Söyleşiler
İsrail’in Yenilmezliği ve Dokunulmazlığı Yerle Bir

Bursa, Filistin Dostlarının en etkin olduğu Anadolu şehirlerinden biri. Aksa Tufanı sürecinde “Filistin İçin Ayağa Kalk” adlı platform etrafında bir araya gelen gönüllüler Filistin direnişini desteklemek üzere istikrarlı, örnek bir dayanışmayı sürdürüyorlar. Aksa Tufanı süreci söyleşilerinin sekizincisinde sorularımı Volkan Tekdemir’e yönelttim. Kendisi Din Psikolojisi alanında doktora sahibi bir tarih öğretmeni. Okurlara bu söyleşi serisinin gündemle kaim olmadığını, inanan-inanmayan tüm vicdan sahipleri için hayat yolunda yordam ve ibret ihtiva ettiğini hatırlatmak isterim. Bu itibarla, istifade edenler için serinin diğer söyleşileri de aşağıda, bir tık uzakta, okunmayı bekliyor.
7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Aksa Tufanı, içinde bulunduğumuz coğrafya, Müslümanlar, batılı toplumlar ve daha özelde de Filistin Dostları için farklı düzeylerde kırılmaya yol açan tarihi bir olay. Filistinlilerin meşru müdafaa hakkını kullanmasına, adalet ve özgürlük mücadelesine, Amerika ve İsrail’in başı çektiği emperyalist ve Siyonist bloğun verdiği karşılık 20 aydır devam eden bir soykırım oldu. Yıkım ve katliamlarla dolu bu dehşet verici modern soykırım tablosuna baktığınızda ne hissediyorsunuz?
Öncelikle yaşanılan soykırımın insan olarak içimi yaktığını ifade etmek isterim. Ancak Aksa Tufanı’nının ilk gününden, günümüze yaşanan tüm süreç, bana göre, şanlı bir direnişin yükselişini ifade ediyor. Mazlum ve müstaz’af halkların kurtuluşu için yakılan özgürlük meşalesinin, zalim ve müstekbirlerde beklenilen tepkisini gösteriyor.
Mücahit Gültekin abinin Aksa Tufanı’nın ilk aylarında bir tanımlaması vardı. Yaşanılanları bir mucize olarak tanımlıyordu. Çağdaş tarihin gözlerimizle şahit olduğumuz mucizesi. Bu tanımlama zihnimde dolanıp duruyor. Yaşadıklarımızı bir mucizeye şahitlik olarak görüyorum. Tarihin dönüm noktasına şahitlik etmek tüylerimi diken diken ediyor. Ayrıca bir mucizeye şahit olup da gereken sorumluluğu yerine getirmeyen toplumların helakini düşünüyorum ve korkudan titriyorum. Ya üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmiyorsak? Bu sorunun cevabı çok korkutucu.
Bir taraftan büyük bir ümit içindeyim ki, yüzyıllar boyu devam eden emperyalist kuşatmanın ve onun son dönemdeki maşası Siyonizmin yıkılışına şahitlik ediyorum. Bir taraftan korku içindeyim ki, üzerime düşen sorumluluktan, kişisel korkularım ve zaaflarımdan dolayı kaçmak istemiyorum. Bir taraftan da hüzün içindeyim ki, destanlarıyla büyüdüğüm büyük liderler arzuladıkları şehadetleriyle bu dünyadan ayrılıp gittiler. Onlarsız kalmanın, yalnızlığını hissediyorum.
Bu süreçte dünyanın dört bir yanında halklar sokağa döküldü, geniş katılımlı kitlesel eylemlerin yanı sıra bireysel protestolar da gerçekleştirildi. Türkiye’de soykırıma karşı gerçekleştirilen protesto ve eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nasıl değerlendirebilirim? Şaşkınım. İslam’ı doğru idrak edemediğimi anlıyorum şu günlerde. Ben İslam’ın zaferinin Müslüman olarak doğup büyümüş insanlar ve toplumlar eliyle olacağını düşünürdüm hep. Bugün bundan o kadar da emin değilim. Batı dünyasında, Latin Amerika’da, Uzak Doğu’da insanlık vicdanı uyanışa geçmiş durumda. İçerisinde yaşadıkları emperyalist sömürgeden kurtuluşun reçetesi olarak direnişi görüyorlar.
Müslüman halkların ise uyuşmuş, uyuşturulmuş, sinmiş ve sindirilmiş havasını içime çekiyorum. Allah resulünün ifadesiyle vehn hastalığının iliklerimize kadar işlediğini görüyorum. Dünyasını kaybetmek istemeyen toplumların hakikate gözlerini sımsıkı kapatmalarını, işbirliğini ve ihaneti sigaya çekmelerini hazmedemiyorum.
Ancak böyle olacak. Allah dinini hak etmeyenlerden çekip alacak ve hak edenlere nasip edecek. İslam sayesinde yükselen ve yücelen milletler, İslam olmadan zelil olup, zillete alışırken; İslam’la şereflenen toplumlar ise zilletten sıyrılıp hakkın ve hakikatin bayrağını kuşanacaklar. Dünyanın dört bir yanında çeşitli bedeller ödeme pahasına sokaklara dökülen toplumlara yüce Allah’ın bambaşka güzellikler nasip edeceğine inanıyorum. Yaşarsak önümüzdeki günlerde bunları göreceğiz.
Türkiye’de çok az sayıda ilde sürecin en başından bu yana örgütlü, ısrarlı ve net talepler ihtiva eden eylemlilikler sergilendiğini gözlemledik. Bursa, Filistin Dostlarının etkin olduğu o illerden biri. Örgütlenmeye bu ülkede bilhassa olumsuz anlam yüklenmek isteniyor ama ben olumlu anlamıyla soruyorum: Bursa’da nasıl örgütlendiniz, ne gibi çalışmalar yürüttünüz, yürütüyorsunuz?
Örgütlenmeyle ilgili söylediklerinize katılıyorum. Bizde örgüt kavramı terör ya da silahla birlikte anılarak marjinalleştirildi. Özellikle Ak Parti iktidarı sonrasında İslamcı yapılar sivil örgütlenmelerini şekilsel olarak korusalar da içeriksel olarak giderek hükümet yanlısı tavırlarıyla devletleştiler, yarı resmi bir pozisyona evrildiler. Muhafazakâr-sağcı cenahta bu zaten eskiden beri var olan bir durumdu. Bu duruma 80’li, 90’lı yılların İslamcıları da eklenmiş oldu.
Ak Parti iktidarı sürecinde örgütlenmesini gerçekten sivil olarak koruyabilen, hükümete yanaşmayan, doğrusunu desteklese de eğrisini eleştirebilen yapılar bugünkü Filistin eylemlerinde önemli bir yer tutuyor. Çünkü maalesef sivil olma niteliğini kaybeden yapılar, hükümet izni olmadan sokağa, meydana çıkamaz hale gelmiş durumdalar. Aksa Tufanı’nın ilk ayını geride bıraktıktan sonra Bursa’da şahit olduğum sessizlik, bendeki bu kanaati pekiştirdi.
Tam da bu noktada kendince sivil yapısını korumaya çalışan insanlar olarak şunu sorduk kendimize: “birilerinin bir şey yapmasını mı bekleyeceğiz kendimiz mi bir şeyler yapacağız?”
İlk aylarda Filistin direnişini ve Gazze’deki soykırımı unutturmamak adına her hafta basın açıklamaları yapmaya başladık. Bu süreçte “Filistin İçin Ayağa Kalk” adında bir sosyal medya kanalı oluşturduk. Yaptığımız eylemler bu mecradan daha geniş kitlelere ulaşabilsin istedik. Bu sosyal medya kanalı, aynı dert ile dertlenen birbirinden farklı sosyal çevrelerdeki arkadaşların bir araya gelmesine vesile oldu. Birçok konuda farklı düşünse bile Filistin duyarlılığı konusunda ortaklaşan kardeşlerimizle “Gazze’deki soykırım karşısında neler yapabiliriz?” sorusu etrafında düşünmeye başladık.
Bu süreçte bir kardeşimizin Amerika’da yapılan bir eylemden etkilenerek oluşturduğu üzerinde kanlı eller bulunan kefenlerle eylem yapma fikri hayata geçti. Bu eylem başta Filistin davasını canlı tutmak adına her gün yapılmaya başlandı. Özellikle Metin Cihan’la birlikte başlayan Türkiye’nin İsrail’le sürdürdüğü ticaret haberleri bizim açımızdan yeni bir milat oldu. Türkiye’de bulunan Filistin dostları eğer direnişe gerçekten destek vermek istiyorlarsa İsrail’in canını acıtmalıydılar. Bunun en yakın imkânı ülkemizin İsrail’le var olan ilişkilerine yoğunlaşıp bu ilişkilerin bitirilmesi için sivil baskı oluşturmaktı. Bundan sonra kefenli eylemimiz artık toplumumuzun aşina olduğu; “ticareti kes, üsleri sök, limanları Siyonizm’e kapat, İsrail’le tüm ilişkileri bitir” talepleriyle 401 gün boyunca Ak Parti il binası önünde aralıksız sürdü. Ak Partili yöneticiler hakikati onlara hatırlattığımız için bize teşekkür edecekleri yerde Ak Parti il binasının önünde durmayalım diye kolluk kuvvetlerini kullanarak çok fazla baskılar yürüttüler. Ama ben şahsım adına onlara karşı bir sorumluluğumuzu yerine getirdiğimize inanıyorum.
Özellikle seçim sürecinde Bursa’ya yolu düşen tüm bakanlara, milletvekillerine yukarıda saydığım talepleri miting meydanlarında, açılışlarda ve ulaşabildiğimiz her noktada haykırmaya çalıştık. İlginçtir ki, halkın vekili olan bu insanlar “halkımız bizden ne istiyor” diye dönüp bizi dinlemek yerine bizden sürekli kaçmaya, korumalarıyla bizi itmeye, kolluk güçleriyle bizi gözaltına aldırmaya çalıştılar. Oysaki, bu onlara karşı bir “Ömer olma”, “hakkı hatırlatma” misyonunun yerine getirilmesiydi. Seçim sürecinde bize, “hakkı hatırlatan Ömerler olun” dense de, hakikatin kimsenin hoşuna gitmediğini görmüş olduk.
Son olarak Bursa’daki yalnızlığımızı gideren Direniş Çadırı tecrübesini de anmak isterim. Filistin İçin Ayağa Kalk gibi bir sosyal medya hesabı olan Direniş Çadırı, FİAK’ın Bursa’daki misyonunu Türkiye çapında ifa ediyordu. Yatay bir düzlemde birbirinden farklı görüşlerdeki insanları Filistin direnişi ortak parantezinde buluşturuyordu. 10 Mart’ta bu yana Direniş Çadırı’nın direnişe destek veren sesini Bursa’dan yükseltmeye çalışıyoruz. Bu çerçevede Direniş Çadırı ile birlikte meydan eylemlerinde gerçekçi talepleri yükseltmeye devam ediyoruz. Bu talepleri genelde iki haftada bir Ak Parti il binası önünde Şehreküstü Meydanı’nda yükselttik. Bazen de Gemlik Limanı’nı Siyonistlerin kullanmasını engellemek için liman önü eylemlerinde bu talepleri dile getirdik.
Türkiye’de iktidar destekli eylemlerin haricinde sizinki gibi taleplerle eylemler yapan ekiplerin bulundukları illerde kitleselleşemedikleri gerçeği ile karşı karşıyayız. Bunun nedenleri hakkında muhasebe yaptığınızda ne gibi sonuçlara ulaştınız?
Bu eylemlerin kitleselleşmemesinde iki önemli faktörün var olduğunu düşünüyorum.
Bunlardan ilki hükümet kanalından kendilerine yakın STK ve Medya eliyle yapılan güçlü manipülasyondur. Bu manipülasyonun önemli bir kısmı bu tür eylemleri marjinalleştirme ve mücrimleştirme üzerine dönüyor. Bu eylemlere katılmak bir suçmuş, eylemcilerin söylemleri dış odaklıymış gibi sunulmaya çalışılıyor. Maalesef gerçeklikten kopartılmış bir toplumda yaşadığımızı kabul etmek zorundayız. Gerçeklikten kopartılan toplumlar üzerinde bu türden manipülasyonların etkisi büyük oluyor.
Bununla beraber halkımızı kuşatan bir dili biz de yakalayamadık. Bu konuda şapkamızı önümüze koyup iyi bir muhasebe yapmalıyız. Seslendiğimiz toplumu, değerlerini, korkularını, beklentilerini daha çok hesaba katmalıyız. Hakikati değiştirmeden bunlar dikkate alınabilir. Bazen bu kendimizden taviz vermek gibi algılanabiliyor. Söylenilen hakikat değişmedikten sonra bu incelikleri hesap etmek bizi geliştirecektir. Ancak şunu ifade edebilirim. 10 Mart’ta başladığımız noktada değiliz. Toplumu hesap etme, halka ulaşmayı önemseme konusunda daha duyarlı bir dil geliştirmeye başladık. Zaten bunun neticelerini de alıyoruz.
Bir de tabi bu konuda şunu da ifade etmek gerekir. Biz her ne kadar eylemlerin kitleselleşemediğini düşünsek de eylemlerin mesajı toplumun kalbinde yer tuttu. Ticaret konusunda, limanların Siyonistler tarafından kullanımı konusunda, İsrail’e topraklarımız üzerinden giden petrol konusunda, üslerin kapatılması konusunda toplumda giderek artan bir uyanıklık hali var.
Yani az olan kitle geniş olan kitleyi söylemleriyle etkilemeyi bence başardı. Bence bunun birinci sebebi haklı olmamız. En başından beri yalan bir haberden hareket etmemek, delile dayanmak çok önemsendi. Bu zaten bir Müslüman olarak yapmamız gereken bir davranıştı. Bugünlerde bunun meyvesini alıyoruz. İkincisi süreklilikti. Eylemlerin sürekliliği sözün sürekli olarak ayakta tutulması mesajın toplumda yerleşmesinde etkili oldu. Bir de tabii ki, çeşitli şekillerde bedeller ödeyen kardeşlerimizin samimiyeti bu mesajımızı toplumun kalbine iletti. Bu noktada bu mesajın ulaşması için yerlerde sürüklenen, gözaltında soğuk nezarethanelerde yatan ve halen yargılanmakta olan tüm genç kardeşlerimize ablalarımıza ve abilerimize teşekkür ederim.
Aksa Tufanı sürecinde sahada emek veren Filistin Dostları olarak geride kalan 20 ayın size öğrettiği veya hatırlattığı neler var? Yarınlara miras bırakılacak tecrübe ve birikim söz konusu olduğunda neler söylemek istersiniz?
Öncelikle dünyanın bir savaş ve mücadele alanı olduğu gerçeğini unutmamalıyız. Bu, kendini antiemperyalist ve antisiyonist olarak tanımlayan insanlarda bir inanca dönüşmelidir. Bu dünyada emperyalist hegemonya var olduğu ve Batı Asya’da uç karakolu olarak İsrail’i desteklediği müddetçe, onun üzerinde yaşayan hiçbir Müslüman ya da hiçbir insan rahat yaşayamaz. Her zaman bir savaşa hazırlıklı olmalıyız. Bu insan ve Müslüman olmanın bize yüklediği bir görevdir.
Çatışmaların sesinin yüksek olmadığı dönemde, dünyayı güllük gülistanlık bir yer gibi görmemiz, bugün yaşadığımız en büyük sorundur bence. Örneğin yaşadığımız ülkenin İsrail’le ve Nato’yla süregiden ilişkileri. Bu ilişkileri gündemimizden hiç düşürmemeliyiz. Düşmanın uyumadığını ve sürekli bir plan içerisinde olduğunu bilmeliyiz. Eğer barış zamanında gerekli hazırlıkları yapmazsak, savaş zamanında bu ülkenin İsrail’le ticaretinin sürüp gittiğini bize hatırlatacak bir Metin Cihan daha bulamayabiliriz.
Biz, Türkiye’de yaşayan Müslümanlar, Türkiye Devletinin soykırım sürecinde dahi İsrail’i desteklediğine şahit olduk. Buna engel olamadık. Limanlar ve hava sahası Siyonist çetelerin kullanımına açık. Ticaret açık veya örtülü yollardan devam ediyor. Azerbaycan petrolünü Bakü Ceyhan hattı üzerinden İsrail’e sevk ediyor Türkiye. Üstelik, özeleştiri yapacağımız yerde hamaset alıp hamaset satıyoruz. Gerçeklerle yüzleşecek iradeyi neden ortaya koyamıyoruz?
Yaşadığımız dünyaya alışmış durumdayız. Bu dünyanın nimetlerini seviyoruz. Konforlu bir hayatımız var. Üstelik bu konforlu hayatımızın içerisinde Filistin mücadelesi gibi hayati önemi olan konuları, romantik bir unsur olarak ele alabiliyoruz. Siyasal alanda bedel ödeyerek verilmesi gereken mücadeleler böylece kültürel alanda konforumuza zarar vermeden işlenebilir hale geliyor. Böylece hem konforumuzu kaybetmiyor hem de “afilli” konuları konuşmanın hazzını yaşıyoruz. Bu konforu kaybetmemek adına, çelişkilerle yüzleşmek yerine onları garip bir şekilde içselleştirmeyi tercih ediyoruz.
Mesela İsrail’in işgalci olduğunu söylüyoruz ama onunla ticaret yapabiliyoruz, çift devletli çözümü öneriyoruz hatta varlığını korumaktan bahsediyoruz. İsrail meselesi ve Filistin davası bizim pek çok alanda yaşadığımız çelişkilerden sadece bir tanesi. Örneğin bu ülkede mülakatın bir zulüm olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama kendimiz mülakatla bir yere yerleştiysek bunu dert etmeyi bırakıyoruz. Mutlaka çevrenizde namazlı abdestli bir adamın çoluğunu çocuğunu torpille bir yere yerleştirme hikâyesini dinlemişsinizdir. Aynı adam helal lokmanın ne kadar önemli olduğuyla ilgili on tane hadisi arka arkaya da sıralayabilir konuşmasının geri kalanında.
Yani bizim sorunumuz yaşadığımız bu kirli dünyanın nimetlerini sevmek ve vazgeçememek sorunudur. İşin aslı biz kandırılmak istiyoruz. Gerçeklerin de farkındayız. Ama o gerçekleri birilerinin bize hatırlatmasını değil bize masal anlatmasını istiyoruz. Biz kandırılmak isteyince de bizi bir kandıran illa ki biri bulunuyor. Bugün Ahmet oluyor ismi yarın Mehmet. Kandırılan ise aynı.
Gerçeklerle yüzleşecek iradeyi kendimizde bulabilmek için yeniden iman etmemiz, ahiretten korkmamız, hesap vereceğimizi bilmemiz ve bu dünyanın geçici olduğuna gerçekten inanmamız gerekiyor bence. Bunları lafzen söylüyor olmak iman etmek anlamına gelmiyor. Ne zaman gereğini yapmaya gayret ederiz o zaman iman arkasından gelir. Bildiklerimizle bedel ödemeyi göze almadan amel etmezsek, maalesef iman dilimizde dolanan bir kavram olacak ve kalbimize yerleşmeyecek.
Türkiye’de Filistin Mücadelesi hukuk çerçevesi içinde, itina ile barışçıl kimliğini koruyor. Buna rağmen pek çok ilde Filistin dostları haksız ve hukuksuz olarak gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, yargılanıyor. Bursa’da sizinle ilgili açılmış davalar var mı? Varsa ne aşamada?
Bursa’da şahsım adına açılmış bir dava yok. Ama bazı kardeşlerimize açılan davalar var. Bunların sebepsiz bir şekilde uzatıldığını biliyorum. Bu şekilde davaların uzatılması Filistin dostları üzerinde bir baskı oluşturma amacını taşıyor bence. Bir bakan protestosu sonrasında gözaltına alınmıştım. Gözaltına götürdükleri aracı kullanan memur arkadaş bizi yeterince sarsabilmek için neredeyse aracı parçalayacaktı. “Arkada insan taşıdığının farkında mısın?” demiştim kendisine. Hükümet bir yandan Filistin dostlarını yargılayan cezalandıran durumuna düşmek istemiyor ama bir yandan da gözaltı esnasındaki anlamsız şiddet ve yargılama süreçlerinin gereksiz ve anlamsız uzatılmasıyla Filistin dostlarını sindirmek istiyor.
Süreçte direniş dostlarının kullandığı dilin itidali ve söyledikleri sözün haklılığı da iktidarı zorluyor bence. Kamuoyunu dikkate almak zorunda kalıyorlar. Bu yüzden bu ikircikli süreç devam ediyor. Kamuoyuna yansımayacak şekilde örtük bir baskı hali devam ediyor.
Bu süreçte sizi olumlu ve olumsuz anlamda şaşırtan birer olayı bizimle paylaşır mısınız?
Bu süreçte beni olumlu olarak şaşırtan şeylerin listesini yapmam pek mümkün değil. Neredeyse her olaydan sonra ağlamakla gülmek arasında, korkuyla ümit arasında bir şaşkınlık yaşıyorum. Aksa Tufanı’nın ilk gününde paramotorlarla, motorsikletle İsrail’e girmeleri, Merkavalar’ın üzerinden İsrail askerlerini sürükleyerek esir almaları… O günü dünya üzerinde gözleriyle görebilen bir Müslüman olduğumuz için Yüce Allah’a ne kadar hamd etsek azdır. Ardından bir gün sonra Hasan Nasrallah’ın ve Hizbullah’ın her şeyi göze alarak, bir gün önce haberleri bile olmayan bu Tufanı destek için savaşa girmeleri, Yemen’in korkusuzluğu, İran’ın Sadık Vaad-1 operasyonunda İsrail’e düşen füzeleri… Hangisini sayayım bilemiyorum.
İnsanlık bir yanıyla insanlığından çıkmış, hayvandan daha aşağısına yuvarlanmış bir haldeyken bu insanlar böylesi bir dünyada nasıl kendilerini korudular? Nasıl sahabe-i kiram gibi her biri kendilerine tutunulduğunda insanları hidayete götürecek bir rehber oldular? Gazze’de 12 farklı örgüt her türlü ayrılığı bir kenara bırakıp nasıl şehadet kardeşi oldular? Filistin, Lübnan, Yemen ve İran bu mezhepçi ve kavmiyetçi fitneleri nasıl aştı? Hatta Amerikalı asker Aaron Bushnell’in son nefesine kadar “Özgür Filistin” diye haykırarak kendini nasıl yaktı ya da Mossad’ın eline düşeceğini bile bile iki Siyonist diplomatı cehenneme gönderen Elias Rodriguez’in Yahya Sinvar gibi rahat olabilmesini sağlayan nedir? Ben hayatımın geri kalanında bunların şaşkınlığı ile yaşamaya devam edeceğim zannedersem.
Maalesef mi desem bilmiyorum ama yaşadığım olumsuz durumlar ise beni pek şaşırtmıyor. Üzüyor belki ama şaşırtmıyor. Filistin davasının bile bizi meydanlarda birleştirmeyişi, İsrail’in 80 ton bombayla şehit ettiği Seyyid’e sevinenler, kardeş ve komşu ülke İsrail’i vururken bunlar tiyatro diyenler, ülkesinin İsrail’le ilişkileri deşifre olmasına rağmen Filistin’e en büyük yardımı biz yapıyoruz diyenler, gizlice Gazze’de askerlerimizin savaştığına inananlar… Hangi birisine şaşırmalıyım.
Hazreti peygamberi görmüş insanların Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilişine sessiz kalmasını ya da Hz. Hüseyin’in başının tekbirler çekilerek kesilişini okuyunca hiçbir olumsuzluğa şaşırası gelmiyor insanın. Yani bir imtihan dünyasındayız ve maalesef bu bozulmaları ve daha fazlasını görüp şahit olacağız. Asıl böylesi bir bozulma gerçekliğinde yukarıda andığım güzel örnekler gerçekten çok şaşırtıcı ve akıl almazdır. İşte İslam’ın mucizesi de budur bana göre.
Filistin Direnişi Gazze’de destansı bir mücadele verdi, her şeye rağmen halen direnmeye devam ediyor. Öte yandan çok sayıda önemli liderini şehit verdi. Umutlu olmak için de sebepler bulunuyor, umutsuz olmak için de. Filistin direnişinin geleceğiyle ilgili duygu ve düşünceleriniz neler?
Umutlu olmak için çok sebep buluyorum ama umutsuz olmak için aklıma bir sebep gelmiyor. Eğer 620 küsur günden sonra elinde kaleşnikofu ile Merkava tankı kovalayan savaşçılar yetiştirebildiyse bu direniş, çoktan savaşı kazanmış demektir.
Şehit sayısının çokluğu ya da büyük liderlerin şehadeti bizi ye’se sürüklememeli. Onlar zaten kendi açılarından kazandılar. Şimdi ne İsmail Heniyye’nin ne Yahya Sinvar’ın ne de Hasan Nasrallah’ın Filistin diye bir derdi kalmadı. Onlar şu anda rablerinden kendilerine ulaşan nimetle itminan içerisindeler. “Bu dünya imtihanı en güzel nasıl verilebilir” yaşayarak bize gösterdiler.
Geri kalanlar açısından bakarsak, Filistin davası insanlık tarihinin en haklı davası olarak yeni neslin kalbine kazındı. Bu etkinin ne kadar büyük olacağını hep birlikte yaşarsak göreceğiz. Aynı şekilde İsrail terör örgütüne ait tüm mitler yıkıldı. Dokunulmazlık, ahlaklılık, yenilmezlik… İsrail şu anda bir yıkılış sürecine girdi. Onun yıkılışı, efendilerinin de dünya tahakkümünün sonu anlamına geliyor. Dolayısıyla biz bugün, çıplak gözlerimizle yüce Allah’ın dünya tarihini mazlum ve müstaz’afların eliyle nasıl yeniden dizayn ettiğine birebir şahit oluyoruz.
Bu aşamada bence sadece kendimiz için kaygılı olmalıyız ama umutsuz değil. Acaba bu tarihi anda doğru tarafta yer alabilecek miyim? Acaba yüce Allah’ın hesapsız nimetleri dağıtılırken, ikbale ait kuruntularım ve korkularımdan dolayı bu nimetlerden mahrum kalır mıyım? Acaba ahdime vefa gösterebilecek miyim? Bu dünyadan ayrılıp gittiğimde gönül verdiğim liderleri yeniden görmek, yanlarında olabilmek bana nasip olacak mı? Gün, bence bunları düşünerek, zamanın üzerimize bıraktığı sorumlulukları düşünerek, kulluk görevimizi yerine getirme zamanıdır.
Tarihini bilemiyoruz elbet ama çok yakında Ortadoğu’da ne İsrail olacak, ne Amerikan üsleri ne de onların tasmalı köpekleri.
İsrail birkaç gün önce İran’a saldırdı. Amerika’nın da desteğini alan saldırı ve İran’ın verdiği karşılık hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu saldırı bence İsrail’in içinde bulunduğu çıkmazı da yansıtıyor, kibrin insan aklını nasıl örtüp de akıl dışı kararlar verdirebildiğini de. Yani şöyle düşünüyor insan, bu düşman neredeyse beş yüz yıldır dünyayı sömürüyor ve bu sömürünün zirvesini yaşıyor. Bunca planlar yapan yürürlüğe koyan işleten emperyalist blok nasıl böyle aptalca bir karar verebilir insan anlam veremiyor. Ben bu saldırının İslam ümmeti ve İran halkı için çok büyük hayırlara vesile olduğuna inanıyorum. İran’daki yönetim milyarlarca doları halkını birleştirmek için harcasa bunu başaramazdı. Bölgedeki iç savaşların yarattığı mezhepçi bölünmeyi ortadan kaldırmak için bunun daha fazlasını harcasa başaramazdı. Bunu İsrail’in saldırıları başardı. Yukarıdaki sorunuzla birlikte düşünürsek, şehitler zaten amaçlarına ulaştı. Onlar yüce Allah’ın aramızdan nimetlendirmek için seçtiği kişiler oldular. Ancak kalanlar için İsrail saldırılarının birleştiriciliği inanılmaz.
Öte yandan bu saldırı tarihin bir noktasında kaçınılmazdı. Çünkü eğer siz direniş gibi bir hakikati savunuyor, destekliyor ve büyütüyorsanız; dünyanın en haklı davası olan Filistin davasının önde gelen destekçisiyseniz küresel emperyalizm ve Siyonist çete üzerinize her türlü oyunu oynadıktan sonra hala doğru bildiğinizi yapmaya devam ediyorsanız; onların son seçeneği sizi yok etmeye çalışmaktır.
Ancak bu saldırı ne Amerika’nın ne de İsrail’in beklediği gibi olmayacak. Amerika’nın Irak, Afganistan, Yemen karnesine bakanlar bu savaştan Amerika’nın ve İsrail’in ne alacağını göreceklerdir.
İran, kendi topraklarını savunmak adına, direnişin ayakta kalabilmesi adına doğru bir adım attı diye düşünüyorum. 46 yıldır tüm mahrumiyetler, fakirlik ve ülke zenginliklerinin bu yolda harcamasının karşılığında yüce Allah İran halkına büyük bir onur nasip etti. İsrail’in kalbine inen her füzeyle birlikte tüm mazlum ve müstaz’aflarla birlikte seviniyoruz.
İsrail’in yenilmezliği ve dokunulmazlığı fikri 7 Ekim’den sonra 13 Haziran gecesinde yerle bir edilmiştir. Bize kalan, her bir bireyin sorumluluk alarak İsrail’i yok etme hedefine kararlı adımlarla yürümesidir. İktidarlar ne yapar bilmem ama kararlı halklar İsrail’i bu topraklardan söküp atacaktır.
Özgür Kudüs’te mutlaka buluşacağız. Mutlaka İsrail’siz bir dünyada nefes alacağız. Bizim buna ömrümüz yetmezse evlatlarımıza bunu miras bırakacağız. Son nefesimizde vasiyetimiz bu olacak.
*Aksa Tufanı Süreci ile İlgili diğer söyleşileri okumak için tıklayınız:
Harun Özkarakaş:
“Filistin Hamaseti Yapanlar Kaybetti”
Muammer Bilgiç:
“Küresel Bir Direniş Hattı Oluşturmalıyız”
Şeyma Yıldırım:
“Cumhurbaşkanını Protesto Etmenin Bedeli: “Gözaltı, İşkence ve Tutuklama”
Gülşah Eldemir:
“Cumhurbaşkanını Protesto Etmenin Bedeli: “Gözaltı, İşkence ve Tutuklama”
Mücahit Gültekin:
“Aksa Tufanı Her Şeyi Altüst Etti”
Murat Kurtuldu:
Salih Ulusal: