Connect with us

Haberler

BTK Yetkilerinin Genişlemesi Yeni Bir Dönemi mi Başlatıyor?

Yayınlanma:

-

Türkiye’de sansür tartışmalarıyla sıkça anılan dijital alan artık sadece teknolojik değil; siyasi, toplumsal ve hatta ontolojik bir mücadele alanını da tarifliyor. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na (BTK) verilmesi plânlanan yeni yetkiler, bu dönüşümün en keskin örneklerinden biri olmaya aday.

Geçtiğimiz günlerde elektronik haberleşme ile ilgili BTK’nın yetkilerini genişletmeyi ve internet üzerinde denetimi radikal biçimde artırmasını öngören bir taslak kamuoyuyla paylaşıldı. Paylaşılan taslak henüz yasal bir çerçeve kazanılmasa da kamuoyunun yorumuna sunuldu. Taslakta özellikle 3. madde, dijital hak ve özgürlükler bağlamında endişe verici bir eşik sunuyor:

“Kurum, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu sağlığı ve benzeri kamu yararı gerekleri çerçevesinde, yetkilendirmeye tâbi olup olmadığına bakılmaksızın şebekeler üstü hizmet sağlayıcıların ilgili uygulama veya internet sitesine erişimin doğrudan engellenmesine karar verebilir.”

BTK’nin yetki alanlarını flu bir esnekliğe taşıyacak bu madde, sadece hukuki açıdan endişe verici değil, aynı zamanda modern tanımlamayla bile etik sınırların dışında kalmayı öngörüyor. Taslak resmileşirse 3. madde yer alan “milli güvenlik … ve benzeri kamu yararı gerekleri” ifadesinin belirsizliği BTK’nın etki alanını teorik olarak sınırsızlaştırabilir. Yani artık bir mahkeme kararı, yargı süreci ya da kamusal denetimi zorunlu kılan bir süreç gerekmeden hızlı bir sansür uygulanabilir. Devletin dijital refleksi, herhangi bir içerik ya da platformu, “kamu yararı”nı öne sürerek anında susturabilir.

BTK'nın internet erişimine dair yeni düzenleme taslağı ve sansür

Türkiye’de bir süredir gündemde olan sansür genişliyor mu?

Belgede Neler Var?

BTK’nın paylaştığı taslak belgede (ki bu, henüz yürürlüğe girmemiş bir yönetmelik taslağıdır), BTK’nın denetim araçlarının kapsamı ciddi şekilde genişletiliyor. En dikkat çekici başlıklar şöyle:

  • Şebekeler üstü hizmet sağlayıcılar: Bu tanım, WhatsApp’tan YouTube’a, TikTok’tan Signal’e kadar çok geniş bir dijital evreni kapsıyor. Taslak, bu tür platformlara “yerli temsilci bulundurma”, “BTK’ya veri sunma” gibi yükümlülükler getiriyor.
  • Doğrudan müdahale yetkisi: Mahkeme kararına ihtiyaç olmaksızın uygulamalara erişim engellenebilecek. Bu, Türkiye’deki mevcut 5651 sayılı yasadan bile daha ileri bir sansür yetkisi anlamına geliyor.
  • BTK’nın düzenleyici değil, yürütücü aktör hâline gelmesi: Kurum; artık sadece denetlemiyor, dijital alanı aktif olarak “biçimlendirme” yetkisine sahip oluyor.
Sen Ne Düşünüyorsun? Yorumunu Paylaş
1
Sen ne düşünüyorsun? yorumunu paylaşx

“Kamu Yararının” Sınırı ya da Sınırsız Yorumlama Yetkisi

Sunulan belgeye ilişkin bütün endişelerin düğümlendiği temel bağlam ise “kamu yararı” gibi muğlak bir kavramın neye göre tanımlandığı üzerine. ‘Kamu yararı’nın uygulama alanındaki yorumlama çeşitliliği bir yana, “çoğunluğun faydası için azınlığın haklarının göz ardı edilip edilemeyeceği” gibi kavramsal tartışmalar da bulunuyor. Bir gece yarası kararnamesi ile sistemin “zararlı” olarak tanımladığı uygulama ve platformlar için sansür mekanizması ışık hızıyla genişletilebilir!

BTK’ya verilmek istenen yeni yasal çehre aslında “yasa koyucu”nun belirleyiciliği açısından “modern devletin reflekslerini de iyi örnekliyor. Belgeye göre BTK, artık sinyal kesici değil, fiili bir infazcı gibi hareket edebilir ve üstelik bu infazın kurbanı çoğu zaman “içerik” değil, “erişim” olacak. BTK’ya verilen yetkilerin derinleştirilmesi ile yalnızca bir uygulamaya değil. Bir kamusal diyaloğa, bir protestoya, bir dayanışma zincirine ya da düzenin “zararlı olarak” kategorize ettiği herhangi bir iletişim biçimine kısıtlamalar gelebilir.

Yeni Normal: Dijital Otomatik Sansür mü?

İnternet sansürü, her türlü rejimde dünya genelinde farklı biçimlerde uygulanıyor. Çin’de “Büyük Güvenlik Duvarı” Google, Facebook ve Twitter gibi platformları engellerken, Rusya’da ise bağımsız medya için dijital kısıtlamalar getiriliyor. Türkiye’de ise BTK gibi kurumlar, “milli güvenlik” gerekçesiyle erişim engellerini hızla artırıyor. Avrupa’da dezenformasyonla mücadele adı altında birçok içerik denetlenirken, ABD’de büyük teknoloji şirketleri algoritmalar aracılığıyla bilgi akışını kontrol ediyor.

Temel güvenlik ve gizlilik endişelerine bir çözüm gibi gelişse de sansürün günümüzde küresel ölçekte internet özgürlüğünü daralttığı ve dijital alanda hem devletlerin hem de büyük sermaye gruplarının “muhalifleri”ni susturma aparatına dönüştüğü biliniyor. Geçtiğimiz Kasım ayında da Yenipencere’nin 2020’den beri aktif olan Youtube kanalı “şiddet” gerekçe gösterilerek sansürlenmişti. Özellikle 7 Ekim’den bu yana Filistin direnişini savunan birçok haber kanalı ve içerik üreticisi benzer biçimde sansürün hedefi haline geldi.

BTK’nın kamuoyu görüşüne açtığı taslak ise bu hâliyle yürürlüğe girerse Türkiye’de dijital alandaki sansürü derinleştirerek, internet iletişimini büyük ölçüde değiştirebilir. Sansür, artık bir istisna değil, önleyici ve kalıcı bir önlem hâline gelebilir. Tıpkı Orwell’in 1984’ünde olduğu gibi: Dilin, bilginin ve düşüncenin sınırları, “güvenlik” bahanesiyle belirlenebilir.

Dijital oto sansür mekanizması aslında modern devletlerin katı ulus kimlik ve sınırlarını  “fiziksel” olandan “sayısal” sınırlara ulaştırması anlamına da geliyor.

YeniPencere

1 Yorum
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Selami
Selami
6 ay önce
Sen Ne Düşünüyorsun? Yorumunu Paylaş" Read more »

sansür kadar sansüre uğrama korkusu da iğrenç birşey.

Haberler

Gazze Eylemleri Devam Ediyor: Ateşkes Sahte, Katliam Gerçek!

Yayınlanma:

-

29 Ekim 2025 Çarşamba günü Üsküdar Mimar Sinan Meydanında Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, ÖYB ve TOKAD tarafından düzenlenen bir eylemle Gazze’deki ateşkese rağmen İsrail’in yaptığı katliam ve saldırılar protesto edilirken Trump öncülüğünde yapılan barış ve ateşkes anlaşmasının sahte olduğu vurgusu yapıldı.

“Ateşkes Sahte Katliam Gerçek, Trump’ın Dostları Dostumuz Değil, Katil İsrail Filistin’den Defol, Kahrolsun İşbirlikçi Hainler, İşbirlikçi Rejimler Hesap Verecek, Yaşasın Küresel İntifada, Direniş Sürecek Filistin Özgürleşecek, İhanete Geçit Vermeyeceğiz, Bakü Ceyhan Hattından Akan Petrol Değil Kan, NATO’dan Çıkılsın Üsler Sökülsün, Nehirden Denize Özgür Filistin, İsrail’le Ticaret Filistin’e İhanet, Limanları Siyonizm’e Kapatacağız” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Topluluk adına Şilan Deniz’in okuduğu açıklamanın tam metni şu şekilde:

Kıymetli arkadaşlar,

İşbirlikçi rejimler, emperyalizmin ve Siyonizm’in durdurulduğu geçidi yıkmak için sözüm ona “barış” adı altında ellerinden gelen hâinliği yapıyor!

İşte ihaneti bir karakter hâline getirenler için rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

Onlara “Yeryüzünde fesat yaymayın!” denildiğinde “Biz sadece ıslah edicileriz!” diye cevap verirler. Gerçekte onlar fesat saçan kimselerdir, ama bunu (kendileri de) idrak etmezler. (Bakara, 11-12)

Yeryüzünü fitneye, ateşe, zulme boğanlar, bunu da “barış” diye sunanlar ve onlarla iş tutanların tarif edildiği bu ayetler şu anda Gazze’de tecelli ediyor arkadaşlar.

“Ateşkes, barış” diye şov yapan büyük şeytan ABD’nin şefi Trump ve etrafına topladığı işbirlikçiler Direniş’i teslim almanın kendilerince mümkün yollarını inşa ediyorlar. Emperyalizmin koçbaşı, ileri karakolu İsrail’i güvene almanın mel’un plânlarını yapıyorlar!

Filistin dostları!

Gazze’nin yarısından fazlasını Siyonist işgale peşkeş çeken, diğer yarısını da İsrail’in hesap vermeksizin sürdürdüğü soykırımına açmaya devam eden bir anlaşma sürecinden bahsediyoruz!

Elbette bu, bir anlaşma değil; dünyanın irili ufaklı bütün akbabalarının çullandığı küçücük bir coğrafyada boy veren direnişi, umudu boğma operasyonudur.

Kelli felli onca idareci, lider Şarmu’ş-Şeyh’te şarlatan Trump ve firavun Sisi etrafında nasıl bir araya geldi, gördünüz! İşte o toplantı, varılmak istenen yeni dünya düzeninin bir temsilidir.

O toplantıya katılanlar; zalimlerin, emperyalistlerin, küresel şeytanların etrafında saf tutanlar işbirlikçiliği bir siyaset ve vâr oluş biçimi olarak gördüklerini bir kez daha bütün dünyaya ilan etmişlerdir.

O mel’un toplantıyı, o toplantının vizyon ve dayatmalarını reddediyoruz!

Mazlum Filistin halkını, yakılıp yıkılan Gazze şeridini; bağı bahçesi, evi barkı ve Mescid-i Aksâ’sıyla talan edilen Batı Şeria’yı tümden teslim almayı, tarih sahnesinden silmeyi ve Batı Asya’nın coğrafya ve halklarını sindirmeyi amaçlayan bu toplantıyı bütün bileşen ve hedefleriyle reddediyoruz!

Direniş’in yoldaşları,

Sahte ateşkese rağmen Siyonistler yüzlerce Gazzeli kardeşimizi katletti! Dün gece türlü bahanelerle Gazze’de çok sayıda Filistinli, çadırlarında bombalandı, yakılarak öldürüldü.

Gazze şeridinin çok büyük kısmındaki işgallerini bu ateşkes sayesinde daha çok tahkim etme fırsatı bulan Siyonistler karşısında yalnız bırakılan Direniş, büyük ikilemlerle baş başa bırakıldı.

Yıllardır, “Kudüs’ün Özgürlüğü Ümmetin Özgürlüğüdür!” hakikatini meydanlarda yükseltmeye gayret edenler olarak açıklamamızın başındaki tespite dönüp tabloyu netleştirelim:

Emperyalizm; Filistin’i, İslam dünyasını tahakküm altında tutup sömürebilmek için bir kapı, bir geçit, bir üs olarak görüyor. Bu kapı, bu üs sağlama alınırsa bütün bir Batı Asya’yı, bütün İslam halklarını kendisine boyun eğdirebileceğine inanıyor.

Bölgedeki rejimlerin çok büyük kısmı da bu idealde emperyalizmin safında konuşlanmış durumda, işbirlikçilikte adeta birbirleriyle yarışıyorlar.

Bölge halkları olarak bu fotoğrafa bakıp bir karara varmalıyız: Hâli- hazırımız ve istikbalimiz için nasıl bir tercihte bulunmalıyız?

Geleceğimizi muhasara etmek, bütün bir bölgemizi sömürüp yağmalamak, özgürleşme irademizi yok etmek isteyen bu projeye onay verip teslim olmayı mı seçeceğiz yoksa direnişi, intifadayı yükseltip haysiyetimizi, ezilenleri, yoksulları ve hürriyeti gasp edilenleri mı savunacağız!

İntifadanın dostları!

Gazze Direniş’i, emperyalizm ve Siyonizm karşısında bahsettiğimiz o direniş geçidini tutma mücadelesidir. Bu mücadelede Filistin halkı büyük bedeller ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir.

Bu büyük, amansız mücadelede İslam dünyası dediğimiz devletler ve onların yöneticilerinin önemli bir kısmı ise doğrudan soykırımcı işgalcilerin yanında saf tutmuştur.

BTC boru hattı, İslam coğrafyasının zenginliklerini işbirlikçi rejimler aracılığıyla İsrail savaş makinesine aktarmaktadır.

İncirlik ABD üssü ve Kürecik NATO radarı, İsrail’i ve bölgedeki emperyalist unsurları korumaya devam etmektedir.

İsrail’le ticaret, iptal kararlarına rağmen alabildiğine devam etmiştir. Sahte ateşkes ortamında, limanlarımızdan İsrail limanlarına sevkiyat yapan gemi trafiği daha da hızlanmıştır.

İsrail saldırganlığının Lübnan’da, İran’da, Yemen’de neler yaptığını; emperyalist fitnenin Sudan’da halklarımızı ne duruma getirdiğini görüyoruz.

Bütün bunlara rağmen emperyalizme, Siyonizm’e verilen bunca desteği sorgulamazsak bütün geçitlerimiz, bütün kapılarımız bir bir düşecektir.

Trump’la dost olmakta yarışan İslam dünyası liderlerinin utanç verici tutumlarını reddediyoruz!

Zillet bizden uzaktır!

Herkes bilip duysun ki sonuna kadar Direniş’in yanındayız; direnen kardeş halklarla yan yana, omuz omuzayız!

Dünyanın dört bir yanında yükselen küresel intifada çağrısının insanlığın kurtuluş umudu olduğuna inanıyoruz ve şu hakikatten asla şüphe etmiyoruz:

Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!

Devamını Okuyun

Haberler

Dilaver Demirağ ile Anarşizm Atölyesi (video)

Yayınlanma:

-

Özgür Yazarlar Birliği’nde, “Dilaver Demirağ ile Anarşizm” atölyesi başladı.

Atölyenin ilk programı, “Tanışma-Anarşizme Giriş” başlığı ile 26 Ekim 2025 Pazar günü yapıldı.

Dilaver Demirağ’ın Anarşizm hakkında genel bir çerçeve çizdiği program, katılımcıların katkısıyla devam etti.

Atölyenin ikinci programı “Anarşi Irmağı: Anarşizmin Tarihi ve Kurucu Kuşak”, üçüncü programı “Anarşizm Çeşitleri ve Çağdaş Anarşizm“,  dördüncü programı da  “Dini Anarşizmler” başlıklarıyla yapılacak.

Bir sonraki program 30 Kasım 2025 Pazar günü olacak.

İlk program, video kaydından takip edilebilir.

Devamını Okuyun

Haberler

Ateşkes Süreci, Gazze’yi ve Direnişi Nasıl Etkileyecek?-IV

Yayınlanma:

-

Gazze’de ilan edilen ateşkesi, ateşkese giden süreci, ateşkes sonrası muhtemel gelişmeleri Aksâ Tûfânı boyunca sahada aktif mücadele içinde de yer alan Filistin dostları, Yeni Pencere için değerlendirdi. Değerlendirmelerin dördüncü bölümünü ilginize sunuyoruz.  

Levent Baştürk:

Trump’ın “barış plânı”, barış plânına giden süreç ve ateşkes sonrası neler olabileceğine dair hakkında düşüncelerim:

1- Bu aslında bir barış plânı değil. Sadece çatışmanın, daha doğru bir ifadeyle şimdilik Siyonist işgalci saldırının durmasını ve yıkıma ara verilmesini sağladı. Bunun tek olumlu sonucu can kaybının durmasını sağlayıp gıda ve insanî yardımın Gazze’ye girecek olmasına imkân vermesidir. Bu hâliyle bile çaresiz kalmış Gazzeliler arasında buruk bir memnuniyete sebep oldu.

Diğer yandan Lübnan’da olduğu gibi ateşkese rağmen Siyonist Entite, daha düşük ölçekte olsa da can almaya devam etti. Hayatını kaybeden rehinelerin tamamının cesetlerini teslim edilmemesini bahane ederek de Gazze’ye serbest bırakılması gereken insanî yardımın yarısının engellenmesine karar verdi.

Siyonist Entite daha ilk günlerde bu ihlallere teşebbüs etmemiş olsaydı bile “barış plânı” denilen bu anlaşmanın amacının barış getirmek olmadığı ortada. Bu bir teslimiyet dayatması! Gazzelilere iki şey sunuyor: Zehirli kadehten içmek ya da tamamen yok edilmek! Şimdilik bir ateşkes sağlanmasının ve kısmî olarak Siyonist militer güçlerin bazı bölgelerden çekilmesini sağlamanın ötesine gitmeyen bu sözde barış plânının neler getirdiğine kısaca baktığımızda bunun 19. yüzyılvârî bir kolonyal dayatma olduğu daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

Bu anlaşma; BM, insan hakları kuruluşları, uluslararası mahkemeler ve soykırım çalışan bilim adamları kuruluşları tarafından da soykırım uyguladığı açıkça ortaya konmuş olan SiyoNazi Entite’ye istediği zaman soykırıma devam etmesi için açık kapı bırakırken soykırımın mağduru olup işgale karşı mücadele eden ve Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkının mücadelesini veren Filistin direnişine silahsızlandırılma dayatıyor. Soykırımcı Siyonist işgal güçlerinin aşamalı olarak çekilmesini öngörüyor ama tamamen çekilmesini öngörmüyor. Gazze’de Hamas’sız bir yönetimin kurulmasını dayatırken Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı konusunda hiçbir şey söylemiyor. Gazze’ye, Müslüman ülke askerlerinden oluşturulacak bir barış gücünü aslında Filistin direnişini etkisizleştirecek bir sömürgecilik aparatı olarak devreye sokmayı plânlıyor. Kesintisiz insani yardım sağlanmasını öngörüyor ama bunun temin edilmemesi hâlinde SiyoNazi Entite’ye karşı herhangi bir yaptırım uygulanmasına dair bir hüküm içermiyor.

Direniş’i tamamen devre dışı bırakırken Ramallah merkezli sözde Filistin Yönetimine bile ancak kısıtlı bir alan açıyor ve Gazze’de oluşturulacak yeni yönetimin üzerinde soykırım faillerinden ABD Başkanı Trump’ı yetkili kişi olarak dayatıyor. Bir başka deyişle sözde barış getiren kişi olarak kendini pazarlayan Trump, yine kendini Gazze’nin sömürge valisi yerine koyuyor. Anlaşmanın altına imza atan Türkiye, Katar ve Mısır da öngörülen bu sömürge yönetiminin garantörü olmayı taahhüt ediyor. Kısaca ortada barış diye bir şey yok.

Bu anlaşmanın birinci aşamanın ötesine gidebileceği bile şüpheli bir görüntü arz ediyor. İki devletli çözümün bile bu barış plânı kapsamında olduğunu iddia etmek çok güç. Hatta artık herhangi bir objektif zemini de kalmamış olan iki devletli çözüm önerisinin öldüğünü bile söyleyebiliriz. Bu sözde barış plânında iki devletli çözüme bile tarafları yaklaştıracak hiçbir şey yok.

Sözde Filistin Yönetiminin bir “taraf” olarak sürece dahil olması bile kendini reform etme şartına bağlı.

Bu anlaşmanın sayın Özgür Özel ve bazı yorumcuların belirttiği gibi Bosna’da savaşı bitiren Dayton anlaşmasına benzetilmesi de tamamen bir yanılsamadan ibaret. Bir defa ortada Filistinlilerin barış için bir ortağı yok çünkü onları bir taraf olarak gören de yok!

Evet, Filistin tarafında bazı kutlamalar oldu ama bu öyle çok coşkulu olmadı. İçlerinden bir kısmı artık var olmayan evlerine dönüyorlar.

Zaten kendisi de soykırımın faillerinden olan Trump’ın barış plânı, hâliyle SiyoNazi Entite için hiçbir hesap verebilirlik mekanizması da içermiyor. Filistinlileri “radikalleşmekten vazgeçmeye” çağıran plân, Siyonist soykırımcılar için benzer bir çağrı yapmıyor.

Biden yönetiminin Netanyahu’ya savaşı durdurması için baskı uygulamamasından yola çıkarak bu ateşkesten dolayı Trump’a kredi verenler var ancak bu baskının hangi objektif koşullarda ortaya çıktığına bakılmaksızın yapılan övgüler ve verilen kredi çok fazla anlam taşımıyor. Trump, soykırım sürecinde hem kundakçı hem de itfaiyeci rolünü oynadı. Trump, aylarca İsrail’in Gazze halkına uyguladığı zulmü ve kitlesel açlığı mümkün kıldı. Şimdi ise kendi kolaylaştırdığı savaşa şimdilik ara verdirdi fakat istediği sonuçlar elde edilemediği taktirde cehennemin kapılarının açılacağı tehdidini savurmaktan da geri durmuyor.

Arife Taştan:

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

Gazze bize bir mektep oldu. Bir turnusol kâğıdı gibi herkesin rengini netleştirdi. Aksâ Tûfânı hakikat meşalesinin fitilini ateşledi. Direnişin önderleri Vâkıa suresinde övülen öncülerin ne tür insanüstü varlıklar olduğunu bizim için mücessem hâle getirdi. Ayakları yeryüzünde başları ise gökyüzünde olan bir halk, tüm halklara Zâriyat 56’nın tefsirini öğretti. Hâlıkına ubudiyyetten gayrı özgürlük tutkusunun, onurlu duruşun, izzetin insanı nasıl da yüceltip göklere çıkardığını gösterdi.

Dünyanın kalan halkları arasında Âl-i İmrân 103’ün nüvelerinin henüz belirmeye başladığı sırada bile ne denli güç inkişaf ettirdiğini ortaya koydu. Vicdan, Madleen, Hanzala, Sumud, Özgürlük gemileri ile başlayan akının baş edilmez bir güce dönüşeceğini anlayan ve halklar nezdinde karanlık yüzünün apaçık malum olduğunu, itibarının yerle bir olduğunu dolayısıyla zanlar üzerine kurduğu mâlî imparatorluğun yerle bir olma ihtimalini gören düşmanın prestij kaybını toparlama telaşıyla ateşkese nasıl sarıldığına şahit kıldı.

Bundan sonra yük, omuzlarımızdadır. Aksâ’yı hayatta sahip olabilecekleri en kıymetlileri pahasına tüm inananlar, tüm bağlılar adına korumayı üstlenen; harîm-i namusuna nâmahrem eli değdirmemek için tek başına da kalsa bayrağı elden bırakmayan Gazze’nin kahraman yiğitleri şimdi cepheye bizi de dahil etmiştir. Düşmanı göğüsleyecek ipin bir ucunu da bize tevdi etmiştir. Topluca Allah’ın ipine sarılma emriyle muhatap hâlinde üstlendiğimiz bu sorumluluk, Gazze dışında tüm dünyanın işgal altında olduğunu anladıktan sonra daha bir anlam ve önem kazanmıştır.

Şimdi bu sorumluluğa sahip çıkma; Direniş’in aziz şehitlerine vefa gösterme; adaletin tüm dünyaya yayılması için Âl-i İmrân 103 formülüyle Zâriyat 56’nın özgürlük rûhuna ve Bakara 193’ün fitne ve zulümden ârî dünya hedeflerine yönelme, oyun kurucu edasıyla masanın etrafında toplananların vahşi iştihâlarının önüne geçme ve plânlarına taş koyma zamanıdır.

Nihat Taştan:

Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ım bu süreci zalimlerin dilediği gibi değil, mazlumların dilediği gibi sonuçlandır.

Gelinen noktaya bakacak olursak kesinlikle büyük şeytan ABD, mel’un İsrail ve diğer dünya devletlerinin desteklediği Gazze plânının şimdilik tutmadığını gördük. Diğer yandan şeytanî şebekenin hain plânlarından henüz vazgeçmediğini de biliyoruz. Hain plânlarına ulaşamamalarının sebebine gelirsek bu; hem Gazze halkı, Hamas ve diğer direniş gruplarının verdiği şanlı mücadelenin hem de İran, Yemen gibi ülkelerin desteğinin sonucudur. Ayrıca devletlerinin duyarsızlığı karşısında başlayan ve Sumud filosu ile ivme kazanarak kelebek etkisine dönüşmeye başlayan pasif direniş hareketlerinin katkısı da aşikardır.

Evet bu, bir nebze de olsa başarıdır. Fakat dikkat edersek Suriye demografisinin yeniden şekillenmesi kapsamında Türkiye’nin faşist bir bakış açısıyla sergilediği refleksin Gazze sürecine olumsuz katkı sunduğu da açıktır. Türkiye başta olmak üzere işbirlikçi bölge ülkelerinin kendi güvenliklerini, ekonomik işbirliklerini, sosyolojik ve sınır sorunlarını Hamas’a karşılık pazarlık yaptıkları ayan beyan ortadadır. Bu süreçte Trump’ın sözlü tehditleri ile başlayan ilk 20 maddenin Hamas tarafından masadaki müzakereler sonucu kendi lehine çevrildiği bilinmektedir.

Bu başarının devam etmesi temennisi ile bundan sonraki süreçte yine Müslümanların üzerine çok ciddi görevler düştüğünün bilincindeyiz. Bu bilincin dünya halklarını hareketlendirerek kelebek etkisini katlanarak artırması ve oluşturulacak hamlelerin Filistin’in ve Gazze’nin kurtuluşuna vesile olmasını ümit ediyorum. Selam ve dua ile.

Muhammet Emin Ünal:

Trump henüz başkan olmadan önce “Göreve başlayana kadar rehineler bırakılmazsa, Gazze’ye cehennemin kapıları açılacak!” demişti. Bu tehdidin Hamas için bir anlamının olmadığını geçen süreç içerisinde anladı. Şu anda bir ateşkes sağlanmış görünüyor ancak bu ateşkesi diğerlerinden ayıran bir durum var. Trump, bölge ülkelerinin iradesini satın alarak Hamas’a şartların dayatılmasını sağlamıştır. Bu ateşkes için Hamas’tan gelen “arabulucu ülkelerin iyi niyeti” ifadesi dikkat çekicidir. Çıkan sonuç şudur: Ateşkesi sağlayan asıl etken Trump değil, Trump’ın iradelerini satın aldığı bölge ülkeleridir. Buna rağmen Hamas’ın kendi şartlarını kabul ettirmesi Hamas açısından büyük bir başarı iken bölge ülkeleri liderlerinin Trump ile beraber hareket etmesi Hamas’a yapılan bir ihanettir.

Burada dikkat edilmesi gereken iki konunun altını çizmek istiyorum.

Birincisi; Trump, tıpkı bölge ülkelerine yaptığı gibi Hamas’a yaklaşmak istedi.  Bölge ülkelerinin liderlerine “meşruiyet” tehdidi yoluyla boyun eğdiren ve istediğini bu tehditlerle alan tipik Amerikan kibri profilini tüm çıplaklığı ile ortaya çıkardı. Bölge ülkeleri Trump’ın bu tehditlerine iktidarlarını koruyabilmek için her seferinde boyun eğdi. Hamas’ı da alışageldik tehditlerle yola getireceği zannına kapıldı fakat istediğini alamadı. Hamas, tehditlerle boyun eğdirebileceği bir yapı değil. Amerika’nın tüm silahı, bu: cehenneme çevirme iddiası. Cehennemin içerisinde cenneti arzulayanlar için bu tehditler anlamsız kaldı. İşte tam bu noktada “Cehennem silahı” tükenen Trump, bölge ülkelerinin iradesizliğinden faydalanarak ateşkes ilan etti. Her şeye rağmen Hamas, teslim olmadı. Allah’ın izni ile de ayakta kalmaya devam edecek.

İkincisi ise Müslüman dünya, Gazze’nin neyi başarmak istediğini anlayamadı. Gazze’yi yerel bir isyan olarak gördüler. Hâlbuki onlar, mazlumların, ezilmişlerin ve en önemlisi de ümmetin onuru için savaşıyorlar. Evet, ümmet! Unuttuğumuz bir kavram adına savaşıyorlar. Üstü tozlanmış, unutulmuş bir kavram olan ümmet adına! Artık ümmetin yerini ulusal çıkarlar aldı. Bölge ülkeleri ulusal çıkarlar uğruna Amerika’dan, İsrail’den yana taraf oldular. Hiçbir yaptırımda bulunmadılar. Zaten topraklarında Amerikan üssü bulunan ülkeler nasıl olur da emperyalizme karşı durabilirdi ki! Hamas, emperyalizmin karşısında durdu ve durmaya devam edecek. Amerikan emperyalizminin tükendiği noktadır Hamas! İşte Hamas’ın davasını temiz kılan da bu: emperyalizm ile tek ilişkisi savaşmak.

İslam dünyası, yaşanan tüm gelişmeler karşısında hâlen daha “maruz kalan” tarafta kalmaya ısrar ediyor. Gazze, onların nazarında “sorun çıkaran şımarık bir çocuk” profilinden öteye gitmiyor. Emperyalizme karşı boyun eğmiş oluşlarını Gazze’ye de kabul ettirmeye çalışıyorlar lâkin çıkış yolu bu değil. Emperyalizm karşısında tüm ümmetin “amasız” olarak ideolojik, mezhepsel birlikteliğini sağlaması lazım. Sonrasında ödeyeceğimiz bedellere hazır olmamız gerekiyor.

Ebu Ubeyde’nin her konuşmasını bitirirken söylediği gibi, “ya zafer ya şehadet”in şiarımız olması gerekiyor.

Devamını Okuyun

GÜNDEM

1
0
Would love your thoughts, please comment.x