Connect with us

Köşe Yazıları

Mülteciliğin Muhacirliğe Evrildiği Aşama

Yayınlanma:

-

Mülteciler mevzuunda derli toplu düşünebilme imkân ve kabiliyetinden son derece uzak fevrî, popülist beyan ve değerlendirmelerin tam ortasındayız. Avrupa’da da olduğu gibi bu meseleden yola çıkarak ırkçı popülizm yüksel(til)ecektir. Buna hazırlıklı olunmalı. Bu damarın her durum ve şartta vâr olduğunu bilerek hareket etmek işimizi kolaylaştırabilir ancak herhangi bir ihmal beklenmedik toplumsal sonuçlar da üretebilir. O nedenle elbette müteyakkız bir pozisyon elzem.

Mültecilik meselesi Türkiye’deki insanların zihninde “Suriyeliler” toplumsallığından yola çıkan bir kavramsallaştırma ile algılanıyor. Son zamanlarda hem sınırlardaki hareketlilikleri hem de birtakım toplumsal hadiselere sebebiyet verdikleri iddialarıyla Afganlılar gündeme gelse de Suriyeli mültecilerin varlığı bu denli sorunsallaştırılmasaydı sanırım onlar pek o kadar bahse mevzu edilmeyeceklerdi. En nihayetinde, özellikle Anadolu’da Kenan Evren’den bu yana hatırı sayılır bir Afgan nüfus var ve görünen o ki halkımız bu kitleyle uyum içinde yaşıyor ancak yeni durum başka zaviyelerden değerlendirmeyi hak etmektedir.

Dünyada tahmin edilemeyecek ölçüde büyük bir mülteci hareketliliği var.  Marc Engelhardt’ın iki sene önce Türkiye’de yayımlanan “Sığınmacı Devrimi”[1] adlı kitabını okurken bunu bir kez daha idrak etmiştim. Kitapta dünyanın başka coğrafyalarındaki mülteci hareketliliğinin toplumları nasıl etkilediğine dair çalışmalar var ve açıkçası en azından adı ve alt başlığı ile benim için epeyce heyecan uyandıran bir kitaptı: Son Göç Dalgası Dünyayı Tümüyle Nasıl Değiştirdi?

Son yıllarda iyice yoksulluğun pençesine düşen ve bu sebeple AKP’ye oldukça kızgın Türkiye halkı içinde mültecilere karşı öfke dili yaygınlık kazanmış durumda. Örgütsüz geniş halk kitlelerinin sermaye ve iktidardan hesap soramayan karakter aşındıran çaresizliği ülkedeki en zayıf ve korunaksız halkaya yöneliyor. Bu durum, tarihin pek çok tecrübesinin tekrarıdır. Allah’ın arz ve mülkünü gücü oranında çevrelemek isteyen herkes, her kademedeki kişi ya da gruplar, o zayıf halkanın imhasıyla işlerin düzeleceği zehabına kapılıyorlar ama bunun böyle olamayacağını biraz dikkatli bir şekilde dünyaya, iktidar ve sömürü ilişkilerine bakabilseler esasen görebileceklerdi lâkin hâl-i hazırda köreltilmiş bilinçlerinin kurbanı olmayı tercih ediyorlar.

Az önce bahsettiğim kitap, çok hoş dokunuşları hikâye etse de benim baktığım pencereye pek odaklanmıyor. Türkiye’de özellikle Suriyeli mültecilere yönelik öfkenin tam olarak görüp kavrayamadığı, önümüzdeki on yıllar içinde büyük bir ihtimalle bütün dünyayı alt üst edecek bir mülteci hareketliliği söz konusu olacaktır. Sadece savaşlar yüzünden değil -elbette o neden hep sürecektir- iklim krizleri gibi başka sebeplerle de kitlesel mülteci hareketlilikleri bütün dünyayı, özellikle kuzey ve batı coğrafyalarını etkileyecektir.

Büyük kuraklıkların hüküm sürdüğü ve nüfus yoğunluğunun had safhada olduğu İran-Afganistan-Pakistan-Hindistan hattından ve elbette Afrika’dan yüz milyonlarca insan önümüzdeki on yıllar içinde işaret ettiğimiz güzergâhlara yönelecektir. Küresel ısınmayla birlikte tarım için elverişli hale gelecek Sibirya mıntıkası ile kaçınılmaz olarak Avrupa coğrafyası bu yönelişlerden etkilenecektir.

Bütün bunlardan dünyadaki kurulu düzenin köklü ve sarsıcı bir şekilde etkilenmesi mukadderdir. Bu sürçte kurulu düzen(ler) bence ağır bir darbe alacak ve hatta yok olacak. Bu insan hareketliliğinin önünde herhangi bir siyasi gücün durabileceğini zannetmiyorum. Ulus devletlerden müteşekkil dünya düzeni için en büyük tehdit budur. Halkımızın ve siyasetçilerin çok büyük oranda bu gerçeğe yabancı oluşları şaşkınlık vericidir. Irkçılık ateşini harlayarak sorun çözeceklerini zannedenler bütün halklarla birlikte nasıl bir geleceğe uyanacaklarının şu an hiçbir şekilde ayırdında değiller.

Mültecilerin bu hareketlilik içindeki tarihsel rolleri bağlamında bazı çevrelerin yanlış bir şekilde “mültecilik” yerine “muhacirlik” kavramını öne çıkarttığını, bunun siyasal olandan kopukluğu, özne yerine nesne oluşu imleyen, edilgen hâline değinmekte fayda var. Muhacirlik, İslam tarihindeki eşsiz örneklikte de görüleceği üzere kurucu misyonu beraberinde taşımayı içkin bir kavramsallaştırmadır. Hicret kavramıyla birlikte okunduğunda fevkalâde devrimci bir pozisyonu karşılar fakat mültecilik sığınma maksatlıdır. Kurucu bir öz taşımaz. Güvende olana kadar sığınmaya dönük arayışın peşinden gitmeyi, o menzile varıncaya değin hareketli olmayı ifade eder. Muhacir, ileri ya da geri; olmadı başka bir tarihsel misyon, ayrım gözetmeyen bir bilinçliliği ifade eder. Yerellerdeki devrimci güçlerle irtibatlıdır. Onları da başka küresel direniş ağlarına bağlar, hepsini birbiriyle irtibatlandırır. İşte az önce bahsettiğim kitapta da bu yetersizlik vardı ve “devrim” diye nitelediği şey kendiliğinden gerçekleşen birtakım güzelliklerdi ve onlar da çoğu zaman sistem içi değişim ve dönüşümlerdi.

Mülteciliğin muhacirliğe evrildiği aşama bambaşka bir geleceğin işaret fişeği olacaktır. Bu, unutulmasın. Bunun mümkün pek çok yol ve usûlü vardır.  Mültecilik bahsinde bu perspektifin derinlemesine, etraflıca tartışılmasını ilgili taraflardan bekliyorum doğrusu.

Ülke içi ve dışında mülteci ya da muhacir kitle, grup ya da kişilerle ortak iş yapanların, farklı çalışmalar yürütenlerin bu siyasal hedefi nazar-ı dikkate almaları lüzumu vardır. Suriye savaşının yarattığı yıkımın faturasının hesabını ilgili mercilerden sormayı da ihmal etmeyecek mülteci veya muhacir çalışmalarına ihtiyacımız var. Buralardan yola çıkarak bu vesilelerle dünyanın nasıl değiştirilip dönüştürüleceğine dâir yol haritaları oluşturmaya gayret eden perspektifler olmazsa onca emek yine egemenlerin inisiyatiflerine bırakılmış olacaktır. Memleketteki organizasyon ve saha gerçekliği bunu bize bağıra bağıra söylemektedir.

İslami hareket(ler) dolayımında irade beyan etmek isteyenlerin yerel ve küresel sorumluluğu bu mesele çerçevesinde oldukça ağırdır ancak buradan bunca ağırlığa rağmen bütün yeryüzü halklarını rahatlatacak ve gerçekten “devrim” diye anılabilecek büyük neticeler devşirilebilir. Bunun için titiz çaba ve organizasyonlara ihtiyacımız var.

[1] Marc Engelhardt, Sığınmacı Devrimi – Son Göç Dalgası Dünyayı Tümüyle Nasıl Değiştirdi?, YKY, 2020

8 Şubat 1974’te Niksar’da doğdu. Niksar İmam-Hatip Lisesi’nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Kurucu ve yöneticilerinden olduğu TOKAD, Özgür Yazarlar Birliği, Eğitim İlke-Sen bünyelerinde yer almakta ve 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Tasfiye edebiyat-düşünce dergisinin editörlüğünü yürütmektedir. 2020 yılında kurulan YeniPencere.com sitesinde editörlük ve yazarlık çalışmalarını sürdürmekte ve 1996’dan bu yana edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Eserleri: Yüzümüzü Ağartan (öykü, 2006), İlim Yayma’nın Penceresi (anı, 2012), Kar Kesilen (öykü, 2020), Kiralık Meydan (öykü, 2020), Ferhat’ın Şemsiyeleri (öykü, 2020), Halkada Duranlara (şiir, 2022)

Tıklayın, yorumlayın
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Köşe Yazıları

Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşü Bir Hak Mıdır?

Yayınlanma:

-

10 Nisan Duruşma Eylemi

Bu nasıl bir soru böyle, elbette ki haktır, diyeceksiniz.

Doğru, haktır. Hatta anayasal güvence altındaki bir haktır. Gel de bunu polislere, polislere talimat verenlere anlat.

O kadar sık ve hoyratça ihlal ediliyor ki bu hak, işte bu yazı ile isyan ediyorum bu apaçık zulme.

— Direniş Çadırı (@direniscadiri) April 10, 2025

Dün, 10 Nisan’da Ankara Adliyesi’nde bu hakkı ihlal edilen göstericiler, uyduruk sebepler gerekçe gösterilerek yargılandıkları davanın ilk duruşmasına katıldılar.

Duruşma Salonu Önünde Filistin Dostları

Haksız yere yargılanan Filistin dostlarıyla dayanışmak için duruşma salonu önündeydik.

Ardından Mısır Konsolosluğu önünde bir basın açıklaması ve protesto gerçekleştirmek istediler.

Mısır Devleti’nin, Refah Sınır Kapısını açarak, Gazze’de soykırım ve açlık ile imtihan olan insanlar için gönderilen yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırması çağrısında bulunuyorlardı.

Sertliği ile bilinen Ankara polisi yine göstericileri kasıtlı olarak gerdi, taciz etti, darp etti ve gözaltına aldı.

Bunun adı sertlik değil sadece, ayrıca serserilik de.

“Arkadaşlar, süpürün bunları!”

Görüntülerde, yine barışçıl gösteri hakkını kullanan, çoğu kadınlardan oluşan küçük bir gruba haksız ve hukuksuz olarak müdahale eden polisleri görüyoruz. Bir polis, eline megafonu almış, kaldırıma sıkışmış kadınlar için arkadaşına hiddetle sesleniyor: “Arkadaşlar, süpürün bunları!”

Polise bak! Allah rızası için işini gücünü bırakmış, açlıktan ölen çocuklar için çabalayan, barışçıl gösteri yapan, savunmasız kadınlar için, “süpürün bunları” diye talimat veriyor.

Yazıklar olsun senin insanlığına! Ellerinde pankartlarla mazlumlar için çare arayan bu insanlar haşere mi? Sen kimsin ve neyi, kimi süpürüyorsun? Aklınca o insanları aşağıladığını sanıyorsun. Bu iğrenç üslup ve yaklaşımla aşağıladığını sandığın o insanlar, senin kendi ülkenin vatandaşları.

Kirli dil ve üslubunla, zorba tavrınla aslında kendi karakterin hakkında kameralar önünde kanaatini beyan ediyorsun, haberin yok. Üzerindeki üniformaya ve işini düzgün yapan meslektaşlarına da çamur sıçrattığını bilmem ki anlayabilir misin?

Bir Allah’ın kulu bu şikâyetimi Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne ulaştırırsa sevinirim. Memurlarınızı çirkefleşmemeleri, edepli, ahlaklı, birazcık nazik olmaları konusunda uyarır mısınız? Kurumunuzun itibarını ayaklar altına alan bu tavırlara müsaade etmeyin.

İnsan sormadan edemiyor: Herkesin içinde kadınlarımız, kızlarımız için “süpürün bunları” talimatı veren polis, onlara kuytuda neler yapmaz? Nasıl emin olacağız? Mesela kuytuda bir yerde bir polis amiri gaza gelmiş erkek polislere “mıncıklayın bunları” şeklinde talimat verse, bu tacizin nerde ne şekilde sona ereceğinden nasıl emin olacağız?

Ankara polisi sertliği ile meşhurmuş. Aman ne güzel bir nam!

Bu işin Ankara’sı, İstanbul’u yok.

Hak ve hukuk var.

10 Nisan Duruşma Eylemi

Barışçıl toplantı ve gösteri hakkı anayasal güvence altındadır, engellenemez.

2911 Sayılı Kanun Neyi Düzenliyor?

Anayasa Madde 34 açık: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

2911 sayılı kanun bu anayasal hak ışığında düzenlenmiş. Ne var ki bu kanuna, Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na göstericilerden çok daha fazla yerde, çok daha fazla kere polislerin muhalefet ettiğine şahit oluyoruz.

Bu yasaya aykırı davranan onlar, gelin görün ki darp edilen, gözaltına alınan ve tutuklanıp yargılanan çoğu zaman mağdur göstericiler oluyor. Böylece halka gözdağı veriyorlar: “Sakın ha, haklarınız için sokağa çıkmayın. Zulme uğradığınızla kalın! Yıllar sonra bir sandık gelirse önünüze, oy verirsiniz!”

(Oylar geçersiz sayılmaz, çalınmaz, seçimler iptal edilmezse, yönetim değişirse, ölme eşeğim ölme!)

Direnişi Değil Soykırımcıları Yargıla

Toplantı ve Gösteri yürüyüşü ifade özgürlüğü hakkının ayrılmaz bir parçasıdır.

Barışçıl gösteri hakkı ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor.

Polis, gösteri düzenleyenlerin güvenliğini sağlayacağı yerde onları taciz ediyor, engelliyor!

mevzuat

Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 3. Maddesi

Madde 3 – Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacağını önceden emniyete bildirmek izin talebi anlamına gelmiyor. Bunun anlamı şu: Biz şu gün şurda şu saatte bir eylem/protesto/yürüyüş/basın açıklaması gerçekleştireceğiz, siz de bu hakkımızı kullanmamıza engel olunmaması için gerekli tedbirleri alın.

Gazze'de çocuklar ölürken susamayız

Toplantı ve gösteri sırasında emniyet mensuplarının görevi eylemcilerin güvenliğini sağlamaktır.

Bu hakkı kullanmak isteyenlere polisin yaptığı sistematik hukuksuzluk şöyle oluyor genelde:

Yüzde yüz hakkı olan bir eylemde bulunmak isteyen göstericilere polis öyle bir tavır takınıyor ki, haklarından habersiz biri şöyle düşünebilir pekâlâ:

Burada göstericiler yüzde yüz haksız bir iş yapıyorlar da iyi niyetli polis, göstericilere kendi belirlediği bir yerde, kendi belirlediği bir şekilde, uygun gördüğü bir süre için seslerini duyursunlar diye lütfediyor, hak tanıyor!

Oysaki 2911 sayılı kanun bunun tam tersini söylüyor. Gösteri silahsız ve saldırısız olduktan sonra polise düşen görev gösterinin sağ salim gerçekleştirilebilmesi için bu hakkı kullananlara yardımcı olmak.

Türkiye’de bu hakkın kullanımında devletin öyle sistematik ve yoğun hak ihlalleri var ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sayısız kez hak ihlali kararı verdi. Anayasa Mahkemesi’nin de çok sayıda örnek kararı var bu konuda.

Türkiye’de hakkı en çok yenen haklardan biri bu: Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Gençler Neden Tutuklandı?

Yayınlanma:

-

19 Mart yargı darbesinin ardından sokağa çıkıp anayasal protesto hakkını kullanan vatandaşlardan kaç bin kişi gözaltına alındı, kaç yüz kişi tutuklandı bilmiyoruz.

25 Mart’ta İçişleri Bakanı 1.418 kişinin gözaltına alındığı bilgisini paylaşmıştı. Bu sayı ne kadar arttı, içlerinden ne kadar insan tutuklandı, bilmiyoruz.

Artık iyice dozunu arttıran hukuksuzlukları protesto edenler bir veya birkaç partiye mensup gençler değil z kuşağı diye tabir edilen çoğu 20’li yaşlardaki üniversite gençliği. Gözaltına alınan ve tutuklananlar da çoğunlukla onlar.

Gözaltındakilere işkence iddiaları vahim. T24’te yer alan habere göre İstanbul Barosu avukatlarından Halil Enes Kavak, Vatan Emniyet ve Gayrettepe Emniyet’de gözaltına alınan gençler hakkında “İçlerinde, darp izi olmayan hiç kimse yok. Çoğunun gözü, kulağı patlamış, vücutları yara bere içinde,” dedi.

Zulme, hukuksuzluğa, tek adam rejiminin vatandaşı hor ve hakir gören anlayışına karşı itiraz eden bu gençlik, ülkede her şeye rağmen umudun yeşerebileceğini gösterdi.

Son 10 yılda kesif bir karanlık ve ağır bir yoksulluk içine düşürülürken ülke, ihtiyarlar ve 40 yaş üstü, üzerine düşen uyarı ve itirazları ne sandıkta ortaya koyabildi ne de sokakta. Açık konuşalım, berbat bir imtihan verdiler.

Gelecek vaad etmeyen, yaşlı, bir ayağı çukurda siyasetçiler ve pısırık, hantal, eski düzen siyaset anlayışı gençliğin umutlarını zayi etmeye daha ne kadar devam edebilir!

Millet, özelde de gençler, “yeter artık!” dedi, patladı ve sokağa taştı.

Hukuksuzlukları protesto edenleri yine hukuksuz şekilde gözaltına alıp tutukluyorlar. Bir kere sınırı aşan iktidarlar için artık sınır yok!

Elbette göstericiler arasında barışçıl olmayan yollara sapanlar da olabilir. İstisnalar vardır ve onlar da tutuksuz yargılanmayı hak ederler. (Sivil polis veya milis güç filan değillerse!)

Bu yazıda, evlerinden gözaltına alınıp tutuklanan kişiler arasından 11’inin tutuklama kararına dair mesleki bilgiler de içeren kısa bir değerlendirme yapacağım.

İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 25 Mart 2025 tarih ve 317 sorgu numaralı 11 sayfalık kararı ile tutuklanan 11 kişinin yaş ortalaması 32. (içlerinde 2005 doğumlu iki genç var.)

Tutuklanma gerekçeleri: Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşe Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama Suçu.

Böyle bir suç mu varmış demeyin!

Anayasa M. 34’e göre “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Bu insanlar anayasanın, yasaların hiçe sayılmasını protesto için orda bulunuyordu. Silahsız oldukları ve polise mukavemet etmedikleri ortada. Çoğu, bir, “dağılın” ihtarı da duymamıştı. Kaldı ki bu ihtar da valiliğin yasağı gibi hukuka aykırı olurdu. Durduk yere “dağılın” ihtarında bulunmaya hakkı yok polisin. Bulunması, gösteriyi tek başına yasa dışı hale getirmez. Göstericiler arasında suç işleyen varsa onları tespit etmeli, ayırmalı ve gözaltına almalı polis.

Sonuçta zulüm üstüne zulüm üstüne zulüm bindirerek bu gençleri, yüzlerce, binlerce insanı apar topar tutuklayıp hapse atarak toplumu baskılamak, yıldırmak, korkutmak ve haklarını arayamaz hale getirmek ve tebaa –kul köle- zihniyetini tahkim etmek istiyor rejim.

Bunun adı artık -en basit tabirle- darbe rejimidir. 10 yılını doldurmuş bu rejime, gözünü Erdoğan iktidarı ile açmış gençler isyan ediyor. Elhamdülillah ki, zulme itiraz ediyor, razı gelmiyorlar. Bir farzı, en azından bir sünneti yerine getiriyorlar.

Açıkça iftira ettikleri, birer gazı ve coplarla müdahale ettikleri, nihayet hapsettikleri bu gençler, kendilerince hakkı tutup kaldırmaya çalışıyorlar. Bir zulmü elinle, dilinle engellemeye çalışmak ibadet değil mi?

Tutuklananlar arasında, Filistin eylemlerinden dolayı bizzat tanıdığımız Hüseyin Arif de var. Öyle zannediyorum ki Türkiye’nin İsrail’e, Gazze’de soykırım devam ederken dahi sağladığı desteği kesmesi için yapılan eylemlerde başı çektiği için bardağı doldurmuş. Bu protestolar da bardağı taşıran son damla olmuş.

Zulme razı gelmeyen, biat etmeyip açıkça itiraz eden herkes, hiçbir suça ve şiddete karışmasa da bu ülkede bardağı dolduruyor, taşırıyor ve hapse atılıyor! Yazık ki ne yazık.

2000 doğumlu Hüseyin Arif, Emniyet Sorgusunda şu ifadeyi vermiş:

“22.03.2025 günü akşam saatlerinde bir iki saat kadar Saraçhane taraflarında mitinge katıldım. Mitingdeki konuşmacılar Özgür Özel ve birkaç siyasetçiydi. Ben polis bölgesinde herhangi bir polis müdahalesi olmadan mitinge katıldım. Kitleler dağılınca ben de saat 23’ten önce oradan ayrılarak evime gittim. Ben mitingden sonra orada kalmadım. Herhangi bir taş atma, sopa sallama gibi eylemde bulunmadım. Bu tarz materyaller temin etmedim. Devlete veya hükümete karşı herhangi bir provokasyonda bulunmadım. Ben sadece demokratik hakkımı kullanmak için oradaydım. Ben bu mitinge tek başıma gittim. Tanıdığım kimse yoktu.”

İşte, gözaltına alınan binlerce insandan biri, bu “suçları” işlediği için tutuklandı! Kaçma ve (olmayan) delilleri karartma şüphesini de hesaba katmış hâkim! Yoksa tutuksuz yargılanması gerekirdi.

Hukuk olmayınca böyle oluyor ne yazık ki. Devirler değişiyor, muktedirler değişiyor lakin zulüm hiç bitmiyor.

Başlığa dönersek… Gençler Neden Tutuklandı?

Zulme, hukuksuzluğa karşı çıktıkları için.

Onlar bu bayrama zindanda girecekler.

Yazık ki bu ülkenin dört bir yanında haksız ve hukuksuz olarak zindanlara atılmış nice vatandaş yıllardır bayram yüzü göremiyor.

Bu ağır ve sistematik adaletsizliğe imza atanlar bir yana, bu zulüm rejimini yıllardır bile isteye destekleyenlerin yüklendiği dehşet verici vebal bir yana…

Biz ülke olarak niye bu haldeyiz, sorusunun cevabı burada, bu suçların, günahların, veballerin altında cansız yatıyor.

*fotoğraf: Ümit Bektaş /REUTERS

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Darbe Düzeninde Yaşamak

Yayınlanma:

-

Bu yazıda okuyacaklarınızın hiçbir yeni ve özgün tarafı bulunmadığını en baştan ifade edeyim.

Geniş bir kesimin duygu ve düşüncelerine tercüman olur sanırım ve dua ile karşılık bulur umarım.

Mâlûmunuz, 15 Temmuz 2016’da bu ülkenin başına büyük bir felaket geldi: Darbe. Halkın püskürtmesi sonucu teşebbüs aşamasında kaldı lakin o gün bugündür Türkiye iyi değil. Vücutta hızla yayılan bir kansere yakalanmış gibi.

O çağ dışı askeri darbe püskürtüldükten sonra oluşan geniş meşruiyet alanında başka bir darbe meydana geldi ve bir iç kanama gibi “sessiz ve derinden” ülkenin vücuduna yayıldı.

19 Mart 2025’te zirvesine ulaşıp artık infilak etmiş bu sivil darbe Türkiye’nin sinir uçlarında geniş bir dalgalanmaya yol açtı beş gündür.

Göstergeler vahim: Hukuk, yasa, anayasa yok.

Bunu kabul etmenin zorluğunu yaşıyor geniş bir kesim. Bir kesimse, “biz yıllardır uyarıyorduk” diyor. Bir diğer kesim ise kafasını kuma gömmüş, görmemek için çaba sarf etmeye devam ediyor. Kolay değil.

Yargı mekanizması paçavraya dönüştürüldü. Ülkedeki kurumlar iflas etmiş vaziyette.

Basın ve sivil toplum görünümlü yapılar çok büyük oranda çöp. Kötü koku ve yalan dolandan başka bir şey yaymıyorlar ülkeye.  Utanmaksa eski devirlerde kalmış bir haslet adeta.

Yoksulluk diz boyu. Geniş halk kesimleri, bilhassa gençler feci derecede umutsuz. Umutları hunharca çalındı, yağmalandı.

Bu rejim, toplumun geniş kesiminin yüreğine nifak, öfke ve umutsuzluk tohumları ekmekle harcadı son 10 yılını.

Bu saatten sonra sanki bir hukuk devletinde yaşıyormuşuz gibi, sanki seçimler, sandık bir anlam ifade ediyormuş gibi yaparak kendimizi kandırmanın âlemi var mı?

İsmet Özel, “tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rab bellemeyeceğim” demişti Yahudi Olmamak adlı şiirinde. İsme bak, harika bir şiir.

Tayyip Erdoğan o tuğlayı adeta Rab belledi, “ölene kadar bu koltuğu bırakmam” diyor. Kazanamadığı seçimi iptal ediyor, seçimde yenildiği rakibine kin güdüyor, ilk fırsatta o ve onun gibileri hapse attırıyor. Allah pervasızları sever, eyvallah ama hak yolunda!

Ortalık siyasi dava ve yurdun dört bir yanında o davalardan hapse atılmış siyasetçilerle dolu. Gazeteciler, aydınlar da cabası.

Allah aşkına artık şu işin adını bi’ koyalım ve bu ülkeyi elinde oyuncak gibi gören zat ve çevresindeki menfaat ordusu da rahatlasın.

Diyelim ki ona, “buyur, ülke senindir, sen Allah ömür verdikçe oyna, kafana göre takıl. Kimseye hesap vermeyeceksin, hiç ama hiç endişen kalmasın. Sal bu ülkedeki muhalifleri zindanlardan, sal bizi kafkaesk ülkenden. Sen sağ biz selamet! Allah’ın takdiri ecel, kapımızı çalana kadar takılalım olabildiğince başımızı belaya sokmadan. Sen de rahatla sana karşı olanlar da rahatlasın.”

Trump ve Netanyahu’nun soykırımdan henüz çıkamamış Gazze’de halen ne vahşetlere imza attığını görünce, halimize şükretmemiz gerektiğini bize vaaz eden rejime kulak verelim ey ahali!

Çoktan çivisi çıkmış, bir hayli gözü dönmüş bir dünyada savaşlar, işgaller, terör, türlü türlü kargaşa, kumpaslar, yağma, talan ve yalanlar içinde yaşadığımız gerçeğini kim inkâr edebilir. Allah sonumuzu hayreylesin.

Bana göre Erdoğan ömrünü darbeci olarak sürdürecek, darbeci olarak ölecek ve öyle de anılacaktır tarihte. Yanılıyor olmaktan memnuniyet duyarım. Ben Müslümanım ve Allah şahittir ki herkes için iyilik ve güzellik dilerim. Bir karıncayı bile incitmek istemem, “bile” diyerek hakkına girdiğim için de ayrıca helallik dilerim kendisinden.

Darbe süreci içinde yaşıyoruz. Demokrasi tiyatrosunda perdeler 19 Mart (yargı darbesi) itibariyle tümüyle kapandı, anlamayan kalmasın. Gişe önünde kuyruğa girmeye gerek yok.

Darbe karşısında beş gündür devam eden, belki de Cumhuriyet tarihinin en geniş katılımlı sivil itaatsizlik süreci ne kadar devam eder, ne olur, tahmin etmek güç.

Yalnız, sivil itaatsizlik candır, not etmeden geçmek istemem. İnşallah kan dökülmez, insanlar tutuklanmaz, kimsenin canı yanmaz. Bunun için samimiyetle dua ediyorum. Herkesi hukukun içinde, sakin ve sağduyulu olmaya davet ediyorum. Bolca da gürültü koparmaya elbette. Anayasanın geçerliliği kalmadıysa da, hakkımız bâkî:  “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” (M. 34)

Öyle zannediyorum ki belirsiz bir süre, bu acı gerçekleri içimize sindirmekle geçecek.

Bir kesim, söz konusu darbe sürecinde, darbecilerin kanatları altında bu dehşet verici vebali destekleme karşılığında sahte bir güvenlik satın alacak, şu yalan dünyada.

Bir diğer kesimse açıktan veya gizliden sivil itaatsizlik mezhebine geçiş yapıp direnmenin haklı onur ve gururu ile yaşayacak, razı olmayarak karşı gelecek ve “hak, hukuk, adalet” sloganları eşliğinde yaşamaya devam edecek.

Allah mazlum halkları korusun. Bizi haktan, adaletten ve direnmekten alıkoymasın. AMİN.

Devamını Okuyun

GÜNDEM

0
Would love your thoughts, please comment.x