Connect with us

Söyleşiler

Allah’ın Sözünün Mehcûr Bırakılması Geleneği Devam Ediyor

Yayınlanma:

-

Şükrü Çelebi arkadaşımız ile Kur’an yolculuğunu konuştuk. Çelebi’nin, Kur’an’a talebe olmanın anlamını, Kur’an’la hayat arasındaki ilgilerin niteliği hakkındaki değerlendirmelerini ilginize sunuyoruz.

Kur’an’la irtibatınızın güçlenmesi nasıl oldu? Sizi Kur’an’a götüren sebep ve yollar nelerdi?

Öncelikle çok teşekkür ederim, tam da üzerinde konuşmaktan son derece mutlu olacağım Kur’an konusunu seçtiğiniz için.

Çocukluk yıllarımda Kur’an kursuna ve İmam-Hatip’e gitmiş olsam da gençlik yıllarımdan itibaren dinden bağımsız, ehl-i dünya bir hayat geçiriyor olduğum için var olan bir irtibatın güçlenmesinden söz edemeyiz.

Sebep ve yollara gelince, biraz klasik olacak belki ama cevap şu: 38 yaşımdayken bir gün aynaya baktığımda sakalımda beyazlık fark ettim. Artık o andan itibaren varoluşun tanrısal bir sebebi varsa bulmam ve buna göre hareket etmem gerektiği bende netleşti. Bu gereklilik, özgürlüğümü(!) kısıtlasa ve benden birtakım sıkıcı(!) ritüeller istese de razıydım. O zamanlar din’e göre yaşamanın tatsız, tuzsuz, sıkıcı bir şey olduğunu sanırdım. İman sürecimden sonraki göğüs genişliği ve dünyevî hiçbir değerin sağlayamayacağı daha pek çok nimetin beni beklediğini bilsem çok daha erken bu arayışa geçerdim.

Bu sorgulama süreci beni, “Kur’an’ın Allah kelamı mı, Muhammed’in uydurması mı?” sorusunun cevabını araştırmaya itti. Okudukça bunun bir insan sözü olamayacağı gitgide iç dünyamda netleşti. Diğer tek tanrılı ve çok tanrılı dinlere yönelmeme neden gerek olmadığı ve İslam’ı seçmemin doğru olduğuna da o süreçte karar verdim. Ahiretin varlığına ise bu sorgulamaların ilk zamanlarında, yatakta yattığımız halde gördüğümüz rüya ile bambaşka bir hayat yaşadığımı, uyandırmasalar pekâlâ bir yaşam olduğunu, uyku ile bambaşka bir yaşama geçebildiğime göre, öldükten sonra da yeni bir yaşamın mümkün olabileceğine ikna oldum. Kur’an okumaya devam ettikçe bu tip netâmeli konulardaki mutmainliğim arttı ve soru ve sorun olmaktan çıktı. Yeniden dirilme Kur’an’da pek çok yerde ele alınan ve cevap verilen bir konudur.

Yoğun bir Kur’an okuma faaliyeti içindesiniz takip ettiğimiz kadarıyla. Elbette bu faaliyetin bir plânı-programı vardır. Paylaşabilir misiniz bizimle? Nasıl bir okuma usûlü öneriyorsunuz?

Teşekkür ederim, teveccühünüz ama ben yoğun bir Kur’an okuma faaliyeti içerisinde olduğumu düşünmüyorum fakat bu konuda aklımdan geçen yönelişler ve hesaplamalar var: gece okumaları,  tuttuğum notların daha derinlikli olması gibi..

Plân – programı şöyle: Her sabah, üzerinde düşüne düşüne okumak… Bu okuma ve not tutma süreci bu aralar ortalama bir saat sürüyor, bazı dönemler bu ortalama iki saat oluyor.

Usûl konusunda ise kitapçıdan rastlantısal ama seçerek aldığım, Seda Yayınlarının, Arapça kelimelerin altında parça meal, kenarda ise ayetlerin meali olan bir mushaf’ı ana kitap olmak üzere, ihtiyaç halinde pek çok mealin bir arada olduğu web sayfalarını da kullanarak bir okuma gerçekleştiriyorum. Nüzul sırası olduğu iddia edilen sıraya göre okuyorum. Konuya odaklı okumalarım da oldu ama bunun pek mümkün ve faydalı olmadığına kanaat getirerek bıraktım.

Kur’an’ın her bir ayetinin diğer ayetlerle bir şekilde alâkalı, bağlantılı olduğunu düşünüyorum, dolayısıyla konu odaklı okumanın toplam faydadan eksiltiyor olduğunu düşünüyorum.

Halkın Kur’an’a dönük genel ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Nitelikli bir ilgiden bahsedilebilir mi? Bir de ilginin seyri hakkında neler gözlemliyorsunuz?

Bu konuda halkı pek çok kümelere ayırmak mümkün ama Kur’an’ı ne dediğini anlayarak okumaları gereken, din konusunda tek yetkili merciinin Kur’an olduğunu düşünen nitelikli bir ilgiden bahsetmemiz mümkün değil maalesef. Fakat saygılı bir duruşları var ve Kur’an’ın, bu “din”in kitabı olduğuna ilişkin anlayışları net, her ne kadar kendilerine hoca diyen bazılarının Kur’an dışı kaynakları da Kur’an gibi gösterme çabaları olsa da…

Kur’an’a ilginin seyri, insanların iman etme yönelişleri ile doğru orantılıdır, diye düşünüyorum ve maalesef Allah’ın ‘söz’ünün mehcur bırakılması geleneği devam ediyor. Gerçek bir yönelişle yönelenler için ise hidayet ve mutmainlik kaynağı olmaya devam ediyor, elhamdülillah.

Kur’an mevzubahis olunca ister istemez bir yandan bazı ilahiyatçılar, bir yandan da vakıf ya da dernek merkezli çalışma yürüten hocalarla bazı bağımsız isimler ülke gündeminde öne çıkabiliyor. Kur’an merkezli bir okuma ve söylem içinde olduğunu savunan bu isimlerin oluşturduğu genel tablo sizce verimli mi, derde derman olabilecek bir potansiyel taşıyor mu?

Bence verimli.  Müslümanlar “sözü dinleyip doğrusuna uymak” ilkesine göre hareket ederler, dolayısıyla birtakım ifsad edici söylemler dahî, iman sürecindeki kişiler için, çözdüklerinde kafalarını netleştiren unsurlar olacaktır. Çözemez, takılı kalırlarsa da içtenlikle dua etmeleri, gizli ajandasız bir yönelmeye kendilerini taşımaları faydalı olacaktır. Kalplerinde maraz olanlar için ise maalesef yapacak bir şey yok.

Ülkede Kur’an’a dayalı bir sosyal, siyasal söylem tespit edebiliyor musunuz? Böyle bir söylemin ülke sosyolojisinde yeterli bir karşılığı var mı?

Maalesef hayır, belki İhsan Eliaçık’ta buna rastlamak mümkün ama o da Kur’an merkezli olmak gibi bir kaygıdan ziyade, söylemini destekleyecek her türlü din argümanını kullanmaktan geri durmayan bir anlayışa sahip. Bu durumda Kur’an da bu materyallerden biri oluyor.

Böyle bir söylemin ülke ve dünya sosyolojisinde bir karşılığı olup olmamasından bağımsız olarak biz müslümanlar, Kur’an, “Tâğût’a kulluk etmeyin!” diyorsa, “Sabrı ve hakkı tavsiye edin!” diyorsa, “Allah’ın size verdiklerinden siz de ihtiyaç sahiplerine verin!” diyorsa, “İçinizden zulme karşı duranlarınız olsaydı ya!” diyorsa, bizler “emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak”la mükellefiz. Halk, derdine deva olacak olanın İslam olduğunu bilmeyebilir, tıpkı “insan”ın bilmediği gibi. “Biz”lere düşen ise hatırlatmak, vahyin mesajını insanlara ulaştırmak, daha fazlası değil.

İnsanların Kur’an’la buluşmalarının önünde hangi engeller var? Kur’an’la buluşmak için hani yol takip edilmeli?

Önce “insan”ın kendisi buna engel. Hadsiz hazlarından vazgeçip “din”e yönelmek istemeyen için yapacak pek bir şey yok. İkinci olarak, Kur’an’ın sesi duyulmasın diye gürültü çıkaranların bugünkü temsilcileri olan din adamları, din tüccarları… Ayrıca, vicdanlara ve camiye hapsedilmiş mevcut kurumsal din bu konudaki en büyük engellerden.

Kendi engelini aştıktan sonra, Allah’ın dinini gerçekten en saf haliyle bulma aşkıyla yanıp tutuşan için yol açıktır; Allah, hakk’ı üzerine yazandır, vesselam.

Son olarak buraya kadar okuyan değerli okurlardan, bu tip konuları işlediğim Youtube kanalıma bir bakmalarını, uygun görürlerse abone olmalarını rica ediyorum.

Söyleşi için teşekkür ediyoruz.

Ben de size tekrardan çok teşekkür ediyorum bana bu fırsatı verdiğiniz için, Allah razı olsun.

*Şükrü Çelebi, 1976 Samsun Havza doğumlu. 1984 yılından beri İstanbul’da ikamet ediyor. İmam-Hatip Lisesi ve bilgisayar programcılığı mezunu. Ticaretle uğraşıyor.

Söyleşi: YeniPencere

Tıklayın, yorumlayın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Videolar

Mehmet Ali Başaran – Cihat Aydın: Aksâ Tûfânı Süreci

Yayınlanma:

-

Aksâ Tûfânı süreci ile ilgili olarak Mehmet Ali Başaran bu defa Cihat Aydın ile söyleşti.

Devamını Okuyun

Söyleşiler

Cihat Aydın ile Vicdani Ret Üzerine

Yayınlanma:

-

Geçen gün şöyle bir haber çıktı: “Vicdani Retçi Cihat Aydın’a Askere Gitmediği İçin 46 Bin Lira İdari Para Cezası Verildi” Bu haber üzere seninle askerlikle meselesini konuşmak, okurları da olan bitene şahit kılmak istedim. Kısaca, kimdir Cihat Aydın ve neden askere gitmeyi reddetti?

İstanbul’da Erzurum kökenli bir ailenin evladı olarak dünyaya geldim. Ortalama her Türk ailesi gibi benim ailem de de devlet, kutsal bir varlık gibi sorgulanamaz, eleştirilemez bir güç olarak kabul edilirdi. Böyle bir aile içerisinde Allah bana asıl gücün, kudretin, iktidarın ve söz söylemeye haiz olanın yalnızca âlemleri yaratan zâtın, yani kendisinin olduğunu öğretti. Bu inanç ve anlayış çerçevesinde hayatını Allah’ın hükümlerine uygun yaşama gayreti içindeki bir Müslüman olarak Hz. İbrahim’in (as) Kur’an’daki (En’am Sûresi 162. ayet) duasını düstur edinerek diyorum ki, “Benim de namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm ancak âlemlerin Rabbi Allah için olmalıdır!” İnanmadığım değerler, ideolojiler, yasalar için çalışmayı, ölmeyi, öldürmeyi veya öldürülmeyi reddediyor olmamdan dolayı zorunlu askerlik hizmetini kabul etmiyorum.

Askerlik bu ülkede bir tabu, adeta bir put. Onu reddetmek gibi bir kararı almak zor olmadı mı? Yakınlarından ne gibi tepkiler aldın?

Devleti kutsallaştıran bir ailede büyümüş olmak bu kararı aldığınızda bazı tepkilerle karşılaşmanıza sebep oluyor. “Vatani görev, bundan kaçmak olmaz, aman canım git kurtul, gidip gelsen ne olacak!” gibi mevcut ideolojiye zihnini ve kendisini teslim etmiş fertlerin tepkileri ile karşılaşmak sizi mental anlamda zorluyor. Öncelikle şunu anlamamız lazım: Devlet, mevcudiyetine zarar gelmemesi adına size her türlü baskı ve zulmü uygulamaktan geri durmuyor ve durmayacak. Sizi hem maddi hem manevi her türlü baskı altına alarak kendi otoritesini kabul ettirmek istiyor. Bu gibi nedenlerden ötürü “Vicdani Ret” kararını almak tabi ki zor oldu fakat insan inandığı değerler uğruna bedel ödemedikçe, bu değerlerin savunucusu olduğunu nasıl iddia edebilir ki?

Bedelli askerlik yapmayı düşünmediniz mi hiç?

Aslında düşündüm. Devletin sizi hayatın içerisinde her alanda kuşatması, askerlik yapmamış olmanızın iş hayatınızı, aile hayatınızı, seyahatlerinizi kısıtlaması gibi etkenlerden dolayı bedelli yapmayı düşündüm. Fakat son bedelli uygulamasında ödediğiniz para ile birlikte belirli gün sayısı askeri üniforma giyerek orduya teslim olma zorunluluğu oluşunca bundan da vazgeçtim. Çünkü askeri üniformayı giyerek mevcut ideolojinin bir askeri olmak bir gün de olsa, bin gün de olsa birdir. Günahın küçüğü ya da büyüğü olmaz.

46 bin lira idari para cezasına çarptırılmanın haricinde pratikte vicdani retçi olmak hayatınızda ne gibi sıkıntılara yol açtı?

Siz askerliğe gitmediğiniz takdirde devlet size gün başına bir ceza belirliyor ve herhangi bir yerde GBT yoklamasına maruz kalıp hakkınızda tutanak tutulduğunda, bu tutanak üzerine size para cezası kesiyor, gönderiyor. Ben 6 Şubat depremlerinde bölgeye yardım amaçlı gitmiştim ve geri dönüşte jandarma tarafından çevirmeye girdim. Çevirmede bana tutanak tutuldu ve sonrasında 46 bin TL tutarındaki ceza gönderildi. Tabi ki yasal olarak bu idari para cezasına itiraz hakkınız bulunuyor. Biz de avukatım aracılığıyla bu para cezasına itiraz ettik. Şu an hukuki süreç devam ediyor. Ben burada sorunun para olduğunu düşünmüyorum. Esas belirleyici faktör devletin sizin üzerinizde kurmaya çalıştığı tahakküm. Bunu şöyle izah edeyim: Yazılım sektöründe hizmet veren bir firmada çalışıyorum ve gelen bu para cezası sonrası işten çıkarılıyorum. Devlet, asker kaçağı çalıştıran şirketlere yazı gönderiyor, “Asker kaçağı çalıştırmak suçtur, hakkınızda yasal işlem yapılır” diyerek firmaları baskı altına alıyor ve sizin emeğinizle çalışıp para kazanmanıza bile müsaade etmiyor. Devlet, bu ve benzeri uygulamalarla şahıslar ve toplumlar üzerinde tahakküm kurarak asıl söz sahibinin kim olduğunu göstermek istiyor. Allah’a iman eden bir müslüman olarak ben de diyorum ki: Bizi yoktan var eden, yerden ve gökten nimetlendiren yegâne yaratıcı Allah’tır; benim, ailem ve tüm insanlık üzerindeki söz sahibi! Ben, O’nun göndermiş olduğu ilke, kural, kaide ve değerler ile hayatımı yaşıyorum, bu değerler uğrunda mücadele eder ve savaşırım!

Bahsettiğiniz, çalışma hakkı gibi temel bir hakka müdahale etmektir. Zorla asker olmayı kabul etmeyeni devlet ekonomik olarak darboğaza sokmaya, çalışıp onuruyla yaşama hakkından mahrum bırakmaya çalışıyor. Hayli vahim bir hak ihlali bence. 

Kesinlikle öyle. Bu hak ihlali olan duruma insanların seyirci kalması kabul edilebilir bir durum değil.

Türkiye’de insanların çoğu vicdani reddin ne demek olduğu konusunda ya bilgi sahibi değil ya da kafa karışıklığı yaşıyor. Siz vicdani reddi nasıl tanımlıyorsunuz? Nedir vicdani ret? Vicdani retçi kimdir?

Maalesef belirttiğiniz gibi insanların büyük çoğunluğu bu kavramdan haberdar bile değil. Ben burada “Vicdani Ret” kavramı ile benim 2014 yılında belirttiğim üzere “İmani Ret” kavramını birbirinden ayırıyorum. Vicdani ret, bir bireyin politik görüşleri veya ahlaki değerleri doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir. Benim ilan etmeye çalıştığım şey ise; tüm ideolojilerden, fikirlerden bağımsız, imanımın bir gereği olarak kendisini dinsiz olarak tanımlayan laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bana dayattığı zorunlu askerliği reddetmek. Lâik bir devletin lâik ordusunun İslam inancına sahip bir insanı kendi saflarında savaşmaya zorlaması asla kabul edilebilir değildir. Dini, hiçbir işine karıştırmayan bir rejimin ordusunun kendi değerlerine uygun olarak dinle ilişkisi olmayan lâik zihne sahip askerler bulması tutarlı olacaktır. Ne var ki laik zihniyete sahip olanların da “zor”la değil özgür iradeleri ile asker olmaları insan onuruna yakışır bir davranış olacaktır.

Askerlik yapmanız önündeki tek engel Türkiye’nin laik bir devlet olması mı?

Bugün inandığım değerler ile yönetildiğim bir ülkede yaşıyor olsam bile, savaş dediğimiz şeyin gerçekten inandırıcı ve geçerli gerekçeler ile yapılması gerektiğini düşünüyorum. İnandığım dinin tarihine baktığımda haksızlık ve zulüm üzere bir savaş olmadığını görüyorum. Ben savaş karşıtı değilim, başka vicdani retçi arkadaşların antimilitarist bakışına saygı duyarak bunu söylüyorum. Fakat ben inanmadığım değerler ve ideolojiler için savaşmaya karşıyım. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin düşman algısı ile benim düşman algım aynı değil, olamaz da. Kuruluşundan bu yana kendi vatandaşlarından yapay düşmanlar üreterek sayısız zulümler gerçekleştirmiş bir devletin aklı, kabulleri, idealleri ile asla ortaklık arz etmeyen bir dünyaya sahip olduğumdan, böyle bir devletin ve ordusu TSK’nın askeri olmayacağım.

“İnandırıcı ve geçerli gerekçeler” dediğiniz meşru müdafaa anlamında bir savaş mı? Bildiğim kadarıyla Allah inananlara, “Size savaş açmadıkça siz de onlarla savaşmayın!” diyor. 

İfadenizi şöyle düzelteyim müsaadenizle; Bakara suresi 190. ayette Allah şöyle buyuruyor:  “Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez.” İslam peygamberi Hz. Muhammed’in örnekliğinde gördüğümüz savaş ahlakı şu şekildedir; düşman sizi yok etmek adına bir saldırıda bulunuyorsa, sizin de belirttiğiniz gibi, meşru müdafaa hakkınızı kullanarak onlarla savaşırsınız.

Söyleşi: Mehmet Ali Başaran

Devamını Okuyun

Söyleşiler

Göçmen İşçiler: Köle Değiliz

Yayınlanma:

-

Bu çalışma, Suriye ve Afgan uyruklu iki farklı işçi ile yapılan bir röportajı içermektedir. Göçmen işçilerin çalışma koşullarını görünür kılmayı amaçlamaktadır. Kişilerin isteği üzerine isimleri saklıdır.

S./Suriye, 23

E./Afganistan, 27

  • Türkiye’ye tam olarak ne zaman geldiniz ve gelme sebebiniz nedir?

S: 2016 yılında, ben 18 yaşındayken abimin ailesiyle beraber geldik. Suriye’de savaş vardı, uzun bir süre orada kaldık biz ama zamanla geçinememeye başladık çünkü savaş vardı. Herkes ya Türkiye’ye ya da izinle Avrupa’ya gidiyordu. Abim önceden de Türkiye’ye gitmişti zaten. Beraber çalışmak için geldik, abimi tanıyan Türkler vardı.

E: 2019 yılında tek geldim. Afganistan’da ailem var, evli değilim. İki annem ve küçük kardeşlerim var. Abilerim çalışıyorlar. Türkiye’ye gelmek benim için zorunluluktu. İran’a ya da Türkiye’ye geçip çalışacaktım ama çok fazla para gerekti. Bu yüzden Türkiye’ye geldim.

  • Geldikten sonra iş bulma serüveninizden bahsedebilir misiniz?

S: Abim önceden geldiğinde Edirne’de yüklemeci olarak çalışmış. (Burada kişi, mal yüklemeciliğinden bahsediyor. Çeşitli ağır, pazar mallarını kamyon ve benzeri araçlara yükleme işlemi.) Önce Edirne’ye gittik, yüklemecilik yapacaktık ama arkadaşı işe almayacağını söyledi. Sonra İstanbul’a geldik. Akrabalar yardım etti, Sultanbeylideyiz. Yüklemecilik ve kumaş taşımacılığı yaptık. Şimdi hem ara işler hem de mal yüklemeciliği yapıyorum.

E: Afganlar genellikle Türkiye’ye kaçak giriyorlar. Türkiye vizesi yok, o yüzden iş bulmak zor. Mesleğim boyacılık ama burada farklı bir iş sistemi var. Boyacılık hiç yapmadım. Arkadaşlarım hep Türkiye’deydi. Aynı evde kalıyoruz. İstanbul’a geldiğimde hiç param yoktu, bir sürü memleketlimle tanıştım. İlk çalıştığım işlerde neredeyse hiç para almadım sadece yemek veriyorlardı. İzin belgemiz olmadığı için bir şey yapmıyorduk. Şimdi ev arkadaşlarım gibi tekstilde çalışıyorum. İp kesme ve kumaş boyama yapabiliyorum. Sabah, akşam sürekli çalışıyoruz.

  • Memleketinizde hangi işi yapıyordunuz?

S: Ben buraya uzun zaman önce geldim ama Suriye’de fırında çalışıyordum. Çalıştığım fırın marketlere ekmek gönderiyordu, çok büyük ve tarihi bir fırındı. Pita, lavaş ve pide burada da çok fazla satılıyor.

E: Boya yapıyordum. Dükkânlarda tabela ve duvar boyalarını çok yaptım. Bazen evleri de boyuyordum. Orada tanıyanlar boyalarını bana yaptırırdı. Yapmayalı uzun zaman oldu. Türkiye’ye gelirken çok uzun yollardan geçtim. Gelirken hep boyacılık yapma hayali kurdum ama olmadı.

  • Şimdiki iş hayatınız ve aldığınız ücretler hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

S: Şimdi İstanbul’da çalışıyorum ama sürekli farklı işlerde çalışıyorum. Aynı parayı almıyoruz. Ben, günlük sabah 07:00 ile akşam 22:00 arası çalışıyorum. Aylık genel olarak 2000 kazanıyorum. Ek işlerle bazen 2500 oluyor. Haftanın her günü çalışıyoruz.

E: Çalıştığım işin maaşları ayın başında yatıyor. Ne kadar çok çalışırsak o kadar çok alabiliyoruz ama çok fark etmiyor. Ben sabah 07:00 ile akşam 20:00, 21:00 arası çalışıyorum. Pazartesi günleri mesai saatleri artıyor. Maaşımız 2800, bazen biraz fazla oluyor ama çok nadir yükseliyor. Mesela ilk geldiğimizde iki ay biz çok düşük maaş aldık. Hatta ilk ay maaşlarımızı hemen vermediler.

  • Bakmakla yükümlü olduğunuz kişiler var mı?

S: Abim evli onunla beraber kalıyorum. Burada beraber geçiniyoruz. Ev kiraları çok yüksek, yeğenlerim var. Suriye’de evli kız kardeşlerime de para gönderiyoruz.

E: Afganlar genellikle ailelerine para gönderirler. Ben de gönderiyorum tabii ama burada kimseye bakmıyorum. Buradan annemlere ve kardeşlere para gönderiyorum ama her ay gönderemiyorum. Onların durumları şu an hiç iyi değil, onlar için çalışıyorum.

  • Maaşlardan memnun musunuz?

S: (Gülüyor) Biz çok çalışıyoruz çünkü başka yolumuz yok. Maaşlar çok az. Ev kirasına ve yemeğe gidiyor. Bazen yol parası vermemek için yürüyorum.

E: Maaşlar çok az. Çok yoruluyoruz ama yetmiyor. Maaşlarımızı vermemelerinden çok korkuyoruz. Bazen maaşlar çok gecikiyor, bazen sadece yarısını veriyorlar, düzenli değil.

  • Kendinizi yabancı, Türk işçilerden farklı hissettiğiniz zamanlar oldu mu?

S: Oluyor. Bazı kişiler Suriyelilerin çok fazla para aldığını sanıyor. Öyle değil. Bizi, Suriyelileri çok çalıştırıyorlar ama bazı Türk işçileri öyle çalıştırmıyorlar. Hepimiz aslında çok çalışıyoruz ama bazen patronlar, para verenler bize daha az para veriyorlar bunu biliyoruz.

E: Evet hep oluyor. Mesela şu an çalıştığım teksti atölyesine hiç Türk işçi almıyorlar. Çünkü hiçbirisi bu maaşı kabul etmiyor ya da resmi (sgk’yı kastediyor) istiyor. Afganları işçi olarak görüyorlar.

  • Türklerin size karşı davranışlarından memnun musunuz?

S: Bazıları çok iyiler bazıları farklı davranıyor. Her yerde böyle oluyor. Hepimiz aynıyız bazıları kendilerini daha üstün görebiliyor ama genel olarak elhamdülillah… Bir kere uzun süre önce otobüse bindiğimde kartımı unutmuştum, şoför beni dilenci sandı, otobüsten indirdi. Suriyelileri öyle görüyorlar. Hem iyi hem de kötü insanlar var. Geçen yıllarda daha kötü davranıyorlardı ama alıştık. Türkiye’de çok iyi insanlar da var tabii.

E: Ben çok farklı, yanlış şeyler gördüm. Afgan olduğumu anlayınca kötü bakıyorlar. En çok patronlar, sanki onlara çalışmak zorundaymışız! Köle gibi düşünüyorlar. Bizim maaşlarımızı vermediklerinde biz bir şey demekten çekiniyoruz çünkü kızıyorlar, tehdit ediyorlar. Bazen “Gidin ülkemizden!” diyorlar arkamızdan. Benim gibi Türkçe bilen Afganlar anlıyorlar ama şu ana kadar karşılık vereni görmedim. Bir de bizi terörist sanıyorlar. (Gülüyor) Irkçılık yapan çok kişi var. Sanki yaratıkmışız gibi bakıyorlar. (Gülüyor) Biz evde beş erkek kalıyorduk. Bizim ilaç (uyuşturucu kastediliyor) sattığımızı iddia edip polis çağırdılar, evi aradılar. Evde yataklardan başka bir şey yoktu, polisler de şaşırdılar.

  • Belirli devlet veya özel kurumlardan yardım almayı tercih ettiniz mi?

S: Türkiye’ye ilk geldiğimizde abim devlete başvurdu. İsmini hatırlamıyorum, yardım alamadık ama bilmiyorum o zaman biraz karışıktı. Yardım almıyoruz.

E: Hayır hiç para almadım, bazı yerlerde yemek dağıtımlarına gidiyoruz ama her zaman gidemiyoruz. Çorba, pilav, tavuk gibi yemekler veriliyor.

  • Son olarak, iş hayatında neyin değişmesi sizi mutlu ederdi?

S: Hep çalışmak istemiyorum. Hiç tatilim yok, bazı günler gezmek isterdim. Maaşlar biraz daha yükselse çok güzel olur. Elhamdülillah.

E: Ben bize kötü davransınlar istemiyorum. Çalışırken normal çalışmak isterdim. Patronlar bazı zamanlar iş saatlerini uzatıyorlar. Maaşlarımızı vermediklerinde işten atarlar diye bir şey diyemiyoruz, keşke böyle olmasaydı. Bunlar değişsin isterdim.

  • Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son eklemek istediğiniz bir şey var mı?

S: Rica ederim. Son olarak eğer evimizde savaş olmasaydı buralara gelmeyecektik. Bazı insanlar “Neden gidip savaşmıyorsunuz?” diyor, peki bizim ailelere kim bakacak? Onlar hep perişan oluyorlar. Herkesi kaybettik, yaşamak istediğimiz için geldik.

E: Ben teşekkür ederim. Allah hepimize hayırlı bir hayat nasip etsin. Son olarak, kötü davranmasınlar, terörist demesinler, bizler insanız.

Çeviren, Röportaj sahibi: Nurbanu Gün

Devamını Okuyun

GÜNDEM