13 – 15 Haziran 2022 tarihleri arasında DTÖ Bakanlar Konferansı Cenevre’de yapıldı. Küresel çiftçi örgütü La Via Campesina (Çiftçi Yolu) üyeleri konferansın yapıldığı tarihlerde bir araya gelerek DTÖ ve Serbest Ticaret Anlaşmalarına karşı Cenevre’de protesto etkinlikleri düzenlediler. La Via Campesina, DTÖ Bakanlar Konferansı öncesi, dünya çapında köylülüğü önemli ölçüde zayıflatan ve çok uluslu şirketlerin kaynakları gaspını amaçlayan neoliberal politikalara ve serbest ticaret dayatmasına karşı aşağıdaki çağrıyı yaptı.
DTÖ Bakanlar Toplantısına Karşı Seferber Olma Çağrısı
Haziran 2022, Cenevre, İsviçre
Çeviri: İlkay ÖZ
1995 yılında DTÖ’nün kurulmasından bu yana La Via Campesina, köylülüğü yok eden ve dünya çapında yerel gıda sistemlerini istikrarsızlaştıran serbest ticaret politikalarını afişe etmektedir. Seattle’dan (1999) Cancun’a (2003), Hong Kong’dan (2005) Buenos Aires’e kadar (2017), büyük şirketlerin ve milyarderlerin çıkarlarına hizmet eden bir serbest ticaret düzeninin dayatılmasına karşı mücadele ettik. 10 Eylül 2003’te, Meksika’nın Cancun kentindeki DTÖ Bakanlar Toplantısına karşı düzenlenen bir protesto sırasında, Kore Köylüler Birliği’nden bir köylü Lee Kyung-Hae kendini bıçaklayarak hayatını feda etti. Bu trajik olay, DTÖ’nün ve ticaretin serbestleştirilmesinin dünya çapında milyonlarca köylünün yaşamı üzerindeki yıkıcı etkilerini ortaya çıkardı.
Seferberliklerimiz serbest ticaret müzakerelerinin engellenmesini mümkün kıldı. 2005 yılında Hong Kong’da gerçekleştirdiğimiz büyük seferberlikten sonra, 2001 yılında başlatılmış Doha Kalkınma Gündemi askıya alındı ve özellikle tarım alanında yeni bir büyük DTÖ anlaşması kabul edilmedi. Bununla birlikte, DTÖ ülkeleri daima pazarlarını çok uluslu şirketlere açmaya zorlayan ve köylü ekonomisi lehine olacak iddialı kamu politikalarının uygulanmasını engelleyen 1994 yılındaki Marakeş anlaşması temelinde kurulmuştu. Ayrıca ikili ve bölgesel serbest ticaret anlaşmaları çoğalmıştı.
Serbest ticaret politikaları köylülüğü yok ediyor!
Neoliberal politikalar ve serbest ticaret dayatması, dünya çapında köylülüğü önemli ölçüde zayıflattı. Bunlar ülkeleri ihracat ürünlerine öncelik vermeye ve kendi nüfuslarını beslemek için ithalata bağımlı olmaya zorlamaktadır. Köylülerin ve yerel toplulukların zararına olacak şekilde, çok uluslu şirketlerin kaynakları gaspını artırmaktadır. Bunlar monokültür işletmeleri, ormansızlaşmayı, aşırı toprak ve su kullanımını ve biyoçeşitliliğin azalmasını teşvik ederek iklim krizinin alevlenmesine katkıda bulunmaktadır.
Bugün, COVID-19 salgınıyla, küresel ısınmayla bağlantılı ekstrem olaylarla ve Ukrayna’da ve başka yerlerdeki savaşla birlikte, halkların gıda güvencesini uluslararası ticarete ve çok uluslu şirketlere bağımlı hale getirmenin suç olduğu açıktır. Buna son verilmeli. DTÖ tarımı terk etmeli. Gıda egemenliği, her ülkede ve uluslararası düzeyde tarım ve gıda politikalarının temeli olmalıdır.
DTÖ Bakanlar Konferansı 13-15 Haziran 2022 tarihleri arasında Cenevre’de gerçekleştirilecek. DTÖ, eşitsizlik, açlık, aşırı yoksulluk, savaşlar ve benzersiz bir salgınla boğuşan bir dünyada geçerliliğini yeniden kazanmaya çalışıyor.
La Via Campesina, sivil toplumu bu örgütü afişe etmek ve halkların gıda egemenliğini savunmak için seferber olmaya çağırıyor. Kırsal bölgelerin sesini bakanlar toplantısının merkezine taşıyacak bir dizi halk seferberliği organize edebilmek için bu hafta Cenevre’de olacağız.
Gıda; yalnızca parası yetenlerin yiyebileceği, kuralsızlaştırılmış piyasanın kaprislerine ve fantezilerine tâbi olamaz!
La Via Campesina ayrıca tüm üyelerini ve müttefiklerini -10 ila 15 Haziran tarihleri arasında- halka açık toplantılar, konferanslar, gösteriler, fuarlar düzenlemeye, açıklama ve basın bültenleri yayınlamaya ve serbest ticaret anlaşmalarıyla DTÖ politikalarının kent ve kırdaki küçük üreticiler üzerindeki etkisini ortaya koymaya çağırıyor.
Bizler, DTÖ ve Serbest Ticaret Anlaşmalarına Karşı Uluslararası Eylem Günü’nde bizim için yani köylüler, yerli halklar, tarım işçileri, göçmenler, balıkçılar ve çobanlar için tek kalıcı çözümün ve tarihsel olarak savunduğumuz tek çözümün DTÖ ve Serbest Ticaret Anlaşmalarının tarım hakkındaki herhangi bir tartışmanın dışında kalması olduğunu yineledik. Gıda, yalnızca parası yetenlerin yiyebileceği, kuralsızlaştırılmış piyasanın kaprislerine ve fantezilerine tabi olamaz.
BM İnsan Hakları Konseyi de Haziran sonunda Cenevre’de toplanacak. Bu, bütün dünyadaki köylü hareketleri açısından alternatif seçeneğin köylü haklarına dayanması gerektiğini doğrulamak ve Köylüler ve Kırsal Alanda Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Bildirgesi’nin (UNDROP) uygulanması için gerekli yasal işlemleri talep etmek adına bir fırsat olacaktır.
Serbest ticaret açlığa mahkûm ediyor! DTÖ, tarlalarımızdan defol!
“Direnen Edebiyat” mottosuyla yayımını sürdüren Tasfiye Edebiyat-Düşünce Dergisi, 20 yaşını tamamladı ve 21. yılına 57. sayısıyla girdi.
2004 yılında Ekim-Kasım tarihli sayısıyla yayın hayatına başlayan Tasfiye, yayın periyodundaki bazı aksamalara rağmen 57. sayısına ulaştı.
sayının önsözünde yer alan giriş yazısı şöyle:
“Tasfiye’nin ilk sayısından bu yana tam yirmi yıl geçti.
2004’ün sonbaharında başlayan yolculuk, düşe kalka bugünlere kadar geldi. Kimi zaman coşkulu dönemleri oldu Tasfiye’nin kimi zaman suskun… Zaman zaman kesintiye uğrasa da yayımı, devrimci bir damar olarak hayatın, direniş ve mücadelenin, duruş ve fikriyatın bağlantılı mecralarında rehberlik etmeye, dinamizm üretmeye devam etti.
Tasfiye, 20 yaşını 57. sayısıyla tamamlayıp 21. yılına adım adım atıyor. Ne mutlu!
Geride kalan yirmi yılda pek çok özel sayı, pek çok dosya ile çıkageldi Tasfiye. Yoksulların, ezilenlerin, hürriyeti gasp edilenlerin şiirini, öyküsünü üretmeye çalıştı. Direnişin teorisine katkıda bulunmaya gayret etti.
Dijital çağda basılı yayıncılığın yaşadığı güçlük ve çelişkiler ehlinin malumudur. Hangi şartlar egemen olursa olsun Tasfiye, inşallah her iki mecrada da vâr olmaya devam edecek; direnen edebiyat ve fikriyatın sağlam bir merkezi olma iradesine sımsıkı tutunacak!”
Tasfiye’nin 57. sayısının içeriği şu şekilde:
Filistin’e Edebiyatla Bakmak / Mehmet Ali Başaran, 3
Ölmeliysem Bir Mesel Olsun Bu Ölüm (şiir) / Rifat el-Arir, 5
Yüreğimizde Taze Bir Yara (konuşma) / Nazlı Nesibe Kılıçoğlu, 10
Kemah Kafede Cemal Şakar Abiyle (şiir) / Ahmet Örs, 12
Yeni Pencere yazar ve editörlerinden avukat Mehmet Ali Başaran beş yılın ardından “Sevimli Türkçe Sözlük” adlı yeni kitabıyla çıkageldi.
“Kırk Kelime Üzerine Deneme” alt başlığını taşıyan kitap deneme türünün enginliği içinde türler arasında salına salına yürüyor. 10 yaş üzeri tüm okurların keyifle eşlik edebileceği bir yürüyüş bu.
Yazar, 40 yaşın eşiğini 40 kelimenin elinden tutarak geçiyor. Çocukluk hatıralarına, çocuklarının koşturmacası da dahil oluyor.
Kitabın adı gibi sevimli kapağını Zişan Özeke hazırladı. Murat Kurtuldu dizgisini yaptı. Ahmet Örs de son okumayla üstüne başına çekidüzen verdi.
Yazarın altıncı kitabı Sevimli Türkçe Sözlük, kitapyurdu.com sitesinden edinilebiliyor.
Üsküdar’da, 14 Aralık 2024 cumartesi günü Üsküdar’da Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve Özgür Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen eylemde Asgarî Ücret Tespit Komisyonu çalışmaları bir oyuna benzetilerek protesto edildi ve bu komisyon görüşmelerinin gerçekleri perdelediği savunuldu.
Eylem boyunca “Asgarî Ücret Köleliktir, Tespit Komisyonu Dağıtılsın, Sömürücü AKP Hesap Verecek, İşbirlikçi Sermaye Hesap Verecek, Kahrolsun Kapitalist Yağma Düzeni, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Emekçiler Yoksul Emekliler Aç, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Emekçiler Köle Olmayacak, Aileler Yoksul Öğrenciler Aç, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Allah Adaleti Emreder” sloganları atıldı, Tekbir getirildi.
Topluluk adına Sacide Uras ve Cahit Erdem Örs’ün okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:
İnsan haysiyet ve onurunun iyice ayaklar altına alındığı zamanlardayız.
Açık devalüasyon ortamında halkımız uluorta daha da yoksullaştırılırken tam da bugünlerde “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” diye bir tiyatro oynatılıyor.
İktidar ve sermaye çevrelerinin işlettiği 12 Eylül artığı bu komisyon, emekten, emekçiden, hak ve adaletten alabildiğine uzak yapısıyla insanların alın teri hakkında hüküm veriyor, kendince açlık-tokluk sınırları çiziyor.
Sahte oranlar üzerinden çalışanların enflasyona ezdirilmeyeceği iddia ediliyor.
Hâlbuki herkes biliyor oranların, rakamların, beyanların yalan olduğunu; herkes biliyor ezilenlerin, yoksulların nasıl bir kölelik yaşamı sürdürdüğünü!
Farklı araştırmalar gösteriyor ki açlık sınırı en az 21 bin liradır!
Yoksulluk sınırı ise 65 bin liraya ulaşmış durumda!
Buna göre dört kişilik bir ailenin hayatta kalabilmesi için en az 21 bin liralık gıdaya erişmesi gerekiyor.
Açlık sınırı denilen çizgi işte budur: dört kişilik bir ailenin ulaşması gereken gıda ederi!
Elbette ki insanın ihtiyacı sadece gıda değildir.
Soruyoruz size:
İnsan; barınmaya, eğitime, ulaşıma, sağlığa, kültüre ihtiyaç duymaz mı?
Biliyorsunuz ki ülke genelinde kiralar 20 bin lira seviyesinden başlıyor.
Ulaşım masrafları ailelerin belini büküyor.
Anne-babalar, evlatlarını uzak şehirlerdeki üniversitelere gönderemedi.
Öğrencilerin barınma sorunu zirveye çıkmış durumda! Sırf bu nedenle pek çok öğrenci istediği üniversitelere kayıt yaptıramadı.
İPA’nın araştırmasına göre İstanbul’daki bir üniversite öğrencisinin aylık maliyeti geçen eğitim-öğretim yılına göre yüzde 57 artarak 22 bin liraya çıktı.
Bu rakam, sendikaların bekar bir işçinin yaşam maliyetiyle ilgili araştırmalarına paralellik göstermektedir.
Okul kantinlerinden bir tost alıp yiyebilen bir öğrencinin şanslı addedildiği dönemlerden geçiyoruz.
Çocuğunu servise vermek zaten pek çok aile için lükstü; şimdi bu, çok daha uzak bir ihtimal!
Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.
Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.
Kültürel ilgiler artık tümüyle lüks kabul ediliyor. Kitap fiyatları başını alıp gitmiş durumda!
Şimdi size tekrar soruyoruz:
Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?
Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!
Kıymetli halkımız!
Milyonlarca emekçi, kölelik ücreti dediğimiz asgarî ücret karşılığında çalışıyor.
Çok sayıda emekçi kardeşimiz asgarî ücret bile alamıyor.
Çalışma saatleri ise neredeyse tümüyle keyfî uygulamalara tâbidir!
Asgarî ücretin, artık genel geçer ücret olduğunu görüyoruz.
Artık çalışanların ücretleri asgarî ücrete kıyasla belirleniyor. Asgarî ücret ise bugün itibariyle açlık sınırının tam 4 bin lira altındadır!
Biliyorsunuz, önceki yıllarda asgarî ücret ocak ve temmuz aylarında olmak üzere yılda iki defa artmaktaydı.
Sermaye sahipleri ve AKP iktidarı 2024 itibariyle bu uygulamadan vazgeçerek asgarî ücret artışını sadece Ocak ayı ile sınırlandırdı.
Zaten sene başlarında açlık sınırına neredeyse eşit seviyelerde uygulanmaya başlanan asgarî ücret, şu anda açlık sınırının çok çok altına düşerek eşi benzeri görülmemiş bir kölelik ve sefaletin emekçilere dayatıldığını kanıtlıyor!
“Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini reddederek halkımızı açlık ve sefalete, köleliğe mahkûm eden kapitalist sömürü düzeni bir karabasan gibi hayatlara çökmüştür!
Kıymetli halkımız!
Asgarî Ücret Tespit Komisyonu müzakerelerini bir oyun olarak görmekte haklıyız.
Hükümetten, işverenlerden ve işçi sendikalarından birer üye olmak üzere emekçiler hesabına baştan kayıp olan bir düzenek kurulmuş.
Söz konusu sendikalar da zaten “sarı” sıfatıyla nam salmış, emeği pazarlamakla meşhur olmuşlar!
Açlık sınırının 21 bini, yoksulluk sınırının 67 bin lirayı geçtiği; liranın döviz karşısında her gün tepetaklak olduğu bir vasatta asgari ücretin ne kadar olması gerektiği tartışılıyor.
Bu sömürü ortamında utanmadan birtakım rakamlar telaffuz eden çevreler birtakım farklı ücret önerilerinde bulunuyorlar.
Bize düşen ise, Turgut Uyar’ın “Açlık Çoğunluktadır!” şiirinden hareketle konuşmaktır.
Bu açlık ve yoksulluk sınırlarına, peşi sıra gelen zamlara, her gün derinleşen yoksulluğa rağmen 22 bin, 23 bin gibi rakamlar dolayımında siyaset yapmak emeği, çalışanı sermayeye peşkeş çekmek demektir.
Bütün bu oyunları, kepazelikleri reddediyoruz.
Çözüm olarak “Hakça Üretimle Bölüşümü ve Adil Paylaşımı” teklif ediyoruz.
Üretirken birlikte üreteceğiz; kayıpta da kazançta da ortak olacağız.
İşçi-patron, sermaye-emek çelişkilerinin olmadığı başka bir dünyayı, başka bir düzeni işaret ediyoruz.
Allah’tan başkasına kulluk sonuçlarını doğuran bütün düzenlerin karşısındayız.
Üretimden kopartılan halkımızın ve bütün insanlığın toprakla, tabiatla, kısacası hayatla yeniden buluşacağı bir geleceği vurguluyoruz.
Mücadelemizin esası budur.
Arkadaşlar!
Milyonlarca emekli çok çok düşük maaşlarıyla adeta ölümü arar hâle getirilmiştir.
Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.
Halkımız açlığın, köleliğin pençesine terk edilmiş, tabiattan ve üretimden kopartılarak bir avuç azgın sermayedarın insafına bırakılmıştır.
2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.
Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler!
Şimdi hükûmet en düşük emekli aylıklarını 12 bin 500 lira seviyesine yükselterek sözüm ona lütufta bulunmuştur!
12 bin 500 lira bakanların, patronların bir öğün yemek parasıyken bu oranları ailelere bir aylık geçim için teklif ediyorlar!
Böyle bir arsızlık ve utanmazlığı reddediyoruz!
Kıymetli dostlar!
Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.
Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.
Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.
Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.
Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.
Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.
En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!
Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.
Emeğin dostları!
Temel ihtiyaç ürünlerine zamlar, TÜİK’in sahte enflasyon verilerinin çok çok ötesindeki yüksek oranlarla gelmektedir.
Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.
Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.
Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.
Bugün Anadolu’nun dört bir yanı yaylasını, ormanını, merasını, dere ve ırmaklarını savunan; ölüm ve yıkıma karşı hayatı müdafaa eden halkımızın direniş haykırışlarıyla inlemektedir!
Yoksullaştırılmış halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.
Filistin’de katliam yapan İsrail’le ticaret rekor seviyelerde sürdürülerek sermaye ve devlet şirketleri kan ve katliamdan beslenmektedir.
TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.
Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!
Kıymetli halkımız,
2024 bütçesinden faiz ödemelerine ayrılan pay 1 trilyon 254 milyar liradır.
Bu büyük pay, çoluk çocuk ve yetişkiniyle yoksul halkımızdan çalınarak faiz lobisine ikram edilmiştir.
Bu örnekle kendini gösteren servet transferi bu düzenin karakteridir.
2025 bütçesinden faiz ödemeleri için plânlanan pay ise 1 trilyon 950 milyar lira olarak hesaplanmıştır.
Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de emekçilerin ücretlerine göz diken, alın terini yağmalamak için türlü numaralar çeviren bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.
Siyasetçisi ve sermayedarıyla egemenler zevk ü sefa içinde yaşarken, lüks uçak ve otomobilleriyle keyf ederken okullara aç giden çocuklarımıza bir öğün bulunamıyor!
Bütün şatafat ve israf, “itibardan tasarruf olmaz!” denilerek halkın kesesinden yapılıyor.
Emperyalistlerin NATO zirvesi için devlet kafilesi ABD’ye 5 uçakla gitmiş; UEFA şampiyonasına, Bakü’deki iklim değişikliği zirvesine yüzlerce kişi götürülmüş, böylece kemer sıkma politikalarının ve tasarruf genelgelerinin sadece yoksul halka dönük olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır!
Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor!
Emek ve haysiyet mücadelesi veren dostlar!
Her gün derinleşen, her gün hayatı daha da çekilmez hâle getiren bu düzene mahkûm değiliz!
“Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” şiârı bizim önerimizdir.
Yeni ve başka bir işleyiş mümkündür.
Tabiatla uyum içinde, kendine ve hakikate yabancılaşmamış, sömürüyü ve kula kulluğu reddeden bir işleyiş Âlemlerin Rabbi Allah’ın emridir.
Ekolojik ve sosyolojik ifsadın karşısına dikilmek ancak bu ilkelerle mümkündür.
Ancak bu ilkeler ülkemizi, halkımızı ve bütün insanlığı bu yağma düzeninden, kölelik sarmalından kurtarabilir.
Emeğinin, alın terinin karşılığını alamayan, ürünleri yağmalanan çiftçilerimiz traktörleriyle yollara, meydanlara çıkarak mücadelesini yükseltiyorlar!
Aylardır haysiyet mücadelesi veren Polonez işçilerinin direnişi örneğinde olduğu gibi emekçiler “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” şiârını ülkenin dört bir yanında haykırıyorlar!
Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.
Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu diye kurulan tezgâhı reddedelim; emek ve alın terine düşmanlık yapan bütün organizasyonları dağıtalım!
İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.
Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!
EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)
SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)
TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)