Yazılar
Yorgan Gitti, Kavga Bitti – Yusuf Şanlı

İnsan bu fani dünyada ne için yaşar? Temel ve yalın olarak şerefi, namusu, güvenliği, ekmeği için; kendi hakkını savunurken de başkasının hakkına girmeden huzurluca, özgürce, insanca yaşamak ister. İnançlı bir mü’min olarak Yaratıcısının bahşettiği nefes uğrunda, O’nu razı etmek için O’nun çizdiği sınırlar dahilinde mücadele ederek kurtuluşu niyaz eder. Bu arada kendisine bahşedilen dünyalıklardan az biraz da olsa nasiplenip sevdikleriyle rahat bir hayat sürmeyi de arzulayabilir tabii ki!
Ömrüne anlam katan asıl değer ise idealleridir. İdeali olmayan insan alelâde bir beşerdir, sürüdeki koyundur, boşlukta sürüklenen bir çerçöptür! Bizim Müslümanlara bakın; ideali, umudu, hedefleri, hayalleri olan kaldı mı? Dünyalık hırs ve bilinçsizliğimizle elimizdeki imkânları da kaybetmiş durumdayız. Maalesef ne Müslümanca ne de insanca bir yaşam atmosferi var artık!
Bizim gibi müzmin muhalifleri geçelim, mevzunun muhaliflikle de alâkası kalmadı! Zoraki oluşturulan kutuplaşmalar çerçevesinde yürütülen denge oyunlarını da aşalı çok oldu. Karşıtlıklar dahilinde yürütülen stratejik hesap ve refleksler anlamını yitireli yıllar oldu. Hâlâ basit kazanımlar üzerinden meseleleri okuyup hareket eden zavallılara acı bir haberimiz var: ülke, tümden bitmek üzere…
Bu bitiş salt iktisadi, somut, zahiri gerçekliklerin ötesinde soyut, düşünsel, ahlâkî değerler açısından daha da vahim noktadadır. Canhıraş bir biçimde verilen iktidar mücadelesi size has değil, tarih boyu daha şeditleri verilmiş. Gelinen noktada elinize geçireceğiniz bir iktidar zemini de kalmadı, iktidar olup da hakimiyet kasacağınız bir atmosfer de… Hani atalarımız demiş ya, “Yorgan gitti, kavga bitti!” diye; siz, daha neyin davasını güdüyorsunuz!
İnsanlık tarihi, sömürü tarihidir. Siyasi, iktisadi, düşünsel, duygusal, her boyutun türlü desise ve baskılarla işletildiği zulüm tarihidir. İktisadi sömürü zemini olan kapitalizm ve siyasi sömürü düzeni olan emperyalizm, Dünya’yı tek bir forma sokup kontrol edebilmenin ve tek merkezden daha sistematik ve firesiz sömürmenin yollarını bulmuş ve sistematize edilen planlarını hayata geçirmişlerdir.
Salt bizim topraklarıma has değil tabii ki bu esaret; tekelleşmiş küresel iktidarın eline geçmiş vaziyettedir Dünya hakimiyeti! Yani bütün benliğinizi bırakıp ilkesizce peşinden koştuğunuz yerel iktidarı edinmiş olsanız da, ola ola karşıt kutuptakine nazaran daha ehlileşmiş bir uşak olabilirsiniz ancak!
Küresel hegemonya her devleti, her toplumu her toprağı üretim araçlarından tüketim alışkanlıklarına, siyasi despotlukla şekillendirmekten ekonomik köleliğe, fiili baskılardan zihinsel manipülasyona kadar her şekilde hakimiyetine almış, gönüllü veya gönülsüz çekip çevirmektedir. Tek adam rejimlerinden ziyade çoğulcu yönetim ve toplumların bir nebze esneklikleri olsa da onlar dahî küresel çarkın girdabında etkisiz bırakılmaktalar. Husûsen bizim ülkemiz gibi tek adam rejimlerini çok daha kolay boyunduruk altına alabilmekteler. Yerelde kendi iktidarını sürdürüp emelleri doğrultusunda fayda sağlayacağı (verilen serbestiyet sınırlarında) kazanımlarını muhafaza etme dürtüsüyle küresel patronların her istediklerini zımnen de olsa kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Onlar için tek bir kişiyi ikna veya mecbur etmek, kandırmak veya satın almak, baskılamak veya dostluğunu kazanmak çok da zor olmasa gerek! Neyi ne kadar üretip neyi ne zaman tüketeceğine, ne kararlar alıp neye imza atacağına, içeride ve dışarıda, nerede ne şekilde ne zaman hareket edeceğine karar vermek artık imkânsızlaşmış vaziyettedir.
Ezcümle, özelde ülke olarak özgür değiliz, iradeyi verdiğiniz tek bir adamın esaretiyle bütün bir ülke esir düşmüştür. Bu ahvalimiz yeni de değil, uzunca bir vakittir güzelim ülkemiz ve geleceğimiz esir ve aciz konumdadır. İşin vahimi, özellikle zihinsel bu esaret iliklerinize kadar işlemiş ve farkında dahî değilsiniz. Uzunca bir zamandır tek bir kişi yok, hepiniz onun şahsına içkin bir hâle bürünmüşsünüz. Artık onun gibi düşünüp onun gibi hareket ederek refleks geliştiriyorsunuz.
Bu esaret acziyetini gösteren birçok başlık olmakla birlikte, en barizi hâlâ sınavın bitmediği Gazze tecrübesidir. Gazze adeta kendini feda etti. Ne için? Ümmetin, prangalarının farkına varıp onları kırması, özgürlük rüzgârları estirerek hem kendini hem Kudüs’ü özgürleştirsin diye! Biz hâlâ esaret altında kaldıkça Gazze’ye o vakit yazık olmuş olacak!
Gazze bitti, şimdi işimize bakalım. İşimiz; dünyalık kazanımlarımızın ardından daha da sürüklenmek değil, kendi muhasebemizi yapmak, hatalarımızla hesaplaşmaktır. Her bir fert, her bir cemaat, her bir örgüt, her bir devlet, her bir toplum kendi muhasebesini yapıp şapkasını önüne koyacak. Koymayanın şapkası, özgür halklar tarafından indirilip yerli yerine konulacak!
7 Ekim’le birlikte hak gelmiş, batıl zâil olmuştur. Artık dünya, eskisi gibi olmayacak, olmamalı, olamaz da! Yok oydu, buydu, şuydu hikâyeleri havada uçuşup savrularak tarihe karışmıştır. Kendi tebaalarını ikna edip meşrulaşma çabaları anlam(sızlığı)ını yitirmiştir. Modern insanın putu olan uluslararası hukuk ve dengeler çöp olmuştur, herkesin nefsinden uydurduğu din, hakikat karşısında yerle yeksan olmuştur. İslam diye güttükleri maslahatların nefislerinin heva ve hevesleri olduğu bütün topluma aşikâr olmuştur. Bütün bu gerçekler önceden öyle böyle süslenip boyanarak tevil edilerek toplumlara dava diye yediriliyordu ama artık eskide kaldı onlar!
Ya “hak”tan ya batıldan yana olacaksınız, bunun lamı cimi yok! Yaşadığımız çağın firavunu Amerika’dır; sadece kendi kavmine değil, bütün Dünya halklarına Rabblik iddiasında bulunup terbiye etmeye soyunmuş Amerika’ya ya tâbi olursun ya da onlara “Lâ” diyerek mücadele edersin. Dolaylı ve doğrudan beşerî Rabblerine kulluk eden, hayatta kalabilmek uğruna türlü ilişkilere giren bütün uşaklar da (bilinmesine rağmen) çırıl çıplak ortaya saçılmış ve aşikâr olmuştur. Artık onun bunun senin benim düşüncemle, öncelik ve ihtiyaçlarımızla, anlayıp anlamamamızla alakası yok, her şey beyan olmuş. Başka sözü olan çıksın er meydanına…
Bu hak-batıl savaşı da yeni ve bilinmeyen bir şey değil; Adem’den kıyamete kadar yapılıyor ve sürecek! Sadece arada bir açık seçik beyan olur, insanlık sınava tâbi tutulur. Buradaki ölçü şudur: Kişi, kazanım ve kayıplarının hesabını dünyevi ölçütlere göre mi, yoksa özgür iradesiyle varlık gösterip Allah’ın vaadine göre mi şekillendiriyor hayatını? Bu, sadece askeri bir cepheleşme de değildir. Anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-modernist bir mücadeledir; dünyalık değerlerle ilahi öğretinin savaşıdır, mustazaflar ile müstekbirlerin savaşımıdır, sünnetullâhı ikâme etmeye çalışanlarla Dünyayı (ıslah edicileriz diyerek) fesada boğanların savaşımıdır!
Bu savaşı kaybetmekteyiz maalesef! Değer olgularımız yerle yeksan edilmiş vaziyettedir! Herhangi bir toplum kültürel, dini, özel ilke ve kaideleriyle hayat bulmuş değerleriyle anlam kazanır ve bu âlemde onurlu, devamlı, güvenli bir hayat sürer. Aksi takdirde anlık somut kazanımlar içinde ve refah ortamında cazibeli bir hayat sürse de bunun devamlılığı ve haysiyeti olmayacaktır ki, içinde debelendiğimiz zelil durumun gerekçesi de budur!
Sosyal çürüme had safhadadır. İnsanlığa, özellikle gençlere geçer akçe olarak yalan, tutarsızlık, haysiyetsizlik, çıkarcılık, maslahat adı altında şahsi varoluş hayalleri, kısa yoldan zengin olup koltuk edinerek hükmetme umutları zikren vurgulanıp fiilen sergilenerek vaat edilmektedir. Ahlâkî değerlerle bezeli bir hayat, alttan alta ahmaklık olarak lanse edilmektedir. En küçük ilke ve prensipleri yaşatma gayretleri dahî Don Kişot’luk olarak yansıtılıp insanlık, rasyonaliteye ve pragmatizme itilmektedir!
Soyut kayıplarımız yanında kazandığınızı zannettiğiniz somut şeyler bile tek tek elinizden uçup gitmekte ki, onursuzca edindiğiniz o somut kazanımların asıl sahibi de siz değildiniz zaten! Size veren eller istedikleri zaman kafanıza vura vura alacaklar ve almaktalar. Ülke ekonomik olarak, reel hukuk olarak, gençlere sunacağı somut sosyal imkânlar açısından bitmiş vaziyettedir.
Kavramlarımızın içi boşaltılıp dünyevileşme hastalığına kurban edilmiş vaziyettedir ümmet. “Kurban edilen ümmet”, sondan ziyade başa koyunca “kurban eden ümmet” anlamı çıkıyor.
Ümmet olarak kavramlarımızın içi boşaltılıp dünyevileşme hastalığına kurban edilmiş vaziyettedir. Ahlak ve özgürlük gibi temel kavramlarımızdan ziyade kazanım kayıp, başarı başarısızlık gibi iğdiş edilmiş tanımlarımızı bizlere hatırlatan Gazze ve Yemen, rasyonel mantık ve faydadan öte Yaratıcılarına sığınıp mücadele etmeyi, hayatlarını kurgulamayı gösterdi. Tabii ki çoğu gözler görmeyecek bu aydınlığı, çoğu kulaklar duymayacak bu nidaları, çoğu gönüller hissetmeyecek bu hakikati, çoğu akıllar idrak edemeyecek bu olanları! Sınav dünyası işte… İsteyerek veya istemeyerek Amerika’ya kulluk eden, bugün olmazsa yarın hesap verecek!
Korku, mantıktan daha güçlüdür. Mantıksız ve ahlaksız da olsa insan, korku içerisinde (iştirak etmese de) işletilen haksızlıklara sessiz kalabiliyor, zalimin yanında saf tutabiliyor. Hayat yolculuğumuzda genellikle korkularla karar verip hareket ederiz. Fiili baskılar haricinde dünyalıklarını kaybetme korkusu daha baskın gelebiliyor çoğu vakit. Korkularımızı yenip özgürleştiğimiz ölçüde insanlığımıza ulaşabiliriz. İnsanı ontolojik yalnızlık korkusundan kurtaran “Allah’a iman” nasıl bir şeydir? Bu bir teoloji mi yoksa yaşayan, canlı bir tecrübe mi? “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya Allah’a tapacaksınız ya da (para tanrısı) Mamon’a!” diyen İsa Nebi, acaba ne demek istiyordu?
Artık görmeyen gözlerinizi, duymayan kulaklarınızı, idrak etmeyen dimağınızı açın! Elinizde tutabilmek için uğruna her türlü değerinizi en naif ifadeyle ötelediğiniz, pervasızca harcadığınız, sattığınız bir iktidarınız dahî kalmadı. Sımsıkı tuttuğunuz, peşinden sürüklendiğiniz, benliğinizi kenara bırakıp her şeyinizle desteklediğiniz iktidarınız sizin değil. Ülkemiz ve ülkemizde tek başına hakimiyet süren RTE, küresel irade ve hakimiyetin esiridir; onun esareti, hepimizi mahkum etmektedir.
Bunun yüz binlerce örneği var, size sadece son iki tanesini sunabiliriz. Bu örnekten ziyade genel olarak Türkiye özelinde kimse iktidardan savaş açmasını beklemedi, duyarlı Filistin gönüllülerin taleplerine bile gerek kalmadan İsrail’in işlediği soykırıma karşı ekonomik ve siyasi olarak yalnızlaştırıp biraz da olsa Siyonistleri baskı altına almak için ilişkileri kesmesi gerekmekteydi ama iktidar tarafından hiçbir adım at(ıla)madı. Adım atmayı geçin (tabii kendi yüzünü aşikâr ettiğinden), bu taleplerle iki yıldır dört bir yanda haykıranları şeytanlaştırmaya çalıştılar. Hadi bunları da anlarız; utanmadan İsrail’e petrol sevkiyatı ve ticaret yapan ZORLU ve SOCAR firmalarına, en yüksek ihracat yapan 10 şirket listesine girmelerinden dolayı bizzat RTE eliyle ödül verilmesi ne demek oluyor? Hâlâ destekçiliğini yapan haysiyet sahibi tek bir kişi çıkıp açıklasın bunu! Mesele bu kişi de değil, vurguladığımız şey şu ki, peşinden sürüklendiğiniz kişi utanma duygusunu yitirmiş, haysiyetini satmış, benliğini kaybetmiş, tercihlerini herhangi bir erdem belirlemiyor ve özgür değil. Bir ikincisi; sahiplendiğiniz bu iktidarın en bariz temsilcisi olan Bayraktar Holding, Leonardo isimli İsrail’e silah tedarik eden İtalyan firmasıyla doğrudan askeri teknoloji ortaklığına girmesini nasıl açıklıyorsunuz; gönlünüze, aklınıza, benliğinize!
Bu noktada, özellikle bizim Müslümanlara seslenmek istiyoruz! Şu “dava” diye güttüğünüz maslahatların somut bir karşılığı olacaksa olsun artık! Çeyrek asır oldu, tek başınıza iktidarı yürüteli! Siz de bilirsiniz ki yaşadığımız çağdaki çeyrek asır, zaman olgusu açısından eski dönemlerdeki bir asra bedeldir. Allah, Muhammed aşkına bir söyleyin: Sizin bilip de bizim bilmediğimiz ne var? Hadi biz ahmağız, bari kardeşlik hukukuna binaen beş dakikanızı ayırıp Bilal’e anlatır gibi anlatın da biz de aydınlanalım! Yumurtadan nasıl bir sürpriz çıkacak, bu nasıl bir kuluçka süreci, meraktan çatlayacağız! Merak bir yana, yaşadığımız ızdıraptan çıldıracağız! Ne ağzımızda sinirden sıktığımız dişlerimiz ne de başımızda yolduğumuz saçlarımız kaldı!
Gelinen noktada idealleri, umutları, hayalleri iyice belirsizleşmiş bir camiaya döndük. Durup iki dakika düşünün; başta kendinize, çevrenize, topluluklarınıza bakın: Hangisi İslami bir emel uğrunda koşturmakta? Herkes gününü işten eve, evden işe geçirmekte! Ev, araba, gelecek plânları yapılmakta; afili sosyal ortamlarda caka satılmakta! Normal vatandaştan ne farkımız kalmış! Cümle arasında dahî İslami hareketten, İslami tekamülden, İslam düşüncesinden bahsedemez olduk. Hedef ve amaç diye basit dünyalık denklemler peşinde sürükleniyoruz.
Hâlâ “Zengin olup güçlenecek ve kaleyi içeriden fethedip sonra geleceğiz!” mi diyorsunuz? Öyle bir şey yok! İçeri girdikçe kaleye hapsoluyorsunuz, köşeyi döndükçe görüş açınız kayboluyor, güçlendikçe benliğinizi kaybedip güç sarhoşluğuna kapılıyorsunuz. Hayali düşmanlarla sizleri çevresine toplayan güruh, hayali davalar satıp kendi dünyalıklarını ve emellerini beslemek için sizleri aparatçıklar hâline getirenler tarafından yarın paçavra gibi kenara atılacaksınız! Üst perdede küresel patronlarının onlara yapacakları gibi zilleti tadacaksınız. Gelin, sizlere onur ve şeref kazandıracak tevhidi mücadelenin yoluna girin tekrardan, sizi halifelik makamına taşıyan akıl ve iradenizi kiraya verip prangalara vurmayın, özgürlüğünüzü nefsinize ve dünyalığınıza kurban etmeyin! Dost acı söyler, gerçekler acı olsa da sonu felahtır!
Rasyonel anlayışla hayat süren normal vatandaşlardan ziyade “Ben Müslümanlardanım!” diyen, hâlâ tevhidi duruşunu kaybetmemiş kardeşlerin artık kendilerine gelmeleri gerekmektedir. İslami kimliklerini tekrar taşımaya geçip İslami ideallerin peşinden koşup kendilerine önder ve öncü olarak seçtiklerini güncelleyip sürüklendikleri girdaptan Allah’a sığınarak çıkma eğilimi göstermelerini rica ediyoruz. Yarın çok geç olmadan dönün bu yoldan; güttüğünüz maslahatlar ve yaptığınız hesaplar iyice şaşmadan, murad ettiğiniz kazanımlar uğruna yarınlarınız vedahî ahiretiniz ziyan olmadan… Yol yakınken yola dönün!
Yarınlarda onurlu bir yaşam sürebilmek için, evlatlarımızın yüzüne bakıp aktarabileceğimiz bir söz bırakabilmek için, âhir zamanda güven içinde huzur-u mahşere çıkabilmek için…