Yazılar
Örste Tavlanan Öyküler – Mustafa Zahid Ergün

Yayınlanma:
3 sene önce-

Haberiniz oldu mu bilmiyorum, Ahmet Örs, Kasım 2020’de 4 (yazıyla dört) öykü kitabı birden yayınladı. 2004-2016 arası yazılmış 70 öykü, 414 sayfada toplanmış. Tasfiye Kitaplığının 2, 3, 4 ve 5. ürünleri olarak karşımıza çıkan kitapların isimleri, numara ve -hâliyle- öykülerin yazım yılı sırasına göre; Yüzümüzü Ağartan, Kar Kesilen, Kiralık Meydan ve Ferhat’ın Şemsiyeleri. Kendine ait olması mümkün değilmiş gibi kiralık meydanlarda ağarmış yüzüyle şemsiye satan Ferhat’ın üstüne yağarken kesilen kar altında bizi de üşüten öyküler bunlar.
Basit, soğuk birer gazete haberiyle geçiştirilmesine müsaade etmediği güncel şahitlikleri, kalıcı gündemler hâline getirecek şekilde mânâsını korumak adına çok da estetize etmeden, samimi, hemdert öykülerle tahkiye etmiş. Kapakta öykü yazıyor, ama iç başlıklarda hikâye tercih edilmiş. Küçük konuşma kayıtları da olabilecek bu öyküler, yerinden bildiren, durum tespiti yapan, hap gibi teşhislerden oluşuyor.
Birbirini tamamlayan cüzler hâlinde okunabilir, hepsi aynı yeri yumrukluyor çünkü. Ahmet Örs için tür de, yazı da, sanat da bir araçtan ibaret, hayatta yaptıklarını destekler mahiyette bir yardımcı. Esas olan derdini aktarabilmek için kullandığı sanatın da hakkını veriyor tabii. Harfleri silahlandırıp telaşlı bir şekilde şehrin bir ucundan koşup gelen adam olarak, mide kaldırması gereken kanlı görüntülerden sonra spor haberlerine dalan insanları uyarıyor. Elinde balyozu, ayağında demir ökçesiyle örste döve döve tava getirmeye çalışıyor.
Bir davanın, haklı bir ideolojinin savunusu, çağrısı için havaya kalkmış yumruğu inmeyen, yükselen bir öfke, edebiyat parçalamadan edebiyat dersleri de veriyor satır aralarında. Renkleri kaybolmuş, gri, puslu, dumanlı, soğuk bir havanın hâkim olduğu öykülerin hepsinde olmasa da kar, tipi geçen öyküler sebebiyle, yaşananların buz gibi gerçekliği kitap boyunca ürpertili bir üşümeyle esir alıyor insanı. En kapalı, muğlâk, kendini ele vermeyen öyküde bile kar, kasvet, muhasara, intihar, jurnal var, hissediliyor. Mutlu son yok denecek kadar az, isimsiz kahramanlar, genelde, bari sonrakilerin rahatı için canlarını, sağlıklarını terk edip cılız da olsa umut ışığını yakıyorlar. Umut hep var, ama genelde uzakta. Babalar da hep uzaklarda ve ağır işlerde, başlarına hep çok kötü şeyler gelen babalar. Evlerine ancak bir misafir gibi uğrayabilen, çocuklarının büyüdüğünü göremeyen, çocuklarının da onları unuttuğu, hep bir yabancı babalar.
Bardağın dolu tarafına bakmamızı söyleyen yüzlercesinin yanında, esasen boş tarafa bakıp çareler üretmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Şapşal şapşal sırıtanların oluşturduğu boşluğu, çukuru telafi edebilmek için kızgın, kararlı, vakarlı ve umutlu bir şekilde asıyor suratını, haklı olarak.
Diyalogların neredeyse hiç olmadığı, hep yazarın konuştuğu, birçoğu beş sayfayı geçmeyen, yazılma yılları geçtikçe uzayan öykülerin birkaçı dışında isim de yok hiç, herkesi kapsayan genel anlatımlarla konuşmuş da konuşmuş yazar. Bunun yanında karakterler akılda kalıcı; çünkü hayatımızda onlar, ya biziz ya bir yakınımız ya da şahit olduğumuz uzak birisi.
İçinde bir zulüm veya ihanet olmayan bir öykü okuduğumuzda, o günlerde Ahmet Örs’ü nispeten rahatlatacak bir olay yaşanmıştır kesin, diye düşündüm. Ya birinin elinden tutmuştur, ya birine deva olmuştur. Bunun yanında sade, tertemiz akarken her an bir yerden bir haksızlık, zulüm haberi, vurgusu, anımsatması gelecek diye bekliyor okuyucu. Bir kısmı hariç hepsinde geliyor zaten. Gelmediğinde, son kelimeyi de okuyup bu sefer başka bir düşünceye dalıyor insan. Ben mi kaçırdım acaba, alt metinde illâki vardır, diyor. Dönüp bir daha okuyor, bulamayınca şüphe artıyor, şahsen sormak için işaretleniyor öykü. Kahramanların mutlu olmak için harcamaları gereken o insanüstü emek geliyor aklınıza, bu var en azından diyorsunuz Bütün bu yaşanan tatsızlıklar, Ahmet Örs’e neşeli öyküler yazdırmaz. Öte yandan bunlar olmasaydı, zaten kalemi eline almazdı. Her şey yolunda giderken ne gerek olurdu öyküye, yazmaya.
Bu kadar sayfa metin olur da zayıf taraflar olmaz mı? Var elbette. Kötüler hep kötü, iyiler tam iyi olarak resmedilmiş. Kötülere pişmanlık duyacak bir fırsat tanınmadığı gibi, iyiler de onları düzeltme, affetme yoluna gitmiyor genelde, sınırlar keskin. Bilemiyorum, belki de mümkün değildir başka türlüsü. Zalimin güçlü, mazlumun zayıf, zulmün aralıksız olduğunu göz önüne almamız lâzım. Bunun yanında başarılı bir şekilde fikir ve duygu bazında aktardıklarının görmezden gelmemizi sağlayacağı bazı tekrarlar, tashihler de mevcut. Daha iyi bir editörlükle gözü tırmalayan bu küçük kusurlar, çapaklar da giderilebilirdi.
İlk üç kitapta Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Irak, Filistin cepheleri derken dördüncü kitapla birlikte bunlara Suriye de ekleniyor artık. Üçüncünün sonlarına dördüncünün başlarına denk gelen 2010-2012 öyküleri nispeten “normal” insan öyküleriyken, ondan sonra bu yeni coğrafya ve olayların silsilesi olarak eklenmemesi mümkün değildi tabii.
Her türlü mekânı öykülere fon yapabilen yazar detaylarıyla köyü de bilir şehri de. Tabiatın geri dönülmez tahribatı, şehirleşmenin getirdiği yabancılaşma, sebebi ne olursa olsun toprağından koparılan tedirgin insanların ilk elde hayattan düşmeleri ve toparlanamamalarıyla ilgilenir. İmar usûlsüzlükleri, hayvancılığın ve tarımın bitirilmesi, çiftçinin ümüğüne çökülmesi, meraların ranta açılması, nesillerdir hayvan otardıkları otlakların, çift suladıkları derelerin kapalı kapılar ardına peşkeş çekilmesi sadece köyü değil, hemen birkaç sene sonrasıyla şehri de pek yakından ilgilendirir. Nüfusu azalan ve yaşlanan köyler, şehirleri obez yapar. Bir şekilde şehrin çeperlerine yığılan insanlar, sanki keyiften gelmişler gibi, bu sefer de zaten savaş sahnesini andıran gecekondu tepelerinde kentsel dönüşüm terörüne maruz kalırlar. Köy boşaltmaları deyince hep Doğu’daki köyler, yaylalar falan gelir akla. Oysa bütün Türkiye’de köyler boşaltılmıştır. Bir yanda silahlı çatışmalar, öte yanda, diğerinin ehemmiyetini azaltmamakla beraber akılda tutmamız gereken finansal, popüler kültür terörü, hayvancılığı ve tarımı öldüren politika terörü. Bir dolu çaresizlikten eli kolu bağlı köylünün bir yandan terörle, bir yandan kontrgerillayla, kan davalarıyla, rantiyeyle uğraşması; bu çoklu zulme şahit olan nesillerin hayatlarının alacağı şekil, ailesiyle, ülkesiyle çatışan bir kıvama gelir. Geçim derdiyle savrulan hayatlara insanların yanında tabiat da yardım etmez artık.
Sermayeyle de arası hoş değildir yazarın. Zenginin mide geğirtisinin bastırdığı fakirin karın gurultusunu duyurmak ister. Fakirlik, ceberutluktan hemen sonra gelir. Soğuk evlerde boş mideler, dibine kadar battıkları işsizlikten kurtulmak için en tehlikeli işlerde hayatlarını hiçe sayarak yevmiyelerini çıkarmak zorunda kalanlar, saadet getirmeyen paranın ucundan da olsa tutmaya çalışırlar. Annesinin yanında işe gitmek zorunda kalan sabiler, zorba patron, işsiz gençler; servetin kesinlikle helâl, normal olmadığını, mutlaka altında bir zulüm olduğunu, hiç değilse dağıtmadığı için mesul duruma düşüleceğini vurgular, iyice anlamamız için. Yoksul ailenin sesinin duyulması için içlerinden birinin feci bir şekilde can vermesi, adeta kendini feda etmesi gerekir illaki. İnsan cesetleri üzerinde yükselen hangi imparatorluk iyidir ki? Ucuz işgücü, vasıfsızlaştırılan, sürüleştirilen, rekorların rakamların kotaların ezdiği emekçilerden, sistemin öldüresiye ezdiği insanlardan; başkaldıran, isyan eden, protesto grev yürüyüş yapan bilinçli fertlere dönüşmelerini izleriz öyküleri sırasıyla okuduğumuzda. İsyan, evet, isyan seslerini duyarız ilerledikçe. Ezilenler, mağdurlar, madunlar; kapitalistlere, beleşçilere, komisyonculara karşı sürekli korudukları teyakkuzu hep beslerler. Ama bankaların etrafımızı sarması, dahası içimize girmesi, bir türlü karşılığı alınamayan emeği iyice değersizleştirir. Yerin yedi kat altındaki madenciler de, -10. bodrum katındaki AVM çalışanları da zemini kabartacak derin nefesler biriktirirler ciğerlerinde. Batan komşuları için ellerinden bir şey gelmeyen, kendileri de zaten zar zor geçinen küçük esnaf; kapitalizmin, “Bize bulaşmazsan kapımızda, gölgemizde sürünerek yaşayabilirsin.” ihsanıyla bir umuda kapılan yoksullarla aynı kaderi paylaşır. Vahşi kapitalizmin büyük uşakları eliyle küçük esnafı öldürmesine, esnaf arasında hatırı gözetilen, ürpertici bir saygınlıkla sözü sayılan ulu çınarlar da engel olamaz. Kendi ülkesinde turistlerce ezilen insanlar, türlü dalavereler sebebiyle parası bizimkinden on kat değerli olduğundan aramızda burnu havalarda gezip bizim yerimize de memleketin imkânlarından kâm almasına kahırlanır yabancıların. Zengin ve fakir arasındaki asla kapanmayan uçurum ve bunun dibinde “yaşıyorum” zannedenler, vahşi kapitalist düzenin ezdiği, titrettiği gencecik cılız bedenler ümitlerini ya kaybediyor, ya da uzak nesillere erteliyor.
Kitapların baskı tarihi itibariyle bitmesine yaklaşık 977 sene kalan 28 Şubat zulümleri, başörtüsü mücadeleleri, “irticaî” faaliyet kovalamacaları, alfabe ve takvim değişimi; yüz yıl önceki zulmü anlatacak bir insan kalmasa da dallarında nice cana kıyılan çınarın anlattığı olanlar ve fakat bitmeyenler. Eşya taşıma süsü verilen kamyon kasalarında dolapların içinde ders yapan ve fakat kimsenin anlatmadığı kurs çocukları ve hocaları, tahammülsüz otoritenin bütün imkânlarıyla sıkıştırdığı gayretkeşler.
Hayatta kalabilmek için ölümüne çabalar insancıklar. Tamirci çırağı ve tartıcı çocuk hep üşür, korumasız ve hamisizdirler. Kusulan ölüm, önünü görmeye engel ıslak buğulu gözler, çatallaşan ses, düğümlenen boğaz satırlardan sadırlara geçmek için vize beklemeden davranır hamlelerle. Korku, ümit, isyan hep bir aradadır. Ölümün sırasını şaşırmasının sıradanlaşmasına şaşırmamaya başlarız artık, soğuk bir yüzle aralarda dolaşmasına çabucak alışırız.
Nedendir bilinmez, otoriteye iktidara saygılı ve ürkektir anneler. Muhbir vatandaş, kötü komşu, elektrik ihbarnamesi, ceberut yöneticiler, ezilen halk; tevekkül, teslimiyet elbisesine büründürür onları. Camsız panelvanlarla işe götürülüp getirilen tekstil işçisi cılız genç kızlarını beklerler cam kenarlarında. Ailesini korumak için badirelere sabrederler güçsüz imkânlarıyla. Kendi yedikleri darbeler sebebiyle, çocuklarına sakınımlı davranan, bunu bir türlü anlamayan itirazcı çocukların korkaklıkla suçladığı anneler. Merhametli anneler, kavruk tenli ırgatlar, savaşın ve öldürücü pençesiyle yoksulluğun, talihsizliğin, bahtsızlığın dağıttığı aileler; zor da olsa harekete geçenler sayesinde biraz nefeslenebilirler, fazla değil.
Yatılı okulda bir kısırdöngüyle devam eden somurtuş, mutsuzluk, küfür ve umutsuzluk, zorbalık, göz yumma, suskunluk, yalnızlık… Haksızlıklar karşısında bir çıkış yolu olarak hayallere sığınan körpe öğrenciler.
Sonradan zalime dönüşebilir diye yardım edilmeyen mazlumlar, ezilmeleri adaleti sağlamayan madunlar, masumlar… Ayaklanmaları kötülüğü sadece bir süreliğine inkıtaa uğratır, sesini çıkaranlar bertaraf edildikten sonra her şey kaldığı yerden sıkı tedbirlerle devam eder.
Öyküler hiçbir kesimi ayırt etmeden haklarını haykırıyor. Marşta, nutukta, hamasetle, dayakla kendini hizaya sokmaya çalışan her şeye başkaldırıyor. “İtaat et, rahat et.” diyenlere inat, rahatı bozulması pahasına isyan bayrağını alıyor eline.
Hayatının önemli bir kısmını kaplayan sendikal mücadele de gerek müstakil gerekse içlerine yedirilmiş olarak öykülerde yer buluyor. Ellerinden hiçbir şey gelmeyen ırgatlardan haklarını arayan sendikacılara; neredeyse takasla hayatlarını idame ettiren köylülerden bankayla münasebeti olan esnafa eviriliyor öyküler, bir umut gibi.
Yoksulluktan, inançları veya kimlikleri yüzünden şehrin, yöneticilerin ezdiği, boğmak için abandığı insanlar. Anne karnında başlıyor, ihtiyarlığa kadar, şehrin göbeğinden en ücra köşesine, en okumuşundan en cahiline, en erkeğinden en kadınına herkes nasibini alıyor zulümlerden. Her zaman olan oluyor, kalan kalıyor. İlerleme var, evet, ama hep garibanın aleyhine. Geri gitmekte o kadar ileri gidiliyor ki, eksi yönde büyüyoruz mucizevî bir şekilde. Sonunda çaresizlerin ağzından her zaman dökülen bir feryada dönüşüyor çekilenler: Hiç mi iyi insan yok bu dünyada? Esasen herkes köle, kendini en üstte sanan da kendine köle.
Son söz: Kitap boyunca şu nidayı duyarız hep: Fekku raqabe (kölelere özgürlük). Sanayi sitesinden, madenden, tarladan, atölyeden, dükkândan, okuldan, daireden, fabrikadan, şoför mahallinden, kaldırımdan, bürodan, tezgâhlardan, evlerden, dağdan bayırdan, makamlardan, kamplardan, kışladan, tel örgülerden herkesin isyanı, özgürlük talebi buluşur sayfalarda. Öykülerin hepsinde “Direne direne kazanacağız.” nidası makes bulur. Dikkatinizi çekerim iki kere direniş bir kere kazanış var, yani hayli zorlu bir iştir kotarılmaya çalışılan ve çoğu zaman üçüncü kelime ilk ikisinden çok uzaklarda olabiliyor.
Son söz-2: Kitapları okuyup yazıya çalıştığım günlerde bilgisayarın başından kalkıp uykunun ağır basmasıyla kapanan gözlerime söz geçiremediğim bir zaman Ahmet Örs’ün öykücülüğüyle ilgili harika bir detay geldi aklıma. Şu an bile hatırlayamasam bile o anki hazzını hissediyorum. İyi bir buluş diye kendimle de övündüm arada. Fakat üşendiğimden kalkıp not almadım bir kâğıda veya telefona. Buluşun sevinciyle uykunun tatlı kollarına teslim ettim kendimi. Bu tür durumlarda hafıza tekniklerinden birini kullanırdım, ama ona da müracaat etmedim. Öyle ya, bu kadar güzel bir fikri unutabilecek kadar ihanet içinde bir beynim yoktu benim. Kalktığımda aklımda konuyla alâkalı hiçbir şey yoktu. Zaten öyle bir konu olduğu da kalktıktan saatler sonra gelebilmişti zihnime. Cümlelere bile dökmüştüm hâlbuki uyumadan önce. Ne yapsam ne etsem gelmedi inatçı. Ama olsun, bak kurtulamadı elimden. Kendisini yazamasam da öyküsünü yazıyorum ben de. Sen kalk, bilinçaltımdan oya oya yukarılara çık, beni heveslendir, sonra ortadan kaybol. Öyle yağma yok, kendin yoksan bile dedikodunu yaparım ben de.
Ahmet Örs Sözlüğü:
· Anlamsızlık |
· Batı hayranlığı |
· Boğucu sıcaklar |
· Çaresizlik
· Çıkarcılık · Dayanışma |
· Dert |
· Direniş |
· Egemenler |
· Fakirlik
· Fedakârlık |
· Gaddarlık |
· Gariplik |
· Gurur |
· Hak gaspları
· Hırs · Hukuk |
· Hüzün |
· Istırap |
· İfsat |
· İftira |
· İntikam |
· İrtica |
· İstikbar |
· İşgal |
· Kahır
· Kardeşlik |
· Keder |
· Kibir
· Komşuluk |
· Kuşatma |
· Mahremiyete tecavüz |
· Mazlumlar |
· Merhamet |
· Metanet |
· Mihnet |
· Mücadele |
· Nefret |
· Neşve |
· Öfke |
· Özgürlük |
· Propaganda |
· Puslu hava |
· Sabır |
· Savaş |
· Sebat |
· Sefalet
· Sendika |
· Sıradan hayatlar |
· Talan |
· Tedirginlik |
· Tepkiler |
· Umursamak
· Uzun süren ölümler |
· Vahşi kapitalizm ve tutkunları |
· Yabancılaşma |
· Yağma |
· Yakıcı soğuklar |
· Yalnızlık |
· Yasaklar |
· Zalimlere lanet |
Yazılar
Biden, Filistinlilerin Gazze’den Göç Ettirilmesine Yeşil Işık mı Yakıyor? – Mario Nawfal

Yayınlanma:
1 ay önce-
Ekim 30, 2023
Biden’ın 106 Milyar Dolarlık Teklifi, Filistinlilerin Mısır’a Önceden Planlanmış Olası Göçü Konusunda Endişe Yaratıyor
Biden, Gazze’nin yerinden edilmiş sakinleri ve Ukraynalı mülteciler için 106 milyar dolarlık ek mali yardım talebinde bulundu ve teklifin bir bölümü önemli endişelere neden oldu.
Fon, İsrail’deki mültecilere ve insani yardım çabalarına destek olmayı amaçlarken, talebin belirli bir yönü dikkat çekti:
– Talebin 40. sayfasında, devam eden çatışmalardan etkilenen sivillerin desteklenmesi için fon tahsis edilmesine ilişkin bir hüküm yer almakta ve özellikle Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinli mültecilerden bahsedilmektedir.
– Endişe uyandıran husus, bu fonların bu tür amaçlar için kullanılacağını düşündüren potansiyel sınır ötesi ‘yerinden edilme’ ve ‘sığınma’ya yapılan atıftır.
– Bu talebin Filistinlilerin Mısır’a zorla göç ettirilmesini garanti altına almasından endişe ediliyor.
Bu durum, Mısır hükûmetinin tutumunu ve Filistin egemenliği üzerindeki potansiyel sonuçlarını sorgulatmaktadır.
Mısır Cumhurbaşkanının Biden ile yaptığı telefon görüşmesinde “Mısır’ın, Filistinlilerin Gazze’den kendi topraklarına göç etmesine izin vermeyeceğini” açıkça ifade ettiğini belirtmek önemlidir
Üç Aşamalı Yer Değiştirme Plânı:
İsrail İstihbarat bakanı Gila Gamliel de Gazze’deki Filistin nüfusu üzerindeki potansiyel etkisi konusunda endişelere yol açan tartışmalı bir teklif hazırladı.
– Sina’da Çadır Kentlerin Kurulması:
Bakan Gamliel’in plânı, özellikle Gazze Şeridi’nin güneybatısında yer alan Sina Yarımadası’nda geçici çadır kentlerin kurulmasıyla başlıyor.
Bu çadır kentler Gazze’deki Filistinliler için ilk yer değiştirme çözümü olarak hizmet ediyor.
– İnsani Yardım Koridorunun Uygulanması:
Genellikle “insani koridor” olarak adlandırılan ikinci aşama, Filistinlilerin Gazze’den çıkışını kolaylaştırmaya odaklanmaktadır. Bu aşama, Filistinlilerin Gazze Şeridi’ni terk etmeleri için bir rota oluşturmayı ve onları etkili bir şekilde evlerinden uzaklaştırmayı amaçlamaktadır.
– Kuzey Sina’da Şehirlerin İnşası:
Planın üçüncü ve son aşamasında İsrail, Sina Yarımadası’nın kuzey kesiminde kalıcı şehirler inşa etmeyi öngörüyor.
Bu şehirlerin, yerlerinden edilen Filistinli nüfusu barındırması ve yerinden edilenler için uzun vadeli bir çözüm sağlaması amaçlanıyor.
– Geri Dönüşü Engellemek için İnsansız Bölge:
Planın önemli bir yönü de Mısır toprakları içinde bir “insansız bölge” oluşturulmasıdır.
Bu yasak bölgenin amacı Sina’ya yerleştirilen Filistinlilerin Gazze’deki evlerine dönmelerini engellemektir.
Bu Neden Önemli?
Bu öneri, Biden yönetiminin Filistin halkının yerinden edilmesi için fon tahsis etme konusundaki potansiyel ön niyetini vurgulamaktadır.
Ayrıca bu plânın, Biden’ın önerisinin kamuoyuna duyurulmasından yedi gün önce İsrail İstihbarat Bakanlığının onayını taşıdığı bildirilen ve potansiyel olarak benzer niyetleri özetleyen sızdırılmış İsrail belgesiyle aynı zamana denk gelmesi de endişe vericidir.
İsrail İstihbarat bakanı Gila Gamliel’in üç aşamalı tehcir planı, Biden yönetiminin fon tahsisi ile bağlantılı olarak Filistinlileri anlaşılır bir şekilde derinden endişelendirdi, travmatik Nekbe anılarını çağrıştırdı ve potansiyel bir ikinci tehcir korkusunu yoğunlaştırdı.
Nekbe, 1948 Arap-İsrail savaşı sırasında ve sonrasında yüz binlerce Filistinlinin zorla yerinden edilmesi ve mülksüzleştirilmesidir.
Pek çok Filistinli göç etmiş ya da kovulmuş, mülteci durumuna düşmüş, bu da bugüne kadar İsrail-Filistin çatışmasında merkezi bir mesele olmaya devam eden önemli bir demografik ve insani krize yol açmıştır.
Kaynak: Kişisel hesap (@MarioNawfal)
Yazılar
Frankfurt Kitap Fuarı, Zizek, Filistin – M. Salih Kaya

Yayınlanma:
1 ay önce-
Ekim 26, 2023
Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılış konuşmasını yapan filozof Zizek, “Filistinlileri de dinlemeliyiz.” dediği için salonda sesler yükseldi ve bazı dinleyiciler salonu terk etti. Protokolden üst düzey siyasilerden sahneye yürüyenler ve konuşmasını bölüp cevap yetiştirmeye çalışanlar oldu. Bir tür arbede yaşandı ama buna karşı yine de Zizek konuşmasını bitirebildi.
Aslında konuşmanın tamamına baktığımızda Zizek gibi sıra dışı bir entelektüelden daha iyisini beklerdik. Zizek, “Filistinlileri de dinlemeliyiz!” cümlesini kuruncaya kadar defalarca Hamas’ı ve terörü lanetledi ve buna rağmen bu kadar tepki gördü ama yine de bu konuşma fuarın açılışında soğuk duş etkisi yaptı çünkü fuar direktörü, fuarın İsrail’le dayanışma içinde hareket edeceğini defalarca basın yoluyla ifade etti. Hatta somut adımlar attı. Fuarda ödül alması gereken Filistinli yazar Adania Shibli’nin ödül törenini iptal etti.
Shibli, Berlin’de yaşayan bir yazar. Ödül alan romanı “Küçük Bir Ayrıntı” (Nebensache), Filistinli bir genç kızın İsrail askeri tarafından öldürülmesini anlatıyor. Zizek de konuşmasını bitirirken Filistinli yazarın burada olmamasını “skandal” olarak niteledi.
Aslında fuarda yaşananlar buz dağının görünen yüzü. Bütün Avrupa ve özellikle Almanya son yaşananlarda kesin bir şekilde İsrail’in yanında ve İsrail’le dayanışma içinde olduklarını hem açıkladılar hem de somut eylem ve politikalarla bunu ortaya koydular. Devlet kurumları, meclisteki tüm partiler, medya ve sivil toplum bir bütün olarak ağız birliği yapıp Filistin ve Gazze’de yaşananları görmezden geldiler. Bir taraftan Filistin’le dayanışma mitinglerini yasaklayıp bir yandan da İsrail’le dayanışma mitinglerini devlet eliyle ve desteğiyle yaptılar.
Önceki pazar günü Berlin Brandenburg kapısı önünde Cumhurbaşkanı Steinmeyer’nın da katılıp kitleye seslendiği büyük bir miting yapıldı. Buna karşı aynı gün Filistin’le dayanışma için Berlin’in Neuköln semtinde yapılmak istenen eylem güvenlik gerekçesiyle yasaklandı. Miting yasakları sadece bununla sınırlı değil tabi. Küçük istisnaları saymazsak Almanya, tüm eyaletlerinde Filistin eylemlerini iptal etti, yasaklara rağmen sokağa çıkanları gözaltına aldı.
İzin verilen nadir eylemlerde de İsrail’i eleştiren slogan atılmaması ve döviz taşınmaması şartı vardı. Aslında yasaklar sadece eylemlerde değil günlük hayatta da uygulanıyor. Mesela Filistin bayrağı ve Filistin poşusu günlük hayatta yasak. Sebep ise, terör propagandası ve antisemitizm. Olay sadece yasaklardan ibaret değil tabii. Devamında ‘tehdit’ler de var. Bazı siyasiler işi daha da ileriye götürüp kendi değerlerine aykırı davrananları yani kendi durdukları tarafta değil de karşı (Filistin) tarafta duranları ülkeden sürmeyi, onların oturum haklarını iptal etmeyi hatta eğer bu kişiler Alman vatandaşı iseler hepsinin pasaportlarını iptal etmeye kadar ileri gittiler. Buna benzer demeçleri SPD’li içişleri bakanı Nancy Faesar basın açıklamalarında dile getirdi.
Biraz da medyadan bahsetmek gerekiyor. Alman basınının amiral gemileri Zeit, Welt, FAZ, Spiegel, Tagesschau vb. tüm gazeteler ağız birliği yapmış şekilde Gazze’de bir şey yokmuş gibi davranıyorlar ve İsrail’le saf tutma yarışındalar. Beni şaşırtan ise mülteci dostu ve enternasyonal bir politika yapan sol gazetelerin de aynı yerde saf tutmasıydı. Hatta Sol Parti (Die Linke) İsrail’le birçok dayanışma mitingi yaptı.
Şunu söyleyebilirim ki çok az sayıda marjinal hale gelmiş ve sesleri az duyulan bir kaç küçük sol parti (mesela Almanya Komünist Partisi) ve sivil toplum örgütünün dışında herkes Gazze’de yaşananlarla ilgili üç maymunu oynuyor. Sadece kendi duruşlarını dile getirmekle kalmıyorlar aynı zamanda en ufak farklı ses çıkaranları hedef gösterip terörize etmeye çalışıyorlar. Mesela biraz önce bahsettiğim küçük sol grupların çıkardığı farklı sesten rahatsız olan basının amiral gemileri bu sol grupları kriminalize edecek düzeyde yazılar yazıp onlara hiza vermeye çalışıyorlar. Ayrıca Zizek’in fuardaki konuşmasını ve daha önce de Filistin meselesi ile gündeme gelen Edward Said’in Filistin meselesindeki tutumunu birleştirip, entelektüellerle terör arasındaki ilişki mahiyetinde yazılar kaleme alınabiliyor.
En başa dönersek, Zizek’i neredeyse sahneden indirecek dereceye varan totalitarizm tekrar hortlamaya başladı. Almanların, demokrasilerinin en temel esası olarak gördükleri; en çok övünüp bir kutsal gibi bahsettikleri ‘ifade özgürlüğü’ (Meinungsfreiheit) Filistin meselesinde duvara çarptı. Alman anayasasının 5. başlığında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün bir istisnası başkasının kişisel onuruna dokunmak… Medyadaki yorumlarda ve siyasilerin demeçlerinde vurguladıkları şey, “İsrail’e karşı eylem yapmak antisemitik bir eylemdir ve bu da insanlık onuruna yakışan bir davranış olmaması sebebi ile bu türden eylem yapanların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği” özellikle vurgulanıyor. Yani şunu iyi anlıyoruz ki yasalar sadece yasa değildir, onu uygulayanların yorumudur biraz da.
Aslında tüm bunlar bize gösteriyor ki totalitarizm çok kısa sürede bütün toplumu kuşatabiliyor. Bunu da en çok Almanya’nın geçmişinden biliyoruz. Burada Hannah Arendt’in ‘Kötülüğün Sıradanlığı’nı hatırlamakta yarar var. Kötülük yayılmaya başladığında yasalarınız ve kurumlarınız ne kadar güçlü olursa olsun bunun önüne geçemiyor. O zaman konuşacak olan bir tek konjonktür oluyor.
Yazılar
İsrail’in Başlattığı Nekbe Geri Tepecek – David Hearts

Yayınlanma:
1 ay önce-
Ekim 15, 2023
Hamas’ın hurucunun ilk anlarından itibaren İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu neredeyse tamamen dikkatlerden kaçan bir vaatte bulundu.
Güney sınır kasabalarının belediye başkanlarına İsrail’in vereceği yanıtın “Orta Doğu’yu değiştireceğini” söyledi. Şaşkına dönmüş ulusa hitaben yaptığı konuşmada da aynı şeyi söyledi: “Önümüzdeki günlerde düşmanlarımıza yapacaklarımız nesiller boyunca yankılanacak!”
Aklında ne var? Uzun zamandır İran’ın nükleer tesislerine saldırmak istediğini biliyoruz. İlk kez 2010 yılında engellendikten üç yıl sonra CBS’e şunları söyledi: “Çok geç olana kadar beklemeyeceğim.”
Bir zamanlar (muhalefetteyken) İran’ın uçak gemileri olarak tanımladığı Hizbullah ve Hamas’ı ortadan kaldırmak istediğini de biliyoruz.
Filistinli savaşçıların cumartesi günkü saldırısından bu yana, eski ABD Başkanı George W. Bush’un 11 Eylül saldırılarına verdiği tepkiyi yansıtan sözler kullandı. Tahtın arkasındaki güç olan eski başkan yardımcısı Dick Cheney, Afganistan’da El-Kaide’nin peşine düşerken, Irak’a daha büyük bir saldırı yapmayı düşünüyordu.
Netanyahu şu anda Gazze’ye karşı yürüttüğü kampanya için uluslararası toplumdan aldığı benzersiz desteği, Bush’un 2001’de yaptığı gibi çok daha büyük bir şey için kullanmayı mı düşünüyor?
İsrail muhalefetinin lideri Benny Gantz da daha büyük bir projenin ipuçlarını verdi: “Kazanacağız ve bölgedeki güvenlik ve stratejik gerçekliği değiştireceğiz!”
İkinci Nekbe
Gazze’yi yeniden işgal etmek ve sadece bir Filistinli silahlı grubu bitirmek bölgenin stratejik gerçekliğini değiştirmeyecektir ve Gazze’yi yeniden işgal etmek için 360.000 askerlik bir orduya ihtiyacınız yoktur. Bu, ülke tarihinde çağrılan en büyük ihtiyat sayısıdır.
Kaynaklarıma göre Hamas’ın en fazla 60.000 silahlı adamı var ve diğer gruplarla birlikte bu sayının üçte biri kadar bir güç oluşturmakta zorlanır.
Elbette bu bir palavra da olabilir -Netanyahu’nun en sevdiği türden kavgacı bir retorik. Orta Doğu’yu değiştirme vaatleri daha önceki İsrailli ve ABD’li yetkililer tarafından sık sık dile getirilmiş ve bunların içi boş olduğu kanıtlanmıştır.
Eski İsrail Başbakanı Şimon Peres, Oslo’nun Orta Doğu’yu nasıl yeniden şekillendireceği hakkında bir kitap yazdı. Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2006 yılında Lübnan’ın güneyinde Hizbullah’ı 11 gün boyunca bombaladıktan sonra İsrail’i ateşkes çağrılarını görmezden gelmeye çağırırken “farklı bir Ortadoğu”ya işaret etmişti.
Peki, ya daha büyük bir girişim plânlanıyorsa? Bu ne anlama gelir ve bir bütün olarak bölge için ne gibi riskler doğurur?
İlk ve en bariz cevap, ikinci bir Nekbe ya da Gazze’nin 2,3 milyonluk nüfusunun büyük bir kısmının kitlesel olarak sürülmesi -her İsraillinin aklının bir köşesinde duran saatli demografik bombayı değiştirecek kadar büyük bir rakam.
Salı günü İsrailli yarbay Richard Hecht yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada Filistinli mültecilere Gazze’nin Mısır’la olan güney sınırındaki Refah sınır kapısından “çıkmalarını” tavsiye edeceğini söyledi. Ofisi daha sonra Hecht’in söylediklerini “açıklığa kavuşturmak” zorunda kaldı ve kapının kapalı olduğunu kabul etti.
Mısır’ın Gazze’den bir mülteci akınına izin vermek zorunda kalabileceği ihtimali -ki bu hem 1948 Arap-İsrail savaşından, hem de 1967 savaşından sonra yaşanmıştır- Mısır’ın en büyük dini kurumu olan El-Ezher tarafından da gündeme getirilmiş ve Filistinlilere yerlerinde kalmaları çağrısında bulunulmuştur. Başka bir kitlesel göç olasılığı kapalı kapılar ardında tartışılmıyor olsaydı bu açıklama neden yapılsın?
Gazze’den bir milyon Filistinlinin Sina’ya gelmesi, hiç abartısız, Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi liderliğinde on yıldır ekonomik gerileme yaşayan Mısır’ı uçurumun kenarına getirme potansiyeline sahip olabilir. Şimdiden rekor sayıda Mısırlı, teknelere binmeye başladı bile. Sisi’nin kendisi de bu tehlikenin farkında ve El-Ezher’in çağrısını tekrarladı.
‘İnsan hayvanlar’
Filistinlilerin kitlesel olarak sınır dışı edilmesinin, İsrail’in en uzun -ve şimdiye kadar en sakin- sınırına sahip Ürdün’deki Filistinliler ile Doğu Şerialılar arasındaki hassas dengeyi nasıl etkileyeceği konusunda da çok az şüphe var.
İkinci bir Nekbe, İsrail’i tanıyan ilk iki Arap ülkesini varoluşsal bir krizle karşı karşıya bırakabilir ve bu da her bir rejimin kendi devletini kontrol etme kabiliyetini tehdit edebilir.
Yine de, İsrail liderliğinin sözlerine ve pilotlarının eylemlerine bakılırsa, kitlesel bir göç tam da İsrail’in şu anda Gazze’de zorlamaya çalıştığı şey olabilir.
Pazartesi günü İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Hamas’ın çocukların kafalarını kestiği iddiaları üzerine Filistinlileri “insan hayvanlar” olarak tanımladı -bağımsız olarak doğrulanamayan ve İsrailli muhabirlerin Kfar Aza’daki katliamı görmelerine ilk başta izin verilmeyen iddialar.
Aynı gün Knesset üyesi Revital Gotliv sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda İsrail’i Gazze’ye nükleer bomba atmayı düşünmeye çağırdı: “Sadece Orta Doğu’yu sarsacak bir patlama bu ülkenin onurunu, gücünü ve güvenliğini geri getirecektir! Kıyamet gününü öpmenin zamanı geldi!”
Ardından eski bir general olan Giora Eiland, İsrail’in Gazze’de “eşi benzeri görülmemiş bir insani felaket yaratması” gerektiğini söyledi ve yeni bir Nekbe tehdidinde bulundu: “Sadece on binlerin seferberliği ve uluslararası toplumun çığlığı Gazze’nin ya Hamas’sız ya da insansız kalması için bir kaldıraç etkisi yaratacaktır. Varoluşsal bir savaşın içindeyiz.”
Cuma günü İsrail’in niyetleri konusunda çok az şüphe kaldı. İsrail ordusu, Gazze’nin kuzeyindeki Filistinlilere bölgeyi terk etmelerini söyledi ve “kendileri söyleyene kadar” geri dönmelerine izin verilmeyeceğini belirtti. Hamas, Gazze’nin kuzeyindeki Filistinlilere “kararlı olmalarını” ve “evlerinde kalmalarını” söyledi.
İkinci Nakba başladı.
Çarşamba günü Kanal 13’e konuşan bir İsrail ordu yetkilisi Gazze’nin yerle bir edileceğini ve bir “çadır kente” dönüştürüleceğini söyledi -doğrusunu ifade etmek gerekirse Hamas’ın saldırısından bu yana her gece yaşanan tam da buydu!
Her gece katliam
Gazze’de neredeyse her gece bir katliam yaşanıyor. Bütün aileler hassas bombalarla yok edildi. Gazze’deki Filistinlilere tüm bölgeleri boşaltmaları söylendi, ancak bu kez de onlar bombaların hedefi oldular. Bölgeler sadece bir kez bombalanmıyor, sistematik olarak yerle bir ediliyor.
Önceki kampanyalarda Gazze’deki Filistinliler, deniz kıyısında nispeten zengin bir orta sınıf bölgesi olan Rimal’e kaçtı. Burası güvenli bir sığınak olarak görülüyordu çünkü önceki saldırılarda İsrail’in burayı bombalamak için bir nedeni yoktu. Şimdi ise Rimal yerle bir ediliyor.
Bu “gece katliamı”, Hamas’ın İsrail’in güneyinde işlediği iddia edilen savaş suçlarının intikamını alan disiplinsiz pilotlar tarafından tesadüfen gerçekleşmiyor; “tasarlanarak” gerçekleştiriliyor. İki milyondan fazla insanın elektriğinin, suyunun ve yiyeceğinin kesilmesi ve bu “gece bombardımanı”na maruz kalmalarının amacı kaçmalarını sağlamaktır.
Gazze’de bu tür bir soykırımdan korunabilecek hiçbir yer yok. On dört tıbbi tesis bombalandı. Cumartesi gününden bu yana 500 çocuk öldürüldü.
Dolayısıyla, eğer İsrail durdurulmazsa, Gazze’de 2014’teki kara harekatında olduğu gibi 2.251 erkek, kadın ve çocuk değil, on binlerce kişi ölecek ve bu da yeni bir Nekbe’ye yol açacak kadar yüksek bir kayıp oranı anlamına geliyor.
Bundan önce bu politikanın iki etkisi olabilir: İsrail içinde 1948 Filistinlileri ile İsrailli Yahudiler arasında bir iç savaş başlatmak; Hizbullah ve nihayetinde İran ile bölgesel bir savaşı tetiklemek!
Bu Netanyahu’nun kafasında da olabilir. Hamas’ı ezmek Orta Doğu’yu değiştirmez ama Hizbullah ve İran’ı önümüzdeki on yıl boyunca İsrail’e karşı her şeyi denemeye hazır güçler olarak tanımlamak neredeyse kesinlikle değiştirir.
Filistinli savaşçılar bir şafak baskınıyla İsrail’in 1967’de üç Arap ordusunu altı günde yenmesinden bu yana sahip olduğu yenilmezlik efsanesini paramparça etti. 1973 Orta Doğu savaşı bile Hamas’ın yarattığı şoku yaratmamıştı.
İsrail şimdi bu savaşın varoluşsal olduğunu söylüyor. Sokaklarda İsrail, otoritenin olmadığı; İsraillilerin adaleti kendi ellerine alabildiği; yerleşimcilerle ya da aşırı sağla bağlantısı olmayan normal vatandaşların sokaklarda silahlı dolaştığı bir ülke gibi hissediyor. Genel nefret ve korku seviyesi o kadar yüksek ki, İsrail içindeki Filistinlilerin saldırıya uğraması an meselesi olabilir.
Ülke içinde ise Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir gibi aşırı ulusal dinci sağda yer alanlar yıllardır “Hodri meydan” diyor: “Hodri meydan!”
Geçtiğimiz Şubat ayında Gantz, Smotrich’i işgal altındaki Batı Şeria’da yerleşimci şiddetini desteklemekle suçladı çünkü Smotrich “yeni bir Filistin Nekbe’sine neden olmak istiyor”du! Şimdi ise Gantz ve Smotrich aynı kabinede yan yana oturuyor.
Ulusal dinci sağa göre Filistin davası ne kadar çabuk ezilirse o kadar iyi. Hamas’ın başarılı saldırısının yol açtığı ulusal travma onlar için cennetten gelen bir kudret helvası! Tam da bekledikleri koşulları yarattı.
Bölgesel savaş
İsrail sınırında, Gazze’nin bölgesel bir savaşı tetikleme ihtimali hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Tüm Arap başkentlerinde duygular yükseliyor.
İsrail’in karşı karşıya olduğu en donanımlı ve eğitimli silahlı grup olan Hizbullah’ın parmağı tetikte. Genel bir seferberlik başlattığına dair güvenilir raporlar var.
İslami Cihad tarafından üstlenilen savaşçıların da katıldığı ve üç İsrail askerinin öldüğü bir çatışma da dâhil olmak üzere Lübnan sınırından birkaç gündür saldırılar düzenleniyor. İsrail’in misilleme olarak Lübnan’daki mevzilere saldırmasının ardından da Hizbullah’ın üç savaşçısı öldürüldü.
Eğer bir kara saldırısı başlarsa, ki bu çok yakında olabilir, Hizbullah için seçim ya İsrail’in Hamas’ın işini bitirmesini beklemek ve sonra da kendi başlarına kalacaklarını bilerek onlara saldırmak ya da Hamas’a ve Gazze’deki diğer silahlı gruplara katılarak her grubun savaş gücü olarak etkinliğini sürdürmesini sağlamak olabilir.
Hizbullah’ın Lübnan sınırındaki statükoyu korumak istemesi için çok iyi nedenleri olabilir ancak bu artık İsrail’le karşı karşıya gelen herhangi bir grubun ya da Filistin hareketinin herhangi bir parçasının, İsrail’i serbest bırakmadan oturmayı göze alabileceği bir çatışma değil.
Perşembe günü İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Filistinlilere karşı işlenen suçların “direniş ekseninin geri kalanından” bir karşılık göreceğini söyledi.
Hizbullah, bu durum ne kadar uzun sürerse, birlikte hareket etmedikleri takdirde her bir cephenin o kadar savunmasız hale geleceğini düşünmekte haklı olacaktır. İsrail’i Gazze’de müzakere edilmiş bir ateşkese zorlamanın tek yolu bu olabilir.
İkinci kısıtlama kolu ise ABD’dir. Başkan Joe Biden, Ukrayna’nın karşı taarruzunun batağa saplandığı, kışın yaklaştığı ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in zaferin ve Avrupa savaş yorgunluğunun tadına vardığı bir dönemde, Husiler gibi İran’la bağlantılı her silahlı grubun dâhil olacağı bölgesel bir savaşa sürüklenmeyi gerçekten istiyor mu?
Orta Doğu’da tamamen dengesiz bir müttefik tarafından yaratılan plansız bir bölgesel savaş ABD için bir anlam ifade ediyor mu? Bence yok. Biden, Netanyahu’ya yeşil ışık yakarak İsrail’e açık destek verdi ama ABD’nin şu anda Gazze’de yaşananların olası yıkıcı sonuçlarını hesapladığını sanmıyorum.
Önümüzdeki tehlikeler
Lübnan açıklarında batılı bir savaş filosu Hizbullah’a karşı caydırıcı bir unsur olarak toplanıyor.
Harekete geçmeden önce, sadece 40 yıl önce Beyrut’ta patlayıcı dolu bir kamyonun ABD deniz piyadelerinin bulunduğu bir kışlaya girdiğini ve dakikalar sonra benzer bir saldırının Fransız paraşütçü birliğine karşı yapıldığını hatırlamalıdırlar. Yaklaşık 300 askeri personel hayatını kaybetti.
Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand ortak hava saldırıları düzenlemeyi planladılar. Sonuçta deniz bombardımanı dışında herhangi bir misilleme saldırısı gerçekleşmedi çünkü ABD Savunma Bakanı Caspar Weinberger ve Dışişleri Bakanı George Shultz bombalamalardan kimin sorumlu olduğu konusunda anlaşamadılar.
Bu kez, Biden’ın başkan yardımcısı olarak eski Başkan Barack Obama’ya yaptığı, “Bitiremeyeceğin savaşları başlatma!” uyarıları kulaklarında çınlıyor olacak.
Hem ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken hem de Savunma Bakanı Lloyd Austin bölgede olayları yatıştırmaya çalışıyorlar ama onlarınki imkânsız bir görev. İsrail’in fitili ateşlemesine izin verdikten sonra şimdi patlamayı kontrol altına almaya çalışıyorlar.
Ortadoğu bugün, Bush ve eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 2003 yılında Irak’ı işgal etmeyi planladıkları dönemle kıyaslanamayacak kadar zayıf. Suriye, Irak, Yemen, Sudan ve Libya harabeye dönmüş; Mısır, Ürdün ve Tunus ise iflas etmiş durumda. İstikrarsızlık Akdeniz’de, en misafirperver ev sahibi Türkiye’nin bile artık tersine çevirmeye çalıştığı büyük mülteci akınlarına neden oldu.
Yazdıklarımın sadece üçte biri gerçekleşirse, İsrail’in sınırları açık hale gelebilir ve Lübnan’dan Ürdün’e ve Mısır’a kadar silahlı grupların sürekli saldırılarına davetiye çıkarabilir. En azından İsrail, Ürdün ile olan en uzun sınırında sahip olduğu sessizliği kaybedecektir.
Netanyahu gibi tek bir adamın kafasındakileri kimse tahmin edemez. Hiç kimse Gazze’de bu operasyonu başlatması için Batı tarafından kendisine verilen açık çeki bilemez.
Ortadoğu’yu değiştirebilecek bir plâna dönüşen bir Gazze harekatı tehlikeli bir şekilde geri tepebilir ve çok geç olmadan durdurulmalıdır.
Kaynak: middleeasteye.net