Connect with us

Videolar

TOKAD’dan 15. Dünya Vicdan Haftası Etkinliği

Yayınlanma:

-

TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği) 15. Dünya Vicdan Haftası (16-22 Mart) münasebetiyle bir program düzenledi.

Programda aynı haftaya denk gelen mühim hadiseler (Rachel Corrie’nin şehadeti-16 Mart 2003, Halepçe katliamı-16 Mart 1988, Irak işgali-20 Mart 2003, Şeyh Ahmet Yasin’in şehadeti-22 Mart 2004) vesilesiyle Filistin’de İsrail işgalinin ve direnişin geldiği boyut, ABD’nin Irak işgali sonrası Ortadoğu ve küresel bir boyut kazanan Kürt meselesi Selim Sezer, İslam Özkan ve Mehmet Alkış tarafından tartışıldı.

Programdan notlar şu şekilde:

Selim Sezer: Cenin ve Nablus şu anda Filistin’in yeni direnişinin kalbi olma yolunda ilerliyor.”

  • Rachel Corrie, 2003 yılı Gazze’deydi, yoğun saldırıların yaşandığı bir dönemde.
  • Filistin’in içinde bulunduğu güncel saldırılar ve gelişmekte olan direniş hareketlerini ele alacağım ama tarihe dönme ihtiyacı görüyorum. Birikerek ilerleyen bir tarih… Pek çok temanın ve durumun yinelendiğini görüyoruz. Belli başlı birkaç temanın kendisini tekrar ettiğini vurgulamak gerekiyor.
  • Dönemsel farklılıklar olmakla birlikte, devamlı bir geriye gidiş süreci oldu Filistinliler için maalesef.
  • 1948’de yaşanan Nekbe süreci… 750 bin kişinin yaşadığı yerden çıkarılması ve mülklerine el konulması. Aslında bu, o zaman yaşanmış bitmiş bir süreç değil. İsrail’in aynı yöntemleri kullanmaya devam ettiğini görüyoruz. Sistematik olarak devam ediyor bu mülksüzleştirme süreci. Arap nüfusunu boşaltma süreci.
  • İsrail’in hedeflediği şey: Kudüs’ün yüzde yüz Yahudi şehrine dönüşmesi. Filistinlilerden arındırılması.
  • Şeyh Cerrah mahallesinde yaşanan süreçler… Sekiz ailenin buradan çıkarılmasının bir yolunu buldu. Direniş sebebiyle kısmen durdu.
  • Bir yerleşimci diyor ki: “Sizin evinizi biz almasak bile başkası alacak.”
  • Bu Arapsızlaştırma meselesi öyle boyutlara ulaşmış ki, mezarlıkların bile boşaltılma durumu var. İnsanların kemikleri çıkartılıyor ve boşaltılıyor. Geçmişi silmek için.
  • Filistinlilerin günden güne daha yalnızlaşması… 48’lerde daha çok devleti buluyordu yanında. 1948’de Ürdün, yardım ediyor gibi görünüyor ama alttan da İsrail’le anlaşma yapıyor. 67 savaşı zaten malum… Sonrasında, savaşmak bir yana, söylem ve fiili duruşlarıyla Arap devletlerinin İsrail yanına gittiğini görüyoruz. 2020 sonrası özellikle, normalleşme süreçlerini görüyoruz. Barış diye sunulan bu süreçler, bir dizi anlaşmayı beraberinde getiriyor.
  • Bu tarih, Filistinlilerin yalnızlaştığı bir tarih.
  • Yerel direniş unsurlarını daha öne çıkardığını görüyoruz Filistin’in bu süreçte.
  • 67-68 Filistin direnişinin yükseldiği bir tarih. Diğer Arap devletlerine bel bağlamadan. Kendi direniş dinamiklerini sürekli artırdıklarını görüyoruz.
  • İntifada’nın başlaması ve beş yıl içinde önemli gelişmeler elde etmesi…
  • Kendi başına bırakıldığı koşullarda yeniden taban örgütlenmesine gittiğini görüyoruz.
  • Gazze’yi gördük genelde ama son dönemlerde Batı Şeria’da da görmeye başladık bunu. Tabandan insanların katılmasıyla. Kim bunlar? Oslo’dan sonra dünyaya gelmiş genç insanlar.
  • Yerleşimcilerin gerçekleştirdiği saldırılar…
  • Korkunç saldırılar:
  • 48 saatte 250 zeytin ağacı kesildi. Evler, dükkânlar, arabalar yakıldı daha yeni.
  • Batı Şeria’da yaşayan insanlar işgalin nasıl bir şey olduğunu kendi gözleriyle görüyorlar yani.
  • “Biz her gün ölüyoruz, o zaman bari direniş yolunda ölelim!” anlayışı gelişti.
  • Cenin ve Nablus şu anda Filistin’in yeni direnişinin kalbi olma yolunda ilerliyor.
  • Farklı farklı Filistinli hareketlerin tabanlarındaki insanların oluşturduğu insanlar.
  • Resmi olarak 3. İntifada yaşanıyor denmiyor ama ağır çekim bir intifada süreci diyebiliriz.
  • Peki, ne bekleniyor? Ne yapılması gerekir? Devletler tarafından yalnız bırakılmış, yüz yıl boyunca kendi toprağından çok şey kaybetmiş bir halk var. Kendisine ait olanı alabilmesi iki yoldan geçiyor: içerideki direnişin büyütülmesi, ki böyle şu an. Dışarıda ise, Filistin’i destekleyen halkların, genel geçer bir dayanışmadan ziyade, doğrudan İsrail’e zarar verecek bir yaptırım sürecine girilmesi: BDS hareketi örneğinde olduğu gibi… Alışılagelmiş ürün boykotu haricinde, İsrail’le ilişkilerin kesilmesi için hükümetlere baskı yapılması, İsrail’le ortaklığı bulunan markaların boykot edilmesi, İsrail’le ilişkileri meşrulaştıracak her türlü ilişkiye karşı çıkılması. Örneğin, İsrail’de gerçekleştirilecek konserlere vs katılmayın çağrıları… Kültürel etkinlikler, İsrail’in kendisini aklayacağı şeyler. Dolayısıyla bunlara karşı durmak gerek.
  • Birçoğumuz için Filistin meselesinin çok özel bir yeri var. Ama Filistin bir metafor aslında. Ezen-ezilen ilişkisinin çok saf bir şekilde tecelli ettiği bir durum. Gerçek anlamda Filistin yanında bir tutum alacaksak, bütün Filistinlilerin yanında durmamız gerekiyor. Rachel Corrie’nin dediği gibi, “zulüm bizdense ben bizden değilim.” demek gerekiyor.

  • İslam Özkan: Mezhepçilik fitnesinin Irak işgaliyle beraber başladığını görüyoruz.”
  • Irak işgalinden hemen önce meydana gelen 11 Eylül olaylarında, emperyalist yayılmacı bir mantık Amerika’da neşet etmeye başlamıştı. “Gerekirse güç kullanarak demokrasiyi yaymalıyız!” mantığı işgal öncesinde çıkmaya başlamıştı yani.
  • Bush’un iktidara gelmesi, farklı çevrelerin kullanmasına müsait birinin iktidara gelmesi, süreci kolaylaştırdı.
  • Öncesindeki teorik süreçler, Bush’un iktidarıyla önü açıldı, bunların istediklerini yapmalarını sağlayan 11 Eylül olayları süreci tamamladı. Arkasından da Irak ve Afganistan olayları.
  • Emperyalizm bizim acizliğimizi gizleyen bir unsur olmamalı. (Malik bin Nebi – sömürüye müsait olma durumu) Siz sömürüye müsait olduğunuz sürece, halkınızı düşünmediğiniz sürece, emperyalizm sizi her zaman rahatlıkla işgal edebilir, kullanabilir. Malik bin Nebi, bu kavramı, Cezayir’in sömürgeye direnişe çok geç başlaması bağlamında tartışır. İslam dünyasında sömürgeciliğin bazı durumlarda geç başlaması, acziyeti gösteriyor. Emperyalizm kavramı anti-emperyalist yapılar tarafından çok kullanılıyor. Ama çok sık kullanarak içini boşaltmamak gerekir. Kendi acizliğimizi örterek, suçu başkalarına atmak doğru değil.
  • (Deprem mevzusu: NATO zaten içimizde mesela. Amerika’nın gemi göndermesine gerek yok yani.)
  • Komplo teorilerle kavramlarının içini boşaltmamız yanlış.
  • Müslümanların kurum inşa etmedeki zayıflığı, halkların emperyalizme karşı durmadaki acizliği. Bunları da görmemiz gerekiyor.
  • Mezhepçiliğin ve taifeciliğin yaygınlaştığını görüyoruz. Mezhepçilik o kadar kurumsallaşmış ki, günlük hayatın parçası haline gelmiş. Ama Irak işgaliyle baktığımızda, Lübnan dediğimiz küçük bölgede, doğu halklarına örnek olamayacak işleyiş Irakla beraber gerçek olan bir şey olmaya başladı.
  • Mezhepçi düşünce, Irak üzerinden bölgeye pompalanmış oldu. Bunun Amerika tarafından bilerek yapılmış olması çok muhtemel bir şey.
  • Aslında siyasal içerikli çatışmalar, mezhepsel çatışmalar gibi gösterilmeye başlandı. Suriye meselesi… Dış dünyayla ilişkiler, nasıl yönetilecek vs gibi konularda olan bir çatışma normalde. Ama sonra, sanki Şiiler ile Sünniler arasındaki bir savaş gibi sunulmaya başlandı.
  • Bu tür mezhebi şeyler kullanmak, işlerini kolaylaştırdı.
  • Muhalefetin düşüncelerinin ancak böyle mezhebi bir yaklaşımla gerçekleştirilebileceği düşünüldü.
  • Irak işgaliyle beraber başladığını görüyoruz mezhepçilik fitnesinin.
  • İşgalden sonra, ordu dağıtılacaksa bile, Irak’taki bütün kurumları yok etti ABD.
  • Yaratıcı kaos: Sistematik olarak bir kaos yaratalım, deniz dalgalanmadan durulmaz, dediler ve bu süreçten sonra bir şey durulmadı.
  • 2008’den itibaren başlayan süreçte Irak askerleri çekildi.
  • Bağdat’taki Amerikan büyükelçiliği en büyük büyükelçilik dünyadaki. Vatikan büyüklüğünde bir yer. Sıradan diplomatların burada çalıştırıldığı yalanına inanmak zor. 5 ila 10 bin askerin bulunduğu biliniyor. 15-30 bin diplomat var.
  • Irak işgalinin sadece Irak’ı düzeltmek, bölge ülkelerine çeki düzen vermek için değil, onların itibarını vs. sistematik olarak yok etmek için araçsallaştırıldığını görüyoruz.
  • 1 Mart tezkeresi olayı, Türkiye’ye Arap dünyasında bir itibar kazandırmıştır. Dışarıda karşıymış gibi gözükse de AKP hükümeti, alttan alta Irak işgalini destekleyen bir ülke olarak ortaya çıktı.
  • Türkiye şu anda neyden şikâyet ediyorsa, o zamanki kendi aksiyonlarının sonucu olduğunu görüyoruz.

 

  • Mehmet Alkış: Eğer devletler ırkçıysa bu sorun çözülmez.”
  • Halepçe’de kimyasal silahlarla saldırdılar. Elma kokusu buradan geliyor. Elma kokan silahlarla öldürmüşler.
  • Arap dediğiniz zaman akla Müslüman geliyor, Kürt, Türk, İranlı dediğiniz de de. Bu dört milletten birinin devleti yok: Kürtlerin.
  • Milli Mücadele denilen süreçte Osmanlı sistemi devam edecekti verilen karara göre, buna uyulmadı
  • Misak-ı Milli sınırlarından taviz verilmeyecek deniyor. Batı buna karşı çıkıyor.
  • Lozan kabul edilince Kürdistan dediğimiz bölge dörde bölünüyor.
  • Söze göre birlikte yaşanacaktı. Kürtler asli unsurdu. Ama batı aksini istedi ve bundan vazgeçilmiş oldu.
  • Kürtlere niye devlet vermediler? Onlar bu süreci yaşamaya mahkûm edildi. Arapların, Türklerin, İranlıların kontrolü altında yaşamaya mahkûm edildi.
  • Batı’nın gelmiş geçmiş en büyük projesi ırkçılıktır, milliyetçiliktir. İslam dünyasından önce diğer topraklarda geçerli oldu, buraya geç geldi ama geldi.
  • Fransız ihtilali sürecinden beri herkes birbirinin düşmanı, etnik ve dini unsurlar birbirinin düşmanı oldu. Durum böyle şimdi.
  • Seküler ırk teorisine göre en gelişmiş ırklar ayakta kalır, diğerleri ölür. Bu düşünceden dolayı Batı, bütün dünyayı sömürme hakkını kendinde görüyor.
  • Lozan’da Misak-ı Milli gayesi tam olarak değişiyor ve Türklerin devleti kurulmuş oluyor, Osmanlı sistemi terk ediliyor.
  • Başlangıçta Kürtlerin devlet sahibi olmasını engelleyenler İngilizler. ABD ise Kürtleri sahiplenmeye başladı. Kürtlerin kazanımlarının hepsi ABD’ye borçlu. Aynı şeyi Suriye’de yapıyorlar şimdi de. Önce onları mahkûm eden bir politika, sonra da sahiplenen bir politika. Tabii kendi çıkarları için yapıyorlar bunları.
  • Temel mesele Kürt meselesi değil. Temel mesele ırkçılık, milliyetçilik. Dünyadaki bütün toplumların kılcal damarlara kadar işlemiş bir zihin.
  • Osmanlı’da da sorunları vardı Kürtlerin tamam ama ırkçılık teorisinin yaygın hale gelmesiyle aynı problemler değildi.
  • Eğer devletler ırkçıysa, çözülmez bu sorun.
  • Müslümanlar yok bu işlerde. Kendi teorilerine uygun bir paradigmaya sahip çıkmadılar. Başkaları yönetti, emperyalistler yönetti, Müslümanlar da tabi oldu bunlara.

Notlar: Melike Belkıs Örs

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Haberler

Üsküdar’da Eylem: Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB, 13 Temmuz 2025 Pazar günü Üsküdar sahilde “Yoksulluk Büyüyor, Açlık Derinleşiyor” temalı bir eylem yaptı. Eylemde açlık sınırının 4 bin lira altına düşen asgarî ücret uygulaması “kölelik” olarak nitelendirildi. Faiz ödemelerinin bütçenin çok büyük kısmını sermaye sahiplerine aktardığı vurgulanan açıklamada emekçilerin alın terinin, tabiatın yağmalandığı ifade edildi ve örgütlü mücadele çağrısı yapıldı.

Eylem boyunca “Emekçiler Köle Olmayacak, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, Ezilenler Birleşin Zalimleri Def Edin, Asgarî Ücret Köleliktir, Zam Sömürü Yağma Düzenine Hayır, Emekliler Ölüme Terk Edildi, Yoksulluk Büyüyor Açlık Derinleşiyor, Faizci AKP Hesap Verecek, İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor, Allah Adaleti Emreder, Hakça Bölüşüm Adil Paylaşım, Rakamlar Sahte Sömürü Gerçek, Allah Adaleti Emreder” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Sağlık İlke-Sen MYK üyesi Emre Ulukaya’nın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

TABİATIYLA, İNSANIYLA YAĞMALANAN, SÖMÜRÜLEN

BİR ÜLKE FOTOĞRAFINDA YOKSULLUK BÜYÜYOR,

AÇLIK DERİNLEŞİYOR!

Bismillahirrahmanirrahim,

Kıymetli dostlar,

Vakitler; aylar ve yıllar su gibi geçiyor ancak ülkede adaletsizlikler bitmiyor.

Yoksullardan, ezilenlerden yana bir iyileşme olmuyor.

İşçinin, emekçinin, esnafın, köylünün, alın teri ve emeğin lehine bir gelişme yaşanmıyor!

Biliyorsunuz, 2025 yılı için geçerli olan asgari ücret

22 bin 104 lira 67 kuruştur.

1 Ocak 2025’ten itibaren uygulanan bu sömürü ve kölelik ücreti şu an itibariyle açlık sınırının net 4 bin lira altına düşmüştür.

Evet, yanlış duymadınız: Asgarî ücret açlık sınırının tam 4 bin lira altına düşmüştür!

İstanbul halkı!

Asgarî Ücret denen uygulama, kapitalist sömürü düzeninin köleci karakterinin açık ve somut örneğidir.

Evvelâ bu uygulama ile, kapitalist işleyişle hesaplaşılması gerektiğini vurgulayalım.

İnsan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan, köleciliği dayatan bu düzen, kendini asgarî ücret zulmü ile gösteriyor.

Biz bu dayatmaya, kapitalizmin yıkıcılığına, devlet ve sermayenin ortaklaşa emek ve haysiyet düşmanlığı yapmalarına karşı adaletten ve dayanışma cephesinden yana duruyoruz.

Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesini savunuyoruz.

Emek ve haysiyet mücadelesinin ancak bu ilkeye tutunarak mümkün olabileceğini haykırıyoruz.

Kapitalist sömürü düzenine karşı duran vicdanlar!

TÜİK’in sahte enflasyonu bile yüzde 35’in üzerindedir.

Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG’ın tespitlerine göre ise enflasyon yüzde 69 seviyesindedir.

Aradaki farka dikkatinizi çekmek isteriz.

TÜİK verilerinin gündelik hayatla ne kadar uyuşup uyuşmadığının takdirini size bırakıyoruz.

Temel ihtiyaçlarınızın fiyatlarının ne kadar arttığını sizler çok iyi biliyorsunuz.

Biliyor ve görüyoruz ki TÜİK, türlü numaralarla bu maliyetlerin gerçek oranlarını gizliyor.

Kamu çalışanlarının hak ettikleri maaş artışlarını bu ucuz numaralarla kırpıyor, bütün emekçilere dönük ücret politikalarını olumsuz yönde belirlemiş oluyor.

Doğalgaza yaptıkları yüzde 25’lik astronomik zammı da maaş artışlarına yansımasın diye kendilerince uygun tarihlerde yapıyorlar!

Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar hakikati örtemezler.

Güneş balçıkla sıvanmaz!

Yoksulluğu, pahalılığı, sömürüyü asla gizleyip saklayamazlar!

Emeğin dostları,

Halkımız barınma, eğitim, sağlık gibi temel haklara ulaşmakta zorlanıyor.

Kapitalist sömürü düzeni, nefes almayı bile halkımıza çok görüyor.

“Kriz” denilen yıkım süreçleriyle emek ve alın teri yağmalanıyor.

Emek ve alın terinin yağmalanması yetmiyor tabiat talan ediliyor!

Daha geçen gün yine Üsküdar’da zeytin ağaçlarının sermayenin maden yağması için nasıl katledileceğini izah eden bir eylem yaptık.

Şu anda köylerde, Ankara’da insanlar, hükümet-sermaye ortaklığında yağmalanan tabiatı korumak için ayaktalar, isyandalar, eylemdeler!

Tabiatıyla, insanıyla yağmalanan, sömürülen bir ülke fotoğrafı var karşımızda!

Ayakta kalmakta, yaşamakta zorlanan halkımızın tümüyle köleleştirilmesi için devlet-sermaye iş birliği tam gaz ilerliyor.

Kıymetli halkımız,

Açık ve net bir tablo çizelim:

70-80 metre karelik evlerin ortalama kirası artık en az 20-30 bin liradır.

Ulaşım maliyetleri kat kat artmıştır.

Aileler, çocuklarının eğitim süreçlerindeki masraflarını karşılayamamaktadır.

Şehir içi, şehirler arası ulaşım halkımıza adeta hapishane hayatını dayatıyor.

Ekonomik yetersizlikler, halkımızın tedavi imkânlarını ellerinden alarak sağlık sorunlarını derinleştiriyor.

Yoksulluk sınırının 85 bin liraya, açlık sınırının 26 bin liraya ulaşması ne demektir arkadaşlar?

Şimdi size soruyoruz:

Açlık sadece gıdayla ilgili bir durum mudur?

Barınma, sağlık, ulaşım, eğitim, kültür alanlarındaki açlıktan bahsetmeye bu ülkede sıra bile gelmiyor!

TÜİK verileri üzerindeki şaibe sürüyor. TÜİK, yargı kararına rağmen madde fiyat listesini yine açıklamadı.

Evet, 1 Ocak 2025 tarihinde Açlık sınırı 22 bin lira seviyelerinde iken bugün Açlık Sınırı 26 bin lira seviyesine ulaşmış ancak AKP iktidarı ve onun temsil ettiği sömürü düzeni, bırakın “Hakça Bölüşüm-Adil Paylaşım” ilkesine yaklaşmayı, asgarî ücrete ek zammı bile gündemine almıyor!

İşte emekçilere, milyonlarca aileye ancak açlık sınırının altını yani ölümü lâyık görüyorlar!

İstanbul halkı; siz, bu vicdansızlığa razı mısınız?

Çalışanların en az yarısı asgarî ücretle çalışıyor arkadaşlar.

7 milyondan fazla kişi bu kölelik ücretine tâbîdir.

Yine çalışanların yüzde 22’si asgarî ücrete bile erişemiyor.

Bu ne demek biliyor musunuz?

En az 1,5 milyon insan kölelik ücreti bile alamıyor!

Bir de başta sınırsızca sömürülen mülteci emeği olmak üzere kayıtlara geçmeyen sayısız emekçinin çok daha kötü durumu var!

Daha da korkunç olanı ise emek ve ekmek mücadelesinde her yıl en az 2 bin işçi kardeşimiz iş cinayetlerine kurban gitmesidir!

İSİG Meclisi’nin raporuna göre yılın ilk altı ayında hayatını kaybeden işçi sayısı 961’e ulaşmış durumdadır!

Sadece Haziran ayında iş cinayetlerinde en az 164 kardeşimiz katledildi.

Bu büyük katliamın nasıl oluyor da üzeri örtülüyor!

Ezilenlerin, yoksulların, emek ve alın terinin yanında hizalanan kardeşlerimiz! 

Milyonlarca emekli çok çok düşük maaşlarıyla adeta ölüme mahkûm edilmiştir.

Yıllarca çalışıp didinerek emekli olanlar için hayat artık çekilmez bir işkencedir.

2019’da ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının 2 katı iken 2024’te yüzde 16 fazlasına gerilemiştir.

Tıpkı asgari ücrette olduğu gibi emekli aylıklarını da en dipte eşitlediler!

En düşük emekli aylığı alan 3 milyon 716 bin kişinin payına düşen şey KATMERLİ AÇLIK’tan başka bir şey değildir arkadaşlar.

TBMM’de en düşük emekli maaşının 35 bin lira olmasını isteyen bir milletvekilinin talebine karşılık AKP sıralarından kahkaha atıldığını da arsızlığın boyutlarını sergilemesi bakımından buraya not edelim.

En düşük emekli maaşının 14 bin 469 liradan 16 bin 881 liraya yükseltilmesine Meclis Genel Kurulunda onay verenlerin nasıl bir adalet anlayışına sahip olduklarını merek ediyoruz.

Evet, Açlık sınırı 26 bin lira iken, en düşük emekli aylığı 16,881 lira olarak belirlenmiştir.

Bu taksime göre milyonlarca emekli, yaşayan ölü hâline getirilmiştir.

Kıymetli dostlar!

Sermaye sahipleri tarafından mülteci emeği sınırsızca sömürülmektedir.

Egemen dünya düzeni, coğrafyaları talan ederek halkları mültecileştirmektedir.

Yaşama tutunabilmek için oradan oraya savrulan sığınmacıların çaresizliğini kullanan kapitalist zalimler; uzun çalışma saatlerini, zorlu çalışma koşullarını ve çok çok düşük ücretleri güvencesiz ve sosyal haklarından mahrum mülteci emekçilere dayatmaktadır.

Bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi sığınmacılar, kim oldukları bilinen ırkçı çevrelerin linç girişimlerine maruz kalarak katledilmekte, ev ve iş yerleri yağmalanmaktadır.

Hâlbuki hesap, yerli-sığınmacı demeden hepimizi sömüren yerel ve küresel kapitalist düzenden sorulmalıdır.

Öfke, o sömürücü zalimlere yöneltilmelidir.

En alttaki savunmasız insanlara yapılan saldırılar başka bir zulümdür ve gerçek zalimin işine yarar!

Ezilenler dayanışma içinde olmalı, kendilerini birbirlerine kırdırmak isteyenlere fırsat vermemelidir.

Emeğin dostları,

Kapitalistlerin hizmetindeki siyasal düzenin temsilcisi AKP iktidarı, memleketin bütün kaynaklarını yerel ve küresel sermayeye aktarmak için çırpınmaktadır.

Halkın ve ülkenin sırtından servetine servet katan bu asalak zümre, AKP’nin yüksek faiz cenneti yaptığı Türkiye’de yoksuldan zengine servet transferinin yarattığı sonuçların keyfini sürmektedir.

Hazinenin faiz ödemeleri ilk 6 ayda 1 trilyon 36 milyar lirayı aştı. Sadece Haziran’da hazine 250 milyar lira faiz ödedi. İlk altı ayda faiz ödemelerinin toplam ödemelere oranı yüzde 14,90’a yükseldi.

2025 bütçesinden faiz ödemeleri için plânlanan payın 1 trilyon 950 milyar lira olarak hesaplandığını hatırlatırsak sene sonunda ne kadar daha faiz ödeneceğini tahmin edebiliriz!

Yüksek enflasyon ve vergi üstüne vergilerle halkı canından bezdiren; sermaye sahiplerinin değil de emekçilerin ücretlerine göz diken, alın terini yağmalamak için türlü numaralar çeviren bu zam, sömürü, yağma düzenine karşı sesimizi daha çok yükseltmeliyiz.

Bir yandan finansal yağma; diğer yandan neoliberalizmin dağ-taş, nehir-ova, ırmak-göl demeden sınırsız talanına açılarak delik deşik edilen Anadolu coğrafyası bize, azgın sermaye düzeninin fotoğraflarını sunmaktadır.

AKP iktidarı, kapitalizmden çıkmayı tercih etmek yerine sahte iklim kanunlarıyla yeni ifsatlara yol vermekte, zeytin kanunu ile yaşam kaynaklarımıza sermaye lehine tırpan vurmaktadır.

Yoksullaştırılmış halkımız vergi sağanağı altında perişan olurken büyük şirketlerin devâsâ vergi borçları silinmektedir.

TÜİK verilerine göre 2023 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre artarak yüzde 50’ye ulaşmış; en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay daha da azalarak yüzde 6’nın altına inmiştir.

Necip Fazıl’ın, “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!” diye tasvir ettiği bu sömürü tezgâhı işte böyle işlemektedir!

Kardeşler,

Bütün bu köleci, ifsat tablosuna karşı teklifimiz nedir?

Konuşmamızın başında da belirttiğimiz gibi “Hakça Üretim ve Bölüşüm, Adil Paylaşım” ilkesi şiârımız olmalıdır.

Allah, insanlar ve diğer bütün canlılar için sayısız nimet yaratmıştır.

Peki, problem nereden kaynaklanmaktadır?

Egemen sınıfların herkes için yaratılan nimetlere el koymasından elbette!

Yani hırsızlar, örgütlü hırsızlık düzenleri, örgütlü soyguncular bütün herkesten ve tabiattan çalmaktadır.

Devletler ve sermaye el ele vererek herkesin olması gereken nimetlere el koymaktadır.

Teklifimiz tabiatı ifsat etmeden üretmek; üretileni, Allah’ın herkes için verdiği nimetleri hakça bölüşmektir, adil bir şekilde paylaşmaktır.

Teklifimiz, rekabet temelli kapitalizme karşı dayanışmayı temel ilke kabul etmektir.

Bankalar, holdingler büyürken esnaf batıyor, küçük köylü yok oluyor, işçiler her ay yüzlercesiyle iş cinayetlerine kurban gidiyor! O hâlde neden dayanışarak sesimizi, itirazımızı daha çok yükseltmiyoruz!

Emekten, alın teri ve dayanışmadan yana duran dostlar,

Sermaye düzeninin müfsit, sömürücü ve köleci dayatmalarına karşı yan yana duralım!

Âlemlerin Rabbi olan Allah kimseyi kimseye “efendi” olarak yaratmamıştır.

Kimileri açlık ve yoksullukla mücadele ederken kimileri çaldığı, gasp ettiği nimetleri stoklayarak, çitleyerek huzur ve zenginlik içinde yaşayamaz!

Haysiyet mücadelesi veren herkes bu işleyişe çomak sokmalıdır, adalet için haykırmalıdır, ifsada geçit vermemelidir.

Şüphesiz ki Allah ifsat edenleri, zalimleri sevmez; adaleti emreder!

Tekrar tekrar haykırıyoruz:

Egemenlerin, yoksulluk sınırı 85, açlık sınırı 26 bin lira iken yoksul emekçi kitlelere 22 bin lirayı lâyık gören zam, sömürü, yağma düzenine itiraz edelim!

Emeğinin, alın terinin karşılığını alamayan, ürünleri yağmalanan çiftçilerimiz traktörleriyle yollara, meydanlara çıkarak mücadelesini yükseltiyorlar!

Hâl-i hazırımızı, geleceğimizi, tabiatımızı yağmalayan; gençlerimizi geleceksiz bırakan; emeklilerimizi ölmüşten beter eden; alın terini değersizleştirip sermayeye peşkeş çeken; çalışırken köleleştirdiği emekçileri iş cinayetleriyle hayattan koparan; halkımızın bir bütün hâlinde yaşam umudunu öldüren zalim düzen, biz itiraz etmezsek daha da pekişecektir.

Bu sömürü çarkını ancak adalet ve eşitliği hedefleyen ıslah mücadelesini yükselterek kırabiliriz.

Bu köleci düzeni reddedelim; emek ve alın terine düşmanlık yapan bütün organizasyonları dağıtalım!

İnsan onur ve haysiyetini Beled Sûresi 13. ayette “Fekkü Raqabe!-Kölelere Özgürlük” beyanıyla işaret edilen güzergâhı takip edip bu sömürü düzenine “Hayır!” diyerek savunabiliriz.

Şüphesiz ki Allah eşitlik ve adaleti emreder; kötülüğün her çeşidini yasaklar, lânetler!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

Haberler

ÖYB’de Mehmet Akif Koç Söyleşisi: Süreç, Aktörler ve Ortadoğu’nun Geleceği

Yayınlanma:

-

Ortadoğu uzmanı Dr. Mehmet Akif Koç, “Filistin, İsrail ve İran – Süreç, Aktörler ve Ortadoğu’nun Geleceği” kitabı çerçevesinde Özgür Yazarlar Birliği’nde bir söyleşi gerçekleştirdi.

Program, video kaydından izlenebilir.

Devamını Okuyun

Videolar

Üsküdar’da Eylem: Torba Yasayı Geri Çek! Zeytine, Ormana, Kıyılara Dokunma! (video haber)

Yayınlanma:

-

Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD İstanbul’da, Üsküdar Mimar Sinan Meydanında bir eylem düzenleyerek kamuoyunda “süper izin” olarak bilinen ve zeytinliklerin maden sahası ilan edilmesini kolaylaştıran yasa tasarısını protesto etti; yasa teklifinin geri çekilmesini istedi.

Kıyıları turizm talanına açan yönetmeliğin de halkın kıyılarla irtibatının tümden kesildiği vurgulanarak eleştirilen eylemde, sermaye ve iktidarın ortaklaşa sebebiyet verdiği ekolojik ifsat eleştirildi; ormanlara, zeytin sahalarına, kıyılara ve bir bütün hâlinde tabiata sahip çıkılması çağrısında bulunuldu.

Eylemde “Torba Yasayı Hemen Geri Çek, Süper İzin Süper Talandır,  Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, AKP Elini Doğamızdan Çek, Zeytine Ormana Geleceğe Dokunma, Zeytine Ormana Kıyılara Dokunma, Kahrolsun Kapitalist Yağma Düzeni, Zeytin Direniş Hayat Demektir, Sermayeye İktidara Diren Diren Her Yerde, Kazdağlarında Akbelen’de Diren Diren Her Yerde, Altına ve Kömüre Diren Diren Her Yerde, Madenlere Siyanüre Diren Diren Her Yerde” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Eylemde topluluk adına Meryem ve Karayıl ve Sacide Uras’ın okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

 Zeytine, Ormana, Tabiata, Geleceğe Dokunma! Torba Yasayı Geri Çek!

Rantı, Sermayeyi Değil; Hayatı Savun!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Kıymetli dostlar,

Neoliberalizmin resmî belgesi olan 24 Ocak kararlarının sonuçlarını tüm yakıcılığıyla yaşamaya devam ediyoruz.

Küresel sermaye ve ona göbek bağıyla irtibatlı yerli işbirlikçi sermaye doymuyor; ülkemizin, tabiatımızın bütün imkân ve güzelliklerini yağmalayama devam ediyor!

AKP iktidarında hızlanan yağma ve talanın zirveye çıktığı bir dönemdeyiz.

Ülkenin yaklaşık 3’te 2’sini maden sahası ilan ederek ormanları katleden, topraklarımızı siyanürle zehirleyen, HES’lerle dereleri kelepçeleyen şirketlere peşkeş çeken AKP iktidarı şimdi de yeni yasal düzenlemelerle bu yağma, talan ve ifsadı derinleştiriyor!

Önce kıyılardan başlayalım:

26 Haziran 2025 tarihli yönetmelik değişikliğiyle kıyılardaki özel mülkleştirme yasal hâle getirilmeye çalışılıyor. Kıyılardaki işgaller, sözde hukuki bir zemine kavuşturuluyor.

Bu değişiklik, açıkça “adrese teslim bir düzenleme”dir arkadaşlar!

Bu değişiklikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilen orman alanlarının kıyı kenar çizgisinin deniz tarafı, “turizm” amacıyla önceden tahsis edilen alana ek alan olarak sermaye sahiplerine devredilecektir.

Ülkemizin en güzel kıyılarının büyük çoğunluğu zaten turizm sermayesinin, otellerin işgali altındaydı şimdi geri kalan mıntıkaları da bu arsız ve doymak bilmeyen iştahlara teslim edecekler ve halkımızın denizlere ulaşmasının neredeyse tümüyle önüne geçecekler!

Bu uygulamayı hemen, derhâl, şimdi iptal edin! Şunu bilin ki tabiat, sizin rant alanınız değil; Rabbimizin herkese eşit olarak verdiği nimetler bütünüdür!

Arkadaşlar,

Çok uzun süredir Türkiye’de büyük bir orman direnişi, büyük bir dere direnişi, büyük bir ağaç direnişi hülâsâ büyük bir tabiat direnişi var!

Bu direniş; küresel sermayeye ve onun işbirlikçisi yerel sermayeye karşı veriliyor!

Bu direniş, kendini sermayenin hizmetine adamış iktidara karşı veriliyor!

Bu direniş; Kaz Dağlarından Akbelen ormanlarına, Dersim dağlarından Karadeniz ormanlarına, derelerine kadar bütün bir ülkeye; Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış durumda!

Bu direniş; zeytinliklere göz dikmiş, onları yok ederek kömür çıkarmak isteyen enerji kartellerine karşı veriliyor!

Biz de bugün bu direniş zincirinin bir halkası olarak meydanlara çıktık ve İstanbul’dan ses veriyoruz:

“Yağma yok! Zeytine, ormana, derelere, kıyılara dokunma! Yağmacı sermayeye geçit vermeyeceğiz!” diye haykırıyoruz!

Kıymetli Dostlar,

Orman, zeytinlik, mera ve sit alanlarını madene açacak ve kamuoyunda “süper izin” olarak adlandırılan arsız torba teklifi Meclis’te görüşülmektedir.

Şimdi, sürecin nasıl öngörüldüğüne bakalım:

Bu teklifle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne (MAPEG) sınırsız yetki verilirken, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçleri hızlandırılıyor, Cumhurbaşkanı başkanlığındaki kurul, son sözü söylüyor. Acele kamulaştırma kurumsallaşıyor ve ekokırım yasal zemine oturtuluyor!

Bu yasa çerçevesinde “stratejik” ve “kritik” madenler belirlenecek. Bu konudaki kararlar da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atadığı kurul tarafından verilecek. Bu türden madenlere ilişkin acele kamulaştırma ve stoklama kararları yine kurul tarafından verilecek.

“Acele kamulaştırma” zaten iktidar tarafından son dönemde sık kullanılan bir yöntemdir. Bildiğinzi gbii vahşi madenciliğe, sömürge madenciliği uygulamalarına karşı çıkanların tarlalarına, meralarına, zeytinliklerine “acele kamulaştırma” kararlarıyla el konuluyordu. Bu teklifle birlikte “acele kamulaştırma” bir başka deyişle “acele çökme” projelerine yasal bir kılıf da getirilmiş oluyor.

Teklifin üçüncü maddesiyle, MAPEG’e devlet ormanlarında süper yetki veriliyor. Orman alanlarında madencilik faaliyetlerine yönelik her türlü kararı MAPEG verecek. Kararları MAPEG alacak, ruhsatlandırmayı da MAPEG yapacak. Devlet ormanları MAPEG’e, MAPEG’de şirketlere devredecek.

Dördüncü grup madenler yaklaşık 2 bin hektarlık (20 bin dönüm) bir alanı kapsadıklarından, aynı alanda bulunan farklı madenlerin de ziyan edilmemesi için aynı alanda farklı madencilik faaliyetlerine de izin verilecek. Yani hem etinden hem sütünden hem de suyundan… Bölgenin canı çıkarılana kadar kanı emilecek!

Teklifin bir başka maddesiyle linyit kömürüyle çalışan termik santraller övülmekte, elektrik sisteminin yükünü taşıdığı belirtilmekte, linyit kömürünün çıkarılmasının ve yakılmasının stratejik bir zorunluluk olduğu vurgulanmaktadır.

Torba teklifte kömürlü termik santraller “hayati öneme sahip enerji yatırımları” olarak gösterilerek önündeki engellerin kaldırılması ve yasal koruma altındaki zeytinliklerin termik santrallere kurban edilmesinin yolu açılıyor.

Tabii o termik santrallerin hangi yandaş holdinglerce işletildiğini de çok iyi biliyoruz!

Evet arkadaşlar!

Kapitalizmden çıkmak yerine onun dayattığı yaşam tarzını sorgulanamaz kabul eden bir anlayışla karşı karşıyayız!

Sadece biz değil; bütün dünya, kapitalizmin enerji politikalarının kurbanı olmuş durumdadır. Küresel sermaye denen azgın canavarın kanı enerjidir. Çok büyük oranlarda fosil yakıtlarla sağlanan enerji, dünyanın can suyunu kurutmuş; sömürüyü derinleştirmiş ve tabiata ağır darbe vurmuştur.

Bugün eş zamanlı olarak Meclis’te görüşülen İklim Yasası da aynı sahtelikle maluldür. Sözüm ona tabiat, iklim, modern kapitalist medeniyetin işleyişinin zararlarından korunacaktır!

Elbette böyle bir şey olmaz arkadaşlar! Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. İnsanlığın artık belki de çok geç kaldığı bu kavşakta acil bir karar vermesi gerekiyor! Ya kapitalizmden, onun ifsat edici çevriminden çıkacak ya da böyle “İstemem yan cebime koy!” diyen sahte çözümlerle kendini ve halkları oyalayacak; derinleştirdiği ifsadıyla tabiatı ve yaşamı yok etmeye devam edecek!

İronik bir şekilde sözüm ona iklim yasası ile zeytinlikleri katledecek süper izin yasasını aynı günlerde görüşen iktidar, yine aynı günlerde ülkemizi yakıp kavuran orman yangınlarıyla ilgili olarak yıllardır almadığı önlemlerin hesabını vermeye yanaşmıyor!

İklimi korumak istiyorsanız iklimi yozlaştıran, sıcaklıkları artıran kapitalizmden çıkmanın yollarını arayın! Hayatı besleyip koruyan ormanlara, derelere, göllere, zeytinliklere sahip çıkın! Yangınlara karşı tedbirler alın! Yangın söndürme tertibat ve ekipmanlarını verimli seviyelere ulaştırın!

Bir yandan yangınlar bir yandan sizin yağmacı uygulamalarınız Namık Kemal’in şu mısralarını hatıra getiriyor:

Âh yaktık şu mübârek vatanın her yerini /

Saçtık eflâke kadar dûdunu, âteşlerini /

 Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Emperyalist şirketlerin her bir kazması, iş makinesi Anadolu’yu delik deşik ettikçe, ormanlar yok oldukça lütfen bu mısraları hatırlayın ve suç ve suçlular üzerine bir kez daha düşünün!

Islah çizgisinin temsilcileri,

“Süper izin” denilen bu “süper talan” teklifi yasalaşırsa Muğla’da bulunan Yeniköy-Kemerköy ve Yatağan termik santrallerinin çevresinde bulunan binlerce dönümlük zeytinliklere el konulacak!

Topraklarına ve zeytin bahçelerine el konulan çiftçilere ise başka alanlarda isterlerse toprak kiralanacak! Özetle, bu yasal düzenleme gerçekleşirse yüz binlerce zeytin ağacı katledilecek, köylüler mülksüzleştirilecek!

Bazı akl-ı evvel milletvekilleri de “Ne yapalım; zeytin ağacı taşınabilir, maden taşınamaz!” diyor. Arkadaşlar, daha önce taşıması yapılan zeytin ağaçlarının en az yarısının kuruduğu, hayatta kalanların da çok uzun süre meyve vermediği tespit edilmiştir.

Bu tabiat düşmanı sermaye sevicilere sormak istiyoruz:

Akbelen ormanlarında yaptığınız gibi binlerce zeytini katledeceksiniz! Peki, yarın sofranızda zeytin yerine kömür mü yiyeceksiniz? Yemeklerinizde zeytin yağı yerine kömür tozu mu kullanacaksınız? Yüz binlerce insanı tabiatından, üretiminden koparıp açlığa, yoksulluğa mı sürükleyeceksiniz? Sizin beceriksizlik ve ufuksuzluğunuzun faturasını halkımız mı ödeyecek!

Ayrıca, teklif dolayısıyla şunu bir kez daha vurgulamak durumundayız: Küresel iklim felaketinin yaşandığı bir dünyada termik santrallerin kapatılması çağrısı yapılırken, teklifle bu santrallerin ne kadar stratejik, vazgeçilemez ve önemli olduğunun altı çizilmesi az önce de bahsettiğimiz gibi ayrı bir garabettir!

Kıymetli dostlar,

Türkiye’nin dört bir yanındaki zeytinlikler, artık yalnızca tarımsal alanlar değil; birer mücadele hattı, birer sınav sorusudur. Bu soruyu geçemeyen bir toplum, sadece doğasını değil, kültürel sürekliliğini de kaybeder. Zeytin kesildiğinde sadece bir ağaç değil; bir halkın sesi, bir sofranın bereketi, bir ülkenin vicdanı da susturulmuş olur.

Zeytin ağacı, yalnızca bir Akdeniz bitkisi değildir; o, insanlığın ortak vicdanına kök salmış, toprağın hafızasıyla konuşan bir canlıdır. Barışın taşıyıcısı, sabrın öğretmeni, köklülüğün simgesidir. Onun her kıvrımı, her çentiği, binlerce yıllık bir zaman defterinin yaprağı gibidir. Sessizdir ama suskun değildir. Gövdesiyle geçmişi; dallarıyla geleceği anlatır. İnsan türünün hafızası zayıf olabilir ama zeytin unutmamıştır: Ne tufanı ne savaşı ne kuraklığı ne de ihaneti… Bu yüzden onun gölgesinde yalnızca insanlar değil, bütün çağlar dinlenmiştir.

Şu anda Filistin’de, Gazze’de devam eden Siyonist soykırımı da bu bağlamda hatırlamalıyız:

Zeytin, Filistin’de de direnişin sembolüdür. Nasıl Türkiye’de işgalci, yağmacı sermaye zeytinliklere, ormanlara, kıyılara saldırıyorsa Filistin’de de küresel sermaye desteğindeki işgalci İsrail; Filistin halkının tabiatına saldırmakta, zeytin ağaçlarını kesmekte, kıyılarını zapt ederek Trump’la beraber ikinci Riviera hayalleri kurmaktadır.

Bu durumda anlıyoruz ki zalimler her yerde birbirine benzer plânlar kurarken yine direnişler de birbirine benzer usullerle bu işgal ve zulümlere karşı koymaktadır!

İstanbul halkı,

TEMA vakfının daha önceki eylemlerimizde de bahsettiğimiz raporuna göre canlı tür çeşitliliği bakımından büyük öneme sahip olan “Önemli Doğa Alanlarının” büyük bölümü madencilik faaliyetlerinin tehdidi altındadır.

“Önemli Doğa Alanları”nın yüzde 55’i ihale ruhsat alanlarında, yüzde 40’ı aktif ruhsat alanlarında yer alıyor.

SİT alanlarının yüzde 66’sı maden alanı olarak ruhsatlanmış.

Tarım alanlarının yüzde 41’i aktif ruhsat, yüzde 37’si ihale sahasında kalıyor. Tarım alanlarının sadece yüzde 22’si herhangi bir ruhsat alanına dahil edilmemiş durumda.

Su havzalarının yüzde 31’i aktif ruhsat alanında bulunuyor.

Madenlerle delik deşik edilen, siyanürlerle zehirlenen ülkemiz coğrafyasını görüldüğü üzere eğer direnmezsek, karşı koymazsak yakın gelecekte çok daha kötü günler beklemektedir.

Sermayenin hırslarına karşı tabiatı, yaşamı savunan dostlar,

Rabbimiz A’raf sûresi 56. ayette “İyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” uyarısında bulunurken Rum sûresi 41. ayette ise “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı.” buyurmaktadır.

Aynı ayette “Bu şekilde [Allah], belki [doğru yola] geri dönerler diye yaptıklarının bazı [kötü] sonuçlarını onlara tattıracaktır.” diyor ve bize 6 Şubat Maraş depremini, Fukuşima’yı, Çernobil’i, Erzincan-İliç’i ve her sene daha da yoğunlaşan orman yangınlarını hatırlatıyor.

Kur’an-ı Kerim’deki bu beyanlar sosyolojik ve ekolojik çürüme ve yozlaşma hususunda insana dönük güçlü ikazlardır.

Kapitalist hırsların küreselleştiği ve hayatın her alanına sirayet ettiği bir dönemde bu ifsadın tam karşısında durmak mecburiyetindeyiz.

Hayata, tabiata, insanlara ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı bu, öncelikli bir sorumluluğumuzdur.

Zeytinime, ormanıma dokunma!

Sömürgeci sermaye Anadolu’dan defol!

Sermayeyi değil, tabiatı savun!

Anadolu’yu altın ve para hırsınıza teslim etmeyeceğiz!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikasıwww.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneğiwww.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x