Haberler
Siyasal Arayışlar: Nasıl Yapmalı? – Ümit Aktaş

Yayınlanma:
2 yıl önce-
Özgür Yazarlar Birliği seminerlerinde 29 Ekim 2022 cumartesi günü Ümit Aktaş aynı zamanda kitabının da adı olan “Siyasal Arayışlar: Nasıl Yapmalı?” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi.
Programdan notlar şu şekilde:
Siyaset sürekli konuştuğumuz ama hep aynı yerde kalmayan, sürekli yeniden konuşmamız gereken bir alan. İnsanoğlunun en dinamik alanı… Toplumu kuran bir şey… Din ya da ideoloji…
Tek başına biri yetmiyor. Batı kavramsallaştırmasında bunu ayrıştırıyorlar. Din başlığı altında konuştuk ikisini yıllarca. Dini konuşurken, siyaseti de konuştuk.
İki temel bakış var siyasette. Kitapta da ona değinmekteyim. Raiyyetten insaniyete doğru siyasetin imkânı…
Atina’ya dayanan batı siyaseti
Bu havzaya özgü olan Afrika, Asya, Avrupa kıstağı diyebileceğimiz bu havzadaki pastoral anlayış… Yani çoban – sürü ilişkisi.
Gerek Mısır, Akadlar… Gelenek var burada. Çoban – sürü ilişkisi derken, metaforik bir tanım.
Foucault, iktidar ilişkilerine kafa yoran birisi. Batılı bir yerde durmayan biri… Bütün karşı baskılara rağmen, İran devrimine ilgi gösteren biri… Batıyı anlamak için burayı, Kudüs, İbrani geleneğini anlamak gerektiğini söyleyen biri. Batı dünyası kendini Yunan’a atfediyor, tamam. Atina’nın bu konudaki bakış açısı nasıldı? Demokrasinin eşiği olarak? Ama bu Atina’daki siyasi tanımlayışı şöyledir: Yönetici, kendisini şehre ve şehirdeki üretim araçlarına karşı sorumlu addeder. İnsanlara karşı sorumlu değildir.
Fakat İbrahimî gelenekte, yönetici, sürüden sorumludur. Yani toplumdan ve toplumun her bir ferdinden sorumludur. Atina’da birey çok umursanmaz. İbrahimî gelenekte ise çoban herkesle tek tek ilgilenir. Çok toplumcu bir havza olarak görürüz ama bireyselleştirici bir yönetim biçimidir ama aynı zamanda sürüye karşı sorumluluğu esas alır. Hak, adalet, bireyi gözetmek…
Platon da bundan bahsediyor fakat o buradaki pastoral yönetim biçimiyle ilgili şunu diyor: Başlangıçta insanlar adeta cennetsi bir atmosferde yaşamaktaydılar ve onları tanrı yönetmekteydi sanki. Henüz insan tabiattan ayrışmadığı, birliktelik içerisinde olunana, ilahi bir gözeticilik altında, siyasete de gerek duyulmayan şartlarda yaşıyorlardı. Ne zamanki tanrılar insanları kendi hallerine bıraktılar, sürü bir liderin gözetimine geçti ve siyaset başladı.
Başlangıçtaki o cennetsi durum ütopik görünebilir. Bilge kral ütopik bir başlangıç aşaması… Dolayısıyla onu referans olarak koyamayız. Yerine bizim bir şey üretmemiz gerekiyor.
Plato, Atina için bunu uygun bir model olarak görmüyor. Bu cennetsi durumdan sonra, bir gemi ve kaptan modeli… Mülkiyet araçlarını idame ettiren bir model yani. İnsanlara dair bir şey yok. İnsanların esas alındığı şey, pastoral, doğuya ait bir model olarak görüyor.
Devlet’teki ilginç anekdotlar… Bilge-kral belli bir yaşa gelmiş, seçkin birisi ama yönetimde 10 yıl kalır. Sonra başkası seçilir, onunla devam ederiz. Bu ilginç bir şey… Günümüz açısından. 2 dönem kuralı, Amerika’da mesela. 8-10 yıl maksimum. Oldukça makul bir süre bana göre.
Yahudi peygamberler, mesela Musa şehri ve mülkiyeti reddedip göçebe bir hayata geçiyor. Sonra İsa, Davut ve Süleyman… Davut ve Süleyman nebi krallar… Yani abd-resul değiller. Tanrıya yoldaş olmak olarak tanımlıyorum abd’ı. Bana göre kulluk değil de yoldaş olarak tanımlanması daha uygun. Ama onlar nebi-krallar. Suçlanan ve eleştirilen peygamberler kuranda. Sonra bağışlanıyorlar.
Câlut’u günümüzün mekanize olmuş devletleri gibi, karşısında Davut’u ise çıplakların başkaldırısı gibi. Mekanikliği her tarafını sarmış ama görüşü açık. Onun için de bir gözü korunmuş değil, oradan öldürülüyor. İktidarın disiplin ve gözetim aygıtı olması, en zayıf yönünün de o denetleyici gözetleyici yeri olması (Foucault).
Kıssalar, çoklu üretimler yapılacak membalardır. Üstünde düşünmek gerekir.
Davut’un kıssasında 99 koyun – 1 koyun hikâyesinde Allah bir ders veriyor. Davut hemen anlıyor kendisine gelen suçlamayı. O da mutlakiyetçilik. Kardeşinin koyunu elde etmeye çalışması, mutlakçılık. İktidar kibri içerisinde çevresinde olup biteni göremeyişi.
Son cümle Süleyman’ın duasıdır. “Bana öyle bir fırsat ver ki kendimden sonrakilere örneklik koyayım.” Meallerde bu anlam kayboluyor. Farklı okumalar üretmek lazım, diye düşünüyorum.
Pastoral yönetim biçiminin son noktası Hz. Muhammet’tir. İsa da bu yönetim biçimine dâhil.
Muhammet’te bu noktalanır ama onda bir açılım yapılır. (Raina ve unzurna kavramları da İsraili rivayetlere boğdurulmuştur.)
Peygamberle, bir yönetimle olan ilişkinizi çoban – sürü ilişkisi olarak tutmayın. Bu ilişkiyi bir birliktelik olarak birlikte münazara edin, birlikte eyleyin.
Siyasette bir raina tarafı var, gözetleyen eden, evet. Ama bununla bitirmeyin. İnsaniyete doğru bir noktaya getirin. Sürü olmayın, birlikte münazara edin diyor. Sonra da birlikte yapın diyor. “Peygamber karar versin, biz uygulayalım.” modunda hareket etmeyin diyor.
Maalesef İslam dünyası “şura” kavramını hayata geçirememiştir. Muhammet’in bıraktığı yerde kalmıştır.
“Şura” dediğin şey, dünyanın işlerliğini çekip çevirenlerdir. Cennetlik olanlar dediğiyle bitmiyor. “Şura” ilişkisini burada eylememiz lazım, burada kafa yormamız lazım.
İslami yönetim biçimi diye bir şey diyeceksek eğer, canlılık hücresi olarak kalmıştır bu. Büyüyüp dünyaya gelememiştir.
Kavramsal olarak söz eden “şura”dan, Ömer bin Abdülaziz var. Meseleyi kavramış birisi ama ömrü yetmiyor tasarladıklarını hayata geçirmeye.
Pastoral yönetim biçimi daha sonra Hristiyanlık tarafından Avrupa’ya taşınıyor. Terzi metaforu gibi, iplikleri Pavlus’un dokuduğu gibi, yeniden üretilen, yeniden dokunmuş bir yönetim biçimi oluyor.
Kilise faaliyeti olarak sürdürülmeye çalışılıyor tabii. Kilise, Avrupa’yı ayakta tutuyor, Avrupa kimliğini. Şöyle bir manzara ortaya çıkıyor: Hristiyanlık, Avrupa kimliğini korumak için pastoral yöntemi kullanıyor.
(İlk Avrupa’da üniversiteleri açan Tunuslu Müslüman tacir.)
Avrupa, 1453’e kadar, Avrupa, Müslüman âlimlerin kitaplarını okuyorlar; siyaseti, felsefeyi oradan öğreniyorlar.
Felsefe bilmediklerinden ötürü Müslüman metinlerini okuyorlardı. Platon’u anlamak için Müslüman âlimlerin şerhlerini okumak zorundaydılar.
15-16. yüzyıldan sonra yön değişiyor. Müslüman dünya referans olmaktan çıkıyor. Atina’ya dayalı bir yöneyim anlayışına dönüyor. Pastorallikten uzaklaşarak. Ama az da olsa damarlarında dolaşıyor Avrupa’nın hâlâ.
Daha sonraki demokratik çabaların – liberallerin bırakınız yapsınlar zihniyeti – özgürlük ve serbestlik kavramlarını ayrıştırmak lazım tabii. Özgürlük sorumlu olmayı gerektiren bir şey, serbestlik de bırakınız yapsınlar. Yani vahşi kapitalizm. Liberallerin bu vahşi serbestliğine karşı dengeyi sağlayan demokratların zihniyeti
Aralarında çatışmacı bir yapı var aslında. Bunu görmüyoruz tabii. İslamcılık serüveninde, Batı dünyasını anlamaya yön verilmedi. Kendi köklerine dayanarak oralardan bir şeyler üretmeye çalıştı ama neticede şu ki bizim geliştirilmiş bir siyasal teorimiz yok.
Evet, “şûra” var ama bunu uygulanmış bir siyasi ortam yok. Peygamberlik modelinin siyasal bir model olarak nasıl uygulanacağına dair bir model yok.
İslamcılık da büyük ölçüde muhalif akımlar olarak kaldı. Böylesine yaşanmış deneyimler de irtibatlı olarak bir yere gelemediği için, İran İslam devriminden tutun TR’deki demokratik bir faaliyet yürütmeye kadar, deneyimler ve pratiklerden uzak olmamız nedeniyle, olumlu sonuçlar elde edemedik.
Tecrübe tecrübedir ama. Yapılan şeylerin nereye vardığına dair bir tarihimiz oluşmaya başladı. Son 150 yıl içerisinde bir siyasal tarihimiz ortaya çıkmaya başladı.
Harcanmış bir kavram olan “araf” kavramına değineceğim.
Bu kavram çok kötü bir biçimde harcandı. Hâlbuki kavramlar düşünceyi ve pratiği oluşturan şeyler olarak çok önemli şeyler.
“Araf’ta mısın, iki arada bir derede misin?” gibi. Tam tersine döndüren bir durum yani. Bir kavram tam tersine nasıl dönebilir? Kavramlar aslında devletlerden aslında çok daha kıymetli şeyler. Kavramsal değişimleri yeniden düzeltmek, yorumlamak, anlamak çok zor. Tarih külliyatı yanlış anlaşılmalar üzerine oluşuyor çünkü.
Araf suresinde anlatılan şey, cennetlikler ve cehennemliklerin arasında kalmış kişiler olarak geçiyor klasik anlatıda. Bana göre ise metaforik bir dille günümüzü anlatan bir şey. Toplumda arafta olanlar – yüksekte olanlar demek. Yüksek bir bakışa sahip olanlar demek. O bakışa sahip olanlar toplumu gözlemliyorlar ve doğruları- yanlışları ayırt ediyorlar. Oradan doğru bir fikir, çare, yol üretmeye çalışıyorlar. Hakikaten bir toplumu kurtaracak olan, kutuplaşmış toplumu düşünün, o kutuplaşmaların dışında kalmış, böylece kurtuluşun yollarını gösteren insanlardır. Bunların en bariz misalleri de peygamberlerdir. Onlar tam da arafta olan kişilerdir. Ne ezen, ne ezilen, ne yoksul ne zengin. Her iki tarafta da olmak bedenen ve ruhen sakatlanmış olmayı getirir.
Mesela Musa, Yahudi olduğu halde Yahudiler içerisinde kalmamıştır. Ama firavun ailesinin de içinde değildir. O arada kalma halinden ürettiği kurtuluş fikriyle toplumu bir sürü gibi çekip çıkarıyor firavunun tahakkümünden. O ezilenler bir türlü özgürlüğe alışamıyor. 40 yıl çölde dolaşıyorlar. Ezilmişlerin o ezilmişlikten kurtulmaları için kırk yıllık bir çile çekmeleri gerekiyor.
Yani bu ezilmişlikte olan insanın bırakın kurtarmayı, kurtulmaya alışmaları çok uzun sürüyor.
İslam tarihinde ilk iki yüzyılda bu anlamda kullanılıyor. Sonradan değişmiş anlamı kavramın. Birçok kavram gibi. Sosyoloji, siyaset, dünyaya bakış değişti çünkü.
Ebu Hanife’nin ölümünden sonra her şey tepe taklak oluyor.
İlahi Komedya bağlantısı var bir de. Araf kavramını oradan alıp da bozan ilahi komedya. Orada işte araftakiler öyle…
İlahi komedya çünkü çok sonra yazıldı, arada kalmışlık gibi yaptı.
Stephanos, Rum mimar, “araf” kavramını tam doğru anlamıyla kullanıyor. Bu pastoral coğrafya diyor, arada bir coğrafyadır. Doğu ve batı arasında, her iki tarafa da ayar veren bir coğrafyadır. Bu coğrafyada.
Anadolu irfanına sahip olanlar, Hititler zamanında da Osmanlı zamanında da o yüksek bakışı yakalayabildikleri ölçüde, her iki dünyaya da ayar vermeyi becerebilmişlerdir. Bu coğrafyanın kıymeti biraz daha oradan kaynaklanıyor.
Bu coğrafya en kesişimsel coğrafya. Asya, Avrupa, Afrika. Kültürel olarak insanların üretimleri en çok kesişen yerde yapılır. Dolayısıyla ilk dinler, kültürler burada çıkmış. Ama bu geleneği ne kadar koruyabiliyoruz? Roma niye ikiye ayrıldı? Doğu Roma büyük ölçüde İbrahimî geleneğe bağlı kalırken, Batı Roma da Atina modeline bağlı olduğu için uyuşmazlık oldu. Ama Doğu Roma kalıcı oldu.
Bu sorumluluğu nasıl yükleneceğiz? “Doğuya ve batıya ayar vermek” olarak düşünmeyelim. İrfan sahiplerinin azın azı olduğu söyleniyor, Davut’a ayar veren ayette. O yüksek bakışa sahip olanların toplumların azın azı…
Nicelik değil, yüksek bakışın, irfanın üretebilmesi önemli olan. Çükü toplumları selamete eriştirebilecek olan, akıldır, düşüncedir. Çobanı sürüye egemen kılan, sorumluluğunu deruhte eden akıldır.
Raiyyetten insanlığa doğru gideceğiz tabii, çobanlıkta kalmayacağız. İlişkileri demokratikleştireceğiz, yataylaştıracağız. Fransız devriminin eşitlik kavramları İbrahimî geleneğinin havzasında üretilmiş kavramlardır.
Azın azı olmamız önemli değil. Önemli olan uçlar arasında dengeleyici olmak ve o düşünceyi üretmek.
Ezenler ve ezilenler, sağ ve sol vs. bu zıtlıkların arasında bir 3. Yol gibi bir fikir olarak üretmek, ortaya çıkarmak gibi, buradan bir kurtuluşu, çıkışı üretmek. Bunu yaparken de eski komplekslerimizden kurtulmamız gerekiyor. Çünkü batı ve doğuyu değerlendirirken, Allah’ın veçhinin orada veya burada değil, her yerde olduğunu dikkate almak. Çünkü Allah’ın veçhini belli bir yere sabitlememek gerek.
Bu çağımızın kabul edilebilir fikriyatının altında kalmamalı, üstünde bir yerde olmalı. Aksi hâlde yol gösterici olmaz. Bunların tartışmasına girmek, abesle iştigal etmek olur. Kur’an’ı nasıl anlayalım, tartışmaları, tartışma dışı görüyorum. Kıssaların okunması, anlaşılması tartışmalarından yeni yollar üretebiliriz. Besleyici ve üretken metinler Kur’an, Tevrat, İncil metinleri. Bunları birbirinden ayırt edemeyiz, etme hakkına da sahip değiliz. İlahiyatta mesela okutulmuyor İncil ve Tevrat. Onları okumadan Kur’an’ı nasıl anlayacağız?
Batı’yı okumadan nasıl yeni irfan üreteceğiz?
Liberaller cemaatleri saf dışı bırakmaya çalışıyorlar. Biz demokratik arenaya girmiyoruz ama oyunun içine girmedikçe deneyim kazanamazsınız. Bir şeyleri öğrenmek için oyuna girmeniz gerekir.
SORU-CEVAP:
Bir oyunun içerisine giriyorsak, oyunun kurallarını da kabullenmek durumundayız. Mevzu parti kurmak, iktidar mücadelesine girmek değil. Toplumsal sorumluluklarımızı yüklenmek mevzu. Muhammet, iktidar mücadelesine girmedi ama başka bir yol üretti. Ezilenlerin denklemini değiştiremedi ama orada da kalmadı. Medine’de sözleşmeye dayanan, karmaşık toplumsal bir bütünlük oluşturdu. Böyle bir alternatif üretti. Bizim kavramsal problemlerimizden biri de ümmet ve cemaat kavramları. Bizim geldiğimiz noktada ümmet cemaatten ibaret bir şey. Bu atmosferde siyaset olmaz zaten. Bu ütopik olan bakış. Ütopik olan yerde siyaset olmaz. Orada tanrılar yeryüzüne inmiştir. Ne Kur’an’ın, ne peygamberin istediği şey bu. Böyle bir yerde siyasetin ve insanın imkânı yok.
Aristo, demokrasiyi kötünün iyisi olarak tanımlıyor, kendisi ise monarşist. Sokrat’ın idamı ise demokrasi yüzünden değil, demokrasinin diktatöryaya yönelmesi yüzündendir. Gençlerin kafasının “karıştırılmasını” engellemek için Sokrat’ı öldürdüler. Sistemi demokratikleştirmek isteyen Sokrat aslında. Diktatöryal heveslerin popülerlikten hareket ederek yönetime gelenlerin yaptığı bir şey.
Sistemin adının cumhuriyet, demokrasi olması, içeriğiyle ilgili bir şey değil ki. Diktatör heveslileri, demokratik yollarla iktidara geliyor. Kabahat demokrasinin mi oluyor? Önemli olan bizim gibilerin meydanı boş bırakıp cesaret göstermemeleri.
İbrahim de, Musa da, İsa da, Muhammet de yalnız kişilerdir. Resulullah’ın öğretisinin çok iyi anlaşıldığını düşünmüyorum. Tam mülkiyetçilik ve iktidar baskılarının yükseldiği kritik bir eşikte vefat etti. Bir devlet kurmadı Resulullah ya da devletin kurulmaması için tedbirler aldı. Mal sadece zenginlerin arasında dönüp dolaşan bir şeye dönüşmesin, ayetindeki dönüp dolaşma devletleşmedir.
Devletleşme aşaması, iktidarın devletleşmeye başlaması, Davut’un suçlandığı aşama. Tövbe ediyor ikisi de. Öz eleştiri gibi. Doğrusunu üretmek için. Bu doğruluğu üretmeye çalışmadan kendi aramızda, azın azı olduğumuzu küçümsemeden, çünkü her zaman azın azıyızdır, önemli olan nicelik değil nitelik. Sürüye dâhil olmak değil, birlikte tefekkür etme, birlikte iş yapmak, paylaşma. Bunları bizim tarihimiz üretemedi.
Örfü aşmak o kadar zor bir şey ki.
Kadın, maden cinayetlerini önleyemiyoruz. Bu hepimizin sorumluluğu. Sadece iktidarın değil. İşçinin de sorumluluğu.
Demokrasi eleştirimizin kaynağı batılılardır yine.
Notlar: Melike Belkıs Örs
Yorumlayın
-
İdeolojiler, İdealler, İlkeler Ölmüş – Yusuf Şanlı
-
“Dağ”ın Ardında Kalan Gazze – Yusuf Şanlı
-
Sınır Tanımaz, Mekânlar ve Zamanlar Üstü Bir Çerçeve
-
Aksâ Tûfânı Dersleri: Özgürleşmeden Özgürleştirmek
-
ÖYB’de Abdurrahman Arslan’la Filistin Söyleşisi
-
Eminönü’nde “Açlık Çoğunluktadır” Eylemi: Zam, Sömürü, Yağma Düzenine Hayır!
Haberler
Üsküdar’da Eylem: İsrail’i Tanıma, Tam Ambargo Uygula!

Yayınlanma:
31 dakika önce-
Nisan 2, 2025
Eğitim İlke-Sen, TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği ve Sağlık İlke-Sen, 01 Nisan 2025-Ramazan Bayramının üçüncü gününde Üsküdar’da, “Bizde Bayram, Gazze’de Katliam Var! Katil İsrail’e Tam Ambargo!” temalı bir eylem düzenledi.
Eylemde, Türkiye’nin İsrail’le süren ticareti ve yine Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından İsrail’e petrol sevk edilmesi protesto edildi ve İsrail’e “tam ambargo” çağrısında bulunuldu. Ayrıca İsrail’i koruyan İncirlik-Kürecik üslerinin kapatılması talebi yinelendi.
Eylemde ayrıca Filistin’e özgürlük mücadelesi veren Rümeysa Öztürk’ün ABD’de tutuklanması da protesto edilerek Türkiye’deki hükümet yetkililerinin bu olayı kınarken kendilerinin Filistin eylemleri yapanları işkenceyle göz altına alıp hapis istemleriyle yargılamaları eleştirildi.
Üsküdar sahilde yapılan eylem boyunca “Katil İsrail, Filistin’den Defol, İşbirlikçi Hainler Hesap Verecek, Bakü-Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, Vanaları Kapat Petrolü Kes, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, Kürecik Radarı İsrail’in Kalkanı, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Ya Teslimiyet Ya Direniş, Zalimlerin Dostu Olmayacağız, Gazze’de Çocuklar Açlıktan Ölüyor, İhtirası Bırak Direniş’e Destek Ol, İsrail’i Tanıma Tam Ambargo Uygula, Hamaseti Bırak Tam Ambargo Uygula, Rümeysa Öztürk Onurumuzdur, Filistin Davası Yargılanamaz, Yaşasın Filistin Direnişimiz, Yaşasın Gazze Direnişimiz” sloganları atıldı, tekbir getirildi.
Eylemde Meryem Karayıl ve Ahmet Orhan’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:
BİZDE BAYRAM, GAZZE’DE KATLİAM VAR! KATİL İSRAİL’E TAM AMBARGO!
Bismillâhirrahmânirrahîm
Gazze’de Siyonist soykırım savaşı tüm hızıyla devam ediyor!
İsrail’in, Batı Şeria’daki mülteci kamplarına, köylere, mahallelere yaptığı baskın ve kuşatmalar sürüyor; işgal devleti zaten yetersiz olan alt yapıyı tahrip ediyor, kardeşlerimizi katlediyor!
Ateşkesi bozan katil İsrail, Ramazan ve bayram içerisinde yine binlerce Filistinliyi katletti!
Gazze’de Ramazan; açlık, susuzluk, ölüm ve sürgün ikliminde geçti.
Oruçlar bombayla, kan ve göz yaşıyla açıldı!
Bayramda Filistinli çocuklar sevinç ve mutlulukla koşup oynamak yerine ölüm kıskacına, çaresizlik girdabına mahkûm edildi!
Koca bir yalan ve iki yüzlülük sûretindeki İslam âlemi, bütün bunları görmemek için olan bitene gözlerini kapattı; işbirlikçilik ve ihanet utancı kara bulut gibi coğrafyalarımıza ve gönüllerimize çöküverdi!
İstanbul halkı!
Gazze’de katliamlar 18 aydır devam ediyor.
Tarihin hiçbir evresinde böyle bir katliam silsilesi görülmedi!
Dünyanın ve Türkiye’nin pek çok yerinde sokağa çıkan milyonlar, İsrail’e verilen destekleri durdurmaya çalıştı.
Biz de elimizden geldiğince bunun için mücadele ettik.
İsrail’i, bu mel’ûn Siyonist soykırım makinesini besleyen kaynakları kurutmak için çağrılarda bulunduk!
“İsrail’e akan petrolü kesin!” diye haykırdık!
“Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından akarak İsrail’e ulaşan Azerbaycan petrolü, Siyonistlerin tank ve uçaklarını çalıştırıyor ve ölüm olarak Filistinli kardeşlerimizin üzerine yağıyor!” dedik.
Ama Türkiye’yi yönetenler vanaları kapatıp petrolü kesmediler!
Aynı uyarıyı, çağrıyı yineliyoruz:
Derhâl vanaları kapatın, petrolü kesin!
Mazlumların dostları!
Yine yıllarca “İsrail’le ticareti kesin!” diye haykırdık.
Aksâ Tûfânı’ndan sonra da “İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet” sloganını ülkenin dört bir yanında dillendirdik.
Ancak, Türkiye’yi yönetenler, İsrail’i besleyen diğer bütün kalemleri, bütün bir lojistiği kâğıt üzerindeki birtakım numaralarla gizlemeye çalıştılar.
Tekrar uyarıyoruz, tekrar haykırıyoruz:
Ticareti kesin, limanları Siyonist gemilere kapatın!
İşte bu meydanlar, bu Üsküdar iskelesi, karşıdaki Eminönü meydanı ve daha nice sokak ve meydanlar da şahittir ki yine yıllarca “İsrail’i koruyan Kürecik NATO radarını sökün, İncirlik ABD üssünü kapatın!” diye sayısız eylem yaptık.
Ancak, Kürecik NATO radarı kendi döneminde açılan AKP iktidarı bu çağrılara da kulak asmadı.
Evet, bunların hiçbirini yapmadılar ama yine de Filistin’i çok sevmeye devam ettiler!
Kırmızı çizgi hamaseti yapıp durdular!
Peki, soruyoruz bu iktidar sahiplerine:
Neyi bekliyorsunuz? Filistin halkının tümüyle yok edilmesini mi!
Kıymetli halkımız,
Katil ve işgalci ABD ile katil ve işgalci İsrail, Ortadoğu’yu/Batı Asya’yı dizayn etmek için katliamlarına, savaş ve işgallerine hız vermiş durumdadır.
Suriye’de mevzi kazanan bu güçler; Lübnan, Filistin ve Yemen’de direnişi boğmak için 18 aydır amansız bir saldırı dalgası vâr ettiler.
İran’ı kuşatma plânlarının son aşamasına geldiklerini dost-düşman herkes bilmektedir.
Tarihin kritik bir evresindeyiz.
Türkiye, bu kritik eşikte nerede duracaktır? Buna iyi karar vermek zorundadır.
Egemen dünya düzeninden yana saf tutup mazlum ve mustazaf halklarımızın, coğrafyalarımızın karşısına mı dikilecektir yoksa yoksul Yemen halkı gibi şeref ve haysiyeti tercih edip ABD ve İsrail’i bölgeden kazımak isteyenlerle mi birlikte olacaktır?
İşte karşı karşıya kaldığımız/kalacağımız kritik seçim budur; tablo, bu kadar açık ve nettir.
Direnişin dostları,
Gazzeli çocukların, Gazzeli annelerin yürek parçalayan görüntüleri bizi, insanlığımızdan utanma aşamasına getirmedi mi?
Şu mübarek günlerde bayram ziyaretlerinde ikram edilen şekeri, lokumu kursağımızdan geçirebiliyor muyuz?
Kerbela ıssızlığına, ölüm ve çaresizliğe sürgün edilen yavrularımız rüyalarımıza girmiyor mu?
Bugün vicdanlı insanlar için insanlık tümüyle ölmüştür.
Bizdeki iktidar sahipleri ise birtakım alicengiz oyunları marifetiyle iktidarlarını daha çok pekiştirmek ve uzatmak derdine düşmüşlerdir.
Sahte Filistin duyarlılıkları bir kez daha ortaya çıkmış, son günlerdeki protesto eylemlerinde tutabildikleri gençleri hapsederek asıl gündem ve niyetlerini açık etmişlerdir.
Ey iktidar sahipleri!
Bu ucuz numaraları bırakın!
Açlık ve yoksullukla boğuşan halkımızın gerçek gündemine yoğunlaşın.
Adaletsizlik ve hukuksuzluklardan vazgeçin!
Hemen yanı başınızda bir halk günde yüzlercesiyle katledilirken birazcık olsun utanın!
Neyle meşgulsünüz?
İktidarınız, o çok övündüğünüz hassasiyetleriniz, İHA ve SİHA’larınız neye yarıyor?
İmkânlarınızı mazlumların kurtuluşu için kullanmayacaksanız da ne için kullanacaksınız?
İsrail’i tanımaktan vaz geçin!
İsrail’i koruyan Kürecik NATO Radarını ve İncirlik ABD üssünü kapatın!
İsrail’e hilesiz hurdasız TAM AMBARGO uygulayın!
Biz sizin hamasetinizden bıkıp usandık; ya bunları hemen, derhâl yapın ya da artık susun, gölge etmeyin!
Kardeşler!
Filistin halkının özgürlüğü için mücadele eden Rümeysa Öztürk kardeşimizi haydut ABD gözaltına aldı.
Kardeşimizi hemen serbest bırakın!
Rümeysa Öztürk kardeşimiz de Rachel ve Ayşenur gibi size asla boyun eğmeyecektir!
Tutuklamalarla intifada yârenlerini yıldıramazsınız.
Bu hususta bir sözümüz de Rümeysa Öztürk’ü tutuklayan ABD’yi kınayan hükümet yetkililerinedir:
Siz ne yüzle böyle bir açıklama yapıyorsunuz?
“Gemileri durdurun, İsrail’le ticareti kesin!” diyen kardeşlerimizi işkenceyle göz altın alıp hapis istemleriyle yargılayan siz değil misiniz?
Bu iki yüzlülüğünüzü tarih affetmeyecektir!
Filistin dostları!
Allah’ın izniyle egemen dünya düzenine, emperyalizme, Siyonizm’e, işbirlikçilik ve ihanete karşı mücadelemiz sürecektir!
Şu şehir, şu deniz, şu gök yüzü, şu insanlar şahit olsun ki mazlumların yanında saf tutmaktan geri durmayacağız!
Herkesi bu cephede toplanmaya çağırıyoruz!
Allah’ın izniyle emperyalistler, Siyonistler yenilecekler ve cehenneme sürüleceklerdir.
Yeter ki biz doğru cephede saf tutalım!
EĞİTİM İLKE-SEN, SAĞLIK İLKE-SEN
TOKAD, ÖZGÜR YAZARLAR BİRLİĞİ

Tufts Üniversitesinde doktora öğrencisi olan Türk vatandaşı Rumeysa Öztürk, 26 Mart’ta Massachusetts eyaletinin Somerville kentinde sivil göçmenlik memurları tarafından tutuklandı. ABD İç Güvenlik Bakanlığı, Öztürk’ün Hamas’ı destekleyen faaliyetlerde bulunduğunu ve bu nedenle vizesinin iptal edildiğini iddia etse de herhangi bir suçlamada bulunulmadı
Tufts Üniversitesinde doktora öğrencisi olan Türk vatandaşı Rumeysa Öztürk, Salı günü Massachusetts eyaletinin Somerville kentindeki kampüs dışındaki konutunun yakınlarında federal göçmenlik memurları tarafından “pusuya düşürüldü”.
Olay, hukuk uzmanları, üniversite yetkilileri ve sivil haklar savunucuları arasında gözaltına alınma koşulları ve tutuklanmasının yasal dayanağı konusunda endişelere yol açtı.
Müslüman bir öğrenci olan Öztürk’ün Ramazan orucunu açmak üzere bir iftar davetine gittiği sırada İç Güvenlik Bakanlığı’na (DHS) bağlı sivil polisler tarafından yolunun kesildiği bildirildi.
Avukatı Mahsa Khanbabai’ye göre Öztürk, gözaltına alındığı sırada geçerli bir öğrenci vizesine sahipti. Buna rağmen fiziksel olarak kısıtlanmış, kelepçelenmiş ve derhal bir açıklama yapılmadan gözaltına alınmıştır.
Tutuklama videosu tartışmalara yol açtı
Öztürk’ün tutuklanmasına kadar geçen anlar mahalledeki güvenlik kameraları tarafından kaydedildi. Videoda, gündelik kıyafetler giymiş bir adam, uzaklaşmasını engellemek için yoluna çıkmadan önce ona el sallıyor.
Rümeysa Öztürk, adamın etrafında manevra yapmaya çalıştığında adam onu tekrar engelliyor ve aniden ellerini tutmadan önce kısa bir tartışmaya giriyor. İrkilen kadın bir çığlık atarak “Neler oluyor?” diye sorarken diğer ajanlar onu zapt etmek için harekete geçiyor.
Bir memurun “Biz polisiz, sakin ol!” dediği, diğerinin ise “Tamam, sorun yok!” diye güvence verdiği duyuluyor.
Hepsi sivil giyimli olan polisler, Öztürk’ü plâkasız bir cipe bindirip uzaklaşmadan önce yüzlerini bez maskeler ve güneş gözlükleriyle kapattılar. Video, o zamandan beri viral hale geldi ve tutuklamanın yapılış biçimine yönelik yaygın eleştirilere yol açtı.
Kaynak: firstpost.com
Haberler
17. Dünya Vicdan Haftası Panel & Forumu – 2. Oturum

Yayınlanma:
1 hafta önce-
Mart 25, 2025
TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Dayanışma Derneği) tarafından düzenlenen 17. Dünya Vicdan Haftası münasebetiyle “Ayşenur Ezgi Eygi ve Aaron Bushnell”e ithaf ettiği Ortadoğu merkezli gelişmelerin tartışıldığı iki oturumlu panel ve forum düzenlendi.
Panel-forumun Ahmet Örs başkanlığında yapılan ikinci oturumunda Muammer Bilgiç ile Ahmet Kaya konuşmacı olarak yer aldı.
Muammer Bilgiç, “Ortadoğu’da Şekillenen Yeni Eksenler” başlıklı konuşmasında emperyalizmin farklı araç ve imkânlarıyla özelde Ortadoğu’da, genelde bütün dünyada hegemonyasını nasıl kurduğunu tartıştı, direnişin yol ve yöntemleri hakkında önerilerde bulundu.
İkinci konuşmacı olarak söz alan Ahmet Kaya ise “Kürt Meselesindeki Yeni Sürecin Etkileşime Gireceği Dinamikler” başlıklı sunumunda Kürt meselesi bağlamında aktörleri, süreci, risk ve imkânları değerlendirdi.
Konuşmaların devamında katılımcıların soru ve değerlendirmeleri ile etkinliğin birinci bölümü sona erdi.
Konuşmalar video kaydından takip edilebilir.
1 Yorum