Connect with us

Köşe Yazıları

Gençler Neden Tutuklandı?

Yayınlanma:

-

19 Mart yargı darbesinin ardından sokağa çıkıp anayasal protesto hakkını kullanan vatandaşlardan kaç bin kişi gözaltına alındı, kaç yüz kişi tutuklandı bilmiyoruz.

25 Mart’ta İçişleri Bakanı 1.418 kişinin gözaltına alındığı bilgisini paylaşmıştı. Bu sayı ne kadar arttı, içlerinden ne kadar insan tutuklandı, bilmiyoruz.

Artık iyice dozunu arttıran hukuksuzlukları protesto edenler bir veya birkaç partiye mensup gençler değil z kuşağı diye tabir edilen çoğu 20’li yaşlardaki üniversite gençliği. Gözaltına alınan ve tutuklananlar da çoğunlukla onlar.

Gözaltındakilere işkence iddiaları vahim. T24’te yer alan habere göre İstanbul Barosu avukatlarından Halil Enes Kavak, Vatan Emniyet ve Gayrettepe Emniyet’de gözaltına alınan gençler hakkında “İçlerinde, darp izi olmayan hiç kimse yok. Çoğunun gözü, kulağı patlamış, vücutları yara bere içinde,” dedi.

Zulme, hukuksuzluğa, tek adam rejiminin vatandaşı hor ve hakir gören anlayışına karşı itiraz eden bu gençlik, ülkede her şeye rağmen umudun yeşerebileceğini gösterdi.

Son 10 yılda kesif bir karanlık ve ağır bir yoksulluk içine düşürülürken ülke, ihtiyarlar ve 40 yaş üstü, üzerine düşen uyarı ve itirazları ne sandıkta ortaya koyabildi ne de sokakta. Açık konuşalım, berbat bir imtihan verdiler.

Gelecek vaad etmeyen, yaşlı, bir ayağı çukurda siyasetçiler ve pısırık, hantal, eski düzen siyaset anlayışı gençliğin umutlarını zayi etmeye daha ne kadar devam edebilir!

Millet, özelde de gençler, “yeter artık!” dedi, patladı ve sokağa taştı.

Hukuksuzlukları protesto edenleri yine hukuksuz şekilde gözaltına alıp tutukluyorlar. Bir kere sınırı aşan iktidarlar için artık sınır yok!

Elbette göstericiler arasında barışçıl olmayan yollara sapanlar da olabilir. İstisnalar vardır ve onlar da tutuksuz yargılanmayı hak ederler. (Sivil polis veya milis güç filan değillerse!)

Bu yazıda, evlerinden gözaltına alınıp tutuklanan kişiler arasından 11’inin tutuklama kararına dair mesleki bilgiler de içeren kısa bir değerlendirme yapacağım.

İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 25 Mart 2025 tarih ve 317 sorgu numaralı 11 sayfalık kararı ile tutuklanan 11 kişinin yaş ortalaması 32. (içlerinde 2005 doğumlu iki genç var.)

Tutuklanma gerekçeleri: Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşe Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama Suçu.

Böyle bir suç mu varmış demeyin!

Anayasa M. 34’e göre “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Bu insanlar anayasanın, yasaların hiçe sayılmasını protesto için orda bulunuyordu. Silahsız oldukları ve polise mukavemet etmedikleri ortada. Çoğu, bir, “dağılın” ihtarı da duymamıştı. Kaldı ki bu ihtar da valiliğin yasağı gibi hukuka aykırı olurdu. Durduk yere “dağılın” ihtarında bulunmaya hakkı yok polisin. Bulunması, gösteriyi tek başına yasa dışı hale getirmez. Göstericiler arasında suç işleyen varsa onları tespit etmeli, ayırmalı ve gözaltına almalı polis.

Sonuçta zulüm üstüne zulüm üstüne zulüm bindirerek bu gençleri, yüzlerce, binlerce insanı apar topar tutuklayıp hapse atarak toplumu baskılamak, yıldırmak, korkutmak ve haklarını arayamaz hale getirmek ve tebaa –kul köle- zihniyetini tahkim etmek istiyor rejim.

Bunun adı artık -en basit tabirle- darbe rejimidir. 10 yılını doldurmuş bu rejime, gözünü Erdoğan iktidarı ile açmış gençler isyan ediyor. Elhamdülillah ki, zulme itiraz ediyor, razı gelmiyorlar. Bir farzı, en azından bir sünneti yerine getiriyorlar.

Açıkça iftira ettikleri, birer gazı ve coplarla müdahale ettikleri, nihayet hapsettikleri bu gençler, kendilerince hakkı tutup kaldırmaya çalışıyorlar. Bir zulmü elinle, dilinle engellemeye çalışmak ibadet değil mi?

Tutuklananlar arasında, Filistin eylemlerinden dolayı bizzat tanıdığımız Hüseyin Arif de var. Öyle zannediyorum ki Türkiye’nin İsrail’e, Gazze’de soykırım devam ederken dahi sağladığı desteği kesmesi için yapılan eylemlerde başı çektiği için bardağı doldurmuş. Bu protestolar da bardağı taşıran son damla olmuş.

Zulme razı gelmeyen, biat etmeyip açıkça itiraz eden herkes, hiçbir suça ve şiddete karışmasa da bu ülkede bardağı dolduruyor, taşırıyor ve hapse atılıyor! Yazık ki ne yazık.

2000 doğumlu Hüseyin Arif, Emniyet Sorgusunda şu ifadeyi vermiş:

“22.03.2025 günü akşam saatlerinde bir iki saat kadar Saraçhane taraflarında mitinge katıldım. Mitingdeki konuşmacılar Özgür Özel ve birkaç siyasetçiydi. Ben polis bölgesinde herhangi bir polis müdahalesi olmadan mitinge katıldım. Kitleler dağılınca ben de saat 23’ten önce oradan ayrılarak evime gittim. Ben mitingden sonra orada kalmadım. Herhangi bir taş atma, sopa sallama gibi eylemde bulunmadım. Bu tarz materyaller temin etmedim. Devlete veya hükümete karşı herhangi bir provokasyonda bulunmadım. Ben sadece demokratik hakkımı kullanmak için oradaydım. Ben bu mitinge tek başıma gittim. Tanıdığım kimse yoktu.”

İşte, gözaltına alınan binlerce insandan biri, bu “suçları” işlediği için tutuklandı! Kaçma ve (olmayan) delilleri karartma şüphesini de hesaba katmış hâkim! Yoksa tutuksuz yargılanması gerekirdi.

Hukuk olmayınca böyle oluyor ne yazık ki. Devirler değişiyor, muktedirler değişiyor lakin zulüm hiç bitmiyor.

Başlığa dönersek… Gençler Neden Tutuklandı?

Zulme, hukuksuzluğa karşı çıktıkları için.

Onlar bu bayrama zindanda girecekler.

Yazık ki bu ülkenin dört bir yanında haksız ve hukuksuz olarak zindanlara atılmış nice vatandaş yıllardır bayram yüzü göremiyor.

Bu ağır ve sistematik adaletsizliğe imza atanlar bir yana, bu zulüm rejimini yıllardır bile isteye destekleyenlerin yüklendiği dehşet verici vebal bir yana…

Biz ülke olarak niye bu haldeyiz, sorusunun cevabı burada, bu suçların, günahların, veballerin altında cansız yatıyor.

*fotoğraf: Ümit Bektaş /REUTERS

1983 Trabzon doğumlu avukat. Ufak Tefek Şeyler (+10), Sevimli Türkçe Sözlük (+10), Kelebek Ve Arı (+14), Ceza Hikayeleri (+18), Kuzularla Saklambaç (+9), Nasreddin Hoca'nın Bisikleti (+9) ve Gazete Okuyan Tavuk (+9) adlı kitapların yazarı.

2 Comments
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
trackback

[…] O kadar sık ve hoyratça ihlal ediliyor ki bu hak, işte bu yazı ile isyan ediyorum bu apaçık zulme. […]

trackback

[…] O kadar sık ve hoyratça ihlal ediliyor ki bu hak, işte bu yazı ile isyan ediyorum bu apaçık zulme. […]

Köşe Yazıları

Bütün Emperyalist/Siyonist Koridorlar

Yayınlanma:

-

Egemen dünya düzeni, Tel-Aviv’den Zengezur’a uzanan bir hat çizmeye muvaffak oldu. İslam coğrafyalarına çöken işbirlikçi düzenlerin bu “muvaffakiyet” sürecindeki rolünden artık bahsetmeye bile lüzum yok!

Suriye’nin düşüşü ile İsrail’in önünde açılan derinlik, 12 günlük İran savaşında yeterince test edilmişti. İşgal edilmiş Filistin topraklarından kalkan İsrail savaş uçakları hiçbir engele takılmadan koca bir Suriye sahasını geçebiliyorlar. Irak sahasının durumu zaten Körfez savaşlarından bu yana hepimizin malumu.

Uzun yıllara yayılan Ermenistan-Azerbaycan savaşlarının ABD’nin galibiyetiyle neticelenmesi enteresan değil midir? Rusya’nın tarihsel rol sahasından belli ki Ukrayna savaşının da etkisiyle itilerek İran’ın hemen üzerine ABD’nin “Zengezur Koridoru” adıyla konuşlanması, İsrail’den başlayan çevrelemenin son hamlesi olarak kayıtlara geçti.

İsrail’le baş döndürücü sevgi sarmalından pek bahtiyar fotoğraflar veren Aliyev hanedanının peşinde sürüklenen Azerbaycan’a layık görülen “Kafkasyalı Truva atı” rolü meyvelerini vermiş görünmektedir.

Zengezur Koridoru söylencesiyle kitleleri coşturmak için yeni bir fırsat bulan AKP ise hakikatleri gizlemekte pek mahir olduğunu yine kanıtlayıverdi. İslam dünyasındaki zayıf bağları tümden kesecek hamleleri ulusçu söylemlerle tahkim ederek emperyalist kuşatmayı, bu kuşatmaya verdiği kesiksiz desteği gözden ırak tutmaya çalıştı, çalışıyor.

İslam ümmetinin yaşadığı çok boyutlu sefaletin çekilmez sonuçlarıyla her geçen gün katmerli bir şekilde yüzleşiyoruz. Gazze’de süregiden soykırım, Batı Asya coğrafyamızda adım adım pekişen emperyalist/Siyonist işgal, Müslümanlarda emarelerine rastlanılmayan zihinsel sıçrama ihtimalinin yokluğunda çok daha fazla iç karartıyor.

Tel-Aviv’den Zengezur’a ulaşan emperyalist/Siyonist kıvrımın benzeri -belki de çok daha şiddetlisi- mezkûr ihtimallerden yoksun düşmektir. Kavramadıkça, tartışmadıkça düşmanın ekmeğine yağ sürmeye devam eden bir çaresizliğe yuvarlanıp duruyoruz. Suriye örneğinde olduğu gibi kazandığımız zaman da yaralıyız, kaybettiğimiz zaman da!

Anti-emperyalist/anti-Siyonist olurken diktatör, zalim olunabiliyor! Şerhler düşmeden kendimizi ifade edemiyoruz. “Direniş”in felsefesini, yol ve yöntemlerini lâyıkıyla müzakere edemiyoruz. Sıcak çatışma anları maalesef ânımızı ve geleceğimizi rehin alıyor.

Irak işgalinden bu yana emperyalistlerin işgallerine payandalık etmeyi, oluşturdukları sözüm ona dinî vaat iklimiyle perdeleyenlere tav olan mühim bir İslamcı kitle, her şeye yeni baştan başlamak lâzım geldiğinin açık kanıtından başka bir şey olmasa gerek!

Tevhidin hakikatini bilmeyen büyük kalabalıkların emperyalist/Siyonist tezgâha “esas”tan itiraz etme şansı elbette yoktur. Yine, imanın hakikatine ulaştıktan sonra “topuklar üzerine geri dönme” tehlikesi ise Kur’ânî bir uyarı olarak bâkîdir.

Bütün emperyalist/Siyonist koridorlar Tel-Aviv’den başlayıp Zengezur’a, bu yozlaşma ve çürümeye maruz kalan bilinçlerden geçerek ulaştı. İki yıla varan Gazze’deki Siyonist soykırıma ateş taşımaktan vazgeçmeyenlerin fotoğrafını, verilmesi gereken mücadelenin esasına ilişkin bir kalkış noktası olarak görmeden hakikatli bir muhasebe yapma şansı elbette olamaz!

Bu kısa yazılarda işaret etmek istediğimiz bazı hakikatleri istişarelerle zenginleştirip şûrâlarla örgütlemek, öncelikli pratik sorumluluğumuz olarak görülmelidir. Her gecikme, emperyalist/Siyonist koridorlarla boğazlarımızın daha da sıkılacağı anlamına gelecektir. Bu hakikatten emin olmamak mümkün müdür!

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon

Yayınlanma:

-

Heyamola Yayınları’nın “Türkiye’nin Kentleri” dizisinden çıkan “Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon” kitabını bir hemşire, öğretmen ve şair olan Çiğdem Sezer kaleme aldı. Çiğdem Sezer’i YKY’den çıkan ve çok başarılı bulduğum şiir kitabı “Denizden Geçme Hali” ile tanımıştım.

Trabzon’da doğup büyümüş şairin, şehirle olan çok yönlü ilişkisini katır kutur bilgiler değil hatıralar eşliğinde, şiirsel ve edebi bir dille aktarmış olması kitabı özgün kılıyor.

Kişinin bilhassa yaşadığı şehirle maddi manevi bir ünsiyet kurması için bu tür metinlerle hemhal olmasında fayda var. Yoksa, bakar kör olarak her gün sağından solundan geçip gidilen bir şehirde yaşamak yavanlık değil de nedir?

Türkiye’de vasatın üzerinde bir eğitim müfredatı uygulansa ortaokullarda, liselerde “şehir kültürü” diye bir ders almış olmalıydık. Canlı bir dersten bahsediyorum. Şehri şehir yapan değerlerin –insan dâhil- ziyaret edileceği, bizzat yerinde temaşa edileceği programlar ihtiva eden bir ders. İnsanlar ve eserleri etrafında şekillenen bir kültür aktarımı, bir tanışıklık, bir giriş kapısı.

Bu, her şehrin kendine has kimliğini korumak veya tesis etmek gibi hayırlı bir sonuca da yol açacaktır. Şehirlerimiz kapitalizmin, modernizmin, dahası, ilim ve irfandan kopukluğun neticesi olarak kimliksiz, kişiliksiz bir halde çirkin bir tektipleşmeye doğru savruldu hızla. Nostalji ile malul bir genelleme değil, hakikat bu. Şehir planlamalarında önceliği rant, bencillik ve zengin elitlerin şahsi/ailevi çıkarları alırsa, olacağı budur.

Türkiye’de toplumsal hafızaya ve hatıraya sanki özellikle husumet besleniyor. 2002 ila 2012 yılları arası yalnızca 10 yıl ara sıra misafiri olduğum Haydarpaşa Garı’nın 12 yıldır kapalı ve büyük ihtimalle birilerine peşkeş çekilip özel mülk veya lüks mekân haline getirilecek olması bir İstanbullu olarak beni epey rahatsız ediyor. Düşünün ki ben 18 yaşında İstanbul’da yaşamaya başlamış biriyim. 40 yıldır oralı olan milyonlarca insanın nasıl bir hatıra ve hafıza gaspına uğrayacağını tahayyül edin. Bu hoyratlıklar çağında, ülkesinde hayli ponçik bir haktan bahsettiğimin farkındayım. Yine de karamsar olmamak lazım.

Trabzon adının ilk kez Yunanlı filozof ve yazar Ksenophon’un (MÖ 432-355) Anabasis adlı eserinde geçtiğini bu kitapta öğrendim. Kitap İş Bankası Yayınları tarafından okurlara sunulmuş. Büyük kısmı Anadolu topraklarında geçen bir askeri seferin güncesi olan bu eseri merak ettim ve okumak üzere edindim.

Trapezus yunanca “masa” anlamına geliyormuş. Kentin kurulduğu düzlüğün masayı andırması nedeniyle seçilmiş ve bir evrimle bugünlere gelmiş. Trabzon’un tarihini 5 döneme ayırarak incelemek mümkün.

Milattan önce 7. Yüzyıllara kadar uzandığı rivayet edilen Pontos Dönemi, Roma-Bizans Dönemi (MÖ 1. yy – 1204) , Trabzon İmparatorluğu Dönemi (1204-1461), Osmanlı Dönemi (1461-1916) ve Cumhuriyet Dönemi (1923 sonrası).

Çiğdem Sezer kendi Trabzon’unu anlatırken haklı eleştiriler ve yerinde tespitler sunuyor. Bölge insanının bugün dahi dikkat çeken silah sevgisine açıklık getirirken, Trabzon’un tarih boyunca cazip bir merkez olduğunu hatırlatıyor. Komşu ve büyük devletlerin iştahını kabartan şehir, özgürlüğüne düşkün ve haliyle işgallere karşı sürekli bir savunma halindeydi. Silah sevgisinin kökleri buraya dayanıyor.

Bir diğer fenomen olan Trabzonspor’la ilgili çıkarımı da üzerinde konuşulmayı fazlasıyla hak ediyor. Trabzon, kültür, edebiyat, bilim, sanat ve ekonomi sahasında yaşadığı bariz gerilemeyi futbolla örtmeye, ödünlemeye çalışan bir aksaklık içinde. Futbolu seven, oynamış, seyretmekten de keyif alan biri olarak ben de bu eleştiriyi yıllardır yapıyorum. Dinin de futbolun da egemenlerin kâr hanesinde aşikâr bir afyona dönüştürülmesine aklı başında herkes itiraz etmeli.

Gençler, ilhamını kumar ve faizle şişirilmiş büyük paralar kazanan, dünyaca ünlü takımlara transfer olan futbolculardan ziyade ilim, bilim, sanat ve kültür insanlarından alsa keşke.

Trabzon’un devlet sahil yolunu baştan sona kat edin, nerdeyse bütün üst geçitlere şehit askerlerin isimlerinin verildiğini göreceksiniz. Sorgulama olmaksızın ölmeye ve öldürmeye odaklı militarist bir kültürün ürettiği kurbanlar yerine (veya onların yanı sıra) insanlığa hizmetler sunmuş, eserler vermiş bilim ve sanat insanları öne çıkartılsa, örnek gösterilse çok daha hayırlı olmaz mı?

Yazar da bu bakış açısında olduğundan İbrahim Cudi’yi, Hasan İzzettin Dinamo’yu, Bedri Rahmi’yi, Leyla Saz’ı, Celalettin Algan’ı, Hamdi Başman’ı örnek veriyor.

Bir okula filan adı verilmemişse, Trabzonlu gençlerin yüzde doksanı, eserlerinden şöyle bir haberdar olmayı geçiyorum, bu isimleri duymamıştır bile.

Öyle zannediyorum ki yoksulluk da bilinçli bir politikanın sonucu bu ülkede, cahil bırakılmak da. O sebeple devlet (ve sistem) dışı (“sivil”) düşünmek ve iş başa düşüyor diyerek harekete geçmek gerek.

Bizler, düzene aykırı kafalar ve havuzlardan kaçan balıklar, birlik ve beraberlik içinde, üst düzey bir dayanışma sergileyerek yeşertebiliriz çölleri. Bunun ön şartı ise ötekileştirme tuzağına düşmemek ve müesses nizamın saçtığı önyargı haplarını yutmamaktır.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

KHK’lılar İçin Adalet Gelir mi?

Yayınlanma:

-

Savaş Genç, “Toplum ve devlet KHK’lılar ile nasıl barışır?” başlıklı bir yayın yapınca, ben de KHK’lıların yaşadığı büyük zulmü bir kez daha dile getirmek istedim.

Konu mühim, başlık isabetli. Zira zulüm en yukardan, devleti yönetenler eliyle gerçekleştirilmişse bile toplumumuz da az günahkâr değil. Zira, gaza gelinip insani vazifeler, komşuluk veya akrabalık hukuku unutulsa dahi Allah’ın kapı gibi ayeti görmezden gelinmemeliydi.

Neydi o ayet?

Hucurat Sûresi 6. Ayet:

“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”

Kısa sürede ortaya çıktı ki, devlet imkânlarını “al gülüm ver gülüm” paylaşarak el ele kol kola yol yürüyen iki iktidar odağı (o parti ve o cemaat) çıkarları çatışınca birbirine girdiler. Parti, Gülencileri tasfiye için düğmeye bastı ve hukuk dışına çıktı. Hatta hukuk dışında cirit attı, atmaya da devam ediyor, olanca pervasızlığıyla.

Sonuç?

Savaş Genç’in aktardığına göre 160 Bin KHK’lı var. Bunlardan 155 Bini hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma” suçu gerekçe gösterilerek soruşturma başlatılmış. 70 Bin kişi tutuklanmış. Bunların tutuklulukları öyle veya böyle hükme bağlanmış. Ortalama 3.5 ila 7 yıl arası hapis yatmışlar.

Toplum, devlet (siyaset ve yargı) eliyle atılan ağır iftiralara inandı ve masum yüz binlerce insanı “terörist”, “vatan haini” gibi gebermiş gitmiş söylemlerle ötekileştirdi, tahkir etti, hatta yer yer linç etti.

 

 

KHK’lıar kendi vatanlarında, kimse kusura bakmasın ama “köpek muamelesi” gördüler. Bu, dehşet verici bir zulümdü. “Yapmayın, etmeyin” diyen bir avuç insanın uyarıları ise yoğun gürültüde, toz duman içinde işitilmedi.

Kendimden biliyorum, 15 Temmuz’dan sonra haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayanlar adına konuşup yazdığım için ben de ötekileştirildim, haksızlığa uğradım.

KHK’lıların, en acımasız yaklaşımla söylüyorum, yüzde 95’i suçsuzdu. Uğradıkları muamele hukuksuzdu.

KHK’lılar haksız yere işlerinden oldular, hapislerde yattılar. Beraat etseler de, hak etmedikleri cezaları çekseler de ötekileştirme ve mağduriyet halen devam ediyor. Böyle giderse ömür boyu sürecek.

KHK’lılar uğradıkları ayrımcılık, dışlanma ve ağır hakaretler nedeniyle ciddi ruhsal sorunlar yaşadılar, yaşıyorlar. İntihar edenler oldu. Parçalanan ailelerin, boş yere yetim kalan çocukların sayısı az değildi.

Tekil olarak mağdur sayısını en az 5 ile çarpmak lazım acı manzarayı görmek için.

KHK’lılar ve çocuklarının bu ülkeyle olan bağları ya gevşedi ya da tümüyle koptu.

Toplum , genel olarak, “çok pis” gaza gelip iftiraları taşıyıp yaymasa, mağduriyetler büyük oranda hafiflerdi.

Sıradan vatandaşın bu günaha ortak olmasında çakma kanaat önderlerinin, aydın geçinen ünlü isimlerin, çapsız imamların, “sivil” toplum kuruluşlarında koltuk sahiplerinin payı büyüktür. Adil şahitlik yapmadılar.

Artık 10 yıl oluyor.

Adalet gelirse, çok geç de olsa gelirse, ne kadar Adalet olur bu? Çeyrek porsiyon mu yarım porsiyon mu?

Toplumsal barış için devletin adım atması, özür dilemesi gerekiyor. Büyük bir şehvetle bizzat cadı avına çıkan siyasetçilerin şimdi kameralar önüne çıkıp tövbe edip özür dilemesi gerekiyor.

Düşmanlıklar zamanının sona erdirilmesi lazım. Temiz bir sayfa açıp zararın burasından dönmek lazım.

Mağduriyetlerin kısmen de olsa giderilebilmesi için tazminatlar ödenmeli. Helallik alınmalı. İşe iadeler hızla gerçekleştirilmeli. Beraat kararları verilmeli. Sabıka kayıtları silinmeli.

PKK silah bıraktı. KHK’lıların bırakacağı silahları ise hiç olmadı. Onlar dağa da çıkmadılar. Cam çerçeve de indirmediler. Ne var ki aşağılandılar ve bu toplumdan dışlandılar. Masumdular.

Ne yapsak da bir kısmı bu devleti ve milleti affetmeyebilir. Haklarıdır. Gidenler, yitenler geri gelmeyecek.

Her birimiz kendimize sormalıyız: Biz bu ülkede bu yaşananları (yoksullaştırmayı, yolsuzluğu, değersizliği, aidiyetsizliği, liyakatsizliği, sahtekârlığı, yalanı dolanı) hak edecek ne yaptık diye.

Biz hangi suçun cezasını çekiyoruz?

Devamını Okuyun

GÜNDEM

2
0
Would love your thoughts, please comment.x