Connect with us

Haberler

Çiftçi-Sen 2024 Tarım Raporu: Neoliberal Politikaların Ağır Sonuçları Çiftçilerin Üzerine Kâbus Gibi Çöktü

Yayınlanma:

-

Çiftçi-Sen, “2024 Yılı Tarım Raporu” yayımlayarak neoliberal politikaların çiftçileri, ülke tarımını, gıda egemenliğini nasıl etkilediğini gözler önüne serdi.

2024 yılında tarıma iklim krizinin yarattığı kuraklık, ekosistemdeki bozulmaların yarattığı hastalıklar ve zararlılar üretim maliyetlerindeki artışlar, emeğinin karşılığını alamayan üreticilerin eylemleri, tüketicilerin belini büken yüksek enflasyon-yüksek gıda fiyatları ile ithalat ve ihracat yasakları, hasat dönemine yakın bazı ürünlerin vergisiz (veya düşük vergili) ithalat izinleri, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın çiftçiler/köylüler aleyhine çıkarttığı yönetmelikler damga vurdu.

Enflasyon, İstihdam, Tarımsal Destekleme ve Krediler:

  • 1980’lere kadar Türkiye’de tarımsal üretim, ithal ikameci bir ekonomi politikası çerçevesinde endüstriyel tarım temelli şekillendi. Ülkenin ihtiyacına yönelik ürünlerin ekimi ve üreticilerin devlet tarafından desteklenmesi, düşük faizli kredi verilmesi, taban fiyat uygulaması ve destekleme alımları yapılmasının sonucu olarak küçük aile tarımı yapanların da tarımsal üretim içinde kalabilmelerini mümkün kıldı. Üretilen ürünler yıllarca ülkeye döviz girdisi sağladı. Sadece Türkiye’de üretilmesi mümkün olmayan veya çok zorunlu olan ürünlerin ithalatına izin verildi. 1980’lerden sonra uygulanan liberal politikalarla beraber ithalat serbestleştirildi. 2000’li yılların başında İMF ve Dünya Bankası dayatmalarıyla taban fiyat uygulamalarından ve destekleme alımlarından vazgeçilmeye başlandı. Emperyalist ülkelerin sübvansiyonlarla destekleyerek düşük maliyetle ürettirdikleri tarım ürünlerinin ithalatı kolaylaştırıldı. Böylelikle ülkemizde üretimde bulunan üreticilerle uluslararası şirketlerin haksız rekabeti söz konusu oldu. Üreticiler ürettikçe zarar etmeye başladılar ve giderek daha fazla çiftçi toprağından koptu.
  • AKP, uygulamaya koyduğu tarım politikalarıyla ülkemizin çiftçisi yerine ithalat lobilerini ve çok uluslu tarım-gıda şirketlerini desteklemeye devam etti. 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu ile tarıma verilecek desteklerin milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmü getirilmesine rağmen verilen destek miktarı Kanuna aykırı bir şekilde yüzde 0,2’ye kadar geriletildi. 2024 yılında 91,5 milyar TL olarak ayrılan tarımsal destek bütçesinin aslında 412 milyar TL olması gerekmekteydi. Destek miktarı kanunda belirtilen asgari oranın çok altında olmasının yanında verilen destekler de şartlara tabi tutulmaya devam etti. Bu şartlardan birisi çiftçinin kendi tohumunu değil, sertifikalı şirket tohumunu kullanması, bir diğeri de “Planlama” adı altında uygulamaya konulan “kimin nerede? Ne ekeceği?”ni Bakanlığın belirlemesi ve belirlenen ürün dışında ekim yapılırsa destekleme verilmemesiydi. Çiftçiler ve köylüler desteklemeden yararlanabilmek için sertifikalı tohuma mahkûm edildiği gibi yıllardır ürettiği ve üretimi hakkında genel bilgi sahibi olduğu ürünü değil, hiçbir üretim deneyiminin olmadığı ürünü üretmeye zorlandı. Desteklemeler çiftçilere destek olmaktan çıkıp, şirketlere desteğe dönüştü.
  • Üretimden pazara kadar olan zincirde gıda şirketlerinin kontrolünün artması, giderek daha fazla çiftçinin toprağından kopmasına neden olmasının yanında gıda enflasyonunu yükseltti. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından dünyada gıda fiyatları yıllık sadece yüzde 5,7 arttığı belirtilirken, ülkemizde gıda enflasyonu dünya ortalamasından 8 kat daha yüksek gerçekleşti.
  • Neoliberal tarım politikalarının sonucu tarımda çalışanların toplam istihdam içindeki payı: 2002 yılında yüzde 35 iken, 2024 yılının ilk yarısında ise yüzde 14,7 ye geriledi.
  • Tarımsal üretimin gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYH) payı 2002’de yüzde 10,2 iken 2024 yılı sonunda ise yüzde 5,2’ye düştü.
  • Çiftçilerin bankalara olan borçları Ekim 2023’te 551 milyar lira iken yetersiz desteklemeler nedeniyle yüzde 42,3 oranında artarak Ekim 2024’te 784 milyar liraya yükseldi.
  • 2004-2024 yılları arasında çiftçilere verilen destekler 30 kat artarken, çiftçilerin bankalara olan borçları 147 kat arttı.

Bitkisel Üretim

  • 2002 yılında ekili-dikili arazi miktarı 266 milyon dekar iken, günümüzde 239 milyon dekara geriledi, söz konusu dönemde tarım alanları 26 milyon dekar azaldı. Nüfusun giderek artmasına karşılık üretim alanlarının azalması, aile tarımı yapanların üretemez duruma düşmesi, gıda güvencesi ve gıda enflasyonu sorununun giderek derinleşmesine neden oldu.
  • 22 yıllık AKP iktidarında üretmek ithal etmekten daha pahalı hale getirildi, stratejik ürünlerde üretim düştü veya eski seviyesinde kaldı. Türkiye tarımda ithalata mahkûm hale geldi. TÜİK tarafından 29 Mart 2024 tarihinde yayımlanan Bitkisel Ürün Denge Tablolarına göre; yurt içi üretimin yurt içi talebi karşılama (yeterlilik) derecesi arpada yüzde 90, ekmeklik buğday, mısır ve kırmızı mercimekte yüzde 86, pirinçte 74, yeşil mercimekte yüzde 60, ayçiçeğinde yüzde 51, soyada ise yüzde 5 oldu.
  • 2024 yılında da üreticiler piyasaya ve şirketlerin insafına terkedildi. Hububat ve bazı baklagiller haricindeki ürünlerde alım fiyatları şirketler tarafından belirlendi. Çekirdeksiz kuru üzüm, fındık gibi ürünlerin alım fiyatları da hükümet tarafından açıklansa da şirketlerin taleplerine uygun olarak belirlendi.
  • 2023 yılında kuru üzüm alım taban fiyatını TARİŞ 45 TL açıklamış TMO’da benzeri fiyatlardan alım yapmıştı. Ancak çok kısa sürede kuru üzüm alım fiyatları artarak Mayıs-Haziran aylarında tüccarların alım fiyatları 100-110 TL’ye kadarçıktı. 2024 yılı hasat döneminde ise TMO’nun, TARİŞ’in ve ihracat şirketlerinin depolarında satış yapabilecekleri kuru üzüm kalmamış durumdaydı. TARİŞ yöneticilerinin açıklamasına göre yurtdışı alıcıların stoklarında da kuru üzüm kalmamıştı. Buna rağmen 2023 yılı 100-110 TL civarı işlem gören kuru üzüm fiyatı 2024 yılı hasat döneminde tüccarlarda bu fiyata bile işlem göremedi.
  • IMF’nin isteği olan Tütün Yasası 20 Haziran 2001’de mecliste kabul edildi. Cumhurbaşkanı Sezer yasayı veto etti. Hükümet IMF’nin 2002-04 dönemi için düzenlenecek stand-by anlaşmasıyla vereceği 10 milyar dolarlık kredi için şart koştuğu 4733 sayılı “Tütün Yasası”nı 3 Ocak 2002 eski haliyle kabul edildi. Daha sonra özelleştirilecek olan TEKEL piyasadan el çektirildi. Tütün ve tütüncülüğümüz yabancı dev sigara tekellerinin ve tütün kartellerin insafına terk edildi. Şirketlerle sözleşmeli üretim dönemi başladı. Örgütsüz ve sözleşmelerde hiçbir söz hakkı olmayan üreticiler tütünlerini maliyetine, daha çok da maliyetlerinin altındaki fiyatlarla şirketlere teslim etmek zorunda kaldılar. Üretici sayısı hızla düştü: 2000 yılında 578 bin 240 olan üretici sayısı 50 binlere geriledi. Üretime devam edenlerin büyük bir çoğunluğu da borç altında ezilmekte, ancak sözleşme yaptığında avans alabildiğinden, bu avans ödemelerine de muhtaç olduğundan dolayı sözleşmeye imza atıp üretime devam etmek zorunda kalmaktadır..
  • Fındık üretiminde tütün üretiminde yaşananlardan farklı bir süreç yaşanmış olsa da uluslararası şirketlerin hakimiyeti fındık piyasalarında da devamlı artmıştır. Üreticilere veya onun kooperatiflerine destek vermesi gereken siyasi iktidar bunu yapmadı, fındık alımında belirleyici tekel olan İtalyan şirketi Ferrero’ya özel ayrıcalıklar, hibe desteği de dahil vergi muafiyeti vb. destekler verdi. Ferrero da istediği gibi alım fiyatları ile oynadı, Fındık alım fiyatları üreticilerin maliyetlerinin altında kaldı. Üreticiler sözleşmeli üretim yapmaları için özendirildi.
  • Türkiye’de, Cumhuriyet’ten sonra başlayan çay üretimi, Doğu Karadeniz bölgesinde yaşanan işsizliğin, göçün ve ekonomik sorunların çözümü için düşünülerek 1924 yılında çıkarılan 407 sayılı kanun ile çay tarımı yasal güvence altına alındı. Daha sonraki yıllarda da devlet tarafından sürekli desteklendi ve devlet olanaklarıyla çay fabrikası kuruldu. Çayın üretiminin denetlenmesi Tarım Bakanlığı, yaş çay alımı, kuru çay üretimi ve pazarlaması Gümrük ve Tekel Müdürlüğü eliyle yürütüldü. 1971 yılında çıkartılan bir yasa ile Tarım, Üretim ve Pazarlama dahil tüm faaliyetler bugün “ÇAYKUR” olarak bilinen Çay Kurumu Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Ancak 1980 Askeri Darbe ile başlatılan neoliberal politikaların bir ürünü olarak 1984 de çıkan bir kanunla gerçek ve tüzel kişilerin yaş çay alımı yapmasının, fabrika kurmasının, piyasaya sürmesinin önü açıldı ve devlet yavaş yavaş aradan çekilmeye başladı. 2017 yılında ÇAYKUR’un “Varlık Fonu”na devredilmesinden sonra ÇAYKUR, çay üreticilerini ve piyasayı tamamen özel sermayenin insafına terk etti. O günden sonra kâr eden bir kuruluş olan ÇAYKUR; sürekli zarar eden, içi boşaltılmış bir duruma düştü. Çay üretimini tamamen şirketlerin kontrolüne bırakmak isteyen iktidarın çay üreticilerini şirketlere tamamen bağımlı hale getirecek yeni Çay Yasası çıkartma girişimleri olmuş, çayda “sözleşmeli üretim”i teşvik etmiştir. İktidarın Yeni Çay Yasası çıkartma girişimleri çay üreticilerinin tepkileri sonucu durdurulmuştur.
  • Narenciye ihracatında dünyada ilk 10 ülke içinde yer alan Türkiye’nin pazara ve ihracata yönelik yoğun üretimi Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşmektedir. Üretilen narenciyenin % 40’ı ihraç edilmektedir. İhracatçılar ve aracılar ciddi paralar kazanırken; girdi maliyetlerinin artması nedeniyle üretici para kazanamaz duruma gelmiştir. Üreticiler ürünlerini iç pazara, doğrudan sürememekte, kendi aralarında uyumlu çalışan toptancı alıcılarda narenciye bahçesindeki ürün fiyatlarını sürekli düşük tutmaktadırlar. Marketlerdeki ve pazar tezgâhlarındaki narenciye arzını düşük tutan şirketler ve tüccarlar, tüketiciye ulaşan ürünlerin fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadırlar. Oysa, kazanma şansı olmadığını düşünen birçok üretici 2023-2024 yıllarında ağaçlarını kökleyip, alternatif ürünler yetiştirmeyi denemeye başlamıştır. İhraç edilen narenciyenin bir bölümü pestisit (tarımda kullanılan kimyasal zehirler) kalıntısı yüzünden geri dönmüştür. Pestisit kalıntıları için ise “çok kullanılmış, kullanıldıktan sonra bekleme yapılmadan hasat edilmiş” vb. iddialarında hep suçlanan bellidir: üreticiler. Pestisitlerin üretimine, ithalatına ve kullanımına izin veren, denetimini yapmayan Tarım Bakanlığı olduğu hep unutulur. Tarım Bakanlığı dünyanın birçok ülkesinde yasak olan bazı kimyasalların üretimini, ithalatını, satışını, kullanımını bile serbest bırakmıştır. Bu gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda asıl suçlunun ilgili Bakanlık, bu konuda üreticileri yönlendiren “Zirai ilaç bayileri”, bu kimyasalları üreten, ithal eden, satan şirketlerin olduğu görülür.
  • Türkiye’den ihraç edilen yaş meyve ve sebzeler ile kuru gıdalarda yüksek miktarda pestisit (zirai-kimyasal zehir) kalıntısı ya da aflatoksin (küf hastalığı) bulunduğu gerekçesi ile iade edilen ürünler tüketicinin kâbusu oldu. Ancak hangi ürünlerde pestisit kalıntısı veya aflatoksin tespit edildiği, bu ürünlerin nerede üretildiği ve iç piyasada imha edilip edilmedikleri konularında Tarım Bakanlığı tatminkâr bir açıklamada bulunmadı. Ancak Bakanlık verilerine göre 2009 yılında 37,7 bin ton olan pestisit kullanımı 2023 yılı itibariyle 57,8 bin tona yükseldi. Son 15 yılda toplam pestisit kullanımı yüzde 53 oranında arttı.
  • Tarım ürünleri alım fiyatlarında geçen yıla göre artış oranları enflasyondaki artışın, hele hele girdi fiyatlarındaki artışların çok altında kaldı:
  • Buğday yüzde 11-12
  • Arpa yüzde 3,6
  • Çeltik yüzde 25-30,4
  • Fındık yüzde 57
  • Çay yüzde 68
  • Şekerpancarı yüzde 28
  • Hububat Tedarikçileri Derneği’nin (HUBUDER) hesaplamalarına göre; TMO’nun müdahale alımlarının son 5 yılın ortalama üretim miktarları içindeki payı;
  • Buğdayda yüzde 20,
  • Arpada yüzde 22,
  • Mısırda yüzde 15,
  • Çeltikte yüzde 5,
  • Kırmızı mercimekte yüzde 8,
  • Nohutta yüzde 17,
  • Kuru fasulyede yüzde 11,
  • Fındıkta yüzde 12 olarak gerçekleşti.

“Tahıl Koridoru” antlaşmasının geçerli olduğu tarihlerde de TMO siloları uluslararası şirketlerin Ukrayna ve Rusya’dan getirdiği hububat ürünleri ile dolduruldu. TMO üreticilerden hasat döneminde alım yapmaktan kaçındı. “Müdahale alımları” oranını sürekli düşürülerek piyasa çiftçiler/köylüler lehine değil, şirketler lehine düzenlenmeye çalışıldı.

  • Fark ödeme desteklerine gelince; bu yıl kütlü pamuk desteği 2023 yılıyla aynı kaldı. Fark ödemesi desteği 8 yıldır artırılmayan aspir, çeltik, dane mısır, soya ve zeytinyağında enflasyonun üzerinde artış yapıldı, ancak bu artışların çiftçinin önceki yıllara ilişkin kayıplarını karşılaması mümkün değildi. Diğer ürünlerde de enflasyonun oldukça altında kalan artışlar yapıldı.
  • 2024 yılı aynı zamanda özellikle “sözleşmeli üretim” adı altında üretim yapan domates, ayçiçeği, tütün vb. üreticilerin maliyet artışları ve sözleşme yaptıkları şirketlerin düşük alım fiyatı vermeleri ve taahhüt ettikleri miktarda ürün satın almamaları nedeniyle ülke genelinde protesto eylemleri gündem oldu. Protesto eylemi yapan üreticiler sadece küçük aile tarımı yapan üreticiler değillerdi. Belki de büyük çoğunluğu yıllardır “sözleşmeli üretim” yapan orta ölçekteki çiftçilerdi. Bu eylemler ve tarlada kalan ürünler şunu net gösterdi: 3. Gıda Rejiminin “Sözleşmeli Üretim” modeli tarım ve gıda sisteminde şirketlerin kontrolünü arttırmakta hem üreticileri aç bırakmakta hem de (tarlalarda yeterli ürün olmasına rağmen) piyasaya erişimlerini zorlaştırarak, gıda enflasyonunu tetiklemektedir. Gelirleri devamlı düşen tüketicilerin gıdaya erişimlerini daha da zor hale getirmektedir.
  • İktidar 2024 yılı sonuna doğru şirketlerin tarımsal üretimi ve gıdayı kontrolünü arttıracak iki önemli uygulamayı daha devreye soktu; İlk uygulama ile 2 yıl işlenmeyen tarım arazilerinin devlet zoruyla el konulup şirketlere kiralanmasını hedeflenirken, ikincisi ile detayları tam olarak bilinmeyen yeni bir destekleme sistemi oluşturacağı açıklamasıydı. Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” 22 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’ de yayımlandı. ÇİFTÇİLER SENDİKASI (ÇİFTÇİ-SEN) bu yönetmeliğin iptali için Danıştay’a dava açtı. Dava henüz görülmedi.
  • “2024 Yılında Yapılacak Bitkisel Üretime Yönelik Desteklemeler”e ilişkin Cumhurbaşkanı kararı 24 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı. Ve görüldü ki; bazı destekler yıllardır aynı kalmış durumda. Örneğin fındıktaki alan bazlı destek 11 yıldır değiştirilmedi; dekara 170 TL olarak veriliyor. Küçük aile işletmesi desteği de 2023 yılında olduğu gibi dekara 200 TL olarak ödenecek. Son bir yılda Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) bir önceki yıla göre yüzde 62, mazot fiyatları yüzde 60 ve gübre fiyatları yüzde 50 oranında artmasına rağmen toplam mazot ve gübre desteğindeki artış bunun çok altında kaldı. Artış oranları arpa, buğday, çavdar, tritikale, yulafta yüzde 24, mercimek ve nohutta yüzde 27, fındık, kuru soğan, yaş çay, zeytin, şeker pancarı ve kütlü pamukta yüzde 29, patateste yüzde 35 oldu. Yağ ve yem bitkilerinde de enflasyonun altında artış yapıldı.
  • 2025-2027 dönemini kapsayan 3 yıllık bitkisel üretim destekleri 29 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. “Cumhurbaşkanı Kararı” ile mazot ve gübre desteği 2025 üretim yılından itibariyle tamamen kaldırıldı. Ayrıca fındık üretiminde 11 yıldır ödenen, dekar başına 170 lira olan alan bazlı destek kaldırıldı. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın “Üretim planlaması” adı altında dayattığı programa uyanlara “planlı üretim desteği ve üretimi geliştirme desteği” adı altında ilave destek verileceği açıklandı. Yeni destekleme modelinde yapılacak dekar başına destek ödemesi, 2025 yılı için 244 liralık bir katsayı olarak belirlendi. Temel destek ve planlı üretim gibi destekler bu katsayı ile çarpılarak ödeneceği belirtildi.
  • TÜİK açıklamalarına dayanarak ve 2024 yılının Ocak-Ekim dönemine ilişkin dış ticaret istatistiklerinden yararlanarak, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) yöntemine göre yapılan hesaplamada tarımsal ithalat 17,5 milyar doları gıda maddeleri, 5,7 milyar doları tarımsal hammaddeler olmak üzere toplam 23,2 milyar dolar oldu.
  • Tarımsal ürünlerde ve gıdada ithalat bağımlılığı 2024 yılında da devam etti. 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde tarımda 9,2 milyar dolarlık ithalat, 7,6 milyar dolarlık ihracat yapıldı; ithalat kısıtlamalarına rağmen tarım dış ticareti 1,7 milyar dolar açık verdi.
  • 2023 ithal edilen 11,9 milyon ton buğday için 3,5 milyar $ ödendi. Buğdayda 100 yıllık Cumhuriyet döneminin en yüksek ithalat rakamlarına ulaşıldı. “Dahilde İşleme Rejimi” kapsamında buğday ithalatı 21 Haziran 2024’ten geçerli olmak üzere 15 Ekim 2024 tarihine kadar durduruldu. 15 Ekim’den sonra piyasa kota sistemiyle kısmen açıldı. Toprak Mahsulleri Ofisi’nden satın alınan her 85 ton için 15 ton buğday ithaline izin verildi. Bu uygulama 20 Kasım’da, yüzde 75 iç piyasadan yüzde 25 ithalat şeklinde değiştirildi. Bu nedenle önceki yılın Ocak-Ekim döneminde 10 milyon tonu aşan ithalat bu yıl 5,2 milyon ton olarak gerçekleşti.
  • 10 Ekim 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile 31 Aralık 2024’e kadar 1 milyon ton mısır ithalatı için gümrük vergisi yüzde 5’e düşürüldü. Bu karardan sonra ithalat hızla arttı. Önceki yılın Ocak-Ekim döneminde 1,9 milyon ton olan ithalat bu yıl 3,4 milyon tona ulaştı. Böylelikle 2019 yılından sonra tüm zamanların ikinci en büyük ithalatı gerçekleşti.
  • Son yıllarda kendine yeterlilik oranı yüzde 5-6 arasında olan soyada tüm zamanların en büyük ithalatı gerçekleşti. 2023 yılında 2,9 milyon ton olan ithalat bu yılın Ocak-Ekim döneminde 3,1 milyon tona ulaştı.
  • Meteorolojik verilere göre iklim krizinin sonuçları ülkemizde oldukça yoğun görülmekte ve tarımsal üretimi sıkıntıya sokmaktadır. Yaz aylarında ve Ekim ayında yağışların hem uzun dönem ortalamalarının hem de geçen yılki seviyelerin oldukça altında kalması, kuraklık riskini artırdı. Normalde Ekim ayında yapılması gereken buğday ve arpa ekimleri, yeterli nemin sağlanamaması nedeniyle 20 gün ile 1 ay arasında gecikti. Kuraklık nedeniyle bazı bölgelerde çiftçiler ekim yapmaktan tamamen vazgeçmek zorunda kaldılar. İktidar ise iklim krizine ilişkin herhangi bir önlem almadığı gibi, çiftçilerin/köylülerin, yerel halkın, ekolojistlerin tüm tepkilerine rağmen tarımsal alanları, su kaynaklarını yok eden, iklim krizine neden olan enerji ve maden yatırımlarına yeni izinler verdi. Ülkemizin en önemli üzüm üretim bölgelerinde ve incir üretim bölgelerinde hızla yayılan Jeotermal Elektik Santralleri (JES) üzüm ve incir üretimine rekolte ve kalite açısından ciddi zararlar verdi. İhraç edilen kuru üzüm ve kuru incirde sınırı aşan miktarda pestisit kalıntısı bulunmasa bile afla toksin bulunması söz konusu oldu. Ekosistemdeki bozulmalardan en fazla etkilenen üretimlerden birisi de fındık üretimi oldu. 2017 yılından beri Türkiye’de görülmeye başlayan zararlı, istilacı bir böcek türü olan kahverengi kokarca böceği fındıkta ciddi rekolte ve kalite kaybına yol açtı. Tarımsal Araştırma Enstitüleri’ni geliştirmeyen, desteklemeyen uygulamalar yüzünden hala daha bu zararlıya karşı mücadelede başarı kazanılamamış, sınıfta kalınmıştır.
  • TARSİM Genel Müdürü Bekir Engürülü 2024 yılında prim üretiminin 24 milyar lira, hasar ödemesinin ise 12 milyar lira olduğunu açıkladı. Görüldüğü gibi TARSİM üreticilerin iklim krizinin yol açtığı zararlarını karşılamaya dönük bir işlev değil, sigorta şirketlerinin karlarını arttıran bir işlev görmektedir.

Hayvansal Üretim

  • Kırmızı ette yaşanan sıkıntının başta gelen nedenini hayvan varlığındaki azalma oluşturuyor. Çiftçilerin/köylülerin ortak kullanım alanı olan otlak ve meraların özelleştirmeye açılması, bazı meralara göçün yasaklanması, ülkenin yerel hayvan ırklarının yok edilmesi, bitkisel üretim ile hayvansal üretim arasındaki geleneksel bağın kopartılması vb. nedenlerle son yıllarda hayvan varlığında ciddi bir azalma yaşandı. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin büyük ve küçükbaş hayvan varlığı, 2021’de 75,6 milyon baş iken 2023’te 68,9 milyon başa geriledi; son iki yılda büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı 6,6 milyon baş azaldı.
  • 2010 yılında tarımın diğer sorunları gibi kırmızı et sorunu da sürdürülemez hale gelince AKP iktidarı çareyi ithalatta buldu. O tarihten bu yana;
  • 7 milyon büyükbaş hayvan ithalatına 9,3 milyar dolar,
  • 3,2 milyon küçükbaş hayvan ithalatına 390 milyon dolar,
  • 406 bin ton kırmızı et ithalatına 2,1 milyar dolar ödendi.
  • 15 yılda toplam 11,8 milyar dolar harcanmasına rağmen kırmızı et fiyatları kontrol altına alınamamış, fiyatlar yoksul halkın erişebileceği seviyelere düşmemiştir. Hayvansal üretimde 15 yıldır süren darboğazı aşmak için yerli kaynakların ciddi şekilde harekete geçirilmesi; ciddi yol haritaları, gerçekçi üretim planları yapılması; hayvan varlığını artırmak için yetiştiricilerin desteklemesi gerekir.
  • 2024 yılı sonuna doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Vatandaş kırmızı ete beklediği fiyatlarla ulaşabilsin diye” Brezilya ve Uruguay’dan hayvan ithalatı için talimat verdiğini açıkladı. Oysa Türkiye zaten iki yıldır Brezilya ve Uruguay’dan kasaplık hayvan ithal etmektedir ve 2023 yılında ithal edilen 818 bin baş sığırın 598 bin başı (yüzde 73’ü), 2024 yılında ithal edilen 301 bin baş sığırın 180 bin başı (yüzde 60’ı) Brezilya ve Uruguay’dan ithal edilmiştir, ama et fiyatları hiç düşmemiş, aksine yükselmiştir.
  • Hayvancılık destekleri 26 Temmuz 2024 tarihli Resmi Gazete’de açıklandı. Karara göre hayvan başına destekler kaldırıldı; dana, malak, kuzu ve oğlak başına destek sistemine geçildi. Hayvancılığa ayrılan desteklerin toplam destekleme içindeki payı giderek azaltıldı. Söz konusu desteklerin payı 2023’te yüzde 24,2 iken, 2024 yılında yüzde 21,6’ya 2025 yılında ise yüzde 20,1’e düşürülecek. Getirilen sistem ile ülkemizin hayvancılıkta ithalat bağımlılığından kurtarması mümkün görünmemektedir. Hayvanını otlatacak otlak ve mera bulamayan çiftçi/köylü hayvancılığı bırakmakta, büyük hayvan çiftlikleri kurularak endüstriyel hayvancılık öne çıkmaktadır. Bunun anlamı ise yoksulların hayvansal proteine erişiminin giderek daha zor hale geleceğidir.
  • 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde hayvancılık ithalatı 1 milyar doları aştı. 331 bin baş canlı hayvan için 591 milyon dolar, 69 bin ton kırmızı et için 439 milyon dolar olmak üzere toplam 1 milyar 30 bin dolar ödendi. Bu arada 2025 yılında 520 bin büyükbaş hayvan ithalatı kararı alındı. Her fırsatta yerli hayvancılığı desteklediklerini açıklayan Tarım ve Orman Bakanlığı, attığı adımlar ile şirketlerin ithalatını ve uluslararası ticaretten kazanacakları gelirleri güçlendirmeyi sürdürmektedir.

Orman Yağması

  • 1956 tarihinde çıkarılan Orman Kanunu’nda 2002 yılına kadar 46 yılda 15 defa değişiklik yapılmasına karşılık, 2003-2024 tarihleri arasındaki 22 yılda 31 defa değişiklik yapıldı. AKP iktidarı tarafından Kanunun 16’ıncı maddesi üç defa, 17’inci maddesi 8 defa ve 18’inci maddesi ise iki kez değiştirildi. Söz konusu değişiklikler orman alanlarının ormancılık amacı dışında kullanılmasının önünü açtı.
  • 2024 yılı içerisinde;
  • 19 Ocak tarihinde Bingöl, Bursa, Elazığ, Eskişehir, Kastamonu, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Sinop, Tokat ve Zonguldak İllerinde,
  • 21 Mayıs tarihinde Kastamonu ilinde,
  • 28 Haziran tarihinde Artvin, Bitlis, İstanbul ve İzmir illerinde,
  • 17 Temmuz tarihinde Amasya, Balıkesir, Kastamonu, Manisa, Muğla Samsun, Sinop ve Sivas illerinde,
  • 2 Ağustos tarihinde Amasya, Bingöl, Kastamonu, Kütahya, Manisa, Niğde, Mersin, İstanbul ve Samsun illerinde,
  • 31 Ağustos tarihinde İzmir ilinde bulunan bazı alanların orman sınırları dışına çıkartılması hakkında Cumhurbaşkanı kararı yayımlandı. Bu kararlar ile 2024 yılında toplam 12,7 milyon m2 alan orman sınırları dışına çıkartıldı.
  • 2023 yılında enflasyonda son 22 yılın rekoru kırıldı; tüketici fiyatları bir önceki yılın aynı ayına göre yaklaşık yüzde 64,8 ile 2001’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı. Türkiye enflasyonda Venezuela, Lübnan ve Arjantin’in ardından dünyada dördüncü sırada yer aldı. 2024 yılında da yüksek enflasyon devam etti. TÜİK’e göre Kasım ayı itibariyle yıllık enflasyon yüzde 47,1 oldu. 2003’ten bu yana ortalama fiyatlar 21 kat, gıda fiyatları ise 32 kat arttı. Ancak artan bu gıda fiyatlarından üreticiler değil, şirketler ve büyük market zincirleri kazanç sağladı. Birçok üründe üreticiler maliyetlerini bile karşılayamadılar.

SONUÇ OLARAK:

1980 yılından itibaren başlayan, 2000’li yıllarda daha da yoğun olarak uygulanan neo-liberal politikaların ağır sonuçları 2024 yılında çiftçilerin üzerine kâbus gibi çöktü. Bu yıla gelinceye kadar birçok üründe üreticiler kazanamıyor olsa da, bazı ürünlerde kazanabiliyor, en azından zarar etmiyordu. Bu yıl çiftçiler hangi ürünü üretirse üretsin, ürettiği hiçbir üründe, hiçbir bölgede kazanamadı. Onun için hemen hemen her üründe, hemen hemen her bölgede kendiliğinden çiftçi eylemleri gelişti. Koşulların, her yıl daha da ağırlaştığı bilinen bir gerçek. Türkiye’nin 2025 yılında çiftçilerin daha büyük eylemlerine tanıklık edeceği de çok açık. Fakat kendiliğinden gelişen sadece ürün fiyatları üzerinden yapılan bu tür eylemlerle küçük çiftçilerin ve köylülerin kendi topraklarında kalabilmeleri, üretimlerini devam ettirebilmeleri mümkün görünmüyor. Çiftçilerin daha örgütlü, hedefleri daha belirgin bir programla mücadele etmeleri gerekiyor. Sadece çiftçilerin değil, daha ucuz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak isteyen tüketicilerinde böyle bir programda yer bulması ve ortak mücadelenin yolunun açılması gerekiyor. 2025 çiftçiler için zor bir yıl olacak, ama yeni bir başlangıcında yılı olabilir.

Gıda Egemenliği Hemen Şimdi!

Köylü Hakları Hemen Şimdi!

Toprak, Onur, Yaşam!

Ali Bülent ERDEM / Genel Başkan

Adnan ÇOBANOĞLU / Genel Örgütlenme Sekreteri

Kaynak: ciftcisen.org

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Şık Makas Direnişi Sürüyor

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen genel başkanı Ahmet Örs , TOKAD yönetim kurulu üyesi Ahmet Gümüş, Eğitim İlke-Sen Tokat il temsilcisi Yunus Akkoç,  Tokat’ta faaliyet gösteren Şık Makas’ta (CRS Tekstil) ödenmeyen ücretleri, tazminatları ve sendika seçme hakları için direnişe geçen işçilerin çadırını ziyaret etti.

Eğitim İlke-Sen’in bir önceki Tokat temsilcisi Şinasi Uludoğan’ın da hazır bulunduğu ziyarette, direnişteki işçilerle yapılan görüşmeden sonra Ahmet Örs, Türkiye’deki sömürü düzeni ve Şık Makas özelinde bir konuşma yaptı ve direnişe öncülük eden işçilerden Buse Kara’ya verilen ev hapsi cezasındaki keyfîliğe dikkat çekti. Konuşmanın bir bölümü video kaydından takip edilebilir.

Şık Makas işçileri mücadelelerini 16 Kasım 2025 pazar günü Tokat’ta yapacakları miting ile sürdürecekler.

Haber: Furkan Uludoğan

Devamını Okuyun

Haberler

COP 30: La Via Campesina Manifestosu: Gezegeni Serinletenler için Toprak ve Haklar

Yayınlanma:

-

10 – 21 Kasım 2025 arasında Brezilya’da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP30) arifesinde; kırsal, kıyı ve kentsel topluluklardan gelen 200 milyondan fazla köylü ve çiftçinin sosyal hareketi La Via Campesina olarak biz acil ve radikal bir çağrı yapıyoruz: Sahte vaatler ve piyasa temelli çözümler dönemi artık bitmelidir.

İklim krizine sebep olan endüstriyel tarım şirketleri ve onlara hizmet eden hükümetlerin şimdi de doğayı metalaştırmak ve değişimin önüne geçmek için hükümetlerarası süreçleri gasp ettiğini görüyoruz ve bunu kararlılıkla reddediyoruz… bizi uçuruma sürüklüyorlar!” (COP30 için La Via Campesina Manifestosu’ndan)

Bu durum karşısında hareketimiz çizgisini teyit eder:

  • İklim yönetiminde UNDROP’a (Birleşmiş Milletler Köylüler ve Kırsal Alanlarda Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Bildirgesi) yer verilmelidir!
  • Kapsayıcı ve Halkçı Tarım Reformu hemen şimdi!
  • Gezegeni serinletenlere toprak ve haklar! Çözüm çiftçi agroekolojisidir!

Bunlar, dünya halklarının adaleti, onuru ve Gıda Egemenliğine dayanan gerçek çözümlerdir.

COP, iklim finansmanını tartışırken ve karbon piyasaları işlemeye devam ederken – kârın tempoyu belirlediği ve yaşamın en yüksek fiyatı ödeyene satıldığı bir dünyada – biz, ekolojik ve sömürgeci borçlar için iklim tazminatı talep ediyoruz. Agroekolojik dönüşümlerin önünü açmak için sesimizi yükseltiyoruz:

Kredi değil, karşılıksız kamu hibeleri temelinde yeni bir finansal paradigma öneriyoruz. Bu hibeler, adil ve egemen dönüşümlerin sağlanması için demokratik bir şekilde kontrol edilmelidir. […] Aynı düzeyde önemli bir diğer nokta da Küresel Güney’i oluşturan ülkelerin, kendi koşullarına göre dönüşümlerini gerçekleştirebilmeleri; mali tazminatlar, teknoloji transferi ve kendi kalkınma yollarını belirleme özerkliğine sahip olmalarıdır […] Küresel Kuzey halkları için de adil ve egemen dönüşümleri destekleyen bir küresel dayanışmanın inşasını savunuyoruz ki Küresel Kuzey’in kendi ekonomileri üzerindeki kontrolü Toprak Ana’daki emperyalizm ve emekçi sınıfların sömürüsünün sonlandırılması için kilittaşıdır.” (COP30 için La Via Campesina Manifestosu’ndan)

COP30, halkçı örgütlenmeye elverişli bir ortamda, büyük toplumsal hareketlerin asla pes etmediği ve bize kucaklarını açarak, mücadele dolu bir yürekle karşılayan Brezilya’da gerçekleşiyor. Dünya çapındaki küresel hareketlerle birlikte COP30’a doğru Halkların Zirvesi etrafında kurduğumuz birliktelik, otuz yıldır iklim yönetişimini saptıran ve insanlığın gidişatını değiştirme olanağımızı yıl be yıl elimizden alanlara karşı bize güç ve cesaret veriyor.

Stratejik olarak hareketimiz, kolektif direnişi örgütlemek ve halkların kendi çözümlerini görünür kılmak için BM’nin alanlarında mücadele yürütüyor […] Değişime ulaşmak için, sistemin kendi araçlarını kullanarak sistemle yüzleşmeli ve bizim ihtiyacımız olan değişimi sağlayacak zaferleri biriktirmeliyiz.” (COP30 için La Via Campesina Manifestosu’ndan)

İçinde bulunduğumuz bu kritik anda yayımladığımız manifesto hem yol haritamızdır hem de kolektif eylemin ritmi, derin bir sistemsel dönüşüm için haykırıştır. Bizimle omuz omuza mücadeleye katılın, bizimle yürüyün. Taleplerimizi okuyun, çözümlerimizi dinleyin ve birlikte düşünüp ilerlemek için suya dalar gibi bu manifestoya dalın.

Manifesto üç bölümden oluşmaktadır: krizin derin kökleri, taleplerimiz, çözümlerimiz. Umarız bu metin, konuşmak, tartışmak ve egemen anlatılara meydan okumak için bir araç olur.

COP30 için La Via Campesina Manifestosu

Çitfçi ve Köylü Agroekolojisi ve Adil Dönüşümler için Gıda Egemenliği

Toprağın seslerinin acil çağrısı

10 – 21 Kasım 2025 arasında Brezilya’da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP30) arifesinde, kırsal, kıyı ve kentsel topluluklardan gelen 200 milyondan fazla köylü ve çiftçinin sosyal hareketi La Via Campesina olarak biz acil ve radikal bir çağrı yapıyoruz: Sahte vaatler ve piyasa temelli çözümler dönemi artık bitmelidir. İklim krizine sebep olan endüstriyel tarım şirketleri ve onlara hizmet eden hükümetlerin şimdi de doğayı metalaştırmak ve değişimin önüne geçmek için hükümetlerarası süreçleri gasp ettiğini görüyoruz ve resmen kınıyoruz… bizi uçuruma sürüklüyorlar! Buna karşı köylü hareketimiz kendi yolunu ortaya koyuyor: sera gazı emisyonlarını ciddi biçimde azaltabilecek, Gıda Egemenliği, agroekoloji, çitfçi ve köylü hakları ve Yeryüzü Ana’ya duyulan derin saygı üzerine kök salmış gerçek çözümler.

Bu, kolektif eyleme çağrımızdır!

KRİZ OLUŞTURAN BİR SİSTEM

Yağmacı kapitalizm ve eşitsiz ve adaletsiz dünya sistemleri, doğada sınır tanımadan tüm yaşam biçimlerini sömürüyor. Başlıca sorumlular; milyarderler, özellikle küresel Kuzey’den olmak üzere büyük şirketler, esas olarak ABD, Avrupa, Kanada, Avusturalya, Rusya ve Japonya’daki bulunup tarihsel olarak sera gazı salınımından sorumlu elitler ve aynı zamanda fosil yakıtlardan kazanç sağlayan ve çıkarlarını korumak için güçlü bir lobi faaliyeti yürüten petrol monarşileridir. İklim krizinde inkâr edilemez ve çok güçlü rolleri vardır. İklim krizinin kökeninde eşitsizlik yatmaktadır. Sayısız rapor ortaya koymuştur ki en zenginler, özellikle milyoner ve milyarderler temel sorumlulardır. Dünyanın en zengin 50 milyarderi, toplam 1,3 milyar insanın toplamından daha fazla kirletmektedir. Herkesin onurlu bir şekilde yaşamasını sağlayacak kaynaklar mevcuttur, küçücük bir azınlığın aşırı tüketim ve lüks içinde yaşaması için değil. Herkesin onurlu bir yaşama erişiminin olduğu bir dünya için mücadele etmeli ve emperyalist yaşam biçiminden kaynaklanan tüketim seviyesini ciddi şekilde düşürmeliyiz. Çokuluslu şirketler ve onlara hizmet eden neoliberal hükümetler, çoğu kez askeri sanayiyle bağlantılı madenleri ve stratejik kaynakları doğrudan çıkarırken ya da “yeşil” olarak adlandırılan enerji dönüşümlerini teşvik ederken karşımıza çıkıyor. Bu sözde çözümler, toplulukları özgürleştirmez ve halkların enerji egemenliğini hiçbir şekilde güvence altına almaz; bunlar sadece sermayenin toprak ve emek üzerindeki denetimini sürdürmesinin bir başka yoludur.

Kurumsal Tepkinin Yetersizliği : Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (the Convention or UNFCCC) kapsamında birçok zayıflık olduğunu tespit ediyoruz. Bırakın şirket çıkarlarını ya da küresel Kuzey’in emperyalist güçlerini tartışmaya açmayı, UNFCCC “yeşil bir yüz” kisvesi altında yağmayı kolaylaştırmak için kontrol altına alınmış durumdadır. İnsan hakları ilkelerine saygı duymanın tam zıddı şekilde bugün BM süreçleri, yapısal eşitsizlikleri çözmek yerine yeniden üretmektedir. Hareketimiz kolektif direnişi örgütlemek, benzer baskılara maruz kalanlarla ittifak kurmak ve halkların kendi çözümlerine ışık tutmak için stratejik olarak bu alana kendini adıyor. Değişime ulaşmak için, sistemin kendi araçlarını kullanarak sistemle yüzleşmeli ve bizim ihtiyacımız olan değişimi sağlayacak zaferleri biriktirmeliyiz.

TALEPLERİMİZ

1-Küresel neoliberal endüstriyel tarım sistemi acil olarak ortadan kaldırılmalıdır.

Endüstri yoğun tarım, küresel sera gazı salınımının %44’ünü oluşturmaktadır. Tarım kimyasalları, fosil yakıtlar, yoğun bir hayvancılık ve gıda taşınması, işlenmesi, ambalajlanması, soğutulması ve dünya çapındaki büyük israfın artış eğilimi tersine çevirmek acil gerekliliktir. Endüstriyel tarım, ormansızlaşma ve kirliliğin sorumlularıyla toprakta üreten ve insanlığı besleyen, gezegeni serinleten, dünyanın yaşadığı krize karşı hayati çözümün önemli bir kısmını sağlayan köylüleri ayırmak gerekir.

2-Ne yeşil kolonyalizm ne fosille işleyen kapitalizm

Fosil yakıtlarla işleyen kapitalizminin tüm biçimlerinin terk edilmesini savunuyoruz. Bugün için enerji dönüşümünün gerçekleşmediğini saptıyoruz. Yenilenebilir enerjideki gelişim, fosil yakıtların yerini almamıştır, aksine bu gelişim, kapitalist büyümenin ihtiyaçlarını karşılamak için üretilen toplam enerji seviyesini artırmaya yaramıştır. Enerji dönüşümü, sermayenin yeni bir tuzağı haline gelmiştir. Mera ve tarım için kullandığımız alanlar ele geçirilmiş, doğal kaynak çıkarılması uygulaması artmış; ve enerji, kârlar ve avantajlar toprağı işleyip insanlığı besleyenlere fayda sağlamadan büyük şirketlerde yoğunlaşmış haldedir. İklim değişiminin hafifletilmesi sadece küresel enerji tüketim seviyesinin düşmesiyle mümkün olacaktır. Yenilenebilir enerjilerin bunda bir rolü olacaktır ancak dünyada fosil yakıtlarla üretilen tüm enerjinin yerini yenilenebilir enerjinin alacağını söylemek yeşil kolonyalizmin yeni bir biçimidir. Kuzey ülkeleri biyokütleden oluşan enerji ve materyallerin, petrokimya türevi ola enerji ve materyallerin yerine alacağını ihtiva eden bir “biyoekonomi” geliştirdiklerini iddia ediyorlar. Ancak, bu yeşil kapitalizm özellikle küresel Güney ülkelerde ve kırsal toplulukların zararına toprakların, suyun ve bölgelerin ele geçirilmesi için yeni bir dalga meydana getirmektedir.

Enerji tüketiminin düşmesi ve karbonsuzlaşma, “ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesine (1992 Rio Zirvesi’nde kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin temel ilkelerinden biridir – ç.n.) uygun olarak küresel Kuzey ülkelerde başlamalıdır. Küresel Kuzey ülkeleri salınımın çoğunu gerçekleştirmekte, iklim krizinin tarihsel olarak sorumlusu olmaktadır ve dolayısıyla yükümlülüklerini yerine getirmeli, kaynaklarını harekete geçirmeli, fosil yakıtlar çağını en hızlı ve ilk sonlandıranlar olmalıdır.

Fakat, sera gazı salınımlarını azaltmak için tüm çabayı zengin ülkelerin yoksul nüfuslarından beklemek tehlikeli olacaktır. Çok pahalı elektrik araçların satın alımı gibi tüketime yönelik çözümleri desteklemek küresel Kuzey’in halk kesimlerini ekolojiyi varsılların bir sorunu olarak görmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu, iklim problemlerinin reddine yol açmakta ve aşırı sağa fayda sağlamaktadır. Küresel Kuzey ülkelerde ekolojik ayak izini ciddi şekilde azaltılması, hem ülkelerin kendi içinde hem de küresel Güney ve Kuzey arasındaki eşitsizliklerin köklü şekilde azaltılmasıyla beraber gerçekleşmelidir ki yaşanacak dönüşüm halk kesimlerinin yaşam koşullarını gerçekten iyileştirsin.

Öte taraftan, Kuzey ekonomilerini inşa eden ve ayakta tutan küresel Güney ülkelerin büyük çoğunluğunda kişi başına salınım çok daha azdır ve Güney halkları çok fazla ekonomik uçurum ve borçla yüzleşmekte, bu da eski ve yeni kolonyalizm biçimleriyle sonuçlanmaktadır. Günümüzde küresel Güney ülkelerdeki milyonlarca topluluğun yola, içilebilir suya ve elektriğe hâlâ daha erişimi yoktur. Temel altyapı sistemlerini garanti etmek ve insanların ihtiyaçlarına karşılık vermek, çokuluslu şirketlerin egemenliğini değil, enerjinin demokratik demokratik kontrolünü gerektirmektedir.

Yenilenebilir enerji çözümün bir parçasıdır ancak yaygın olan kurumsal teknoloji bağımlılığı ve yerel toplulukların zararını pekiştirmektedir. Bütün bunlar, fosil yakıtlar dışında dikkatli şekilde bir dönüşümün yürütülmesini gerektirmektedir ki bu dönüşüm topluluklara ve toplumun geneline fayda sağlasın. Küresel Kuzey’den büyük bir destek ve dayanışma görmeden dönüşüm ne gerçekçi ne de adil olacaktır.

Küresel Güney topluluklarının, çıkarım ve baskı modellerini tekrar etmek yerine, agroekolojiye, yerel denetime ve sürdürülebilir yaşam biçimlerine dayalı geçişler inşa edebilmeleri için enerji sistemlerinin, bilgi ve kaynaklarının paylaşılmasını sağlamak üzere kolektif bir sorumluluğumuz vardır.

3-Sahte çözümlere hayır diyoruz!

Sahte çözümlere hayır diyoruz! Karbon piyasaları ve Paris Anlaşması’nın mekanizmaları – özellikle Madde 6 – iklim krizine çözüm olacakmış gibi sunuluyor ancak gerçekte bunlar, çokuluslu şirketlerin ve varsıl ülkelerin kirletmeye devam etmeleri için bir tuzaktır. Salınımları azaltma sözü veriyorlar ama pratikte ormanları, toprakları, suları ve bölgeleri satışa açacak hale getiriyorlar.

Karbon piyasaları ve tazminatlar, kirliliğin devamı için izinleri satın almayı ve satmayı mümkün kılar. Pratikte bunlar ekonomistlerin icat ettiği çözümlerdir ve bunlar en iyi durumda teorik çözümlerdir ve gerçek azaltımı yansıtmazlar. Kirliliğin sürmesini haklı çıkarmaya çalışır, güçlü ekonomik aktörlerin köylü ve otokton bölgelerini ele geçirmesine izin verirler.

Madde 6.2 : Bazı ülkeler “kirletme haklarını” diğerlerini satmaktadır ki bu da en zenginlerin salınımlarına devam etmesine ve diğerlerinin yükü taşımasına yol açmaktadır.

Madde 6.4 : Karbonu ve geomühendislik projelerini biriktiren orman ve toprakları içeren, çok büyük bir tazminat pazarı oluşumu: Çoğunlukla petrol endüstrisine bağlı, CO2’i yakalayan makineler.

Madde 6.8 : REDD++ ya da ekosistemik hizmetlerin ödemeleri gibi tabiat varlıklarını özelleştiren, toplulukların yer değiştirmesine sebep olan ve bölge kontrolünün yeni biçimlerini kuran sözde “piyasa dışı mekanizmalar”ı teşviki.

Karbon piyasaları tarımı etkisi altına almaktadır. İklimsel olarak akıllı tarım, sürdürülebilir gibi duran pratikleri teşvik etmektedir ancak gerçekte, şirketler tarafından greenwashing’in bir türü olarak kullanılmaktadır ve birtakım problemlere yol açmaktadır:

Bu, her şeyden önce endüstriyel tarım şirketlerinin kârlarını arttırmaya çalışan bir araçtır.

Bu modeli gerçekleştirecek bir dönüşüm çok yüksek miktarda harcama gerektirmektedir. Öyle ki, tarımla uğraşanların çoğu, hükümet hibelerine bağımlı hale gelecek, bu da pratikte onları borçlanma ve bağımlılığın yeni bir biçimine sürükleyecektir.

Üretimin temelleri ve iklimsel olarak akıllı tarımın altyapıları, endüstriyel metotlara dayanmaktadır ki bu metotlar sera gazı salınımına yol açmakta ve toprağın ekolojik fonksiyonlarını kötüleştirmekte, bu da çevre kirliliğinin bir başka kaynağı haline gelmektedir.

Bazı ülkelerde “karbon tarımı”, küçük çiftçilerin topraklarında karbon biriktirerek ek gelir kazanmaları için bir araç olarak sunulmaktadır: ne kadar çok toprağı kontrol eden, o kadar çok karbonu depolar. Bu temel olarak büyük endüstriyel tarım şirketlerine kâr sağlamakta, çiftçilerin ve küçük üreticilerin zararına olarak daha fazla toprağa el konulmasına ve toprakların belli ellerde yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Bu da asıl kirleticilerin sera gazı salınımına devam etmelerine sebebiyet vermektedir.

4-Yalnızca “iklim finansmanı” değil, adil iklim önlemleri talep ediyoruz.

Borç yaratan koşullu finansmanları reddediyoruz. İklim için yeşil fon, adaptasyon fonu ile kayıp ve zarar fonu gibi fonlar, borç (kredi) olarak verilmemeli, tamirat yani geçmişte verilen zararın telafisi olarak sağlanmalıdır. Bu şekilde bu fonlar, eğitim ağları ve agroekoloji okulları da dahil çiftçi agroekolojisini destekleyecektir. Gerçek şu ki, yıllar boyunca sözler verilmesine rağmen bu fonlar hâlâ daha hayata geçmemiş ve gıda üretmesi ve toprağa iyi bakması için ihtiyacı olan topluluklara ulaşmamıştır. IMF ve Dünya Bankası’nın yönlendirdiği FAST ve TFFF gibi mekanizmalar “bedava para” değil, küresel Güney’in borçlanmasını arttıracak kredilerdir ve genetiği değiştirilmiş organizmaları (GDO), melez tohumları ve küçük ölçekli tarım işletmelerini sanayi devlerine bağımlı kılan şirket ürünlerini dayatmaktadırlar. Diğer durumlarda, “sürdürülebilir tarım” bahanesiyle sunulan mikrofinansın yeşil kredileri, halihazırdan borçlu durumdaki küçük çiftçilere ve kırsal ailelere yöneliktir; bu durum yeni mali riskler yaratır ve bağımlılığı pekiştirir.

Kuzey ülkeleri iklim ve sömürge borçlarını düzenlemek için Güney ülkelerine mali tazminat ödemelidir. Bu tazminatlar kredi ya da “kalkınma yardımı” biçiminde değil, Güney ülkelerin kendi nüfuslarının yararına ve egemen bir şekilde ekonomilerini ve kamu hizmetlerini geliştirecek biçimdeki mali akışlar olmalıdır.

Kaçınılmaz değişimleri finanse etmek için ulusal ve uluslararası düzeyde vergi adaleti kesinlikle gereklidir. Çokuluslu şirketler ve ultra-zenginler çok daha ağır şekilde vergilendirilmelidir. Zenginlerin ve çokuluslu şirketlerin vergi kaçırmasına karşı tüm dünyada mücadele edilmelidir.

Acil olarak büyük ölçekli ordu ve fosil yakıt sübvansiyonlarını, adil ve egemen bir küresel geçişe yönlendirmek gerektiğini de aynı güçlükle savunuyoruz. Filistin’de savaş, işgal ve yıkım finansmanına son verilsin. Askeri endüstrinin ölüm yaydığı ve fosil yakıtlara bağımlılığı sürdürdüğü tüm bölgelerde şiddet ve yıkım son bulsun.

İklime uyum fonları, kredi değil tazminat biçiminde, direkt olarak yerli organizasyonlara ve topluluklara ulaşmalıdır. Bu finansmanlar çokuluslu şirketlerin sahte çözümlerini desteklememelidir. Toprakta kendi pratikleri üzerinden gelişecek çözümleri sunacak olan çiftçi ve köylülerin kendileri tarafından kullanılmalıdır. Çiftçi agroekolojisi iklim değişikliklerine karşı çeşitlenmiş ve dayanıklı gıda sistemleri geliştirir, toprağa özen gösterir ve agroforesteriyi (orman tarımı veya orman ve tarım teknolojilerinin birleştirilmesi- ç.n.) işin içine katar ve böylece karbon salınımlarını azaltır. İklim değişikliğine uyum için sağlanan finansman, GDO’lar yerine yerli tohumların ve ırkların korunmasını ve yetiştirilmesini de desteklemelidir. Agroekoloji aynı zamanda iklimden etkilenen bölgeleri yeniden canlandırarak ve göçmen tarım işçilerinin adil ücret ve onurunu garanti altına alan sosyal tarım üretim modelleri geliştirerek, göç krizi için de bir çözüm olarak tanınmalıdır.

Bu talepleri karşılamak, iktidarı temelden kurmak için birbiriyle uyumlu bir stratejiyi gerektirmektedir.

Çeviri: Can Sakaryalı

Kaynak: ciftcisen.org

Devamını Okuyun

Haberler

Gazze Eylemleri Devam Ediyor: Ateşkes Sahte, Katliam Gerçek!

Yayınlanma:

-

29 Ekim 2025 Çarşamba günü Üsküdar Mimar Sinan Meydanında Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD tarafından düzenlenen bir eylemle Gazze’deki ateşkese rağmen İsrail’in yaptığı katliam ve saldırılar protesto edilirken Trump öncülüğünde yapılan barış ve ateşkes anlaşmasının sahte olduğu vurgusu yapıldı.

“Ateşkes Sahte Katliam Gerçek, Trump’ın Dostları Dostumuz Değil, Katil İsrail Filistin’den Defol, Kahrolsun İşbirlikçi Hainler, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, Yaşasın Küresel İntifada, Direniş Sürecek Filistin Özgürleşecek, İhanete Geçit Vermeyeceğiz, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Nehirden Denize Özgür Filistin, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, Limanları Siyonizm’e Kapatacağız” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Şilan Deniz’in okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

Kıymetli arkadaşlar,

İşbirlikçi rejimler, emperyalizmin ve Siyonizm’in durdurulduğu geçidi yıkmak için sözüm ona “barış” adı altında ellerinden gelen hâinliği yapıyor!

İşte ihaneti bir karakter hâline getirenler için rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

Onlara “Yeryüzünde fesat yaymayın!” denildiğinde “Biz sadece ıslah edicileriz!” diye cevap verirler. Gerçekte onlar fesat saçan kimselerdir, ama bunu (kendileri de) idrak etmezler. (Bakara, 11-12)

Yeryüzünü fitneye, ateşe, zulme boğanlar, bunu da “barış” diye sunanlar ve onlarla iş tutanların tarif edildiği bu ayetler şu anda Gazze’de tecelli ediyor arkadaşlar.

“Ateşkes, barış” diye şov yapan büyük şeytan ABD’nin şefi Trump ve etrafına topladığı işbirlikçiler Direniş’i teslim almanın kendilerince mümkün yollarını inşa ediyorlar. Emperyalizmin koçbaşı, ileri karakolu İsrail’i güvene almanın mel’un plânlarını yapıyorlar!

Filistin dostları!

Gazze’nin yarısından fazlasını Siyonist işgale peşkeş çeken, diğer yarısını da İsrail’in hesap vermeksizin sürdürdüğü soykırımına açmaya devam eden bir anlaşma sürecinden bahsediyoruz!

Elbette bu, bir anlaşma değil; dünyanın irili ufaklı bütün akbabalarının çullandığı küçücük bir coğrafyada boy veren direnişi, umudu boğma operasyonudur.

Kelli felli onca idareci, lider Şarmu’ş-Şeyh’te şarlatan Trump ve firavun Sisi etrafında nasıl bir araya geldi, gördünüz! İşte o toplantı, varılmak istenen yeni dünya düzeninin bir temsilidir.

O toplantıya katılanlar; zalimlerin, emperyalistlerin, küresel şeytanların etrafında saf tutanlar işbirlikçiliği bir siyaset ve vâr oluş biçimi olarak gördüklerini bir kez daha bütün dünyaya ilan etmişlerdir.

O mel’un toplantıyı, o toplantının vizyon ve dayatmalarını reddediyoruz!

Mazlum Filistin halkını, yakılıp yıkılan Gazze şeridini; bağı bahçesi, evi barkı ve Mescid-i Aksâ’sıyla talan edilen Batı Şeria’yı tümden teslim almayı, tarih sahnesinden silmeyi ve Batı Asya’nın coğrafya ve halklarını sindirmeyi amaçlayan bu toplantıyı bütün bileşen ve hedefleriyle reddediyoruz!

Direniş’in yoldaşları,

Sahte ateşkese rağmen Siyonistler yüzlerce Gazzeli kardeşimizi katletti! Dün gece türlü bahanelerle Gazze’de çok sayıda Filistinli, çadırlarında bombalandı, yakılarak öldürüldü.

Gazze şeridinin çok büyük kısmındaki işgallerini bu ateşkes sayesinde daha çok tahkim etme fırsatı bulan Siyonistler karşısında yalnız bırakılan Direniş, büyük ikilemlerle baş başa bırakıldı.

Yıllardır, “Kudüs’ün Özgürlüğü Ümmetin Özgürlüğüdür!” hakikatini meydanlarda yükseltmeye gayret edenler olarak açıklamamızın başındaki tespite dönüp tabloyu netleştirelim:

Emperyalizm; Filistin’i, İslam dünyasını tahakküm altında tutup sömürebilmek için bir kapı, bir geçit, bir üs olarak görüyor. Bu kapı, bu üs sağlama alınırsa bütün bir Batı Asya’yı, bütün İslam halklarını kendisine boyun eğdirebileceğine inanıyor.

Bölgedeki rejimlerin çok büyük kısmı da bu idealde emperyalizmin safında konuşlanmış durumda, işbirlikçilikte adeta birbirleriyle yarışıyorlar.

Bölge halkları olarak bu fotoğrafa bakıp bir karara varmalıyız: Hâli- hazırımız ve istikbalimiz için nasıl bir tercihte bulunmalıyız?

Geleceğimizi muhasara etmek, bütün bir bölgemizi sömürüp yağmalamak, özgürleşme irademizi yok etmek isteyen bu projeye onay verip teslim olmayı mı seçeceğiz yoksa direnişi, intifadayı yükseltip haysiyetimizi, ezilenleri, yoksulları ve hürriyeti gasp edilenleri mı savunacağız!

İntifadanın dostları!

Gazze Direniş’i, emperyalizm ve Siyonizm karşısında bahsettiğimiz o direniş geçidini tutma mücadelesidir. Bu mücadelede Filistin halkı büyük bedeller ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir.

Bu büyük, amansız mücadelede İslam dünyası dediğimiz devletler ve onların yöneticilerinin önemli bir kısmı ise doğrudan soykırımcı işgalcilerin yanında saf tutmuştur.

BTC boru hattı, İslam coğrafyasının zenginliklerini işbirlikçi rejimler aracılığıyla İsrail savaş makinesine aktarmaktadır.

İncirlik ABD üssü ve Kürecik NATO radarı, İsrail’i ve bölgedeki emperyalist unsurları korumaya devam etmektedir.

İsrail’le ticaret, iptal kararlarına rağmen alabildiğine devam etmiştir. Sahte ateşkes ortamında, limanlarımızdan İsrail limanlarına sevkiyat yapan gemi trafiği daha da hızlanmıştır.

İsrail saldırganlığının Lübnan’da, İran’da, Yemen’de neler yaptığını; emperyalist fitnenin Sudan’da halklarımızı ne duruma getirdiğini görüyoruz.

Bütün bunlara rağmen emperyalizme, Siyonizm’e verilen bunca desteği sorgulamazsak bütün geçitlerimiz, bütün kapılarımız bir bir düşecektir.

Trump’la dost olmakta yarışan İslam dünyası liderlerinin utanç verici tutumlarını reddediyoruz!

Zillet bizden uzaktır!

Herkes bilip duysun ki sonuna kadar Direniş’in yanındayız; direnen kardeş halklarla yan yana, omuz omuzayız!

Dünyanın dört bir yanında yükselen küresel intifada çağrısının insanlığın kurtuluş umudu olduğuna inanıyoruz ve şu hakikatten asla şüphe etmiyoruz:

Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x