Küreselleşme, insan ve tabiat karşısındaki kuşatmayı çok boyutlu hallere taşıdı ancak direniş imkânları da paralel bir gelişme gösterdi.
Herkesin her şeyden haberi var: Zalim zulmünü türlü ittifaklarla sürdürüyor.
Sermaye, siyasetle birlikte önüne çıkan engelleri hele de şu neoliberal faşizm zamanlarında hoyratça aşmaya çalışıyor.
Bakmayın yer yer “Küreselleşme zamanlarında ulus-devletler ne olacak?” ya da “Ulus-devletler geri mi dönüyor?” gibi tartışmalara!
Kayıkçı kavgası insan soyu vâr oldukça olacak.
Ufak tefek kavgaların eşliğinde bu hoyratlık, güçlü bir kalkan inşa edilmedikçe insanın ve tabiatın üzerinde kılıç sallamaya devam edecek.
Zulüm müttefikleri bütün dünyayı sayısız biçim ve nitelikteki ağlarla ördüler ve örmeye devam ediyorlar.
İstiyorlar ki insan kıpırdamasın, cümle mevcudat kendilerine boyun eğsin!
Şeytanın dost ve yoldaşları için bu arzular son derece anlaşılır şeyler elbette.
Kabil’den bugüne bu böyledir, bilmeyen yoktur.
İnsan kalabilme cehdindeki fıtratın, o fıtratın ekseninde zaten durmakta olan tabiatın âkıbeti ne olacaktır?
Örgütlü zulüm ve kötülük güçlerinin ittifak üretebilme potansiyellerine karşı bu cephe nasıl bir pozisyon alacaktır?
Fıtrat cephesi de ittifak ağlarıyla yeryüzünü baştan başa adalet ufkuyla donatacak mıdır?
Bunun imkânı, yolu-yordamı nedir?
Hâl-i hazırda kendini vâr edebilmiş direniş hatlarının, biçimlerinin niteliği nedir? Bu nitelik yaygınlaştırılabilir, birbirine eklenebilen farklı parçaları başka yörelerde üretebilir mi?
Küreselleşme tartışmalarının “Dünya küçük bir köye döndü!” klişesiyle yapıldığı zamanları hatırlayın.
Doğrudur.
Köyde ağa vardı, marabalar vardı. İşleyiş herkesin malumu…
Marabanın, ezilenin her birinin başına gelenden bir diğeri haberdar ise, konuşulandan, isyan edenden herkes bilgi alabiliyorsa, bir başka güç, imkân da kendiliğinden ortaya çıkıyor demektir.
Muhakkak ki ittifakları bünyesinde barındıran güç, avantajı elinde bulunduran küresel zulüm şebekesi bu imkânları boğmak için akla hayale gelmedik şeytanlıkları örgütleyecektir.
Setlerle, bentlerle muhasarayı tahkim edecektir, düşünceyi zehirleyecek, imanı belirsizlemek için elinden geleni ardına koymayacak, en nihayetinde faşizmin tüm veçheleriyle hakikate, fıtrata hücum edecektir.
Çadır eylemleri, lokal ekolojik karşı koyuşlar, şehir ve mahalle merkezli itirazlar, kapitalist üretim alanlarında ve bürokratik işleyişte ücret ve çalışma koşullarına dönük iyileştirme talepleri, çok boyutlu insan hakları söylemleri, işgal ve savaşlara engel olma arzuları…
Bütün bu toplamın ürettiği saygınlık insanın kurtuluşuna dâir bir umudu üretmektedir.
Bu alanlarda üretilen enerjiler, modeller çok yönlü değerlendirmeleri hak etmektedir.
Eksik ve yanlışlar muhakkak orta yere serilmelidir.
Küreselleşme, soygun ve talanın sınırsızlığına vurgu yaparken, fiili manada bunu gerçekleştirirken bahsettiğimiz alanlardaki direnişler, karşı koyuşlar da yeryüzü ölçeğinde birbirini beslemektedir.
Bu hâl, büyük bir enerji üretmektedir.
Bu enerjinin egemen küresel ifsad düzeni için yıkıcı boyuta ulaşması gerekiyor.
Bu noktada ideolojilerin, aynı paranteze alınamaz ama dinin, pozisyonu sorgulanıyor.
Görünen o ki lokal/mevzii direniş alanları ve sınırlandırılmış dilin, “büyük anlatılar” diye mahkûm edilen ideolojik çerçeveden daha kuşatıcı ve tesirli olduğuna dâir bir söylem revaçta.
1980’lerin başından bu yana dünya böyle bir aşamaya akı(tılı)yor.
Toplamdaki gücün işleyen devasa ölümcül makinesi yoluna devam ediyor.
Mevzii direnişler de.
Onca saygınlıklarına karşı düşmanın fotoğrafını çekebilecek, merkezi ve kuşatıcı portresini gösterip mahkûm edecek, hakikatsizliği ifşa edecek dört başı mamur bir dil/söylem vücut bulamıyor.
Kıymetli çabalarla püskürtülen bir tabiat yağmasının önüne ÇED raporunun ikame edilmesi örneğinde olduğu gibi…
O raporu verenin de, vermeyenin de Fatsa’daki, Kazdağları’ndaki yağmayı buradan kıtalar ötesine uzanan sömürü mekanizmasının iradesi olduğunu görmelidir.
O bütünün, siyasetten ekonomiye, bilişimden savaş aygıtlarına, siyasal ittifaklarından ulus-devletlerle münasebetine, kültüründen sanatına, Âlemlerin Rabbiyle ilişkilerinden şeytanî/tağutî güçlerle irtibatına kadar hatasız tanınması şarttır.
Bu tanıma olmadıkça mutlak kurtuluş yolu tıkanmış demektir.
Küreselleşmenin aktörleri nereye gitsek peşimizdedir.
İster yaylalarda, hayvanlarımız ve çayır çimenimizle, ister ilk Hristiyanlar gibi Roma zulmüne karşı yer altı şehirlerinde kurtuluş hayalleri ile var olalım!
Bugünün dünyasında mekânsal kaçış imkânsız!
Bir derenin kenarına küçük bir çark kurup bir ampullük elektrik de üretseniz, egemen, gelip ona sayaç takıyor, oradan fatura kesiyor.
Güzelim yaylaları taş ocaklarıyla cehenneme çeviriyor.
Dereleri HES’lerle kurutuyor.
Ve daha neler neler…
Düzenin ruhundan, işleyişinden kopulmalıdır, evet.
Bütün işleyişe alternatif yaşamsal pratikler üretilmelidir, evet.
Ancak bütün bunlar, yani şehirde yaşarken de, kırda dirençle başka bir hayatı modellemeye çalışırken de merkezde bir inanç, ideoloji, bir iman olmalıdır.
Bu imanı kuşanan örgütlü halkalar ortaya çıkmalıdır.
Yani son kırk yılın en büyük olumsuzlananı, yani o “büyük anlatı” tekrar sahne almalıdır.
Elbette öz eleştiriler, hakikat dolayımında sorgulamalar…
Bizim büyük anlatımızı vahiy örmüştür.
Herkesin büyük anlatısını dinlemeye, tartışmaya, adalete yol veren her adıma hürmet samimi bir ilke olmalıdır.
İnsan, hakikate kulak verdikçe yol bulacaktır. Fıtrata sırtını dönmedikçe, kötünün hatlarından, ittifak ve bağlarından koptukça kurtuluş umudunu yeşertecektir.
Parçaları birleştiren, bir merkezin hakikat telâkkisi etrafında toplayan bir yolculuğa ihtiyacımız var.
Yeryüzünü cehenneme çeviren düşmanın, şeytanın, şu kahrolası sermaye düzeninin, emek ve alın teri üzerindeki zulmün, adaletin yok edicisinin, tabiatı yiyip bitirenin tam kalbine odaklanmalıdır.
Onu tanıyıp orta yere koymadan bu yapılamaz.
Ona karşı kuvvet toplamadan mesafe alınamaz.
Kuvvet sanattır, edebiyattır, imandır, sözün gücüdür, dayanışmadır, hayvan ve ağaçtır, adanmışlık ve yiğitliktir!
Biliyoruz ki bütün bir yeryüzünde bu ittifaka katılacak, adaletin ağlarını oradan oraya ulayıp ilmek ilmek örecek adalete susamış, hakikatin çağrısına kulak kesilecek insanlar, halklar çokça vardır.
Karalar ve denizler dahî bağırlarındaki onca canlıyla bu ağı örmeye yardımcı olmak heyecanı içindedir!