Videolar
Siyonist Cumhurbaşkanının Ziyaretine Öfke Büyüyor (Video)

Yayınlanma:
1 sene önce-
Türkiye hükümetinin daveti üzerine 9-10 Mart tarihlerinde Ankara’da olması beklenen İsrail cumhurbaşkanı Herzog’un ziyaretine dönük tepkiler sürüyor.
İstanbul Eminönü’nde TOKAD, ÖYB, Eğitim İlke-Sen ve Sağlık İlke-Sen de yaptıkları eylemle Herzog’un ziyaretini ve Herzog’u davet eden AKP iktidarını protesto ettiler.
Eylemde konuşan Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs, İsrail’i meşrulaştırmaya dönük adımlara izin vermeyeceklerini söyledi ve duyarlı herkesi Filistin halkına savaş açan Siyonist işgalci rejimi benimsetmeye dönük politikalara karşı durmaya çağırdı.
Eylem boyunca, “İsrail’in Dostu Olmayacağız, Üsler Sökülsün Ticaret Kesilsin, Katil Herzog Türkiye’den Defol, Katil Herzog’u İstemiyoruz, İsrail’le İlişki İnsanlık Suçudur, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, İşbirlikçi AKP Hesap Verecek, Katil İsrail Filistin’den Defol, Katil Herzog Filistin’den Defol, Siyonistler Yenilecek Direnen Filistin Kazanacak, Yaşasın Filistin Direnişimiz” sloganları atıldı, tekbir getirildi.
HABER: Elif Aydın
Berke Kahraman ve Melike Belkıs Örs tarafından Türkçe ve İngilizceleri okunan açıklamanın tam metni şu şekilde:
SİYONİST KATİLLERE GEÇİT YOK
ZIONIST KILLER HERZOG, GET OUT!
İSRAİL’LE İLİŞKİYE HAYIR!
Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik münasebetler son dönemde yoğunlaşıyor. Özellikle, Siyonist rejimin Mavi Marmara katliamından sonra görece zayıflayan ilişkiler, her iki tarafın da arzusuyla onarılıyor.
Hepimiz biliyoruz ki diplomatik gerilimler yaşansa da Türkiye ile İsrail arasında yıllık 6 milyar dolar civarında seyreden ticari ilişkiler aksamadan devam etti. Bu arada, İncirlik ve Kürecik üsleri İsrail’i korumayı sürdürdü. Şimdi diplomasi öne çıkarılmaya çalışılırken, yeni ekonomik ve siyasal atılımlar planlanıyor.
Bütün bu planlamaların önemli bir parçası olarak Siyonist rejimin cumhurbaşkanı Herzog, iktidar tarafından Türkiye’ye davet edilmiştir. Herzog, 9-10 Mart tarihlerinde Türkiye’de olacaktır.
Biz, Siyonist işgale direnen Filistin halkına ve Filistin halkının yanında duran bütün haysiyetli halklara duyduğumuz sorumluluk ve bağlılıkla bu davet ve seferi açık, kesin bir dille kınıyor, peşinen reddediyoruz!
Katil ve gâsıp Siyonist çetenin yöneticilerini davet etmenin hiçbir meşru gerekçesi olamaz! Her gün adım adım Filistin topraklarını çalan; Filistin halkını mülksüzleştiren, onların evlerini yıkıp zeytin ağaçlarını söken; çoluk çocuk, genç yaşlı demeden herkesi tutuklama, hapis ve işkenceyle sindirmeye çalışan ırkçı, zalim bir rejimle herhangi bir münasebet kurulamaz! Bu ülkede yaşayan hiçbir vicdan bu hoyratlığı kabul edemez!
İslam ülkelerinin yöneticileri Filistin mücadelesini iç siyasetlerinde sonuna kadar kullandılar. Bugün artık o mücadeleyi dillendirmenin kendilerine herhangi bir prestij sağlamadığını anlamış olmalılar ki İsrail’le barışma ve anlaşma kuyruğuna girmiş durumdalar! Direniş ve mücadelenin şaka olmadığını, zamana yayılan ve bedel gerektiren bir süreç olduğunu görüp küresel düzenden yana saf tutunca Siyonist katillerle aynı masanın, aynı piyasanın etrafında buluşmaktan imtina etmemişlerdir.
İktidarının ilk yıllarında Siyonist rejim cumhurbaşkanını TBMM’de konuşturan AKP, dönüp dolaşıp bugün de bir başka katili ülkeye davet etmiştir. Bu ağır vebal, İsrail’le yakınlaşma politikalarına pek sevdalı Ortadoğu’daki diğer işbirlikçi rejimlerin günahlarıyla buluşarak yeni bir utanç levhası olarak tarihe havale olmaktadır.
Filistin mücadelesi üzerinden yıllarca politik rant devşirenler ırkçı, işgalci ve emperyalizmin taşeronu Siyonist rejimin yanında durmanın ne demeye geldiğini iyi düşünmelidir. Filistin halkı da, Filistin halkının yanında saf tutan bütün dünya halkları da bu tercihin tam olarak karşısında durmaya devam edecektir. Biz de öyle yapacağız! Unutulmasın ki vicdanlar ve tarih en iyi mahkemedir.
Akdeniz’deki Filistin ve Lübnan halkına ait doğalgaz rezervlerini “İsrail gazı” diye Avrupa’ya pazarlama sevdası hırsızlık ve yağmaya ortak olmaktan başka bir şey değildir. İsrail yöneticilerini ülkeye davet etmek, bunun için oraya önden heyetler göndermek, Kudüs’ün İsrail başkenti olduğu iddiasını kabul etmek demektir!
İşgalcilerle sıcak ve samimi ilişkiler kurmak Filistin’i bölen utanç duvarını onaylamak, Gazze ablukasına onay vermek demektir.
Bizler bütün bu işbirlikçilik ve kirli süreçleri tekrar tekrar ve yüksek sesle reddediyoruz.
İsrail’le bütün ilişkiler kesilmelidir.
İsrail’le anlaşma suçtur, ihanettir!
Siyonist katil Herzog, defol!
Yaşasın Filistin direnişimiz!
EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)
SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)
TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)
ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)
(Topluluk adına Berke Kahraman)
NO WAY TO ZIONIST MURDERERS! – ZIONIST KILLER HERZOG, GET OUT! – NO RELATIONSHIP WITH ISRAEL!
Diplomatic relations between Turkey and Israel have intensified recently. In particular, the relations that relatively weakened after the Mavi Marmara massacre by the Zionist regime are being restored with the desire of both sides.
We all know that even though there were diplomatic tensions, trade relations between Turkey and Israel, which were around 6 billion dollars per year, continued without interruption. Meanwhile, the İncirlik and Kürecik bases continued to protect Israel. Now, while there are attempts that emphasize diplomacy, new economic and political breakthroughs are planned.
As an important part of all these plans, the President of the Zionist regime, Herzog, was invited to Turkey by the government. Herzog will be in Turkey on March 9-10.
We, with the responsibility and loyalty we feel to the Palestinian people resisting the Zionist occupation and to all the honorable peoples who stand by the Palestinian people, openly and decisively condemn this invitation and campaign, and reject it in advance!
There can be no legitimate reason for inviting the leaders of the murderous and invader Zionist gang! No relationship can be established with a racist, cruel regime that tries to suppress everyone, regardless of whether they are children, young or old, with arrests, imprisonment and torture! No relationship can be established with a regime who steals Palestinian lands step by step every day, who dispossessed the Palestinian people, demolished their homes and uprooted their olive trees. No conscience living in this country can accept this brutality!
The rulers of Islamic countries used the Palestinian struggle in their domestic politics to the highest degree. Today, they must have understood that voicing that struggle does not provide them any prestige, because they are in the queue for reconciliation and agreement with Israel! When they saw that the resistance and struggle were not a joke, but a process that spanned time and required a price, they sided with the global order, and they did not hesitate to meet with the Zionist killers around the same table, the same market.
In the first years of its rule, the AKP made the president of the Zionist regime speak in the Grand National Assembly of Turkey and today has turned and invited another murderer to the country. By adding to the sins of other regimes in middle east that are very fond of policies of rapprochement with Israel, this grave shame made its way into the disgraceful history.
Those who have been for years making political profits over the Palestinian struggle should think carefully about what it means to stand by the racist, occupier Zionist regime which is subcontractor of imperialism. Both the Palestinian people and all the peoples of the world who sided with the Palestinian people will continue to stand against this choice. So will us! Let it not be forgotten that conscience and the history are the best courts.
The desire to market the natural gas reserves of the Palestinian and Lebanese people in the Mediterranean under the title of “Israeli gas” to Europe is nothing but a partner in theft and plunder. Inviting the rulers of Israel to the country, sending delegations from the front for this purpose means accepting the claim that Jerusalem is the capital of Israel! Establishing warm and cordial relations with the occupiers means approving the wall of shame that divides Palestine and approving the blockade of Gaza.
We repeatedly and loudly reject all these collaborative and dirty processes.
All relations with Israel must be cut off.
Dealing with Israel is a crime, a treason!
Zionist murderer Herzog, get out!
Long live our Palestinian resistance!
EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)
SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)
TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)
ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)
(On behalf of the community Melike Belkıs Örs)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği) 15. Dünya Vicdan Haftası (16-22 Mart) münasebetiyle bir program düzenledi.
Programda aynı haftaya denk gelen mühim hadiseler (Rachel Corrie’nin şehadeti-16 Mart 2003, Halepçe katliamı-16 Mart 1988, Irak işgali-20 Mart 2003, Şeyh Ahmet Yasin’in şehadeti-22 Mart 2004) vesilesiyle Filistin’de İsrail işgalinin ve direnişin geldiği boyut, ABD’nin Irak işgali sonrası Ortadoğu ve küresel bir boyut kazanan Kürt meselesi Selim Sezer, İslam Özkan ve Mehmet Alkış tarafından tartışıldı.
Programdan notlar şu şekilde:
Selim Sezer: “Cenin ve Nablus şu anda Filistin’in yeni direnişinin kalbi olma yolunda ilerliyor.”
- Rachel Corrie, 2003 yılı Gazze’deydi, yoğun saldırıların yaşandığı bir dönemde.
- Filistin’in içinde bulunduğu güncel saldırılar ve gelişmekte olan direniş hareketlerini ele alacağım ama tarihe dönme ihtiyacı görüyorum. Birikerek ilerleyen bir tarih… Pek çok temanın ve durumun yinelendiğini görüyoruz. Belli başlı birkaç temanın kendisini tekrar ettiğini vurgulamak gerekiyor.
- Dönemsel farklılıklar olmakla birlikte, devamlı bir geriye gidiş süreci oldu Filistinliler için maalesef.
- 1948’de yaşanan Nekbe süreci… 750 bin kişinin yaşadığı yerden çıkarılması ve mülklerine el konulması. Aslında bu, o zaman yaşanmış bitmiş bir süreç değil. İsrail’in aynı yöntemleri kullanmaya devam ettiğini görüyoruz. Sistematik olarak devam ediyor bu mülksüzleştirme süreci. Arap nüfusunu boşaltma süreci.
- İsrail’in hedeflediği şey: Kudüs’ün yüzde yüz Yahudi şehrine dönüşmesi. Filistinlilerden arındırılması.
- Şeyh Cerrah mahallesinde yaşanan süreçler… Sekiz ailenin buradan çıkarılmasının bir yolunu buldu. Direniş sebebiyle kısmen durdu.
- Bir yerleşimci diyor ki: “Sizin evinizi biz almasak bile başkası alacak.”
- Bu Arapsızlaştırma meselesi öyle boyutlara ulaşmış ki, mezarlıkların bile boşaltılma durumu var. İnsanların kemikleri çıkartılıyor ve boşaltılıyor. Geçmişi silmek için.
- Filistinlilerin günden güne daha yalnızlaşması… 48’lerde daha çok devleti buluyordu yanında. 1948’de Ürdün, yardım ediyor gibi görünüyor ama alttan da İsrail’le anlaşma yapıyor. 67 savaşı zaten malum… Sonrasında, savaşmak bir yana, söylem ve fiili duruşlarıyla Arap devletlerinin İsrail yanına gittiğini görüyoruz. 2020 sonrası özellikle, normalleşme süreçlerini görüyoruz. Barış diye sunulan bu süreçler, bir dizi anlaşmayı beraberinde getiriyor.
- Bu tarih, Filistinlilerin yalnızlaştığı bir tarih.
- Yerel direniş unsurlarını daha öne çıkardığını görüyoruz Filistin’in bu süreçte.
- 67-68 Filistin direnişinin yükseldiği bir tarih. Diğer Arap devletlerine bel bağlamadan. Kendi direniş dinamiklerini sürekli artırdıklarını görüyoruz.
- İntifada’nın başlaması ve beş yıl içinde önemli gelişmeler elde etmesi…
- Kendi başına bırakıldığı koşullarda yeniden taban örgütlenmesine gittiğini görüyoruz.
- Gazze’yi gördük genelde ama son dönemlerde Batı Şeria’da da görmeye başladık bunu. Tabandan insanların katılmasıyla. Kim bunlar? Oslo’dan sonra dünyaya gelmiş genç insanlar.
- Yerleşimcilerin gerçekleştirdiği saldırılar…
- Korkunç saldırılar:
- 48 saatte 250 zeytin ağacı kesildi. Evler, dükkânlar, arabalar yakıldı daha yeni.
- Batı Şeria’da yaşayan insanlar işgalin nasıl bir şey olduğunu kendi gözleriyle görüyorlar yani.
- “Biz her gün ölüyoruz, o zaman bari direniş yolunda ölelim!” anlayışı gelişti.
- Cenin ve Nablus şu anda Filistin’in yeni direnişinin kalbi olma yolunda ilerliyor.
- Farklı farklı Filistinli hareketlerin tabanlarındaki insanların oluşturduğu insanlar.
- Resmi olarak 3. İntifada yaşanıyor denmiyor ama ağır çekim bir intifada süreci diyebiliriz.
- Peki, ne bekleniyor? Ne yapılması gerekir? Devletler tarafından yalnız bırakılmış, yüz yıl boyunca kendi toprağından çok şey kaybetmiş bir halk var. Kendisine ait olanı alabilmesi iki yoldan geçiyor: içerideki direnişin büyütülmesi, ki böyle şu an. Dışarıda ise, Filistin’i destekleyen halkların, genel geçer bir dayanışmadan ziyade, doğrudan İsrail’e zarar verecek bir yaptırım sürecine girilmesi: BDS hareketi örneğinde olduğu gibi… Alışılagelmiş ürün boykotu haricinde, İsrail’le ilişkilerin kesilmesi için hükümetlere baskı yapılması, İsrail’le ortaklığı bulunan markaların boykot edilmesi, İsrail’le ilişkileri meşrulaştıracak her türlü ilişkiye karşı çıkılması. Örneğin, İsrail’de gerçekleştirilecek konserlere vs katılmayın çağrıları… Kültürel etkinlikler, İsrail’in kendisini aklayacağı şeyler. Dolayısıyla bunlara karşı durmak gerek.
- Birçoğumuz için Filistin meselesinin çok özel bir yeri var. Ama Filistin bir metafor aslında. Ezen-ezilen ilişkisinin çok saf bir şekilde tecelli ettiği bir durum. Gerçek anlamda Filistin yanında bir tutum alacaksak, bütün Filistinlilerin yanında durmamız gerekiyor. Rachel Corrie’nin dediği gibi, “zulüm bizdense ben bizden değilim.” demek gerekiyor.
- İslam Özkan: “Mezhepçilik fitnesinin Irak işgaliyle beraber başladığını görüyoruz.”
- Irak işgalinden hemen önce meydana gelen 11 Eylül olaylarında, emperyalist yayılmacı bir mantık Amerika’da neşet etmeye başlamıştı. “Gerekirse güç kullanarak demokrasiyi yaymalıyız!” mantığı işgal öncesinde çıkmaya başlamıştı yani.
- Bush’un iktidara gelmesi, farklı çevrelerin kullanmasına müsait birinin iktidara gelmesi, süreci kolaylaştırdı.
- Öncesindeki teorik süreçler, Bush’un iktidarıyla önü açıldı, bunların istediklerini yapmalarını sağlayan 11 Eylül olayları süreci tamamladı. Arkasından da Irak ve Afganistan olayları.
- Emperyalizm bizim acizliğimizi gizleyen bir unsur olmamalı. (Malik bin Nebi – sömürüye müsait olma durumu) Siz sömürüye müsait olduğunuz sürece, halkınızı düşünmediğiniz sürece, emperyalizm sizi her zaman rahatlıkla işgal edebilir, kullanabilir. Malik bin Nebi, bu kavramı, Cezayir’in sömürgeye direnişe çok geç başlaması bağlamında tartışır. İslam dünyasında sömürgeciliğin bazı durumlarda geç başlaması, acziyeti gösteriyor. Emperyalizm kavramı anti-emperyalist yapılar tarafından çok kullanılıyor. Ama çok sık kullanarak içini boşaltmamak gerekir. Kendi acizliğimizi örterek, suçu başkalarına atmak doğru değil.
- (Deprem mevzusu: NATO zaten içimizde mesela. Amerika’nın gemi göndermesine gerek yok yani.)
- Komplo teorilerle kavramlarının içini boşaltmamız yanlış.
- Müslümanların kurum inşa etmedeki zayıflığı, halkların emperyalizme karşı durmadaki acizliği. Bunları da görmemiz gerekiyor.
- Mezhepçiliğin ve taifeciliğin yaygınlaştığını görüyoruz. Mezhepçilik o kadar kurumsallaşmış ki, günlük hayatın parçası haline gelmiş. Ama Irak işgaliyle baktığımızda, Lübnan dediğimiz küçük bölgede, doğu halklarına örnek olamayacak işleyiş Irakla beraber gerçek olan bir şey olmaya başladı.
- Mezhepçi düşünce, Irak üzerinden bölgeye pompalanmış oldu. Bunun Amerika tarafından bilerek yapılmış olması çok muhtemel bir şey.
- Aslında siyasal içerikli çatışmalar, mezhepsel çatışmalar gibi gösterilmeye başlandı. Suriye meselesi… Dış dünyayla ilişkiler, nasıl yönetilecek vs gibi konularda olan bir çatışma normalde. Ama sonra, sanki Şiiler ile Sünniler arasındaki bir savaş gibi sunulmaya başlandı.
- Bu tür mezhebi şeyler kullanmak, işlerini kolaylaştırdı.
- Muhalefetin düşüncelerinin ancak böyle mezhebi bir yaklaşımla gerçekleştirilebileceği düşünüldü.
- Irak işgaliyle beraber başladığını görüyoruz mezhepçilik fitnesinin.
- İşgalden sonra, ordu dağıtılacaksa bile, Irak’taki bütün kurumları yok etti ABD.
- Yaratıcı kaos: Sistematik olarak bir kaos yaratalım, deniz dalgalanmadan durulmaz, dediler ve bu süreçten sonra bir şey durulmadı.
- 2008’den itibaren başlayan süreçte Irak askerleri çekildi.
- Bağdat’taki Amerikan büyükelçiliği en büyük büyükelçilik dünyadaki. Vatikan büyüklüğünde bir yer. Sıradan diplomatların burada çalıştırıldığı yalanına inanmak zor. 5 ila 10 bin askerin bulunduğu biliniyor. 15-30 bin diplomat var.
- Irak işgalinin sadece Irak’ı düzeltmek, bölge ülkelerine çeki düzen vermek için değil, onların itibarını vs. sistematik olarak yok etmek için araçsallaştırıldığını görüyoruz.
- 1 Mart tezkeresi olayı, Türkiye’ye Arap dünyasında bir itibar kazandırmıştır. Dışarıda karşıymış gibi gözükse de AKP hükümeti, alttan alta Irak işgalini destekleyen bir ülke olarak ortaya çıktı.
- Türkiye şu anda neyden şikâyet ediyorsa, o zamanki kendi aksiyonlarının sonucu olduğunu görüyoruz.
- Mehmet Alkış: “Eğer devletler ırkçıysa bu sorun çözülmez.”
- Halepçe’de kimyasal silahlarla saldırdılar. Elma kokusu buradan geliyor. Elma kokan silahlarla öldürmüşler.
- Arap dediğiniz zaman akla Müslüman geliyor, Kürt, Türk, İranlı dediğiniz de de. Bu dört milletten birinin devleti yok: Kürtlerin.
- Milli Mücadele denilen süreçte Osmanlı sistemi devam edecekti verilen karara göre, buna uyulmadı
- Misak-ı Milli sınırlarından taviz verilmeyecek deniyor. Batı buna karşı çıkıyor.
- Lozan kabul edilince Kürdistan dediğimiz bölge dörde bölünüyor.
- Söze göre birlikte yaşanacaktı. Kürtler asli unsurdu. Ama batı aksini istedi ve bundan vazgeçilmiş oldu.
- Kürtlere niye devlet vermediler? Onlar bu süreci yaşamaya mahkûm edildi. Arapların, Türklerin, İranlıların kontrolü altında yaşamaya mahkûm edildi.
- Batı’nın gelmiş geçmiş en büyük projesi ırkçılıktır, milliyetçiliktir. İslam dünyasından önce diğer topraklarda geçerli oldu, buraya geç geldi ama geldi.
- Fransız ihtilali sürecinden beri herkes birbirinin düşmanı, etnik ve dini unsurlar birbirinin düşmanı oldu. Durum böyle şimdi.
- Seküler ırk teorisine göre en gelişmiş ırklar ayakta kalır, diğerleri ölür. Bu düşünceden dolayı Batı, bütün dünyayı sömürme hakkını kendinde görüyor.
- Lozan’da Misak-ı Milli gayesi tam olarak değişiyor ve Türklerin devleti kurulmuş oluyor, Osmanlı sistemi terk ediliyor.
- Başlangıçta Kürtlerin devlet sahibi olmasını engelleyenler İngilizler. ABD ise Kürtleri sahiplenmeye başladı. Kürtlerin kazanımlarının hepsi ABD’ye borçlu. Aynı şeyi Suriye’de yapıyorlar şimdi de. Önce onları mahkûm eden bir politika, sonra da sahiplenen bir politika. Tabii kendi çıkarları için yapıyorlar bunları.
- Temel mesele Kürt meselesi değil. Temel mesele ırkçılık, milliyetçilik. Dünyadaki bütün toplumların kılcal damarlara kadar işlemiş bir zihin.
- Osmanlı’da da sorunları vardı Kürtlerin tamam ama ırkçılık teorisinin yaygın hale gelmesiyle aynı problemler değildi.
- Eğer devletler ırkçıysa, çözülmez bu sorun.
- Müslümanlar yok bu işlerde. Kendi teorilerine uygun bir paradigmaya sahip çıkmadılar. Başkaları yönetti, emperyalistler yönetti, Müslümanlar da tabi oldu bunlara.
Notlar: Melike Belkıs Örs

Yeni Pencere yazar ve editörlerinden Ahmet Örs ve Mehmet Ali Başaran söyleşisini ilginize sunuyoruz.
Videolar
Dilaver Demirağ: Doğadan Koptuğumuz İçin Onun Göstergelerini Okuyamıyoruz

Yayınlanma:
2 hafta önce-
Mart 7, 2023
Özgür Yazarlar Birliği seminerlerinde 05 Mart 2023 pazar günü Dilaver Demirağ, “Afet, Şov ve Sürünen Devrim” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi. Programdan notlar şu şekilde:
- Konuya sosyal teori ekseninden bakmaya çalıştım.
- Felaket, yıkım, afet… Bize bakan yönü böyle. Ama doğa için yenileşme, gençleşme imkânı… Depremler olmasa doğadaki besin döngüsü kendini koruyamayacak. Mesela madenler, maden suları vs. depremler sayesinde ortaya çıkan şeyler.
- Mesele kent dediğimiz şeye geldiğinde… İnsanların toplandığı mekânlar, konutlar inşa ediliyor çünkü buralarda. Betonla birlikte depremler büyük bir yıkım haline geliyor.
- Can kaybı önceden bu kadar çok değildi, eskiden de depremler olmasına rağmen.
- Ahşaptan yığma taşa geçince yıkıcı sonuçlar ortaya çıkmaya başlıyor depremlerde.
- Kentlerde afet dediğimiz olguyla karşı karşıyayız.
- Bilim, bilgide bir tekel inşa ettiği için yerel bilgiyi dışarıda bırakıyor. Örneğin, gören göz için, deneyimlerden bir şeyin yaklaşmakta olduğu anlaşılabiliyor. Yerel bilgi kaynağı, doğaya bakarak oluşturulabiliyor.
- Biz doğadan koptuğumuz için doğanın göstergelerini okuyamıyoruz.
- Paradigma meselesi de var. Aykırı bir şeyin kendini kabul ettirmesi zaman alıyor.
- Gökyüzündeki varlıkların yeri, etkisi, manyetik etkiler vs. Bunlara bakmıyoruz.
- Belli refah toplumlarında önlemlerle zarar minimuma indiriliyor. Ama bizim gibi ülkelerde bu yapılmıyor.
- Felsefe ve ahlak boyutu…
- Acı ile karşılaşınca sükût devreye giriyor. Sessizlik nedir? Konuşmanın bittiği yer, diye düşünürüz. Ama konuşmaya ara verilen bir dönemdir aslında. Yani konuşmanın bir parçası.
- İmajın, sözün yerini aldığı bir çağda, sükûta katılarak insanların yaralarına eşlik ediyoruz.
- Ama imajlarla birlikte, sözün hâkim olduğu bir yerde, tamamen seyirciye dönüştürülmeye başlandık.
- Afet pornosu: medyanın afetleri sunuş şekli. Belli seçili görüntüler oluşturuluyor, acılı vs. müzikler ekleniyor. “Reality Show” dediğimiz şey gibi. Mahremiyet ortadan kayboluyor, kameralar çekiyor insanları enkazdan çıkarken.
- Yani, seyirciye dönüşmeye başladığımız bu noktada, röntgenciye dönüşüyoruz, acıya eşlik etmekten ziyade.
- Duygu durumu da nötrleşiyor bir süre sonra. Hâlbuki bir duyguyu sindirebilmek ve hesaplaşabilmek için zamana, mesafeye ihtiyaç vardır. Ama medyatik süreçte o zaman oluşmuyor.
- Gösteri kavramı. Guy Debord… İmajların birikiminden oluşan bir olgu.
- Yardım eden insanlar, bir örgüt misal, onun fotoğrafını yayımlıyor. Bu, imajinatif bir şey haline dönüşmesini sağlıyor. Bir tür başa kakma halini alıyor yani. Bit tür siyasi kazanca tahvil etmeye başlıyor. Gösteri haline geliyor yapılan iş. Siyasi bir şov halini alıyor.
- Dayanışmanın hakikatini, bu gösteri, şov haline getirmeye ve araçsallaştırmaya başlıyor. Niyetiniz böyle olma bile!
- “İyilik yap, denize at; balık bilmezse Hâlik bilir!” mantığı ortadan kaybolup siyasi örgütlerin siyasi propagandasına dönüşüyor bu yardım.
- Dinin araçsallaşması… Muhafazakârlık anlayışı bunu üretmeye başladı. Siyasi meşruiyet aracına dönüştüğü için din, asıl hakikatini kaybetti ve siyasi araç haline geldi.
- Siyasi idealizm de, ahlaki, dini idealizm de ortadan kalkarak yapılan her şey şov halini almaya başlıyor.
- Hakikatın erozyona uğradığı bir çağ…
- Teknomodernizm, ölüm siyaseti… Teknomodernizm, İslami hareket içinde eski bir tartışma. Batı’nın fennini alalım, ahlakını almayalım! Ama bu böyle değil. Aracın bir ahlakı, kültürü var.
- Muhafazakâr kesimlerde görülen bir olay… Teknolojik başarılar, bir tür siyasi meşruiyet araçlarına dönüşüyor.
- Örneğin, mevcut iktidarın övündüğü şey: SİHA. Ölüm siyaseti. Ezen, kahreden eski devlet geleneğini baz aldığını gösterdi bize.
- Foucault – Biyopolitika’nın zıddı gibi. Biyopolitika à Hayatın biyolojik süreçlerinin iktidarın konusu haline gelmesi. İnsanları yaşatma üzerinden kurulması iktidarın. Bizde ise bu yok. Yaşamı, yaşatmayı merkezde tutan bir politika yok. Aksine, askeri geçit törenlerinin benzeri olan, teknofestlerde gördüğümüz silah araçları var.
- Biyopolitik bir iktidarda ölüm, iktidarın çaresizliğini gösteriyor.
- Nekropolitika, iktidarın konusunun artık ölüm haline gelmesi. Kimin yaşayacağına ve öleceğine onun karar vermesi.
- Askeri araçlarla övünülürken, yaşatma araçları üretmeyip onunla övünülmemesi çok ilginç.
- Modernlik iddiası güden bir devletin kaynağı genelde şuna dayanıyor: insanların felaketlere hazırlıklı olması. Ama bizim gibi siyasi iktidarların olduğu bir toplumda böyle bir çaba yok.
- Gösterilen acz durumu, siyasi dönüşümlerin kendini belli ettiği bir yer.
- Kamusal araç olmaktan çıkıyor yardım kısmı. Kamusal alandan çıkması, her türlü örgütün kendine rakip olarak görülmesi, yardımın da devlet tekelinde olmasına sebep oluyor.
- Her şeyin piyasalaştırılması, afet yönetimini de etkileyen bir olgu halini aldı.
- Örneğin, yangınları söndürmek için yapılan seferlerden şirketler para kazandı. Kamu uçakları ortada yoktu.
- Kalkınma mantığı: insanların yaşam alanlarının ekonomik bir unsura dönüştürülmesi. Maden kazaları, depremde olan olaylar, Kızılay’ın ticari bir mantıkla hareket ediyor olması… Bunlar kalkınma sürecinin bir parçası.
- Hayatı ekonomikleştirdiğiniz oranda, insanları kırılgan ve her türlü olumsuzluğa açık hale getirmiş oluyorsunuz.
- Teknomuhafazakârlıkla ilgili soru üzerine: Teknoloji ile sergilediği davranışlarda modernist, belli bir toplumsal sınıfın çıkarlarını ve kentlerin ticari bir marka haline getirilmesini esas alan bir mantık. Aynı zamanda da kültürel olarak muhafazakâr… Din de meşruiyet kaynağı.
- Depremler de Allah’ın koyduğu kanunların neticesi. Ama Allah’ın ceza verici bir despotmuş gibi algılanması, bu devletin politikalarının sonucunda böyle oluyor.
- Depremlerin, sellerin olması kader evet. Ama bunların felakete dönüşmesi kader değil.
- Sürünen devrim, kökten bir dönüşüm ama patlama halinde gördüğümüz olgular.
- Devlet dışı bir organizasyon sahası inşa etmeye başlıyor insanlar imece usulüyle. Kendi korunaklı alanlarını kendileri inşa ediyor. Burada da devletin dışarıda kaldığı bir alan inşa ediliyor. Bu bir süreç. Emekleye emekleye yapılıyor. Yavaş yavaş oluşan bir şey.
- Devrimin gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor.
- Bütün bu felaketler, kendi saçını kendi kesen bir halde olabileceğimizi gösteriyor. Devlet olmadan da yaşayabileceğimizi gösteriyor.
- Çevik olan devlet değil, toplum. Toplumda emir zinciri yok. Vicdani bir yükümlülükle hareket ediyoruz.
Notlar: Melike Belkıs Örs