Connect with us

Videolar

Câbirî’de Akıl, Ahlâk ve Siyaset – Muhammet Çelik

Yayınlanma:

-

Özgür Yazarlar Birliği seminerlerinde 10 Aralık 2022 cumartesi günü Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Muhammet Çelik, “Câbirî’de Akıl, Ahlâk ve Siyaset” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi.

Programdan notlar şu şekilde:

Hayatı:

  • 1936’da Fas’ta doğdu. Taşralı bir ailenin çocuğudur, ailesi çiftçilikle uğraşıyordu. Kendisi de çiftçilik ve bir ara bir akrabasının yanında terzilik yapıyor. Berberi/Amaziğ’dir, Arap değildir. Anne-babası ayrıdır, annesiyle büyümüştür. Anne tekrar evlenmiş, üvey babası onun eğitimiyle ilgilenmiştir. Amcası onu Fransız okuluna yazdırmış. 10 yaşında el-Hâc Muhammed Ferec’le tanışmış ve onun sohbetlerine devam etmiş. Bu kişi ıslahçı/reformist, direnişçi bir cami imamı, aynı zamanda Câbirî’nin de okuduğu ilkokulun kurucusu. M. Ferec, İbn Bâdis’in etkisinde bir selefi… Cabiri’nin dedesi daha muhafazakâr biri. Babası da Milli Kurtuluş Hareketi’nin üyesi, Fransızlar tarafından hapis ve sürgün cezalarına çarptırılmış.
  • Üniversiteyi sırasıyla Şam, Fas Rabat Üniv. Edebiyat F., Paris’te deniyor ama genel itibariyle Fas’taki fakültede okuyup tamamlıyor.
  • Sol kanadı oluşturan Ulusal Halk Güçleri Birliği partisine aktif olarak katıyor, sömürge karşıtı eylemlere katılıyor, parti kapatılınca Sosyalist Halk Güçleri Birliği’ne katılıyor. Bu partinin bazı programlarını kendisi hazırlıyor.
  • Eğitimci bir yönü de var. Öğretmenlik ve müfettişlik yapmış. Hazırladığı felsefe ders kitabı okullarda okutulmuş. Ayrıca eğitim üzerine kitapları da var.
  • et-Tahrîr, el-Aklâm, Filistin, Fikr ve Nakd gibi gazete ve dergilerin ya kuruluşunda yer almış ya da aktif olarak yazı kadrosunda bulunmuş.
  • Sömürge karşıtı direniş eylemleri sebebiyle tutuklanma ve hapis yatma gibi süreçleri de yaşamış.
  • Daha sonra akademisyenlik görevini yürütmüş ve kitap telifine yoğunlaşmış.

Eserleri:

Doktora tezini biraz daha geliştirerek oluşturduğu eser:

  • 1971: Fikru İbn Haldun: Asabiyye ve’d-devle( İbn Haldun’un Düşüncesi: Asabiyet ve Devlet, Türkçeye ve Fransızcaya çevrildi).
  • 1973: Advâ ‘alâ müşkili’t-talîm bi’l-Mağrib (Fas’taki eğitim sorunlarıyla ilgili)
  • 1976: Medhal ilâ felsefeti’l-ulûm I-II (Bilim Felsefesine Giriş)
  • 1977: Mine ecli ru’ye tekaddümiyye li-ba’zi müşkilâtine’l-fikriyye ve’t-terbeviyye (fikir ve eğitim üzerine).
  • 1980: Nahnu ve’t-turâs (Felsefi Mirasımız ve Biz, Türkçeye çevrildi).
  • 1982: el-Hitâbu’l-Arabiyyu’l-Mu’âsır (Çağdaş Arap Söylemi)
  • Nakdu’l-Akli’l-Arabî: Arap Aklının Eleştirisi (4 kitaplık bir seri, Türkçe, Fransızca, İngilizce, Almanca, Endonezyaca çevirileri var)

1.kitap: 1984: Tekvînu’l-Akli’l-Arabî (Arap Aklının Oluşumu)

2.kitap: 1986: Bünyetü’l-Akli’l-Arabî (Arap Aklının Yapısı)

3.kitap: 1990: el-Aklu’s-Siyâsiyyi’l-Arabî (Arap Siyasal Aklı)

4.kitap: 2001: el-Aklu’l-Ahlâkiyyu’l-Arabî (Arap Ahlaki Aklı)

  • 1988: es-Siyâsâtu’t-ta’lîmiyye fi’l-Mağribi’l-Arabî (eğitimle ilgili)
  • 1988: İşkâliyyâtu’l-fikri’l-Arabiyyi’l-muasır (Çağdaş Arap düşüncesinin sorunları hakkında)
  • el-Mağribu’l-Muasır (Çağdaş Mağrib)
  • 1990: Hivâru’l-Mağrib ve’l-Maşrik (Doğu-Batı Tartışmaları, Hasan Hanefi ile yazışmalar.. Türkçesi var)
  • 1991: et-Turâs ve’l-hadâse (Gelenek ve Modernite)
  • 1994: el-Mes’eletü’s-sekâfiyye (kültür meselesi)
  • 1995: el-Müsakkafûn fi’l-Hadârati’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye… (Türkçede var: Arap-İslam medeniyetinde entelektüeller: İbn Hanbel mihnesi & İbn Rüşd’ün çilesi)
  • 1995: Mes’eletü’l-hüvviyye: el-Urûbe ve’l-İslâm… (Kimlik meselesi: Araplık ve İslam)
  • 1996: ed-Dîn ve’d-devle ve tatbîku’ş-şeri’a (Din, devlet ve şeriatın tatbiki: Kürtçeye ve İngilizceye çevrildi)
  • 1996: el-Meşrû’u’n-nahdaviyyu’l-Arabî (Arap rönesansı)
  • 1997: ed-Dîmokrâtiyye ve hukûku’l-insân (Demokrasi ve İnsan Hakları, Türkçesi var)
  • 1997: Kazâyâ fi’l-fikri’l-muasır (Çağdaş düşünceye dair)
  • 1997: et-Tenmiyetü’l-beşeriyye.. (İnsani gelişim ve sosyokültürel hususiyet)
  • 1997: Vichetü nazar: Nahve iâdeti binâi kazâya’l-fikri’l-Arabiyyi’l-muasır (Türkçe çevirisi: Çağdaş Arap-İslam düşüncesinde yeniden yapılanma)
  • 1997: Hafriyât fi’z-zâkira (Bellekte kazılar, gençliğinden bahsettiği otobiyografisi)
  • 1998: İbn Rüşd: Sira ve fikr (İbn Rüşd: Hayatı ve Fikri.. Bu arada İbn Rüşd’ün bazı eserlerinin neşrini de gerçekleştirmiştir.)
  • 2005: Fî nakdi’l-hâce ile’l-ıslâh
  • Medha’l-İle’l-Kur’ân (Kur’ân’a Giriş, Türkçesi var)
  • Fehmü’l-Kur’ân (Nüzul sırasına göre Kuran tefsiri, 3 cilt halinde Türkçede mevcut)

Islahçı mı? Kendini konumlandırışı:

Ona göre,

– Gelenekçi ıslahçılar (Afgani, Abduh vb.) + İhvan…  Ciddi bir başarı ortaya koyamadılar.

– Liberal-laik batılılaşma yanlıları ise İslam karşıtları toplumu tanımadıkları için yenilgiye uğramıştır.

– İslam ve Batı sentezcileri, bir taslak önerememişlerdir.

Cabiri, “Kendi dünyamızdan neşet eden bir akılcılığın” İbn Rüşt akılcılığının ihya edilmesini istiyor. (“Kendimi ne reformcu, ne de belli bir ekole mensup birisi olarak görüyorum; Benim tek derdim epistemolojidir.” diyor.)

“ARAP AKLININ ELEŞTİRİSİ” ÜZERİNDEN CÂBİRÎ’NİN FİKİRLERİNE BİR GÖZ ATALIM

Neden “Arap” da, “İslam” değil?

Serinin ikinci kitabının Türkçeye çevrilişi münasebetiyle yazdığı yazıda, bunun nedenlerini şöyle açıklamış: a) İslam aklı sadece Arapça yazılmış eserlerden değil aynı zamanda diğer (Türkçe, Farsça, Urduca vb.) eserlerden, tümünden çıkarılabilir ki, Câbirî sadece Arapça yazılmış eserler üzerinden bu incelemeyi yapıyor.. Türkçe bilmediği için yakınıyor. Ayrıca M. Rıza Vasfî’ye verdiği röportajda da Farsça bilmemeyi büyük bir eksiklik olarak görüyor. b) kendi memleketinde -kendisi Arap olmamasına rağmen- Arap ile İslam’ı eş anlamlı kullanıyorlar, ayrım gözetmiyorlar. c) İslam aklının eleştirisi deseydi, bir dinin dini boyutunu eleştirdiği zannedilecekti, oysa amacı İslam dinini veya onun dini boyutunu eleştirmek değil…

  1. Kitap: ARAP AKLININ OLUŞUMU:
  • AKIL (düşünce/ideoloji değil, “akıl.” Doğrudan düşüncelerle değil, düşünceleri üreten araçlarla ilgileniyor. Düşünce sistemlerini, epistemolojiyi inceliyor.)
  • Projesinde geçen “Akıl” kavramı: “Şu veya bu derece güçlü bir şekilde Arap insanının eşyaya bakışını, bilgiye ulaşmak, onu üretmek ve yeniden üretmek için eşya ile girdiği ilişki tarzını belirleyen kavramlar ve zihinsel aktiviteler bütünüdür..”
  • “Arap-İslam kültürünün kendi mensuplarına bilgiyi elde etmeleri için sunduğu ve onlara bir bilgi sistemi olarak zorunlu kıldığı -dikte ettiği- prensipler ve kurallar bütünü…”
  • Bu akıl, Arap kültürünün içinde ve onun vasıtasıyla üretilmiştir.
  • Sonra bu kitapta Batı düşüncesinde “aklın” serüvenini “logos”tan Kant’a ve günümüze kadar irdeliyor.
  • Aklın tarihselliğinden bahsediyor.. evrensel akıl kavramı da yine sadece kendini üreten kültür içinde evrensel…
  • Grek-Avrupa aklı “insan-tabiat” kutuplarına sahip, Arap-İslam aklı ise “Allah-insan-tabiat” ilişkisine odaklı…
  • Yunan-Avrupa kültüründe akıl “nedenlerin kavranması”yla, bilgiyle ilişkili, Arap kültüründe “akıl” davranış ve ahlakla ilgili.
  • Projesindeki hedefi şöyle belirliyor: “Arap aklını üretmiş olan Arap kültürünün epistemolojik temelini analiz etmek.”
  • Bilgi sistemi, herhangi bir kültürün bilinçdışı yapısı…

Amacı bu yapıyı tasvir edip övmek değil, onu tahlil edip aşmaya çalışmak…

***

  • Tedvin asrı (kritik dönem h. 130-150). (Nahiv-Sibeveyh; fıkıh Şafii, tarih İbn İshak ve Vakıdi; sözlük ve aruz Halil b. Ahmed; kelam Vasıl b. Ata ve çağdaşları; Şii düşüncesi Cafer-i Sadık vb. Bu şahıslar ve çağdaşları, tedvin asrında yaşadı. Arap-İslam düşünce ve kültürünün referans çerçevesini oluşturan genel kültür yapısı bu asırda teşekkül etmiştir.)
  • Arap kültürünün yaşadığı hareket: durağan bir hareket… Arap aklının zamanı, Arap kültür zamanıyla aynıdır. (mekân ve şartlar değişti sadece.) Arap aklı; tedvin asrında oluştuğu şekliyle Arap kültüründe yerleşik olan zihinsel yapının adıdır.

Bu aklın, birbiriyle iç içe girmiş şu üç parçadan oluştuğunu söylüyor:

  • BEYAN: dil ve din ilimleri (beyani aklı / düşünme sistemini oluşturdu.) Lügat, sarf, nahiv, aruz, belagat, fıkıh, fıkıh usulü, tefsir, hadis, kelam…
  • BURHAN: Yunan, özellikle Aristo felsefe ve mantığı…
  • İRFAN: Maniheist, Hermetik, Mistik ve Yeni-Platoncu görüşler ve onların etkileri, uzantıları… Gnostik ve düalist inançların İslam kültürüne sızmış halleri..
  • “Felsefe, Yunanlıların mucizesi ise Arapça ilimleri de hiç kuşkusuz müslüman Arapların mucizesidir.”
  • “Yunan medeniyeti felsefe medeniyeti; çağdaş Avrupa medeniyeti bilim ve teknoloji medeniyeti; İslam medeniyeti ise fıkıh medeniyetidir.”
  • “Arapça, yapı ve etkinlik olarak Arap aklının en temel belirleyicilerinden biridir.”
  • Nahiv-mantık çatışması.. (Nahvi Arap kültürünün mantığı olarak görüyorlar..) Kitabu’l-ayn (gerçekten mümkün olandan değil zihinsel olarak mümkün olandan hareket etmesini eleştiriyor)… Nahivde ve diğer beyani ilimlerde kıyas… Fer’in asl’a kıyası… Kelamda gâibin şahide kıyası…
  • SÖZLÜKLER, dili Bedevi çevresiyle sınırlamakta, bunu beyan ilminin bir açmazı olarak görüyor…
  • “Mutezile kelamında usulün işletilmesiyle ilgili zihinsel mekanizma, fıkıhtaki usulün işletilmesindeki zihinsel mekanizmayla aynıdır. Bu mekanizmanın özünde fer’in, üzerinde ihtilaf edilmeyen asla dayandırılması. Bu da kıyastır.” Belagatteki teşbih, istiare, mecaz…. Bunlar da kıyastır..
  • Rey: “Şafii, Arap aklının en büyük yasa koyucusu. Rey, onun öncesinde özellikle Ebu Hanife zamanında mutlak serbestliğe sahipken o reyi sınırlamıştır.”
  • Dini rasyonel (beyani akıl) – akli irrasyonel (dıştan sızan mistik akımlar: irfan.. buna akli irrasyonel demesinin sebebi, akılla tanrının idrak edilemeyeceğini söylemeleri, aklın yerine iradeyi koymaları..)
  • “Kelam ilminde akıl için yasa koyma çalışmaları, mantığı Arap beyan mantığına zıt olan diğer kültürlere ait akıl yasalarına tepki olarak gündeme gelmişti.”
  • Tedvin asrı bir yönüyle de kelam asrıydı. Dışa yönelik fetihler durmuş, içyapıya yönelen tehditlerle mücadele edilmeye başlanmıştı.
  • Kadim miras /ulumu’l-evâil: Yahudilik (İsrailiyyat), Hıristiyanlık, Mecusilik (düalizm)- Maniheizm, Sabiiler, felsefi akımlar, Brahmanizm, yeni-Platonculuk, yeni-Pisagorculuk..
  • Abbasiler Brahmanizme karşı sert mücadele vermişler ve kelamcıları (Mutezile) devreye sokmuşlar.
  • Sabiiler, Harran okulunda etkin olan Hermetikler (Tanrı akılla idrak edilemez, aracı olan kutsal ruhanilere bağlanmak gerekir, diyenler- nübüvvetin inkârı)
  • Âtıl akıl… İşlevsiz kılınan akıl devreye giriyor böylece, Arap-İslam aklını etkisi altına alıyor..
  • Harran ekolü, kendi kültürlerini tercüme ederek Arapçaya aktarmış.
  • Bu âtıl akıl İslam kültüründe şuralarda kendini göstermiş: İsmailî anlayış bâtınî, sufi ve işraki ekollere geçmiş (ittihad, hulul, vahdet-i şuhud, şatahat). Şia’ya geçmiş. Bazı filozoflara da (sudur teorisi, İhvan-ı Safa risaleleri, İbn Sina). İlimler alanında ise Hermetik ilimler (gizli-büyüsel ilimler, kimya-simya)
  • Aristo’nun çevrilmesi: İslam’da aklın layık olduğu yere konulması… (burhan)
  • Me’mun’un rüyası, gnostizme/irfana, Maniheizme karş siyasi bir hamleydi, çeviriler başladı. Kılıçla yapılan mücadeleye bir de kalemle yapılan mücadele eklendi.
  • İlk İslam filozofu Kindî de “Maniheist ve Şii hasımlarının gnostik tezlerine evrensel akılla cevap vermeye çalışmış, “akıl devleti” diyerek Memun, Mutasım ve Vasık’ın devletini savunmuştur.”
  • Farabi farklı bir mecra izliyor, Kindi’nin aksine Farabi irfana sahip çıkmış ama bilginin birincil kaynağı olarak değil “sonucu” olarak görmüştür
  • İbn Sina, hermetizmi, mistisizmi ve gizli-büyü ilimlerini kabulleniyor..
  • İslam’da ilk hermetikleşen Şiilerdi – tasavvuf da onlara paralel olarak kendini bu doğrultuda geliştirdi.
  • Tasavvuf bir “mana krallığı”na dönüştü.
  • Gazali, kendi tasavvuf anlayışında ve varlık mertebelerini işlerken hermetik din felsefesini baz almış.
  • Temellerin Krizi: Arap aklındaki kriz olgusu da tedvin asrına dayanıyor.
  • Bu kriz; Sirafi-Metta arasında (nahiv-mantık çatışması), Memun’un rüyasında (Aristo’nun daveti), Kindî’nin akıl mücadelesinde, Muhasibi’nin yolunda vb. kendini gösteriyor..
  • Yeni bir başlangıç olmuştu diyor Câbirî, Mağrip hattında, Endülüs ve Kuzey Afrika..
  • Bu başlangıcın bir unsuru olarak: İbn Hazm’ın Zahiriliğinin gerçek içeriği siyasi-ideolojik olup doğrudan batını iddialarda bulunan Şiilere ve tasavvufçulara dönüktür.
  • “İbn Hazm’ın zahiriliği irfan’ı dışlayarak, beyan ile burhanı sentezlemek suretiyle beyanı yeniden inşa etmeyi hedeflemişti.”
  • İbn Tumert, İbn Bacce (Tedbiru’l-Muvahhidin).. Mağrib ekolünün diğer şahsiyetleri.. İbn Bacce beyan ile burhanı, yani din ile felsefeyi tam olarak birbirinden ayırıyordu. İbn Tufeyl, İbn Rüşd yine bu ekolün diğer kişileri… “Gayb alemi mutlak alem iken şehadet alemi sınırlı bir alemdir, birbirine kıyas edilemez.” diyor İbn Rüşd, o da din ile felsefeyi birbirinden ayırıyor.
  • İbn Heysem vb. bilim adamları İslam dünyasında ses getirmemiş, tıpkı İbn Rüşd akılcılığının ses getirmediği gibi. Yeni bir başlangıç… Evet; ancak devamı Arap dünyasında değil Avrupa’da gelmiştir.
  • Sonuç: Arap aklı, tedvin aklının üretimine mahkum olmuş ve yeni şeyler eklemeyi başaramamıştır.
  1. Kitap: ARAP AKLININ YAPISI:
  • Beyan-irfan-burhan tasnifi burada biraz daha açıklanarak geliştiriliyor.
  • Beyan şekilleri: Akıl ile beyan (itibar) İtikadi beyan. İbarenin beyanı. Yazı ile beyan. Lafızdan manaya doğru hareket eden bir beyan…
  • Lafızcılık (nahivde semâ’ya karşı kıyas/kural, belagatte süslü ifadeler, diğer ilimlerde keza…)
  • “Geçmişteki beyan âlimleri kendi alanlarına özgü bir dil (nahiv dili, fıkıh dili, kelam dili vb.) üretmelerine rağmen bu yaratıcı dil çalışmalarını düşünce konusu haline getiremediklerinden bunun kaçınılmaz sonucuna; düşüncenin sözlü ifadeye, mananın lafza olan üstünlüğü sonucuna, en azından teorik çalışmaların belirli bir seviyesinde bile ulaşamamışlardır. Bu sonuca ulaşamamaları yetersizliklerinden kaynaklanmıyordu. Zira müthiş bir fikri enerjiye sahiptiler. Aksine bu onların nassların kaynak olarak alınması esası üzerine kurulan bir bilgi alanında düşünce ve bilgi üreten bir etkinlik içinde olmalarından kaynaklanıyordu.”
  • “Nassa, lafızlar dilsel ifadeler ve söylem/hitap sistemi olarak bakılabileceği gibi, bir anlam ve gayeler topluluğu, fikir ve hüküm bütünü olarak da bakılabilir. Şafii’den Hasan Basri’ye, Câhız’dan Cürcani ve Sekkaki’ye kadar beyan sahası âlimleri nassa ilk açıdan bakmayı tercih etmişler ve onu ilk olarak lafız, ikinci ya da üçüncü olarak da anlam veya anlamın anlamı şeklinde görmüşlerdir.”
  • Fer’den asla hareket: “Beyani akıl yürütmede düşünce sürekli olarak fer’den asla yönelmekte ve bütün durumlarda fer’ asla bağlanmakta iken burhani akıl yürütmede düşünce neticelerden öncüllere değil, öncüllerden neticelere yönelmektedir.”
  • Selefin otoritesi, sahabe icması ve genel olarak icma: geçmişin otoritesi.. Beyani akla hükmediyor..
  • Fıkıhtaki kıyas-illet, kelamdaki cevher-araz meselelerini ele alıyor bu noktada..
  • Kelamdaki sebeplilik ilkesinin reddi ve “adet” teorisinin kabulü… Bilimin gelişmesinin önünü tıkamış diyor..
  • “Beyani dünya görüşü; Kur’ân’ın Allah, tabiat ve insan ilişkileri hususunda sunduğu tasavvur biçimine dayanır. O halde bu, özünde dini bir görüş biçimidir.”
  • Kendi görüşü şöyle Câbirî’nin: “O halde Kur’ân belirli bir akıl yürütme tarzını ortaya koymaz. O sadece insanları itibara, akıl yürütmeye çağırır ve hayal ve fikirlerini harekete geçirmek ve dikkatleri belli bir noktaya çekmek için insanlara misallerle anlatır. Kanaatimizce beyan sahası bilginlerinin düştüğü hata, Kur’an’ın bir şeye dikkat çekmek için kullandığı araç ve yöntemleri akıl yürütme için bir kurallar bütünü ve düşünce için bir mantık haline getirmeleridir.”
  • İrfan: “İrfanı farklı kılan şey onun bir taraftan dini meselelere has bir bilgi olması, diğer taraftan sahiplerinin onu sıradan müminlerin bilgisinden üstün ve rasyonel düşünceye dayanan âlimlerin bilgisinden aşkın gördükleri bir bilgi olmasıdır.”
  • İrfanilik, gnostisizm demek..
  • İrfan, düşünce kesinliğine değil iradenin bütünüyle kullanılmasına bağlı…
  • Hermetikler (aklı perde olarak gören anlayış). Zahir ve batın düalitesini getiriyorlar İslam kültürüne.. Tevil ve şatah devreye giriyor..
  • “İrfani hakikat genel bir hakikat değil bir şahsa mahsus ve doğruluğunu o kişinin karar ve seçiminden alan subjektif bir hakikattir. Şatah da vecdin feyzinden olduğu sürece vecdin değişmesine bağlı olarak değişir. Bazen ittihad, bazen hulul, bazen şuhud… Öyleyse mesele ister batıni tevil, ister işari tefsir, isterse şatahla ilgili olsun, ifade edilen hakikat insanın içine doğan bir düşüncedir.”
  • “Beyani bilgi sisteminde bilgiyi üreten akli eylem -veya genel zihni mekanizma- lafızdan anlama yönelirken, irfani bilgi sistemindeki zihni mekanizma bunun tersine batından zahire yani manadan lafza yönelir.” Gazali “Kendisine hakikatler keşf olunan manaları asıl, lafızları tabi kabul eder. Zayıf olan bunun aksidir. O kişi hakikatleri lafızlarda arar.”
  • Analoji ve irfani kıyas…
  • Şii irfanı velayet, imamet… İrfan’ın imam’a tahsisi söz konusu burada… Bu husus İmamiyye-İsmaili Şii irfaniliğini, Sufi irfandan ayırt eder. Çünkü sufiler, irfanın verasetle değil, mücahede ve riyazetlerle elde edildiğini ileri sürerler.
  • Câbirî’nin eleştirisi: “İrfani keşif, irfan mensuplarının iddia ettiği gibi aklın üstünde bir şey değil akli etkinliğin en alt derecesidir. Harikulâde bir şey ya da yüce bir kuvvetin verdiği bir hibe değil, kontrolsüz sıradan zihni etkinliğin ve kendisini besleyen hayalin bir faaliyetidir. Duyular tarafından tespit edilmiş veriler ya da rasyonel matematik veriler değildir. Vakıayla yüzleşmeye ve onu nitelemeye muktedir olmayan ve kendine rasyonel veya maddi veya her ikisi ile birden hâkim olamamış rüya gören bir bilincin verileridir. Hayal âlemi… Reel dünya bu âlemi yalanladığı için irfan mensupları felsefe ürünü mitolojik âleme sığınır. Bu âlem kaynağını eski İran dinlerinde bulan felekler, ilahi-semavi akıllar, mitolojik semavi insan ya da insan-ı kâmil âlemidir. Hermetikler bunları içselleştirip mitolojik karakterlerdeki dini felsefelerinin unsurlarından birisi olan mebde ve mead felsefesini bundan almışlardır.”
  • Hermetizm, aslında yükselen Yunan akılcılığına irrasyonel bir tepki idi ve Yunan felsefesinin çöküşüne neden olmuştu, işte aynı şekilde Cabiri’ye göre İbn Sinacılık da bu tepkiyi İslam kültürü içinde göstermiş ve Aristocu burhani düşünceyi İslam öncesine döndürerek hermetik bir karaktere büründürmüş ve daha sonrasında irfani ve işraki akımlar olan İbn Arabi irfaniliği ve Sühreverdi işrakiliğine yol açmıştır.
  • Burhan: Tamamen değilse bile temelde Aristo’yu temel olarak kabul eder.
  • “Beyani sistem, İslam inancına veya daha doğrusu bu akidenin belli bir şekilde anlaşılan şekline hizmet eden bir âlem tasavvuru oluşturmak hedefiyle nass, icma ve içtihadı temel kaynak otoriteler kabul ederken; irfan, velayeti ve genel anlamda keşfi iirfani bilginin biricik yolu olarak kabul edip Allah ile bir çeşit birliğe gitmeyi -ki bilginin konusu mutasavvuflara göre aslında budur- hedefler. Burhan ise sadece duyular, deney ve akli muhakeme gibi insan aklının tabii bilgi kaynaklarına dayanarak kâinatın bütününün ve parçalarının bilgisini elde etmeye çalışır.”
  • Burhan bir çeşit kıyas, fakat her kıyas burhan değil.
  • İbn Sina felsefesi: eklektik bir felsefe..
  • Beyan ve irfanın hizmetinde burhan… Aristoteles mantığı beyan dairesine sadece alet olarak girmesi dolayısıyla çok köklü değişikliklere maruz kaldı.
  • “İbn Sina kasıtlı olarak veya değil, dört akımı birleştirip uzlaştırmaya çalışmıştır. Bunlar kelam ilmi, tasavvuf, Aristoteles felsefesi ve hermetik İsmaili felsefe..”
  • “Aristocu ispatla ilgili durum İslam-Arap kültüründe İbn Sina ile beraber İslam öncesine dönmüştür. Fakat bu dönüş mantığın terki ve kavramsal mekanizmalarıyla ilmi tasavvurlarının da felce uğratılması sonucunda olmuştur. Bu çözülmüş Aristotelesçi miras İslam irfancılığını oluşturan hermetik karışımla ve bütün imkânlarını tükettikten sonra gelişmesi durmuş olan beyani miras ile iç içe geçmiş; bütün bu bilgi sistemlerinin Arap İslam kültürü içinde birbirine girmesi, kavramlarının karışması, meselelerinin çakışması, bakış açılarının ve hedeflerinin çatışması sonucunda olmuştur. Bu durum yeniden yapılandırma faaliyetini zorunlu hale getirmiştir.”
  • Bu akıl türleri arasındaki tedahül: Haris el-Muhasibi: Beyan ile irfan. Kindi: Beyan ile Burhan. İhvan-ı Safa ve İsmaili filozoflar: Burhan ile İrfan.
  • Gazali devrinin başlangıç noktası İbn Sina; İbn Rüşd döneminin başlangıç noktası İbn Hazm.
  • Gazali sonrası, Fahreddin Razi ve Îcî… – İbn Rüşd sonrası, Şatıbi (Makâsıd’üş-Şeria)..
  • Tasavvuf dış kaynaklı olsa bile üretken bir akılla Arap-İslam dünyasında yeniden şekillenmiş, “Böylece mesele ister beyan, ister irfan, isterse burhan gibi epistemolojik alanlarla ilgili olsun, Arap aklı tedvin devrinin başlangıcından Gazali’ye kadar üretken bir akıldır.” Gazali’yle birlikte Arap aklındaki üretkenlik durmuştur.
  • Yeniden Yapılanma Projesi: Arap-İslam düşüncesinin yenilenmesi, İbn Hazm eleştiriciliğini, İbn Rüşd akılcılığını, Şatıbi usulcülüğünü ve İbn Haldun tarihçiliğini alıp yeniden yapılandırmamızdaki başarımıza bağlıdır.
  • Yeni bir tedvin asrı için aklımızı lafzın ve aslın otoritesinden, selefin, kıyasın ve tecvizin sultasından nasıl kurtarırız? Yenileşmeyi kendi kültür mirasımız içinde nasıl gerçekleştireceğiz?
  • 1) Buna teorik değil pratik bir cevap verilebilir ancak. 2) Hiçbir yenilenme sıfırdan başlamaz, daha önceki bir ilkeden başlanarak düzenlenir. Bu da kültürel mirastır.
  • Cabiri, asıl meselenin “neyi almalıyız neyi bırakmalıyız” meselesi değil, “nasıl anlamak durumundayız, değişim ve uyanış için nereden başlamalıyız?” meselesi olduğunu belirtiyor.
  1. Kitap: ARAP SİYASAL AKLI:
  • Belirleyiciler: Akide + Kabile + Ganimet
  • Davetten devlete akide, kabile, ganimet (burada ilk İslami dönem ele alınıyor)
  • Riddetten fitneye: akide, kabile, ganimet (burada 4 halife dönemi ele alınıyor)
  • Siyasi bir okuma yapıyor Câbirî.. Gerçekçi insani sebepleri irdeliyor..
  • Emevilerle birlikte kabile, akideye zafer kazanıyor.
  • İslam Devletinin “mülk devleti”ne, saltanata dönüşmesi..
  • İmamet mitolojisi bir yanda.. Diğer yanda cebr ideolojisi..
  • Mutezilenin siyasi görüşleri etrafındaki akılcı çıkış: aydınlanma hareketi.
  • Muhammed’in (sav) melik, krallık kurucusu veya iktidara çağıran biri olmadığını ifade eden yazar, ancak bu ifadenin onun bir “devlet kurucusu” olmadığı anlamına gelmediğini de belirtir; hatta Cabiri’ye göre onun daveti, başından beri dini içeriğinin yanı sıra bir tür siyasi tasarı da içermektedir. Bu görüşünü şu önermeyle tekit eder: “Bize göre İslam, hem din hem de devlettir.”
  • Cabiri, Emevilerin sonu ile Abbasilerin başında “sultan ideolojisi”nin Farslardan alındığını belirttikten sonra aynı paragrafta günümüzdeki duruma da değinerek “Şimdiki çağda ise biz Araplar, bizdeki sınıfların beklentilerini anlatmak üzere, modern ve çağdaş Avrupa’daki sosyal sınıfların ideolojisini (liberalizm, sosyalizm, marksizm) taşıyoruz.” demiş ve hem geçmişin hem günümüzün kaçınılmaz olanla ideal olanı arasındaki uyuşmazlığı ve problemleri irdelemiştir. Buradan da anlaşılıyor ki, yazarın yeniden inşa düşüncesi, aynı zamanda kültür emperyalizmine karşı özgün bir yapılanmayı da içeriyor.
  • Arap Siyasal Aklı’ndaki tarih ve literatür tahlili, Cabiri’nin yeniden yapılanma fikriyle birleştiğinde bu durum, istibdada karşılık demokrasinin açık bir şekilde savunulması şeklinde tezahür eder. Modern demokrasi biçimlerini, “bütün insanlığın mirası” şeklinde ifadelendiren yazar, bunu “onların işleri aralarında şûrâ iledir” ayetiyle de ilişkilendirerek İslamileştiriyor. (Başka bir kitabında şûra ile demokrasinin aynı olmadığını söylüyor.) Daha önceki iki kitabında olduğu gibi bu kitabında da Arap-İslam düşüncesinin bugünkü sorunlarını geçmişteki sorunların çözümsüzlüğünde arayan ve her ikisi arasındaki irtibatı kuran Cabiri, siyasal akıl konusunda şunları söylüyor: “Böylelikle kabilecilik, grupçuluk ve dini-akidevi aşırılık geri gelip, Arap dünyasına önceden kimsenin beklemediği biçimde başat oldu. Bastırılmış şey geri geldi, böylece şimdimizi geçmişe döndürdü. (…) “Kabile” siyasetin yönlendiricisi, “rant” iktisadımızın özü oldu. “Akide” ise ya meşrulaştırıcı rantçı ya da Havaricî oldu.” Çözüm ise toplumdaki “kabile” unsurunu kabiledışılığa dönüştürmek, partilerle, sendikalarla, bağımsız dernekler ve anayasa kuruluşlarıyla yeni bir toplumsal örgütlenme oluşturmak; “ganimet”i vergici ve üretici bir ekonomiye çevirerek rant ekonomisinden kurtulmak ve güçlü bir ekonomi için Arap ortak pazarı”nı kurmak; “Akide”yi salt düşünceye çevirmek, mezhepçi karşıtlıklar yerine düşünce özgürlüklerinin geliştirilmesine fırsat tanımak ve hepsinin ötesinde Arap dünyasının birliğinden söz etmek…
  1. Kitap: ARAP AHLAKİ AKLI:
  • Ahlak ve edeb kavramlarının analizini yapıyor (ahlak Yunan felsefesinden gelen ahlak felsefesi için kullanılır olmuş, edeb ise Fars saray edebiyatından yapılan çevirilerde kullanılmaya başlanmış)
  • Değerler krizi… (yine tedvin asrına kadar dönen bir kriz)..
  • Arap kültüründe değer düzenleri -kökleri ve dalları-

1) Farisi miras (itaat ahlakı)

2) Yunan mirası (mutluluk ahlakı)

3) Sufi miras (fena ahlakı, ahlakın fenası)

4) Saf arap mirası (mürüvvet ahlakı)

5) İslami ahlak arayışında İslami miras (salih amel, maslahat)

  • Buna göre Farisi mirastan, Yunan mirasından, sûfî mirastan, saf Arap mirasından ve saf İslam mirasından gelen akımlar, bazen birbiriyle çatışarak, bazen uzlaşarak veya sentezlenerek ve bazen de birbirleriyle karışarak ya da birbirlerine galip gelerek büyük ana akımı oluşturmuş ve bugün hâlâ etkisini devam ettiren belli bir ahlakî aklı meydana getirmiştir, yani Arap Ahlaki Aklı’nı.
  • Her mirasın kendi içinde bir değerler düzeni vardır ve değerler düzeninin merkezinde bir tane merkezî değer bulunmaktadır; diğer değerler bu merkezî değerin etrafında sıralanırlar. Buna göre Farisî mirasın merkezî değeri “itaat”, Yunan mirasının merkezî değeri “mutluluk”, sûfî mirastaki merkezî değer “fenâ”, saf Arap mirasındaki merkezî değer “mürüvvet”, saf İslam mirası veya Kur’ân ahlakındaki merkezî değer ise “salih amel”dir.
  • Emevilerdeki “cebr” söylemi (insan iradesinin reddi, her şeyi Allah yapıyor..), itaat ahlakından farklı…
  • Bir değer olarak itaat, Emevilerin iç ayaklanmalarla sarsılmaya/yıkılmaya başladığı son dönemlerinde devletin ayakta kalabilmesi için ve bu ihtiyaca binaen Farisi mirastan ödünç alınmış, saray kâtiplerinin tercüme ve telifleriyle, ayrıca bu kâtipler tarafından yazılarak halka açık alanlarda sultan adına okunan mektup ve hutbelerle temellendirilmiş, Halife/Sultan olarak yetiştirilen saltanat çocuklarına Kur’ân’ın yanında bir ders kitabı olarak okutulan “Ardeşir Vasiyetnamesi” ile nesilden nesle aktarılarak iyice kökleştirilmiş, Abbasiler döneminde ve daha sonraki dönemlerde hep iktidar tarafından desteklenmiş, bazı İslam âlimlerinin yazdığı ahlak kitapları aracılığıyla İslamileştirilerek tartışmaya kapatılmış, diğer değerleri etkisi altına alarak üste çıkmış ve böylece günümüze kadar Arap aklının en baskın değerini oluşturmayı başarmış ve Arap-İslam toplumlarının felaketi olmuştur. Bireyin mutluluğu temelinde yükselen Yunan ahlak düşüncesi, mürüvveti esas alan Arap geleneği ve salih amel ile birlikte maslahatı esas alan İslam ahlakı belki de güzel bir bütünlük oluşturarak Arap Ahlakını sağlam temellere oturtacakken, devletlerin ve sultanların desteği ve toplumların bazı âlimler ve yazarlar tarafından düşüncesizleştirilmesi neticesinde, bir yandan hermetik geleneğe dayanan sûfî mirasın “fenâ” (yok olma) ahlakıyla her şeyin yok edildiği ve ahlaki değerlerin de fenâ bularak yok olduğu bir ahlak toplumlara süslenerek sunulmuş, müridin şeyhe itaati burada esas alınarak şeyhin saltanat sürmesine imkân verilmiş, diğer yandan Farisi mirasa dayanan itaat ahlakıyla bireyler yok sayılarak “her şey sultan için” anlayışı yaygınlık kazanmıştır.
  • İtaat ahlakı o denli kök salmıştır ki, Yunan mirasına atfedilen birtakım sahte metinler bile itaat ahlakını savunan bir biçimde yazılmıştır. Bunların sahteliği Yeni-Eflatunculuk dönemine kadar gider. Ancak İslami dönemde eklenen kısımlardır itaat ahlakını savunan metinler.
  • Cabiri’nin öne çıkardığı ve günümüz için de model olabileceğini söylediği metinler ise, ahlak meselesine bilimsel eğilimlerle yaklaşan ve ahlaki bozuklukların giderilmesi için psikolojik yöntemler öneren metinlerdir. Bunun adı “ahlak tıbbı”dır. Sabit b. Sinan, İbnü’l-Heysem, Kindî ve Razî’nin eserleri gibi. Yunan mirasındaki felsefi yönelim ise bir kısmıyla Kisracı değerlere yenik düşerek “Erdemli Şehri” bir Kisra devleti haline getirmeye çalışıyor ki bu Farabi’de somutlaşır. Ve burada “Arap-İslam rüyası ne zaman bu Ardeşir modelinden kurtulup özgürleşecek?” diye sorar yazar. Bir kısmıyla da “bireyin kendini yönetmesi” esasına dayalı İbn Bâcce’nin projesine dönüşür. İbn Rüşd’ün Platon’un eserine yaptığı Muhtasar ile İbn Bacce’nin söz konusu kitabı, Cabiri’nin İslam ahlakının yeniden inşası için önerdiği eserler arasındadır. İbn Rüşd’ün kitabı muhtasar olmanın yanında özgün metinler de içerir. İbn Rüşd ve İbn Bacce’nin bu kitapları bizi Ardeşir’in itaat ahlakından ve sûfîlerin pasifleştirici ahlakından kurtaracaktır. Felsefe içinde Âmirî, Miskeveyh ve benzerlerinin derlemeci bir eğilimle yazdıkları ansiklopedik ve iktibas ağırlıklı eserleri ise, itaat ahlakını içinde barındırdığından, hem sistematik değildir ve hem de Cabiri’nin yeniden inşa düşüncesi için olumsuz örneklerdir.
  • Tasavvuf, Cabiri’nin nezdinde İslam kaynaklı bir oluşum değildir. Ahlak konusunda onun tasavvuf değerlendirmesi “fena” kavramıyla özetlenebilir. Sûfînin nihai amacı olan fenâ yani yok oluş, onun kişilik özelliklerini ve ahlakını da yok ediyor. Sonuçta şatah halinde olduğu gibi bir kuralsızlık ve bir sınırsızlık haline dönüşüyor ahlak, bu da sufilerin başlangıçta benliklerini şeyhe köle olma yolunda kaybetmeleriyle başlayıp sonuçta Allah’la bütünleştikleri esnada tüm benliklerinden ve ahlaktan sıyrılmalarıyla neticeleniyor. Bu sonuçlara ulaşmak için Cabiri’nin yararlandığı kaynaklar tasavvufun birincil kaynaklarından Hücvirî, Kuşeyrî, İbn Arabî, Ebu Talib el-Mekkî ve benzerleridir. Fena ahlakını, tedbirin terki, yani geleceğe yönelik planlama yapmanın terki ve “amelsizlik ahlakı” olarak niteleyen Cabiri, “aslında fenâ ahlakı sadece ahlakın fenâsına değil aynı zamanda milletlerin de fenâsına yol açıyor; modern asırda ortaya çıkan ıslah hareketlerinin tarikatlarla mücadele şeklinde ortaya çıkması da bir tesadüf olmasa gerektir.” sözleriyle bitirir bu kısmı.
  • Saf Arap mirasında mürüvvet ve kerem kavramlarını öne çıkaran Cabiri, Saf İslam Mirası’nda Muhasibi’yi öne çıkarır ve aslında Muhasibi’nin zahitlik yönünün diğer tasavvufi akımlardan farklı olduğunun altını çizer. Başka bir ifadeyle Cabiri’nin tasavvuf adına onaylayabileceği kaynaklar varsa Muhasibi bunların başında gelir ama o da tasavvufun ana akımının dışında olup özgün İslami bir çizgide yer almaktadır. Ona göre “İslam ahlaki düşüncesi” diye adlandırılabilecek projenin ilk çalışmaları Muhasibi’nin eserlerinde yer alır. Ragıb el-İsfahani, Maverdi ve Gazali’nin ahlak çalışmalarında özgünlükten uzak karma bir sistemin mevcudiyeti ve Fars mirasından ve Yunan ahlakından alınan şeylerin İslamileştirilmesi var olduğundan Cabiri bunları da eleştirir. Onun İslam ahlakı hususunda asıl öne çıkarmak ve günümüze ışık tutucu olarak övmek istediği kişiler biraz önce bahsettiğimiz Muhasibi ile birlikte “salih amel” ahlakını öne çıkarıp maslahat kavramını ahlakın ve siyasetin esası yapmak isteyen İzz b. Abdüsselam ve bir de İbn Teymiyye’dir.
  • Kitapta “değerler krizi”nden bahseden kısımda Büyük Fitne’den itibaren başlayan ve vicdanlarda “iman” kavramının bile sorgulanır olmasıyla sonuçlanan krizin izi sürülürken, bu fitne korkusunun halkı despotik yönetimin itaati altına almak isteyen bütün iktidarlar tarafından nasıl kullanıldığını da gösterir. Ve “Fitneden sakınmaya” gösterilen bu aşırı rağbet, aslında kendisi bir fitne olan zillet ve alçaklık içinde yaşamanın kabullenilmesini haklı göstermiştir!” diyerek otoriteye mutlak itaati mutlak olarak reddeder.
  • Bu kitapta bir yandan itaat ahlakının İslamileştirilmesini eleştiren ve “din ile mülk (devlet) ikiz kardeştir” düşüncesini reddeden Cabiri, diğer taraftan İslam’ın hem dünya ve hem de ahiret dini olduğunu, Muhammedî davetin de bu doğrultuda en başından beri hem dini, hem de siyasi bir hedef güttüğünü ve bir devlet inşa ettiğini söyler. Ancak buradaki “mülk” kavramının devlet anlamına gelmekle birlikte içinde saltanat sistemine dayalı despotik bir sultanlık anlamını da içerdiği de göz önünde bulundurulmalıdır. Ardeşir düşüncesindeki ve itaat ahlakındaki din-devlet birlikteliğinde “din devletin kontrolü altına alınmak istenmektedir.” Cabiri’nin itiraz ettiği nokta sadece bu mudur peki? Cabiri’nin “Yeniden Yapılanma” adlı eserinde laiklik “hayatın kamusal alanının din ve din adamları otoritesine teslim edilmemesi” olarak adlandırılır. Dolayısıyla laiklik din adamları sınıfının olduğu toplumlarda bu sınıfın dışlanmasına yönelik bir tepkidir. Oysa “İslam, bir grubun tekelinde bulunan manevi otorite ve bir başka grubun tekelinde bulunan siyasi otorite şeklinde parçalanmış bir yapıyı tanımaz.” Cabiri’ye göre Arap dünyasında ortaya çıkan “laiklik” kavramı, Osmanlı’nın Türkleştirme siyasetine karşı bir tepki olarak doğan “Arap milliyetçiliğinin” Arapları birleştirmek için kullanmaya başladığı bir kavram olmuştur. Cabiri “laiklik” kavramının Arap-İslam toplumlarına uygun olmadığını söyler ve bunun yerine “demokrasi” ve “akılcılık” kavramlarının kullanılmasını önerir.

Vasfî ile söyleşisinden bir iki not:

  • “Yeni bir fıkıh usulünün tedvini veya günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilecek kanunların teşrii”… (Câbirî’nin yapılmasını istediği şey)
  • “Muhammedi toplumda fakir ile zengin, siyah ile beyaz arasında hiçbir ayrım yoktur. Bu toplumda değerler takva esasına dayanıyordu. Bu tecrübe ile demokratik ve sivil toplum düşüncesini ilk olarak insanlığa armağan eden ve tanıtan İslam olmuştur. İslam’dan önce hiçbir şekilde böyle bir toplum bulunmuyordu.”

Tarihselci mi?

  • Hasan Hanefi, Arkoun veya Fazlurrahman gibi bir tarihselcilik gözükmüyor Câbirî’de. Daha doğrusu, dinin hükümlerini veya kelami meseleleri tartışmaya açan bir üslup kullanmıyor, bu tartışmaları da gereksiz görüyor. Epistemolojiyle ve sistemle ilgileniyor.

Haber: Melike Belkıs Örs

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Üsküdar’da Ateşkes Eylemi: “Filistin’de İki Devletli Çözüm Tuzaktır!”

Yayınlanma:

-

Gazze’de varılan ateşkesin ardından Eğitim ilke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD tarafından Üsküdar’da yapılan eylemde direnişin süreceği ve Filistin’in özgürleşeceği vurgulanırken “iki devletli çözüm” plânları “tuzak” olarak sunuldu ve reddedildiği beyan edildi.

“İki Devletli Çözüm Direniş’e İhanet, Tam İki Sene Direndik Siyonizm’e Boyun Eğmedik, Yaşasın Gazze Direnişimiz, Direniş Sürüyor İntifada Büyüyor, İhanete Geçit Vermeyeceğiz, Katil ABD Ortadoğu’dan Defol, Yaşasın Akdeniz İntifadası, Katil İsrail Filistin’den Defol, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet” sloganları atılıp tekbir getirildi, konuşmalar yapıldı.

Topluluk adına Gülşah Eldemir’in okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

Emperyalizme, Siyonizm’e, İşbirlikçilik ve İhanete, İki Devletli Çözüm Tuzağına Karşı Direniş Sürecek, Filistin Özgür Olacak

Bismillâhirrahmânirrahîm

Hakikatin Yanında Israrla Duran Filistin Dostları,

İnsanlığın uzun tarihinin eşsiz bir ânına tanıklık ediyoruz!

Şu dünyadan gelip geçenlerin pek azına nasip olan bir tanıklıktır bu.

Tam 2 sene boyunca eşi benzeri görülmemiş bir saldırganlığa karşı verilen amansız bir direnişin neticesinde alnının akıyla insanlığın vicdan ve ufkunu ayakta tutmaya muvaffak olmuş yiğitlerin azim ve kararlılıklarına tanık oluyoruz.

Ne mutlu ki Rabbimiz bu haysiyet mücadelesine şahit olarak yazdı bizleri!

Biliyoruz ki bu günleri yaşayan, bu tanıklıklara ulaşan bir insan için ötesi yoktur.

Akılların almayacağı, zihinlerin kavrayamayacağı bir iradeyi kuşanan Filistin halkı emperyalistlerin sınırsız desteğindeki Siyonist saldırganlığa boyun eğmedi.

Bu amansız saldırganlığın karşısında evlatlar, anne babalar, gençler özgürlük yolunda kendilerini feda ettiler ancak zalimlerin karşısında diz çökmediler!

Baştan başa yıkılan Gazze teslim olmadı!

Evlerinden, mahallelerinden, şehirlerinden sürülüp duran Filistin halkı teslim olmadı!

Evlerinden uzakta aç susuz, derme çatma çadırlarda barınmaya çalışırken üzerlerine yağan bombalarla yakılan bu aslanlar teslim olmadı!

Müslümanlar sahipsiz bıraktığı için geleceklerini tünellerde savaşarak kurmaya çalışan yiğitler teslim olmadı!

Çocuklarla ve hastanelerle savaşan soykırımcı İsrail’e karşı insanüstü bir çaba ile karşı koyan Filistinli sağlık çalışanları teslim olmadı!

Bu onur ve haysiyet anıtlarından müteşekkil DİRENİŞ’in önünde en derin minnet ve hürmetle eğiliyoruz.

İntifada dostları,

Gazze direnişi insanlığı ikiye ayırmıştır.

Âl-i İmrân sûresi 179. ayette “Allah, iyiyi kötüden ayıracaktır.” buyurulmaktadır.

Rabbimiz bugün bunu, Gazze direnişi aracılığıyla yapmıştır.

Evet, Gazze direnişi dünyayı ortadan ikiye bölmüştür.

Emperyalizmin, Siyonizm’in, işbirlikçiliğin ve ihanetin yanında hizalananlarla DİRENİŞ’i dost edinip İntifada ateşini harlayanlar iki farklı cephe hâlinde kendilerini tarihe tanık olarak kaydettirmişlerdir.

Büyük Şeytan ABD önderliğindeki NATO bloğu var gücüyle İsrail’in yanında saf tutmuş; egemen dünya düzeni, Gazze’deki soykırım savaşı marifetiyle bütün mazlum ve mustazaflara gözdağı vermek istemiştir.

Allah’ın işine bakın ki Yahya Sinwar’ın şehit olmadan az önce fırlattığı sopası onların bütün plânlarını bozup parçalamıştır!

Gazze’nin hayranlık uyandıran direnişi uzak Asya’dan Amerika’ya, Avrupa sokaklarından Afrika’nın hesap sorma iradesine sahip halklarına, üniversite kampüslerinden hayatın bütün alanlarına kadar karşısında durulamayan bir tsunami vâr etmiş; vicdanları egemen dünya düzenine karşı ayaklandırmıştır.

Zalimler kaybetmiş; mazlumlar, İntifada’nın yükselen alevleriyle mücadele azim ve kararlılıklarını bilevlemişlerdir.

İki sene boyunca Gazze direnişinin yanında saf tutan yürekler!

Siyonist İsrail’i besleyen damarları kurutmak için meydanlardan hiç geri durmadınız!

2002’de İsrail’le ticaret 1,5 milyar dolar idi, meydanlarda bu ihanetin durması için haykırdınız!

2011’de İsrail’le ticaret 5 milyar dolara ulaşmıştı, her vesileyle meydanlarda bu rekor ticareti kesme çağrılarını yükselttiniz.

2022 sonunda İsrail’le ticaret 9,5 milyar dolar seviyelerine çıkmıştı, bu ihanet ve işbirliğinin ardından gelen Aksâ Tûfânı boyunca bu hakikati anlatmaya ve bu kirli ticareti durdurmaya çalıştınız!

Ankara’da şaşaalı törenlerle karşılanan İsrail cumhurbaşkanına “defol” demek için meydanları doldurdunuz!

Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından Siyonist savaş makinesinin damarlarına kan olarak akan petrolün vanalarını kapatmak için çırpındınız!

Başta İstanbul limanları olmak üzere Siyonistleri besleyen tedarik zincirinin en önemli halkası olan gemileri Türkiye limanlarından kovmak için gecenizi gündüzünüze kattınız!

İsrail’i koruyan İncirlik ve Kürecik üslerinin sökülmesi için bıkmadan usanmadan koşturdunuz!

Sizin bu mücadeleniz işbirlikçi AKP iktidarı tarafından engellendi; iftiralara, kovuşturmalara uğradınız, hapse atıldınız, yargılandınız!

Kitleleri Filistin duyarlığı ile aldatmaya çalışanların karşısına hakikatlerle çıktınız.

Onca karşı çıkışınıza rağmen BTC boru hattından katil İsrail’in tanklarına, uçaklarına akan petrolü kesmediler!

Onca feryadınıza rağmen Siyonizm’e can suyu olan gemileri limanlardan kovmadılar!

“Filistin’e ihanet” olarak vasfettiğiniz İsrail’le ticareti kesmediler, türlü hilelerle bu ihanete yol vermeye devam ettiler!

“Siyonist sermaye” olarak tanımladığınız İçdaşların, Zorluların İsrail’in çeliğini, enerjisini tedarik etmesini durdurmaya çalıştınız ama işbirlikçi sermaye İsrail’in dostu olmaktan vazgeçmedi!

Siyonist ZIM ve MAERSK gemi ve tırlarını limanlara ve karayollarına sokmamak için elinizden geleni yaptınız ancak iktidar sahipleri bu hususta hiçbir şey yapmadı!

Eşsiz Gazze Direnişi gibi bu eşsiz işbirlikçilik ve ihanet de tarihe ve Allah’ın katına kayıtlanmıştır.

Bunun hesabın Âlemlerin Rabbi olan Allah âhirette elbette soracaktır.

Herkes emin olsun ki biz de bu dünyada bu hesabın peşinde olacağız!

Şuarâ sûresi 227. âyet, bu hususta bizi temin etmektedir:

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir!”

Gazze direnişinin yârenleri!

Filistin’de direniş yüz yıldır sürüyor!

Filistin halkı, yüz yıldır ağır bedeller ödüyor; NAKBAlara, yalnızlaştırmalara, sürgünlere, ihanetlere göğüs geriyor!

Filistin halkı özgürlüğü tırnaklarıyla, kanıyla, alın teriyle adımlıyor!

Gazze’de, Batı Şeria’da DİRENİŞ, adım adım yeni mevziler kazanıyor; işbirlikçiliğin ve ihanetin yüzündeki perdeyi yırtıp atıyor!

Ülkeleri düşüren, siyasal gerçeklikleri alt üst eden Ortadoğu’daki yeni durumla birlikte şimdi mücadele bambaşka, zorlu bir aşamaya geçiyor.

Belli ki imkânsızlıkları parçalayan Filistin direnişi yeni süreçlere hazır!

Filistin dostlarının; Siyonizm’in, emperyalizmin, işbirlikçilerin karşısına dikilenlerin bu yeni aşamada çok daha kararlı olması gerekecek.

Filistin’in, bir bütün hâlinde Ortadoğu’nun ancak emperyalist zincirin halkalarının teker teker kopartılarak özgürleştirilebileceğini kavrayan, mücadeleyi bu doğrultuda inşa eden güçlü, kuşatıcı bir perspektife ihtiyacımız var.

Kardeşler!

Filistin halkını, direniş önderlerini, bölge ülkelerini hedef alan Siyonist saldırganlık; sahipleri emperyalistlerle birlikte DİRENİŞ duvarına çarpmıştır.

Veyl olsun Büyük Şeytan ABD’nin başkanı ve emperyalizmin şefi Trump’ın yanında saf tutarak Direniş’i boğmaya çalışan işbirlikçi bölge ülkelerine!

Veyl olsun “iki devletli çözüm” aldatmacasını, ihanetini dillendiren; Kudüs’ün batısını ve Filistin’in 4’te 3’ünden fazlasını Siyonistlere vermeyi kabul ettirmeye çalışanlara!

Filistin’de, Lübnan’da, İran’da, Yemen’de onca bedeller ödeyen Direniş’in rağmına emperyalizmin ve Siyonizm’in saflarını tahkim etmeye çalışan işbirlikçiliğin ve ihanetin karşısında durmaya devam edeceğiz!

Bütün bir yeryüzünü ayağa kaldıran, “Küresel İntifada” meşalesini insanlığın ufkuna diken; Mavi Marmara, Madleen, Hanzala, Sumud ve Özgürlük filosu ve March to Gaza yürüyüşü sûretlerinde insanlığı örgütleyen irade, Direniş hattında kararlılıkla durmaya devam edecektir.

Direnişin teslimiyeti reddeden bu güçlü zaferi mübarek olsun!

Selam olsun Gazze’nin, Filistin’in boyun eğmeyen iradesine!

Selam olsun Küresel İntifada çağrısını yükselten dünya halklarına!

Şehitlerin yolunu sürdüreceğiz!

Yaşasın Küresel İntifada!

Eylemin video kaydı linkten takip edilebilir:

Devamını Okuyun

Haberler

Üsküdar’da Soykırımın 700. Günü ve Sumud Filosuna Destek Eylemi

Yayınlanma:

-

İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırım, 700. gününde Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD tarafından 5 Eylül cuma günü Üsküdar Mimar Sinan meydanında protesto edildi, Küresel Sumud Filosu selamlandı.

Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs, 6 Eylül’ün Ayşenur Ezgi Eygi’nin şehadet yıl dönümü olduğunu, Rachel Corrie ve Ayşenur’un vicdan çizgisinde buluştuklarını, Sumud filosunun da bu çizgide oluştuğunu söyledi.

Eylemde bir konuşma yapan Siyonist Sisteme Karşı Gençlik Kolektifi başkanı Gülşah Eldemir, İsmail Çelik ve İsmet Yüzügüler’in Filistin eylemlerine katılıp haklı taleplerde bulundukları için tutuklandıklarını belirterek soykırıma karşı mücadele verenlerin göz altı, tutuklama ve yargılamalarla susturulmaya çalışıldığı söyledi.

Eylem boyunca “700 Gün Direndik, Siyonizm’e Geçit Vermedik, İşbirlikçi Hainler Hesap Verecek, Yaşasın Küresel SUMUD Filomuz, Özgürlük Filomuz Dalga Dalga Büyüyor, 700 Gün Direndik İhanete Boyun Eğmedik, Yaşasın Küresel İntifada, NATO’dan Çıkacağız Üsleri Sökeceğiz, Ticarete Petrole İhanete Geçit Yok, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Tevhid Adalet Özgürlük, 700 Gün Direndik Emperyalizme Geçit Vermedik, Yaşasın Gazze Direnişimiz, Ayşenur Eygi Onurumuzdur, Filistin Davası Yargılanamaz, İsmail’e Özgürlük Direnişle Gelecek” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Meryem Karayıl ve Serhat Altın’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

SOYKIRIM SAVAŞININ 700. GÜNÜNDE, GAZZE DİRENİŞİNİN VE KÜRESEL SUMUD FİLOSUNUN YANINDAYIZ!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Direniş’in vefakâr dostları!

Gazze’de, emperyalizmin desteğiyle süregiden Siyonist soykırımın 700. günündeyiz.

700 gün boyunca bütün dünya bu soykırımı, sayısız katliamı ekranlardan takip etti.

Egemen dünya düzeni, halkların bütün tepkisine, itirazına rağmen bu soykırımı sonuna kadar destekledi.

Bu soykırımcı cephenin karşısında tarihin görüp göreceği benzersizlikteki Direniş ise geri çekilmedi; bütün imkânsızlıklara, güç eşitsizliklerine rağmen yılmadan mücadele etti ve haysiyet sancağını insanlığın ufkuna kalıcı bir anıt olarak dikti!

Direniş’in vefakâr dostları!

Meydanlar sizin vefanıza, Direniş’in yanında duran azim ve kararlılığınıza sayısız kere tanıklık etti. Vâr olunuz!

Siyonist soykırıma işbirlikçilik ve ihanet marifetiyle yancılık yapanların karşısına dikilen iradeniz her türlü takdirin üzerindedir.

İşte burada, 700. günde yine aynı kararlılıkla hakikati hep birlikte haykırıyorsunuz.

Bu haykırış 700 günde damla damla birikti ve Akdeniz oldu!

Akdeniz’in kucağında büyüyen Küresel Sumud Filosu olarak insanlığı, vicdan ve haysiyeti sembolize eden devasa bir intifada kıyamına dönüştü!

Görüyor ve biliyoruz ki bütün irili ufaklı eylemler, yürüyüşler, farklı bütün faaliyetler bu büyük dalganın boy vermesine katkıda bulunmuştur.

Sizler de aşama aşama Mavi Marmara, Madleen ve Hanzala gemileri olarak ilerleyen ve şimdi devasa Sumud Filosu olarak benzersiz bir özgürlük hareketine dönüşen bu yürüyüşün inşa edicileri oldunuz; ne mutlu!

Direniş’in vefakâr dostları!

Büyük bedeller ödeyen Filistin halkının mücadelesini ve emperyalizmin koruyuculuğunda soykırımcılık suç ve utancını bütün çirkinliğiyle büyüten katil İsrail’in yapıp ettiklerini 700 günde herkes, bütün ayrıntılarıyla öğrenmiş bulunuyor.

Yine bu 700 gün boyunca herkes, İsrail’in bölgeye yerleşmesine imkân ve zemin hazırlayan işbirlikçi ve hain bölge rejimlerini de iyice görüp tanımış oldu!

Katliam ve soykırımın neye dayanıp büyüdüğünü görenler bundan sonra o hakikate göre siyaset üretmez ise biliyoruz ki bütün yaşananlar derin bir mağlubiyet olarak kalıcı hâle gelecektir.

Tarihin son 700 gününde zirveye çıkan ancak öteden beri deveran edip duran bu hakikatler silsilesi artık bizi bir yol ayrımına götürmeli ve devrimci bir mücadelenin ne’liğine dâir gerçek bir muhasebeyi artık geciktirmemelidir.

Direniş’in vefakâr dostları!

Küresel İntifadanın İstanbul ve Anadolu cephesi olarak kendi ülkemizdeki ihanet ve işbirlikçilik hatlarını parçalamaya çalıştık.

İncirlik ve Kürecik üslerinin sökülüp atılması için sürdürdüğümüz on yıllara yayılan mücadeleyi hızlandırdık ancak ihanet ve işbirlikçilik hattı bu husustaki direncini muhafaza etmeye devam etti.

Soykırıma petrol taşıyan BTC hattının vanalarını kapattırmaya çalıştık ama yine mezkûr hat İsrail lehine ve Direniş aleyhine olmak üzere bu petrol hattına dört elle sarıldı.

İsrail’le ticaretin devam etmesini ve Siyonist katliam makinesinin tedarik zincirinde çok mühim bir yere sahip gemi trafiğinin limanları mekân tutmasını engellemek için çırpındık lâkin AKP iktidarının hileli yollarla bu işleticiliğe meftûniyetinin önüne geçemedik.

Bu tabloyu 700 gün boyunca gözlemleyenler için artık fazla söze gerek kalmadı.

Direniş ve muârızları, gören gözlere âyân oldu. Hakk’la bâtıl iyice belirginleşti, saflar netleşti.

Direniş’in vefakâr dostları!

Dünya hayatı hak ve bâtıl, tevhid ve şirk hatlarının kapışma meydanı ise Direniş ehline düşen, muhataplarını lâyıkıyla tanıyarak duruşunda sebat etmek, devrimci stratejilerini buna göre belirlemektir.

Egemen dünya düzeninin ve bölgesel/yerel işbirlikçiliklerin karşısında küresel Tevhid-Adalet-Özgürlük hattını bir bütün hâlinde örme sorumluluğumuzla hareket ediyoruz.

Gazze’yi, Batı Şeria’yı, Kudüs’ü ve bütün mazlum coğrafyaları kuşatan karanlığı ancak vahyin çağrısıyla bertaraf edebiliriz.

Emperyalistleri, Siyonistleri, kapitalistleri, Allah ile aldatanları ancak bu bilinçle derdest edebiliriz.

Bütün insanlığı Nûh’un kurtuluş gemisine davet eden bir hakikat seferberlik ve şahitliği zorunludur. İşte ancak bu şekilde vahyin kurtarıcılığının hakiki simgeselliği herkes için görünür olacaktır!

Direniş’in vefakâr dostları!

Yılmayan bir azim ve kararlılığı kuşanan Direniş’in yoldaşı olmakla iftihar ediyoruz.

Yarın 6 Eylül… Kardeşleri olmaktan onurlandığımız Ayşenur Ezgi Eygi’nin şehadet yıl dönümü…

Selam olsun Ayşenur kardeşimize, selam olsun yükselttiği direniş bilincine!

Emperyalizme, Siyonizm’e, Amerika’ya, işbirlikçilik ve ihanete meydan okuyan cesur yüreklere, şahitlere ve şehitlere selam olsun!

Selam ve rahmet olsun Gazze’de canını veren; açlık ve bombalarla katledilen yüz binlere!

Selam olsun 700 gün direnen, geri adım atmayan yiğitlere!

Selam olsun Küresel Sumud Filosundaki vicdanlara!

Buradayız!

Emperyalizme ve Siyonizm’e, işbirlikçilik ve ihanete karşı Direniş’in yanındayız!

Küresel İntifada çağrısını yükselten milyonlarla aynı saftayız!

Haber: Şilan Deniz

Alternatif link:

https://vkvideo.ru/video-230129009_456239037?t=26m36s

Devamını Okuyun

Haberler

Üsküdar’da Eylem: Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB, 13 Temmuz 2025 Pazar günü Üsküdar sahilde “Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor” temalı bir eylem yaptı. Eylemde açlık sınırının 4 bin lira altına düşen asgarî ücret uygulaması “kölelik” olarak nitelendirildi. Faiz ödemelerinin bütçenin çok büyük kısmını sermaye sahiplerine aktardığı vurgulanan açıklamada emekçilerin alın terinin, tabiatın yağmalandığı ifade edildi ve örgütlü mücadele çağrısı yapıldı.

Eylem boyunca “Emekçiler Köle Olmayacak, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, Ezilenler Birleşin Zalimleri Def Edin, Asgarî Ücret Köleliktir, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, Emekliler Ölüme Terk Edildi, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Faizci AKP Hesap Verecek, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Allah Adaleti Emreder, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Rakamlar Sahte Sömürü Gerçek, Allah Adaleti Emreder” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Sağlık İlke-Sen MYK üyesi Emre Ulukaya’nın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

TABİATIYLA, İNSANIYLA YAĞMALANAN, SÖMÜRÜLEN

BİR ÜLKE FOTOĞRAFINDA YOKSULLUK BÜYÜYOR,

AÇLIK DERİNLEŞİYOR!

Bismillahirrahmanirrahim,

Kıymetli dostlar,

Vakitler; aylar ve yıllar su gibi geçiyor ancak ülkede adaletsizlikler bitmiyor.

Yoksullardan, ezilenlerden yana bir iyileşme olmuyor.

İşçinin, emekçinin, esnafın, köylünün, alın teri ve emeğin lehine bir gelişme yaşanmıyor!

Biliyorsunuz, 2025 yılı için geçerli olan asgari ücret

22 bin 104 lira 67 kuruştur.

1 Ocak 2025’ten itibaren uygulanan bu sömürü ve kölelik ücreti şu an itibariyle açlık sınırının net 4 bin lira altına düşmüştür.

Evet, yanlış duymadınız: Asgarî ücret açlık sınırının tam 4 bin lira altına düşmüştür!

İstanbul halkı!

Asgarî Ücret denen uygulama, kapitalist sömürü düzeninin köleci karakterinin açık ve somut örneğidir.

Evvelâ bu uygulama ile, kapitalist işleyişle hesaplaşılması gerektiğini vurgulayalım.

İnsan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan, köleciliği dayatan bu düzen, kendini asgarî ücret zulmü ile gösteriyor.

Biz bu dayatmaya, kapitalizmin yıkıcılığına, devlet ve sermayenin ortaklaşa emek ve haysiyet düşmanlığı yapmalarına karşı adaletten ve dayanışma cephesinden yana duruyoruz.

Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini savunuyoruz.

Emek ve haysiyet mücadelesinin ancak bu ilkeye tutunarak mümkün olabileceğini haykırıyoruz.

Kapitalist sömürü düzenine karşı duran vicdanlar!

TÜİK’in sahte enflasyonu bile yüzde 35’in üzerindedir.

Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG’ın tespitlerine göre ise enflasyon yüzde 69 seviyesindedir.

Aradaki farka dikkatinizi çekmek isteriz.

TÜİK verilerinin gündelik hayatla ne kadar uyuşup uyuşmadığının takdirini size bırakıyoruz.

Temel ihtiyaçlarınızın fiyatlarının ne kadar arttığını sizler çok iyi biliyorsunuz.

Biliyor ve görüyoruz ki TÜİK, türlü numaralarla bu maliyetlerin gerçek oranlarını gizliyor.

Kamu çalışanlarının hak ettikleri maaş artışlarını bu ucuz numaralarla kırpıyor, bütün emekçilere dönük ücret politikalarını olumsuz yönde belirlemiş oluyor.

Doğalgaza yaptıkları yüzde 25’lik astronomik zammı da maaş artışlarına yansımasın diye kendilerince uygun tarihlerde yapıyorlar!

Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar hakikati örtemezler.

Güneş balçıkla sıvanmaz!

Yoksulluğu, pahalılığı, sömürüyü asla gizleyip saklayamazlar!

Emeğin dostları,

Halkımız barınma, eğitim, sağlık gibi temel haklara ulaşmakta zorlanıyor.

Kapitalist sömürü düzeni, nefes almayı bile halkımıza çok görüyor.

“Kriz” denilen yıkım süreçleriyle emek ve alın teri yağmalanıyor.

Emek ve alın terinin yağmalanması yetmiyor tabiat talan ediliyor!

Daha geçen gün yine Üsküdar’da zeytin ağaçlarının sermayenin maden yağması için nasıl katledileceğini izah eden bir eylem yaptık.

Şu anda köylerde, Ankara’da insanlar, hükümet-sermaye ortaklığında yağmalanan tabiatı korumak için ayaktalar, isyandalar, eylemdeler!

Tabiatıyla, insanıyla yağmalanan, sömürülen bir ülke fotoğrafı var karşımızda!

Ayakta kalmakta, yaşamakta zorlanan halkımızın tümüyle köleleştirilmesi için devlet-sermaye iş birliği tam gaz ilerliyor.

Kıymetli halkımız,

Açık ve net bir tablo çizelim:

70-80 metre karelik evlerin ortalama kirası artık en az 20-30 bin liradır.

Ulaşım maliyetleri kat kat artmıştır.

Aileler, çocuklarının eğitim süreçlerindeki masraflarını karşılayamamaktadır.

Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.

Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.

Yoksulluk sınırının 85 bin liraya, açlık sınırının 26 bin liraya ulaşması ne demektir arkadaşlar?

Şimdi size soruyoruz:

Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?

Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!

TÜİK verileri üzerindeki şaibe sürüyor. TÜİK, yargı kararına rağmen madde fiyat listesini yine açıklamadı.

Evet, 1 Ocak 2025 tarihinde Açlık sınırı 22 bin lira seviyelerinde iken bugün Açlık Sınırı 26 bin lira seviyesine ulaşmış ancak AKP iktidarı ve onun temsil ettiği sömürü düzeni, bırakın “Hakça Bölüşüm-Adil Paylaşım” ilkesine yaklaşmayı, asgarî ücrete ek zammı bile gündemine almıyor!

İşte emekçilere, milyonlarca aileye ancak açlık sınırının altını yani ölümü lâyık görüyorlar!

İstanbul halkı; siz, bu vicdansızlığa razı mısınız?

Çalışanların en az yarısı asgarî ücretle çalışıyor arkadaşlar.

7 milyondan fazla kişi bu kölelik ücretine tâbîdir.

Yine çalışanların yüzde 22’si asgarî ücrete bile erişemiyor.

Bu ne demek biliyor musunuz?

En az 1,5 milyon insan kölelik ücreti bile alamıyor!

Bir de başta sınırsızca sömürülen mülteci emeği olmak üzere kayıtlara geçmeyen sayısız emekçinin çok daha kötü durumu var!

Daha da korkunç olanı ise emek ve ekmek mücadelesinde her yıl en az 2 bin işçi kardeşimiz iş cinayetlerine kurban gitmesidir!

İSİG Meclisi’nin raporuna göre yılın ilk altı ayında hayatını kaybeden işçi sayısı 961’e ulaşmış durumdadır!

Sadece Haziran ayında iş cinayetlerinde en az 164 kardeşimiz katledildi.

Bu büyük katliamın nasıl oluyor da üzeri örtülüyor!

Ezilenlerin, yoksulların, emek ve alın terinin yanında hizalanan kardeşlerimiz! 

Milyonlarca emekli çok çok düşük maaşlarıyla adeta ölüme mahkûm edilmiştir.

Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.

2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.

Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler!

En düşük emekli aylığı alan 3 milyon 716 bin kişinin payına düşen şey KATMERLİ AÇLIK’tan başka bir şey değildir arkadaşlar.

TBMM’de en düşük emekli maaşının 35 bin lira olmasını isteyen bir milletvekilinin talebine karşılık AKP sıralarından kahkaha atıldığını da arsızlığın boyutlarını sergilemesi bakımından buraya not edelim.

En düşük emekli maaşının 14 bin 469 liradan 16 bin 881 liraya yükseltilmesine Meclis Genel Kurulunda onay verenlerin nasıl bir adalet anlayışına sahip olduklarını merek ediyoruz.

Evet, Açlık sınırı 26 bin lira iken, en düşük emekli aylığı 16,881 lira olarak belirlenmiştir.

Bu taksime göre milyonlarca emekli, yaşayan ölü hâline getirilmiştir.

Kıymetli dostlar!

Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.

Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.

Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.

Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.

Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.

Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.

En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!

Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.

Emeğin dostları,

Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.

Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.

Hazinenin faiz ödemeleri ilk 6 ayda 1 trilyon 36 milyar lirayı aştı. Sadece Haziran’da hazine 250 milyar lira faiz ödedi. İlk altı ayda faiz ödemelerinin toplam ödemelere oranı yüzde 14,90’a yükseldi.

2025 bütçesinden faiz ödemeleri için plânlanan payın 1 trilyon 950 milyar lira olarak hesaplandığını hatırlatırsak sene sonunda ne kadar daha faiz ödeneceğini tahmin edebiliriz!

Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de emekçilerin ücretlerine göz diken, alın terini yağmalamak için türlü numaralar çeviren bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.

Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.

AKP iktidarı, kapitalizmden çıkmayı tercih etmek yerine sahte iklim kanunlarıyla yeni ifsatlara yol vermekte, zeytin kanunu ile yaşam kaynaklarımıza sermaye lehine tırpan vurmaktadır.

Yoksullaştırılmış halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.

TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.

Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!

Kardeşler,

Bütün bu köleci, ifsat tablosuna karşı teklifimiz nedir?

Konuşmamızın başında da belirttiğimiz gibi “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesi şiârımız olmalıdır.

Allah, insanlar ve diğer bütün canlılar için sayısız nimet yaratmıştır.

Peki, problem nereden kaynaklanmaktadır?

Egemen sınıfların herkes için yaratılan nimetlere el koymasından elbette!

Yani hırsızlar, örgütlü hırsızlık düzenleri, örgütlü soyguncular bütün herkesten ve tabiattan çalmaktadır.

Devletler ve sermaye el ele vererek herkesin olması gereken nimetlere el koymaktadır.

Teklifimiz tabiatı ifsat etmeden üretmek; üretileni, Allah’ın herkes için verdiği nimetleri hakça bölüşmektir, adil bir şekilde paylaşmaktır.

Teklifimiz, rekabet temelli kapitalizme karşı dayanışmayı temel ilke kabul etmektir.

Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor! O hâlde neden dayanışarak sesimizi, itirazımızı daha çok yükseltmiyoruz!

Emekten, alın teri ve dayanışmadan yana duran dostlar,

Sermaye düzeninin müfsit, sömürücü ve köleci dayatmalarına karşı yan yana duralım!

Âlemlerin Rabbi olan Allah kimseyi kimseye “efendi” olarak yaratmamıştır.

Kimileri açlık ve yoksullukla mücadele ederken kimileri çaldığı, gasp ettiği nimetleri stoklayarak, çitleyerek huzur ve zenginlik içinde yaşayamaz!

Haysiyet mücadelesi veren herkes bu işleyişe çomak sokmalıdır, adalet için haykırmalıdır, ifsada geçit vermemelidir.

Şüphesiz ki Allah ifsat edenleri, zalimleri sevmez; adaleti emreder!

Tekrar tekrar haykırıyoruz:

Egemenlerin, yoksulluk sınırı 85, açlık sınırı 26 bin lira iken yoksul emekçi kitlelere 22 bin lirayı lâyık gören zam, sömürü, yağma düzenine itiraz edelim!

Emeğinin, alın terinin karşılığını alamayan, ürünleri yağmalanan çiftçilerimiz traktörleriyle yollara, meydanlara çıkarak mücadelesini yükseltiyorlar!

Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.

Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.

Bu köleci düzeni reddedelim; emek ve alın terine düşmanlık yapan bütün organizasyonları dağıtalım!

İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.

Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x