seferlerindeki son peygamberi anımsatan bir profil görürüz Zülkarneyn’in tutumunda. Zulüm karşısında asla sessiz kalınamaz, mazlum ve mustazaflar görmezden gelinemez, nerede olurlarsa olsunlar!

Sonra doğuya ilerler Zülkarneyn, ulaşabileceği her yere gidecektir:

[Ve doğuya doğru yürüyerek] günün birinde güneşin doğduğu yere vardığında onu, kendilerini güneşe karşı bir örtüyle örtmediğimiz bir kavmin üzerine doğar buldu: [Biz onları] işte böyle [bir yaşama tarzı içinde, böyle bir düzeyde bırakmıştık ve o da onları öylece kendi hallerine bıraktı ] ve muhakkak ki sınırsız bilgimizle Biz onun zihninden geçenleri kuşatmış bulunuyorduk. Ve o [böylece, doğru bir amaca ulaşmak için] bir kere daha, doğru aracı seçmiş oldu. (Kehf Sûresi, 90-93)

Doğuda karşılaştığı halkla teması gerçekten enteresandır. Tevhid bilincinden uzakta kalmış ancak zulümde örgütlü bir öncülük yapmayan o topluma ilişmez, kendi haline bırakır onları. Elbette hakikate davet etmiştir ancak olması gerektiği gibi herhangi bir müdahale söz konusu değildir. Rabbimiz bu davranışı da ‘doğru ve meşru’ kabul eder. Muhteşem bir beyan!

Sonra başka bir bölgeye erişir Zülkarneyn. Mitolojik anlatılara dönüştürülen meşhur bölümdür burası:

Ve derken, iki set arasında [bir yere] vardığında onların yamacında [yaşayan ve onun konuştuğu dilden] çok az şey anlayabilen bir kavme rastladı. Bunlar [ona]: “Sen ey Zülkarneyn!” dediler, “Yecüc ve Mecüc bu ülkede bozgunculuk yapıyor. Onlarla bizim aramızda bir set inşa etmen şartıyla sana bir bac verelim mi?” [Zülkarneyn:] “Rabbimin bana sağladığı güvenli durum [sizin bana verebileceğiniz her şeyden] daha hayırlıdır;” dedi, “bunun içindir ki, siz bana sadece iş gücünüzle yardımda bulunun ki sizinle onlar arasında bir set yapayım! Bana demir külçeleri getirin!” Derken, demir (külçelerini) yığıp, iki yar arasındaki boşluğa doldurunca (onlara) “[Bir ocak kurun ve] körükleyin!” dedi. Nihayet, [demir iyice] kor haline gelince, “Bana ergimiş bakır getirin bunun üzerine dökeyim” dedi. Ve böylece [set inşa edilmiş oldu, öyle ki] artık onların düşmanları ne onu aşabilirlerdi ne de onda gedik açabilirlerdi. [Zülkarneyn:] “Rabbimden bir rahmettir bu!” dedi, “Bununla birlikte, Rabbimin belirlediği zaman gelince bu [seddi] yerle bir edecektir; çünkü Rabbimin verdiği söz mutlaka gerçekleşir!” (Kehf Sûresi, 93-98)

Ayetler, dış saldırı, zulüm ve kötülüğe karşı yardım talep eden bir topluluğa Zülkarneyn’in, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek el uzatmasını anlatıyor ve nihayetinde mutlak güç ve kudretin Âlemlerin Rabbi olan Allah’a ait olduğunu vurguluyor. En sondaki vurgu, yeni sapkınlık ve tanrılaşma eğilimlerine karşı bir ikaz fonksiyonu görmektedir.

İslam tarihi boyunca tefsir ve tarih kitaplarında Zülkarneyn umumiyetle mitolojik bir kişilik olarak işlendi, ‘Yecüc ve Mecüc’ bu mitolojik atmosferi tamamlayan figürler olarak sunuldu ancak küresel bir ıslah faaliyetinin, adalet arayışının, hakikate davet stratejisinin bir örneği olarak okunmadı.

Bugün kötülüğün kol gezdiği bütün bir yeryüzünde milyarlarca insan, dereler ve nehirler, ormanlar ve denizler, börtü böcek, cümle mevcudat adalet arayışında. Elbette yol ve yöntem tartışmaları da bu gerçekliğe paralel olarak devam ediyor.

Yerel dinamiklerle küresel imkân ve irtibatların bu çerçevede nasıl işleneceği daha bir önem kazanmıştır. Küresel örgütlü güçlere karşı küresel direniş ağları kurmak Zülkarneyn’in sünnetidir müslümanlar için ve de son peygamberin. Yine yerelde hakikate davet eden ıslah projeleri biriktirerek halkın ve egemenlerin önüne çıkmak Yusuf’un sünnetidir ve de son peygamberin.

Yusuf ve Zülkarneyn modelleri, bu modelleri birleştiren son peygamberin örnekliği bugün için kurtuluş projesidir, yol ve yöntemidir; aranıp bulunamayacak stratejik bir çıkış noktasıdır.

8 Şubat 1974’te Niksar’da doğdu. Niksar İmam-Hatip Lisesi’nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Kurucu ve yöneticilerinden olduğu TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen bünyelerinde yer almakta ve 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye edebiyat-düşünce dergisinin editörlüğünü yürütmektedir. 2020 yılında kurulan YeniPencere.com sitesinde editörlük ve yazarlık çalışmalarını sürdürmekte ve 1996’dan bu yana edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Eserleri: Yüzümüzü Ağartan (öykü, 2006), İlim Yayma’nın Penceresi (anı, 2012), Kar Kesilen (öykü, 2020), Kiralık Meydan (öykü, 2020), Ferhat’ın Şemsiyeleri (öykü, 2020), Halkada Duranlara (şiir, 2022)

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Yeni Hayırsız Adacılar!

Yayınlanma:

-

“Başıboş sokak hayvanları/köpekleri” dediklerinde tartışmalarda peşinen avantaj elde edeceklerini düşünüyorlar.

Bir kere bunlar “hayvan” hatta “köpek”; o nedenle kategorik olarak kendileri üstünler! Kendilerince bütün olumsuzlukların kaynağını işaret edebilecek bir uyanıklıkla kelime seçiminde bulunuyorlar.

Sanıyorlar ki “insan” şu evrende tek başına “insan”dır, çevresel bir münasebetler ağının bir parçası değildir. Sadece biyolojik olarak “insan” olmaları onların üstünlüğü için yeterli olacaktır, diye düşünüyorlar. Aynen, herhangi bir kavimden olmanın üstün olmayı sağlayacağına inanan ırkçılar gibi!

Bu kibirli cenahın üstenciliğidir yeryüzünü ifsad eden. Dönüp hakikatle yüzleşmediklerinden bunu görebilecek kabiliyetlerinden soyunmuşlardır. Burada sokak köpeklerini katletmeye çalışanla Amazon ormanlarını, Kazdağlarını kapitalist talana açan, bu talanı onaylayan aynı zihniyettir.

Sahilleri betona boğan, zeytin ağaçlarını beş yıldızlı oteller için söken de…

Şehirleri yaşanmaz kılanla meraları şirketlere peşkeş çeken de…

Başa dönerek devam edelim. “Hayvan/köpek” diye kötü ve yoz algıya oynadılar ya, bunun önüne bir sıfat lazım olacaktır elbette: başıboş!

Çoğu hayvan kıskanılası bir hayat yaşıyor. İnsan gibi kendi kendine tuzak kurmamış. Gregor Samsa olmamış. Kuş ise mesela ulus devlet sınırlarına tâbi değil. Kurt ise, balık ise eğer tabiatın derinliklerinde bir yaşam kurar. Mahallede yaşayan bir köpek ise dört duvar zindanlara korkunç kiralar vermez: Sere serpe uzanır kaldırıma, hesap vermez kimseye!

İşte bu nedenlerle kölelik düzenine teslim olmuş kişiler hazzetmez bu durumdan. “Başıboş” der çünkü kendi başı bağlıdır! Onlardan örnek alıp özgürleşmek istemez: İllâki başında biri olacak!

“Sokak” lafı da enteresan bir çağrışıma sahiptir aynı zihniyetin bilinçaltında. Kim yaptı bu sokakları? Kötü yani… Kötü olduğunu bildiğin bir şey yaptın ve onunla ilgili olan şey de kötüdür, yabancıdır, vebalıdır!

Şunu demek istiyor: Tabiattan koptum. Kurduğum yaşam alanları, azman metropoller yabancılaşmadan başka bir şey üretmiyor. Aslında suçlu ortada ama ben faturayı hayvanlara kesmek istiyorum. Onları da tabiatlarından kopardım. Yabancılaşmayı katmerleştirdim. Evet, bunları demek istiyor; çıkarmak istediği yasayla bunu kanıtlamak istiyor.

Sıkça tekrarladığımız bir ayet var: “İnsanın karada ve denizde yaptıkları nedeniyle karada ve denizde fesat çıktı!” Rum Sûresi 41. ayet bu… Sosyolojik ve ekolojik ifsat, bundan güzel anlatılamaz. İnsanın tarihsel rolü bundan tesirli verilemez. Özellikle modern kapitalist medeniyetin sebebiyet verdiği çürüme ve yozlaşma bundan daha öz biçimde sunulamaz.

Hayvanlara kıymak, canları katletmek isteyenler bu bütünle, bu toplamla baksalardı keşke hakikate! Yeryüzünde talan edilmedik tabiat parçası bırakmayanlar, altın madenleri için suyu toprağı siyanürleyenler, sermayeyi ormana dağa tepeye musallat edenler, ormanları ‘orman’ vasfından çıkarıp talana açmak için kararname üstüne kararname yayımlayanlar keşke A’raf sûresi 56. ayetteki “Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” uyarısına kulak verselerdi!

Hakikate kulak vermeyen modern kapitalist medeniyet muhipleri için börtü böcek, dağ bayır, orman mera bir şey ifade etmiyor. Dinleri ritüelden öteye geçmiyor. Kur’an’ın peşi sıra yüreğimize ve zihnimize yağan “kevnî ayet” göndermelerini görmezden geliyorlar. Yazık!

Şimdi birkaç görsel okuması yapalım. Propaganda egemenin elinde ya, sözüm ona bizi kandıracak!

Yalan ve sahte rakamların şampiyonu TÜİK’e göre son üç yılda 4 bin 269 başıboş köpek saldırısı olmuş. Maalesef 10 can kaybı yaşanmış. Veriye göre çok sayıda yaralı ve “mağdur” var.

Ölümler için üzülmemek elde değil. Son üç yılda 10 kişi hayatını kaybetmiş. Bu ölümlerin engellenebilmesinin mümkün olduğunda herkes pekâlâ hemfikir olabilir, diye düşünüyorum.

Bu görseldeki bir başka enteresan istatistik ise köpeklerin 2666 kazaya sebebiyet verdiği bilgisidir. Bu kazalarda da maalesef 37 kişi can vermiş. İşte tam burada büyük bir manipülasyonla karşılaşıyoruz: Tabiatın işleyişine keyfince müdahale etme hakkını kendinde gören “insan” bunun için mahcup olmuyor; köpeğin, kaplumbağanın, ceylanın yaşam alanlarını parçalayıp parsellediğine bakmıyor, bütün bu eylemlerin sorumlusu olarak kendini görmüyor da bir şekilde yola çıkmak durumunda kalan hayvanları suçluyor!

Burada durup düşünüyoruz ve karşımıza modern kapitalist medeniyetin tabiatla ilişkisi geliyor ister istemez. Bu ilişkiyi anlamak vicdan ve entelektüel ilgi ister ki Mustafa Kutlu’nun “Bu Böyledir” hikâyesinden çarpıcı bir bölümü işleyen okuma parçasını başlangıç olsun diye dipnota bırakalım.[1]

Egemen iradenin propaganda aygıtı TRT, görselde saldırmaya hazır bir köpek çizimi kullanmış ki herkesi korkutalım, katliam yasası için ikna imkânımız artsın, diye düşünmüş. Yazının sonundan buraya alalım soruyu: saldırgan kim?

TRT görselini tartışmaya açtıktan sonra bir başka düzeleme geçelim. İki görsel daha kullanacağım yazıda. Bunlardan biri yine egemen propaganda araçlarından Anadolu Ajansına ait:

Bu görsele göre 2023 yılındaki 1,5 milyona yakın trafik kazasında maalesef 6 bin 548 kişi ölmüş, 350 binden fazla insan da yaralanmış.

Bunca ölüm ve yaralanmanın hayvanlarla ilişkisi sıfır, tümüyle insan merkezli ve her sene katlanarak artıyor! Hayvanları hedef göstermekte öne fırlayanların binlerce ölüm için arabalara, yollara, insanlara fatura kestiğine şahit oldunuz mu? Başka bir ulaşım biçimine ve makineleşmeye, teknolojiye dâir eleştirel tartışmaların önünü istihza ile kestiklerini fark etmediniz mi? Mustafa Kutlu’nun hikâyesindeki göndermeye burun kıvıranların onun adına şaşaalı ödül törenleri düzenleyen arsızlıklarına denk gelmediniz mi?

Şimdi de bir başka kanayan yaramızı belgelen bir görsele gelelim:

Bu görsel İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi) tarafından hazırlanmış, takip edenler zaten aşinadır. Bu ülkede her ay en az 150 emekçi iş cinayetlerinde can veriyor yani “işçiler ölüyor, sermaye büyüyor!” İSİG de bunları her ay raporlaştırıyor. Bu raporlara göre geçen yıl en az 1932 işçi kardeşimiz kapitalist çarkın cinayetlerinde katledildi ve bununla ilgili bir AA ya da TRT görseli ya da haberi yok!

Elbette ölümleri yarıştırmıyoruz. Kötülerin düzeninde hesap, “yüzü kara” hayvanlara kalıyor. İnsanın sadık dostu ve yoldaşı köpekler hedefe konuyor. Elbette sorunlar var, olacaktır ancak bu sorunların müsebbibi öncelikle fıtrata ve tabiata yabancılaşan insanın kendisidir. Uzun ve kısa vadelerde pek çok çözüm imkânı vardır. Bunlara odaklanmayan ve yeni bir “Hayırsız Ada” kötülüğüne sebebiyet verecek süreç kendi lânetine koşmaktan başka bir şey olmayacaktır.

 

 

[1] “Bu Böyledir” adlı eserde küçük bir kasabanın ortasından geçen asfalt yol üzerinden kasabanın kentleşme serüvenine şahit olmaktayız. Yol burada kasabayı bozucu bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.’’ Geleneksel bir hayatı kendi mütevazi ve mutmain şartları ile yaşayan bir küçük kasabanın ortasından geçen asfalt yol ve bu yolun getirdiği imkânlar sonucu kasabanın kentleşmesi sürecini, bu süreç içinde değişen sosyal yapıyı ve bozulan insan ilişkilerini anlatan Bu Böyledir, yol, park, lunapark gibi ögeler çerçevesinde metaforik bir okumaya imkân veren bir metin olarak öne çıkar.’’

Yolun, tabiatın bakirliğine müdahalede bulunması Kuran-ı Kerim’deki kıyamet sahnesinin anlatıldığı Tekvîr, İnfitâr, İnşikâk sureleriyle tasvir edilmektedir. Asfalt yolun tabiata müdahale etmesi kasabanın modernleşmeye başlamasının ilk basamağıdır. Yolun tabiatı yararak kasabaya bağlanması modern hayatın köye sirayet edeceğinin göstergesidir. Bu bağlamda Kutlu için yolun kasabayı ikiye bölmesi kıyametle eşdeğerdir:

“Buldozerlerin dişleri toprağa saplandığı zaman…

Motor gürültülerinin yavru kuşları yavrularından ürküttüğü zaman…

Ağaçların devrildiği, kayaların demir matkaplarla delindiği, suların önü kesildiği zaman…

Bulutların kirlendiği zaman…

O durgun göl kenarında, kamışlıkta, akşam, balıkların, su kuşlarının, rüzgârın ve titreyen çimenlerin, kertenkelelerin, sincabın ve tarla kuşunun birlikte söylediği ilâhi ansızın kesildiği zaman…

Görüldü ki…

Ovayı bir baştan bir başa bıçak gibi kesen, geniş, kara, parlak, sıvışık bir yol açılıvermiş.’’

Kasabaya önce kâğıt üzerinde müdahale edilmiş, yol açılıp elektrik direkleri ve tellerinin gelmesiyle ova cebren ikiye bölünmüştür. Mürdüm erik ağaçlarını kasabanın mezarlığını Ahi Baba Tekkesi’ni yarıp geçmiştir. Yol medeniyettir elbette, ancak o yolun tabiatın ilâhi düzenine müdahale etmesi yalnızca kendi gelmekle kalmayıp peşinden modern imkânları da toplayıp getirmesi kasabanın geleneksel silüetinin yerle bir edilmesine sebebiyet vermiştir. Yolun kasabaya gelmesiyle birlikte motor sesleri fayton seslerine galip gelmiş; cadde yapmak uğruna evler dükkânlar yerle bir edilmiştir. (“Mustafa Kutlu’nun Hikâyelerinde Kasaba ve İnsan İlişkisi” Yüksek Lisans Tezi – Elif Akkaya)

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Sanatla Direnmek

Yayınlanma:

-

Yeni kuşakların, çocukların ve gençlerin Filistin duyarlılığı eskilere oranla düşük mü?

Böyle öz/eleştiriler sizin de kulağınıza çalınmıştır yahut bunu destekler çokça şahitliğiniz vardır belki de.

Direnmek yoksa eğer, bilhassa kültür edebiyat ve sanatla, yeni kuşaklardan bilinç ve hassasiyet beklemeye hakkımız olduğunu sanmıyorum.

Kültür, edebiyat ve sanatın altını bilhassa çiziyorum. Okullardan ziyade sokaklarda, yapay sahalarda değil hayatın olağan akışında yeşeriyor ve yayılıyor bilinç. Burada, bu mümbit topraklarda.

Soykırım uygulayanlar yalnızca insanları ortadan kaldırarak başarılı olamazlar. Soykırımcının asıl hedefi o toplumun uzun yıllar içinde ortaya koyduğu kültür değerlerini yok etmektir. Kültürü ortadan kaldırdığınızda artık geriye bir şey kalmamış sayılır.

25 Ağustos 1992 tarihinde Saraybosna’yı bombalayan Sırp milliyetçilerin cami ve medrese esintileriyle inşa edilen ulusal kütüphane Vijećnica‘yı yakıp yıkarak Bosna’nın kültür mirasını, hafızasını ortadan kaldırmayı hedeflemeleri boşuna değildi. Bosna direndi. Çok daha çetin bir imtihanı Gazze veriyor nicedir.

İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, dünyanın gözü önünde 9 aydır devam eden soykırım, Filistin’den çoktan taşmış ve evreni zehirleyen baş belası bir İsrail’e maruz kalmak, bu konu üzerinde düşünmeyi elzem hale getiriyor:

Son çare silahlı direnişten önce ve esasen sanatla direniş.

Bilinç ve hafızayı kurma ve korumada, bir halkın kimliğini oluşturma ve muhafazada sanatın rolü, potansiyel gücü hafife alınmamalı.

Çocuklarımızın, sekiz yaşındaki Yusuf ve 4 yaşındaki Dua’nın hayatından örnekler verebilirim.

7 Ekim 2023 öncesinde, işgal atındaki Filistin, soykırımcı İsrail’in olmayan insafına terk edilmiş, Türkiye dahil pek çok “komşu” ülke İsrail’le normalleşmek için kuyruğa girmişti. Biz de herkes gibi neler olacağından habersiz bir yolculuktaydık.

Arabada kendi seçtiğim şarkıları dinlerken Murat Kekilli’nin “Yıkılasın İsrail” adlı şarkısı çalmaya başladı.

Eşime dönüp, “Bu şarkının sözlerini Hamza Abi’nin yazdığını biliyor muydun?” diye sordum.

Şarkının hikayesini anlattım. Necip Fazıl Kısakürek’i Murat Kekilli ve Hamza Er ile aynı şarkıda buluşturan kader ilgi çekmez mi?

“Yıkılasın İsrail, enkazını göreyim, sana ülke diyenin, yüzüne tüküreyim!”

Bu şarkı ve sözler üzerine Yusuf bizi soru yağmuruna tuttu. Yol boyu “İsrail Sorunu”nu konuştuk. Artık o bir Filistin dostuydu, İsrail’e karşıydı ve boykota katıldı.

Çocuklarla 7 Ekim sonrası Filistin’le dayanışmak için düzenlenen eylemlere bol bol katıldık.

Artık çocuklar evde durduk yere “Katil İsrail Filistin’den defol” vb. sloganlar atıyor ve Filistin marşları mırıldanıyor.

Anaokulunda öğrencilerden ülke sunumları yapmaları istenince bizim Dua, Filistin’i aldı. Filistin sembollerini kartona yapıştırdık birlikte. Filistin hakkında kısa öz bilgileri ezberledi.

Sunumda ben yoktum, öğretmeni videoya çekmiş, bizimle paylaştı.

– Dua bugün bize hangi ülkeyi anlatacaksın?

– Live Filistin!

Hem bir slogan hem bir dua hem de şarkı sözü. O kadar özdeşleştirmiş ki Filistin’le.

Bu süreçte onlarca kez duyduğu bir şarkı (Leve Palestina) ülkenin adı olsa gerekti!

Sözleri İsveççe bir şarkı Leve Palestina: “Yaşasın Filistin” anlamına geliyor.

Şöyle de tercüme edilebilir başlangıç sözleri:

Leve Palestina och krossa sionismen / Yaşasın Filistin, Kahrolsun Siyonizm

(Amin)

Karikatürist Naci el-Ali’nin karikatürleri olmasa, dünyaca ünlü Filistinli şair Mahmud Derviş olmasa, ilk kadın direniş şairi Fedva Tukan olmasa, direnişin ilk hikayelerini yazan Gassan Kanafani olmasa, intifada şairi Semih el-Kasım olmasa Filistin direnişi bu kadar etkili olabilir miydi?

100 yıldır işgal altında, 100 yıldır direniş destanı yazan bir halktan, bir ülkeden bahsediyoruz. Hiç ama hiç kolay değil.

Bugün Gazze’nin kırılamayan, teslim alınamayan iradesi akıllara durgunluk veriyor. Arkasında muazzam bir iman, bir inanç ve kararlılık var.

Sanat bu inancın, bu direnişin bahçesindeki ağaçların meyveleri. Zeytini, limonu, mandalinası, kirazı.

Filistin’in, Gazze’nin insanlığı özgürleştirdiğine inanıyorum. Hiç değilse sağlam bir özgürleşme daveti sunuyor. Öpüp başımızın üzerine koymalıyız: “Bu davet bizim!”

Öyle olmasa sokaklarımıza şu sözü yazıp mazeret sunma gereği duymazdık:

“Kusura bakma Filistin biz de işgal altındayız!”

Sanat işte, biz özgürleşirken elimizden tutan enstrümanlardan biri.

Şair Cahit Koytak’ın “Gazze Risalesi”ni okuyun derim.

Gazeteci Mehmet Akif Ersoy’un “Tünel / Gazze’de Yaşamak” kitabını okuyun derim.

Yazar Peren Birsaygılı Mut’un “Zeytin Ağaçlarının Arasında / Filistin Direniş Edebiyatından Portreler” adlı kitabını okuyun derim.

Listeyi uzatabiliriz. Uzatın lütfen. İşgal uzun sürdü. Direniş de uzun sürüyor!

 

*Kapak resmi Nabil Anani, “Eye On Jerusalem”, Tuval üzerine akrilik, 2012, 47 1/5 × 59 1/10 inç | 120×150 cm.

İlgili yazı:

Direniş Cephesinde Sanat

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Bereketli Bir Eylem Günü

Yayınlanma:

-

Dün, 30 Haziran Pazar, Direniş Çadırı’nın çağrısı üzerine Adana, Bursa, Konya, İstanbul, Samsun, Eskişehir, Kütahya, Kayseri, Zonguldak, Düzce, Gümüşhane, Trabzon ve Urfa olmak üzere 13 ilden gelen Filistin Dostlarıyla Ankara’da buluştuk.

10 Mart 2024 tarihi itibariyle ortalama 30 ilin meydanlarında iki haftada bir eylemler, basın açıklamaları yapıyorduk. Nihayet sıra tanışmaya ve el birliğiyle, iktidarın kalbine yakın bir yerde eylem gerçekleştirmeye gelmişti.

Birbirini büyük oranda ismen tanıyan, yediden yetmiş yediye, yüz elli kadar insan, yüz yüze görüştük, yemek yedik, çay içtik, muhabbet ettik, söyleşileri dinledik; düşünce, duygu ve tecrübelerimizi paylaştık.

Omuz veren pek çok oluşum ve destekçinin ısrarlı gayretleri neticesi Türkiye’nin soykırımcı terör devleti İsrail’le arasındaki kanlı ticaret önce kısıtlanmış, ardından yasaklanmıştı.

Türkiye’yi emperyalist bloktan çıkmaya haykıra haykıra çağırmaya uzun süre devam etmemiz gerektiği ortada.

Limanlar siyonist vahşete kapatılsa da ticaretin dolambaçlı yollardan devam ettiğine dair emareler yok değil.

Yine de kesin olan şu ki Türkiye üzerinden İsrail’e petrol sevkiyatı halen olanca hızıyla devam ediyor. İşgalci İsrail rejimi, Filistin’de 9 aydır resmen ve alenen yoğunlaştırılmış bir soykırım gerçekleştirirken ölüm makinelerine yakıt sevk etmek, dehşet verici bir utanç ve vebalden öte “soykırım suçuna ortaklık” anlamına geliyor.

“Neden BOTAŞ (Boru Hatları İle Petrol Taşıma A.Ş.) Önüne Gittiğimizi” kamuoyuna günler öncesinden şu sözlerle izah etmiştik:

“İsrail’in ihtiyaç duyduğu ham petrolün yüzde kırkı Azerbaycan tarafından temin ediliyor. Azeri petrolü, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı aracılığıyla Adana’nın Ceyhan ilçesine kadar ulaştırılıyor. Ceyhan’da yer alan BOTAŞ tesislerinde tankerlere yüklenerek işgal rejimine naklediliyor. BOTAŞ, hem İsrail’e yollanan petrolün tankerlere yüklendiği tesisin sahibi, hem de Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nın ortaklarından biri.

İsrail, bu petrolü rafinerilerinde işliyor. Rafinerilerde üretilen yakıt, hem sivil hem de askeri amaçlarla kullanılıyor. Yani bugün Filistin halkının üzerine bomba yağdıran tank ve uçakların yakıtları İsrail’e BOTAŞ ve Türkiye aracılığıyla naklediliyor.

Açık çağrımızı yineliyoruz: Siyonistlere ulaşacak her damla petrol Gazze’ye ölüm olarak yağıyor. Vanaları kapatın, suça ortak olmayın!”

Ve eylem saati geldi çattı!

Bilenler bilir, bilmeyenler de hayatlarında en azından bir düzine tecrübe etsinler, derim. Eylem günü, öncesi ve sonrasıyla, Avrupa Kupası grup maçlarından daha heyecanlı ve kesinlikle öğreticidir!

Eylem alanına girerken sayımız 250’yi bulmuştu.

Bir Türkiye klasiği, ucu yerli iktidarlara dokunan bir eylem olunca, polis olabildiğince uzakta, çok uzakta bir yerde “takılıp” kısa sürede dağılmanızı bekler. Mümkünse kimseler gelmesin, muhataplar görmesin, duymasın, gündem olmasın, ne olacaksa sessiz sedasız, şipşak olsun bitsin!

Polisler, BOTAŞ’ın önüne gitmemize müsaade etmemek üzere önceden yolu çevik kuvvetten bir barikatla kesmişti.

Üç arkadaş, emniyet amiri ile müzakere ettik. Sonuç alamadık.

Yasal haklarımızı kullanmamız keyfi yorumlar neticesi fiilen engelleniyordu. Bir başka Türkiye klasiği. Anayasal haklarımızı, ifade özgürlüğümüzü kullanmamıza yığınla polis zoruyla engel olunuyordu. Avukat olarak açıklama yapmam da sonucu değiştirmiyordu. Talimat duvarları yüksekti ve ses gelmiyordu!

17.30’da eylem alanına giden bir yol ağzında, ağaçların arasında, sokak lambalarının, (aydınlatmanın) olmadığı bir alanda barikat karşısındaydık. Çok değil, 20 dakika sonra, istişare sonucu mecburen B planını devreye soktuk ve oturma eylemine geçtik.

Hava 20.30 gibi karardığında tüm müzakere girişimleri artık sonuçsuz kalmıştı.

Bu arada marşlar, konuşmalar, sloganlar eşliğinde protestomuzu coşkulu şekilde sürdürüyorduk. Elinde gitarıyla ve dua eder gibi ezgilerle eylem alanına durmaksızın müzikli, sımsıcak, dipdiri bir direniş taşıyan arkadaşı Allah özellikle göndermiş olmalıydı.

Farklı ilden gelen pek çok temsilci söz aldı, mikrofonu eline aldı, nezaket sınırları içinde, hakkı ve hukuku, zulmü ve hukuksuzluğu dile getirdi, farklı tonlarda, yer yer coşkulu, öfkeli, yer yer ironik konuşmalar yaptı.

Sayıları giderek artan, nöbeti devralan çevik kuvvet polislerini idare eden sivil giyimli 4-5 emniyet mensubu öne çıkıyordu. İlginç bir görüntüydü. Eylemciler engeli aşmak için sosyal medya araçlarını kullanmak üzere telefonlarına sarılmışken sivil polisler de -muhtemelen whatsapp üzerinden- sürekli bir yerlerle yazışma halindeydiler harıl harıl.

Eylem gününün en güzel anlarından birincisi bana göre hep birlikte eda edilen akşam namazıydı. O namazı orada olan kimse kolay kolay unutamaz. Havada direnmenin onuru ve haklı olmanın huzuru, harika bir rayiha. Hakkı haykırmak, zulme karşı sesimizi yükseltmek için hazırladığımız bez pankartlar ayaklarımızın altına seccade olup serilmiş, mutlu mesut.

Ayetler, polislere yanlış yerde durduklarını, durmaya icbar edildiklerini hatırlatıyor olsa gerek ki mahcubiyetle aralanmış saygılı bakışları yere düşüyor. Daha fazla günaha ortak olmamak adına, hiç değilse biz secde edeceğiz diye önümüzden çekiliyor, bir kısım barikatı açıyorlar.

Günün rengi değişirken atmosfer de değişiyor. Polisler çoğunlukla şehir dışından, uzak diyarlardan, kadınlar ve çocuklarla birlikte tedarik ettiğimiz direnci karanlığa doğru püskürtmek için “pusu”da bekliyorlar.

Gecenin sonuna doğru yolculuğa nerde, nasıl çıkmalı?

Pek çok değişken var, sıcak gelişmeler üzerine istişare ediyoruz. Derken bir haber geliyor:

BOTAŞ Genel Müdürlüğü, pazar akşamüstü kapısının önünde hakkın sözüne barikat kuran o kurumlu kurum, en iyi savunma saldırıdır, baskın basanındır, der gibi kısa bir basın açıklaması metni yayınlıyor resmî sitesinden.

Yalandan kim ölmüş!

 

Kararımızı veriyoruz: Her türlü engellemeye rağmen basın açıklamamızı okuyacağız.

Cep telefonları ışığının aydınlattığı alanda gür bir sesle beyan ediyoruz, yine ve yeniden geleceğimizi, BOTAŞ’ın karşısına dikilmek üzere dört bir yandan harekete geçeceğimizi!

İnşallah daha güçlü haykıracağız ve başaracağız.

En kısa sürede işgalciye, soykırımcıya akan petrolün vanalarını kapatacağız.

Vanaları kapatacağız, gemileri bağlayacağız. İşgalci, katil İsrail’i yapayalnızlığa ve yaptıklarının hesabını vermeye mecbur bırakacağız.

Çünkü tüm dünya halklarının Filistin’e borcu var. En başta da biz komşu halkların.

Devamını Okuyun

GÜNDEM