Haberler
“Onlar Çocuk Değil, Terörist!” – Naftali Bennett Hakkında Kısa Bilgiler
Yayınlanma:
4 yıl önce-
1967’de San Francisco’dan İsrail’e göç eden Amerikalı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bennett, bir Filistin devletine veya her türden kendi kaderini tayin hakkına şiddetle karşı çıkan aşırı sağcı bir milliyetçidir.
Kendisi bir yerleşimci olmasa da, 2010’dan 2012’ye kadar, işgal altındaki Filistin topraklarında yaşayan İsrailli yerleşimcileri uluslararası hukuka aykırı olarak temsil eden ve İsrail’in yerleşim girişiminin sadık bir destekçisi olan ana siyasi organın (Yesha Konseyi) başkanıydı.
Likud Partisinin eski bir üyesi, 2006-2008 yılları arasında Netanyahu’nun personel şefiydi. Yahudi Evi partisinin (2012-2018) lideri ve Netanyahu’nun koalisyon hükümetinde eğitim bakanı ve diaspora işleri bakanı olarak önemli bir ortaktı. Önceki hükümet döneminde ekonomi bakanı ve dini hizmetler bakanıydı. Netanyahu döneminde ise eğitim bakanı (2015-2019) ve savunma bakanı (2019-2020) görevlerinde bulundu. 2018’de Yeni Sağ partisini oluşturmak için Yahudi Evi‘nden ayrıldı.
Bennett, işgal altındaki topraklarda bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik mutlak muhalefetini defalarca dile getirdi. Bunun yerine, İsrail’in, çoğu İsrail yerleşim yerinin bulunduğu, sözde geçici Oslo Anlaşmaları altında tam İsrail kontrolüne giren Batı Şeria‘nın yaklaşık % 60’ını tek taraflı olarak ilhak etmesini öneriyor. 2014’te Bennett gazetecilere İsrail’in “İsrail kontrolündeki Yahudiye ve Samiriye [işgal altındaki Batı Şeria] bölgelerine İsrail yasalarını [ilhak] yavaş yavaş uygulamaya çalışacağını” söyledi. 2013’te, “400.000 yerleşimcinin ve sadece 70.000 Arap’ın yaşadığı bölgede İsrail egemenliğinin uygulanmasını destekliyorum.” dedi. Bennett ayrıca Obama yönetimi altında o zamanlar sürmekte olan ABD liderliğindeki müzakerelerle alay etti ve bunların bir “şaka” olduğunu söyledi.
2014’te Bennett, The New York Times için “İsrail İçin İki Devlet Çözüm Değildir” başlıklı bir köşe yazısı yazdı ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına karşıtlığını ve Batı Şeria‘nın % 60’ını ilhak etme planını bir kez daha tekrarladı. 2013’te New Yorker dergisine şunları söylüyordu: “İsrail topraklarında kurulmakta olan bir Filistin devletine karşı savaşmak için elimden gelen her şeyi sonsuza kadar yapacağım.” Birkaç ay sonra, Haziran ayında da ise şöyle konuştu: “İsrail topraklarındaki en önemli şey [yerleşim yerleri] inşa etmek, inşa etmek, inşa etmek! Her yerde İsrail varlığının olması önemli. Hâlâ asıl sorunumuz İsrail liderlerinin basit bir şekilde, İsrail topraklarının İsrail halkına ait olduğunu söyleme isteksizliği…”
2014 yılında, o zaman Ekonomi ve Din Hizmetleri Bakanı olan Bennett, İsrail nüfusunun yaklaşık % 20’sini oluşturan Filistin vatandaşlarına “beşinci kol” olmaları konusunda uyarıda bulunan bir mektup yayımladı. Basında çıkan haberlere göre, Arapça yazılan mektup hatalarla doluydu.
Bennett ayrıca, İslam’ın üçüncü en kutsal yeri olan, Yahudilerce Tapınak Dağı olarak bilinen işgal altındaki Doğu Kudüs‘te bulunan Mescid-i Aksa kompleksi üzerinde Yahudi kontrolünün artırılmasını savunuyor. Aşırılık yanlısı mesihçi Yahudiler, Harem’üş-Şerif bölgesinde büyük dini bir çatışmayı tetikleyecek bir tapınak inşa etmek istiyor. Şubat 2014’te Bennett, Büyük Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı toplantısında İsrail’in Mescid-i Aksa üzerinde daha fazla kontrol uygulamaya çalıştığını ve “Nihai olarak Kudüs‘ün doğu yakasını ve Tapınak Tepesi’ni de içeren bölgeyi etkileyecek önlemler aldığını” belirtiyor.
2020’de Savunma Bakanı olarak Bennett, pandeminin ortasında, İsrail ordusuna Gazze Şeridi‘ndeki Filistinli sakinlere uygulanan COVID-19 testlerinin durdurulmasını emretti.
Ekim 2018’de Bennett, savunma bakanı olsaydı, yaklaşık 2 milyon insanın 15 yıl boyunca yasadışı bir İsrail kuşatması ve deniz ablukası altında mahsur kaldığı, İsrail ile Gazze arasındaki sınırı geçmeye çalışan Filistinlilere karşı öldürme amaçlı ateş açma emri vereceğini söyledi. Askerlere Filistinli çocukları öldürme talimatı verip vermeyeceği sorulduğunda Bennett, “Onlar çocuk değil, teröristler. Kendimizi kandırıyoruz. Fotoğrafları görüyorum.” Bu noktada, Birleşmiş Milletler’e göre en az 29 çocuğun yanı sıra sağlık çalışanları ve gazetecilerin de dâhil olduğu en az 140 gösterici İsrail askerleri tarafından öldürüldü ve 29.000’den fazla kişi, Büyük Dönüş Yürüyüşü boyunca yaralandı.
2013’te Bennett, Filistinli mahkûmların serbest bırakılmasıyla ilgili bir kabine toplantısında şu açıklamayı yaptığında tartışmalara yol açtı: “Eğer teröristleri yakalarsak, onları öldürmemiz gerekiyor. Hayatımda zaten birçok Arap öldürdüm ve bunda bir sorun yok!” Açıklığa kavuşturmak için gazeteciler bunu yine sorduğunda ise sözcü, Bennett’in İsrail askerlerine Filistinlileri yakalayıp hapsetmek yerine öldürme emri verilmesi gerektiğini söylediğini belirtti.
Kaynak: imeu.org
YeniPencere
Yorumlayın
Haberler
FÖP’ten Dr. Hussam Abu Safiye İçin Özgürlük Çağrısı
Yayınlanma:
2 hafta önce-
Ocak 5, 2025Filistin’e Özgürlük Platformu (FÖP) tarafından Üsküdar’da düzenlenen bir eylemle İsrail’in tutukladığı Kemal Adwan Hastanesi başhekimi Dr. Hussam Abu Safiya için özgürlük çağrısı yapıldı.
Eylemde, topluluk adına açıklamayı Dr. Fatma Örgel okudu.
Dr. Fatma Örgel açıklamasında İsrail’in Gazze’de, özellikle sağlık alanında yaptığı yıkıma değindi, Dr. Hussam Abu Safiya’nın özgürlüğü için herkesin ve ilgili tüm kurumların harekete geçmesini istedi.
Açıklama metninin tamamı şu şekilde:
Dr. Husam Abu Safiya İçin Özgürlük!
İsrail, 7 Ekim’den bu yana kadın, çocuk demeden Gazze halkını katlediyor.
Bütün uluslararası insani hukuk yasalarını çiğneyerek hastanelere; doktor, hemşire bütün sağlık çalışanlarına saldırıyor, her birini açıkça hedef alarak öldürüyor. İçinde yatmakta olan hastaları, yoğun bakımdaki yaşlıları, kuvözlerde bebekleri, onları tedavi eden sağlık çalışanları olduğu halde hastaneleri direkt hedef alarak bombalıyor, ateşe veriyor. Bunların hepsi kameraların önünde, canlı yayında bütün dünya ile beraber izlediğimiz canilikler!
İsrail, apaçık bir SOYKIRIM suçu, savaş suçları ve insanlığa karşı olan bütün suçları işliyor.
Bu korkunç saldırılarda Gazze’nin neredeyse tamamı harap oldu.
Resmi olarak tespit edilebilen 50 bine yakın, tahmini olarak en az 200 bin insan hayatını kaybetti. Ölenlerin en az üçte ikisi kadın, yaşlı ve çocuklardan oluşuyor. Yüz binlerce insan yaralandı; bir fiziksel yetisini, uzvunu kaybetti.
2 milyona yakın insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bebekler, çocuklar kış şartlarında ya soğuktan ya açlıktan ya da bulaşıcı hastalıklardan hayatını kaybediyor.
100 bine yakın çocuk akut acil malnütrisyon ile karşı karşıya. Hastane ve diğer sağlık merkezlerinin en az üçte ikisi İsrail işgal güçlerinin saldırıları ile yok edildi. İlaçlar, temel ameliyat malzemeleri çok sınırlı sayıda; ameliyatlar, çocuklarda bile anestezi olmadan yapılmaya çalışılıyor.
Sağlık alt yapısı bu kadar harap edilmiş, hasta ve yaralı yükü bu kadar artmış şartlarda Filistinli doktorlar, hemşireler, acil ambulans ekipleri insan üstü bir özveri, çaba ile sağlık hizmetlerini yürütmeye çalışmaktadır.
İsrail, bu şekilde sağlık hizmetlerini yürütmeye çalışan ve “SOYKIRIM” amacına engel olarak gördüğü sağlık çalışanlarını da açıkça hedef almakta, yeni yapay zekâ ile donatılmış silahları ile onları katletmektedir. Bu şekilde en az 1000 sağlık çalışanını; 262’si resmi BM yardım çalışanı olmak üzere 400’e yakın insani yardım çalışanını öldürdü.
Gazze’nin kuzeyinde sağlık hizmeti verebilen sadece bir hastane kalmıştı; Kemal Adwan Hastanesi…
Hastanenin başhekimi Dr. Hussam Abu Safiya, hem insani haklarına sahip çıkan onurlu bir Filistinli hem de tıp yemini etmiş bir hekim olarak bütün zor şartlarda mesleğine duyduğu sadakat ve saygı ile sağlık hizmetleri vermeye devam etti; ta ki İsrail bombardımanı ile hastane, içindeki hastaların, sağlık çalışanlarının varlığını önemsemeden yakılana dek!
İsrail, Gazze’nin kuzeyindeki tek çalışan hastanenin sağlık hizmeti vermesini sürdürmeye çalışması nedeniyle, yani bir doktor olarak sorumlu olduğu, yapmakta olduğu işini yaptığı, insanlara, hastalara sağlık, şifa sunduğu için Dr. Hussam’ı hedef almıştı.
Önce oğlunu hedef alarak hastane bahçesinde katletmiş, kendisini de yaralamıştı. 27 Aralık günü hastanesini yerle bir eden, ateşe veren İsrail tanklarının üzerine korkusuzca, yaptığı kutsal işin onuruyla, elinde hiçbir silahı olmadan yürüyen Dr. Hussam, İsrail işgal güçleri tarafından tutuklandı ve hapsedildi.
Hapishaneden çıkan şahitliklere göre Dr. Hussam işkenceye tâbi tutuluyor. İlk günlerde bütün kamera görüntülerine rağmen Dr. Hussam’ı tutukladıklarını inkâr eden İsrail işgal güçleri, dün itibariyle Dr. Hussam’ın ellerinde olduğunu kabul ettiler. Hangi şartlarda olduğu konusunda ise hiçbir bilgi vermiyorlar! İsrail, dünyadan birçok insani ve medikal yardım ekiplerinin, insan hakları gruplarının görüşme taleplerini ısrarla reddediyor!
Bütün uluslararası kanunlarda, savaş ve çatışma durumlarında bile sağlık çalışanları ve sağlık merkezleri dokunulmazdır. İsrail, 80 yılı aşkındır yaptığı gibi yine bütün bu insanlığın ortak kanunlarını açıkça çiğnemekte, bütün dünyanın gözleri önünde bir “Soykırım” gerçekleştirmekte, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemektedir.
Öncelikle bir insan, doktor olarak, bütün dünyada çağrıda bulunan hekimler olarak gözümüzün önünde insanlığa karşı işlenen bu SOYKIRIMIN acilen durdurulmasını; başta Dr. Hussam Abu Safiya olmak üzere İsrail tarafından tutuklanan bütün sağlık çalışanlarının derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Başta BM, DSÖ, Amerika Sağlık idaresi, bütün insan hakları kuruluşlarını bu konuda ivedi olarak inisiyatif almaya çağırıyoruz!
Açıklamamızı bitirmeden Filistin’de bu kadar ağır saldırılar altında görevlerini büyük bir onur ve özveriyle yapmaya çalışan bütün doktorları ve sağlık çalışanlarını saygıyla selamlıyoruz!
Son olarak da Dr Hussam’ın sözlerini tekrar etmek istiyorum;
“Boşuna uğraşıyorsunuz, devrimci için yok oluş yoktur!
Ben kıyamet günü gibiyim, bir gün mutlaka geleceğim!”
Haberler
Üsküdar’da Asgari Ücret Eylemi: Açlık Sınırı da Yeni Asgari Ücret de 22 Bin Lira! (video haber)
Yayınlanma:
2 hafta önce-
Ocak 2, 2025Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve Özgür Yazarlar Birliği, 01 Ocak 2025 çarşamba günü Üsküdar sahilde bir eylemle “kölelik ücreti” olarak değerlendirdikleri asgari ücret uygulamasını protesto ederek “hakça bölüşüm, adil paylaşım” çağrısında bulundu ve ekonomi politikalarını protesto etti.
Eylem boyunca “Asgari Ücret Köleliktir, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Allah Adaleti Emreder, Irkçılık Değil Dayanışma, Emekçiler Köle Olmayacak, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Kahrolsun Faizci Köle Düzeni, Sömürücü AKP Hesap Verecek, Emekliler Ölüme Terk Edildi, Aileler Yoksul Öğrenciler Aç” sloganları atıldı, tekbir getirildi.
Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs’ün bir konuşma yaptığı eylemde topluluk adına Meryem Karayıl ile Burak Çelik’in okuduğu açıklamanın tem metni şu şekilde:
ASGARÎ ÜCRET KÖLELİKTİR, KÖLELİK DÜZENİNE SON!
Bismillahirrahmanirrahim,
Kıymetli dostlar,
Bugün 1 Ocak. 2025’in ilk günü…
Her zaman olduğu gibi yine meydanlardayız.
Yıllar geçiyor ancak ülkede adaletsizlikler bitmiyor.
Yoksullardan, ezilenlerden yana bir iyileşme olmuyor.
İşçinin, emekçinin, esnafın, köylünün, alın teri ve emeğin lehine bir gelişme yaşanmıyor!
Biliyorsunuz, 2025 yılı için geçerli olacak asgari ücret birkaç gün önce açıklandı.
Egemenler tarafından “Asgarî Ücret Tespit Komisyonu” adında, her sene olduğu gibi bir tiyatro sergilendi.
Hükümet ve patronların sayısal üstünlüğü ile sarı sendika sessizliği arasında yürütülen göstermelik müzakerelerde 2025 yılında geçerli olacak asgarî ücret belirlendi.
Komisyonun belirlediği ve 2025 yılı için geçerli olacak asgarî ücreti cumhurbaşkanı Erdoğan 22 bin 104 lira 67 kuruş olarak açıkladı.
İstanbul halkı!
Asgarî Ücret denen uygulama, kapitalist sömürü düzeninin köleci karakterinin açık ve somut örneğidir.
Evvelâ bu uygulama ile, kapitalist işleyişle hesaplaşılması gerektiğini vurgulayalım.
İnsan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan, köleciliği dayatan bu düzen, kendini asgarî ücret dayatması ile gösteriyor.
Biz bu dayatmaya, kapitalizmin yıkıcılığına, devlet ve sermayenin ortaklaşa emek ve haysiyet düşmanlığı yapmalarına karşı adaletten ve dayanışma cephesinden yana duruyoruz.
“Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini savunuyoruz.
Emek ve haysiyet mücadelesinin bu ilkeye tutunarak mümkün olabileceğini haykırıyoruz.
Kapitalist sömürü düzenine karşı duran vicdanlar!
TÜİK’in sahte enflasyonu bile yüzde 47’nin üzerindedir.
Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG’ın tespitlerine göre ise enflasyon yüzde 87 seviyesindedir.
Aradaki farka dikkatinizi çekmek isteriz.
TÜİK verilerinin gündelik hayatla ne kadar uyuşup uyuşmadığının takdirini siz halkımıza bırakıyoruz.
Temel ihtiyaçlarınızın fiyatlarının ne kadar arttığını sizler çok iyi biliyorsunuz.
Biliyor ve görüyoruz ki TÜİK, türlü numaralarla bu maliyetlerin gerçek oranlarını gizliyor.
Ne yaparlarsa yapsınlar hakikati örtemezler.
Güneş balçıkla sıvanmaz.
Yoksulluğu, pahalılığı, sömürüyü asla gizleyip saklayamazlar!
Emeğin dostları,
Halkımız barınma, eğitim, sağlık gibi temel haklara ulaşmakta zorlanıyor.
Kapitalist sömürü düzeni nefes almayı bile halkımıza çok görüyor.
“Kriz” denilen yıkım süreçleriyle emek ve alın teri yağmalanıyor.
Emek ve alın terinin yağmalanması yetmiyor tabiat talan ediliyor!
Ayakta kalmakta, yaşamakta zorlanan halkımızın tam köleleştirilmesi için devlet-sermaye işbirliği tam gaz ilerliyor.
Kıymetli halkımız,
Açık ve net bir tablo çizelim:
70-80 metre karelik evlerin ortalama kirası artık en az 20 bin liradır.
Ulaşım maliyetleri kat kat artmıştır.
Aileler, çocuklarının eğitim süreçlerindeki masraflarını karşılayamamaktadır.
Anne-babalar, evlatlarını uzak şehirlerdeki üniversitelere gönderemedi.
Öğrencilerin barınma sorunu zirveye çıkmış durumda! Sırf bu nedenle pek çok öğrenci istediği üniversitelere kayıt yaptıramadı.
İstanbul Plânlama Ajansı’nın araştırmasına göre İstanbul’daki bir üniversite öğrencisinin aylık maliyeti geçen eğitim-öğretim yılına göre yüzde 57 artarak 22 bin liraya çıktı.
Bu rakam, sendikaların bekar bir işçinin yaşam maliyetiyle ilgili araştırmalarına paralellik göstermektedir.
Okul kantinlerinden bir tost alıp yiyebilen bir öğrencinin şanslı addedildiği dönemlerden geçiyoruz.
Çocuğunu servise vermek zaten pek çok aile için lükstü; şimdi bu, çok daha uzak bir ihtimal!
Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.
Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.
Kültürel ilgiler artık tümüyle lüks kabul ediliyor. Kitap fiyatları başını alıp gitmiş durumda!
Şimdi size tekrar soruyoruz:
Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?
Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!
Resmi gıda enflasyonu yüzde 48,57 iken dar gelirlinin gıda enflasyonu 86,2’dir!
TÜİK verileri üzerindeki şaibe sürüyor. TÜİK, yargı kararına rağmen madde fiyat listesini yine açıklamadı.
Açlık sınırı 22 bin lira seviyesine ulaşmıştır.
İşte emekçilere, milyonlarca aileye ancak açlık sınırını lâyık gördüler!
İstanbul halkı; siz bu vicdansızlığa razı mısınız?
Yoksulluk sınırı 67 bin liraya dayanmıştır.
Çalışanların en az yarısı asgarî ücretle çalışıyor arkadaşlar.
7 milyondan fazla kişi bu kölelik ücretine tâbîdir.
Yine çalışanların yüzde 22’si asgarî ücrete bile erişemiyor.
Bu ne demek biliyor musunuz?
En az 1,5 milyon insan kölelik ücreti bile alamıyor!
Bir de başta sınırsızca sömürülen mülteci emeği olmak üzere kayıtlara geçmeyen sayısız emekçinin çok daha kötü durumu var!
Daha da korkunç olanı ise emek ve ekmek mücadelesinde her yıl en az 2 bin işçi kardeşimiz iş cinayetlerine kurban gidiyor!
Bu büyük katliamın nasıl oluyor da üzeri örtülüyor!
Ezilenlerin, yoksulların, emek ve alın terinin yanında hizalanan kardeşlerimiz!
Bütün bu müfsit sosyal ve ekonomik koşullarda iktidar ve sermayenin yoksul kitlelere reva gördüğü şey köleliğin sürmesi değil, daha da pekişmesidir.
Yapıp ettiği bütün eylemleriyle bunu göstermektedir.
Sahte enflasyonun bile yüzde 47 olduğu, temel ihtiyaçların karşılanamadığı bir sosyal tabloda asgarî ücrete, hem de bir yıl geçerli olmak üzere yüzde 30 zam yapmıştır:
22 bin 104 lira, 67 kuruş!
Bu ücret zaten ancak 2025 ocak ayının sonunda emekçinin eline geçecek ve şimdiden açlık sınırında olan bu rakam o zamana kadar epeyce eriyecek ve bu enflasyon ortamında birkaç ay içinde açlık sınırının oldukça altına düşecektir.
Bu, köleci düzenin fâsit döngüsüdür!
Bu döngüyü kırmak da elbette bize düşmektedir.
Arkadaşlar!
Milyonlarca emekli çok çok düşük maaşlarıyla adeta ölümü arar hâle getirilmiştir.
Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.
2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.
Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler!
Şimdi hükûmet en düşük emekli aylıklarının 15 bin lira seviyesine yükseltileceği vaadini yaymaya çalışarak sözüm ona lütuf pompalamaktadır!
15 bin lira bakanların, patronların bir öğün yemek parasıyken bu oranları ailelere bir aylık geçim için teklif ediyorlar!
Böyle bir arsızlık ve utanmazlığı reddediyoruz!
Kıymetli dostlar!
Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.
Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.
Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.
Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.
Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.
Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.
En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!
Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.
Emeğin dostları,
Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.
Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.
Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.
Bugün Anadolu’nun dört bir yanı yaylasını, ormanını, merasını, dere ve ırmaklarını savunan; ölüm ve yıkıma karşı hayatı müdafaa eden halkımızın direniş haykırışlarıyla inlemektedir!
Yoksullaştırılmış halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.
Filistin’de katliam yapan İsrail’le ticaret rekor seviyelerde sürdürülerek sermaye ve devlet şirketleri kan ve katliamdan beslenmektedir.
TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.
Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!
Kardeşler,
Bütün bu köleci, ifsat tablosuna karşı teklifimiz nedir?
Konuşmamızın başında da belirttiğimiz gibi “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesi şiârımız olmalıdır.
Allah, insanlar ve diğer bütün canlılar için sayısız nimet yaratmıştır.
Peki, problem nereden kaynaklanmaktadır?
Egemen sınıfların herkes için yaratılan nimetlere el koymasından elbette!
Yani hırsızlar, örgütlü hırsızlık düzenleri, örgütlü soyguncular bütün herkesten ve tabiattan çalmaktadır.
Devletler ve sermaye el ele vererek herkesin olması gereken nimetlere el koymaktadır.
Teklifimiz tabiatı ifsat etmeden üretmek; üretileni, Allah’ın herkes için verdiği nimetleri hakça bölüşmektir, adil bir şekilde paylaşmaktır.
Teklifimiz, rekabet temelli kapitalizme karşı dayanışmayı temel ilke kabul etmektir.
Kıymetli halkımız,
2024 bütçesinden faiz ödemelerine ayrılan pay 1 trilyon 254 milyar liradır.
Bu büyük pay, çoluk çocuk ve yetişkiniyle yoksul halkımızdan çalınarak faiz lobisine ikram edilmiştir.
Bu örnekle kendini gösteren servet transferi bu düzenin karakteridir.
2025 bütçesinden faiz ödemeleri için plânlanan pay ise 1 trilyon 950 milyar lira olarak hesaplanmıştır.
Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de emekçilerin ücretlerine göz diken, alın terini yağmalamak için türlü numaralar çeviren bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.
Siyasetçisi ve sermayedarıyla egemenler zevk ü sefa içinde yaşarken, lüks uçak ve otomobilleriyle keyf ederken okullara aç giden çocuklarımıza bir öğün bulunamıyor!
Bütün şatafat ve israf, “itibardan tasarruf olmaz!” denilerek halkın kesesinden yapılıyor.
Emperyalistlerin NATO zirvesi için devlet kafilesi ABD’ye 5 uçakla gitmiştir.
UEFA şampiyonasına, Bakü’deki iklim değişikliği zirvesine yüzlerce kişi götürülmüştür.
İktidarı sınırsızca destekleyen yayın merkezlerine reklam kılıfı altında akıl almaz oranlarda para transferi yapılmaktadır.
Böylece kemer sıkma politikalarının ve tasarruf genelgelerinin sadece yoksul halka dönük olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır!
Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor!
Emekten, alın teri ve dayanışmadan yana duran dostlar,
Sermaye düzeninin müfsit, sömürücü ve köleci dayatmalarına karşı yan yana duralım!
Âlemlerin rabbi olan Allah kimseyi kimseye “efendi” olarak yaratmamıştır.
Kimileri açlık ve yoksullukla mücadele ederken kimileri çaldığı, gasp ettiği nimetleri stoklayarak, çitleyerek huzur ve zenginlik içinde yaşayamaz!
Haysiyet mücadelesi veren herkes bu işleyişe çomak sokmalıdır, adalet için haykırmalıdır, ifsada geçit vermemelidir.
Şüphesiz ki Allah ifsat edenleri, zalimleri sevmez; adaleti emreder!
Tekrar tekrar haykırıyoruz:
Egemenlerin emekçiye 22 bin lirayı lâyık gören zam, sömürü, yağma düzenine itiraz edelim!
Emeğinin, alın terinin karşılığını alamayan, ürünleri yağmalanan çiftçilerimiz traktörleriyle yollara, meydanlara çıkarak mücadelesini yükseltiyorlar!
Aylardır haysiyet mücadelesi veren Polonez işçilerinin direnişi örneğinde olduğu gibi emekçiler “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” şiârını ülkenin dört bir yanında haykırıyorlar!
Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.
Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.
Asgari ücret köleliğini ve köleci düzeni reddedelim; emek ve alın terine düşmanlık yapan bütün organizasyonları dağıtalım!
İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.
Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!
EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)
SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)
TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)
ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)
“Direnen Edebiyat” mottosuyla yayımını sürdüren Tasfiye Edebiyat-Düşünce Dergisi, 20 yaşını tamamladı ve 21. yılına 57. sayısıyla girdi.
2004 yılında Ekim-Kasım tarihli sayısıyla yayın hayatına başlayan Tasfiye, yayın periyodundaki bazı aksamalara rağmen 57. sayısına ulaştı.
- sayının önsözünde yer alan giriş yazısı şöyle:
“Tasfiye’nin ilk sayısından bu yana tam yirmi yıl geçti.
2004’ün sonbaharında başlayan yolculuk, düşe kalka bugünlere kadar geldi. Kimi zaman coşkulu dönemleri oldu Tasfiye’nin kimi zaman suskun… Zaman zaman kesintiye uğrasa da yayımı, devrimci bir damar olarak hayatın, direniş ve mücadelenin, duruş ve fikriyatın bağlantılı mecralarında rehberlik etmeye, dinamizm üretmeye devam etti.
Tasfiye, 20 yaşını 57. sayısıyla tamamlayıp 21. yılına adım adım atıyor. Ne mutlu!
Geride kalan yirmi yılda pek çok özel sayı, pek çok dosya ile çıkageldi Tasfiye. Yoksulların, ezilenlerin, hürriyeti gasp edilenlerin şiirini, öyküsünü üretmeye çalıştı. Direnişin teorisine katkıda bulunmaya gayret etti.
Dijital çağda basılı yayıncılığın yaşadığı güçlük ve çelişkiler ehlinin malumudur. Hangi şartlar egemen olursa olsun Tasfiye, inşallah her iki mecrada da vâr olmaya devam edecek; direnen edebiyat ve fikriyatın sağlam bir merkezi olma iradesine sımsıkı tutunacak!”
Tasfiye’nin 57. sayısının içeriği şu şekilde:
Filistin’e Edebiyatla Bakmak / Mehmet Ali Başaran, 3
Ölmeliysem Bir Mesel Olsun Bu Ölüm (şiir) / Rifat el-Arir, 5
Yüreğimizde Taze Bir Yara (konuşma) / Nazlı Nesibe Kılıçoğlu, 10
Kemah Kafede Cemal Şakar Abiyle (şiir) / Ahmet Örs, 12
Helbesta Qurbanê & Destpêka Şidayî/Hunera Mirinê (helbest) / Ferhat Çiftçi, 13
Tornacının Ölümü: Königsberg’de Salâ (öykü) / Ahmet Örs, 14
Risaleyê Xezzeyê (helbest) / Cahit Koytak, 16
Siyasal Arayışlar/Nasıl Yapmalı (makale) / Ümit Aktaş, 17
Senin Evin Neresi (öykü) / Ahmet Örs, 29
Umut ve Karanlık, III (öykü) / Sait Alioğlu, 30
Fazladan İyilik & Köstebek & Sonbahar (şiir) / Ahmet Örs, 37
Cengiz Aytmatov Romanlarında Sosyal Düzen Eleştirisi (makale) / Zeynep Berre Yayla, 38
Eksik Hece, Yırtlaz Zaman (şiir) / Alpaslan Akdağ, 40
Sırat Köprüsünde Bir Küheylan (öykü) /Ahmet Örs, 41
Yurttan ve Dünyadan Küçük İmgelerle Derlenmiş Tur ya da Sinte’li Şiir (şiir) / Yasin Gedik, 43
Trump’ı Kulağından Vuran Kurşun (şiir) / Ahmet Örs, 44
Demokrasiden Medine Sözleşmesine Gitmek (makale) / Ali Bulaç, 45
Ne Çok Çöl (şiir) / İlyas Ünlü, 62
Wergerek û Xwendinek li ser Helbasta Berken Bereh a ‘Herkes Teşiya Emrê Xwe Dirêse’ / Ferhat Çiftçi, 63
Makamat (makale) / Abdulfettah Kilito, 65
Hata Sanatı (makale) / Abdulfettah Kilito, 68
Meslekler-IV, Berberlik (anlatı) / Ahmet Örs, 71
Muhammed İkbal’in Felsefesinde Hayat ve Benlik (makale) / Tuğba Ekinci, 74
Coinler ve Kripto Gözyaşları (öykü) / Ahmet Örs, 79
7 Ekim Marşı (şiir) / Tokad, 80
Kaynak: tasfiyedergisi.net