Gazze’de ilan edilen ateşkesi, ateşkese giden süreci, ateşkes sonrası muhtemel gelişmeleri Aksâ Tûfânı boyunca sahada aktif mücadele içinde de yer alan Filistin dostları, Yeni Pencere için değerlendirdi. Değerlendirmelerin üçüncü bölümünü ilginize sunuyoruz.
Emre Tekinkaya:
Gazze’de iki yıldır süren insanlık dışı saldırıların ardından ilan edilen ateşkes, kâğıt üzerinde bir “barış” havası estiriyor olabilir fakat bu sürecin ardında, Direniş’i tasfiye etmeye, mazlum bir halkın iradesini törpülemeye yönelik ince bir plân yatıyor. Bugün Gazze halkı, yıkılmış şehirlerinin enkazı altında nefes almaya çalışırken dünya sahnesinde bambaşka bir oyun sahneleniyor: “barış” adı altında teslimiyet, “diplomasi” kisvesi altında da normalleşme…
Gazze halkı ve direnişi, iki yıl boyunca Siyonist-emperyal düzene karşı büyük bir meydan okumayla durdu. Evleri, hastaneleri, okulları, camileri yerle bir edilen bu şehir, bütün bu yıkıma rağmen teslim olmadı fakat şimdi masaya oturanlar o direnişin öznesi değil; aksine, o direnişi yalnız bırakan, hatta zalimlere de doğrudan ya da dolaylı destek veren bölge aktörleri… Bu yüzden bugünkü ateşkes, Gazze halkının zaferinden çok, Müslüman ülkelerin utancını perdelemeye hizmet ettiği izlenimini veriyor.
İki yıl boyunca Müslüman ülkelerin çoğu, “kınama” açıklamaları dışında neredeyse hiçbir şey yapmadı. Kimi ekonomik çıkarlarını korumak uğruna İsrail’le ilişkilerini sürdürürken kimisi sessiz kaldı, kimisi de “denge politikası ve reelpolitik” bahaneleriyle zulmü görmezden geldi. Oysa bu sessizlik sadece siyasi bir tercih değil, tarihi de bir vebaldir! Gazze bombalanırken İsrail’in enerji hatları, liman bağlantıları, ticaret yolları Müslüman coğrafyanın içinden işlemeye devam etti. Bu tablo, ateşkes masasında kimin gerçekten Gazze halkı için, kimin ise kendi iktidar ve çıkarlarını korumak için oturduğunu açık biçimde ortaya koyuyor.
Bugün ‘Gazze Barış Plânı’ adıyla gündeme getirilen önerilerin çoğu, sahadaki kazanımları masada eritmeye yönelik ve birçok risk içeriyor. Bu plânlar, Filistin halkının meşru savunmasını “terör” söylemine dönüştürürken, İsrail’in işlediği soykırımı meşrulaştırıp elini güçlendiriyor. Dahası, Direniş’i temsil eden unsurları tasfiye etmeyi hedefliyor. Sürecin arkasında ise yine aynı senaryo var: Bölge ülkeleri, Amerika’nın çizdiği çerçevenin dışına çıkmıyor ve çıkmaya da çalışmıyor. Ne yazık ki bu toprakların kaderini halâ halkların iradesi değil, küresel güçlerin ve işbirlikçilerinin menfaatleri belirliyor.
Ruhullah Sinan Tenşi
Gazze Mektebi: Bir Direnişin İnsanlığa Aynası..
İnsanlık tarihi, zalim ile mazlum çatışmasının örnekleriyle doludur. Hâbil ile Kâbil’den başlayan adalet mücadelesi, tarih boyunca nice mücadelelere sahne oldu. Her mücadele kıssası, insanoğlu için birçok ibret ve ders barındırıyor ancak modern dönemde gerçekleşen bu mücadeleler içerisinde 7 Ekim bir milattır.
Yıllar boyu bir açık hava hapishanesinde yaşayan bir halk, 7 Ekim’de güçlü bir kıyama kalktı. Bedelleri ağır olsa da insanlığa asırlar boyu yetecek nice dersler verdi. Düşmanınız ne kadar güçlü ve hain olsa da onurlu bir mücadelenin, güce karşı inanmışlığın, imkânsızlıkların inanç ve motivasyonla nasıl bir kuvvete dönüştüğünün dersini tüm insanlığa armağan etti. Dost görünenlerin hıyanetini ayan beyan ortaya sererken ağzı Filistin’den yana olup kalbi ve cebi Siyonizm’le birlikte olanların ise maskelerini bir bir düşürdü.
“Gazze bir mekteptir.” dedik ya;
Gazze, devlet denen organizasyonların hiçbir insani kaygı taşımadığını; varlığını muhafaza etmek adına kirli olan her türlü iş birliği ve ikiyüzlülüğe tevessül edebileceğini bir kez daha insanlığa öğretmiş oldu. Bununla birlikte devletlerin ikircikli tutumları veya açıktan kötülüğe hizmet etmesinin karşısında, sivil ve vicdanlı insanların ayağa kalktığında hiçbir otoriteye boyun eğmeden hakkın ve hakikatin yanında nasıl konumlanabileceğini de insanlık hafızasına kazımış oldu. Sumud filosu ve iktidarların güdümünden sıyrılabilen sivil eylemler, bu teze en güzel örneklerdir.
“Sivil eylemler” diyorum çünkü iktidarın ve hatta iktidar güdümündeki “STK” denen yapıların düzenlediği eylemlerin, toplumların gazını almaya ve iktidarın günahlarını meşrulaştırmaya nasıl da hizmet ettiğini “Gazze Mektebi” sayesinde öğrenmiş olduk!
Gazze ve Filistin üzerine binlerce makale ve kitap yazılabilir, yüzlerce film çekilebilir, konferanslar verilebilir lâkin hiçbirisi, 7 Ekim’den bu yana yürütülen mücadelenin sonucunda gelinen noktada, sahada olduğu gibi masada da elde edilen başarı öyküsünü; bu öykünün kahramanları kadar anlatamaz.
Bunca yıkımın ardından, şer güçlerin dayattığı 20 maddelik plân karşısında da Gazze’nin kahramanları boyun eğmedi. Büyük Şeytan ABD ve yavru şeytan İsrail, birçok dünya devletini arkasına almasına rağmen ne askerî ne de siyasî olarak mutlak bir başarı elde edebildi; asıl hedeflerine ulaşamadı.
Bu nedenle “Gazze Mektebi”, gücünüzün ne olduğunun hiçbir önemi olmadan inanmışlık ve ihlâsla verilen bir mücadelenin sonunda Allah’ın yardımının nasıl geldiğini insanlığa pratikte öğretmiş oldu.
Bundan sonraki süreçte Gazze, bir mektep olmaya devam edecek gibi görünüyor çünkü savaş son bulsa bile insanlığın vicdanında yankılanan sorular hâlâ cevapsız.
Artık Gazze yalnızca bir direnişin adı değil, modern dünyanın ahlâkî çöküşünü belgeleyen bir laboratuvardır. İnsan hakları söylemini dillerinden düşürmeyen Batı’nın, ekonomik çıkarlar ve jeopolitik hesaplar uğruna nasıl bir sessizliğe gömüldüğünü bütün çıplaklığıyla gösterdi.
Bir yanda “medeniyet” iddiasındaki devletlerin, çocuk cesetleri üzerinden siyaset ürettiği bir çağ; diğer yanda taşla, imanla, onurla direnen bir halk…
Gazze, bu tezatın tam ortasında insanlığın vicdanına ayna tuttu.
Bu aynada kimimiz kendi korkaklığını, kimimiz ikiyüzlülüğünü, kimimiz de hakkın yanında durmanın bedelini gördü.
Belki savaş bitecek, ateşkesler imzalanacak, sınırlar yeniden çizilecek ama Gazze’nin sorduğu o temel soru insanlığın yakasından kolay kolay düşmeyecek:
Adaletin tarafında mıydınız, yoksa konforunuzun mu?
İsmail Duman:
Gazze’deki ateşkes sürecini birkaç veçheden değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim.
Öncelikle, Siyonist rejimin Gazze’yi tamamen ele geçirmek, Hamas’ı yok etmek ve rehineleri geri getirmek gibi hedeflerine büyük ölçüde ulaşamadığı bir vasatta bu ateşkes sürecinin cari olması görece bir kazanımdır fakat Direniş’e somut destekler sunmak ve soykırımcıya doğrudan yaptırımlar uygulamak yerine emperyalistlerin masasına oturmayı bir kurtuluş yolu olarak seçen kimi Müslüman ülkelerin, Gazze’deki insani dramı da bahane ederek Hamas üzerinde kurdukları baskı, Direniş’in kazanımlarını uzun vadede riske atacak olan tehlikeli maddelerin ateşkes metnine girmesine neden olmuştur.
Ateşkes anlaşmasının ilk aşamasında gündeme gelen rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’de yönetimin devri konuları, Hamas ve diğer direniş grupları açısından zaten uzun zamandır kabul edilen başlıklardı. Bu bağlamda, esas kritik süreç ikinci ve üçüncü aşama görüşmelerde yaşanacaktır. Zira, Direniş gruplarının silahsızlandırılması, Barış Konseyi ve Uluslararası İstikrar Gücü gibi konular, buralarda tartışılacak. Hamas, İslami Cihad, FHKC ve diğer Direniş gruplarının silahlarını bırakmama konusunda net olduklarını biliyoruz ancak İsrail’in geri çekildiği sınırların değişkenlik göstermesi ihtimali, Gazze içerisinde görev alacak olan Müslüman ülke kuvvetlerinin ABD plânına mugayir hareket etme cesaretinden yoksun olmaları ve Filistinli rehine listesinde El-Fetih’te, Hamas’ta ve diğer Direniş gruplarında mücadeleyi yeniden örgütleme potansiyeli olan isimlerin yer almaması yönündeki girişimler ya da listede yer alanların Batı Şeria’ya sürülerek kontrol altında tutulması düşüncesi, Gazze’deki Direniş grupları açısından önemli handikaplar doğurmaktadır.
Bu noktada Türkiye, Katar ve Mısır’ın Hamas üzerinde uyguladıkları baskı kadar Direniş’in silahlarına sahip çıkacak bir iradeyi ortaya koymayacakları da aşikâr. Dolayısıyla, ateşkes görüşmelerinin ikinci ve üçüncü aşamalarını ABD, İsrail ve Batılı ülkeler, Filistin davasını sönümlendirme hedefi bağlamında ele alırken “Gazze’deki soykırıma son verdikleri” retoriğiyle zafer nâraları atan garantör Müslüman ülkeler ise Filistin Devletinin kurulması yönünde kaçınılmaz bir süreç olarak kurguluyorlar. Tabii bu ülkelerin garantörlük vasfında tek dayanaklarının ABD Başkanı Trump olduğunu hesaba kattığımızda ve İsrail’in hiçbir kural tanımadan başvurduğu ihlallerin yaygınlığını göz önünde bulundurduğumuzda hem ateşkes sürecinin hem de hayali kurulan barış ortamının oldukça kırılgan bir zemine sahip olduğunu söylemek mümkündür.
Diğer yandan, bu kadar riskli bir metne Direniş gruplarının neden imza attığını izah etmek de önem arz etmektedir. Öncelikle, Hamas ve İslami Cihad başta olmak üzere tüm Direniş gruplarının destansı bir mücadele verdiğini bir kez daha zikretmek gerekiyor. İsrail’in 2 yıl boyunca süren tüm saldırılarına ve katliamlarına rağmen Direniş’in teslim olmaması, tünellerdeki işleyişi devam ettirme kapasitesi ve azalan cephanelere rağmen destansı operasyonlara imza atması, Filistin coğrafyasında direniş düşüncesinin ne denli kök saldığını bir kez daha göstermiştir. Ancak bu Direniş gruplarının 7 Ekim’de Aksâ Tûfânı Operasyonu’na başvururken hesap edemedikleri en önemli nokta, Müslüman ülkelerin reaksiyonları olmuştur. Zira, devlet bazında sadece İran’ın, devlet dışı aktörler bazında ise Lübnan, Yemen ve Irak’ın verdiği destekler dışında Müslüman ülkelerin önemli bir kısmı retoriksel dayanışma açıklamalarıyla yetinmiş, diğer bir kısmı ise İsrail ağzıyla direnişi mücrimleştirme yolunu tercih etmiştir. Yine, daha önce belirttiğimiz gibi, bu devletlerin hemen hepsi somut yaptırımlar uygulamaktan çekinmiştir.
Böyle bir atmosferde siyonistlere ve emperyalistlere karşı mücadele veren Hamas ve diğer gruplar; Gazze’deki oldukça zor şartlarda yaşayan halkın bu durumu sürdürebilme kapasitesinin azaldığını fark etmesinin yanı sıra retorik destek veren Türkiye ve Katar gibi ülkelerin imza baskısıyla da karşılaşınca, ateşkese zımnen “tamam” demek durumunda kalmıştır. Az önce ifade ettiğimiz maddelerdeki risklerin farkında olan bu gruplar, gelişmeleri sürece yayarak zaman kazanma stratejisi takip ediyorlar. Benzer bir politikayı, uzun yıllardır Hizbullah, Lübnan’da silahsızlandırma gündemi bağlamında takip ediyor. Elbette Filistin’deki şartlar Lübnan’dakine nazaran daha kötü fakat her şeye rağmen Direniş gruplarının bu stratejiyi Hizbullah ve diğer direniş cephesi bileşenleriyle masaya yatırmadan kabul ettiğini söylemek çok doğru olmayacaktır. Diğer bir ifadeyle reel politik şartların çok zorladığı durumlarda, pragmatizm batağına düşmeden ideal politik ile reel politik arasında bir denge kurmak bölgedeki İslamî hareketlerin önemli manevra alanlarından birini oluşturmaktadır. Elbette bunun çok büyük riskleri de vardır ancak hiçbir ülkenin kılını kıpırdatmadığı ve hatta tersinden baskı uyguladığı bir vasatta, Hamas’ın ve diğer Direniş gruplarının bu riskleri neden aldığını sorgulamak yerine, bu grupları sonuna kadar desteklemek, şartlarını anlamak, onlara güvenmek ve en önemlisi yollarını dirayetle sürdürmeleri için bol bol dua etmek gerekmektedir.
Son söz olarak; ateşkesi şu anda bütüncül olarak değerlendirmek için hâlâ daha erken ama görünen fotoğrafları masaya yatırıp projeksiyon çizerek önlemsel düzeyde söylemler geliştirmek önem arz etmektedir. Umudumuz, Aksâ Tûfânı’nın dünya siyasetinde işaretlendiği bu dönüm noktasının, Filistin direnişinin geleceği açısından da güzel kapılar açması ve Mescid-i Aksâ başta olmak üzere tüm Filistin’in özgürleşmesidir.
İsa Ensar:
Gazze ateşkesi, ödevimize verilen bir ek süre!
7 Ekim’de parlayan hakikate göstermemiz gereken sadakat ödevi çağın insanı için bir yol gösterici, anlam verici. Bu anlam etrafında dünya çapında milyonlar birleşti. Direniş ipine tutundu. Çok yetersiz bir tutunma oldu ama bu kadarı bile Gazze halkının direnişiyle birleşmeyi başardı. Müstekbirler masaya oturmak zorunda kaldıysa bu en başta mücahitlerin ve Gazze halkının azmi ama biraz da direniş ayetini işitenlerin ayete itaati ile oldu.
Gazze çok büyük acılar yaşadı. Bebekler, kadınlar, gençler, yaşlılar, erkekler, gazeteciler, bakkallar, öğretmenler, şairler, mühendisler, anneler, babalar, yurdunu savunanlar katledildi. Evler, okullar, hastaneler, camiler, kiliseler yıkıldı.
Ülkeler savaşır, iç savaşlar yaşanır. Güçlü ülke zayıf ülkeye, zalim diktatör halkına zulmeder. İktidar sahipleri nifak sokar, çıkarları için kaostan ve kandan beslenir. Bunlar tarih boyunca olmuştur.
Filistin ise acıların, ölümlerin ötesinde, çağın ruhunu, direnişini taşıyan bir cephe.
Filistin, kapitalizmin ve sömürgeciliğin bir halkı yok edebileceğine, dilediği yerde dilediği devleti kurabileceğine, gerekli her mevkiye işbirlikçi atayabileceğine olan güveni ile önce bir halkın sonra tüm insanlığın karşı karşıya geldiği yer… Yani bu, yeryüzünde kibirle yürüyenlerle zayıf bırakılmışların savaşı.
Gazze, bu savaşı en çıplak hâli ile gözümüze soktu, direniş ayetini duymaktan kaçamayacağımız şekilde okudu. Artık bu an olmamış gibi yaşayamayız. Mesela artık insan hakları bizi koruyacak zannedemeyiz; bir soykırımın olmayacağını, insanlığın “ilerlediğini” varsayamayız. Filistin’i ele geçirmek isteyenlerin emeğimizi, dağımızı, deremizi, şehrimizi ele geçirmek istemediklerini de düşünemeyiz.
Ancak bir önemli nokta daha var. Artık çaresizliği kabul edemeyiz. Gazze bir yol bulunabileceğini, duvarın delinebileceğini gösterdi. O gün bütün duvar sahipleri titredi. Bu kadar kanı bu yüzden döktüler ancak ne esirleri bulabildiler ne Gazze’yi teslim alabildiler. Gazze çaresizliği kabul etmek zorunda olmadığımızı bir kere daha böyle göstermiş oldu. Devletleri ve sermayeyi zorlayan her bir slogan, boykot edilen ürünler, işbirlikçileri ürküten her bir eylem çaresizliği reddetmenin bir cüzünü yerine getirdi.
Çaresizliğimize mi, iktidar sahiplerine mi yoksa Gazze’de nazil olan ayete mi sadakat göstereceğiz? Bundan sonra bu, insanlık için en önemli soru olacak.
Ateşkes bizim için Gazze’yi ve şahit olduğumuz ayeti unutmanın bir vesilesi de ödevimizde eksik kalan yerleri tamamlamak için tanınmış bir ek süre de olabilir. Unutalım diye ellerinden geleni yapacaklar lâkin bu ek süreyi Gazze liderliğindeki direnişi daha da kuvvetlendirmek için kullanmaktan başka çaremiz yok, kendi kurtuluşumuz için.
Hüseyin Alan:
Gazze’de ateşkesin düşündürttükleri…
75 yıllık işgalci bir devlet var, uluslarası alanda tanınmış, neredeyse tüm devletlerin desteğine mazhar olmuş bir İsrail var; karşısında toprakları/ülkesi işgal edilmiş, insanları toplama kamplarına mahkûm edilip katliama tabi tutulmuş, bağımsız iktidarları ellerinden alınmış “bir toplum” var ve uluslararası sorumluluğa ve haklara sahip değil! “İki devletli çözüm” önerisinde olduğu gibi ordusuz, ülkesiz, direnişçilerinden yoksun yöneticileri olan bir çözümse çözüm değil!
Son ateşkeste olduğu üzere savaşan iki ordudan söz edemeyeceğimize göre, İsrail’in plânlarına uygun ateşkesin de taraflar arasında değil aracılar vasıtasıyla ve şartların dayatmasıyla gerçekleştiğini düşünüyorum.
Son katliamda yapılan “ateşkes” kararı, küresel vicdanı harekete geçirdiği, psikolojik ve ahlâkî mazereti kaybettiği için geçici bir molaya; onca yaptıklarını ateşkes ilanıyla unutturmaya mecbur kalmış İsrail’in istediği koşullarda gerçekleşiyor.
Ateşkesin bir tek olumlu yanı geçici de olsa bir süreliğine Gazzelilerin nefes almasına imkân sağlayacak olması.
İsrail’e güvenilmeyeceğini dünya âlem bilir: İsrail’in siyasi hedefinde yalnızca Filistin’in ilhakı olmadığı da bilinir.
Hamas’ın ateşkese ikna edilmesi geçici bir rahatlığa yol açsa da bu yanıyla elbette sevindirici olsa da Ayçin Kantoğlu’nun 7 Ekim sonrasında Gazzelileri kastederek dediği “İslam mevcut insan müktesebatından memnun değil, kendisine yeni bir insan bakiyesi devşiriyor korkarım.” tespitindeki hakikate, Direniş’in harekete geçirdiği insanlığın vicdani tepkisine halel gelmemesini umarım! Ateşkesin sağlayacağı geçici “zafer” kadar Gazzelilerin ve kollektif direnişin, insanlık ve İslam nâmına başlattıkları kıvılcımın bu ateşkesle söndürülmemesi de önemli.
Fevziye Şenoğlu:
Gazze’de sadece ateşkes oldu. O da şüpheli. Hiç kimse haklı olarak İsrail’e güvenmiyor.
Biz 8 Ekim 2023’te başlayan Aksâ Tûfânı için “Onurlu, başarılı bir savunma, zaferdir!” dedik; “Nihâî zaferin büyük bir adımıdır.” dedik. “Şimdi bizler için geçmişe bir tövbe, istiğfar gerekir; bugüne bir duruş, geleceğe bir plânlama gerekir.” dedik. Bu minvalde her gün ama her gün çalıştık. Aksâ Tûfanı’nın onurunu, nurunu paylaştık Çalışmalarımız bizi hiç tatmin etmese de… Çünkü savaşın muadili bir şeyler yapamadık!
Ateşkes süreci, teyakkuz hâlinde çalışacağımız bir süreç olmalı. Şu anda Direniş güçlerinin ve halkın sahada kazandığı şeyler masada kaybettirilmeye çalışılıyor. Bugün Mısır zirvesi var. Kurtlar sofrası kuruldu. Gazze’de barış, güvenlik adı altında ABD ve işbirlikçileri oraya yerleşmek istiyor. Bu plânların farkında olup karşısında durmaya devam etmeliyiz.
Yaptığımız çalışmalar; Gazze’ye yardım ve destek değil, kendi kulluk sorumluluğumuzdur!
Zîrâ Gazze bilinci, kıble bilinci; kıble bilinci de yön bilincidir. Aksâ’nın gösterdiği yön, hayatın sahibi Allah’a teslimiyet yani tevhid bilincidir. Aksâ Tûfânı, bir hak-batıl savaşı… Safları netleştirme, saflaştırma ve sıkılaştırma zamanıdır! Ateşkeste bunu daha iyi yapabiliriz, yapmalıyız.
Sadece ateşkes oldu yoksa İsrail yerinde durmuyor. Mescid-i Aksâ işgal altında, bütün Filistin işgal altında! Aksâ Tûfânı; izzetli, onurlu halkların özgürlük sevdasını, direnişi şu kirli dünyaya gösterdi. Ona selam olsun!
Savaş devam ederken bir gün o kadar üzüldüm ki çaresiz kaldım. “Allah’ım, üzüntüden hasta olsam, ateşim yükselip ölsem, acaba sen beni affeder misin?” dedim. Tekrar bu duruma düşmemek için plânlama içindeyiz. İnşallah daha çok çalışacağız. Aksâ Tûfânı’na şükranlarımızı sunuyor ve Allah’a hamd, peygambere salat ediyoruz.
sansür kadar sansüre uğrama korkusu da iğrenç birşey.