Connect with us

Yazılar

Ateşkesin Ardında Kalan “Gazze” – Yusuf Şanlı

Yayınlanma:

-

Filistin topraklarında, Gazze’de 7 Ekim sonrası modern dünyanın gördüğü en muammalı hikâye yazıldı. Film sahnelerini andıran kareler eşliğinde şahit olunanlar aslında kelimelerin dahî kifayetsiz kaldığı bir gerçeklikti. Dünya çapında duyarlı güzel insanlar haricinde toplumların kâhir ekseriyeti öylece izledi; devletler ve uluslararası kurumlar Amerikan emperyalizmi ve onun kuduz köpeği İsrail karşısında tamamen çaresiz kaldı. Herkes kendi konumunu muhafaza edebilmek için denge siyaseti güttü, birçoğu zaten uşaklık yapmaktan haz alarak müdahale etmeye dahî yeltenmedi.

Sonuç olarak Aksâ Tûfânı’nın başından bugüne dek dünya tarihinin en ağır soykırımı yaşandı. Bu sahnede Hamas, edilgen değil tamamen etken konumdaydı ve 20 yıllık ablukaya karşı başkaldırıp süreci ateşleyen aktör olarak meydana çıktı. İrade göstererek inisiyatif alıp harekete geçen Hamas önderliği dahî bu kadar yalnız kalacaklarını beklememekteydi. Onlar, bütün dünya halkları başta olmak üzere, esaret altına alınan yöneticiler için özgürlük kapısına omuz atıp araladı ama kimse o kapıdan geçip zincirlerini kırma iradesi gösteremedi çünkü o denli dünyevileştirilip ehlileştirilmişlerdi ki, sanırım kendileri dahî zincirlerinin kalınlığını ve uzunluğunu bilmiyorlardı!

Gelinen noktada Amerika, fazla uzamış ve tıkanmış olan süreci, güç gösterisi yaparak “İstediğim vakitte bitiririm!” edasıyla sonlandırdı. Psikolojik savaşı ve gönüllerdeki mücadeleyi Gazze kazanmış olsa da; İsrail askeri hedeflerine ulaşamayıp itibarı yerle yeksan olsa da sahadaki somut savaşı İsrail kazanmıştır.

“Tarihinde ilk defa 2.500 İsrailli ölmüştür!” deniliyor, benim 100.000 kardeşim ölmüş (Her bir sıfırın ne anlama geldiğini idrak edebiliyor muyuz? Aramızda matematik bilen var mı?); bana ne onların kayıplarından, kazanımlarından, hedeflerine ulaşamayışlarından! Gazze’de sağlam bir tane bina kalmadı! Öncülerimiz şehid edildi; Haniye İran’da misafirken özel odasında öldürüldü, Nasrallah’ın naaşını dahî çıkartamadık, Sinvar’ın cenazesini alıp götürdüler bir mezarı bile yok! Namusumuz, onurumuz, şerefimiz ayaklar altına alındı ve dünya Müslümanları hiçbir şey yapamadı!

Hamas, ateşkes yapmak (Hizbullah gibi) zorunda kalmıştır ve bu, Amerika’nın arzu ettiği, istediği zaman, (İsrail’e de dayatıldı) dayattığı şartlar dâhilinde uygulanmıştır. Emperyalistler, Trump üzerinden gövde gösterisi yapıp vitrin tazelemesine gitmeselerdi Siyonistlerin soykırımı bitirmeye niyetleri de ihtiyaçları da yoktu! Hatta kendi açılarından İran’ı yalnızlaştırmışken, Hizbullah’ı bastırmışken, Suriye’de öyle böyle kendileri için güvenli bir alan oluşmuşken ve en önemlisi her ne yaparsa yapsın engelleyecek hiçbir uluslararası güç ve halk unsuru yokken, kirli arzuları doğrultusunda Gazze’yi tümden yok da edebilirlerdi. Tabiri caizse, kendi kendilerine durdular.

Gazze halkı ölerek Siyonizm’in kirli yüzünü dünya (devletleri zaten biliyor) halklarına bütün açıklığıyla aşikâr etti, psikolojik savaşı açık ara kazandı, gönüllere taht kurdu, İslami ahlâkı/duruşu/savaş hukukunu cümle aleme gösterdi ve gönlünde az biraz sünnetullaha meyli olanları hidayete yaklaştırdı.

Ortada bir zafer varsa Gazzelilerin ve Gazze’yi yalnız bırakmayıp bedel ödeyenlerindir bu zafer!

Bizler; yapmamız gerekenleri yapmayıp, onları kuduz köpeklerin önünde yapayalnız bırakmışken bir de kalkıp kutlama yapmayı, o çilekeş insanların sevincine ortak olmayı, buna dair söz söylemeyi dahî kendi adıma zül addediyorum, utanıyorum.

Tabii ki onlar kazananlardandır, onlar cennet-i a’lâda rızıklanmaktadırlar, kalanlar da çektikleri ceremenin karşılığını katbekat alacaktır. Mesele, onların kazandığını vurgularken hâlâ dünyalıklarımızdan en ufak bir feragatte bulunamıyor oluşumuzdur. Onların kazandığına hakkıyla iman edip Allah’ın vaadine güveniyorsanız, siz niye kazananlardan olmak için kendinizi güvenlikte tutan dünyalıklarınızdan sıyrılamıyorsunuz! Kimse gidip savaşalım demiyor ama bu vakte kadarki tepkiselliğimiz yeterli miydi sizce; hangi dengeler uğruna, nasıl tavır aldık, neler yaptık, neler yapamadık, bu saatten sonra kendimizi sorgulamamız gerekir.  En basitinden iki günlük nezaret korkusuyla, işimizden atılırız diye, bazıları zor durumda kalır diye, ötekileştirilip yalnızlaşırım diye, kazanımlarım zedelenir diye çoğu kişi aciz bir şekilde oturdu oturduğu yerde!

Bu aşamadan sonra ne olacak; Gazze nasıl inşa olacak, yaralar nasıl sarılacak? Sahada kazanılmış bir savaş olsa daha özgür bir zeminde olunurdu. Mısır’dan girip çıkanlar yine İsrail gözetiminde ve inisiyatifinde olacak, deniz yoluyla özgür bir giriş çıkış olmayacak, Hayfa’ya inip geçecek yardım ve gereçler zaten onların kontrolünde olmaya devam edecek! Ezcümle ambargo kırılmış değildir maalesef.

Ayrıca ateşkesin şartları ve atmosferi muğlak ve karşımızda pervasız zalimler var. Herkesin düşünüp korktuğu gibi esirleri aldıktan sonra bir bahaneyle sözlerinden dönüp Gazze’yi yok etseler ne olacak, kim ne yapabilecek?

Daha da önemlisi bu Siyonist zulmün, yapılanların, soykırımın hesabı nasıl sorulacak? Peyderpey bir buçuk yıl boyunca gözümüzün içine baka baka yaptıkları keyfî zulme dâir hiçbir şey yapamazken bu kadar acının ve kanın bedelini kim, nasıl, ne şekilde ödetecek?

Süreç boyunca Müslümanlar; Gazze halkına maneviyatı, kendilerine maddiyatı yakıştırdı! “Cenneti kazandılar!”, “Ne güzel sabrediyorlar!”, “Dünyadaki tek özgür halk Gazzeliler!”, “Müslüman nasıl olunur gösterdiler!” vb. söylemlerle Gazzelileri uzaktan methedince ne oluyor arkadaşlar, cennetten kupon mu dağıtıyorlar? Hakikati biliyorsanız, özgürlüğe hayransanız, Müslüman nasıl olunur anladıysanız Müslüman gibi hareket etmeyince neler olacağını da az çok biliyor olmalısınız. Kimse kusura bakmasın, bu anlayış şuna benziyor: Zenginlerin, fakirlere şükretmenin nasıl güzel hasletler olduğunu vurgulamasına, din tüccarı bel’amların sabretmenin hayrını telkin etmelerine, türlü türlü koltuklarda oturanların dengeleri gözetip uzun vadeli hesap yapmamız gerektiğini vurgulayıp rahat hayatlarını yaşamalarına benziyor. Bunlar ayrı mesele ve seni ilgilendirmiyor arkadaşım, herkes kendi işini yapacak, anlık sorumluluklarını yerine getirecek.

Herkes gibi bize göre de yukarıda belirttiğim psikolojik, stratejik, algısal düzeyde uzun vadede Gazze kazandı ama bizler oturduğumuz yerden sürecin olumlu yanlarına yoğunlaşıp kendi acziyetimizi örtmeye çalışıyoruz gibi geliyor bana. Biz kendi işimize bakalım ve olumsuz yönlerini tespit edip giderme yoluna yönelelim. Ki, aynı hataları yapıp benzer zaafiyetlere tekrar tekrar düşmeyelim.

Somut kayıplarımızdan ziyade algısal ve stratejik düzeyde de bazı kayıplarımız var. Bu saatten sonra İsrail gördü ki her ne yaparsa yapsın ses eden yok! Bunu fiilen gördü! Az çok irade ve güç sahibi olanları da kimlerin nasıl konum alacağını da olasılıklardan ziyade somut olarak nereden ne geleceğini de tespit edip zayıflatarak önlerini kesti. Artık dengeler ve hesaplar bu minvalde şekillenecektir.

Ümmetin mazlumları da gördü ki anlık olup biten zulümler bir yana, hadi diyelim haberleri yoktu, imkânları yoktu, yetişemediler, mazur görürlerdi. Ama yaşanılan tablodaki gibi zalimler peyderpey, yavaş yavaş, anlık, canlı yayında her gün meydan okuya okuya, dalga geçe geçe zulmederken, değil on bin, değil yüz bin, 2 milyonunu da şehid etse kimse somut bir irade göstermeyecekti! Dünyanın dört bir yanındaki mahzun ve mahrum bırakılmış mazlumlar gördü ki kimse yardıma gelmeyecek! Bu tablo ve uyandıracağı umutsuzluğun zihinlerdeki yarası çok çok zor kapanır. Ancak ümmetin halk düzeyinde bir isyanıyla sayesinde, temiz ve sahih bir zaferden sonra insanlar tekrar halkların gücüne inanmaya başlayabilir ilerleyen güzel günlerde.

Son olarak şöyle bir soru ortada durmakta: Madem fetihten bir buçuk ay sonra Gazze’de anlaşma olacaktı, madem Suriye’deki gelişmelerin Gazze’yle alakası yoktu az biraz daha sabretselerdi olmaz mıydı yoksa olumlu olumsuz bir alâkası var mıydı? Dünya lideri ağa babaları, fidanı, ağacı kabaca sürece hâkimdi; en azından öngörüp, sevmeseler de (5 yaşında çocuğun da bildiği üzere) Gazze uğruna savaşanların kanalını kapatıp umutlarını bitirmeden sürecin sonuçlanmasını bekleyip sonra fetihlerine çıksalar, olmaz mıydı?

“O, ne der; bu, ne der, söylersek hangi yaftayı yeriz, ne tepkiler çekeriz” demeden açık, net konuşalım. Ne hikmetse Lübnan ile İsrail ateşkesinden sonraki 24 saat dolmadan Halep’ten harekete çıkıldığı an Gazze cephesi düştü. İster isteyerek ister istemeyerek, doğrudan veya dolaylı olarak… Fark etmez, sonuç budur! Ha, dert kendi ulusal çıkarlarıysa, devletleriyse, emelleriyse sorun yok ama kalkıp “Derdimiz İslâm’dır!” hikâyeleri anlatılmasın!

Buradan, Gazze ve Kudüs uğrunda mücadele edip şehid düşenlere selam ediyoruz, yalnız kalıp çilesini çekenleri hayırla yâd ediyoruz. Bizleri de affetmelerini rica ediyoruz hatta yalvarıyoruz, yoksa hâlimiz haraptır!

Özel olarak da müsaadenizle bazı isimleri anmak istiyorum. “Ben Birleşik Devletler Hava Kuvvetlerinin aktif görevdeki bir üyesiyim ve artık soykırımın suç ortağı olmayacağım. Aşırı bir protesto eylemine girişmek üzereyim. Ancak Filistin’de insanların sömürgecilerin ellerinde yaşadıklarına kıyasla hiç de aşırı değil. Yönetici sınıfımızın normal olduğuna karar verdiği şey bu. Özgür Filistin!” diyerek hayatına son veren Aaron Bushnell insanlığa güçlü bir mesaj vermiştir.

İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlara dayanamadığı, bir şeyler yapmak istediğini, buralarda duramayacağını belirtip “Önümde, arkamda, yanımda kim var?” demeden “Nasıl varacağım?” diye düşünmeden sadece yola çıkan Saruhanlı ilçesinde bir çiçekçide çalışan Manisalı Engin Arslan, Türkiye’nin onurudur. Lübnan sınırında cehdetmek için evlatlarını, dünyalıklarını bırakıp şehid düşen Seyfullah ve Yakub, yolda olmanın ne demek olduğunu hepimize fiilen göstermiştir.

Batı Şeria’daki sistematik zulmü gündem yaparken şehid edilen Ayşenur Ezgi Eygi, yakın çevresi tarafından “tanıdığı ve tanımadığı herkes için inanılmaz bir arkadaş” olarak tanımladığı Ayşenur, içinde bulunduğu topluluk özelinde “Wasat, benim için Allah’a tam teslimiyet yolculuğumu desteklemek için ihtiyaç duyduğum ümmet. Doğru yolda birbirlerini desteklemeye adanmış bir topluluktur!” diyerek ümmet için vasatın ölçüsünü vasiyet bırakıp bu adi ve fani hayattan göçtü.

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Yazılar

Parrhesia: Filistin Eylemleri Üzerine – Serhat Altın

Yayınlanma:

-

Antik Yunan kavramlarından biri olan parrhesia; diğer dillere “özgür konuşma”, “dürüst konuşma”, “açık sözlülük” diye çevrilmiştir. Aslında bu tanımlamalar “parrhesia”nın sınırlarını daraltmaktadır.

Parrhesia; ölüm, sürgün ve zindan pratiklerine ya da var olacak bütün tehlikelere rağmen hakikat aktarımıdır. Peki, her doğruyu söyleyen kişi parrhesia eylemini gerçekleştirmiş olabilir mi? Hayır çünkü hakikatin bir bedeli olmalıdır! Bedeli olmadan beyan edilen hakikat, sadece doğru olabilir ama parrhesia, “rahatsız edici” olmalıdır.

“Rahatsız edicilik” derken büyük bir parrhesist kişilik olan merhum Ali Şeriati’nin; “Sizi rahatız etmeye geldim” sloganından yola çıkarak bu yazımızda sadece Filistin eylemlerinin yansımalarından bahsedelim.

Filistin direnişi hiç şüphesiz küresel çapta bir vicdan intifadası yarattı. Bu vicdan intifadasının yansımaları gerek evlerimizde, sokaklarımızda toplumlarımızda, gerek devlet erkanında ve uluslararası devlet ilişkilerinde insanların/toplumların Filistin meselesindeki samimiyetini, gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Türkiye’nin şu âna kadar Filistin direnişi sınavını nasıl verdiği üzerine biraz duralım.

Özellikle 7 Ekim’den sonra Filistin dostları bir avuç da olsalar eylem alanlarından direnişin yanında ve destekçi olduklarını ilan eden sesler yükselttiler. Evet, “bir avuç insan” diyoruz, gerçekten de öyle! Bu bir avuç vicdan sahibi insan; sokaklarda, kampüslerde, limanlarda, iktidarın ve devletin kurumları önünde, şirket binalarında ayaklarının yere bastığı ve seslerinin ulaşılabileceği her yerde direnişin sesini yükseltme gayreti içerisinde oldular. (Vâr olsunlar!)

Direnişe destek olmak için birçok Filistin dostu arkadaşımız -Bu arkadaşlarımız içindeki özellikle işçi/emekçi arkadaşlarımız işlerini kaybetme pahasına; öğrenci arkadaşlarımız ise “Okulu bitireyim, hemen mesleğe atılayım ya da akademik kariyer yapayım.” gibi düşüncelerini bir tarafa bıraktılar.- birçok şeyden feragat etti! Büyük bir fedakârlık örneği gösterdiler. Bu bahsettiğimiz bir avuç insanın söylemlerini ve eylemlerini diğer gruplardan ayıran neydi peki?

Yazımızın başında dediğimiz gibi parrhesia; ne pahasına olursa olsun hakikat söylemini aktarabilmektir ve bu hakikat aktarımının bir bedeli olmalıdır. Linçlenme, zindan ve hatta canı pahasına dahî olsa bu hakikati aktarabilmektir. Elbette bu hakikat aktarımı “rahatsız edici” olmalıdır. Rahatsız edici olmayan, rahatsızlık vermeyen her türlü söylemin açıkçası hiçbir faydası olmayacaktır ve sadece kendimizi avutmakla kalmış olacağız.

Filistin eylemleri için birçok grup meydanlara büyük kalabalıklar topladı. Bu kalabalıkların en sert söylemleri şu oldu: “Kahrolsun İsrail!” Maalesef bu kadar basit klişe bir sloganın ötesine geçemeyip yüz binler toplayabilen, sözüm ona Filistin sevdalıları(!) gruplar ve insanlar neden hâlâ Filistin lehine etkin ve caydırıcı söylemler üret(e)miyor!

Her zaman çok merak etmişimdir: Kolluk güçleri ve bunlara emir verenler için bu toplanan bu yüz binlerce insan, Filistin lehine ve İsrail aleyhine hiç mi rahatsızlık vermiyor? Bahsettiğimiz fedakâr Filistin dostu vicdan sahibi insanların eylemlerdeki sayıları ise ancak yirmileri, otuzları bulabiliyor ve bu eylemlerde onlarca çevik kuvvet otobüsü, yüzlerce çevik kuvvet sadece 20-30 insan için geliyor da bahse mevzu diğer Filistin eylemi için toplanan yüz binlerce insan için neden çok çok az sayıda kolluk gücü toplanıyor? Sizce de burada büyük bir çelişki yok mu?

Tabii ki var!

Fedakâr Filistin dostu eylemcilerinin ağzından çıkan sözler belli ki bam teline dokunuyor ve bir tarafları aşırı rahatsız ediyor ki bu eylemlerin sonunda Filistin dostları söylemlerinin, hakikat beyanlarının bedelini gözaltı, tutuklama, yargılanma, mahkeme mahkeme dolaşma olarak ödüyor!

Peki, Filistin için gösterilere gelen yüz binler, neden ve niçin, kimin safında ve kime karşı bu gösterileri yaptıklarını hiç sorgulamıyorlar mı?

Gösterilerinde işgal rejimiyle ilgili, işgal rejimi aleyhine, mazlumların lehine herhangi bir siyasi/diplomasi/askerî/ticari vd. ilişkiden bahsediyorlar mı?

Onlara düşen ya da verilen görev sadece “Kahrolsun İsrail” sloganları atmak, eylem bittikten sonra gezilerini yapmak, üzerine bir de yemeklerini yiyip iki ayda bir, üç ayda bir tekrar toplanmak mıdır? Bu mudur Filistin ve mazlum halkların yanında olmak? Bu mudur İsrail aleyhtarı olmak? Bu sorgulamaları yapmadan bir yerlere varabilir miyiz? Tekrardan bu soruları kendimize sormamız elzemdir.

Bizler fedakâr Filistin dostları olarak; önümüze arkamıza, sağımıza solumuza bakmadan; “Kimler ne söyler, ne söylemez?” demeden; kınayıcının kınamasından korkmadan hakikat bildiğimiz yolda, sadece Filistin halkının değil, Ortadoğu’nun, dünyanın bütün mazlum halklarının, mustazafların, ezilenlerin, yurdundan edilmişlerin yanında olacağımıza dâir sözümüzü yinelemek isteriz.

Bizlerin, direnişin onurlu evlatlarına sözü var: Bedeli her ne olursa olsun Direniş’ten yana saf tutacağımıza, Direniş’e destek olacağımıza, Filistin’i ve bütün mazlum halkları yalnız bırakmayacağımıza söz veriyoruz!

Devamını Okuyun

Yazılar

Neredesiniz? – Faruk Yeşil

Yayınlanma:

-

Geçtiğimiz pazar günü eylemden eve dönmüşüz. Katılım yine çok zayıf, camii cemaatinin bile ilgisizliği, duyarsızlığı içimi yakıyor. İktidar baskısından mı korkuyorlar yoksa sadece kendi çevrelerinden olmayanların çağrısına kulak vermek mi istemiyorlar? Belki de hata bizde… “Belki de bir yerlerde yanlış yapıyoruz!” diye kendimi acımasızca sorguladığım bir anda Filistinli bir muhabirin paylaştığı bir görüntüye takılıyor gözüm.

Enkazdan çıkarılan bir çocuğun cesedi… Gözleri sımsıkı kapalı. Sanki hâlâ hayatta. Sanki hâlâ bir sabaha uyanabileceğine inanıyor. Gözkapakları, korkunun mühürlediği kapılar gibi. Binlerce Gazzeli çocuktan sadece biri…

Tabii asıl bomba onun üzerine değil, bizim insanlığımızın üzerine düşmüş ama çoğu kişinin umurunda değil! “Ashâb-ı Uhdûd” kıssası geliyor aklıma. Orada da insanlar ateş çukurlarına atılırken etraflarındakiler sessizdi. Tıpkı bizim gibi… Biz burada susarken orada insanlar yanıyor, açlıktan ölüyor, enkaz altında can veriyor. Biz burada sessizce konforumuza sığınıyoruz. Biz burada susup hımbıl, korkak, pişkin, umarsız dururken onlar orada yanıyor, gömülüyor, açlıktan ölüyor.

Gazze yanıyor. Gazze yıkılıyor. Gazze can veriyor…

Peki ya biz?

Biz; sadece bakıyoruz, sadece izliyoruz! Gözyaşlarımızı bile içimize akıtacak kadar alışmışız suskunluğa!

Peki ya bu sessizlik?

Bu kayıtsızlık?

Nereye kadar?

Sivil Toplum(!) Kuruluşları ve İktidarın Gölgesi

Memlekette yüzlerce, binlerce STK var. Kimi ‘ümmetin sesi’, kimi ‘adalet savunucusu’, kimi ‘mazlumların temsilcisi’ olduğunu iddia ediyor ama ne zaman Gazze için bir ses yükselecek olsa hemen göz ucuyla Saray’a bakıyorlar; “Acaba rahatsız olur mu?” diye!

Çünkü onların sesi, ezilenin çığlığından değil, iktidarın öksürüğünden besleniyor. Onlar için vicdan, sadece ekranlarda kullanılan bir dekor. Onlar için Filistin, birkaç pankarttan ibaret. “İsrail’le ticaret durdurulsun!” denilince susuyorlar. “Kürecik kapatılsın!” denilince gözlerini kaçırıyorlar. “Limanlarımız neden hâlâ Siyonist gemilere açık?” diye sorduğumuzda yanımızdan ayrılıyorlar. Çünkü onlar, hakikatin değil, menfaatin tarafındalar!

Limanlar Açık

İsrail’in kanlı elleriyle işlediği soykırım ortadayken limanlarımız hâlâ açık. Mersin’den, İzmir’den, Çanakkale’den, Kocaeli’nden, Gemlik’ten, Haydarpaşa’dan, Ambarlı’dan gemiler kalkıyor. Kim bilir belki içlerinde Gazze’de kullanılan bombaların hammaddeleri de var.

Bütün dünya görüyorken iktidar, “Ticaret ayrı, vicdan ayrı!” diye kandırıyor insanları lâkin bu; sadece bir kandırmaca değil, apaçık bir ihanettir! Hem Gazze’ye hem de kendi insanlığımıza… Filistinli çocukları diri diri yakan uçakların tankların yakıtı gönderen iktidar, varil başına 1,27 cent alıyoruz diye övünüyor. Soykırım işbirlikçiliğini bile pazarlamaya çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Kürecik: İsrail’in Gözleri Türkiye’de

Malatya’daki Kürecik radar üssü, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki gözü, kulağı! O radar, Gazze’ye atılan füzelerin yönünü tayin ediyor belki de fakat biz, o radarı kapatmıyoruz! Bir yandan Amerika, bu coğrafyada kimin patron olduğunu bize her gün hatırlatıyor. İran savaşı sırasında bu radar İsrail’e giden füzeleri ve rotalarını İsrail’e iletmediği söylenebilir mi? Kürecik radar üssünü bile kapatamayanların İran’a veryansın etmeleri ne acayip bir şeydir!

Biz Neredeyiz?

Biz halk olarak ne yapıyoruz? Birkaç tweet, birkaç kısa süreli eylem, sonra gündelik hayatın boğucu çarkına geri dönüş… Marketten alışveriş, akşam dizileri, tatil plânları… Gazze’de çocuklar yakılarak öldürülürken biz burada kahvemizin tadını eleştiriyoruz.

Bu nasıl bir çürümedir?

Vicdan bu kadar mı körelir? Kardeşlerimiz, din kardeşlerimiz, insan kardeşlerimiz orada diri diri yakılırken, aç bırakılırken, toprağa gömülürken biz burada nasıl bu kadar rahat olabiliriz?

Sorumluyuz!

Evet, iktidar sorumlu.

İsrail’le yapılan her kirli ticaretin, her diplomatik gülümsemenin, her karşılıksız sessizliğin ortağıdır, soykırımın ABD’den sonra en büyük ortağıdır.

Ama biz de sorumluyuz!

Sustuğumuz için, korktuğumuz için, konforumuzun bozulmasını istemediğimiz için sorumluyuz!

Bu işbirlikçi iktidara bu ülkeyi dar etmediğimiz için biz de suçluyuz!

Bu eylemsizlik de suçtur. Bu sessizlik de cinayete ortaklıktır. Gazze’de ölen her çocuğun bedeninde biraz da bizim korkaklığımız, bizim suskunluğumuz, bizim edilgenliğimiz yatıyor!

Artık Yeter!

Bu halk, bu ümmet, bu coğrafya daha fazla susamaz! Limanlar derhâl kapatılmalıdır! İsrail’le her türlü iş birliği sonlandırılmalıdır! Kürecik radar üssü, bir gün bile beklenmeden sökülüp atılmalıdır!

Ve biz, bu davayı sadece sosyal medyada değil, sokaklarda, meydanlarda, zihinlerimizde ve dualarımızda da taşımalıyız.

Çünkü Gazze, sadece Gazze değildir.

Gazze, bizim yitirdiğimiz insanlığımızdır.

Ve o insanlık hâlâ toprağın altından, enkazın içinden feryat ediyor:

“Neredesiniz?”

Devamını Okuyun

Haberler

İsrail, “Yerinden Etme”yi Psikolojik ve Fiziksel Bir Savaş Taktiği Olarak Kullanıyor

Yayınlanma:

-

İsrail güçleri sistematik olarak ve son dakikalarda yayımladığı yer değiştirme emirlerini bir şiddet aracı olarak kullanmaya devam ederek Gazze Şeridi’ni Filistinliler için gerçek bir yeryüzü cehennemine dönüştürüyor.

Kesintisiz bombardımanlar, insani yardımın neredeyse tamamen engellenmesi ve yerinden edilme emirleri; yüz binlerce insanın hareket etmek zorunda kalması ve giderek daha dar alanlara sıkışıp kalması anlamlarına geliyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar (Médecins Sans Frontières-MSF), sürekli alarm durumunun ve yerinden edilme emirlerinin öngörülemezliğinin insanların ruh sağlığı üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurduğuna işaret ediyor. Tahliye emirleri yoluyla zorla yerinden etme, derhâl durdurulmalıdır!

MSF Acil Durum Koordinatörü Claire Manera bu durumu, “İsrail güçleri fiziksel ve psikolojik savaş taktikleriyle Gazze’deki Filistinlilerin tüm yaşam imkânlarını yok ediyor. Zorla yerinden etmeler, gidecek başka yeri olmayan Filistin halkına karşı İsrail makam ve güçleri tarafından uygulanan etnik temizlik kampanyasının bir parçasıdır.” diyerek kınadı.

Savaşın başlangıcından bu yana Filistinliler, defalarca tahliye edilmek zorunda kaldı. Pek çok MSF çalışanının da yaşadığı gibi pek çoğu, tekrar tekrar sürüldü!

İsrail’in 18 Mart’ta ateşkesi bozmasından bu yana 31 tahliye emri çıkarmasıyla birlikte tekrarlanan zorunlu göçler Filistinlileri sonu gelmeyen bir acı döngüsüne hapsetti!

19 Mayıs’ta Han Yunus bölgesindeki tek bir seferde verilen büyük ölçekli tahliye emri, şeridin %22’sini kapsadı ve 70’ten fazla MSF çalışanını da etkiledi. 26 Mayıs’taki bir başka tahliye emri ise orta ve güney Gazze’nin %40’ını kapsadı.

MSF’nin lojistik müdürü Omar Alsaqqa, “Meslektaşlarımız çaresiz durumda!” diyor. “Hiç çadır kalmadı ve insanların çadır kurabileceği bir alan da yok zaten. Meslektaşlarım gecenin bir yarısı çocuklarıyla nereye gidebileceklerini sorduklarında onlara nasıl bir cevap vereceğimi bilemiyorum. Hayatta kalmak için seçeneklerimiz gittikçe tükeniyor.

Yerinden edilme emirleri ve halkın girişinin yasak olduğu askeri bölgeler, şu anda Gazze’nin yaklaşık yüzde 80’ini kapsıyor ve Gazze’nin tek bir bölgesi bile saldırılardan masun değil!

26 Mayıs Pazartesi günü MSF ekipleri, Gazze’nin merkezindeki Han Yunus’ta kuruluş tarafından işletilen sağlık merkezinin çok yakınında, tam da insanların hareket etmesi gereken bölgede gerçekleşen bir saldırının ardından 17 hastayı tedavi etti.

Halk bir bölgeyi boşaltıyor ve ardından sözde “güvenli bir yer” bombalanıyor. 18 Mart’tan bu yana yaklaşık 600.000 kişi yeniden yerinden edildi.

Çocuklarımı uyandırdım ve onlara, bulunduğumuz yerden süratle ayrılmamız gerektiğini söyledim. Ağlamaya başladılar. Sırt çantalarını kaptılar. Dehşete düşmüştüm ama kalbimin korkuyla çarptığını hissetmeme rağmen sakin görünmeye çalıştım.” diye anlatıyor MSF idari uzmanı Asmaa Abu Asaker, mahallesinde yerinden edilme emri çıkarıldıktan sonra.

Öngörülemeyen Tehcir Direktifleri

Yerinden etme emirleri, öngörülemez ve çok kısa süreleri kapsayacak biçimde geliyor. Bu işleyiş, hayatı iyice çekilmez hâle sokuyor.

Broşürler, sosyal medya bildirimleri ya da telefon aramaları yoluyla gelen bu emirler; yakın bir saldırı olduğunu bildiriyor ve insanlara eşyalarını toplayıp sığınak aramaları için sınırlı bir süre tanıyor!

İnsanları, çoğu zaman gecenin bir yarısı, gidecek hiçbir yerleri olmadan ve hayatlarını riske atarak defalarca göçe zorlamak, sadece fiziksel bir etki yaratmakla kalmıyor aynı zamanda büyük bir psikolojik hasara da neden oluyor.

Birkaç kez yerinden edilmiş MSF psikoterapisti Sabreen Al-Massani, “Bu sefer eşyalarımı toplamak istemiyorum. Bavul yok, evrak yok, hiçbir şey yok! Nedenini bilmiyorum, belki de zihinsel tutumum yanlış ama evimi tekrar terk etme fikrini sindiremiyorum!” diyor.

Un ve gıda malzemeleri olmadan yeni bir mücadele başladı. Evden işe, işten eve seyreden normal bir hayatım vardı. Birdenbire temel eşyalara, suya, telefonumu şarj edecek bir yere erişimim olmadan zor bir ortamda, başkalarıyla yaşamak durumunda kaldım. Sonra başka bir tahliye emri geldi ve yaşadığımız bölge tümüyle vuruldu!” diye ekliyor Sabreen Al-Massani.

Uyarı Yapılmadan Yapılan Bombalamalar

Yerinden edilme emirleri, Filistinlileri giderek daha küçük alanlara sıkışmaya zorlarken İsrail güçleri de herhangi bir uyarıda bulunmadan saldırılar yapıyor.

9 Nisan’da Gazze’de yedi binadan oluşan bir yerleşim birimini hedef alan bombalı saldırıda 20’den fazla kişi hayatını kaybetti. Ölenler arasında, saldırı sırasında çalışmakta olan ve yakınlarının enkaz altında kaldığını sonradan öğrenen iki MSF çalışanının ailesi de vardı.

Sürekli bir alarm durumundayız; her an yaşadığımız yerden ayrılmamız için bir bildirim alabiliriz. Sıranın bize gelebileceğini düşünmekten geceleri uyuyamıyoruz.” diyen Al-Massani, bunun Filistinlilerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini anlattı.

MSF, İsrail güçlerine Gazze’deki Filistinlileri zorla yerinden etme ve etnik temizlik kampanyasını derhâl durdurma; İsrail’in müttefiklerine de İsrail’e desteklerini sonlandırma ve suç ortaklığını bırakma çağrısında bulunuyor!

Kaynak: msf.org.br

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x