Connect with us

Haberler

Siyasal Arayışlar: Nasıl Yapmalı? – Ümit Aktaş

Yayınlanma:

-

Özgür Yazarlar Birliği seminerlerinde 29 Ekim 2022 cumartesi günü Ümit Aktaş aynı zamanda kitabının da adı olan “Siyasal Arayışlar: Nasıl Yapmalı?” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi.

Programdan notlar şu şekilde: 

Siyaset sürekli konuştuğumuz ama hep aynı yerde kalmayan, sürekli yeniden konuşmamız gereken bir alan. İnsanoğlunun  en dinamik alanı… Toplumu kuran bir şey… Din ya da ideoloji…

Tek başına biri yetmiyor. Batı kavramsallaştırmasında bunu ayrıştırıyorlar. Din başlığı altında konuştuk ikisini yıllarca. Dini konuşurken, siyaseti de konuştuk.

İki temel bakış var siyasette. Kitapta da ona değinmekteyim. Raiyyetten insaniyete doğru siyasetin imkânı…

Atina’ya dayanan batı siyaseti

Bu havzaya özgü olan Afrika, Asya, Avrupa kıstağı diyebileceğimiz bu havzadaki pastoral anlayış… Yani çoban – sürü ilişkisi.

Gerek Mısır, Akadlar… Gelenek var burada. Çoban – sürü ilişkisi derken, metaforik bir tanım.

Foucault, iktidar ilişkilerine kafa yoran birisi. Batılı bir yerde durmayan biri… Bütün karşı baskılara rağmen, İran devrimine ilgi gösteren biri… Batıyı anlamak için burayı, Kudüs, İbrani geleneğini anlamak gerektiğini söyleyen biri. Batı dünyası kendini Yunan’a atfediyor, tamam. Atina’nın bu konudaki bakış açısı nasıldı? Demokrasinin eşiği olarak? Ama bu Atina’daki siyasi tanımlayışı şöyledir: Yönetici, kendisini şehre ve şehirdeki üretim araçlarına karşı sorumlu addeder. İnsanlara karşı sorumlu değildir.

Fakat İbrahimî gelenekte, yönetici, sürüden sorumludur. Yani toplumdan ve toplumun her bir ferdinden sorumludur. Atina’da birey çok umursanmaz. İbrahimî gelenekte ise çoban herkesle tek tek ilgilenir. Çok toplumcu bir havza olarak görürüz ama bireyselleştirici bir yönetim biçimidir ama aynı zamanda sürüye karşı sorumluluğu esas alır. Hak, adalet, bireyi gözetmek…

Platon da bundan bahsediyor fakat o buradaki pastoral yönetim biçimiyle ilgili şunu diyor: Başlangıçta insanlar adeta cennetsi bir atmosferde yaşamaktaydılar ve onları tanrı yönetmekteydi sanki. Henüz insan tabiattan ayrışmadığı, birliktelik içerisinde olunana, ilahi bir gözeticilik altında, siyasete de gerek duyulmayan şartlarda yaşıyorlardı. Ne zamanki tanrılar insanları kendi hallerine bıraktılar, sürü bir liderin gözetimine geçti ve siyaset başladı.

Başlangıçtaki o cennetsi durum ütopik görünebilir. Bilge kral ütopik bir başlangıç aşaması… Dolayısıyla onu referans olarak koyamayız. Yerine bizim bir şey üretmemiz gerekiyor.

Plato, Atina için bunu uygun bir model olarak görmüyor. Bu cennetsi durumdan sonra, bir gemi ve kaptan modeli… Mülkiyet araçlarını idame ettiren bir model yani. İnsanlara dair bir şey yok. İnsanların esas alındığı şey, pastoral, doğuya ait bir model olarak görüyor.

Devlet’teki ilginç anekdotlar… Bilge-kral belli bir yaşa gelmiş, seçkin birisi ama yönetimde 10 yıl kalır. Sonra başkası seçilir, onunla devam ederiz. Bu ilginç bir şey… Günümüz açısından. 2 dönem kuralı, Amerika’da mesela. 8-10 yıl maksimum. Oldukça makul bir süre bana göre.

Yahudi peygamberler, mesela Musa şehri ve mülkiyeti reddedip göçebe bir hayata geçiyor. Sonra İsa, Davut ve Süleyman… Davut ve Süleyman nebi krallar… Yani abd-resul değiller. Tanrıya yoldaş olmak olarak tanımlıyorum abd’ı. Bana göre kulluk değil de yoldaş olarak tanımlanması daha uygun. Ama onlar nebi-krallar. Suçlanan ve eleştirilen peygamberler kuranda. Sonra bağışlanıyorlar.

Câlut’u günümüzün mekanize olmuş devletleri gibi, karşısında Davut’u ise çıplakların başkaldırısı gibi. Mekanikliği her tarafını sarmış ama görüşü açık. Onun için de bir gözü korunmuş değil, oradan öldürülüyor. İktidarın disiplin ve gözetim aygıtı olması, en zayıf yönünün de o denetleyici gözetleyici yeri olması (Foucault).

Kıssalar, çoklu üretimler yapılacak membalardır. Üstünde düşünmek gerekir.

Davut’un kıssasında 99 koyun – 1 koyun hikâyesinde Allah bir ders veriyor. Davut hemen anlıyor kendisine gelen suçlamayı. O da mutlakiyetçilik. Kardeşinin koyunu elde etmeye çalışması, mutlakçılık. İktidar kibri içerisinde çevresinde olup biteni göremeyişi.

Son cümle Süleyman’ın duasıdır. “Bana öyle bir fırsat ver ki kendimden sonrakilere örneklik koyayım.” Meallerde bu anlam kayboluyor. Farklı okumalar üretmek lazım, diye düşünüyorum.

Pastoral yönetim biçiminin son noktası Hz. Muhammet’tir. İsa da bu yönetim biçimine dâhil.

Muhammet’te bu noktalanır ama onda bir açılım yapılır. (Raina ve unzurna kavramları da İsraili rivayetlere boğdurulmuştur.)

Peygamberle, bir yönetimle olan ilişkinizi çoban – sürü ilişkisi olarak tutmayın. Bu ilişkiyi bir birliktelik olarak birlikte münazara edin, birlikte eyleyin.

Siyasette bir raina tarafı var, gözetleyen eden, evet. Ama bununla bitirmeyin. İnsaniyete doğru bir noktaya getirin. Sürü olmayın, birlikte münazara edin diyor. Sonra da birlikte yapın diyor. “Peygamber karar versin, biz uygulayalım.” modunda hareket etmeyin diyor.

Maalesef İslam dünyası “şura” kavramını hayata geçirememiştir. Muhammet’in bıraktığı yerde kalmıştır.

“Şura” dediğin şey, dünyanın işlerliğini çekip çevirenlerdir. Cennetlik olanlar dediğiyle bitmiyor. “Şura” ilişkisini burada eylememiz lazım, burada kafa yormamız lazım.

İslami yönetim biçimi diye bir şey diyeceksek eğer, canlılık hücresi olarak kalmıştır bu. Büyüyüp dünyaya gelememiştir.

Kavramsal olarak söz eden “şura”dan, Ömer bin Abdülaziz var. Meseleyi kavramış birisi ama ömrü yetmiyor tasarladıklarını hayata geçirmeye.

Pastoral yönetim biçimi daha sonra Hristiyanlık tarafından Avrupa’ya taşınıyor. Terzi metaforu gibi, iplikleri Pavlus’un dokuduğu gibi, yeniden üretilen, yeniden dokunmuş bir yönetim biçimi oluyor.

Kilise faaliyeti olarak sürdürülmeye çalışılıyor tabii. Kilise, Avrupa’yı ayakta tutuyor, Avrupa kimliğini. Şöyle bir manzara ortaya çıkıyor: Hristiyanlık, Avrupa kimliğini korumak için pastoral yöntemi kullanıyor.

(İlk Avrupa’da üniversiteleri açan Tunuslu Müslüman tacir.)

Avrupa, 1453’e kadar, Avrupa, Müslüman âlimlerin kitaplarını okuyorlar; siyaseti, felsefeyi oradan öğreniyorlar.

Felsefe bilmediklerinden ötürü Müslüman metinlerini okuyorlardı. Platon’u anlamak için Müslüman âlimlerin şerhlerini okumak zorundaydılar.

15-16. yüzyıldan sonra yön değişiyor. Müslüman dünya referans olmaktan çıkıyor. Atina’ya dayalı bir yöneyim anlayışına dönüyor. Pastorallikten uzaklaşarak. Ama az da olsa damarlarında dolaşıyor Avrupa’nın hâlâ.

Daha sonraki demokratik çabaların – liberallerin bırakınız yapsınlar zihniyeti – özgürlük ve serbestlik kavramlarını ayrıştırmak lazım tabii. Özgürlük sorumlu olmayı gerektiren bir şey, serbestlik de bırakınız yapsınlar. Yani vahşi kapitalizm. Liberallerin bu vahşi serbestliğine karşı dengeyi sağlayan demokratların zihniyeti

Aralarında çatışmacı bir yapı var aslında. Bunu görmüyoruz tabii. İslamcılık serüveninde, Batı dünyasını anlamaya yön verilmedi. Kendi köklerine dayanarak oralardan bir şeyler üretmeye çalıştı ama neticede şu ki bizim geliştirilmiş bir siyasal teorimiz yok.

Evet, “şûra” var ama bunu uygulanmış bir siyasi ortam yok. Peygamberlik modelinin siyasal bir model olarak nasıl uygulanacağına dair bir model yok.

İslamcılık da büyük ölçüde muhalif akımlar olarak kaldı. Böylesine yaşanmış deneyimler de irtibatlı olarak bir yere gelemediği için, İran İslam devriminden tutun TR’deki demokratik bir faaliyet yürütmeye kadar, deneyimler ve pratiklerden uzak olmamız nedeniyle, olumlu sonuçlar elde edemedik.

Tecrübe tecrübedir ama. Yapılan şeylerin nereye vardığına dair bir tarihimiz oluşmaya başladı. Son 150 yıl içerisinde bir siyasal tarihimiz ortaya çıkmaya başladı.

Harcanmış bir kavram olan “araf” kavramına değineceğim.

Bu kavram çok kötü bir biçimde harcandı. Hâlbuki kavramlar düşünceyi ve pratiği oluşturan şeyler olarak çok önemli şeyler.

“Araf’ta mısın, iki arada bir derede misin?” gibi. Tam tersine döndüren bir durum yani. Bir kavram tam tersine nasıl dönebilir? Kavramlar aslında devletlerden aslında çok daha kıymetli şeyler. Kavramsal değişimleri yeniden düzeltmek, yorumlamak, anlamak çok zor. Tarih külliyatı yanlış anlaşılmalar üzerine oluşuyor çünkü.

Araf suresinde anlatılan şey, cennetlikler ve cehennemliklerin arasında kalmış kişiler olarak geçiyor klasik anlatıda. Bana göre ise metaforik bir dille günümüzü anlatan bir şey. Toplumda arafta olanlar – yüksekte olanlar demek. Yüksek bir bakışa sahip olanlar demek. O bakışa sahip olanlar toplumu gözlemliyorlar ve doğruları- yanlışları ayırt ediyorlar. Oradan doğru bir fikir, çare, yol üretmeye çalışıyorlar. Hakikaten bir toplumu kurtaracak olan, kutuplaşmış toplumu düşünün, o kutuplaşmaların dışında kalmış, böylece kurtuluşun yollarını gösteren insanlardır. Bunların en bariz misalleri de peygamberlerdir. Onlar tam da arafta olan kişilerdir. Ne ezen, ne ezilen, ne yoksul ne zengin. Her iki tarafta da olmak bedenen ve ruhen sakatlanmış olmayı getirir.

Mesela Musa, Yahudi olduğu halde Yahudiler içerisinde kalmamıştır. Ama firavun ailesinin de içinde değildir. O arada kalma halinden ürettiği kurtuluş fikriyle toplumu bir sürü gibi çekip çıkarıyor firavunun tahakkümünden. O ezilenler bir türlü özgürlüğe alışamıyor. 40 yıl çölde dolaşıyorlar. Ezilmişlerin o ezilmişlikten kurtulmaları için kırk yıllık bir çile çekmeleri gerekiyor.

Yani bu ezilmişlikte olan insanın bırakın kurtarmayı, kurtulmaya alışmaları çok uzun sürüyor.

İslam tarihinde ilk iki yüzyılda bu anlamda kullanılıyor. Sonradan değişmiş anlamı kavramın. Birçok kavram gibi. Sosyoloji, siyaset, dünyaya bakış değişti çünkü.

Ebu Hanife’nin ölümünden sonra her şey tepe taklak oluyor.

İlahi Komedya bağlantısı var bir de. Araf kavramını oradan alıp da bozan ilahi komedya. Orada işte araftakiler öyle…

İlahi komedya çünkü çok sonra yazıldı, arada kalmışlık gibi yaptı.

Stephanos, Rum mimar, “araf” kavramını tam doğru anlamıyla kullanıyor. Bu pastoral coğrafya diyor, arada bir coğrafyadır. Doğu ve batı arasında, her iki tarafa da ayar veren bir coğrafyadır. Bu coğrafyada.

Anadolu irfanına sahip olanlar, Hititler zamanında da Osmanlı zamanında da o yüksek bakışı yakalayabildikleri ölçüde, her iki dünyaya da ayar vermeyi becerebilmişlerdir. Bu coğrafyanın kıymeti biraz daha oradan kaynaklanıyor.

Bu coğrafya en kesişimsel coğrafya. Asya, Avrupa, Afrika. Kültürel olarak insanların üretimleri en çok kesişen yerde yapılır. Dolayısıyla ilk dinler, kültürler burada çıkmış. Ama bu geleneği ne kadar koruyabiliyoruz? Roma niye ikiye ayrıldı? Doğu Roma büyük ölçüde İbrahimî geleneğe bağlı kalırken, Batı Roma da Atina modeline bağlı olduğu için uyuşmazlık oldu. Ama Doğu Roma kalıcı oldu.

Bu sorumluluğu nasıl yükleneceğiz? “Doğuya ve batıya ayar vermek” olarak düşünmeyelim. İrfan sahiplerinin azın azı olduğu söyleniyor, Davut’a ayar veren ayette. O yüksek bakışa sahip olanların toplumların azın azı…

Nicelik değil, yüksek bakışın, irfanın üretebilmesi önemli olan. Çükü toplumları selamete eriştirebilecek olan, akıldır, düşüncedir. Çobanı sürüye egemen kılan, sorumluluğunu deruhte eden akıldır.

Raiyyetten insanlığa doğru gideceğiz tabii, çobanlıkta kalmayacağız. İlişkileri demokratikleştireceğiz, yataylaştıracağız. Fransız devriminin eşitlik kavramları İbrahimî geleneğinin havzasında üretilmiş kavramlardır.

Azın azı olmamız önemli değil. Önemli olan uçlar arasında dengeleyici olmak ve o düşünceyi üretmek.

Ezenler ve ezilenler, sağ ve sol vs. bu zıtlıkların arasında bir 3. Yol gibi bir fikir olarak üretmek, ortaya çıkarmak gibi, buradan bir kurtuluşu, çıkışı üretmek. Bunu yaparken de eski komplekslerimizden kurtulmamız gerekiyor. Çünkü batı ve doğuyu değerlendirirken, Allah’ın veçhinin orada veya burada değil, her yerde olduğunu dikkate almak. Çünkü Allah’ın veçhini belli bir yere sabitlememek gerek.

Bu çağımızın kabul edilebilir fikriyatının altında kalmamalı, üstünde bir yerde olmalı. Aksi hâlde yol gösterici olmaz. Bunların tartışmasına girmek, abesle iştigal etmek olur. Kur’an’ı nasıl anlayalım, tartışmaları, tartışma dışı görüyorum. Kıssaların okunması, anlaşılması tartışmalarından yeni yollar üretebiliriz. Besleyici ve üretken metinler Kur’an, Tevrat, İncil metinleri. Bunları birbirinden ayırt edemeyiz, etme hakkına da sahip değiliz. İlahiyatta mesela okutulmuyor İncil ve Tevrat. Onları okumadan Kur’an’ı nasıl anlayacağız?

Batı’yı okumadan nasıl yeni irfan üreteceğiz?

Liberaller cemaatleri saf dışı bırakmaya çalışıyorlar. Biz demokratik arenaya girmiyoruz ama oyunun içine girmedikçe deneyim kazanamazsınız. Bir şeyleri öğrenmek için oyuna girmeniz gerekir.

SORU-CEVAP:

Bir oyunun içerisine giriyorsak, oyunun kurallarını da kabullenmek durumundayız. Mevzu parti kurmak, iktidar mücadelesine girmek değil. Toplumsal sorumluluklarımızı yüklenmek mevzu. Muhammet, iktidar mücadelesine girmedi ama başka bir yol üretti. Ezilenlerin denklemini değiştiremedi ama orada da kalmadı. Medine’de sözleşmeye dayanan, karmaşık toplumsal bir bütünlük oluşturdu. Böyle bir alternatif üretti. Bizim kavramsal problemlerimizden biri de ümmet ve cemaat kavramları. Bizim geldiğimiz noktada ümmet cemaatten ibaret bir şey. Bu atmosferde siyaset olmaz zaten. Bu ütopik olan bakış. Ütopik olan yerde siyaset olmaz. Orada tanrılar yeryüzüne inmiştir. Ne Kur’an’ın, ne peygamberin istediği şey bu. Böyle bir yerde siyasetin ve insanın imkânı yok.

Aristo, demokrasiyi kötünün iyisi olarak tanımlıyor, kendisi ise monarşist. Sokrat’ın idamı ise demokrasi yüzünden değil, demokrasinin diktatöryaya yönelmesi yüzündendir. Gençlerin kafasının “karıştırılmasını” engellemek için Sokrat’ı öldürdüler. Sistemi demokratikleştirmek isteyen Sokrat aslında. Diktatöryal heveslerin popülerlikten hareket ederek yönetime gelenlerin yaptığı bir şey.

Sistemin adının cumhuriyet, demokrasi olması, içeriğiyle ilgili bir şey değil ki. Diktatör heveslileri, demokratik yollarla iktidara geliyor. Kabahat demokrasinin mi oluyor?  Önemli olan bizim gibilerin meydanı boş bırakıp cesaret göstermemeleri.

İbrahim de, Musa da, İsa da, Muhammet de yalnız kişilerdir. Resulullah’ın öğretisinin çok iyi anlaşıldığını düşünmüyorum. Tam mülkiyetçilik ve iktidar baskılarının yükseldiği kritik bir eşikte vefat etti. Bir devlet kurmadı Resulullah ya da devletin kurulmaması için tedbirler aldı. Mal sadece zenginlerin arasında dönüp dolaşan bir şeye dönüşmesin, ayetindeki dönüp dolaşma devletleşmedir.

Devletleşme aşaması, iktidarın devletleşmeye başlaması, Davut’un suçlandığı aşama. Tövbe ediyor ikisi de. Öz eleştiri gibi. Doğrusunu üretmek için. Bu doğruluğu üretmeye çalışmadan kendi aramızda, azın azı olduğumuzu küçümsemeden, çünkü her zaman azın azıyızdır, önemli olan nicelik değil nitelik. Sürüye dâhil olmak değil, birlikte tefekkür etme, birlikte iş yapmak, paylaşma. Bunları bizim tarihimiz üretemedi.

Örfü aşmak o kadar zor bir şey ki.

Kadın, maden cinayetlerini önleyemiyoruz. Bu hepimizin sorumluluğu. Sadece iktidarın değil. İşçinin de sorumluluğu.

Demokrasi eleştirimizin kaynağı batılılardır yine.

Notlar: Melike Belkıs Örs

2 Comments
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Yasemin
Yasemin
2 yıl önce

Çok teşekkür ederiz 👍 elinize zihninize sağlık.
Çok faydalandım.

prof.dr. irfan yalçınkaya

Meşguliyetim nedeniyle bu önemli ve keyfiyetli toplantıya katılamamıştım.Bugün baştan sona dikkatle izledim ve dinledim. Halk Üniversitesi’nin bu değerli öğretim üyesine verdiği bilgiler ve aktardığı tecrübeler nedeniyle teşekkür ediyorum. Ufuk açıcı ve düşün-dürtücü bir konferans olmuş. Ben kendi hesabıma çok faydalandım. Yazara ve bu organizasyonda emeği geçen herkese teşekkürler. Konuya ilgisi ve vakti müsait olan herkese izlemelerini öneriyorum.

Haberler

Gazze Eylemleri Sürüyor: Madleen Gemisi Onurumuzdur

Yayınlanma:

-

Gazze’de süregiden Siyonist soykırıma karşı eylemler sürüyor.

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB; Üsküdar sahilde yaptıkları bir yürüyüşle İsrail’le ticârî ilişkilerin kesilmesini, Azerbaycan’dan İsrail’e giden petrolü sevk eden BTC hattı vanalarının kapatılmasını, İsrail’i muhafaza eden Kürecik NATO Radarıyla İncirlik ABD Üssünün sökülmesini istedi ve Gazze ablukasını kırmak için yola çıkan ve içinde birçok ülkeden Filistin dostunun olduğu Madleen gemisini selamladı. Etkinliğin sonunda ise İstanbul Boğazına Madleen gemisini temsilen bir sandal indirildi.

Yürüyüş ve eylem boyunca “Madleen Gemisi Onurumuzdur, Katil İsrail Filistin’den Defol, Soykırıma Değil Direniş’e Ortak Ol, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, Durdur Durdur Soykırımı Durdur, İşbirlikçi Aliyev Hesap Verecek, Erdoğan BOTAŞ’ın Vanasını Kapat, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Nehirden Denize Özgür Filistin, Yaşasın Küresel İntifada, Kürecik’e gideceğiz/Hep beraber hep beraber/ O radarı sökeceğiz/Hep beraber hep beraber/İncirlik’e geçeceğiz/ Hep beraber hep beraber/ Coni’yi def edeceğiz/ Ceyhan’a ulaşacağız/ Hep beraber hep beraber/ Vanayı kapatacağız/ Hep beraber hep beraber, Vanaları kapat/ Hemen derhâl şimdi/ Petrolü sevk etme/ Hemen derhâl şimdi/  Gemileri engelle/ Hemen derhâl şimdi/ Ticareti tümden kes/ Hemen derhâl şimdi/ Üsleri söküp at/ hemen derhâl şimdi, Milyonlar Aç İşgal Altında Yaşasın Küresel İntifada, Altı Yüz Altı Gün Direndik Siyonizm’e Boyun Eğmedik, Yaşasın SOCAR Direnişimiz, Yaşasın Gazze Direnişimiz, Madleen’e Selam Direniş’e Devam” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

SOCAR önündeki nöbet eylemleriyle ilgili olarak söz alan Gülşah Eldemir de nöbet sürecini ve SOCAR’ın soykırımdaki rolünü anlatan bir konuşma yaptı.

(Videoyu kaydını alternatif linkten de izleyebilirsiniz.)

Haber: Şilan Deniz

Topluluk adına Meryem Karayıl’ın okuduğu açıklamanın tam metni ise şu şekilde:

GAZZE’DE SOYKIRIM, 606 GÜNDÜR SÜRÜYOR!

Gazze’deki Siyonist soykırım 600 günü aşkındır devam ediyor. Bir halk, bütün dünyanın gözü önünde 606 gündür katlediliyor.

Emperyalist hâmilerinin desteğiyle iyice şımarıp azgınlaşan Siyonistler, kardeşlerimizi on binlercesiyle katlediyor, diri diri yakıyor, açlıkla öldürüyor ve onlara sürgün üstüne sürgün dayatıyor!

Bütün bunlar, Ortadoğu’daki/Batı Asya’daki işbirlikçi ve hâin rejimlerin sayesinde mümkün olabiliyor!

Onurlu, haysiyetli kişiler ve halklar ise dünyanın pek çok yerinde yılmadan, usanmadan direniyor!

Evet, her yerde direniyoruz. Her yerde intifadanın çağrısını yükseltmek için bu haysiyetli koroya iftiharla katılıyoruz.

Amerika’da direniyoruz, İngiltere’de direniyoruz, Fransa’da direniyoruz, Yunanistan’da direniyoruz, Yemen’de direniyoruz, Lübnan’da direniyoruz, İran’da direniyoruz, Ürdün’de direniyoruz, Türkiye’de direniyoruz!

Burada sayamayacağımız yeryüzünün pek çok noktasında, bir zincirin halkaları olarak, yan yana direniyoruz; “Küresel İntifada” çağrısından güç alarak sokakları, meydanları bırakmıyoruz!

Adana’da büyük şeytan Amerika’nın konsolosluğu önünde direniyoruz, İncirlik üssü önünde direniyoruz, Mersin limanında direniyoruz, Ankara’da BOTAŞ önünde, İsrail ve ABD büyükelçilikleri önünde direniyoruz, Külliye önünde direniyoruz, İstanbul’da Ambarlı ve Haydarpaşa limanlarında, SOCAR önünde direniyoruz, Derince ve Gemlik limanlarında Anadolu’nun dört bir yanında şehir meydanlarında kadın-erkek, genç-yaşlı yan yana, omuz omuza direniyoruz ve direneceğiz; işbirlikçilik ve ihanete karşı hep beraber Direniş’i zafere taşıyacağız!

Kıymetli Filistin dostları!

Bütün amacımız bu soykırımı durdurmak, emperyalizmi ve Siyonizm’i bütün kök ve unsurlarıyla coğrafyamızdan ve bütün bir yeryüzünden söküp atmaktır!

Acil ve öncelikli gündemimiz süregiden bu soykırım tezgâhını dağıtmaktır!

Bunun için önce kendi ülkemizdeki soykırımı besleyen damarları hedef alıyoruz.

Siyonistleri besleyen ticareti hedef alıyoruz!

Soykırım makinesinin devasa vücudunun damarlarında dolaşan kan olan petrolü hedef alıyoruz!

Siyonist katliam örgütünün muhafızları olarak çalışan NATO ve ABD üslerini hedef alıyoruz, almaya da Allah’ın izniyle devam edeceğiz!

Direniş’in yoldaşları!

606 gün boyunca süren katliam ve soykırıma karşı 606 gündür çok boyutlu bir direniş örgütlendi. Egemenler türlü taktiklerle bu direnişi boşa düşürmeye çalıştılar.

AKP iktidarı önce “İsrail’le ticaret koca bir yalan!” dedi, sonra utanma belası “Ticareti kısıtladık!” açıklaması yaptı; seçim kaybedince de ticareti tümden kestiğini ilan etti.

Evet, “olmayan” ticaret önce kısıtlandı, sonra tümden kesildi!

Halkımız bu kadar açık mantık hatasını kavrayamayacak mıdır? Ey iktidar sahipleri, siz bizim aklımızla dalga mı geçiyorsunuz!

Bakınız, İsrail’le ticaretle ilgili olarak size yeni veriler sunalım:

İsrail dünyadan 91,5 milyar dolarlık ürün satın alıyor. Türkiye, 2,8 milyar dolarlık rakamla Çin, ABD, Almanya ve İtalya’dan sonra İsrail’e ihracatta 5. sırada yer alıyor.

İslam ülkeleri arasında ise ilk sırada!

Türkiye, ülkedeki direniş sonucunda, Mayıs 2024’te İsrail’le ‘tüm ticareti’ sonlandırdığını duyurmuşsa da ticaret gemileri durmadı.

Öyle ki İsrail, serbest ticaret bölgelerini kapsamayan bu kararın ardından İzmir ve Mersin serbest ticaret bölgeleri üzerinden Türkiye’yle ticareti sürdürdü.

Ayrıca resmi yasağa rağmen Türkiye-İsrail ticareti Yunanistan gibi ülkeler üzerinden devam etti. Nitekim aynı dönemde Türkiye’nin Yunanistan’a yaptığı ihracat bir ayda 149 milyon dolar artarak 226,3 milyon dolardan 375,8 milyon dolara yükseldi.

Hükümet bütün bu iddiaları yalanlıyor tabii ama hemen yanı başımızdaki İstanbul Boğazından, hem de biz eylem yaparken geçen MAERSK konteynırlarını görmediğimizi, karayollarında cirit atan ZIM tırlarını kayıt altına almadığımızı, Filistin maskesi altında İsrail’e sevkiyatın sürdüğünden habersiz olduğumuzu sanıyor!

Savaş suçlusu olduğu, katliama silah taşıdığı için pek çok ülke limanlarına girmesi yasaklanan ZIM şirketine ait Marla Bull gemisi, İstanbul ve İzmit limanlarına kadar gelebiliyor. Direniş’in dostları olmasa bu katil gemiler kimsenin haberi olmadan bizim limanlarımızdan soykırıma hizmet etmeye devam edecekler! Bütün bunlara izin veren iktidar da Filistin dostu olduğu yalanını pervasızca pazarlamaya devam edecek!

Maalesef yalanın bini bir para ve halkı aldatabileceklerini, propagandalarla hakikatin üzerini örtebileceklerini sanıyorlar!

Size sadece meşhur iki atasözümüzü hatırlatıyoruz: Güneş balçıkla sıvanmaz! Mızrak, çuvala sığmaz!

Kıymetli kardeşler,

Soykırımı besleyen en önemli kalemlerden biri de aylardır protestoların merkezine oturan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından İsrail’e sevk edilen kanlı petroldür!

İşbirlikçi Azerbaycan başkanı Aliyev’in “dost ve kardeş” dediği İsrail’e gururla sevk ettiği petrol, Siyonistlerin ihtiyacının çok önemli bir kısmını karşılıyor ve katliam makinesinin damarlarında dolaşan kan olarak onu ayakta tutuyor.

Özlem Zengin gibi isimler varil başına 1 dolar 27 cent aldıklarını ve bununla gurur duyduklarını açıklasalar da diğer yandan direniş dostlarını kandırmak için yaptırımlar ve yükümlülükler nedeniyle petrolü kesemeyeceklerini söylüyor, böylece buradan da bir mağduriyet devşirmeye çalışıyorlar.

Şimdi lütfen şu gerçeğe kulak kesilelim, hükümet de kulak kesilsin, imzaladığı sözleşmelerde ne yazdığını bilmiyorsa belki bizden öğrenir! Şimdi bakınız:

Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ve BOTAŞ arasında 19/10/2000’de imzalanan sözleşmenin 12. maddesinin 1. fıkrasının 7. bendindeki mücbir sebep itibariyle Uluslararası Adalet Divanı’nın 26 Ocak, 28 Mart, 24 Mayıs tarihli kararlarına dayanarak Türkiye, hiçbir tazminat ödemeden petrol akışını kesme hakkına sahiptir. Yani Türkiye, Filistin meselesinde samimi ise soykırımcı İsrail’e karşı UAD’nin kararları gereğince -hamaset olarak kullandıkları o meşhur ifadeleriyle- bir gece ansızın bu kanlı petrolü kesebilir; bunun karşılığında da hiçbir bedel ödemek zorunda değildir.

Evet, hakikat bu kadar açık ve net iken, vaktiyle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimini bağımsızlık referandumu nedeniyle “Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattının vanaları bizde, kesersek aç kalırsınız!” diye tehdit eden Erdoğan, Varlık Fonu üzerinden tek sorumlusu olduğu BTC boru hattı vanasını bir türlü kesmiyor!

Buradan, bu 606. Soykırım gününde tekrar sesleniyoruz: Erdoğan, BOTAŞ’ın vanasını kapat!’

Soykırımın, işbirlikçilik ve ihanetin karşısına dikilen vicdanlar!

İncirlik ABD üssü ve Kürecik NATO radarı soykırımcı İsrail’in muhafızlarıdır. Sadece Aksâ Tûfânı sürecinde değil; antiemperyalist cephe, çok uzun yıllar boyunca bu üslerin sökülüp atılması için mücadele verdi, yine o mücadeleyi veriyoruz!

Bu üsleri söküp atmayanların İsrail’in yaptığı soykırıma karşı söyleyecek sözleri yoktur!

Ticareti tümden kesmeyenlerin Siyonist vahşete karşı söyleyecek sözleri yoktur!

Siyonist soykırım makinesine hayat veren petrolün vanalarını kapatmayanların katledilen, aç ve hasta bırakılan on binlerce yavrumuzu anmaya hakları yoktur!

Çok açık ve net bir hakikattir ki ya işbirlikçi olunur ya da Direniş’ten yana saf tutulur! Bunun ortası yoktur!

İstanbul halkı!

Buradan bir kez daha iddia ediyoruz ki biz, İsrail’e akan petrolün vanalarını kapattırır, ticareti tümden kestirir ve üsleri söktürüp attırırsak bölgede ve dünyada büyük bir devrim olur ve Filistin’deki soykırım hemen, derhâl, şimdi durur!

Mücadelemiz işte bu hedefler içindir!

Evet, soykırımın 606. gününde Üsküdar’dan seslendik! Hakikatleri tekrar ve tekrar haykırdık, haykırmaya devam edeceğiz!

Eylemimizin sonunda çok önemli bir seferden bahsedelim arkadaşlar:

“Küresel İntifada” çağrısının cevaplarından biri olarak Gazze ablukasını kırmak için yola çıkan ve içinde birçok ülkeden Filistin dostunun olduğu Madleen gemisi, işgal altındaki Filistin’e, Gazze’ye doğru Akdeniz’de ilerliyor!

Gemide, Greta Thurnberg, “Game of Thrones” oyuncusu Liam Cunningham gibi tanınan Filistin dostları da bulunmaktadır. Vicdan gemisinde olduğu gibi Madleen gemisi de İsrail tarafından tehdit ediliyor.

Biz bütün yüreğimizle Madleen ve onun apak vicdanlarıyla insanlığın ufkuna eşsiz bir örnek olarak asılan yolcularının yanındayız. Ortadoğu’daki rejimlerin maskesini düşüren; emperyalist ve Siyonist saldırganlığa karşı insanlığın yüz akı olan Madleen seferimiz mübarek olsun!

Allah’ın izniyle sonuna kadar Direniş’in yanında saf tutmaya; işbirlikçilik ve ihaneti püskürtmek için mücadele etmeye devam edeceğiz!

EĞİTİM İLKE-SEN                        SAĞLIK İLKE-SEN                             TOKAD                                             ÖYB

Devamını Okuyun

Haberler

İsrail, “Yerinden Etme”yi Psikolojik ve Fiziksel Bir Savaş Taktiği Olarak Kullanıyor

Yayınlanma:

-

İsrail güçleri sistematik olarak ve son dakikalarda yayımladığı yer değiştirme emirlerini bir şiddet aracı olarak kullanmaya devam ederek Gazze Şeridi’ni Filistinliler için gerçek bir yeryüzü cehennemine dönüştürüyor.

Kesintisiz bombardımanlar, insani yardımın neredeyse tamamen engellenmesi ve yerinden edilme emirleri; yüz binlerce insanın hareket etmek zorunda kalması ve giderek daha dar alanlara sıkışıp kalması anlamlarına geliyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar (Médecins Sans Frontières-MSF), sürekli alarm durumunun ve yerinden edilme emirlerinin öngörülemezliğinin insanların ruh sağlığı üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurduğuna işaret ediyor. Tahliye emirleri yoluyla zorla yerinden etme, derhâl durdurulmalıdır!

MSF Acil Durum Koordinatörü Claire Manera bu durumu, “İsrail güçleri fiziksel ve psikolojik savaş taktikleriyle Gazze’deki Filistinlilerin tüm yaşam imkânlarını yok ediyor. Zorla yerinden etmeler, gidecek başka yeri olmayan Filistin halkına karşı İsrail makam ve güçleri tarafından uygulanan etnik temizlik kampanyasının bir parçasıdır.” diyerek kınadı.

Savaşın başlangıcından bu yana Filistinliler, defalarca tahliye edilmek zorunda kaldı. Pek çok MSF çalışanının da yaşadığı gibi pek çoğu, tekrar tekrar sürüldü!

İsrail’in 18 Mart’ta ateşkesi bozmasından bu yana 31 tahliye emri çıkarmasıyla birlikte tekrarlanan zorunlu göçler Filistinlileri sonu gelmeyen bir acı döngüsüne hapsetti!

19 Mayıs’ta Han Yunus bölgesindeki tek bir seferde verilen büyük ölçekli tahliye emri, şeridin %22’sini kapsadı ve 70’ten fazla MSF çalışanını da etkiledi. 26 Mayıs’taki bir başka tahliye emri ise orta ve güney Gazze’nin %40’ını kapsadı.

MSF’nin lojistik müdürü Omar Alsaqqa, “Meslektaşlarımız çaresiz durumda!” diyor. “Hiç çadır kalmadı ve insanların çadır kurabileceği bir alan da yok zaten. Meslektaşlarım gecenin bir yarısı çocuklarıyla nereye gidebileceklerini sorduklarında onlara nasıl bir cevap vereceğimi bilemiyorum. Hayatta kalmak için seçeneklerimiz gittikçe tükeniyor.

Yerinden edilme emirleri ve halkın girişinin yasak olduğu askeri bölgeler, şu anda Gazze’nin yaklaşık yüzde 80’ini kapsıyor ve Gazze’nin tek bir bölgesi bile saldırılardan masun değil!

26 Mayıs Pazartesi günü MSF ekipleri, Gazze’nin merkezindeki Han Yunus’ta kuruluş tarafından işletilen sağlık merkezinin çok yakınında, tam da insanların hareket etmesi gereken bölgede gerçekleşen bir saldırının ardından 17 hastayı tedavi etti.

Halk bir bölgeyi boşaltıyor ve ardından sözde “güvenli bir yer” bombalanıyor. 18 Mart’tan bu yana yaklaşık 600.000 kişi yeniden yerinden edildi.

Çocuklarımı uyandırdım ve onlara, bulunduğumuz yerden süratle ayrılmamız gerektiğini söyledim. Ağlamaya başladılar. Sırt çantalarını kaptılar. Dehşete düşmüştüm ama kalbimin korkuyla çarptığını hissetmeme rağmen sakin görünmeye çalıştım.” diye anlatıyor MSF idari uzmanı Asmaa Abu Asaker, mahallesinde yerinden edilme emri çıkarıldıktan sonra.

Öngörülemeyen Tehcir Direktifleri

Yerinden etme emirleri, öngörülemez ve çok kısa süreleri kapsayacak biçimde geliyor. Bu işleyiş, hayatı iyice çekilmez hâle sokuyor.

Broşürler, sosyal medya bildirimleri ya da telefon aramaları yoluyla gelen bu emirler; yakın bir saldırı olduğunu bildiriyor ve insanlara eşyalarını toplayıp sığınak aramaları için sınırlı bir süre tanıyor!

İnsanları, çoğu zaman gecenin bir yarısı, gidecek hiçbir yerleri olmadan ve hayatlarını riske atarak defalarca göçe zorlamak, sadece fiziksel bir etki yaratmakla kalmıyor aynı zamanda büyük bir psikolojik hasara da neden oluyor.

Birkaç kez yerinden edilmiş MSF psikoterapisti Sabreen Al-Massani, “Bu sefer eşyalarımı toplamak istemiyorum. Bavul yok, evrak yok, hiçbir şey yok! Nedenini bilmiyorum, belki de zihinsel tutumum yanlış ama evimi tekrar terk etme fikrini sindiremiyorum!” diyor.

Un ve gıda malzemeleri olmadan yeni bir mücadele başladı. Evden işe, işten eve seyreden normal bir hayatım vardı. Birdenbire temel eşyalara, suya, telefonumu şarj edecek bir yere erişimim olmadan zor bir ortamda, başkalarıyla yaşamak durumunda kaldım. Sonra başka bir tahliye emri geldi ve yaşadığımız bölge tümüyle vuruldu!” diye ekliyor Sabreen Al-Massani.

Uyarı Yapılmadan Yapılan Bombalamalar

Yerinden edilme emirleri, Filistinlileri giderek daha küçük alanlara sıkışmaya zorlarken İsrail güçleri de herhangi bir uyarıda bulunmadan saldırılar yapıyor.

9 Nisan’da Gazze’de yedi binadan oluşan bir yerleşim birimini hedef alan bombalı saldırıda 20’den fazla kişi hayatını kaybetti. Ölenler arasında, saldırı sırasında çalışmakta olan ve yakınlarının enkaz altında kaldığını sonradan öğrenen iki MSF çalışanının ailesi de vardı.

Sürekli bir alarm durumundayız; her an yaşadığımız yerden ayrılmamız için bir bildirim alabiliriz. Sıranın bize gelebileceğini düşünmekten geceleri uyuyamıyoruz.” diyen Al-Massani, bunun Filistinlilerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini anlattı.

MSF, İsrail güçlerine Gazze’deki Filistinlileri zorla yerinden etme ve etnik temizlik kampanyasını derhâl durdurma; İsrail’in müttefiklerine de İsrail’e desteklerini sonlandırma ve suç ortaklığını bırakma çağrısında bulunuyor!

Kaynak: msf.org.br

Devamını Okuyun

Haberler

Üsküdar’da Gazze Eylemi: 600 Gün Direndik, Siyonizm’e Geçit Vermedik

Yayınlanma:

-

Gazze’deki soykırım 600 günü doldururken Direniş tarafından küresel eylem çağrıları yapılıyor. EĞİTİM İLKE-SEN, TOKAD, ÖYB ve SAĞLIK İLKE-SEN’in sürdürdüğü nöbet eylemleri bu hafta “Gazze’de Soykırım, 600 Gündür Sürüyor!” temasıyla yapıldı.

Eylem boyunca “Yalan Büyüyor Ticaret Sürüyor, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, Siyonist Sermaye Hesap Verecek, Vanaları Kapat Petrolü Kes, Erdoğan BOTAŞ’ın Vanasını Kapat, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Soykırıma Değil Direniş’e Ortak Ol, Durdur Durdur Soykırımı Durdur, Katil İsrail Filistin’den Defol, Yaşasın Küresel intifada, Nehirden Denize Özgür Filistin, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, Vanaları Kapat-Hemen Derhâl Şimdi, Petrolü Sevketme-Hemen Derhâl Şimdi, Gemileri Engelle-Hemen Derhâl Şimdi, Ticareti Tümden Kes-Hemen Derhâl Şimdi, Üsleri Söküp At-Hemen Derhâl Şimdi, Direniş’i Destekle-Hemen Derhâl Şimdi” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Serhat Altın’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

600 DAYS OF ISRAELI GENOCIDE IN GAZA!

GAZZE’DE SOYKIRIM, 600 GÜNDÜR SÜRÜYOR!

Gazze’deki Siyonist soykırım 600 gündür devam ediyor. Bir halk, bütün dünyanın gözü önünde 600 gündür katlediliyor.

Emperyalist hâmilerinin desteğiyle iyice şımarıp azgınlaşan Siyonistler, kardeşlerimizi on binlercesiyle katlediyor, diri diri yakıyor, açlıkla öldürüyor ve onlara sürgün üstüne sürgün dayatıyor!

Bütün bunlar, Ortadoğu’daki/Batı Asya’daki işbirlikçi ve hâin rejimlerin sayesinde mümkün olabiliyor!

Onurlu, haysiyetli kişiler ve halklar ise dünyanın pek çok yerinde yılmadan, usanmadan direniyor!

Evet, her yerde direniyoruz. Her yerde intifadanın çağrısını yükseltmek için bu haysiyetli koroya iftiharla katılıyoruz.

Amerika’da direniyoruz, İngiltere’de direniyoruz, Fransa’da direniyoruz, Yunanistan’da direniyoruz, Yemen’de direniyoruz, Lübnan’da direniyoruz, İran’da direniyoruz, Ürdün’de direniyoruz, Türkiye’de direniyoruz!

Burada sayamayacağımız yeryüzünün pek çok noktasında  bir zincirin halkaları olarak, yan yana direniyoruz; “küresel intifada” çağrısından güç alarak sokakları, meydanları bırakmıyoruz!

Adana’da büyük şeytan Amerika’nın konsolosluğu önünde direniyoruz, İncirlik üssü önünde direniyoruz, Mersin limanında direniyoruz, Ankara’da BOTAŞ önünde, İsrail ve ABD büyükelçilikleri önünde direniyoruz, Külliye önünde direniyoruz, İstanbul’da Ambarlı ve Haydarpaşa limanlarında, SOCAR önünde direniyoruz, Anadolu’nun dört bir yanında şehir meydanlarında kadın-erkek, genç-yaşlı yan yana, omuz omuza direniyoruz ve direneceğiz; işbirlikçilik ve ihanete karşı hep beraber Direniş’i zafere taşıyacağız!

Kıymetli Filistin dostları!

Bütün amacımız bu soykırımı durdurmak, emperyalizmi ve Siyonizm’i bütün kök ve unsurlarıyla coğrafyamızdan ve bütün bir yeryüzünden söküp atmaktır!

Acil ve öncelikli gündemimiz süregiden bu soykırım tezgâhını dağıtmaktır!

Bunun için önce kendi ülkemizdeki soykırımı besleyen damarları hedef alıyoruz.

Siyonistleri besleyen ticareti hedef alıyoruz!

Soykırım makinesinin devasa vücudunun damarlarında dolaşan kan olan petrolü hedef alıyoruz!

Siyonist katliam örgütünün muhafızları olarak çalışan NATO ve ABD üslerini hedef alıyoruz, almaya da Allah’ın izniyle devam edeceğiz!

Direniş’in yoldaşları!

600 gün boyunca süren katliam ve soykırıma karşı 600 gündür çok boyutlu bir direniş örgütlendi. Egemenler türlü taktiklerle bu direnişi boşa düşürmeye çalıştılar.

AKP iktidarı önce “İsrail’le ticaret koca bir yalan!” dedi, sonra utanma belası “Ticareti kısıtladık!” açıklaması yaptı; seçim kaybedince de ticareti tümden kestiğini ilan etti.

Evet, “olmayan” ticaret önce kısıtlandı, sonra tümden kesildi!

Halkımız bu kadar açık mantık hatasını kavrayamayacak mıdır? Ey iktidar sahipleri, siz bizim aklımızla dalga mı geçiyorsunuz!

Bakınız, İsrail’le ticaretle ilgili olarak size yeni veriler sunalım:

İsrail dünyadan 91,5 milyar dolarlık ürün satın alıyor. Türkiye, 2,8 milyar dolarlık rakamla Çin, ABD, Almanya ve İtalya’dan sonra İsrail’e ihracatta 5. sırada yer alıyor.

İslam ülkeleri arasında ise ilk sırada!

Türkiye, ülkedeki direniş sonucunda, Mayıs 2024’te İsrail’le ‘tüm ticareti’ sonlandırdığını duyurmuşsa da ticaret gemileri durmadı.

Öyle ki İsrail, serbest ticaret bölgelerini kapsamayan bu kararın ardından İzmir ve Mersin serbest ticaret bölgeleri üzerinden Türkiye’yle ticareti sürdürdü.

Ayrıca resmi yasağa rağmen Türkiye-İsrail ticareti Yunanistan gibi ülkeler üzerinden devam etti. Nitekim aynı dönemde Türkiye’nin Yunanistan’a yaptığı ihracat bir ayda 149 milyon dolar artarak 226,3 milyon dolardan 375,8 milyon dolara yükseldi.

Hükümet bütün bu iddiaları yalanlıyor tabii ama hemen yanı başımızdaki İstanbul Boğazından, hem de biz eylem yaparken geçen MAERSK konteynırlarını görmediğimizi, karayollarında cirit atan ZIM tırlarını kayıt altına almadığımızı, Filistin maskesi altında İsrail’e sevkiyatın sürdüğünden habersiz olduğumuzu sanıyor!

Maalesef yalanın bini bir para ve halkı aldatabileceklerini, propagandalarla hakikatin üzerini örtebileceklerini sanıyorlar!

Size sadece meşhur iki atasözümüzü hatırlatıyoruz: Güneş balçıkla sıvanmaz! Mızrak, çuvala sığmaz!

Kıymetli kardeşler,

Soykırımı besleyen en önemli kalemlerden biri de aylardır protestoların merkezine oturan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından İsrail’e sevk edilen kanlı petroldür!

İşbirlikçi Azerbaycan başkanı Aliyev’in “dost ve kardeş” dediği İsrail’e gururla sevk ettiği petrol, Siyonistlerin ihtiyacının çok önemli bir kısmını karşılıyor ve katliam makinesinin damarlarında dolaşan kan olarak onu ayakta tutuyor.

Özlem Zengin gibi isimler varil başına 1 dolar 27 cent aldıklarını ve bununla gurur duyduklarını açıklasalar da diğer yandan direniş dostlarını kandırmak için yaptırımlar ve yükümlülükler nedeniyle petrolü kesemeyeceklerini söylüyor, böylece buradan da bir mağduriyet devşirmeye çalışıyorlar.

Şimdi lütfen şu gerçeğe kulak kesilelim, hükümet de kulak kesilsin, imzaladığı sözleşmelerde ne yazdığını bilmiyorsa belki bizden öğrenir! Şimdi bakınız:

Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ve BOTAŞ arasında 19/10/2000’de imzalanan sözleşmenin 12. maddesinin 1. fıkrasının 7. bendindeki mücbir sebep itibariyle Uluslararası Adalet Divanı’nın 26 Ocak, 28 Mart, 24 Mayıs tarihli kararlarına dayanarak Türkiye, hiçbir tazminat ödemeden petrol akışını kesme hakkına sahiptir. Yani Türkiye, Filistin meselesinde samimi ise soykırımcı İsrail’e karşı UAD’nin kararları gereğince -hamaset olarak kullandıkları o meşhur ifadeleriyle- bir gece ansızın bu kanlı petrolü kesebilir; bunun karşılığında da hiçbir bedel ödemek zorunda değildir.

Evet, hakikat bu kadar açık ve net iken, vaktiyle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimini bağımsızlık referandumu nedeniyle “Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattının vanaları bizde, kesersek aç kalırsınız!” diye tehdit eden Erdoğan, Varlık Fonu üzerinden tek sorumlusu olduğu BTC boru hattı vanasını bir türlü kesmiyor!

Buradan, bu 600. Soykırım günlerinde tekrar sesleniyoruz: Erdoğan, BOTAŞ’ın vanasını kapat!’

Soykırımın, işbirlikçilik ve ihanetin karşısına dikilen vicdanlar!

İncirlik ABD üssü ve Kürecik NATO radarı soykırımcı İsrail’in muhafızlarıdır. Sadece Aksâ Tûfânı sürecinde değil; antiemperyalist cephe, çok uzun yıllar boyunca bu üslerin sökülüp atılması için mücadele verdi, yine o mücadeleyi veriyoruz!

Bu üsleri söküp atmayanların İsrail’in yaptığı soykırıma karşı söyleyecek sözleri yoktur!

Ticareti tümden kesmeyenlerin Siyonist vahşete karşı söyleyecek sözleri yoktur!

Siyonist soykırım makinesine hayat veren petrolün vanalarını kapatmayanların katledilen, aç ve hasta bırakılan on binlerce yavrumuzu anmaya hakları yoktur!

Çok açık ve net bir hakikattir ki ya işbirlikçi olunur ya da Direniş’ten yana saf tutulur! Bunun ortası yoktur!

İstanbul halkı!

Buradan bir kez daha iddia ediyoruz ki biz, İsrail’e akan petrolün vanalarını kapattırır, ticareti tümden kestirir ve üsleri söktürüp attırırsak bölgede ve dünyada büyük bir devrim olur ve Filistin’deki soykırım hemen, derhâl, şimdi durur!

Mücadelemiz işte bu hedefler içindir!

Evet, soykırımın 600. gününde Üsküdar’dan seslendik! Hakikatleri tekrar ve tekrar haykırdık.

Allah’ın izniyle sonuna kadar Direniş’in yanında saf tutmaya; işbirlikçilik ve ihaneti püskürtmek için mücadele etmeye devam edeceğiz!

Haber: Şilan Deniz

Devamını Okuyun

GÜNDEM

2
0
Would love your thoughts, please comment.x