Connect with us

Söyleşiler

Tarım işçileri salgında da sahipsiz!

Yayınlanma:

-

Bir tarım işçisi arkadaşımız tarım işçilerinin virüs salgını sürecinde nelerle karşılaştığını anlattı.

Merhabalar, ben Ahmet, tarım işçisiyim. Ailemle beraber yirmi yıldır tarım işçiliği yapıyorum.

Covid-19 salgını bizim tarım işçiliği sektörünü de etkiledi. Memleketim olan Urfa’dan ayrılmadan önce salgından dolayı almamız gereken izinler oldu. Biz, bu izinleri bulunduğumuz illerin Tarım Orman ve Hayvancılık müdürlüklerinden alıyoruz. İzinleri almadan önce gideceğimiz yerin işvereniyle irtibata geçip onu da haberdar ediyoruz ve onun iletişim bilgilerini Tarım müdürlüğüne veriyoruz. İzinlerin alınması ortalama 20-25 gün sürmektedir.

İzinler alındıktan sonra sağlık taraması yapılıyor. Sağlık taraması da şehrin otogarında yapılıyordu. Oraya ailemle gittim, sadece ateşler ölçüldü, evraklar dolduruldu. Yolculuk için maske dağıtımı yapılmadı. “Nasıl oluyor?” derseniz, oradaki görevliyle görüşüp yolculuk için maske rica ettim. Görevli ise “Maske dağıtımı sadece 20 yaş üstü erkekler için!” deyince “Çocuklar ne olacak?” diye sordum. “Onlara bir şey olmaz!” dedi. Bu defa ben “Peki ya kadınlar?” diye devam ettim. “Kadınlar ağızlarını yazmalarıyla kapatır.” dedi. “Olur mu öyle şey!” dedim.  “Elimizden bir şey gelmiyor.” diye cevapladı, tartıştık, yine de vermedi. İsyan mı edeyim, şikâyet mi edeyim, ama nereye, siz söyleyin!

Ertesi gün sabahın 3’ünde Tokat’ın Turhal ilçesine yolculuğumuz başladı. Yolculuk esnasında yanımda altı kardeşim, annem ve babam, yengem, yeğenim (o da altı aylık) ve ben, toplam 10 kişi bir minibüste yolculuk ettik. Büyük şehirlerin giriş çıkışlarında bizi gören trafik veya jandarmalar sadece izin belgemize baktılar. Maskemizin olup olmadığını veya yolcu sayısını kontrol etmediler, devam etmemizi söylediler hatta bir yerlerde durmamamızı tembih ettiler. 12 saat süren yolculuğumuz, sonunda bitti ama nasıl bitti! Minibüste eşyalarımız da olduğu için çok sıkıştık ve çok yorucu bir yolculuk oldu diyebilirim. Tabi, bütün mesele bunda ibaret değil. Asıl iş, yerleşme, barınma, kişisel hijyen alanları kurmak ve yine yapılması gereken irili ufaklı diğer uğraşlar…

Barınma ve kişisel hijyen alanlarını kurmak çok güç oldu. Yağmurun da azizliğine uğradık tabi, o da ayrı bir dert. Yerler çamur olduğu için biraz zorlandık. Bütün gün güzel oldu ama rutubet kokan evimiz kadar güzel olmadı. Bez parçaları deyip geçmeyin, emek istiyor. Güneş karlı tepelerin arkasında batarken akşam rüzgârıyla, soğuğuyla bize adeta ‘hoş geldin’ der gibiydi. 6 aylık yeğenim üşümesin diye yengem bulduğu çalı çırpıyı kırıp köz edip bir tepsiye koyup çadıra, çocuğun hemen yanı başına indirdi.

Ertesi sabah hemen yanı başımızda korna sesleri duyunca çadırdan dışarı çıktık. Jandarmalar gelmişti ve “Kaldırın bunları, gidin buradan, memleketinize dönün, burada kalamazsınız!” diyorlardı.  Güler misin, ağlar mısın bu işe! Bizimkisi Gazap Üzümleri romanındaki meseleye döndü.

Jandarmalara gerekli evrakları gösterdik, onlar da bizden oturma izni istediler. Aramızdaki sosyal mesafeyi korumadığımızdan dolayı ceza bile yazacaklardı ama yazmadılar.  Oradan hemen gitmemizi istediler. Daha sonra İlçe Tarım müdürü geldi ve burada kalabileceğimizi söyledi. Ertesi gün de İlçe Sağlık müdürlüğünden birkaç görevli geldi. Bize sosyal mesafenin önemini anlattılar ve gittiler.

Çadırlarımızın önündeki moloz yığını İlçe Tarım müdürünün yetkisiyle kaldırılıp çadırlarımızın önü düzeltildi, yerine çakıl taşları döküldü. İlçe Tarım müdürüyle görüşüp elektrik istedik. Bu isteği değerlendirmeye alacağını söyledi.

Aradan hayli bir zaman geçti, yaklaşık olarak bir ay diyebilirim. Çadırlarımızın önüne bir araba yaklaştı. Tokat Tarım il müdürüydü, etrafına baktı. Yanına gittim, “Buyurun, hoş geldiniz,  şöyle oturalım.” dedim, reddetti. Konuşmaya başladı, bir ihtiyacınız var mı, gibisinden…  Elektrik ihtiyacımızı dile getirdim, kendisinin yetkisi dışında kaldığını ve elektrik dağıtım işinin özel şirketlere devredildiğini söyledi. Etrafına bakındı ve çadırların kenarına yerleştirdiğimiz güneş enerjisi panellerinin yetip yetmediğini sordu. Hâlbuki o küçük enerji panelleri sadece gece karanlıkta kalmamak için ancak yetiyor, telefonlarımızı bile dolduramıyoruz.

Herhangi bir sağlık taramasından faydalanamamış ya da salgına karşı bir tedbir için yardım alamamıştık. Bir umudumuz elektrik bağlanmasıydı, o da yok artık. Bu durumda koskoca bir yazı elektriksiz geçirmeye devam!

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Videolar

Mehmet Ali Başaran – Cihat Aydın: Aksâ Tûfânı Süreci

Yayınlanma:

-

Aksâ Tûfânı süreci ile ilgili olarak Mehmet Ali Başaran bu defa Cihat Aydın ile söyleşti.

Devamını Okuyun

Söyleşiler

Cihat Aydın ile Vicdani Ret Üzerine

Yayınlanma:

-

Geçen gün şöyle bir haber çıktı: “Vicdani Retçi Cihat Aydın’a Askere Gitmediği İçin 46 Bin Lira İdari Para Cezası Verildi” Bu haber üzere seninle askerlikle meselesini konuşmak, okurları da olan bitene şahit kılmak istedim. Kısaca, kimdir Cihat Aydın ve neden askere gitmeyi reddetti?

İstanbul’da Erzurum kökenli bir ailenin evladı olarak dünyaya geldim. Ortalama her Türk ailesi gibi benim ailem de de devlet, kutsal bir varlık gibi sorgulanamaz, eleştirilemez bir güç olarak kabul edilirdi. Böyle bir aile içerisinde Allah bana asıl gücün, kudretin, iktidarın ve söz söylemeye haiz olanın yalnızca âlemleri yaratan zâtın, yani kendisinin olduğunu öğretti. Bu inanç ve anlayış çerçevesinde hayatını Allah’ın hükümlerine uygun yaşama gayreti içindeki bir Müslüman olarak Hz. İbrahim’in (as) Kur’an’daki (En’am Sûresi 162. ayet) duasını düstur edinerek diyorum ki, “Benim de namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm ancak âlemlerin Rabbi Allah için olmalıdır!” İnanmadığım değerler, ideolojiler, yasalar için çalışmayı, ölmeyi, öldürmeyi veya öldürülmeyi reddediyor olmamdan dolayı zorunlu askerlik hizmetini kabul etmiyorum.

Askerlik bu ülkede bir tabu, adeta bir put. Onu reddetmek gibi bir kararı almak zor olmadı mı? Yakınlarından ne gibi tepkiler aldın?

Devleti kutsallaştıran bir ailede büyümüş olmak bu kararı aldığınızda bazı tepkilerle karşılaşmanıza sebep oluyor. “Vatani görev, bundan kaçmak olmaz, aman canım git kurtul, gidip gelsen ne olacak!” gibi mevcut ideolojiye zihnini ve kendisini teslim etmiş fertlerin tepkileri ile karşılaşmak sizi mental anlamda zorluyor. Öncelikle şunu anlamamız lazım: Devlet, mevcudiyetine zarar gelmemesi adına size her türlü baskı ve zulmü uygulamaktan geri durmuyor ve durmayacak. Sizi hem maddi hem manevi her türlü baskı altına alarak kendi otoritesini kabul ettirmek istiyor. Bu gibi nedenlerden ötürü “Vicdani Ret” kararını almak tabi ki zor oldu fakat insan inandığı değerler uğruna bedel ödemedikçe, bu değerlerin savunucusu olduğunu nasıl iddia edebilir ki?

Bedelli askerlik yapmayı düşünmediniz mi hiç?

Aslında düşündüm. Devletin sizi hayatın içerisinde her alanda kuşatması, askerlik yapmamış olmanızın iş hayatınızı, aile hayatınızı, seyahatlerinizi kısıtlaması gibi etkenlerden dolayı bedelli yapmayı düşündüm. Fakat son bedelli uygulamasında ödediğiniz para ile birlikte belirli gün sayısı askeri üniforma giyerek orduya teslim olma zorunluluğu oluşunca bundan da vazgeçtim. Çünkü askeri üniformayı giyerek mevcut ideolojinin bir askeri olmak bir gün de olsa, bin gün de olsa birdir. Günahın küçüğü ya da büyüğü olmaz.

46 bin lira idari para cezasına çarptırılmanın haricinde pratikte vicdani retçi olmak hayatınızda ne gibi sıkıntılara yol açtı?

Siz askerliğe gitmediğiniz takdirde devlet size gün başına bir ceza belirliyor ve herhangi bir yerde GBT yoklamasına maruz kalıp hakkınızda tutanak tutulduğunda, bu tutanak üzerine size para cezası kesiyor, gönderiyor. Ben 6 Şubat depremlerinde bölgeye yardım amaçlı gitmiştim ve geri dönüşte jandarma tarafından çevirmeye girdim. Çevirmede bana tutanak tutuldu ve sonrasında 46 bin TL tutarındaki ceza gönderildi. Tabi ki yasal olarak bu idari para cezasına itiraz hakkınız bulunuyor. Biz de avukatım aracılığıyla bu para cezasına itiraz ettik. Şu an hukuki süreç devam ediyor. Ben burada sorunun para olduğunu düşünmüyorum. Esas belirleyici faktör devletin sizin üzerinizde kurmaya çalıştığı tahakküm. Bunu şöyle izah edeyim: Yazılım sektöründe hizmet veren bir firmada çalışıyorum ve gelen bu para cezası sonrası işten çıkarılıyorum. Devlet, asker kaçağı çalıştıran şirketlere yazı gönderiyor, “Asker kaçağı çalıştırmak suçtur, hakkınızda yasal işlem yapılır” diyerek firmaları baskı altına alıyor ve sizin emeğinizle çalışıp para kazanmanıza bile müsaade etmiyor. Devlet, bu ve benzeri uygulamalarla şahıslar ve toplumlar üzerinde tahakküm kurarak asıl söz sahibinin kim olduğunu göstermek istiyor. Allah’a iman eden bir müslüman olarak ben de diyorum ki: Bizi yoktan var eden, yerden ve gökten nimetlendiren yegâne yaratıcı Allah’tır; benim, ailem ve tüm insanlık üzerindeki söz sahibi! Ben, O’nun göndermiş olduğu ilke, kural, kaide ve değerler ile hayatımı yaşıyorum, bu değerler uğrunda mücadele eder ve savaşırım!

Bahsettiğiniz, çalışma hakkı gibi temel bir hakka müdahale etmektir. Zorla asker olmayı kabul etmeyeni devlet ekonomik olarak darboğaza sokmaya, çalışıp onuruyla yaşama hakkından mahrum bırakmaya çalışıyor. Hayli vahim bir hak ihlali bence. 

Kesinlikle öyle. Bu hak ihlali olan duruma insanların seyirci kalması kabul edilebilir bir durum değil.

Türkiye’de insanların çoğu vicdani reddin ne demek olduğu konusunda ya bilgi sahibi değil ya da kafa karışıklığı yaşıyor. Siz vicdani reddi nasıl tanımlıyorsunuz? Nedir vicdani ret? Vicdani retçi kimdir?

Maalesef belirttiğiniz gibi insanların büyük çoğunluğu bu kavramdan haberdar bile değil. Ben burada “Vicdani Ret” kavramı ile benim 2014 yılında belirttiğim üzere “İmani Ret” kavramını birbirinden ayırıyorum. Vicdani ret, bir bireyin politik görüşleri veya ahlaki değerleri doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir. Benim ilan etmeye çalıştığım şey ise; tüm ideolojilerden, fikirlerden bağımsız, imanımın bir gereği olarak kendisini dinsiz olarak tanımlayan laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bana dayattığı zorunlu askerliği reddetmek. Lâik bir devletin lâik ordusunun İslam inancına sahip bir insanı kendi saflarında savaşmaya zorlaması asla kabul edilebilir değildir. Dini, hiçbir işine karıştırmayan bir rejimin ordusunun kendi değerlerine uygun olarak dinle ilişkisi olmayan lâik zihne sahip askerler bulması tutarlı olacaktır. Ne var ki laik zihniyete sahip olanların da “zor”la değil özgür iradeleri ile asker olmaları insan onuruna yakışır bir davranış olacaktır.

Askerlik yapmanız önündeki tek engel Türkiye’nin laik bir devlet olması mı?

Bugün inandığım değerler ile yönetildiğim bir ülkede yaşıyor olsam bile, savaş dediğimiz şeyin gerçekten inandırıcı ve geçerli gerekçeler ile yapılması gerektiğini düşünüyorum. İnandığım dinin tarihine baktığımda haksızlık ve zulüm üzere bir savaş olmadığını görüyorum. Ben savaş karşıtı değilim, başka vicdani retçi arkadaşların antimilitarist bakışına saygı duyarak bunu söylüyorum. Fakat ben inanmadığım değerler ve ideolojiler için savaşmaya karşıyım. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin düşman algısı ile benim düşman algım aynı değil, olamaz da. Kuruluşundan bu yana kendi vatandaşlarından yapay düşmanlar üreterek sayısız zulümler gerçekleştirmiş bir devletin aklı, kabulleri, idealleri ile asla ortaklık arz etmeyen bir dünyaya sahip olduğumdan, böyle bir devletin ve ordusu TSK’nın askeri olmayacağım.

“İnandırıcı ve geçerli gerekçeler” dediğiniz meşru müdafaa anlamında bir savaş mı? Bildiğim kadarıyla Allah inananlara, “Size savaş açmadıkça siz de onlarla savaşmayın!” diyor. 

İfadenizi şöyle düzelteyim müsaadenizle; Bakara suresi 190. ayette Allah şöyle buyuruyor:  “Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez.” İslam peygamberi Hz. Muhammed’in örnekliğinde gördüğümüz savaş ahlakı şu şekildedir; düşman sizi yok etmek adına bir saldırıda bulunuyorsa, sizin de belirttiğiniz gibi, meşru müdafaa hakkınızı kullanarak onlarla savaşırsınız.

Söyleşi: Mehmet Ali Başaran

Devamını Okuyun

Söyleşiler

Göçmen İşçiler: Köle Değiliz

Yayınlanma:

-

Bu çalışma, Suriye ve Afgan uyruklu iki farklı işçi ile yapılan bir röportajı içermektedir. Göçmen işçilerin çalışma koşullarını görünür kılmayı amaçlamaktadır. Kişilerin isteği üzerine isimleri saklıdır.

S./Suriye, 23

E./Afganistan, 27

  • Türkiye’ye tam olarak ne zaman geldiniz ve gelme sebebiniz nedir?

S: 2016 yılında, ben 18 yaşındayken abimin ailesiyle beraber geldik. Suriye’de savaş vardı, uzun bir süre orada kaldık biz ama zamanla geçinememeye başladık çünkü savaş vardı. Herkes ya Türkiye’ye ya da izinle Avrupa’ya gidiyordu. Abim önceden de Türkiye’ye gitmişti zaten. Beraber çalışmak için geldik, abimi tanıyan Türkler vardı.

E: 2019 yılında tek geldim. Afganistan’da ailem var, evli değilim. İki annem ve küçük kardeşlerim var. Abilerim çalışıyorlar. Türkiye’ye gelmek benim için zorunluluktu. İran’a ya da Türkiye’ye geçip çalışacaktım ama çok fazla para gerekti. Bu yüzden Türkiye’ye geldim.

  • Geldikten sonra iş bulma serüveninizden bahsedebilir misiniz?

S: Abim önceden geldiğinde Edirne’de yüklemeci olarak çalışmış. (Burada kişi, mal yüklemeciliğinden bahsediyor. Çeşitli ağır, pazar mallarını kamyon ve benzeri araçlara yükleme işlemi.) Önce Edirne’ye gittik, yüklemecilik yapacaktık ama arkadaşı işe almayacağını söyledi. Sonra İstanbul’a geldik. Akrabalar yardım etti, Sultanbeylideyiz. Yüklemecilik ve kumaş taşımacılığı yaptık. Şimdi hem ara işler hem de mal yüklemeciliği yapıyorum.

E: Afganlar genellikle Türkiye’ye kaçak giriyorlar. Türkiye vizesi yok, o yüzden iş bulmak zor. Mesleğim boyacılık ama burada farklı bir iş sistemi var. Boyacılık hiç yapmadım. Arkadaşlarım hep Türkiye’deydi. Aynı evde kalıyoruz. İstanbul’a geldiğimde hiç param yoktu, bir sürü memleketlimle tanıştım. İlk çalıştığım işlerde neredeyse hiç para almadım sadece yemek veriyorlardı. İzin belgemiz olmadığı için bir şey yapmıyorduk. Şimdi ev arkadaşlarım gibi tekstilde çalışıyorum. İp kesme ve kumaş boyama yapabiliyorum. Sabah, akşam sürekli çalışıyoruz.

  • Memleketinizde hangi işi yapıyordunuz?

S: Ben buraya uzun zaman önce geldim ama Suriye’de fırında çalışıyordum. Çalıştığım fırın marketlere ekmek gönderiyordu, çok büyük ve tarihi bir fırındı. Pita, lavaş ve pide burada da çok fazla satılıyor.

E: Boya yapıyordum. Dükkânlarda tabela ve duvar boyalarını çok yaptım. Bazen evleri de boyuyordum. Orada tanıyanlar boyalarını bana yaptırırdı. Yapmayalı uzun zaman oldu. Türkiye’ye gelirken çok uzun yollardan geçtim. Gelirken hep boyacılık yapma hayali kurdum ama olmadı.

  • Şimdiki iş hayatınız ve aldığınız ücretler hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

S: Şimdi İstanbul’da çalışıyorum ama sürekli farklı işlerde çalışıyorum. Aynı parayı almıyoruz. Ben, günlük sabah 07:00 ile akşam 22:00 arası çalışıyorum. Aylık genel olarak 2000 kazanıyorum. Ek işlerle bazen 2500 oluyor. Haftanın her günü çalışıyoruz.

E: Çalıştığım işin maaşları ayın başında yatıyor. Ne kadar çok çalışırsak o kadar çok alabiliyoruz ama çok fark etmiyor. Ben sabah 07:00 ile akşam 20:00, 21:00 arası çalışıyorum. Pazartesi günleri mesai saatleri artıyor. Maaşımız 2800, bazen biraz fazla oluyor ama çok nadir yükseliyor. Mesela ilk geldiğimizde iki ay biz çok düşük maaş aldık. Hatta ilk ay maaşlarımızı hemen vermediler.

  • Bakmakla yükümlü olduğunuz kişiler var mı?

S: Abim evli onunla beraber kalıyorum. Burada beraber geçiniyoruz. Ev kiraları çok yüksek, yeğenlerim var. Suriye’de evli kız kardeşlerime de para gönderiyoruz.

E: Afganlar genellikle ailelerine para gönderirler. Ben de gönderiyorum tabii ama burada kimseye bakmıyorum. Buradan annemlere ve kardeşlere para gönderiyorum ama her ay gönderemiyorum. Onların durumları şu an hiç iyi değil, onlar için çalışıyorum.

  • Maaşlardan memnun musunuz?

S: (Gülüyor) Biz çok çalışıyoruz çünkü başka yolumuz yok. Maaşlar çok az. Ev kirasına ve yemeğe gidiyor. Bazen yol parası vermemek için yürüyorum.

E: Maaşlar çok az. Çok yoruluyoruz ama yetmiyor. Maaşlarımızı vermemelerinden çok korkuyoruz. Bazen maaşlar çok gecikiyor, bazen sadece yarısını veriyorlar, düzenli değil.

  • Kendinizi yabancı, Türk işçilerden farklı hissettiğiniz zamanlar oldu mu?

S: Oluyor. Bazı kişiler Suriyelilerin çok fazla para aldığını sanıyor. Öyle değil. Bizi, Suriyelileri çok çalıştırıyorlar ama bazı Türk işçileri öyle çalıştırmıyorlar. Hepimiz aslında çok çalışıyoruz ama bazen patronlar, para verenler bize daha az para veriyorlar bunu biliyoruz.

E: Evet hep oluyor. Mesela şu an çalıştığım teksti atölyesine hiç Türk işçi almıyorlar. Çünkü hiçbirisi bu maaşı kabul etmiyor ya da resmi (sgk’yı kastediyor) istiyor. Afganları işçi olarak görüyorlar.

  • Türklerin size karşı davranışlarından memnun musunuz?

S: Bazıları çok iyiler bazıları farklı davranıyor. Her yerde böyle oluyor. Hepimiz aynıyız bazıları kendilerini daha üstün görebiliyor ama genel olarak elhamdülillah… Bir kere uzun süre önce otobüse bindiğimde kartımı unutmuştum, şoför beni dilenci sandı, otobüsten indirdi. Suriyelileri öyle görüyorlar. Hem iyi hem de kötü insanlar var. Geçen yıllarda daha kötü davranıyorlardı ama alıştık. Türkiye’de çok iyi insanlar da var tabii.

E: Ben çok farklı, yanlış şeyler gördüm. Afgan olduğumu anlayınca kötü bakıyorlar. En çok patronlar, sanki onlara çalışmak zorundaymışız! Köle gibi düşünüyorlar. Bizim maaşlarımızı vermediklerinde biz bir şey demekten çekiniyoruz çünkü kızıyorlar, tehdit ediyorlar. Bazen “Gidin ülkemizden!” diyorlar arkamızdan. Benim gibi Türkçe bilen Afganlar anlıyorlar ama şu ana kadar karşılık vereni görmedim. Bir de bizi terörist sanıyorlar. (Gülüyor) Irkçılık yapan çok kişi var. Sanki yaratıkmışız gibi bakıyorlar. (Gülüyor) Biz evde beş erkek kalıyorduk. Bizim ilaç (uyuşturucu kastediliyor) sattığımızı iddia edip polis çağırdılar, evi aradılar. Evde yataklardan başka bir şey yoktu, polisler de şaşırdılar.

  • Belirli devlet veya özel kurumlardan yardım almayı tercih ettiniz mi?

S: Türkiye’ye ilk geldiğimizde abim devlete başvurdu. İsmini hatırlamıyorum, yardım alamadık ama bilmiyorum o zaman biraz karışıktı. Yardım almıyoruz.

E: Hayır hiç para almadım, bazı yerlerde yemek dağıtımlarına gidiyoruz ama her zaman gidemiyoruz. Çorba, pilav, tavuk gibi yemekler veriliyor.

  • Son olarak, iş hayatında neyin değişmesi sizi mutlu ederdi?

S: Hep çalışmak istemiyorum. Hiç tatilim yok, bazı günler gezmek isterdim. Maaşlar biraz daha yükselse çok güzel olur. Elhamdülillah.

E: Ben bize kötü davransınlar istemiyorum. Çalışırken normal çalışmak isterdim. Patronlar bazı zamanlar iş saatlerini uzatıyorlar. Maaşlarımızı vermediklerinde işten atarlar diye bir şey diyemiyoruz, keşke böyle olmasaydı. Bunlar değişsin isterdim.

  • Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son eklemek istediğiniz bir şey var mı?

S: Rica ederim. Son olarak eğer evimizde savaş olmasaydı buralara gelmeyecektik. Bazı insanlar “Neden gidip savaşmıyorsunuz?” diyor, peki bizim ailelere kim bakacak? Onlar hep perişan oluyorlar. Herkesi kaybettik, yaşamak istediğimiz için geldik.

E: Ben teşekkür ederim. Allah hepimize hayırlı bir hayat nasip etsin. Son olarak, kötü davranmasınlar, terörist demesinler, bizler insanız.

Çeviren, Röportaj sahibi: Nurbanu Gün

Devamını Okuyun

GÜNDEM