Türk edebiyatına Aşk-ı Memnu ve Mai Ve Siyah gibi büyük eserler kazandırmış usta romancı Halid Ziya Uşaklıgil “Bir Acı Hikâye” adlı kitabında bu defa kurgu değil gerçek, gerçek olduğu kadar da can yakıcı bir hikâye anlatıyor.
Ünü o devirde dahi ülke sınırlarını aşmış yazarın üzerine titrediği oğlu Vedad 3 Aralık 1937 tarihinde Arnavutluk’un Tiran şehrinde büyükelçilikte görevliyken intihar etmiştir.
Bir evladın hayatı ve akıbeti üzerine, edebi bir gaye gütmeksizin kaleme alınmış bu eser, hatıra türünün dikkat çekici bir örneği. Ne de olsa Halid Ziya gibi bir kalem erbabının elinden çıkan metin, okurunu bu tarihi bilgiyle karşılıyor ve “neden” sorusunun peşinde son satıra kadar götürüyor.
Yayınlanmak için değil ıstıraplarını gidermek, yüreğini ferahlatmak, şifa bulmak için, ağlaya ağlaya yazmış bu eseri Halid Ziya. Belki yalnızca aile evrakları içinde kalacak bir metindi bu. Yazar, evladının unutulup gitmesine razı gelmediği için biz bu eseri okuma imkânı edindik.
Mustafa Kemal’in elim hadiseden yaklaşık bir yıl sonra vefat ettiği, Mustafa Kemal’le yaklaşık 2 yıl evli kalan Latife Hanım’ın, yazarın kuzeni olduğu, Latife ile Vedad’ın çok yakın, adeta “abla-kardeş” olduğu, kitabın ilk baskısının 1942’de gerçekleştirildiği ve yazarın 3 yıl sonra vefat ettiği bilgisi, intihar hadisesi üzerindeki sır perdesini aralamaya çalışırken işimize yarayacak.
Halid Ziya, cumhuriyeti kuran kadro ile yakın ilişki içindeydi. Yakın tarih kitaplarında adlarına sıkça rastlanan pek çok devlet adamı ve bürokratla bizzat iletişim halindeydi. Evladını “zalim bir darbenin kurbanı” olarak gördüğünü yazmıştı. Bu kadar göz önünde, tanınan ve sevilen bir yazarın parmakla gösterilecek denli başarılı oğluna, vatanın güzide bir çocuğuna kim ya da kimler, neden böyle “öldürücü” bir darbe vurdular?
Vedad, babasının canı kadar sevdiği, gözü gibi koruduğu ve harika eğitim imkânları ile üst düzey bir şahsiyet olarak yetiştirdiği evlat, o sırada yurt dışından henüz dönmüş, Osmanlı Bankası’nda çalışıyordu. Latife Hanım’ın misafiri olarak Çankaya Köşkü’nde ağırlanıyordu.
- Bölümde aktarıldığına göre olaylar şöyle cereyan etti:
“Bir gece İsmet Paşa’nın ve Tevfik Rüştü’nün de dâhil bulunduğu bir toplantıda Mustafa Kemal, Vedad’a piyano çaldırmış ve birçok gazete getirterek bunlardan Fransızca, Almanca ve İngilizce bir takım makalelerden şifahi tercümeler yaptırarak çocuğu mutadı olduğu veçhile bir küçük imtihandan geçirerek “Vedad, bankada ne yapacaksın? Sen hariciye memuru olmalısın,” demiş ve Tevfik Rüştü’ye dönerek, “Değil mi?” diye sormuş.”
Bu gelişmeden sonra, aradan bir süre geçmiş ve Mustafa Kemal bir gece içki masasında yazara “Vedad halen bankada mı çalışıyor?” diye sormuş. Evet cevabını alınca da, yaverine seslenmiş ve hemen bir telgrafla Vedad’ın hariciyeye alınması için celp edilmesi emrini vermiş.
Yaverin emri yerine getirmek üzere salondan çıkması üzerine bir sır olarak kalan gelişme yaşanıyor. Bence Halid Ziya bu kısmı ya korkusundan ya da zaten sansürden geçemeyeceğine emin olduğu için kapalı bırakmış. Tam burada, sitemiz Yenipencere’nin en çok okunan yazılarından birine gönderme yapmak yerinde olur: Latife Hanım Neden Susturuldu?
Gerek kişisel, gerek toplumsal tarihin akışını değiştiren kritik müdahaleler vardır. Bunlar çok basit, minik dokunuşlardır. Her şey olup biterken olay yerinde bulunanların çoğu bunu sezemez bile. İnsan ne kadar da cahil, ne kadar da acizdir.
Halid Ziya’nın Mai ve Siyah adlı kitabı beni çok etkilemişti. Ne de olsa o bir kurgu. Bu kitap ise insanın ciğerini delebilecek biçimde, evlat acısı ile silahlandırılmış.
Orijinal metinden okumakta yarar var. Bendeki Can Yayınları’na ait ve arkasında 45 sayfalık bir sözlük var. O sözlüğün bu kadar kalın olması bizim ayıbımız, belki de milli denen eğitimin, bakanlığının, bakmazlığının ve görmezliğinin eseridir. Ayrı konu.
Kızım olursa adını Latife koymak istiyordum. Bence hoş bir isim. Hem anlamı güzel hem eski gibi ama eskimez, hem hafif ama derin bir isim. Latife Tekin’in çok iyi bir yazar olması da cabası. Kız ana-babaları, el birliği ile bu ismi alıcı gözle gündeme alırlarsa pek sevinirim. Yardım ve yataklık için ikinci ve üçüncü anlamlarını buraya alıyorum (2. Kalp hallerine âit ince ve hoş mânâ, kelimelerle açıkça anlatılamayan, ancak rumuzlu olarak ehline sezdirilen ince anlam. 3. İnsanda ilâhî hakîkatleri idrak ve müşâhede eden kalp, ruh, sır, sırru’s-sır, hafî, ahfâ vb. mânevî melekelerin her birine verilen ad.)
Yaverin ardından Latife de yerinden fırlamış ve salondan çıkmış. Kimse bunun farkına varmamış. Geri döndüğünde yazarı bir göz işareti ile yanına, toplantıdan uzak bir köşeye çekmiş.
“Mahmut’a söyledim, telgrafı çektirmedim. Onun –kocasından bahsederek- işaret ederken böyle birden hatırına gelen fikirleri olur, ertesi gün bunu tahattur etmez.”
(İnsanın devlet işleriyle ilgili kararların sağlık ve sıhhati hakkında endişelenmesi için alın size bir sebep daha.)
Halid Ziya’nın hayıflanması kalmış geriye:
“Niçin mâni olmuştu? Bunu tesbib etmedi. Ah! Ne olurdu, hep böyle maniler çıkmış olsaydı ve o da şimdi belki, hariciye kadar parlak bir mesleğe değil, her halde hayatta olsaydı.”
Latife Hanım İle Mustafa Kemal arasında ne yaşanmışsa Vedad’ın tüm bunlara vakıf olduğundan sanırım şüphe edilemez. Latife Hanım köşkten ayrıldığında onun misafiri olarak orada ağırlanan Vedad ne yapacağına karar veremedi. Arada kalmıştı. Babasına yazarak tavsiyesini aldı. Halid Ziya, “Paşa ne diyorsa onu yap, sen artık onun misafirisin” demişti.
Latife’nin amcasına çok kırıldığı ve bu yüzden Uşaklıgil değil Uşşaki soyadını aldığı rivayet edilir. Vedad’dan beş yaş büyük “ablası” Latife’nin kadınca sezgileri tam olarak neye tekabül ediyordu bilinmez.
Kesin olan şu ki Halid Ziya’nın bu eseri de Latife Hanım gibi gölgede kalmıştır. Güçlü bir kadını da güçlü bir eseri de gölgede bırakmak sistematik bir çabanın ürünü olsa gerek.