Connect with us

Yazılar

7 Ekim Bağlamında Bir Eleştiri ve Özeleştiri Çağrısı – Onur Ercan

Yayınlanma:

-

7 Ekim 2023’te HAMAS’ın Aksâ Tûfânı Harekâtını başlatması ve Siyonist rejimin Demir Kılıçlar Operasyonu adını verdiği saldırıyla başlayan savaşın çok kısa sürede Gazzelilere yönelik bir soykırıma dönüşerek devam ettiği süreci hep birlikte izledik.

“Gazze’nin Gazze’den ibaret olmadığı gerçeği” ve “Gazze’yi savunmak; Maraş’ı, Antep’i savunmaktır!” söylemi bizzat TC cumhurbaşkanının ağzından dile getirilerek konunun ciddiyetinin farkında olunduğu ifade edilmesine rağmen gereğinin devlet seviyesinde yerine geldiğini göremediğimiz gibi gereğinin yapılması için kamuoyu da üzerine düşeni ne yazık ki yapmadı.

İktidar yanlısı İslami gruplar tahmin edildiği gibi hükümetle genel olarak uyumlu hareket ettiler ve somut adım atmaya zorlayıcı bir tutum içine girmekten kaçındılar. İstisna olarak HÜDAPAR’ın İsrail ordusunda savaşan ve TC vatandaşlıkları bulunan yahudilerin vatandaşlıktan çıkarılması için Meclis’te yaptığı çalışmayı hatırlayabiliriz. Ancak yine HÜDAPAR öncülüğünde Kürecik’te ve İHH öncülüğünde İncirlik’te yapılan eylemler sonuçsuz kalmasına rağmen bu kurumlar fazla ısrarcı olmadı ve hükümetle olan ilişkilerini hiç bozmadan devam ettirdiler. Hâlbuki yanında olunduğunu bilen iktidarın birkaç eylemden dolayı adım atmasını beklemek zaten bir boş beklentiydi. Bu istisnalar dışında iktidar yanlısı kurumların faaliyetleri, 7 Ekim öncesine göre en küçük bir gerileme göstermeyen, aksine hükümetin bozulmaması için üzerine titrediği TC-İsrail ilişkilerine hiçbir şekilde değinmeden tamamen halka dönük boykot çağrıları, yardım toplama kampanyaları ve en geniş katılımlı olanları Bilal Erdoğan’ın ve İsrail ile ticaret yapmaya devam eden MÜSİAD gibi kuruluşların organizasyonuyla yapılan protestolarda Tel-Aviv’e bağırarak geçti.

İktidar yanlısı grupların bu tutumlarının bağışlamak değilse de anlamak kolay; asıl anlamakta ve kabullenmekte zorlandığımız konu ise muhaliflerin tutumu! Yetersiz olsa da Saadet-Gelecek Grubu’nun ve YRP’nin meclisteki çalışmalarını anmamak gerçi haksızlık olur. Ayrıca Siyonist rejimle ticaretin kesilmesine dair özellikle YRP genel başkanının seçim dönemindeki söylemlerinin konunun gündemde kalması için etkili olduğu da doğru.

Ancak süreç boyunca, bu partilerin ve alt kuruluşlarının iktidara somut adım attırmaya dönük eylemsellik noktasında oldukça pasif ve çekingen bir tutum sergilediklerini üzülerek izledik. Onların çalışmaları da daha çok boykot çağrısı ve yardım toplama üzerinde yoğunlaştı. Bu gruplar sonuç almaya dönük eylemlerini sınırlı tuttukları gibi, Direniş Çadırı platformu ve Filistin İçin Bin Genç gibi grupların eylemlerine de kurumsal olarak katılım sağlamadılar.

Parti veya cemaat bağlantısı olmayan Direniş Çadırı platformu bazı haftalarda 20 hatta 30 ilde eylem çağrısı yaparken en geniş katılım birkaç yüz kişiyi geçmedi. Bazı yerlerde ise basın açıklamaları sadece 2-3 kişi ile yapılabildi. Mesela Anadolu Gençlik Derneğinden arkadaşlar bireysel olarak bu eylemlere katılım sağladılar ve dernek olarak da yer yer güzel işlere imza attılar; ancak derneğin 81 ilde teşkilatlı olduğunu ve mensuplarının çokluğunu düşünürsek eleştirimizde haksızlık etmediğimiz açıktır.

Aynı şekilde YRP genel başkanı Fatih Erbakan, TRT World forumu sırasında, “petrol sevkiyatı dursun” diyerek Cumhurbaşkanını protesto ettikleri için tutuklanan 9 genci davet edip makamında birlikte fotoğraf verdi ancak kendilerine bağlı olan Milli Gençlik Derneğini ticaret konusunda eylemler için teşvik etmedi. MGD’nin Direniş Çadırı bileşeni olarak veya tek başına kanlı ticareti konu alan bir eylemini hiç görmedik.

Tutuklu arkadaşları için defalarca yaptıkları basın açıklamalarında ve yürüyüşlerde polisten meydan dayağı yiyen ve defalarca gözaltına alınan Furkan Hareketi de somut adımlar attırılması konusunda tek bir miting veya yürüyüş yapmadı. Direniş Çadırı platformunda da yer almadı. Düzenlediği Filistin yürüyüşlerinde de İsrail-Türkiye ilişkileri ile ilgili tek bir pankart, tek bir slogan kullanmadı.

Köklü Değişim üyeleri Direniş Çadırı‘nın eylemlerine zaman zaman önemli katılımlar göstermekle birlikte kurumsal olarak onlar da platformun içinde bulunmadı. Köklü Değişim olarak yaptıkları eylemlerde de “Ordular Aksâ’ya” gibi çok genel ifadelerle yetindiler.

Elbette tek tek bütün kurumları ele almamız mümkün değil ancak 7 Ekim sürecinde iktidar muhalifi müslümanların önemli bir kısmının, teşkilat seviyesinde genel durumunu anlatmak için bu örnekler yeterlidir.

Bu süreçte belki de en etkili olabilecek eylemlerin başında Direniş Çadırı platformu bileşeni de olan Adana Gökkuşağı Derneğinden Mavi Marmara Gazisi Fevziye Şenoğlu ve arkadaşlarının yaptığı oturma eylemi geliyor. Savaşın başlamasından bir ay sonra Cumhurbaşkanlığı sarayı karşısında İsrail’le ilişkilerin kesilmesi, ticaretin durması için 5-6 kadının başlattığı ve Ankara’daki hiçbir grubun katılıp destek vermediği bu eylem, baskı ve gözaltı nedeniyle yalnızca birkaç gün sürdü. HÜDAPAR milletvekili Şehzade Demir’in destek ziyareti ise maalesef bireysel kaldı. Aynı kadınların aylar sonraki ikinci girişimi de yine hiçbir destek görmeden şiddet ve gözaltı ile sonuçlandı.

Şahsen katıldığım, tamamı iktidara mesafeli grupların düzenlediği, İsrail’e ve ABD’ye bolca lanet okunan, Sisi’nin bile eleştirildiği ama içinde yaşadığımız ülkenin idaresinin ima ile de olsa anılmadığı bir mitingden sonra tertip komitesine eleştirilerimi ilettim; “Haklısın!” dediler ama sonrasında bir değişikliğe şahit olmadım. Yine İsmail Haniye’nin şehadetinden sonra muhalif ve AKP yanlısı grupların beraber yaptığı bir başka yürüyüşte de tekbirden ve “Kahrolsun İsrail!”den başka slogan atılmadı, küçük bir grubun “İsrail’le Ticaret, Filistin’e İhanet!” sloganına da pek iştirak eden olmadı. Yürüyüş sonunda topluluğa hitap eden 7 konuşmacının hiçbiri İsrail’le yapılan ticarete tek kelimeyle olsun değinmedi. Yine halka bolca boykot çağrısı yapıldı.

Mizahi amaçlı asparagas haber sitesi Zaytung, Ak Parti iktidara geldikten sonra Beyazıt’taki Cuma eylemlerinin bitişine gönderme yaparak, “Eylem konusu bulamayan cemaat Eminönü’ne kadar ‘Köpek giren eve melek giremez!’ sloganıyla yürüdü. Görüştüğümüz cemaat üyeleri, ‘Artık başörtüsü yasağı da kalkacağı için başka bir konu bulana kadar kondisyonumuzu kaybetmemek amacıyla her Cuma Eminönü’ne kadar yürüyeceğiz!’ dedi.” şeklinde bir haber yapmıştı. 7 Ekim sürecindeki birçok eylem ve etkinlik de aslında bundan çok farklı değildi. Slogan belli: “Coca-Cola içme, hamburger yeme!”

Boykot çağrıları, insani yardım amaçlı para toplanması elbette önemlidir ancak siyasi yardım şüphesiz hepsinden daha önemli! Boykot, Siyonizm’e ne kadar zararı olduğuna bakılmadan devam edilmesi gereken bir sorumluluktur hatta İsrail ve destekçileri üzerinde az çok etki yapacaktır ancak halkın ürün ve hizmetlere dönük boykotunun etkili olması için nüfusun büyük bölümünün katılması lâzımdır ki bunun gerçekleşmesi ihtimalini kuvvetli görmüyorum. Ayrıca halkı boykota çağırırken Coca-Cola fabrikasının Cumhurbaşkanı tarafından törenle açıldığını ve yerli araba TOGG’un 5 ortağından birinin o fabrikanın sahibi olduğunu; dağıtılan boykot listelerinde ürünleri yer alan ve İsrail’de elektrik üreten Zorlu Holdingin patronunun bizzat Cumhurbaşkanı’nın elinden ödül aldığını da hatırlarsak söylemek istediğim daha anlaşılır olacaktır. Hükümet ortağı Bahçeli’nin Ali Koç’la ahbap olduğu ve düzenli olarak görüştüğü, İsrail Konsolosluğu ve elçiliğinin Koç’a ait binalarda barındığını da unutmayın!

Yardım kampanyalarının da istenen faydayı sağlamadığını yaşayarak gördük. Tırların sınırda nasıl İsrail’in iznini beklediğini unutmayalım. Kaldı ki savaş sırasında sadece Türkiye’den değil dünyanın dört bir yanından akan yardımlara rağmen Gazze halkının yaşadığı açlık önlemedi. Bugün Gazze’nin yeniden inşası için gereken paranın çeyreğini bile halktan toplayabilmek mümkün değil.

Basın açıklamaları, yürüyüşler, mitingler bir konunun toplumun ve idarecilerin gündemine getirilmesi, gündemde tutulması ve devlet erkini elinde tutanlara istenen adımları attırmaya dönük olarak yapılır. Yani aslında amaç bir ‘iş’ yaptırılmasıdır. 7 Ekim sürecindeki eylemlerin ise onda dokuzunun İsrail’e “Katliama son ver!” demekten başka bir mesajı yoktu. O sırada katliama son vermesini istediğimiz İsrail’in yakıtı da dahil birçok ürünün ise Türkiye’den gidiyor olması ise o sloganları da anlamsızlaştırdı. Gerçi biz bütün ilişkiler devam ederken iktidar milletvekillerinin Meclis’te gerekeni yapmayıp, İsrail Elçiliği önünde protestocularla birlikte slogan attığını da gördük! Muhalif dernek başkanlarının o milletvekillerine tepki gösterenleri engellediğini de!

Unutmayalım ki geçtiğimiz yıl ticarete sınırlama getirildiğinin ilan edilmesi medyada İsrail’le ticaret konusunda yapılan eylemlerin yer bulmaya başlaması ve tepkilerin artması, belediye seçimlerinde alınan ağır yenilginin nedenlerinden birinin de İsrail’le ilişkiler olduğunun fark edilmesiyle olmuştur. Aslında iktidar, taban kaybını önlemek için buna mecbur kaldı. Bu konuda yapılan eylemlere katılım daha yüksek olsaydı ve konuyu gündemin ilk sırasına oturtmayı başarabilseydik öyle düşünüyorum ki ticarete gerçek bir kısıtlama getirmemiz hatta mesela Kürecik’in kullanımını geçici olarak bile olsa durdurmamız mümkün olabilirdi.

Gazze, BOP’un önünde bir kale idi. Her ne kadar Gazzeli direniş örgütleri diz çökmemişse de gelinen noktada Gazze kalesi ne yazık ki aşılmış ve Siyonist rejim Suriye’ye kadar uzanmıştır. Gazze’ye yeteri kadar destek verilebilse İsrail daha erken çekilmek zorunda kalabilirdi.

Bugün Filistin direnişine gerekli siyasi yardımı yapabilecek organizasyonlara sahip değiliz ama bu siyasi kavrayıştan, “direniş” ve “hareket” bilincinden de uzağız. Bunu anlamamız ve kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye’de İslami hareket bugün sayısız yardımlaşma derneği ile neredeyse ve bir bakıma bir insani yardım hareketi görünümüne yaklaşmış durumda ki bu durum ayrıca ele alınmaya değer.

Duamız odur ki Gazze’deki gelişmelere eğildiğimiz kadar, bizim Türkiye müslümanları olarak Siyonizm’e karşı yürütülen İslamlık ve insanlık savaşının bir parçası olmayı ne kadar başarabildiğimiz konusu üzerinde de durur ve özeleştirimizi komplekse kapılmadan yaparız çünkü ateşkes sağlansa de ne Filistin’de işgal bitmiş, ne Siyonizm hedeflerinden vaz geçmiştir!

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Yazılar

Parrhesia: Filistin Eylemleri Üzerine – Serhat Altın

Yayınlanma:

-

Antik Yunan kavramlarından biri olan parrhesia; diğer dillere “özgür konuşma”, “dürüst konuşma”, “açık sözlülük” diye çevrilmiştir. Aslında bu tanımlamalar “parrhesia”nın sınırlarını daraltmaktadır.

Parrhesia; ölüm, sürgün ve zindan pratiklerine ya da var olacak bütün tehlikelere rağmen hakikat aktarımıdır. Peki, her doğruyu söyleyen kişi parrhesia eylemini gerçekleştirmiş olabilir mi? Hayır çünkü hakikatin bir bedeli olmalıdır! Bedeli olmadan beyan edilen hakikat, sadece doğru olabilir ama parrhesia, “rahatsız edici” olmalıdır.

“Rahatsız edicilik” derken büyük bir parrhesist kişilik olan merhum Ali Şeriati’nin; “Sizi rahatız etmeye geldim” sloganından yola çıkarak bu yazımızda sadece Filistin eylemlerinin yansımalarından bahsedelim.

Filistin direnişi hiç şüphesiz küresel çapta bir vicdan intifadası yarattı. Bu vicdan intifadasının yansımaları gerek evlerimizde, sokaklarımızda toplumlarımızda, gerek devlet erkanında ve uluslararası devlet ilişkilerinde insanların/toplumların Filistin meselesindeki samimiyetini, gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Türkiye’nin şu âna kadar Filistin direnişi sınavını nasıl verdiği üzerine biraz duralım.

Özellikle 7 Ekim’den sonra Filistin dostları bir avuç da olsalar eylem alanlarından direnişin yanında ve destekçi olduklarını ilan eden sesler yükselttiler. Evet, “bir avuç insan” diyoruz, gerçekten de öyle! Bu bir avuç vicdan sahibi insan; sokaklarda, kampüslerde, limanlarda, iktidarın ve devletin kurumları önünde, şirket binalarında ayaklarının yere bastığı ve seslerinin ulaşılabileceği her yerde direnişin sesini yükseltme gayreti içerisinde oldular. (Vâr olsunlar!)

Direnişe destek olmak için birçok Filistin dostu arkadaşımız -Bu arkadaşlarımız içindeki özellikle işçi/emekçi arkadaşlarımız işlerini kaybetme pahasına; öğrenci arkadaşlarımız ise “Okulu bitireyim, hemen mesleğe atılayım ya da akademik kariyer yapayım.” gibi düşüncelerini bir tarafa bıraktılar.- birçok şeyden feragat etti! Büyük bir fedakârlık örneği gösterdiler. Bu bahsettiğimiz bir avuç insanın söylemlerini ve eylemlerini diğer gruplardan ayıran neydi peki?

Yazımızın başında dediğimiz gibi parrhesia; ne pahasına olursa olsun hakikat söylemini aktarabilmektir ve bu hakikat aktarımının bir bedeli olmalıdır. Linçlenme, zindan ve hatta canı pahasına dahî olsa bu hakikati aktarabilmektir. Elbette bu hakikat aktarımı “rahatsız edici” olmalıdır. Rahatsız edici olmayan, rahatsızlık vermeyen her türlü söylemin açıkçası hiçbir faydası olmayacaktır ve sadece kendimizi avutmakla kalmış olacağız.

Filistin eylemleri için birçok grup meydanlara büyük kalabalıklar topladı. Bu kalabalıkların en sert söylemleri şu oldu: “Kahrolsun İsrail!” Maalesef bu kadar basit klişe bir sloganın ötesine geçemeyip yüz binler toplayabilen, sözüm ona Filistin sevdalıları(!) gruplar ve insanlar neden hâlâ Filistin lehine etkin ve caydırıcı söylemler üret(e)miyor!

Her zaman çok merak etmişimdir: Kolluk güçleri ve bunlara emir verenler için bu toplanan bu yüz binlerce insan, Filistin lehine ve İsrail aleyhine hiç mi rahatsızlık vermiyor? Bahsettiğimiz fedakâr Filistin dostu vicdan sahibi insanların eylemlerdeki sayıları ise ancak yirmileri, otuzları bulabiliyor ve bu eylemlerde onlarca çevik kuvvet otobüsü, yüzlerce çevik kuvvet sadece 20-30 insan için geliyor da bahse mevzu diğer Filistin eylemi için toplanan yüz binlerce insan için neden çok çok az sayıda kolluk gücü toplanıyor? Sizce de burada büyük bir çelişki yok mu?

Tabii ki var!

Fedakâr Filistin dostu eylemcilerinin ağzından çıkan sözler belli ki bam teline dokunuyor ve bir tarafları aşırı rahatsız ediyor ki bu eylemlerin sonunda Filistin dostları söylemlerinin, hakikat beyanlarının bedelini gözaltı, tutuklama, yargılanma, mahkeme mahkeme dolaşma olarak ödüyor!

Peki, Filistin için gösterilere gelen yüz binler, neden ve niçin, kimin safında ve kime karşı bu gösterileri yaptıklarını hiç sorgulamıyorlar mı?

Gösterilerinde işgal rejimiyle ilgili, işgal rejimi aleyhine, mazlumların lehine herhangi bir siyasi/diplomasi/askerî/ticari vd. ilişkiden bahsediyorlar mı?

Onlara düşen ya da verilen görev sadece “Kahrolsun İsrail” sloganları atmak, eylem bittikten sonra gezilerini yapmak, üzerine bir de yemeklerini yiyip iki ayda bir, üç ayda bir tekrar toplanmak mıdır? Bu mudur Filistin ve mazlum halkların yanında olmak? Bu mudur İsrail aleyhtarı olmak? Bu sorgulamaları yapmadan bir yerlere varabilir miyiz? Tekrardan bu soruları kendimize sormamız elzemdir.

Bizler fedakâr Filistin dostları olarak; önümüze arkamıza, sağımıza solumuza bakmadan; “Kimler ne söyler, ne söylemez?” demeden; kınayıcının kınamasından korkmadan hakikat bildiğimiz yolda, sadece Filistin halkının değil, Ortadoğu’nun, dünyanın bütün mazlum halklarının, mustazafların, ezilenlerin, yurdundan edilmişlerin yanında olacağımıza dâir sözümüzü yinelemek isteriz.

Bizlerin, direnişin onurlu evlatlarına sözü var: Bedeli her ne olursa olsun Direniş’ten yana saf tutacağımıza, Direniş’e destek olacağımıza, Filistin’i ve bütün mazlum halkları yalnız bırakmayacağımıza söz veriyoruz!

Devamını Okuyun

Yazılar

Neredesiniz? – Faruk Yeşil

Yayınlanma:

-

Geçtiğimiz pazar günü eylemden eve dönmüşüz. Katılım yine çok zayıf, camii cemaatinin bile ilgisizliği, duyarsızlığı içimi yakıyor. İktidar baskısından mı korkuyorlar yoksa sadece kendi çevrelerinden olmayanların çağrısına kulak vermek mi istemiyorlar? Belki de hata bizde… “Belki de bir yerlerde yanlış yapıyoruz!” diye kendimi acımasızca sorguladığım bir anda Filistinli bir muhabirin paylaştığı bir görüntüye takılıyor gözüm.

Enkazdan çıkarılan bir çocuğun cesedi… Gözleri sımsıkı kapalı. Sanki hâlâ hayatta. Sanki hâlâ bir sabaha uyanabileceğine inanıyor. Gözkapakları, korkunun mühürlediği kapılar gibi. Binlerce Gazzeli çocuktan sadece biri…

Tabii asıl bomba onun üzerine değil, bizim insanlığımızın üzerine düşmüş ama çoğu kişinin umurunda değil! “Ashâb-ı Uhdûd” kıssası geliyor aklıma. Orada da insanlar ateş çukurlarına atılırken etraflarındakiler sessizdi. Tıpkı bizim gibi… Biz burada susarken orada insanlar yanıyor, açlıktan ölüyor, enkaz altında can veriyor. Biz burada sessizce konforumuza sığınıyoruz. Biz burada susup hımbıl, korkak, pişkin, umarsız dururken onlar orada yanıyor, gömülüyor, açlıktan ölüyor.

Gazze yanıyor. Gazze yıkılıyor. Gazze can veriyor…

Peki ya biz?

Biz; sadece bakıyoruz, sadece izliyoruz! Gözyaşlarımızı bile içimize akıtacak kadar alışmışız suskunluğa!

Peki ya bu sessizlik?

Bu kayıtsızlık?

Nereye kadar?

Sivil Toplum(!) Kuruluşları ve İktidarın Gölgesi

Memlekette yüzlerce, binlerce STK var. Kimi ‘ümmetin sesi’, kimi ‘adalet savunucusu’, kimi ‘mazlumların temsilcisi’ olduğunu iddia ediyor ama ne zaman Gazze için bir ses yükselecek olsa hemen göz ucuyla Saray’a bakıyorlar; “Acaba rahatsız olur mu?” diye!

Çünkü onların sesi, ezilenin çığlığından değil, iktidarın öksürüğünden besleniyor. Onlar için vicdan, sadece ekranlarda kullanılan bir dekor. Onlar için Filistin, birkaç pankarttan ibaret. “İsrail’le ticaret durdurulsun!” denilince susuyorlar. “Kürecik kapatılsın!” denilince gözlerini kaçırıyorlar. “Limanlarımız neden hâlâ Siyonist gemilere açık?” diye sorduğumuzda yanımızdan ayrılıyorlar. Çünkü onlar, hakikatin değil, menfaatin tarafındalar!

Limanlar Açık

İsrail’in kanlı elleriyle işlediği soykırım ortadayken limanlarımız hâlâ açık. Mersin’den, İzmir’den, Çanakkale’den, Kocaeli’nden, Gemlik’ten, Haydarpaşa’dan, Ambarlı’dan gemiler kalkıyor. Kim bilir belki içlerinde Gazze’de kullanılan bombaların hammaddeleri de var.

Bütün dünya görüyorken iktidar, “Ticaret ayrı, vicdan ayrı!” diye kandırıyor insanları lâkin bu; sadece bir kandırmaca değil, apaçık bir ihanettir! Hem Gazze’ye hem de kendi insanlığımıza… Filistinli çocukları diri diri yakan uçakların tankların yakıtı gönderen iktidar, varil başına 1,27 cent alıyoruz diye övünüyor. Soykırım işbirlikçiliğini bile pazarlamaya çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Kürecik: İsrail’in Gözleri Türkiye’de

Malatya’daki Kürecik radar üssü, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki gözü, kulağı! O radar, Gazze’ye atılan füzelerin yönünü tayin ediyor belki de fakat biz, o radarı kapatmıyoruz! Bir yandan Amerika, bu coğrafyada kimin patron olduğunu bize her gün hatırlatıyor. İran savaşı sırasında bu radar İsrail’e giden füzeleri ve rotalarını İsrail’e iletmediği söylenebilir mi? Kürecik radar üssünü bile kapatamayanların İran’a veryansın etmeleri ne acayip bir şeydir!

Biz Neredeyiz?

Biz halk olarak ne yapıyoruz? Birkaç tweet, birkaç kısa süreli eylem, sonra gündelik hayatın boğucu çarkına geri dönüş… Marketten alışveriş, akşam dizileri, tatil plânları… Gazze’de çocuklar yakılarak öldürülürken biz burada kahvemizin tadını eleştiriyoruz.

Bu nasıl bir çürümedir?

Vicdan bu kadar mı körelir? Kardeşlerimiz, din kardeşlerimiz, insan kardeşlerimiz orada diri diri yakılırken, aç bırakılırken, toprağa gömülürken biz burada nasıl bu kadar rahat olabiliriz?

Sorumluyuz!

Evet, iktidar sorumlu.

İsrail’le yapılan her kirli ticaretin, her diplomatik gülümsemenin, her karşılıksız sessizliğin ortağıdır, soykırımın ABD’den sonra en büyük ortağıdır.

Ama biz de sorumluyuz!

Sustuğumuz için, korktuğumuz için, konforumuzun bozulmasını istemediğimiz için sorumluyuz!

Bu işbirlikçi iktidara bu ülkeyi dar etmediğimiz için biz de suçluyuz!

Bu eylemsizlik de suçtur. Bu sessizlik de cinayete ortaklıktır. Gazze’de ölen her çocuğun bedeninde biraz da bizim korkaklığımız, bizim suskunluğumuz, bizim edilgenliğimiz yatıyor!

Artık Yeter!

Bu halk, bu ümmet, bu coğrafya daha fazla susamaz! Limanlar derhâl kapatılmalıdır! İsrail’le her türlü iş birliği sonlandırılmalıdır! Kürecik radar üssü, bir gün bile beklenmeden sökülüp atılmalıdır!

Ve biz, bu davayı sadece sosyal medyada değil, sokaklarda, meydanlarda, zihinlerimizde ve dualarımızda da taşımalıyız.

Çünkü Gazze, sadece Gazze değildir.

Gazze, bizim yitirdiğimiz insanlığımızdır.

Ve o insanlık hâlâ toprağın altından, enkazın içinden feryat ediyor:

“Neredesiniz?”

Devamını Okuyun

Haberler

İsrail, “Yerinden Etme”yi Psikolojik ve Fiziksel Bir Savaş Taktiği Olarak Kullanıyor

Yayınlanma:

-

İsrail güçleri sistematik olarak ve son dakikalarda yayımladığı yer değiştirme emirlerini bir şiddet aracı olarak kullanmaya devam ederek Gazze Şeridi’ni Filistinliler için gerçek bir yeryüzü cehennemine dönüştürüyor.

Kesintisiz bombardımanlar, insani yardımın neredeyse tamamen engellenmesi ve yerinden edilme emirleri; yüz binlerce insanın hareket etmek zorunda kalması ve giderek daha dar alanlara sıkışıp kalması anlamlarına geliyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar (Médecins Sans Frontières-MSF), sürekli alarm durumunun ve yerinden edilme emirlerinin öngörülemezliğinin insanların ruh sağlığı üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurduğuna işaret ediyor. Tahliye emirleri yoluyla zorla yerinden etme, derhâl durdurulmalıdır!

MSF Acil Durum Koordinatörü Claire Manera bu durumu, “İsrail güçleri fiziksel ve psikolojik savaş taktikleriyle Gazze’deki Filistinlilerin tüm yaşam imkânlarını yok ediyor. Zorla yerinden etmeler, gidecek başka yeri olmayan Filistin halkına karşı İsrail makam ve güçleri tarafından uygulanan etnik temizlik kampanyasının bir parçasıdır.” diyerek kınadı.

Savaşın başlangıcından bu yana Filistinliler, defalarca tahliye edilmek zorunda kaldı. Pek çok MSF çalışanının da yaşadığı gibi pek çoğu, tekrar tekrar sürüldü!

İsrail’in 18 Mart’ta ateşkesi bozmasından bu yana 31 tahliye emri çıkarmasıyla birlikte tekrarlanan zorunlu göçler Filistinlileri sonu gelmeyen bir acı döngüsüne hapsetti!

19 Mayıs’ta Han Yunus bölgesindeki tek bir seferde verilen büyük ölçekli tahliye emri, şeridin %22’sini kapsadı ve 70’ten fazla MSF çalışanını da etkiledi. 26 Mayıs’taki bir başka tahliye emri ise orta ve güney Gazze’nin %40’ını kapsadı.

MSF’nin lojistik müdürü Omar Alsaqqa, “Meslektaşlarımız çaresiz durumda!” diyor. “Hiç çadır kalmadı ve insanların çadır kurabileceği bir alan da yok zaten. Meslektaşlarım gecenin bir yarısı çocuklarıyla nereye gidebileceklerini sorduklarında onlara nasıl bir cevap vereceğimi bilemiyorum. Hayatta kalmak için seçeneklerimiz gittikçe tükeniyor.

Yerinden edilme emirleri ve halkın girişinin yasak olduğu askeri bölgeler, şu anda Gazze’nin yaklaşık yüzde 80’ini kapsıyor ve Gazze’nin tek bir bölgesi bile saldırılardan masun değil!

26 Mayıs Pazartesi günü MSF ekipleri, Gazze’nin merkezindeki Han Yunus’ta kuruluş tarafından işletilen sağlık merkezinin çok yakınında, tam da insanların hareket etmesi gereken bölgede gerçekleşen bir saldırının ardından 17 hastayı tedavi etti.

Halk bir bölgeyi boşaltıyor ve ardından sözde “güvenli bir yer” bombalanıyor. 18 Mart’tan bu yana yaklaşık 600.000 kişi yeniden yerinden edildi.

Çocuklarımı uyandırdım ve onlara, bulunduğumuz yerden süratle ayrılmamız gerektiğini söyledim. Ağlamaya başladılar. Sırt çantalarını kaptılar. Dehşete düşmüştüm ama kalbimin korkuyla çarptığını hissetmeme rağmen sakin görünmeye çalıştım.” diye anlatıyor MSF idari uzmanı Asmaa Abu Asaker, mahallesinde yerinden edilme emri çıkarıldıktan sonra.

Öngörülemeyen Tehcir Direktifleri

Yerinden etme emirleri, öngörülemez ve çok kısa süreleri kapsayacak biçimde geliyor. Bu işleyiş, hayatı iyice çekilmez hâle sokuyor.

Broşürler, sosyal medya bildirimleri ya da telefon aramaları yoluyla gelen bu emirler; yakın bir saldırı olduğunu bildiriyor ve insanlara eşyalarını toplayıp sığınak aramaları için sınırlı bir süre tanıyor!

İnsanları, çoğu zaman gecenin bir yarısı, gidecek hiçbir yerleri olmadan ve hayatlarını riske atarak defalarca göçe zorlamak, sadece fiziksel bir etki yaratmakla kalmıyor aynı zamanda büyük bir psikolojik hasara da neden oluyor.

Birkaç kez yerinden edilmiş MSF psikoterapisti Sabreen Al-Massani, “Bu sefer eşyalarımı toplamak istemiyorum. Bavul yok, evrak yok, hiçbir şey yok! Nedenini bilmiyorum, belki de zihinsel tutumum yanlış ama evimi tekrar terk etme fikrini sindiremiyorum!” diyor.

Un ve gıda malzemeleri olmadan yeni bir mücadele başladı. Evden işe, işten eve seyreden normal bir hayatım vardı. Birdenbire temel eşyalara, suya, telefonumu şarj edecek bir yere erişimim olmadan zor bir ortamda, başkalarıyla yaşamak durumunda kaldım. Sonra başka bir tahliye emri geldi ve yaşadığımız bölge tümüyle vuruldu!” diye ekliyor Sabreen Al-Massani.

Uyarı Yapılmadan Yapılan Bombalamalar

Yerinden edilme emirleri, Filistinlileri giderek daha küçük alanlara sıkışmaya zorlarken İsrail güçleri de herhangi bir uyarıda bulunmadan saldırılar yapıyor.

9 Nisan’da Gazze’de yedi binadan oluşan bir yerleşim birimini hedef alan bombalı saldırıda 20’den fazla kişi hayatını kaybetti. Ölenler arasında, saldırı sırasında çalışmakta olan ve yakınlarının enkaz altında kaldığını sonradan öğrenen iki MSF çalışanının ailesi de vardı.

Sürekli bir alarm durumundayız; her an yaşadığımız yerden ayrılmamız için bir bildirim alabiliriz. Sıranın bize gelebileceğini düşünmekten geceleri uyuyamıyoruz.” diyen Al-Massani, bunun Filistinlilerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini anlattı.

MSF, İsrail güçlerine Gazze’deki Filistinlileri zorla yerinden etme ve etnik temizlik kampanyasını derhâl durdurma; İsrail’in müttefiklerine de İsrail’e desteklerini sonlandırma ve suç ortaklığını bırakma çağrısında bulunuyor!

Kaynak: msf.org.br

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x