Connect with us

Köşe Yazıları

Şûra Sûresinde Direniş ve Dayanışma Ahlâkı

Yayınlanma:

-

Şûra sûresinde direniş ve dayanışma ahlâkını/fıkhını işleyen hârikulâde bir bölüm var.

Bu bölüm belki de sûrenin en meşhur bölümüdür ya da bu bölümde yer alan kimi ayet ve kavramlar İslam tarihi boyunca, bir yandan da çağdaş dönemde tartışmalara sıkça mevzubahis olmuştur.

Sûreye adını veren “şûra” kavramı tartışmaların özünü oluşturmaktadır. Yukarıdaki paragrafta özellikle çağdaş dönemde bu bölümün sıkça tartışıldığını söylemiştim; özellikle Müslümanların, İslamcılığın yaşadığı krizlerin ele alındığı her tür düşünsel faaliyette mesele kaçınılmaz olarak “şûra” kavramına gelmiştir.

Batı karşısında yaşanan büyük, köklü ve sarsıcı mağlubiyetlerin ardından yine Batıya gerek fikrî düzeyde cevap yetiştirme, gerekse de mağlubiyetten bir an önce kurtulma kaygısı “şûra” kavramına kilit bir rol yüklenmesine sebebiyet vermiştir: Hanedanlıklar ve saltanat rejimlerinden kurtularak nasıl özgürleşecek; ilim, fen ve siyaset yolunda Batı gibi nasıl yol alacaktık? “Şûra” kavramı, Batı benzeri bir demokratikleşme sürecini bize armağan edecek miydi?

“Şûra” kavramını bağrında mayalayan Şûra sûresi ne diyordu bu duruma peki? Hangi bağlam ve bütüne bu kavramı yerleştirmişti?

Sûrenin 36. ayeti dünya hayatının, dolayısıyla ona bağlı zevklerin geçici olduğunu, Allah katında olanın ise daha iyi ve kalıcı olacağını beyan ediyor. Ardından da bu kalıcı ödül ve nimetlerin kimlere verileceği sıralanıyor.

Burada geçici olanla kalıcı olan arasındaki açık karşıtlık ve kalıcı olanın gaybî alanda vâr olacağına dönük metafizik vurgu dikkat çeker ve bu durum İslamî siyasetin membaını işaret eder. Tam olarak bu noktayı, bu mühim ve çarpıcı hususu işaretlememiz gerekmektedir. Bu hakikatin siyaset felsefesi tartışmalarında benzeri yoktur.

36 ile 43 arasındaki ayetleri bir bütün hâlinde okuyup değerlendirince ortaya çıkan siyasal kavrayışın imlediği direniş ve dayanışma ahlâkı perspektifiyle 37. ayetten itibaren sıralanan davranışlara bakalım. Bu davranışlar hep 36. ayetin ikinci bölümüne dönecek ve Kur’an tarafından ahiretteki kalıcı nimet ve ödülleri kazanma vesileleri olarak sunulacaktır.

İlk vesile 37. ayette sunulur: “bağışlanmaz günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınanlar ve öfke bastığında da kolayca affedenler [için][1]

38. ayette iç içe geçmiş prensipler, geniş bir ahlâk temeline oturtulmuş ilkeler bir arada verilir. “Rabbin çağrısına kulak vermek (Bu düstûr kulluğun tümünü ihata eden bütüncül bir vurgu olarak algılanmalıdır.) ve salâtta dikkatli ve devamlı olmak” bu ayette öncelikli olarak dillendirilir. Bir insan önce Allah’ın çağrısına kulak verir, O’nun mü’mini olur. Sonra onun razı olacağı bir kulluk düzeni/sistemi için mücadele eder. “Salat” kavramı o bütünü ifade eden mucizevi bir kavramdır ancak kendisine tarihsel akışta operasyon yapılmış, çok büyük çoğunlukla sadece “namaz” olarak karşılanmıştır. “Salât”ta dikkatli ve devamlı olmak dâimî biçimde teyakkuz durumunda olmayı, ayetlerin daha sonra sıralayacağı ilkeler bahsinde görüleceği üzere “direniş ve dayanışma” hâlini ikame edip yaşamsallaştırmayı ifade eder.

Rablerinin kalıcı ödül ve nimetine kavuşmaları için mü’minlerin yapmaları gerekenler sıralanırken sıra “şûra” kavramına gelir ancak bu kavram öncesi ve sonrasında gelen ayetlerden çıkarılması gereken “direniş ve dayanışma” ile vücut bulacak “salât”, amacına matuf olarak algılanmalıdır. Bunu tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor.

Bir siyasal anahtar kavram olan “şûra”nın metafizik bağlamda ele alınması bence yazının girişinde de vurguladığımız üzere siyaset felsefesi/teorileri bağlamında yürütülen tarihsel bütün tartışmalarda seçkin bir yerde durmaktadır. Ahiretteki kalıcı ödül ve nimetlere ulaşmanın şartı “şûra”ya inanmak ve onu pratize etmektir.

Bu durumda siyasal pozisyon almak imanın ve ahiretteki kalıcı nimetlere ulaşmanın şartlarındandır.

“Şûra”nın bu denli öne çıkan merkezîliği bir yandan şaşırtıcı, öte yandan bölümdeki ayetler toplamında tasvir edilen tevhidî direniş ve dayanışma hattı için normaldir. 37. ayetteki “bağışlanmaz günahlar”dan ve “hayâsızlık”tan kaçınma vurgusundaki temel ahlâkîlik şartı ile toplumsal mücadele hattındaki kişilerin  “öfke bastığında kolayca affedenler”den olmaları arasında kopmaz ve bütünleyici bir bağ vardır. Bu bağ, toplumsal mücadele sorumluluğunu taşıyanları pek tabii olarak “şûra”ya götürür. İşte o zaman iman tekâmül etmeye başlar.

Ele aldığımız bölümde 36. ayetten sonra gelen bütün ayetlerdeki ilke ve vesileler hep 36. ayette vurgulanan kalıcı nimetlere ulaşmanın şartıdır. Burada bir aşamalılıkla karşı karşıya kaldığımız unutulmamalıdır. Temel ahlakî duruşu kuşanıp toplumsal mücadele içinde hangi amaca doğru, hangi ilkelerle yürünüleceği kayıtlanmıştır. “Salât”a giden yolda diğer kardeşleriyle “şûra” mekanizması çerçevesinde yola koyulmuş, seyrüsefer öncesi ve sırasında nefsini terbiye etmiş, mücadele hattı boyunca yol arkadaşlarına ve muhataplarına karşı öfkesini kontrol altına alabilmiş, şirk ve zulümden, zina ve katlden uzak durmuş, “infak” ile dayanışma sorumluluğunun zirvesine yükselmiş mü’minlerin tablosu bu anlatımda belirginlik kazanmaktadır.

“Şûra” kavramına ve kavramın işlevine tekrar dönmek kaydıyla devam edelim. Bütün bu birlikteliğin esas itibariyle odaklandığı, tabiri caizse bam teli mesabesindeki menzil 39. ayetteki vurgu olmalıdır: “(36. ayette vaat edilen kalıcı nimetler) … bir zorbalık ile karşılaştıkları zaman kendilerini savunanlar [için](dir).

Bütün bu ayet toplamının ıslah maksatlı, ıslahın büyük parça ve basamağının ise direniş hâli olduğu böylece Kur’an tarafından tespit edilmiş bulunuyor. Zorbalığa, zulme, baskı ve sömürüye karşı direniş haktır ve ahiret günü kalıcı nimetlere ulaşmanın şartıdır. Direniş, “salât”a giden yolda kaçınılmazdır, belki “salât”ın bizzat kendisidir, muhakkak ve ancak “şûra” ile ikame edilip sevk ve idare olunabilir. Bütün bu halkaların oluşturduğu zincir iman edenleri cennetteki kalıcı nimetlere ulaştırır.

Bu yürüyüşün ya da benzetmemizden mülhem halka halka oluşun büyük bir hassasiyetle icra edilmesi gerekir yoksa kalıcı nimetlere ulaşmak mümkün olmaz. O hassasiyetin çerçevesi de 40. ayette çizilmiştir Rabbimiz tarafından ve direniş ahlâkının zirvesidir, benzeri yoktur: “Ama [unutma ki,] kötülüğü cezalandırma [teşebbüsü] de, bizâtihî bir kötülük olabilir; o halde, kim [düşmanını] affeder ve barış yaparsa mükâfatı Allah katındadır, çünkü O, zalimleri sevmez.”

Demek ki “salât”a giden yolda “şûra” kılı kırk yaran hassasiyetlerle gerçekleşmelidir. Omuz omuza vermiş, infakla dayanışmanın zirvesine ulaşmış bütün hırs ve intikam arzularından arınmış, hem yoldaşlarına hem de muhataplarına öfkeyle muamele etmeyen, kendi ahlâkî bütünlüğünü ikmal ederek örnekliğini yetkin bir şekilde inşa edebilmiş öznelerin “şûra”sı, adalet ve hakkaniyetin ideal seviyesini amaçlamalıdır. İnsanlığı kurtaracak, Hz. Peygamber’in eşsiz bir şekilde modellediği merhamet ve adaleti sergileyecek tutum “şûra” tarafından ısrarla en önde tutulacaktır.

Şûra sûresi 40. ayette dikkat çekilen hassasiyet modern dönemde sanırız ki en çok Aliya İzzetbegoviç tarafından temsil edilmiştir.[2] Zalim düşmanın kötülüğünü intikamcı bir hırsla kuşanmayı reddeden ve nefislere ağır gelse de ahlakilik hassasiyetinde ısrar eden ve bunu bir örneklik olarak Müslümanlara armağan eden Aliya’nın tavrı insanlığın semasında bir yıldız gibi parlamaktadır.

Kendini direniş örgütü, hareketi ya da çevresi olarak tanımlamış herkes ancak bu hassasiyeti hayata geçirebildiği ölçüde ahlaki üstünlüğü ele geçirebilecek ve mutlak sûrette bütün tezvirat ve kara propagandaya galip gelecektir. Ahlaki üstünlük yitirildiği ve direniş zulüm üretmeye başladığı an insanların bellek ve vicdanında hakikat ağır bir yara alacaktır. Bu yaranın kolay kapanmayacağı ve düşmanın açtığı yaradan çok daha fazla kanayıp bünyeyi tahrip edeceği açıktır. O nedenle “şûra” bu minvalde aşırı duyarlı bir sinir ucu toplamı olmalıdır.

Bütün duyarlılıklara rağmen haklı bir direniş kimi çevrelerce mahkûm edilmek istenebilir oysaki zulme karşı direniş haktır! Bunu 41 ve 42. ayetler teyit eder: “Zulme uğradıklarında kendilerini savunanlara gelince; onlara hiçbir suç isnat edilemez ancak [başka] insanları baskı altına alan ve yeryüzünde gaddarca davranarak her türlü haksızlığı yapanlar suç işlemişlerdir: onları şiddetli bir azap beklemektedir.

Bölümün sonundaki 43. ayet, ahlakî hassasiyeti zirveye çıkarmaktadır. Burada, “sıkıntıya göğüs germe ve affetmenin gönülden istenen bir davranış olduğu”nu beyan eden Rabbimiz direniş ve dayanışma ahlâkını vahiyle çerçevelemektedir. Zulme karşı direnişin sinir ve tahammülleri tahrip edip zayıflattığı bir aşamada mü’min örnekliğine gölge düşürmeyecek bir tutum tavsiye edilmekte, af ve bağışlama rejiminin insanlık için tek hakiki kurtuluş olduğunun altı çizilmekte, böylece cennetteki kalıcı nimet ve ödüllere ulaşmanın bir başka mümkün yolu gösterilmektedir.

Direniş ve dayanışma ahlâkının “şûra” kavramını merkeze alarak büyük bir ahlâkî hassasiyetle ilerleyen yapısı bölüm boyunca hep 36. ayete irca olunan gaybî bağlanışla ilintilendirilmektedir, bunu görmüş olduk. Dolayısıyla temel siyasal bir organizasyon ya da anlayış olarak “şûra”, temel ibâdî bir yükümlülüktür, bu bahiste benzeri yoktur. İman ve teslimiyetle ilgilidir, doğrudan ahirete dönük sonuçlar doğurur. Şûra sûresindeki ölçülere göre “şûra”ya katılmak ahiretteki kalıcı nimetlere ulaşmanın şartıdır, her mü’min için Rabbimizin, ifa edilmesi gereken temel buyruklarındandır. Bütün diğer emirlerle doğrudan aynı seviyededir.

Demokrasi ve “şûra” tartışmalarında ihmal edilen temel yönler bu değerlendirmeler ışığında gün yüzüne çıkmış olmalıdır. Her mü’minin doğrudan dâhil olduğu ve neticesinde ahiretteki kalıcı nimetlere ulaşmayı mümkün kılacak ıslahı hedefleyen direnişi dayanışmayla örgütleyen bir işleyiş mekanizması olarak “şûra” bütün siyaset teorilerinin ötesinde, bambaşka bir yerde durmaktadır.

Hayatın ifsada karşı bir ıslah yükümlülüğü içinde seyreden çizgisi içinde devredilemez sorumluklar bahsinde sıralanan ve birbirleriyle irtibatlandırılılarak zincir kılınan halkalar ancak dev bürokratik devlet mekanizmalarının dışında ve hatta onlara rağmen, küçük ama dayanışma ve ittifakı önemseyen birim ya da topluluklarla mümkün kılınabilir. Hantal bürokratik, siyasal mekanizma ve yapıları bir arada tutmak ancak diktatörlüklerin işidir.

Ahiret yurdundaki kalıcı nimetlere ulaşmanın yol ve yöntemlerini direniş ve dayanışma ahlâkı ilkeleriyle sunan Şûra sûresindeki bu bölümle ilgili yazımızı sûrenin başka bir pasajındaki çarpıcı ilkeyi içeren şu iki ayeti ekleyerek bitirelim:

İmana erip doğru ve yararlı işler yapanları ise [cennetin] çiçek dolu bahçelerinde [bulacaksın]; onlar Rablerinin katında diledikleri her şeye sahip olacaklardır: [ve] bu, büyük bir lütuftur, ki Allah onu iman edip doğru ve yararlı işler yapan kullarına bir müjde olarak vermektedir. De ki, [ey Muhammed]: “Bu [mesaj] karşılığında sizden yol arkadaşlarınızı sevmenizden başka bir şey beklemiyorum”. Kim güzel bir iş yap[ma erdemine ulaşır]sa ona daha büyük güzellikler bağışlarız: ve gerçek şu ki Allah, çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verendir. (Şûra, 22-23)

Burada, üzerinde tefekkür ettiğimiz ayet grubundaki direniş ve dayanışma ahlâkına bir başka kıymetli ilke ekleniyor. Ahiretteki kalıcı nimetlere ulaşmak için yol arkadaşını sevmek, onunla her dâim dayanışma hâlinde olmak!

[1] Uzak durmanız emredilen büyük günahlardan kaçınırsanız, [küçük] kusurlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir meskene yerleştiririz. (Nisâ, 31)

[2] Düşüncesi ve Pratiğiyle Aliya İzzetbegoviç, Oğuz Bingöl, Tasfiye dergisi, sayı: 56

 

8 Şubat 1974’te Niksar’da doğdu. Niksar İmam-Hatip Lisesi’nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Kurucu ve yöneticilerinden olduğu TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen bünyelerinde yer almakta ve 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye edebiyat-düşünce dergisinin editörlüğünü yürütmektedir. 2020 yılında kurulan YeniPencere.com sitesinde editörlük ve yazarlık çalışmalarını sürdürmekte ve 1996’dan bu yana edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Eserleri: Yüzümüzü Ağartan (öykü, 2006), İlim Yayma’nın Penceresi (anı, 2012), Kar Kesilen (öykü, 2020), Kiralık Meydan (öykü, 2020), Ferhat’ın Şemsiyeleri (öykü, 2020), Halkada Duranlara (şiir, 2022)

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Köşe Yazıları

Erem Şentürk Neden Mahkemeye Gelmiyor?

Yayınlanma:

-

Erem Şentürk

Ben, Erem Şentürk adını, kendisi Filistin dostlarına hakaret edene dek hiç duymamıştım.

Açıkçası ağır eleştirilerde bulunmakla yetinse, haddi aşıp hakaret etmese hiç umursamazdım. Ciddiye alınacak bir insan olduğunu düşünmüyorum.

Kendisini gazeteci olarak tanıtan nice insanın sosyal medya hesapları üzerinden ne amaçlarla, neler yaptıkları akıl ve vicdan sahibi herkesin malumudur.

Bu şahıs, yaklaşık yarım milyon takipçi üzerinden kamuoyuna kişisel yargılarını boca ederken Filistin dostlarına fotoğrafta görüldüğü üzere iftira ve hakaret etti.

Elbette kötü söz sahibine aittir. İki defa, yani ısrarla hakaret ettiği için şikâyetçi olundu ve kendisi hakkında Trabzon 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “hakaret” suçunu işlediği gerekçesiyle dava açıldı.

Özür dilemedi, uzlaşmaya yanaşmadı, hakaret ve iftira içerikli paylaşımlarını da hâlâ silmedi.

Böylesi “dik duruşlu”(!) bir arkadaştan ne beklersiniz?

Mahkemeye gelmesini, savcının hazırladığı iddianameye katılmadığını, kimseye hakaret etmediğini, dolayısıyla suçsuz olduğunu beyan etmesini; öyle değil mi?

Öyle olmadı, olmuyor.

Niyeyse, nasılsa Erem Şentürk’e ulaşılamıyor.

İki duruşma geçti, kendisi ortalarda yok. Hâkim, savcı, müşteki ve vekili de dâhil mahkeme heyeti iki duruşmadır bekliyor.

Savcı, müşteki ve vekili, yaptığı paylaşımın hakaret suçunu oluşturduğunu biliyor.

Bilgisayar başından kalkıp sanık kürsüsüne geçmesi ve kimin “kahpe” olduğunu izah etmesi gerekiyor.

3. duruşma, 8 Temmuz saat 09.35’te.

İnsan merak ediyor: Koskoca Asliye Ceza Mahkemesi iki duruşma geçmiş, aylardır Erem Şentürk’e neden ulaşamıyor?

Yoksa kendisi tebligatı almaktan mı kaçınıyor?

Yoksa kendisi resmi yollardan ulaşılmaya kapalı mı?

Yoksa sosyal medya üzerinden mi tebligat bekliyor?

Mahkemeye dilekçe verdik ve “adresinin tespit edilebilmesi, çağrı yapılabilmesi ve yargılamanın ilerleyebilmesi için ifadesi alınmak üzere sanık hakkında yakalama kararı çıkartılmasını” talep ettik.

Bekliyoruz.

Ne Olmuştu?

7 Ekim 2023 tarihinde, içinde bulunduğumuz yüzyılın en büyük trajedilerinden biri ve birincisi, Filistin’de yaşanmaya başlandı: Gazze Soykırımı. Türkiye, soykırımı durdurmak için elindeki imkânları neredeyse hiçbir şekilde kullanmaya yanaşmayınca 10 Mart 2024 tarihinde Direniş Çadırı çağrısı ile Türkiye’nin 25 ilinde toplanan insanlar, iktidardan somut adım talebinde bulunan basın açıklamaları yaptı. Gazze’de soykırım olanca vahşetiyle devam ederken, Direniş Çadırı, iki hafta sonra çağrısını büyüterek 30 ilde sokağa çıktı. Göstericiler “İsrail’le Ticaret İnsanlığa İhanet” sloganı ile seslerini yetkililere duyurdular.

Erem Şentürk Ne Demişti?

erem şentürk

Erem Şentürk, Direniş Çadırı’nın “İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet” sloganıyla yaptığı protesto gösterilerinde bulunan Filistin dostlarına hakaret etmişti.

Erem Şentürk, Direniş Çadırı çağrısını takipçilerine duyuran Daily Islamist adlı hesabın, “Yarın 30 ilde eşzamanlı olarak “İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet” sloganıyla protesto gösterileri düzenlenecek.” paylaşımı üzerine aşağıdaki twiti attı.

“Hiç lafı eğip bükmeden söyliyeyim: Bu kahpeler yine her zamanki gibi Filistin maskesiyle Müslümanlara saldırmayı, başa bela olmayı fitne fesat çıkarmayı planlıyorlar. 28 Şubat belası yaşanırken Nurettin Şirin, “Kudüs Gecesi” gecesi diye bir operasyon çekmişti. Sokağa tanklar davet edilmişti ve vesayetçi hainler Türkiye işgal provası yapmıştı, Daha sonra “Sincan Belediye Başkanı Refah Partili Bekir Yıldız yaptırdı” demişti. Aşağıda Filistin destek maskeli fitne fesat işini yine Nurettin Şirin organize ediyor.”

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Filistin Dostlarına Gözaltında Çıplak Arama

Yayınlanma:

-

Bu yazının  fotoğrafında gördüğünüz kısa basın açıklaması, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi (x) hesabından 10.04.2025 tarihinde çıplak arama iddialarına ilişkin olarak kamuoyuna duyuruldu.

Bu, kurumsal ağırlıktan yoksun, parmak sallayan “atarlı giderli” açıklamada bahsi geçen hususların gerçekliğini irdelemek istiyorum.

“TRT World Forum” adlı programda Cumhurbaşkanına soru sormaya çalışırken engellenip yaka paça salondan çıkartılan ve aynı zaman dilimi içinde Kongre Merkezi önünde yine barışçıl protesto gösterisinde bulunan Filistin dostlarından 9’u gözaltına alınmış, tutuklanıp hapse atılmıştı.

Bu 9 kişinden 7’si kadındı ve gürültü, bu suçsuz kadınların önce Emniyet Müdürlüğü’nde, ardından sevk edildikleri Silivri Cezaevi’nde çıplak arama adlı işkenceye maruz kaldıklarının duyulmasıyla koptu!

2012-2020 yılları arasında Türkiye’de pek çok F Tipi Cezaevinde farklı siyasi davalardan mahpus onlarca insanı ziyaret etmiş bir avukat olarak cezaevinde çıplak arama uygulamasının rutin bir aşağılama yöntemi olarak yaygın biçimde uygulandığını biliyordum.

Bu satırları kaleme almadan önce cezaevinde çok uzun yıllar kalmış bir mahpusu aradım, ona da sordum. Bana iki yıl öncesine kadar bunun standart bir uygulama olduğunu aktardı. İlk girişte ve çeşitli sebeplerle farklı cezaevlerine her nakilde mahpuslar çıplak aramaya maruz bırakılıyorlar. Hatta 2005 yılında Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevi’ne nakledildiğinde yaşadığı bir olayı anlattı.

Gardiyan kendisini çıplak arama boyunca kameraya almış. O da bu “katmerli aşağılama çabası”nı protesto amacıyla zafer işareti yapınca aralarında hırgür yaşanmış.

Cezaevlerinde bu işkence son iki yıla kadar kesinlikle rutin bir uygulama! (İki yıl içinde insan hakları açısından devrim niteliğinde bir gelişme yaşansa sanırım haberim olurdu!) Bu kısmı geçiyorum.

Peki, Emniyet Müdürlüklerinin nezarethanelerinde bu tür işkenceler yapılıyor mu?

AKP iktidar olduğunda işkenceye karşı sıfır tolerans politikası ile ciddi bir iyileşme yaşanmıştı. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında bu kazanımlarda kesin ve keskin zayiatlar yaşandığı bilinen bir gerçek. Düşmanlaştırılan, kamuoyu önünde aşağılanan insanlara gözaltında çok kötü muameleler yapıldı ne yazık ki! OHAL içindeydik. (O halden çıkıldı mı sahiden?)

Kadınlara, kızlarımıza gözaltında çıplak arama neden infial yarattı peki? Buna kendimce şöyle bir cevap kotarıyorum:

  1. Bu insanlar Gazze’de soykırım yaşanırken silahsız, saldırısız, barışçıl yöntemlerle iktidardan adım atmasını talep ettiler. Tümüyle suçsuz ve masum olmakla birlikte kendi menfaatleri için değil, topluca yok edilmek istenen bir halk adına, Allah rızası için öne atılmışlardı.
  2. İktidar içeride ve dışarıda Filistin davasının hâmisi pozları keserken Filistin dostlarını (Cumhurbaşkanı korumaları marifetiyle) haksız yere darp ettiriyor, gözaltına aldırıyor ve o hışımla bu göstericiler hem emniyette hem de bir hafta kalmadan salıverilecekleri cezaevinde çıplak aramaya maruz kalıyorlardı. Yargılanmış ve suçlu bulunmuş değillerdi, ki böyle olsa bile çıplak arama, insanın onurunu kırmak için yapılan, tasarlanmış bir aşağılama yöntemi, bir işkence! (İstisna olarak uygulanmasının özel şartları ayrı bir yazının konusu.)

Emniyette ve cezaevinde sistematik olarak çıplak aramaya maruz kalmış 7 kadın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 09.12.2024 tarihinde dört avukatın imzasıyla sunulmuş 21 sayfalık suç duyurusu dilekçesinde yaşadıklarını ayrıntılı olarak anlattılar.

Yazıyı, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nde yaşanan çıplak arama işkencesinin aktarıldığı o pasajı doğrudan alıntılayarak bitireceğim; siz okuyucularımızı gerçeklerle baş başa bırakarak!

ciplak-arama-roportaji

Gözaltına alınan Filistin dostlarının yaşadıkları çıplak arama ve kötü muamele ile ilgili verdiği röportaj, Emniyet Genel Müdürlüğünün talebi üzerine geçtiğimiz günlerde yayından kaldırılmıştı.

Öncesinde yanıtlanması gereken büyük bir soru var:

Emniyette işkence gerçekse bunun iftira olduğunu öfkeli bir dille beyan eden Emniyet Genel Müdürlüğü, müfteri durumuna düşmüyor mu?

Kararı okuyucuya bırakıyorum.

Ben bu davanın avukatlarından biri olan Adem Bingöl’ü aradım ve ona şunu sordum:

“Filistin dostları nezarethane çıplak aramaya maruz kalmışlarsa avukatları huzurunda alınan ifadelerinde bu iddiaları neden dile getirmediler?”

Cevabı şu oldu:

“Olayın şoku vardı. Korku ve baskı altındaydılar. İlkin gelen avukatlar erkekti ve bunun da etkisiyle anlatmaya çekindiler.”

Filistin dostlarının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde ve Silivri Cezaevinde maruz kaldıkları hukuksuzluklara ilişkin bahsini ettiğim suç duyurusunda sıralanan suçlar şunlar:

İşkence, Nitelikli Kasten Yaralama, Cinsel Taciz, Hakaret, Tehdit, Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi ve Görevi Kötüye Kullanma!

Bu suçların soruşturulacağına inanan kaç saftrik var bu ülkede?

İşkence ve Cinsel Taciz Boyutunda Çıplak Arama

EGM, öfkeli bir dille algı oluşturmaya dönük yalan yanlış beyanla “kamuoyuna saygıyla duyursa” da çıplak aramaya ilişkin gerçekler, yüzleşmek isteyenler için ortada duruyor:

“Müvekkiller, nezarethaneye girişleri yapılmadan önce ilk olarak aynı katta bulunan camlı küçük bir odaya alınmışlardır. Odada bulunan üç kadın polis memuru, müvekkillerin başörtülerini ve kabanlarını çıkartmalarını söylemiştir. Üstlerinde tişörtleri ve pantolonları kalan müvekkillerin burada üst araması yapılmış, saçları açılarak aranmış ve ayakkabı bağcıkları alınmıştır.

Devamında nezarethane bölümüne girişi yapılan müvekkiller burada bir bölümü perde ile kapatılmış küçük bir odaya teker teker alınmıştır. Küçük oda içerisinde bulunan sarışın, 1,65 – 1,68 boylarında, saçları omuz hizasında, hafif kabarık saçlı, ön dişleri belirgin, hafif kilolu bir kadın polis memuru müvekkillerin kıyafetlerini tamamen çıkarmalarını söylemiştir.

Vücutlarının belden aşağı kısımlarında tayt ve külotlu çorapları, vücutlarının üst kısmında ise yalnızca iç çamaşırları kalacak şekilde kıyafetleri çıkartılan müvekkillere dokunmak suretiyle üst araması yapılmaya başlanmıştır.

İlgili polis memuru müvekkillerin alt ve üst iç çamaşırlarının içerisine iki elini birden sokmak ve gezdirmek suretiyle dokunarak arama işlemi gerçekleştirmiştir.

Müvekkiller ısrarla işbu uygulamaya itiraz etmiş fakat ilgili polis memurunun aşağılayıcı, onur kırıcı sözlerine maruz kalan müvekkillerin itirazları karşılıksız bırakılarak zorla çıplak arama işlemi yapılmıştır.”

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Bir Hak mıdır?

Yayınlanma:

-

10 Nisan Duruşma Eylemi

“Bu nasıl bir soru böyle, elbette ki haktır!” diyeceksiniz.

Doğru, haktır. Hatta anayasal güvence altındaki bir haktır. Gel de bunu polislere, polislere talimat verenlere anlat!

O kadar sık ve hoyratça ihlal ediliyor ki bu hak, işte bu yazı ile isyan ediyorum bu apaçık zulme.

— Direniş Çadırı (@direniscadiri) April 10, 2025

Dün, 10 Nisan’da Ankara Adliyesi’nde bu hakkı ihlal edilen göstericiler, uyduruk sebepler gerekçe gösterilerek yargılandıkları davanın ilk duruşmasına katıldılar.

Duruşma Salonu Önünde Filistin Dostları

Haksız yere yargılanan Filistin dostlarıyla dayanışmak için duruşma salonu önündeydik.

Ardından Mısır Konsolosluğu önünde bir basın açıklaması ve protesto yapmak istediler.

Mısır devletinin, Refah Sınır Kapısını açarak Gazze’de soykırım ve açlık ile imtihan olan insanlar için gönderilen yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırması çağrısında bulunuyorlardı.

Sertliği ile bilinen Ankara polisi yine göstericileri kasıtlı olarak gerdi, taciz etti, darp etti ve gözaltına aldı.

Bunun adı sertlik değil sadece, ayrıca serserilik de!

“Arkadaşlar, süpürün bunları!”

Görüntülerde, yine barışçıl gösteri hakkını kullanan, çoğu kadınlardan oluşan küçük bir gruba haksız ve hukuksuz olarak müdahale eden polisleri görüyoruz. Bir polis, eline megafonu almış, kaldırıma sıkışmış kadınlar için arkadaşına hiddetle sesleniyor: “Arkadaşlar, süpürün bunları!”

Polise bak! Allah rızası için işini gücünü bırakmış, açlıktan ölen çocuklar için çabalayan, barışçıl gösteri yapan, savunmasız kadınlar için, “Süpürün bunları!” diye talimat veriyor.

Yazıklar olsun senin insanlığına! Ellerinde pankartlarla mazlumlar için çare arayan bu insanlar haşere mi? Sen kimsin ve neyi, kimi süpürüyorsun? Aklınca o insanları aşağıladığını sanıyorsun. Bu iğrenç üslup ve yaklaşımla aşağıladığını sandığın o insanlar, senin kendi ülkenin vatandaşları!

Kirli dil ve üslubunla, zorba tavrınla aslında kendi karakterin hakkında kameralar önünde kanaatini beyan ediyorsun, haberin yok!

Bir Allah’ın kulu bu şikâyetimi Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne ulaştırırsa sevinirim. Memurlarınızı çirkefleşmemeleri, edepli, ahlaklı, birazcık nazik olmaları konusunda uyarır mısınız?

İnsan sormadan edemiyor: Herkesin içinde kadınlarımız, kızlarımız için “Süpürün bunları!” talimatı veren polis, onlara kuytuda neler yapmaz? Nasıl emin olacağız? Mesela kuytuda bir yerde bir polis amiri gaza gelmiş erkek polislere “mıncıklayın bunları” şeklinde talimat verse, bu tacizin nerede ve ne şekilde sona ereceğinden nasıl emin olacağız?

Ankara polisi sertliği ile meşhurmuş. Aman ne güzel bir nam!

Bu işin Ankara’sı, İstanbul’u yok!

Hak ve hukuk var!

10 Nisan Duruşma Eylemi

Barışçıl toplantı ve gösteri hakkı anayasal güvence altındadır, engellenemez.

2911 Sayılı Kanun Neyi Düzenliyor?

Anayasa, madde 34 açık: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

2911 sayılı kanun, bu anayasal hak ışığında düzenlenmiş. Ne var ki bu kanuna, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu‘na, göstericilerden çok daha fazla yerde, çok daha fazla kere polislerin muhalefet ettiğine şahit oluyoruz.

Bu yasaya aykırı davranan onlar, gelin görün ki darp edilen, gözaltına alınan ve tutuklanıp yargılanan çoğu zaman mağdur göstericiler oluyor. Böylece halka gözdağı veriyorlar: “Sakın ha, haklarınız için sokağa çıkmayın. Zulme uğradığınızla kalın! Yıllar sonra bir sandık gelirse önünüze, oy verirsiniz!”

(Oylar geçersiz sayılmaz, çalınmaz, seçimler iptal edilmezse, yönetim değişirse, ölme eşeğim ölme!)

Direnişi Değil Soykırımcıları Yargıla

“Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü” ifade özgürlüğü hakkının ayrılmaz bir parçasıdır.

Barışçıl gösteri hakkı, ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor.

Polis, gösteri düzenleyenlerin güvenliğini sağlayacağı yerde onları taciz ediyor, engelliyor!

mevzuat

“Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu”nun 3. maddesi

Madde 3 – Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacağını önceden emniyete bildirmek, izin talebi anlamına gelmiyor. Bunun anlamı şu: Biz; şu gün, şurada, şu saatte bir eylem/protesto/yürüyüş/basın açıklaması yapacağız. Siz de bu hakkımızı kullanmamıza engel olunmaması için gerekli tedbirleri alın!

Gazze'de çocuklar ölürken susamayız

Toplantı ve gösteri sırasında emniyet mensuplarının görevi eylemcilerin güvenliğini sağlamaktır.

Bu hakkı kullanmak isteyenlere polisin yaptığı sistematik hukuksuzluk şöyle oluyor genelde:

Yüzde yüz hakkı olan bir eylemde bulunmak isteyen göstericilere polis, öyle bir tavır takınıyor ki, haklarından habersiz biri şöyle düşünebilir pekâlâ:

“Burada göstericiler yüzde yüz haksız bir iş yapıyorlar da iyi niyetli polis, göstericilere kendi belirlediği bir yerde, kendi belirlediği bir şekilde, uygun gördüğü bir süre için seslerini duyursunlar diye lütfediyor, hak tanıyor!”

Oysaki 2911 sayılı kanun bunun tam tersini söylüyor: Gösteri silahsız ve saldırısız olduktan sonra polise düşen görev, gösterinin sağ salim yapılabilmesi için bu hakkı kullananlara yardımcı olmaktır!

Türkiye’de bu hakkın kullanımında devletin öyle sistematik ve yoğun hak ihlâlleri var ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sayısız kez hak ihlali kararı verdi. Anayasa Mahkemesinin de çok sayıda örnek kararı var bu konuda.

Evet, Türkiye’de hakkı en çok yenen haklardan biridir bu: Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı!

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x