Connect with us

Yazılar

Büyüme Toplumundan Çıkış, Küçülme Üzerine Düşünmek – Alaattin Uras

Yayınlanma:

-

Çevre ile ilgili bütün raporlar bize gezegenimizin tükenmekte olduğunu, hatta birkaç dünyayı şimdiden yok ettiğimizi söylemektedir. Etkilerini küresel olarak yaşadığımız bu olgu, kuşkusuz belirleyici bir hâl almakta, artık durumun görmezden gelinecek ya da küçümsenecek bir gerçek olmadığını, bizi yok oluşun eşiğine getirecek bir süreç olduğunu bilimciler de çoktandır uyarmaktadır. Mevcut düzen sürdürülmeye devam edilirse ortaya çıkacak felaketlerin öncüllerini çoktandır hâl-i hazırda yaşıyoruz.

Başta küresel ısınma, şimdilerde etkisi süren salgınlar, mevsimsel değişimlerle gelen sellerin yok ettiği kentler, kuraklığın etkilediği tarımsal faaliyetler, hız kesmeden inşa edilen HES’lerle kuruyan sular, açılan maden ocakları, altın çıkarmak için kullanılan siyanür gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. İnsanın ekosistem üzerinde oluşturduğu talebi karşılamak için dünyanın kapasitesinin 1,6 büyüklüğünde bir gezegene ihtiyaç duyulduğu [1] düşünüldüğünde ve dünyanın taşıyabileceğinin üzerinde bir sömürme biçiminin hâlâ devam ettiği görüldüğünde durum çok daha acil bir hâl almaktadır. Artık şu gerçek yine acil bir şekilde kavranmalıdır: Doğaya ve gezegenin tükenişine yol açan egemenlik kurma biçimleri ve araçsal akıl gün geçtikçe gezegeni yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkarmaktadır.

Geçtiğimiz yıl nisan ayında Hollanda’da sekiz üniversiteden 170 bilimci çok ilginç bir manifesto yayımladı. Manifestoda konu Kovid-19 olsa da yukarıda kısaca özetlediğimiz fenomenlerin nedenlerine dair izler bulmak mümkün. Kovid-19 salgının yarattığı derin ekonomik sonuçların bir yanıyla son 30 yılda uygulanan baskın ekonomik modelden kaynaklandığına dikkat çeken bilimciler, büyümeye endeksli ekonominin, üretmiş olduğu ekolojik problemleri ve eşitsizliği göz ardı ettiğini belirtmişlerdir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre böyle devam ederse yılda 4.2 milyon insan hava kirliliğinden dolayı yaşamını yitirecek, iklim değişikliği 2030 ile 2050 yılları arasında yılda fazladan 250 bin insanın ölümünü beraberinde getirecektir.

Bu verileri aktaran bilimcilerin Hollanda için getirdikleri öneriler ise çok sıra dışı isteklerden oluşuyor. Hakim ekonomik modelin sorgulanamazlığını sarsacak önerilerinde, bilimciler başta Gayri Safi Milli Hasılanın (GSMH) gelişmesini hedefleyen ekonomik modelin değiştirilmesini, kamu sektörü, temiz enerji, eğitim ve sağlık sektörüne yatırımların yapılmasını; petrol, gaz, madencilik ve reklam sektörü alanlarının ise ‘küçülmesini’ önermişlerdir. [2]

Bilimcilerin saptamış olduğu gibi, büyümeye ve kalkınmaya odaklı ekonomik modelin çevreye, doğaya ve küresel ölçekte bütün bir yeryüzüne geri sarılamaz zararlar verdiği bilinen bir gerçek. Kalkınma ve büyüme saplantısının nasıl geriletileceği de insanlığın önünde duran büyük bir problem. Bu bağlamda bir öneri olarak küçülme teklifinin şiddetli bir şekilde incelenmesi ve gündeme taşınması elzem hale gelmiştir.

Küçülme terimi iktisadi içerimlerinin yanında hakim ekonomik modelin güçlü bir sorgulamasına dayanan aynı zamanda ekolojik ve toplumsal bir çerçeveden eleştiriler getiren post-yapısal bir kuram ve hareket olmuştur. Bu bağlamda küçülme kavramına yakından bakmak için, Serge Latouche’un, Türkçeye çevrilen ve alt başlığı Küçülme Üzerine Yanlış Yorumlar ve Tartışmalar olan Kanaatkâr Bolluk Toplumuna Doğru isimli eseri, önümüzü aydınlatacak bir rehber niteliğinde ve konuyu ilk defa işitenler açısından başlangıç mahiyetinde ele alan bir muhtevaya sahip. Yazarın da belirttiği gibi meraklı ancak konuya yabancı olan okuyucular için özgün bir giriş kitabı teşkil ediyor.

Latouche, son derece kışkırtıcı olan küçülmeyi anlattığı kitabının birinci bölümünde küçülme projesi hakkındaki yanlış yargıları ele alıyor. Bu yargılar aslında büyümenin sarsılmaz gücü etrafında gelişen mitlerdir. Yazar, klasik ekonominin tezlerini tartışarak küçülmenin ne olmadığını anlatıyor. Küçülme, büyümenin karşıtı değildir. Yani bir ekonomik gerçeklik olarak değil, tamamen tüketim toplumundan çıkışı ima ediyor. Ve oksimoron görünüşlü kanaatkâr bolluk toplumuna geçiş, gönüllü olarak zaruri olandan bile feragat etme projesidir:

Yeniden kanaatkârlığa dönmek tam olarak, Ivan Illıch’in ‘modern asgari geçim’ diye adlandırdığı temelin üzerine yeniden bir bolluk toplumu inşa etmeye olanak verir. Başka bir deyişle, insanların piyasaya bağımlılıklarını azaltmayı başardıkları ve buna, teknik ve araçların öncelikle profesyonel ihtiyaç üreticileri tarafından nicelleştirilmemiş ve nicelleştirilemez kullanım değerleri üreten bir alt yapıyı, politik vasıtalar aracılığıyla koruyarak ulaştıkları post-endüstriyel ekonomideki yaşam biçimi. (s. 36).

Küçülme projesi düşünsel olduğu kadar imgelemsel olarak da ekonomizmden ve büyümeden çıkışı ifade ediyor. Kanaatkâr bolluk, insanlığın prodüktivist saplantıdan kurtulmasıyla gelecektir:

Kanaatkâr bolluk, tüketim toplumundan çıkış için bir anlam ufkudur, ancak aynı anda bugünün sert bunalım koşullarında neo-liberal terapilere karşı ileri sürülecek, kısa vadede ulaşılacak politik bir hedeftir. Böyle bir put kırıcı proje elbette ki yanlış anlamalar ve itirazlara toslayacaktır. (s. 36).

Küçülmenin ana tezi, ekonomik büyümenin gezegenin sınırlı oluşuyla bir zaman sonra sürdürülemez duruma gelerek küresel bir krize ve ekolojik felâketlere neden olacağıdır. Kaynakların sınırlı oysa ihtiyaçların sınırsız olduğu düşünüldüğünde gezegenin fiziksel sınırlarının, mevcut ekonomik büyümeyi kaldıramayacağı gerçeğiyle karşılaşırız. Bu açıdan fosil yakıtların ve madenlerin tükenmesi sonsuz büyümeyi imkânsız hale getirmektedir. Bu tez kitapta termodinamik ve entropi yasaları bağlamında tartışılarak biyosferin sınırlılığı üzerine, büyümenin belli bir limiti aşamayacağı iddia ediliyor:

Gezegenin maddi sınırlarının ve dünyadaki kaynakların akıl dışı bir biçimde kullanılmasının trajik neticelerinin bilincine varılmasının, bizi hem insanların davranışlarına hem de ardından da bir bütün olarak günümüz toplumunun yapısına yönelik bir temel revizyona götürecek olan yeni düşünce biçimlerinin ortaya çıkması için vazgeçilmez olduğu kanaatindeyiz. (s. 47)

Büyümenin herkesin meselesi olduğu düşünüldüğünde küçülme projesini savunmak kolay değil. Sürekli refah artışı beklentisiyle hareket eden insanlar, ekonomik büyüme rakamlarını her zaman büyük bir coşkuyla karşılamış, ekonomik durum her zaman toplumu yakından ilgilendirmiştir. Çünkü ekonomik büyümenin eşitsizlikleri ve yoksulluğu ortadan kaldıracağına dair inancı besleyen yalanlar büyüme yandaşlarınca topluma sürekli zerk edilir. Bu açıdan küçülme projesi de büyüme yandaşlarınca kimi yanlış yorumlarla küçümsenerek büyüme olan inanç pekiştirilmeye çalışılır. Latouche, bu yanlış yorumları ele alarak küçülmenin ne olmadığını maddeler halinde anlatmaya çalışır. Küçülmenin bilim karşıtı olduğu, muma geri dönüş olduğu, sıfır büyüme olduğu, geleneksel düzene dönüş olduğu, işsizlik olduğu, küçülmenin demokrasi ile uyumsuz olduğu gibi yargıları tek tek tartışır.

Serge Latouche küçülme projesini anlattığı kitap, esasında batının maddi standartlarına ciddi saldırılar içeriyor. Küçülme projesinin sadece zenginleşmiş Kuzey ülkeleri için olmadığını belirtiyor ve Güney ülkelerine dayatılan büyüme modeline de karşı çıkıyor. Sonsuz kalkınma ve büyümeyi Güney’e dayatmak bir tür kolonyalizm, onları sömürme biçimi olan batının evrensel bir politikasıdır. Yazarın bir başka eseri olan Dünyanın Batılılaşması da Batılıların dünyaya dayattıkları batılılaşma probleminin altında yatan nedenlere odaklanır. Kitap, batılılaşmanın bir tür ideoloji olarak bütün dünyaya yayılan sömürme biçimi olduğunu ve yerel kültürleri nasıl kültürsüzleştirdiğini açıklamaya çalışır.

Küçülme kavramı başta ekonomik büyümenin sorgulanmasına dayanan toplumsal ve politik bir eleştirel harekettir. Sınırlı doğal kaynakların olduğu gezegende sınırsız bir şekilde büyümenin olamayacağını savunan hareket, bunun ekolojik, ekonomik ve toplumsal bir yıkım üreteceğini ortaya koyar. Küçülme projesi mevcut büyümeci ekonominin dışına çıkıp, kanaatkâr bolluk toplumunun inşa edilmesini önerir. Bu ise zorunlu ihtiyaçtan bile kısan bir anlayışın getirilmesini gerektirir.

Günümüzün kamçılanan tüketim toplumunda, ne kadar ütopik görünse de küçülmenin bir alternatif olarak düşünülmesi ve küçülme toplumunun inşası siyasal ve toplumsal olarak herkesin meselesi olması gerektiği su götürmez bir gerçek.

Serge Latouche, Kanaatkâr Bolluk Toplumuna Doğru (çev: Tahir Karakaş), İletişim Yayınları, İstanbul.

[1] Büyümemek Mümkün mü? “Ekonomik Küçülme Fikri Üzerine Tartışmalar”, Kalkınma İktisadının Penceresinden Türkiye’ye Bakmak: Fikret Şenses’e Armağan, 175-196, 2017.

[2] https://www.evrensel.net/haber/401966/hollandada-170-bilim-insani-korona-krizi-radikal-reformlar-icin-olanak-sunuyor

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazılar

Biden, Filistinlilerin Gazze’den Göç Ettirilmesine Yeşil Işık mı Yakıyor? – Mario Nawfal

Yayınlanma:

-

Biden’ın 106 Milyar Dolarlık Teklifi, Filistinlilerin Mısır’a Önceden Planlanmış Olası Göçü Konusunda Endişe Yaratıyor

Biden, Gazze’nin yerinden edilmiş sakinleri ve Ukraynalı mülteciler için 106 milyar dolarlık ek mali yardım talebinde bulundu ve teklifin bir bölümü önemli endişelere neden oldu.

Fon, İsrail’deki mültecilere ve insani yardım çabalarına destek olmayı amaçlarken, talebin belirli bir yönü dikkat çekti:

– Talebin 40. sayfasında, devam eden çatışmalardan etkilenen sivillerin desteklenmesi için fon tahsis edilmesine ilişkin bir hüküm yer almakta ve özellikle Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinli mültecilerden bahsedilmektedir.

– Endişe uyandıran husus, bu fonların bu tür amaçlar için kullanılacağını düşündüren potansiyel sınır ötesi ‘yerinden edilme’ ve ‘sığınma’ya yapılan atıftır.

– Bu talebin Filistinlilerin Mısır’a zorla göç ettirilmesini garanti altına almasından endişe ediliyor.

Bu durum, Mısır hükûmetinin tutumunu ve Filistin egemenliği üzerindeki potansiyel sonuçlarını sorgulatmaktadır.

Mısır Cumhurbaşkanının Biden ile yaptığı telefon görüşmesinde “Mısır’ın, Filistinlilerin Gazze’den kendi topraklarına göç etmesine izin vermeyeceğini” açıkça ifade ettiğini belirtmek önemlidir

Üç Aşamalı Yer Değiştirme Plânı:

İsrail İstihbarat bakanı Gila Gamliel de Gazze’deki Filistin nüfusu üzerindeki potansiyel etkisi konusunda endişelere yol açan tartışmalı bir teklif hazırladı.

– Sina’da Çadır Kentlerin Kurulması:

Bakan Gamliel’in plânı, özellikle Gazze Şeridi’nin güneybatısında yer alan Sina Yarımadası’nda geçici çadır kentlerin kurulmasıyla başlıyor.

Bu çadır kentler Gazze’deki Filistinliler için ilk yer değiştirme çözümü olarak hizmet ediyor.

– İnsani Yardım Koridorunun Uygulanması:

Genellikle “insani koridor” olarak adlandırılan ikinci aşama, Filistinlilerin Gazze’den çıkışını kolaylaştırmaya odaklanmaktadır. Bu aşama, Filistinlilerin Gazze Şeridi’ni terk etmeleri için bir rota oluşturmayı ve onları etkili bir şekilde evlerinden uzaklaştırmayı amaçlamaktadır.

– Kuzey Sina’da Şehirlerin İnşası:

Planın üçüncü ve son aşamasında İsrail, Sina Yarımadası’nın kuzey kesiminde kalıcı şehirler inşa etmeyi öngörüyor.

Bu şehirlerin, yerlerinden edilen Filistinli nüfusu barındırması ve yerinden edilenler için uzun vadeli bir çözüm sağlaması amaçlanıyor.

– Geri Dönüşü Engellemek için İnsansız Bölge:

Planın önemli bir yönü de Mısır toprakları içinde bir “insansız bölge” oluşturulmasıdır.

Bu yasak bölgenin amacı Sina’ya yerleştirilen Filistinlilerin Gazze’deki evlerine dönmelerini engellemektir.

 

Bu Neden Önemli?

Bu öneri, Biden yönetiminin Filistin halkının yerinden edilmesi için fon tahsis etme konusundaki potansiyel ön niyetini vurgulamaktadır.

Ayrıca bu plânın, Biden’ın önerisinin kamuoyuna duyurulmasından yedi gün önce İsrail İstihbarat Bakanlığının onayını taşıdığı bildirilen ve potansiyel olarak benzer niyetleri özetleyen sızdırılmış İsrail belgesiyle aynı zamana denk gelmesi de endişe vericidir.

İsrail İstihbarat bakanı Gila Gamliel’in üç aşamalı tehcir planı, Biden yönetiminin fon tahsisi ile bağlantılı olarak Filistinlileri anlaşılır bir şekilde derinden endişelendirdi, travmatik Nekbe anılarını çağrıştırdı ve potansiyel bir ikinci tehcir korkusunu yoğunlaştırdı.

Nekbe, 1948 Arap-İsrail savaşı sırasında ve sonrasında yüz binlerce Filistinlinin zorla yerinden edilmesi ve mülksüzleştirilmesidir.

Pek çok Filistinli göç etmiş ya da kovulmuş, mülteci durumuna düşmüş, bu da bugüne kadar İsrail-Filistin çatışmasında merkezi bir mesele olmaya devam eden önemli bir demografik ve insani krize yol açmıştır.

Kaynak: Kişisel hesap (@MarioNawfal)

Devamını Okuyun

Yazılar

Frankfurt Kitap Fuarı, Zizek, Filistin – M. Salih Kaya

Yayınlanma:

-

Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılış konuşmasını yapan filozof Zizek, “Filistinlileri de dinlemeliyiz.” dediği için salonda sesler yükseldi ve bazı dinleyiciler salonu terk etti. Protokolden üst düzey siyasilerden sahneye yürüyenler ve konuşmasını bölüp cevap yetiştirmeye çalışanlar oldu. Bir tür arbede yaşandı ama buna karşı yine de Zizek konuşmasını bitirebildi.

Aslında konuşmanın tamamına baktığımızda Zizek gibi sıra dışı bir entelektüelden daha iyisini beklerdik. Zizek, “Filistinlileri de dinlemeliyiz!” cümlesini kuruncaya kadar defalarca Hamas’ı ve terörü lanetledi ve buna rağmen bu kadar tepki gördü ama yine de bu konuşma fuarın açılışında soğuk duş etkisi yaptı çünkü fuar direktörü, fuarın İsrail’le dayanışma içinde hareket edeceğini defalarca basın yoluyla ifade etti. Hatta somut adımlar attı. Fuarda ödül alması gereken Filistinli yazar Adania Shibli’nin ödül törenini iptal etti.

Shibli, Berlin’de yaşayan bir yazar. Ödül alan romanı “Küçük Bir Ayrıntı” (Nebensache), Filistinli bir genç kızın İsrail askeri tarafından öldürülmesini anlatıyor.  Zizek de konuşmasını bitirirken Filistinli yazarın burada olmamasını “skandal” olarak niteledi.

Aslında fuarda yaşananlar buz dağının görünen yüzü. Bütün Avrupa ve özellikle Almanya son yaşananlarda kesin bir şekilde İsrail’in yanında ve İsrail’le dayanışma içinde olduklarını hem açıkladılar hem de somut eylem ve politikalarla bunu ortaya koydular. Devlet kurumları, meclisteki tüm partiler, medya ve sivil toplum bir bütün olarak ağız birliği yapıp Filistin ve Gazze’de yaşananları görmezden geldiler. Bir taraftan Filistin’le dayanışma mitinglerini yasaklayıp bir yandan da İsrail’le dayanışma mitinglerini devlet eliyle ve desteğiyle yaptılar.

Önceki pazar günü Berlin Brandenburg kapısı önünde Cumhurbaşkanı Steinmeyer’nın da katılıp kitleye seslendiği büyük bir miting yapıldı. Buna karşı aynı gün Filistin’le dayanışma için Berlin’in Neuköln semtinde yapılmak istenen eylem güvenlik gerekçesiyle yasaklandı. Miting yasakları sadece bununla sınırlı değil tabi. Küçük istisnaları saymazsak Almanya, tüm eyaletlerinde Filistin eylemlerini iptal etti, yasaklara rağmen sokağa çıkanları gözaltına aldı.

İzin verilen nadir eylemlerde de İsrail’i eleştiren slogan atılmaması ve döviz taşınmaması şartı vardı. Aslında yasaklar sadece eylemlerde değil günlük hayatta da uygulanıyor. Mesela Filistin bayrağı ve Filistin poşusu günlük hayatta yasak. Sebep ise, terör propagandası ve antisemitizm. Olay sadece yasaklardan ibaret değil tabii. Devamında ‘tehdit’ler de var. Bazı siyasiler işi daha da ileriye götürüp kendi değerlerine aykırı davrananları yani kendi durdukları tarafta değil de karşı (Filistin) tarafta duranları ülkeden sürmeyi, onların oturum haklarını iptal etmeyi hatta eğer bu kişiler Alman vatandaşı iseler hepsinin pasaportlarını iptal etmeye kadar ileri gittiler. Buna benzer demeçleri SPD’li içişleri bakanı Nancy Faesar basın açıklamalarında dile getirdi.

Biraz da medyadan bahsetmek gerekiyor. Alman basınının amiral gemileri Zeit, Welt, FAZ, Spiegel, Tagesschau vb. tüm gazeteler ağız birliği yapmış şekilde Gazze’de bir şey yokmuş gibi davranıyorlar ve İsrail’le saf tutma yarışındalar. Beni şaşırtan ise mülteci dostu ve enternasyonal bir politika yapan sol gazetelerin de aynı yerde saf tutmasıydı. Hatta Sol Parti (Die Linke) İsrail’le birçok dayanışma mitingi yaptı.

Şunu söyleyebilirim ki çok az sayıda marjinal hale gelmiş ve sesleri az duyulan bir kaç küçük sol parti (mesela Almanya Komünist Partisi) ve sivil toplum örgütünün dışında herkes Gazze’de yaşananlarla ilgili üç maymunu oynuyor. Sadece kendi duruşlarını dile getirmekle kalmıyorlar aynı zamanda en ufak farklı ses çıkaranları hedef gösterip terörize etmeye çalışıyorlar. Mesela biraz önce bahsettiğim küçük sol grupların çıkardığı farklı sesten rahatsız olan basının amiral gemileri bu sol grupları kriminalize edecek düzeyde yazılar yazıp onlara hiza vermeye çalışıyorlar. Ayrıca Zizek’in fuardaki konuşmasını ve daha önce de Filistin meselesi ile gündeme gelen Edward Said’in Filistin meselesindeki tutumunu birleştirip, entelektüellerle terör arasındaki ilişki mahiyetinde yazılar kaleme alınabiliyor.

En başa dönersek, Zizek’i neredeyse sahneden indirecek dereceye varan totalitarizm tekrar hortlamaya başladı. Almanların, demokrasilerinin en temel esası olarak gördükleri; en çok övünüp bir kutsal gibi bahsettikleri ‘ifade özgürlüğü’ (Meinungsfreiheit) Filistin meselesinde duvara çarptı. Alman anayasasının 5. başlığında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün bir istisnası başkasının kişisel onuruna dokunmak…  Medyadaki yorumlarda ve siyasilerin demeçlerinde vurguladıkları şey, “İsrail’e karşı eylem yapmak antisemitik bir eylemdir ve bu da insanlık onuruna yakışan bir davranış olmaması sebebi ile bu türden eylem yapanların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği” özellikle vurgulanıyor. Yani şunu iyi anlıyoruz ki yasalar sadece yasa değildir, onu uygulayanların yorumudur biraz da.

Aslında tüm bunlar bize gösteriyor ki totalitarizm çok kısa sürede bütün toplumu kuşatabiliyor. Bunu da en çok Almanya’nın geçmişinden biliyoruz. Burada Hannah Arendt’in ‘Kötülüğün Sıradanlığı’nı hatırlamakta yarar var. Kötülük yayılmaya başladığında yasalarınız ve kurumlarınız ne kadar güçlü olursa olsun bunun önüne geçemiyor. O zaman konuşacak olan bir tek konjonktür oluyor.

Devamını Okuyun

Yazılar

İsrail’in Başlattığı Nekbe Geri Tepecek – David Hearts

Yayınlanma:

-

Hamas’ın hurucunun ilk anlarından itibaren İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu neredeyse tamamen dikkatlerden kaçan bir vaatte bulundu.

Güney sınır kasabalarının belediye başkanlarına İsrail’in vereceği yanıtın “Orta Doğu’yu değiştireceğini” söyledi. Şaşkına dönmüş ulusa hitaben yaptığı konuşmada da aynı şeyi söyledi: “Önümüzdeki günlerde düşmanlarımıza yapacaklarımız nesiller boyunca yankılanacak!”

Aklında ne var? Uzun zamandır İran’ın nükleer tesislerine saldırmak istediğini biliyoruz. İlk kez 2010 yılında engellendikten üç yıl sonra CBS’e şunları söyledi: “Çok geç olana kadar beklemeyeceğim.”

Bir zamanlar (muhalefetteyken) İran’ın uçak gemileri olarak tanımladığı Hizbullah ve Hamas’ı ortadan kaldırmak istediğini de biliyoruz.

Filistinli savaşçıların cumartesi günkü saldırısından bu yana, eski ABD Başkanı George W. Bush’un 11 Eylül saldırılarına verdiği tepkiyi yansıtan sözler kullandı. Tahtın arkasındaki güç olan eski başkan yardımcısı Dick Cheney, Afganistan’da El-Kaide’nin peşine düşerken, Irak’a daha büyük bir saldırı yapmayı düşünüyordu.

Netanyahu şu anda Gazze’ye karşı yürüttüğü kampanya için uluslararası toplumdan aldığı benzersiz desteği, Bush’un 2001’de yaptığı gibi çok daha büyük bir şey için kullanmayı mı düşünüyor?

İsrail muhalefetinin lideri Benny Gantz da daha büyük bir projenin ipuçlarını verdi: “Kazanacağız ve bölgedeki güvenlik ve stratejik gerçekliği değiştireceğiz!”

İkinci Nekbe

Gazze’yi yeniden işgal etmek ve sadece bir Filistinli silahlı grubu bitirmek bölgenin stratejik gerçekliğini değiştirmeyecektir ve Gazze’yi yeniden işgal etmek için 360.000 askerlik bir orduya ihtiyacınız yoktur. Bu, ülke tarihinde çağrılan en büyük ihtiyat sayısıdır.

Kaynaklarıma göre Hamas’ın en fazla 60.000 silahlı adamı var ve diğer gruplarla birlikte bu sayının üçte biri kadar bir güç oluşturmakta zorlanır.

Elbette bu bir palavra da olabilir -Netanyahu’nun en sevdiği türden kavgacı bir retorik. Orta Doğu’yu değiştirme vaatleri daha önceki İsrailli ve ABD’li yetkililer tarafından sık sık dile getirilmiş ve bunların içi boş olduğu kanıtlanmıştır.

Eski İsrail Başbakanı Şimon Peres, Oslo’nun Orta Doğu’yu nasıl yeniden şekillendireceği hakkında bir kitap yazdı. Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2006 yılında Lübnan’ın güneyinde Hizbullah’ı 11 gün boyunca bombaladıktan sonra İsrail’i ateşkes çağrılarını görmezden gelmeye çağırırken “farklı bir Ortadoğu”ya işaret etmişti.

Peki, ya daha büyük bir girişim plânlanıyorsa? Bu ne anlama gelir ve bir bütün olarak bölge için ne gibi riskler doğurur?

İlk ve en bariz cevap, ikinci bir Nekbe ya da Gazze’nin 2,3 milyonluk nüfusunun büyük bir kısmının kitlesel olarak sürülmesi -her İsraillinin aklının bir köşesinde duran saatli demografik bombayı değiştirecek kadar büyük bir rakam.

Salı günü İsrailli yarbay Richard Hecht yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada Filistinli mültecilere Gazze’nin Mısır’la olan güney sınırındaki Refah sınır kapısından “çıkmalarını” tavsiye edeceğini söyledi. Ofisi daha sonra Hecht’in söylediklerini “açıklığa kavuşturmak” zorunda kaldı ve kapının kapalı olduğunu kabul etti.

Mısır’ın Gazze’den bir mülteci akınına izin vermek zorunda kalabileceği ihtimali -ki bu hem 1948 Arap-İsrail savaşından, hem de 1967 savaşından sonra yaşanmıştır- Mısır’ın en büyük dini kurumu olan El-Ezher tarafından da gündeme getirilmiş ve Filistinlilere yerlerinde kalmaları çağrısında bulunulmuştur. Başka bir kitlesel göç olasılığı kapalı kapılar ardında tartışılmıyor olsaydı bu açıklama neden yapılsın?

Gazze’den bir milyon Filistinlinin Sina’ya gelmesi, hiç abartısız, Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi liderliğinde on yıldır ekonomik gerileme yaşayan Mısır’ı uçurumun kenarına getirme potansiyeline sahip olabilir. Şimdiden rekor sayıda Mısırlı, teknelere binmeye başladı bile. Sisi’nin kendisi de bu tehlikenin farkında ve El-Ezher’in çağrısını tekrarladı.

‘İnsan hayvanlar’

Filistinlilerin kitlesel olarak sınır dışı edilmesinin, İsrail’in en uzun -ve şimdiye kadar en sakin- sınırına sahip Ürdün’deki Filistinliler ile Doğu Şerialılar arasındaki hassas dengeyi nasıl etkileyeceği konusunda da çok az şüphe var.

İkinci bir Nekbe, İsrail’i tanıyan ilk iki Arap ülkesini varoluşsal bir krizle karşı karşıya bırakabilir ve bu da her bir rejimin kendi devletini kontrol etme kabiliyetini tehdit edebilir.

Yine de, İsrail liderliğinin sözlerine ve pilotlarının eylemlerine bakılırsa, kitlesel bir göç tam da İsrail’in şu anda Gazze’de zorlamaya çalıştığı şey olabilir.

Pazartesi günü İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Hamas’ın çocukların kafalarını kestiği iddiaları üzerine Filistinlileri “insan hayvanlar” olarak tanımladı -bağımsız olarak doğrulanamayan ve İsrailli muhabirlerin Kfar Aza’daki katliamı görmelerine ilk başta izin verilmeyen iddialar.

Aynı gün Knesset üyesi Revital Gotliv sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda İsrail’i Gazze’ye nükleer bomba atmayı düşünmeye çağırdı: “Sadece Orta Doğu’yu sarsacak bir patlama bu ülkenin onurunu, gücünü ve güvenliğini geri getirecektir! Kıyamet gününü öpmenin zamanı geldi!”

Ardından eski bir general olan Giora Eiland, İsrail’in Gazze’de “eşi benzeri görülmemiş bir insani felaket yaratması” gerektiğini söyledi ve yeni bir Nekbe tehdidinde bulundu: “Sadece on binlerin seferberliği ve uluslararası toplumun çığlığı Gazze’nin ya Hamas’sız ya da insansız kalması için bir kaldıraç etkisi yaratacaktır. Varoluşsal bir savaşın içindeyiz.”

Cuma günü İsrail’in niyetleri konusunda çok az şüphe kaldı. İsrail ordusu, Gazze’nin kuzeyindeki Filistinlilere bölgeyi terk etmelerini söyledi ve “kendileri söyleyene kadar” geri dönmelerine izin verilmeyeceğini belirtti. Hamas, Gazze’nin kuzeyindeki Filistinlilere “kararlı olmalarını” ve “evlerinde kalmalarını” söyledi.

İkinci Nakba başladı.

Çarşamba günü Kanal 13’e konuşan bir İsrail ordu yetkilisi Gazze’nin yerle bir edileceğini ve bir “çadır kente” dönüştürüleceğini söyledi -doğrusunu ifade etmek gerekirse Hamas’ın saldırısından bu yana her gece yaşanan tam da buydu!

Her gece katliam

Gazze’de neredeyse her gece bir katliam yaşanıyor. Bütün aileler hassas bombalarla yok edildi. Gazze’deki Filistinlilere tüm bölgeleri boşaltmaları söylendi, ancak bu kez de onlar bombaların hedefi oldular. Bölgeler sadece bir kez bombalanmıyor, sistematik olarak yerle bir ediliyor.

Önceki kampanyalarda Gazze’deki Filistinliler, deniz kıyısında nispeten zengin bir orta sınıf bölgesi olan Rimal’e kaçtı. Burası güvenli bir sığınak olarak görülüyordu çünkü önceki saldırılarda İsrail’in burayı bombalamak için bir nedeni yoktu. Şimdi ise Rimal yerle bir ediliyor.

Bu “gece katliamı”, Hamas’ın İsrail’in güneyinde işlediği iddia edilen savaş suçlarının intikamını alan disiplinsiz pilotlar tarafından tesadüfen gerçekleşmiyor; “tasarlanarak” gerçekleştiriliyor. İki milyondan fazla insanın elektriğinin, suyunun ve yiyeceğinin kesilmesi ve bu “gece bombardımanı”na maruz kalmalarının amacı kaçmalarını sağlamaktır.

Gazze’de bu tür bir soykırımdan korunabilecek hiçbir yer yok. On dört tıbbi tesis bombalandı. Cumartesi gününden bu yana 500 çocuk öldürüldü.

Dolayısıyla, eğer İsrail durdurulmazsa, Gazze’de 2014’teki kara harekatında olduğu gibi 2.251 erkek, kadın ve çocuk değil, on binlerce kişi ölecek ve bu da yeni bir Nekbe’ye yol açacak kadar yüksek bir kayıp oranı anlamına geliyor.

Bundan önce bu politikanın iki etkisi olabilir: İsrail içinde 1948 Filistinlileri ile İsrailli Yahudiler arasında bir iç savaş başlatmak; Hizbullah ve nihayetinde İran ile bölgesel bir savaşı tetiklemek!

Bu Netanyahu’nun kafasında da olabilir. Hamas’ı ezmek Orta Doğu’yu değiştirmez ama Hizbullah ve İran’ı önümüzdeki on yıl boyunca İsrail’e karşı her şeyi denemeye hazır güçler olarak tanımlamak neredeyse kesinlikle değiştirir.

Filistinli savaşçılar bir şafak baskınıyla İsrail’in 1967’de üç Arap ordusunu altı günde yenmesinden bu yana sahip olduğu yenilmezlik efsanesini paramparça etti. 1973 Orta Doğu savaşı bile Hamas’ın yarattığı şoku yaratmamıştı.

İsrail şimdi bu savaşın varoluşsal olduğunu söylüyor. Sokaklarda İsrail, otoritenin olmadığı; İsraillilerin adaleti kendi ellerine alabildiği; yerleşimcilerle ya da aşırı sağla bağlantısı olmayan normal vatandaşların sokaklarda silahlı dolaştığı bir ülke gibi hissediyor. Genel nefret ve korku seviyesi o kadar yüksek ki, İsrail içindeki Filistinlilerin saldırıya uğraması an meselesi olabilir.

Ülke içinde ise Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir gibi aşırı ulusal dinci sağda yer alanlar yıllardır “Hodri meydan” diyor: “Hodri meydan!”

Geçtiğimiz Şubat ayında Gantz, Smotrich’i işgal altındaki Batı Şeria’da yerleşimci şiddetini desteklemekle suçladı çünkü Smotrich “yeni bir Filistin Nekbe’sine neden olmak istiyor”du! Şimdi ise Gantz ve Smotrich aynı kabinede yan yana oturuyor.

Ulusal dinci sağa göre Filistin davası ne kadar çabuk ezilirse o kadar iyi. Hamas’ın başarılı saldırısının yol açtığı ulusal travma onlar için cennetten gelen bir kudret helvası! Tam da bekledikleri koşulları yarattı.

Bölgesel savaş

İsrail sınırında, Gazze’nin bölgesel bir savaşı tetikleme ihtimali hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Tüm Arap başkentlerinde duygular yükseliyor.

İsrail’in karşı karşıya olduğu en donanımlı ve eğitimli silahlı grup olan Hizbullah’ın parmağı tetikte. Genel bir seferberlik başlattığına dair güvenilir raporlar var.

İslami Cihad tarafından üstlenilen savaşçıların da katıldığı ve üç İsrail askerinin öldüğü bir çatışma da dâhil olmak üzere Lübnan sınırından birkaç gündür saldırılar düzenleniyor. İsrail’in misilleme olarak Lübnan’daki mevzilere saldırmasının ardından da Hizbullah’ın üç savaşçısı öldürüldü.

Eğer bir kara saldırısı başlarsa, ki bu çok yakında olabilir, Hizbullah için seçim ya İsrail’in Hamas’ın işini bitirmesini beklemek ve sonra da kendi başlarına kalacaklarını bilerek onlara saldırmak ya da Hamas’a ve Gazze’deki diğer silahlı gruplara katılarak her grubun savaş gücü olarak etkinliğini sürdürmesini sağlamak olabilir.

Hizbullah’ın Lübnan sınırındaki statükoyu korumak istemesi için çok iyi nedenleri olabilir ancak bu artık İsrail’le karşı karşıya gelen herhangi bir grubun ya da Filistin hareketinin herhangi bir parçasının, İsrail’i serbest bırakmadan oturmayı göze alabileceği bir çatışma değil.

Perşembe günü İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Filistinlilere karşı işlenen suçların “direniş ekseninin geri kalanından” bir karşılık göreceğini söyledi.

Hizbullah, bu durum ne kadar uzun sürerse, birlikte hareket etmedikleri takdirde her bir cephenin o kadar savunmasız hale geleceğini düşünmekte haklı olacaktır. İsrail’i Gazze’de müzakere edilmiş bir ateşkese zorlamanın tek yolu bu olabilir.

İkinci kısıtlama kolu ise ABD’dir. Başkan Joe Biden, Ukrayna’nın karşı taarruzunun batağa saplandığı, kışın yaklaştığı ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in zaferin ve Avrupa savaş yorgunluğunun tadına vardığı bir dönemde, Husiler gibi İran’la bağlantılı her silahlı grubun dâhil olacağı bölgesel bir savaşa sürüklenmeyi gerçekten istiyor mu?

Orta Doğu’da tamamen dengesiz bir müttefik tarafından yaratılan plansız bir bölgesel savaş ABD için bir anlam ifade ediyor mu? Bence yok. Biden, Netanyahu’ya yeşil ışık yakarak İsrail’e açık destek verdi ama ABD’nin şu anda Gazze’de yaşananların olası yıkıcı sonuçlarını hesapladığını sanmıyorum.

Önümüzdeki tehlikeler

Lübnan açıklarında batılı bir savaş filosu Hizbullah’a karşı caydırıcı bir unsur olarak toplanıyor.

Harekete geçmeden önce, sadece 40 yıl önce Beyrut’ta patlayıcı dolu bir kamyonun ABD deniz piyadelerinin bulunduğu bir kışlaya girdiğini ve dakikalar sonra benzer bir saldırının Fransız paraşütçü birliğine karşı yapıldığını hatırlamalıdırlar. Yaklaşık 300 askeri personel hayatını kaybetti.

Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand ortak hava saldırıları düzenlemeyi planladılar. Sonuçta deniz bombardımanı dışında herhangi bir misilleme saldırısı gerçekleşmedi çünkü ABD Savunma Bakanı Caspar Weinberger ve Dışişleri Bakanı George Shultz bombalamalardan kimin sorumlu olduğu konusunda anlaşamadılar.

Bu kez, Biden’ın başkan yardımcısı olarak eski Başkan Barack Obama’ya yaptığı, “Bitiremeyeceğin savaşları başlatma!” uyarıları kulaklarında çınlıyor olacak.

Hem ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken hem de Savunma Bakanı Lloyd Austin bölgede olayları yatıştırmaya çalışıyorlar ama onlarınki imkânsız bir görev. İsrail’in fitili ateşlemesine izin verdikten sonra şimdi patlamayı kontrol altına almaya çalışıyorlar.

Ortadoğu bugün, Bush ve eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 2003 yılında Irak’ı işgal etmeyi planladıkları dönemle kıyaslanamayacak kadar zayıf. Suriye, Irak, Yemen, Sudan ve Libya harabeye dönmüş; Mısır, Ürdün ve Tunus ise iflas etmiş durumda. İstikrarsızlık Akdeniz’de, en misafirperver ev sahibi Türkiye’nin bile artık tersine çevirmeye çalıştığı büyük mülteci akınlarına neden oldu.

Yazdıklarımın sadece üçte biri gerçekleşirse, İsrail’in sınırları açık hale gelebilir ve Lübnan’dan Ürdün’e ve Mısır’a kadar silahlı grupların sürekli saldırılarına davetiye çıkarabilir. En azından İsrail, Ürdün ile olan en uzun sınırında sahip olduğu sessizliği kaybedecektir.

Netanyahu gibi tek bir adamın kafasındakileri kimse tahmin edemez. Hiç kimse Gazze’de bu operasyonu başlatması için Batı tarafından kendisine verilen açık çeki bilemez.

Ortadoğu’yu değiştirebilecek bir plâna dönüşen bir Gazze harekatı tehlikeli bir şekilde geri tepebilir ve çok geç olmadan durdurulmalıdır.

Kaynak: middleeasteye.net

Devamını Okuyun

GÜNDEM