Connect with us

Haberler

Çiftçi-Sen 2024 Tarım Raporu: Neoliberal Politikaların Ağır Sonuçları Çiftçilerin Üzerine Kâbus Gibi Çöktü

Yayınlanma:

-

Çiftçi-Sen, “2024 Yılı Tarım Raporu” yayımlayarak neoliberal politikaların çiftçileri, ülke tarımını, gıda egemenliğini nasıl etkilediğini gözler önüne serdi.

2024 yılında tarıma iklim krizinin yarattığı kuraklık, ekosistemdeki bozulmaların yarattığı hastalıklar ve zararlılar üretim maliyetlerindeki artışlar, emeğinin karşılığını alamayan üreticilerin eylemleri, tüketicilerin belini büken yüksek enflasyon-yüksek gıda fiyatları ile ithalat ve ihracat yasakları, hasat dönemine yakın bazı ürünlerin vergisiz (veya düşük vergili) ithalat izinleri, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın çiftçiler/köylüler aleyhine çıkarttığı yönetmelikler damga vurdu.

Enflasyon, İstihdam, Tarımsal Destekleme ve Krediler:

  • 1980’lere kadar Türkiye’de tarımsal üretim, ithal ikameci bir ekonomi politikası çerçevesinde endüstriyel tarım temelli şekillendi. Ülkenin ihtiyacına yönelik ürünlerin ekimi ve üreticilerin devlet tarafından desteklenmesi, düşük faizli kredi verilmesi, taban fiyat uygulaması ve destekleme alımları yapılmasının sonucu olarak küçük aile tarımı yapanların da tarımsal üretim içinde kalabilmelerini mümkün kıldı. Üretilen ürünler yıllarca ülkeye döviz girdisi sağladı. Sadece Türkiye’de üretilmesi mümkün olmayan veya çok zorunlu olan ürünlerin ithalatına izin verildi. 1980’lerden sonra uygulanan liberal politikalarla beraber ithalat serbestleştirildi. 2000’li yılların başında İMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla taban fiyat uygulamalarından ve destekleme alımlarından vazgeçilmeye başlandı. Emperyalist ülkelerin sübvansiyonlarla destekleyerek düşük maliyetle ürettirdikleri tarım ürünlerinin ithalatı kolaylaştırıldı. Böylelikle ülkemizde üretimde bulunan üreticilerle uluslararası şirketlerin haksız rekabeti söz konusu oldu. Üreticiler ürettikçe zarar etmeye başladılar ve giderek daha fazla çiftçi toprağından koptu.
  • AKP, uygulamaya koyduğu tarım politikalarıyla ülkemizin çiftçisi yerine ithalat lobilerini ve çok uluslu tarım-gıda şirketlerini desteklemeye devam etti. 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu ile tarıma verilecek desteklerin milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmü getirilmesine rağmen verilen destek miktarı Kanuna aykırı bir şekilde yüzde 0,2’ye kadar geriletildi. 2024 yılında 91,5 milyar TL olarak ayrılan tarımsal destek bütçesinin aslında 412 milyar TL olması gerekmekteydi. Destek miktarı kanunda belirtilen asgari oranın çok altında olmasının yanında verilen destekler de şartlara tabi tutulmaya devam etti. Bu şartlardan birisi çiftçinin kendi tohumunu değil, sertifikalı şirket tohumunu kullanması, bir diğeri de “Planlama” adı altında uygulamaya konulan “kimin nerede? Ne ekeceği?”ni Bakanlığın belirlemesi ve belirlenen ürün dışında ekim yapılırsa destekleme verilmemesiydi. Çiftçiler ve köylüler desteklemeden yararlanabilmek için sertifikalı tohuma mahkûm edildiği gibi yıllardır ürettiği ve üretimi hakkında genel bilgi sahibi olduğu ürünü değil, hiçbir üretim deneyiminin olmadığı ürünü üretmeye zorlandı. Desteklemeler çiftçilere destek olmaktan çıkıp, şirketlere desteğe dönüştü.
  • Üretimden pazara kadar olan zincirde gıda şirketlerinin kontrolünün artması, giderek daha fazla çiftçinin toprağından kopmasına neden olmasının yanında gıda enflasyonunu yükseltti. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından dünyada gıda fiyatları yıllık sadece yüzde 5,7 arttığı belirtilirken, ülkemizde gıda enflasyonu dünya ortalamasından 8 kat daha yüksek gerçekleşti.
  • Neoliberal tarım politikalarının sonucu tarımda çalışanların toplam istihdam içindeki payı: 2002 yılında yüzde 35 iken, 2024 yılının ilk yarısında ise yüzde 14,7 ye geriledi.
  • Tarımsal üretimin gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYH) payı 2002’de yüzde 10,2 iken 2024 yılı sonunda ise yüzde 5,2’ye düştü.
  • Çiftçilerin bankalara olan borçları Ekim 2023’te 551 milyar lira iken yetersiz desteklemeler nedeniyle yüzde 42,3 oranında artarak Ekim 2024’te 784 milyar liraya yükseldi.
  • 2004-2024 yılları arasında çiftçilere verilen destekler 30 kat artarken, çiftçilerin bankalara olan borçları 147 kat arttı.

Bitkisel Üretim

  • 2002 yılında ekili-dikili arazi miktarı 266 milyon dekar iken, günümüzde 239 milyon dekara geriledi, söz konusu dönemde tarım alanları 26 milyon dekar azaldı. Nüfusun giderek artmasına karşılık üretim alanlarının azalması, aile tarımı yapanların üretemez duruma düşmesi, gıda güvencesi ve gıda enflasyonu sorununun giderek derinleşmesine neden oldu.
  • 22 yıllık AKP iktidarında üretmek ithal etmekten daha pahalı hale getirildi, stratejik ürünlerde üretim düştü veya eski seviyesinde kaldı. Türkiye tarımda ithalata mahkûm hale geldi. TÜİK tarafından 29 Mart 2024 tarihinde yayımlanan Bitkisel Ürün Denge Tablolarına göre; yurt içi üretimin yurt içi talebi karşılama (yeterlilik) derecesi arpada yüzde 90, ekmeklik buğday, mısır ve kırmızı mercimekte yüzde 86, pirinçte 74, yeşil mercimekte yüzde 60, ayçiçeğinde yüzde 51, soyada ise yüzde 5 oldu.
  • 2024 yılında da üreticiler piyasaya ve şirketlerin insafına terkedildi. Hububat ve bazı baklagiller haricindeki ürünlerde alım fiyatları şirketler tarafından belirlendi. Çekirdeksiz kuru üzüm, fındık gibi ürünlerin alım fiyatları da hükümet tarafından açıklansa da şirketlerin taleplerine uygun olarak belirlendi.
  • 2023 yılında kuru üzüm alım taban fiyatını TARİŞ 45 TL açıklamış TMO’da benzeri fiyatlardan alım yapmıştı. Ancak çok kısa sürede kuru üzüm alım fiyatları artarak Mayıs-Haziran aylarında tüccarların alım fiyatları 100-110 TL’ye kadarçıktı. 2024 yılı hasat döneminde ise TMO’nun, TARİŞ’in ve ihracat şirketlerinin depolarında satış yapabilecekleri kuru üzüm kalmamış durumdaydı. TARİŞ yöneticilerinin açıklamasına göre yurtdışı alıcıların stoklarında da kuru üzüm kalmamıştı. Buna rağmen 2023 yılı 100-110 TL civarı işlem gören kuru üzüm fiyatı 2024 yılı hasat döneminde tüccarlarda bu fiyata bile işlem göremedi.
  • IMF’nin isteği olan Tütün Yasası 20 Haziran 2001’de mecliste kabul edildi. Cumhurbaşkanı Sezer yasayı veto etti. Hükümet IMF’nin 2002-04 dönemi için düzenlenecek stand-by anlaşmasıyla vereceği 10 milyar dolarlık kredi için şart koştuğu 4733 sayılı “Tütün Yasası”nı 3 Ocak 2002 eski haliyle kabul edildi. Daha sonra özelleştirilecek olan TEKEL piyasadan el çektirildi. Tütün ve tütüncülüğümüz yabancı dev sigara tekellerinin ve tütün kartellerin insafına terk edildi. Şirketlerle sözleşmeli üretim dönemi başladı. Örgütsüz ve sözleşmelerde hiçbir söz hakkı olmayan üreticiler tütünlerini maliyetine, daha çok da maliyetlerinin altındaki fiyatlarla şirketlere teslim etmek zorunda kaldılar. Üretici sayısı hızla düştü: 2000 yılında 578 bin 240 olan üretici sayısı 50 binlere geriledi. Üretime devam edenlerin büyük bir çoğunluğu da borç altında ezilmekte, ancak sözleşme yaptığında avans alabildiğinden, bu avans ödemelerine de muhtaç olduğundan dolayı sözleşmeye imza atıp üretime devam etmek zorunda kalmaktadır..
  • Fındık üretiminde tütün üretiminde yaşananlardan farklı bir süreç yaşanmış olsa da uluslararası şirketlerin hakimiyeti fındık piyasalarında da devamlı artmıştır. Üreticilere veya onun kooperatiflerine destek vermesi gereken siyasi iktidar bunu yapmadı, fındık alımında belirleyici tekel olan İtalyan şirketi Ferrero’ya özel ayrıcalıklar, hibe desteği de dahil vergi muafiyeti vb. destekler verdi. Ferrero da istediği gibi alım fiyatları ile oynadı, Fındık alım fiyatları üreticilerin maliyetlerinin altında kaldı. Üreticiler sözleşmeli üretim yapmaları için özendirildi.
  • Türkiye’de, Cumhuriyet’ten sonra başlayan çay üretimi, Doğu Karadeniz bölgesinde yaşanan işsizliğin, göçün ve ekonomik sorunların çözümü için düşünülerek 1924 yılında çıkarılan 407 sayılı kanun ile çay tarımı yasal güvence altına alındı. Daha sonraki yıllarda da devlet tarafından sürekli desteklendi ve devlet olanaklarıyla çay fabrikası kuruldu. Çayın üretiminin denetlenmesi Tarım Bakanlığı, yaş çay alımı, kuru çay üretimi ve pazarlaması Gümrük ve Tekel Müdürlüğü eliyle yürütüldü. 1971 yılında çıkartılan bir yasa ile Tarım, Üretim ve Pazarlama dahil tüm faaliyetler bugün “ÇAYKUR” olarak bilinen Çay Kurumu Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Ancak 1980 Askeri Darbe ile başlatılan neoliberal politikaların bir ürünü olarak 1984 de çıkan bir kanunla gerçek ve tüzel kişilerin yaş çay alımı yapmasının, fabrika kurmasının, piyasaya sürmesinin önü açıldı ve devlet yavaş yavaş aradan çekilmeye başladı. 2017 yılında ÇAYKUR’un “Varlık Fonu”na devredilmesinden sonra ÇAYKUR, çay üreticilerini ve piyasayı tamamen özel sermayenin insafına terk etti. O günden sonra kâr eden bir kuruluş olan ÇAYKUR; sürekli zarar eden, içi boşaltılmış bir duruma düştü. Çay üretimini tamamen şirketlerin kontrolüne bırakmak isteyen iktidarın çay üreticilerini şirketlere tamamen bağımlı hale getirecek yeni Çay Yasası çıkartma girişimleri olmuş, çayda “sözleşmeli üretim”i teşvik etmiştir. İktidarın Yeni Çay Yasası çıkartma girişimleri çay üreticilerinin tepkileri sonucu durdurulmuştur.
  • Narenciye ihracatında dünyada ilk 10 ülke içinde yer alan Türkiye’nin pazara ve ihracata yönelik yoğun üretimi Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşmektedir. Üretilen narenciyenin % 40’ı ihraç edilmektedir. İhracatçılar ve aracılar ciddi paralar kazanırken; girdi maliyetlerinin artması nedeniyle üretici para kazanamaz duruma gelmiştir. Üreticiler ürünlerini iç pazara, doğrudan sürememekte, kendi aralarında uyumlu çalışan toptancı alıcılarda narenciye bahçesindeki ürün fiyatlarını sürekli düşük tutmaktadırlar. Marketlerdeki ve pazar tezgâhlarındaki narenciye arzını düşük tutan şirketler ve tüccarlar, tüketiciye ulaşan ürünlerin fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadırlar. Oysa, kazanma şansı olmadığını düşünen birçok üretici 2023-2024 yıllarında ağaçlarını kökleyip, alternatif ürünler yetiştirmeyi denemeye başlamıştır. İhraç edilen narenciyenin bir bölümü pestisit (tarımda kullanılan kimyasal zehirler) kalıntısı yüzünden geri dönmüştür. Pestisit kalıntıları için ise “çok kullanılmış, kullanıldıktan sonra bekleme yapılmadan hasat edilmiş” vb. iddialarında hep suçlanan bellidir: üreticiler. Pestisitlerin üretimine, ithalatına ve kullanımına izin veren, denetimini yapmayan Tarım Bakanlığı olduğu hep unutulur. Tarım Bakanlığı dünyanın birçok ülkesinde yasak olan bazı kimyasalların üretimini, ithalatını, satışını, kullanımını bile serbest bırakmıştır. Bu gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda asıl suçlunun ilgili Bakanlık, bu konuda üreticileri yönlendiren “Zirai ilaç bayileri”, bu kimyasalları üreten, ithal eden, satan şirketlerin olduğu görülür.
  • Türkiye’den ihraç edilen yaş meyve ve sebzeler ile kuru gıdalarda yüksek miktarda pestisit (zirai-kimyasal zehir) kalıntısı ya da aflatoksin (küf hastalığı) bulunduğu gerekçesi ile iade edilen ürünler tüketicinin kâbusu oldu. Ancak hangi ürünlerde pestisit kalıntısı veya aflatoksin tespit edildiği, bu ürünlerin nerede üretildiği ve iç piyasada imha edilip edilmedikleri konularında Tarım Bakanlığı tatminkâr bir açıklamada bulunmadı. Ancak Bakanlık verilerine göre 2009 yılında 37,7 bin ton olan pestisit kullanımı 2023 yılı itibariyle 57,8 bin tona yükseldi. Son 15 yılda toplam pestisit kullanımı yüzde 53 oranında arttı.
  • Tarım ürünleri alım fiyatlarında geçen yıla göre artış oranları enflasyondaki artışın, hele hele girdi fiyatlarındaki artışların çok altında kaldı:
  • Buğday yüzde 11-12
  • Arpa yüzde 3,6
  • Çeltik yüzde 25-30,4
  • Fındık yüzde 57
  • Çay yüzde 68
  • Şekerpancarı yüzde 28
  • Hububat Tedarikçileri Derneği’nin (HUBUDER) hesaplamalarına göre; TMO’nun müdahale alımlarının son 5 yılın ortalama üretim miktarları içindeki payı;
  • Buğdayda yüzde 20,
  • Arpada yüzde 22,
  • Mısırda yüzde 15,
  • Çeltikte yüzde 5,
  • Kırmızı mercimekte yüzde 8,
  • Nohutta yüzde 17,
  • Kuru fasulyede yüzde 11,
  • Fındıkta yüzde 12 olarak gerçekleşti.

“Tahıl Koridoru” antlaşmasının geçerli olduğu tarihlerde de TMO siloları uluslararası şirketlerin Ukrayna ve Rusya’dan getirdiği hububat ürünleri ile dolduruldu. TMO üreticilerden hasat döneminde alım yapmaktan kaçındı. “Müdahale alımları” oranını sürekli düşürülerek piyasa çiftçiler/köylüler lehine değil, şirketler lehine düzenlenmeye çalışıldı.

  • Fark ödeme desteklerine gelince; bu yıl kütlü pamuk desteği 2023 yılıyla aynı kaldı. Fark ödemesi desteği 8 yıldır artırılmayan aspir, çeltik, dane mısır, soya ve zeytinyağında enflasyonun üzerinde artış yapıldı, ancak bu artışların çiftçinin önceki yıllara ilişkin kayıplarını karşılaması mümkün değildi. Diğer ürünlerde de enflasyonun oldukça altında kalan artışlar yapıldı.
  • 2024 yılı aynı zamanda özellikle “sözleşmeli üretim” adı altında üretim yapan domates, ayçiçeği, tütün vb. üreticilerin maliyet artışları ve sözleşme yaptıkları şirketlerin düşük alım fiyatı vermeleri ve taahhüt ettikleri miktarda ürün satın almamaları nedeniyle ülke genelinde protesto eylemleri gündem oldu. Protesto eylemi yapan üreticiler sadece küçük aile tarımı yapan üreticiler değillerdi. Belki de büyük çoğunluğu yıllardır “sözleşmeli üretim” yapan orta ölçekteki çiftçilerdi. Bu eylemler ve tarlada kalan ürünler şunu net gösterdi: 3. Gıda Rejiminin “Sözleşmeli Üretim” modeli tarım ve gıda sisteminde şirketlerin kontrolünü arttırmakta hem üreticileri aç bırakmakta hem de (tarlalarda yeterli ürün olmasına rağmen) piyasaya erişimlerini zorlaştırarak, gıda enflasyonunu tetiklemektedir. Gelirleri devamlı düşen tüketicilerin gıdaya erişimlerini daha da zor hale getirmektedir.
  • İktidar 2024 yılı sonuna doğru şirketlerin tarımsal üretimi ve gıdayı kontrolünü arttıracak iki önemli uygulamayı daha devreye soktu; İlk uygulama ile 2 yıl işlenmeyen tarım arazilerinin devlet zoruyla el konulup şirketlere kiralanmasını hedeflenirken, ikincisi ile detayları tam olarak bilinmeyen yeni bir destekleme sistemi oluşturacağı açıklamasıydı. Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” 22 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’ de yayımlandı. ÇİFTÇİLER SENDİKASI (ÇİFTÇİ-SEN) bu yönetmeliğin iptali için Danıştay’a dava açtı. Dava henüz görülmedi.
  • “2024 Yılında Yapılacak Bitkisel Üretime Yönelik Desteklemeler”e ilişkin Cumhurbaşkanı kararı 24 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı. Ve görüldü ki; bazı destekler yıllardır aynı kalmış durumda. Örneğin fındıktaki alan bazlı destek 11 yıldır değiştirilmedi; dekara 170 TL olarak veriliyor. Küçük aile işletmesi desteği de 2023 yılında olduğu gibi dekara 200 TL olarak ödenecek. Son bir yılda Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) bir önceki yıla göre yüzde 62, mazot fiyatları yüzde 60 ve gübre fiyatları yüzde 50 oranında artmasına rağmen toplam mazot ve gübre desteğindeki artış bunun çok altında kaldı. Artış oranları arpa, buğday, çavdar, tritikale, yulafta yüzde 24, mercimek ve nohutta yüzde 27, fındık, kuru soğan, yaş çay, zeytin, şeker pancarı ve kütlü pamukta yüzde 29, patateste yüzde 35 oldu. Yağ ve yem bitkilerinde de enflasyonun altında artış yapıldı.
  • 2025-2027 dönemini kapsayan 3 yıllık bitkisel üretim destekleri 29 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. “Cumhurbaşkanı Kararı” ile mazot ve gübre desteği 2025 üretim yılından itibariyle tamamen kaldırıldı. Ayrıca fındık üretiminde 11 yıldır ödenen, dekar başına 170 lira olan alan bazlı destek kaldırıldı. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın “Üretim planlaması” adı altında dayattığı programa uyanlara “planlı üretim desteği ve üretimi geliştirme desteği” adı altında ilave destek verileceği açıklandı. Yeni destekleme modelinde yapılacak dekar başına destek ödemesi, 2025 yılı için 244 liralık bir katsayı olarak belirlendi. Temel destek ve planlı üretim gibi destekler bu katsayı ile çarpılarak ödeneceği belirtildi.
  • TÜİK açıklamalarına dayanarak ve 2024 yılının Ocak-Ekim dönemine ilişkin dış ticaret istatistiklerinden yararlanarak, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) yöntemine göre yapılan hesaplamada tarımsal ithalat 17,5 milyar doları gıda maddeleri, 5,7 milyar doları tarımsal hammaddeler olmak üzere toplam 23,2 milyar dolar oldu.
  • Tarımsal ürünlerde ve gıdada ithalat bağımlılığı 2024 yılında da devam etti. 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde tarımda 9,2 milyar dolarlık ithalat, 7,6 milyar dolarlık ihracat yapıldı; ithalat kısıtlamalarına rağmen tarım dış ticareti 1,7 milyar dolar açık verdi.
  • 2023 ithal edilen 11,9 milyon ton buğday için 3,5 milyar $ ödendi. Buğdayda 100 yıllık Cumhuriyet döneminin en yüksek ithalat rakamlarına ulaşıldı. “Dahilde İşleme Rejimi” kapsamında buğday ithalatı 21 Haziran 2024’ten geçerli olmak üzere 15 Ekim 2024 tarihine kadar durduruldu. 15 Ekim’den sonra piyasa kota sistemiyle kısmen açıldı. Toprak Mahsulleri Ofisi’nden satın alınan her 85 ton için 15 ton buğday ithaline izin verildi. Bu uygulama 20 Kasım’da, yüzde 75 iç piyasadan yüzde 25 ithalat şeklinde değiştirildi. Bu nedenle önceki yılın Ocak-Ekim döneminde 10 milyon tonu aşan ithalat bu yıl 5,2 milyon ton olarak gerçekleşti.
  • 10 Ekim 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile 31 Aralık 2024’e kadar 1 milyon ton mısır ithalatı için gümrük vergisi yüzde 5’e düşürüldü. Bu karardan sonra ithalat hızla arttı. Önceki yılın Ocak-Ekim döneminde 1,9 milyon ton olan ithalat bu yıl 3,4 milyon tona ulaştı. Böylelikle 2019 yılından sonra tüm zamanların ikinci en büyük ithalatı gerçekleşti.
  • Son yıllarda kendine yeterlilik oranı yüzde 5-6 arasında olan soyada tüm zamanların en büyük ithalatı gerçekleşti. 2023 yılında 2,9 milyon ton olan ithalat bu yılın Ocak-Ekim döneminde 3,1 milyon tona ulaştı.
  • Meteorolojik verilere göre iklim krizinin sonuçları ülkemizde oldukça yoğun görülmekte ve tarımsal üretimi sıkıntıya sokmaktadır. Yaz aylarında ve Ekim ayında yağışların hem uzun dönem ortalamalarının hem de geçen yılki seviyelerin oldukça altında kalması, kuraklık riskini artırdı. Normalde Ekim ayında yapılması gereken buğday ve arpa ekimleri, yeterli nemin sağlanamaması nedeniyle 20 gün ile 1 ay arasında gecikti. Kuraklık nedeniyle bazı bölgelerde çiftçiler ekim yapmaktan tamamen vazgeçmek zorunda kaldılar. İktidar ise iklim krizine ilişkin herhangi bir önlem almadığı gibi, çiftçilerin/köylülerin, yerel halkın, ekolojistlerin tüm tepkilerine rağmen tarımsal alanları, su kaynaklarını yok eden, iklim krizine neden olan enerji ve maden yatırımlarına yeni izinler verdi. Ülkemizin en önemli üzüm üretim bölgelerinde ve incir üretim bölgelerinde hızla yayılan Jeotermal Elektik Santralleri (JES) üzüm ve incir üretimine rekolte ve kalite açısından ciddi zararlar verdi. İhraç edilen kuru üzüm ve kuru incirde sınırı aşan miktarda pestisit kalıntısı bulunmasa bile afla toksin bulunması söz konusu oldu. Ekosistemdeki bozulmalardan en fazla etkilenen üretimlerden birisi de fındık üretimi oldu. 2017 yılından beri Türkiye’de görülmeye başlayan zararlı, istilacı bir böcek türü olan kahverengi kokarca böceği fındıkta ciddi rekolte ve kalite kaybına yol açtı. Tarımsal Araştırma Enstitüleri’ni geliştirmeyen, desteklemeyen uygulamalar yüzünden hala daha bu zararlıya karşı mücadelede başarı kazanılamamış, sınıfta kalınmıştır.
  • TARSİM Genel Müdürü Bekir Engürülü 2024 yılında prim üretiminin 24 milyar lira, hasar ödemesinin ise 12 milyar lira olduğunu açıkladı. Görüldüğü gibi TARSİM üreticilerin iklim krizinin yol açtığı zararlarını karşılamaya dönük bir işlev değil, sigorta şirketlerinin karlarını arttıran bir işlev görmektedir.

Hayvansal Üretim

  • Kırmızı ette yaşanan sıkıntının başta gelen nedenini hayvan varlığındaki azalma oluşturuyor. Çiftçilerin/köylülerin ortak kullanım alanı olan otlak ve meraların özelleştirmeye açılması, bazı meralara göçün yasaklanması, ülkenin yerel hayvan ırklarının yok edilmesi, bitkisel üretim ile hayvansal üretim arasındaki geleneksel bağın kopartılması vb. nedenlerle son yıllarda hayvan varlığında ciddi bir azalma yaşandı. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin büyük ve küçükbaş hayvan varlığı, 2021’de 75,6 milyon baş iken 2023’te 68,9 milyon başa geriledi; son iki yılda büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı 6,6 milyon baş azaldı.
  • 2010 yılında tarımın diğer sorunları gibi kırmızı et sorunu da sürdürülemez hale gelince AKP iktidarı çareyi ithalatta buldu. O tarihten bu yana;
  • 7 milyon büyükbaş hayvan ithalatına 9,3 milyar dolar,
  • 3,2 milyon küçükbaş hayvan ithalatına 390 milyon dolar,
  • 406 bin ton kırmızı et ithalatına 2,1 milyar dolar ödendi.
  • 15 yılda toplam 11,8 milyar dolar harcanmasına rağmen kırmızı et fiyatları kontrol altına alınamamış, fiyatlar yoksul halkın erişebileceği seviyelere düşmemiştir. Hayvansal üretimde 15 yıldır süren darboğazı aşmak için yerli kaynakların ciddi şekilde harekete geçirilmesi; ciddi yol haritaları, gerçekçi üretim planları yapılması; hayvan varlığını artırmak için yetiştiricilerin desteklemesi gerekir.
  • 2024 yılı sonuna doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Vatandaş kırmızı ete beklediği fiyatlarla ulaşabilsin diye” Brezilya ve Uruguay’dan hayvan ithalatı için talimat verdiğini açıkladı. Oysa Türkiye zaten iki yıldır Brezilya ve Uruguay’dan kasaplık hayvan ithal etmektedir ve 2023 yılında ithal edilen 818 bin baş sığırın 598 bin başı (yüzde 73’ü), 2024 yılında ithal edilen 301 bin baş sığırın 180 bin başı (yüzde 60’ı) Brezilya ve Uruguay’dan ithal edilmiştir, ama et fiyatları hiç düşmemiş, aksine yükselmiştir.
  • Hayvancılık destekleri 26 Temmuz 2024 tarihli Resmi Gazete’de açıklandı. Karara göre hayvan başına destekler kaldırıldı; dana, malak, kuzu ve oğlak başına destek sistemine geçildi. Hayvancılığa ayrılan desteklerin toplam destekleme içindeki payı giderek azaltıldı. Söz konusu desteklerin payı 2023’te yüzde 24,2 iken, 2024 yılında yüzde 21,6’ya 2025 yılında ise yüzde 20,1’e düşürülecek. Getirilen sistem ile ülkemizin hayvancılıkta ithalat bağımlılığından kurtarması mümkün görünmemektedir. Hayvanını otlatacak otlak ve mera bulamayan çiftçi/köylü hayvancılığı bırakmakta, büyük hayvan çiftlikleri kurularak endüstriyel hayvancılık öne çıkmaktadır. Bunun anlamı ise yoksulların hayvansal proteine erişiminin giderek daha zor hale geleceğidir.
  • 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde hayvancılık ithalatı 1 milyar doları aştı. 331 bin baş canlı hayvan için 591 milyon dolar, 69 bin ton kırmızı et için 439 milyon dolar olmak üzere toplam 1 milyar 30 bin dolar ödendi. Bu arada 2025 yılında 520 bin büyükbaş hayvan ithalatı kararı alındı. Her fırsatta yerli hayvancılığı desteklediklerini açıklayan Tarım ve Orman Bakanlığı, attığı adımlar ile şirketlerin ithalatını ve uluslararası ticaretten kazanacakları gelirleri güçlendirmeyi sürdürmektedir.

Orman Yağması

  • 1956 tarihinde çıkarılan Orman Kanunu’nda 2002 yılına kadar 46 yılda 15 defa değişiklik yapılmasına karşılık, 2003-2024 tarihleri arasındaki 22 yılda 31 defa değişiklik yapıldı. AKP iktidarı tarafından Kanunun 16’ıncı maddesi üç defa, 17’inci maddesi 8 defa ve 18’inci maddesi ise iki kez değiştirildi. Söz konusu değişiklikler orman alanlarının ormancılık amacı dışında kullanılmasının önünü açtı.
  • 2024 yılı içerisinde;
  • 19 Ocak tarihinde Bingöl, Bursa, Elazığ, Eskişehir, Kastamonu, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Sinop, Tokat ve Zonguldak İllerinde,
  • 21 Mayıs tarihinde Kastamonu ilinde,
  • 28 Haziran tarihinde Artvin, Bitlis, İstanbul ve İzmir illerinde,
  • 17 Temmuz tarihinde Amasya, Balıkesir, Kastamonu, Manisa, Muğla Samsun, Sinop ve Sivas illerinde,
  • 2 Ağustos tarihinde Amasya, Bingöl, Kastamonu, Kütahya, Manisa, Niğde, Mersin, İstanbul ve Samsun illerinde,
  • 31 Ağustos tarihinde İzmir ilinde bulunan bazı alanların orman sınırları dışına çıkartılması hakkında Cumhurbaşkanı kararı yayımlandı. Bu kararlar ile 2024 yılında toplam 12,7 milyon m2 alan orman sınırları dışına çıkartıldı.
  • 2023 yılında enflasyonda son 22 yılın rekoru kırıldı; tüketici fiyatları bir önceki yılın aynı ayına göre yaklaşık yüzde 64,8 ile 2001’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı. Türkiye enflasyonda Venezuela, Lübnan ve Arjantin’in ardından dünyada dördüncü sırada yer aldı. 2024 yılında da yüksek enflasyon devam etti. TÜİK’e göre Kasım ayı itibariyle yıllık enflasyon yüzde 47,1 oldu. 2003’ten bu yana ortalama fiyatlar 21 kat, gıda fiyatları ise 32 kat arttı. Ancak artan bu gıda fiyatlarından üreticiler değil, şirketler ve büyük market zincirleri kazanç sağladı. Birçok üründe üreticiler maliyetlerini bile karşılayamadılar.

SONUÇ OLARAK:

1980 yılından itibaren başlayan, 2000’li yıllarda daha da yoğun olarak uygulanan neo-liberal politikaların ağır sonuçları 2024 yılında çiftçilerin üzerine kâbus gibi çöktü. Bu yıla gelinceye kadar birçok üründe üreticiler kazanamıyor olsa da, bazı ürünlerde kazanabiliyor, en azından zarar etmiyordu. Bu yıl çiftçiler hangi ürünü üretirse üretsin, ürettiği hiçbir üründe, hiçbir bölgede kazanamadı. Onun için hemen hemen her üründe, hemen hemen her bölgede kendiliğinden çiftçi eylemleri gelişti. Koşulların, her yıl daha da ağırlaştığı bilinen bir gerçek. Türkiye’nin 2025 yılında çiftçilerin daha büyük eylemlerine tanıklık edeceği de çok açık. Fakat kendiliğinden gelişen sadece ürün fiyatları üzerinden yapılan bu tür eylemlerle küçük çiftçilerin ve köylülerin kendi topraklarında kalabilmeleri, üretimlerini devam ettirebilmeleri mümkün görünmüyor. Çiftçilerin daha örgütlü, hedefleri daha belirgin bir programla mücadele etmeleri gerekiyor. Sadece çiftçilerin değil, daha ucuz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak isteyen tüketicilerinde böyle bir programda yer bulması ve ortak mücadelenin yolunun açılması gerekiyor. 2025 çiftçiler için zor bir yıl olacak, ama yeni bir başlangıcında yılı olabilir.

Gıda Egemenliği Hemen Şimdi!

Köylü Hakları Hemen Şimdi!

Toprak, Onur, Yaşam!

Ali Bülent ERDEM / Genel Başkan

Adnan ÇOBANOĞLU / Genel Örgütlenme Sekreteri

Kaynak: ciftcisen.org

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Üsküdar’da Soykırımın 700. Günü ve Sumud Filosuna Destek Eylemi

Yayınlanma:

-

İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırım, 700. gününde Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD tarafından 5 Eylül cuma günü Üsküdar Mimar Sinan meydanında protesto edildi, Küresel Sumud Filosu selamlandı.

Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs, 6 Eylül’ün Ayşenur Ezgi Eygi’nin şehadet yıl dönümü olduğunu, Rachel Corrie ve Ayşenur’un vicdan çizgisinde buluştuklarını, Sumud filosunun da bu çizgide oluştuğunu söyledi.

Eylemde bir konuşma yapan Siyonist Sisteme Karşı Gençlik Kolektifi başkanı Gülşah Eldemir, İsmail Çelik ve İsmet Yüzügüler’in Filistin eylemlerine katılıp haklı taleplerde bulundukları için tutuklandıklarını belirterek soykırıma karşı mücadele verenlerin göz altı, tutuklama ve yargılamalarla susturulmaya çalışıldığı söyledi.

Eylem boyunca “700 Gün Direndik, Siyonizm’e Geçit Vermedik, İşbirlikçi Hainler Hesap Verecek, Yaşasın Küresel SUMUD Filomuz, Özgürlük Filomuz Dalga Dalga Büyüyor, 700 Gün Direndik İhanete Boyun Eğmedik, Yaşasın Küresel İntifada, NATO’dan Çıkacağız Üsleri Sökeceğiz, Ticarete Petrole İhanete Geçit Yok, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Tevhid Adalet Özgürlük, 700 Gün Direndik Emperyalizme Geçit Vermedik, Yaşasın Gazze Direnişimiz, Ayşenur Eygi Onurumuzdur, Filistin Davası Yargılanamaz, İsmail’e Özgürlük Direnişle Gelecek” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Meryem Karayıl ve Serhat Altın’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

SOYKIRIM SAVAŞININ 700. GÜNÜNDE, GAZZE DİRENİŞİNİN VE KÜRESEL SUMUD FİLOSUNUN YANINDAYIZ!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Direniş’in vefakâr dostları!

Gazze’de, emperyalizmin desteğiyle süregiden Siyonist soykırımın 700. günündeyiz.

700 gün boyunca bütün dünya bu soykırımı, sayısız katliamı ekranlardan takip etti.

Egemen dünya düzeni, halkların bütün tepkisine, itirazına rağmen bu soykırımı sonuna kadar destekledi.

Bu soykırımcı cephenin karşısında tarihin görüp göreceği benzersizlikteki Direniş ise geri çekilmedi; bütün imkânsızlıklara, güç eşitsizliklerine rağmen yılmadan mücadele etti ve haysiyet sancağını insanlığın ufkuna kalıcı bir anıt olarak dikti!

Direniş’in vefakâr dostları!

Meydanlar sizin vefanıza, Direniş’in yanında duran azim ve kararlılığınıza sayısız kere tanıklık etti. Vâr olunuz!

Siyonist soykırıma işbirlikçilik ve ihanet marifetiyle yancılık yapanların karşısına dikilen iradeniz her türlü takdirin üzerindedir.

İşte burada, 700. günde yine aynı kararlılıkla hakikati hep birlikte haykırıyorsunuz.

Bu haykırış 700 günde damla damla birikti ve Akdeniz oldu!

Akdeniz’in kucağında büyüyen Küresel Sumud Filosu olarak insanlığı, vicdan ve haysiyeti sembolize eden devasa bir intifada kıyamına dönüştü!

Görüyor ve biliyoruz ki bütün irili ufaklı eylemler, yürüyüşler, farklı bütün faaliyetler bu büyük dalganın boy vermesine katkıda bulunmuştur.

Sizler de aşama aşama Mavi Marmara, Madleen ve Hanzala gemileri olarak ilerleyen ve şimdi devasa Sumud Filosu olarak benzersiz bir özgürlük hareketine dönüşen bu yürüyüşün inşa edicileri oldunuz; ne mutlu!

Direniş’in vefakâr dostları!

Büyük bedeller ödeyen Filistin halkının mücadelesini ve emperyalizmin koruyuculuğunda soykırımcılık suç ve utancını bütün çirkinliğiyle büyüten katil İsrail’in yapıp ettiklerini 700 günde herkes, bütün ayrıntılarıyla öğrenmiş bulunuyor.

Yine bu 700 gün boyunca herkes, İsrail’in bölgeye yerleşmesine imkân ve zemin hazırlayan işbirlikçi ve hain bölge rejimlerini de iyice görüp tanımış oldu!

Katliam ve soykırımın neye dayanıp büyüdüğünü görenler bundan sonra o hakikate göre siyaset üretmez ise biliyoruz ki bütün yaşananlar derin bir mağlubiyet olarak kalıcı hâle gelecektir.

Tarihin son 700 gününde zirveye çıkan ancak öteden beri deveran edip duran bu hakikatler silsilesi artık bizi bir yol ayrımına götürmeli ve devrimci bir mücadelenin ne’liğine dâir gerçek bir muhasebeyi artık geciktirmemelidir.

Direniş’in vefakâr dostları!

Küresel İntifadanın İstanbul ve Anadolu cephesi olarak kendi ülkemizdeki ihanet ve işbirlikçilik hatlarını parçalamaya çalıştık.

İncirlik ve Kürecik üslerinin sökülüp atılması için sürdürdüğümüz on yıllara yayılan mücadeleyi hızlandırdık ancak ihanet ve işbirlikçilik hattı bu husustaki direncini muhafaza etmeye devam etti.

Soykırıma petrol taşıyan BTC hattının vanalarını kapattırmaya çalıştık ama yine mezkûr hat İsrail lehine ve Direniş aleyhine olmak üzere bu petrol hattına dört elle sarıldı.

İsrail’le ticaretin devam etmesini ve Siyonist katliam makinesinin tedarik zincirinde çok mühim bir yere sahip gemi trafiğinin limanları mekân tutmasını engellemek için çırpındık lâkin AKP iktidarının hileli yollarla bu işleticiliğe meftûniyetinin önüne geçemedik.

Bu tabloyu 700 gün boyunca gözlemleyenler için artık fazla söze gerek kalmadı.

Direniş ve muârızları, gören gözlere âyân oldu. Hakk’la bâtıl iyice belirginleşti, saflar netleşti.

Direniş’in vefakâr dostları!

Dünya hayatı hak ve bâtıl, tevhid ve şirk hatlarının kapışma meydanı ise Direniş ehline düşen, muhataplarını lâyıkıyla tanıyarak duruşunda sebat etmek, devrimci stratejilerini buna göre belirlemektir.

Egemen dünya düzeninin ve bölgesel/yerel işbirlikçiliklerin karşısında küresel Tevhid-Adalet-Özgürlük hattını bir bütün hâlinde örme sorumluluğumuzla hareket ediyoruz.

Gazze’yi, Batı Şeria’yı, Kudüs’ü ve bütün mazlum coğrafyaları kuşatan karanlığı ancak vahyin çağrısıyla bertaraf edebiliriz.

Emperyalistleri, Siyonistleri, kapitalistleri, Allah ile aldatanları ancak bu bilinçle derdest edebiliriz.

Bütün insanlığı Nûh’un kurtuluş gemisine davet eden bir hakikat seferberlik ve şahitliği zorunludur. İşte ancak bu şekilde vahyin kurtarıcılığının hakiki simgeselliği herkes için görünür olacaktır!

Direniş’in vefakâr dostları!

Yılmayan bir azim ve kararlılığı kuşanan Direniş’in yoldaşı olmakla iftihar ediyoruz.

Yarın 6 Eylül… Kardeşleri olmaktan onurlandığımız Ayşenur Ezgi Eygi’nin şehadet yıl dönümü…

Selam olsun Ayşenur kardeşimize, selam olsun yükselttiği direniş bilincine!

Emperyalizme, Siyonizm’e, Amerika’ya, işbirlikçilik ve ihanete meydan okuyan cesur yüreklere, şahitlere ve şehitlere selam olsun!

Selam ve rahmet olsun Gazze’de canını veren; açlık ve bombalarla katledilen yüz binlere!

Selam olsun 700 gün direnen, geri adım atmayan yiğitlere!

Selam olsun Küresel Sumud Filosundaki vicdanlara!

Buradayız!

Emperyalizme ve Siyonizm’e, işbirlikçilik ve ihanete karşı Direniş’in yanındayız!

Küresel İntifada çağrısını yükselten milyonlarla aynı saftayız!

Haber: Şilan Deniz

Alternatif link:

https://vkvideo.ru/video-230129009_456239037?t=26m36s

Devamını Okuyun

Haberler

Çiftçilerin Toprakları Gasp Edilemez

Yayınlanma:

-

Çiftçi-Sen, çiftçilerin toprakları üzerindeki haklarını gasp etmeyi amaçlayan yönetmeliğe yaptığı itirazla ilgili bir açıklama yayımladı. Açıklama şu şekilde:

Danıştay 10. Dairesi, Çiftçiler Sendikası olarak açtığımız davada önemli bir ara karar vererek, “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik”’in dayanağı olan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8/K maddesinin 2., 3., 4., 5. ve 6. fıkralarının Anayasa’ya aykırılığı konusunda ciddi şüpheler bulunduğuna hükmetmiş ve dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne göndermiştir.

Dava dilekçemizde vurguladığımız üzere, söz konusu Yönetmelik ve kanun hükümleri;

İki yıl işlenmeyen tarım arazilerinin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından malikinin rızası aranmaksızın kiraya verilmesini,

Kira bedelinin ve kiracının idarece belirlenmesini,

Arazi malikinin kendi toprağı üzerinde sözleşme tarafı olmaktan çıkarılmasını öngörmekteydi.

Bu düzenleme açıkça;

Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını,

36. maddesinde yer alan hak arama özgürlüğünü,

48. maddesinde güvence altına alınan sözleşme hürriyetini,

Hukuk devleti ilkesini ve ölçülülük ilkesini ihlal etmektedir.

Danıştay kararında da belirtildiği üzere, Yönetmelik ve kanun değişikliği çiftçiyi tamamen devre dışı bırakmakta, idareye sınırsız ve keyfi takdir yetkisi tanımakta ve mülkiyet hakkının özüne dokunmaktadır.

Bu karar, köylü ve çiftçilerin yıllardır dile getirdiği “Topraklarımız üzerindeki tasarruf hakkı elimizden alınıyor” itirazlarının haklılığını yargı önünde de ortaya koymuştur.

Çiftçiler Sendikası olarak, şunu bir kez daha ifade ediyoruz:

Çiftçilerin rızası olmaksızın toprağın kiraya verilmesi kabul edilemez!

Tarım politikası, köylünün toprağıyla bağını koparmak değil, onu güçlendirmek üzerine kurulmalıdır.

Gıda güvencesi, şirketlere devredilen arazilerle değil, köylünün emeğiyle üretime devam etmesiyle sağlanır.

Anayasa Mahkemesinden beklentimiz, Danıştay’ın da işaret ettiği bu açık Anayasa ihlallerini gözeterek düzenlemeyi iptal etmesidir.

Çiftçiler Sendikası (ÇİFTÇİ-SEN) Vekili

Av. Dr. Fevzi Özlüer

Devamını Okuyun

Haberler

İlke-Sen: Sosyal ve Ekonomik Yıkımın Gerçek Fotoğrafı, Toplu Sözleşme Sürecinin Ana Teması Olmalı

Yayınlanma:

-

Kamu çalışanları ile kamu emeklilerinin 2026-2027 yıllarındaki malî ve sosyal haklarının görüşüleceği 8. Dönem Kamu Toplu Sözleşmesi görüşmeleri başladı.

Eğitim İlke-Sen ve Sağlık İlke-Sen bir açıklama yaparak sürece ilişkin temel eleştirilerini paylaştı. Ortak açıklamanın tam metni şu şekilde:

Ülkedeki Toplam Yıkım ve Perişanlığa İtiraz Etmeyen Yetkili Sendikalara;

Grevsiz ve Sözleşmesiz Toplu Görüşmelere Kamu Emekçileri Karşı Çıkmalıdır!

Yaklaşık 4 milyon kamu emekçisinin ve 2,5 milyon kamu emeklisinin 2026-2027 yıllarındaki malî ve sosyal haklarının görüşüleceği 8. Dönem Kamu Toplu Sözleşmesi görüşmeleri başladı.

Grev hakkının mevzubahis olmadığı göstermelik görüşmeler her dönem benzer temsillerin sergilendiği bir sahneye dönüşmüş durumdadır.

Korkunç bir ekonomik yıkıma savrulan ülkede bütün emekçi, yoksul sınıflar gibi çalışan kamu emekçileri yoksulluk ve açlık sınırı kıskacına sıkıştırılmış hayat yaşarken kamu emeklileri tümüyle gözden çıkarılarak diğer emekliler gibi ölüme terk edilmiştir.

Mevcut tablo karşısında İLKE-SEN olarak sözümüz kısa, açık ve nettir:

Sahte enflasyon oranlarının cirit attığı, halkın olması gereken kaynakların faiz adı altında zengin sınıflara aktarıldığı fevkalâde köleci ve yağmacı ekonomi politikalarının sömürü ve soygun pratiğine teslim olmayacağız!

Yandaş, işbirlikçi yetkili sendikalar marifetiyle birtakım yüzdelik artışların öne çıkarılmasıyla yürütülen ve ülkedeki sosyal ve ekonomik yıkımın gerçek fotoğrafını saklayan toplu sözleşme tiyatrosunu reddediyoruz!

Hiçbir derde derman olmayan ve her dönem tekrarlanan “kazanım” gevezeliklerine peşinen prim vermiyoruz! Yıllardır sadece kamu çalışanlarını değil asgari ücretliyi, işsizi, emeği vahşice sömürülen mültecileri, küçük köylüyü, esnafı her geçen gün daha da yoksullaştırıp çaresiz bırakan, tabiatı sermayenin azgın iştahının önüne atan, Siyonist İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma karşı hiçbir somut adım atmayan iktidara ses etmeyen bu sendika demeye utandığımız yapıların beyan ve taleplerine baştan itiraz ediyoruz!

Açık çağrımızdır:

Kapitalist kuşatma ve ideolojik dayatma arasına sıkıştırılmış kamu emekçilerinin hiçbir gerçek meselesine derman olmamış, ülkedeki toplam yıkım ve perişanlığa itiraz etmemiş, sendika demeye dilin varmayacağı bu aldatıcı yapılardan emekçi kardeşlerimiz uzak durmalıdır.

“Tevhid, Adalet ve Özgürlük” şiârıyla bir mücadele hattı inşa etmeyi öneriyoruz. Sahte toplu sözleşme sahnesinin dışından ve hayatın tam ortasında “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini bayraklaştıran; emek, özgürlük ve haysiyet kavramlarına vurgu yapan bir duruş mümkündür ve dertlerimizin tek çaresidir.

EĞİTİM İLKE-SEN & SAĞLIK İLKE-SEN 

Yönetim Kurulları

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x