1 Mayıs, geçen yıl olduğu gibi bu sene de yasaklı. 1 Mayıs vesilesiyle Eğitim İlke-Sen, TOKAD, ÖYB ve Sağlık İlke-Sen bir açıklama yayımladı.
1 Mayıs’ın kapitalist sömürüye karşı yeni paradigmatik yaklaşımların öne çıkmasını sağlayacak, yeni ufuk ve yaklaşımları işaret edecek tartışmaları besleyip büyütecek bir zemin olarak görülmesini işleyen açıklamanın tam metni şu şekilde:
1 Mayıs: Ayağa Kalkan Öfke ve Yeni Ufuklar
1 Mayıs; ezilenlerin, hürriyeti gasp edilenlerin, bütün mazlum ve mustazafların dayanışma, isyan ve mücadele günü olarak yine insanlığın ufkunda yeni umutlara kapı aralayarak beliriverdi.
Pandemi koşullarında iki yıldır coşkuyla, öfkeli slogan ve meydan okuyucu yürüyüşlerle icra edilemese de 1 Mayıs’ın varlığı egemenlere korku, ezilenlere umut olarak son derece kıymetlidir.
1 Mayıs duyuru ve eylemlerini yasaklayanların varlığı bunun kanıtıdır. İşçilerin, emekçi kitlelerin salgın ve tam kapanma koşullarında fabrikalarda, atölyelerde sağlıksız koşullarda çalıştırılmaya devam ettirilmesine rağmen 1 Mayıs’ın yasaklanması, adalet ve zulüm arasındaki kapışmanın derin çelişkisi olarak kendini göstermektedir.
Kölelik koşullarının zirve yaptığı, insan haysiyetinin ayaklar altına alındığı bir vasatta 1 Mayıs başka ufukları herkese işaret eden bir misyonla mücehhez kılınmalıdır. Mevcut egemen işleyiş tümüyle çürümüş ve ona karşı çıkan cenahların çoğu köklü alternatifler üretememiştir. Bu durumda insanlık Tevhid ve Adalet hattının söylem ve çağrısıyla muhakkak ve gecikmeksizin tanıştırılmalıdır.
Tevhid ve Adalet hattı, mevcut işleyiş ve alternatiflerin ötesinde başka bir kurucu anlayışa sahip olarak yaşadığımız bütün ekolojik ve sosyolojik yıkım ve tahribata karşı köklü önerilerle 1 Mayıs çığlığına bambaşka yanıtlar vermelidir. Bu yanıtlar Kod 29 gibi güncel zulüm biçimlerini karşılamakla kalmayıp “Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım” ilkesini “Hakça Üretim” anlayışı temelinde yapılandırmalı, bütün taraflar için yeni bir sorumluluk vazifesini omuzlara yüklemelidir. Böylece kölelik ve açlık sınırlarında seyreden asgarî ücret uygulamaları, pekişen “işçi”lik ve “işveren” tanımlamalarının ötesinde başka bir üretim-paylaşım-dayanışma ağı mantığıyla ele alınacak, bambaşka perspektiflerle yeni yollar, adalet arayışının önüne serilecektir.
Memleketin bütün dağ, dere, ırmak, deniz, kıyı ve ormanlarını yağmalayan azgın kapitalist iştihadan kangren hâline gelmiş Kürt meselesine kadar sahici bütün problemlerimizle, vahiyden yola çıkan yeni bir solukla 1 Mayıs vesilesiyle ayağa kalkan öfke yeni ufuklar için mutlaka tanıştırılmalıdır.
Kula kulluğu esas alan yerel ve küresel hegemonyaya karşı “Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz” şiarını yükselten öncülük yine yerel ve küresel dayanışma ağları önermeli ve örmelidir: Bu 1 Mayıs da diğerleri gibi bu hedef için güçlü vesilelerden biri olarak görülmeli, mücadele azim ve kararlılık ateşini harlamalıdır.
İnsanlığın, börtü böceğin, ırmak ve ormanların, deniz ve derelerin ıslah ve direniş cephesinin nazarında bir bütün olarak görülmesi, düşmanın da bu bilinçle kavranması zorunludur. İyilik ve kötülük bu toplamlarda pozisyon almaktadır. Şeytani ve tâğûtî güçler de bu bilinçle kölelik ve sömürü mekanizmalarını işletmektedir.
Hiçbir mesele birbirinden, şeytani yönlendirmelerden, tâğûtî zorbalıklardan bağımsız değildir. Ancak buradan kalkan bir bilinç ve irade zalimleri açığa çıkarıp problemleri çözme ufkuna sahip olabilecektir. Bu bilinç ve kararlılıkla emeğin, alın terinin, isyan ve özgürlük ateşinin ortak ses ve çığlığı olan 1 Mayıs’ın bu perspektifi tartışmaya vesile kılmasını diliyoruz.
1 Mayıs Direniş, Zulme İsyan!
Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım!
Sermayenin Değil, Rabbimizin Kuluyuz!
Yaşasın Emeğin Dayanışması!
Tevhid, Adalet, Özgürlük!
EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)
SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)
TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)
Dünya Gıda Programı (WFP) yaptığı açıklamada 2024 yılında Batı Şeria’daki yaklaşık 700.000 Filistinlinin gıda yardımı ihtiyacının, son bir yılda öncesine kıyasla neredeyse %100 artış gösterdiğini kaydetti. Bu durum, bölgedeki artan gıda güvensizliğinin ve ekonomik zorlukların yalnızca Gazze ile sınırlı kalmadığını gösteriyor.
Filistin’de, özellikle Batı Şeria’da, İsrail’in işgal faaliyetleri ile gelişen yerinden edilme ve hareket kısıtlamaları halkın gıdaya erişimini sınırlıyor. Ekonomik koşulların kötüleşmesi ve işsizlik oranlarının artması, temel gıda maddelerinin birçok aile için ulaşılabilir olmaktan çıkmasına neden olduğu bildiriliyor.
Açlık Filistin’in her yerine yayılıyor. Gazze’den sonra şimdide Batı Şeria için de benzer bir tehlike gündemde.
Türkiye’nin Filistin Özerk Yönetimi ile İhracatı Nereye Gitti?
Bütün bunlar yaşanırken aynı dönemde Türkiye’nin Filistin’e ihracatı, dikkat çekici bir artışla rekor kırmıştı. Filistin özerk yönetimi ile 2024 yılında ihracat, bir önceki yıla göre %521,4 gibi çarpıcı bir oranda yükselerek 757,7 milyon dolara ulaşmıştı. Bu artışla Filistin, 500 milyon dolar ve üzeri ihracat yapılan ülkeler arasında ihracatın en fazla arttığı ülke oldu.
Filistin Ulusal Ekonomi Bakanı Muhammed el-Amur, “Türk hükümetinden, Filistin topraklarını Türkiye’nin İsraillilerle ticareti yasaklama kararından muaf tutmasını istedik” demişti.
Bu dikkat çekici artış kamuoyunda ticaretin Filistinlilerle değil hileli yollarla İsrail’le yapıldığı şüphelerini de yeniden akla getirmişti. Yine aynı dönemde bu kez Mahmud Abbas yönetiminin Filistin Ulusal Ekonomi Bakanı Muhammed el-Amur’un açıklamaları gündeme gelmişti. El-Amur, Türk hükümetinden Filistin topraklarını Türkiye’nin İsraillilerle ticaret yasağı kararından muaf tutmasını istediklerini belirtmişti. Gerekçe olarak ise Filistin ile Türkiye arasındaki tarihi ve uzun süreli ticari ilişkiyi göstermişti.
Gerek Türkiye hükümeti gerekse de İsrail’le işbirliği ile bilinen Mahmud Abbas yönetiminin ihracatın Filistin için yapıldığı belirtilse de WFP’nin son haberi bu bilgiyle ilgili şüpheleri artırıyor. Dünya Gıda Programı’nın raporu, Batı Şeria’da yaklaşık 700.000 Filistinlinin gıda yardımı ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyacın Ekim 2023 öncesine kıyasla neredeyse %100 arttığını ortaya koyuyor.
İsrail’le farklı yollarla devam eden ticaret Türkiye’de bağımsız protestoların ana gündemlerinden biri.
İsrail’le Ticaret Tamamen Durdu mu?
Türkiye’nin ambargo kararının ardından teorik olarak Türkiye’den doğrudan İsrail’li bir alıcıya ihracatın yasaklandığı biliniyor. Ancak aynı dönemde Mahmud Abbas yönetimindeki Filistin özerk yönetimi ile ticaretin astronomik artışlar göstermesi ticaretin farklı kanallarla sürdürüldüğü düşüncesini güçlendiriyor. Petrol ticareti ve üçüncü ülkeler üzerinden yapılan ihracatın da yine aynı başlık altında değerlendirilebileceği belirtilirken Mahmud Abbas yönetiminin bu ticareti durdurması ise olası görünmüyor. Abbas yönetiminin özellikle 7 Ekim Aksa Tufanı ardından İsrail’le ilişkilerini artırması ve işbirliğini sıkılaştırması ile WFP’nin son haberi ihracatın Filistinliler lehine olmadığını ortaya koyuyor.
Ramazan boyunca haykırdık:Gazze’deki soykırım ertelenemez bir gündemdir!
İsrail’le hileli ticareti durdurana, emperyalist üsleri ve siyonist uzantıları bu topraklardan kovana dek meydanları terk etmeyeceğiz! pic.twitter.com/fJAXjX5MYb
Bağımsız Protestoların Ana Odağı: İsrail’le Ticaret ve Tam Ambargo Talebi
İsrail’le ticaret tartışmalarının ara ara gündeme gelmesi ile birlikte bu durumu eleştiren bağımsız protestolar da gelişiyor. İsrail’e tam ve kesintisiz ambargo uygulanması talebini yükselten bu protestolar, Türkiye’nin birçok noktasında bağımsız aktivistler tarafından örgütleniyor. Protestolarda özellikle Türkiye’de iktidarın Filistin meselesi üzerinden hamaset yaparken öte yandan bu iddialara gerçekçi yanıtlar verememesi ve adım atmaması eleştiriliyor.
Eğitim İlke-Sen, sağlık İlke-Sen, TOKAD ve Özgür Yazarlar Birliği 09.04.2025 çarşamba günü Üsküdar Mimar Sinan Meydanında bir eylem düzenleyerek “İsrail’i Tanıma, Tam Ambargo Uygula” çağrısında bulundu.
Eylemde konuşan Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs, Gazze için Siyonistlerin ve emperyalistlerin “ya ölüm ya da sürgün” seçeneğini dayattığını, pek çok bölge ülkesinin de bu dayatma için işbirlikçi bir pozisyona sahip olduğunu söyleyerek bu dayatmalar karşısında İsrail’e tam ambargo uygulanması ve İsrail’in tanınma kararlarının iptali için gayret etmeleri gerektiğini vurguladı.
Son günlerde “hicret” kavramı üzerinden Gazze’den sürgünü normalleştirmeye çalışıldığının altını çize Örs, bu zihniyeti reddettiklerini iafde etti.
Eylem boyunca “İsrail’i Tanıma Tam Ambargo Uygula, Katil İsrail Filistin’den Defol, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, İsrail’le Anlaşmalar İptal Edilsin, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Kürecik Radarı İsrail’in Kalkanı, İncirlik Üssü Kapatılsın, Yaşasın Gazze Direnişimiz” sloganları atıldı, tekbir getirildi.
Not: Youtube, videoyu kaldırıp akabinde ikinci kanalımızı da kapattığı için farklı bir sosyal medya mecraından link paylaşıyoruz.
ChatGPT ile gündelik yaşama dek uzanan yapay zeka modelleri ile artık yeni bir çağı yaşıyoruz. Dünyanın en büyük sermaye gruplarınca fonlanan OpenAI’nin geliştirdiği ChatGPT artık görsel tanıma, sesli yanıt ve belge analizi bütünleşik birçok görevi birlikte daha hızlı yerine getiriyor. Chatgpt’nin yanı sıra Deepseek, ManusAI, Claude gibi farklı yapay zeka projeleri de artık teknolojiyi “yardımcı” pozisyonunun dışına çıkararak “öğretici” konumuna taşıdığı görülüyor.
Yapay Zeka Ne Vaat Ediyor?
Çin merkezli bir ekip tarafından geliştirilen DeepSeek-V2, matematiksel işlem kabiliyeti ve okuduğunu anlama becerisinin yanı sıra özellikle çok adımlı muhakeme yetenekleriyle öne çıkıyor. Sanayi devriminden bu yana teknolojiyi bir yardımcı olarak düşünen insanoğlu için ise artık yapay zeka “zeki ve bağımsız bir var olma” alanına dönüşüyor. Türkiye’de yapay zeka alanında önemli girişimlerin geliştiricileri arasında yer alan Bager Akbay, bu değişimi sanat üzerinden tarif ederken yapay zekanın aslında nasıl belirleyici bir pozisyona gelebileceğinin de altını çiziyor:
Bager Akbay, yapay zeka modellerinin gelişimini Türkiye’de takip eden önemli akademisyenlerden
“Yapay zeka sonuçta bazı şeyleri kolaylaştırırken bazı şeyleri zorlaştıran bir araç. Mesela toplumsal olarak kabul edilen ‘güzele ulaşma’yı kolaylaştırıyor. Teknik bazı işleri yapmamızı kolaylaştırıyor. Bunları yaparken istediğimiz bir şeye ulaşmak için yaşanacak yolculuğu yok ediyor. İstemediğimiz bir şeyi kabullenmemize, uyumlanmamıza sebep oluyor farkında olmadan. Yani ‘toplumsal güzel’i istediğimiz şeye tercih edebiliyoruz orada. Dolayısıyla orada bir zorlaştırma var. Yani çok klasik bir şekilde üretimi artırıyor.”
Yapay zekanın öğrenme ve deneyimleme süreçlerini değiştirdiğini ifade eden Akbay, estetik gibi insan olmakla doğrudan ilgili tanımlamaların bile zamanla değişebileceğini öngörüyor. Aslında Midjourney gibi farklı yapay zeka modellerin giderek daha “insan benzeri” içerikler üretmesi insana yalnızca soru sorma açısından bir inisiyatif bırakmış oluyor.
Yapay zeka yalnızca sanatsal ve görsel iletişimde öne çıkmış değiş. Yakın zamanda yeni bir “arama” deneyimi sunan Perplexity AI gibi sistemler de yapay zekanın uzmanlaşması konusundaki ilerlemeyi gözler önüne seriyor. Perplexity, sıradan bir arama motorunun ötesinde, kullanıcıya kaynaklı ve akademik nitelikli cevaplar sunarak araştırmacıların yeni gözdesi haline gelmiş durumda. Bu durum araştırma sürecini fazlasıyla kısaltırken şu soruyu da yeniden gündeme getiriyor: Öğrenme ve araştırma esnasında kaynaklar arasındaki bağı ve önem sırasını artık kim belirliyor? Görünüşe göre yapay zeka üzerinden milyarlarca içeriği tarayan bir araştırmacı için neyin önemli olup olmadığı konusu artık yapay zekanın takdirinde.
İnsan ve Yapay Zeka Arasındaki Sınırlar Silikleşiyor
Yapay zeka algoritmalarının “derin öğrenme”yi daha ustaca yapmaları ve daha çok kaynağa erişimleri aslında yeni çağın gerçek habercisi olabilir. Algoritma ile insan üretimi arasındaki içerik farkı her geçen gün daha da kapanıyor. Bir zamanlar yalnızca insanların yazabileceği düşünülen şiirler, akademik makaleler, haber analizleri artık yapay zeka tarafından saniyeler içinde üretilebiliyor. Bu da şu soruyu gündeme getiriyor: Gelecekte insan emeğine ne kadar ihtiyaç duyulacak?
Sosyal medya içeriklerinden, müşteri hizmetlerine; tıp, hukuk ve mühendislik gibi uzmanlık alanlarına kadar birçok sektörde yapay zekanın hem yardımcı hem de üretici bir aktör olarak rol aldığına tanıklık ediyoruz. Bu değişim, sadece iş gücünü değil, insanın toplumsal konumunu da yeniden şekillendiriyor.
Manus AI ile Yapay Zekada Yeni Bir Sıçrama: Uzmanlaşmış Modellerin Yükselişi
Yapay zeka dünyasında son dönemde öne çıkan bir diğer model de Manus AI oldu. Henüz geniş kitlelerce tanınmasa da, Manus AI özel görevlerde derinlemesine uzmanlaşmayı öngören yapısı algoritmalar arasında bir kırılma yaratabilir. Bu model, özellikle hukuk, finans, tıp ve teknik mühendislik gibi yüksek bilgi yoğunluğu gerektiren alanlarda daha derin, doğru ve profesyonel yanıtlar verebilmesiyle öne çıkıyor. Her şeyi bilen yapay zeka modelleri yerine bağlamları anlayan, veriler arasında etkileşimi doğru konumlayan bu tip yeni modellerin makine öğrenmesinde yeni gelişmelerin de habercisi sayılabilir.
Economist dergisinin 13 Mart 2025 tarihli “With Manus, AI experimentation has burst into the open” başlıklı makalesi, Manus adlı yapay zeka aracının internet üzerinden karmaşık görevleri bağımsız olarak gerçekleştirebilme yeteneğini vurguluyor.Manus, sosyal medya hesapları oluşturma, strateji belgeleri hazırlama ve etkinlikler için rezervasyon yapma gibi görevleri yerine getirebiliyor.Bu gelişme, yapay zeka deneylerinin daha açık ve erişilebilir hale geldiğini de gösteriyor
ChatGPT’nin çok yönlü yapısının aksine, Manus AI daha dikey alanlarda uzmanlaşma stratejisi izliyor. Örneğin bir tıp metni analizinde ya da hukuki yorumda, sadece dil kurallarını değil aynı zamanda alan bilgisine dair bağlamsal derinliği de hesaba katıyor. Bu da onu özellikle profesyonel kullanımda güçlü bir araç hâline getiriyor.
Makine ve yapay zekanın birleşimi
Teknoloji ve Makineleşme ‘İşçileri’ Tehdit Ederken Yapay Zeka ‘Beyaz Yaka’yı Gereksizleştiriyor
Ludizm adıyla bilinen ve 19. yüzyıl İngiltere’sinde bağlayan makineleri kıran işçiler bir gerçeğin farkına varmışlardı: Endüstrileşen bir üretim ortamında insan gücü yerini zorunlu olarak makineye bırakacak. Adını bir örgü makinesini kırarak hareketi başlatan Ned Ludd’dan alan Ludizm, tarihte ilk kez örgütlü bir teknoloji karşıtlığı olarak görüldü. 1779’dan 1850’lere kadar İngiltere’den kıta Avrupa’sına kadar yayılan hareket Osmanlı’da bile karşılık buldu. 1839’da Rumeli’deki İslimiye’de kadın işçiler örgü makinelerini kırmaya çalışmışlardı.
Makine kırıcıları
Teknolojinin gelişmesi ve iş gücünün makineleşmesi tüm işçileri işsiz bırakmasa da bütünüyle yeni bir dönemi inşa etti. Endüstrileşen toplumlarda işçilerin nitelik kazanma gereksinimleri ve basit kol gücü dışında üretime katılmayı gerektiren bir dizi yenileşme süreci başladı. Yapay zekanın ChatGPT ile görünür olmasına kadar makine öğrenmesinin “endüstriyel üretimdeki” yardımcı rolünü koruyacağı düşünülüyordu. Oysa şimdi gelişen modeller ve karmaşık iş akışlarını takip edebilecek analiz gücüyle yapay zeka “beyaz yaka”yı gereksizleştiriyor olabilir. Yüzlerce veriyi analiz eden bir ekonomi çalışanının görevini yada semptomlardan hastalığı belirleyen bir doktorun teşhis başarısını artık yapay zeka yakaladı. Örneğin The Guardian’ın haberine göre “Star” isimli bir robot hiçbir insan yardımı olmaksızın 2022’de hayvanlarda ince bağırsak operasyonunu başarıyla gerçekleştirdi.
Yuval Noah Harari: “Yapay Zeka İnsanlık İçin En Büyük Varoluşsal Sınav”
Yapay zekanın distopik geleceğine ilişkin popüler bir anlatıcı olan Yuval Noah Harari, yapay zekanın yalnızca bir teknoloji değil, aynı zamanda bir politik güç olduğunu savunuyor. Harari’ye göre yapay zeka, ilk defa dil üretme yetisine sahip bir varlık olarak ortaya çıktı ve bu durum insanı anlatı oluşturma tekelinden mahrum bırakıyor.
Harari “The Sapiens” ve “Homo Deus” kitaplarında yapay zekanın geleceğini de ele alıyor
Harari, bir konuşmasında şöyle diyor:
“Yapay zeka, insanın hikâye anlatıcısı rolünü çaldığında, kitleleri yönlendirme gücünü de ele geçirmiş olur. Bu, insanlığı gereksizleştiren bir kırılma noktasıdır.”
Bu bakış açısı, sadece iş kaybı değil, aynı zamanda anlam ve kimlik kaybı gibi derin toplumsal dönüşümlere işaret edebilir.
Yapay zekanın kurucu isimlerinden biri olan ve “Yapay Zekanın Babası” olarak bilinen Geoffrey Hinton, Google’daki görevinden ayrıldıktan sonra yaptığı açıklamalarda, yapay zekanın kontrolsüz gelişiminin ciddi tehditler barındırdığını söyledi.
Yapay zekanın ‘fikir babaları’ndan Geoffrey Hinton, Google’den yapay zeka ile ilgili endişeleri nedeniyle istifa etti.
Hinton’a göre, yapay zeka sistemleri artık sadece görev bazlı değil, öğrenme kabiliyeti olan, özerk kararlar alabilen varlıklar haline geliyor. En büyük endişesi ise şu:
“Bu sistemler kendi hedeflerini belirlemeye başladığında, insanın hedeflerini gereksiz veya zararlı olarak görebilirler.”
Hinton, bu gelişmelerin yalnızca iş gücünü değil, aynı zamanda demokrasiyi, etik değerleri ve bireysel özgürlükleri tehdit edebileceğini ifade ediyor.
Günün Sonunda Yapay Zeka Hâlâ Bir Araç mı, Yoksa Yeni Bir Aktör mü?
ChatGPT, DeepSeek, Perplexity gibi deepai sistemleri artık sadece araçlar değil; hayatın her alanında karar verici, bilgi üretici ve hatta anlam inşa edici bir rol üstleniyorlar. Derin öğrenmenin ve analiz yeteneğinin gelişmesi insanın araştırma, deneyimleme ve tecrübe biriktirme süreçlerini neredeyse tamamen yok ediyor. Harari ve Hinton gibi düşünürlerin uyarıları da bu bağlamda yapay zekanın yalnızca ne kadar ileri gideceği değil, kimin kontrolünde olacağı sorusunu da gündeme taşıyor.
Görünen o ki, yapay zekayla ilgili sorular artık sadece teknolojik değil, aynı zamanda varoluşsal. İnsanlık hem kendi zekâsının dijital bir yansımasıyla aynı sahnede yaşamayı öğrenmek zorunda hem de onu insan yapan “deneyimleme” süreçlerine sahip çıkmak zorunda.