Kitap okumanın insanı iyileştirdiği, onardığı tartışmasız bir gerçektir. Bunu tartışmaya açanların aklına şaşmam, fakat deneyimsizliğine üzülürüm.
Edebiyat-Terapi Bağlamında Düşünceler ile ördüğü kitabında Ahmet Sarı, Edebiyatın İyileştirici Gücü’nü Kur’an’dan ayetler ve dünyaca ünlü yazar ve şairlerden örneklerle ortaya koyuyor.
İlk çarpıcı örnek Kafka ile bir kız çocuğu arasında geçer. Kafka ölümcül bir hastalığa tutulmuş, son günlerini yaşamaktadır. Doktorunun tavsiyesi üzerine, açık havada yürüyüşler yapar. Sevgilisinin de eşlik ettiği bu yürüyüşlerden birinde, parkta ağlayan bir kız çocuğuna rastlar. Kıza, neden ağladığını sorar. Oyuncak bebeğini yitirmiştir. Kafka, bebeğin kaybolmadığını, onunla mektuplaştıklarını, yarın aynı saat ve yerde kendisiyle buluşursa ona bebeğinin mektuplarını okuyacağını söyler. Bu güzel haberle kızın üzüntüsü dağılır. Kafka ve sevgilisi ertesi gün kızla buluşurlar. Kafka bebeğin başından geçenleri anlatır. Ömrünün son günlerinde, su içmekte bile büyük güçlük çeken Kafka bir aya yakın, her zamanki disipliniyle kurmaca metinler yazar, buluşma yerine gidip kıza okur.
Ahmet Sarı, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan “Kafka’nın Bebeği” adlı bir romana da konu olayı şu tespite düğümlüyor: “İkili bir şifa ve sağaltım eylemi böylece kendini göstermiş olur. Kurmaca, yazanı da okuyanı da sağaltır.”
Şifa demişken, söz ve şifanın buluşma yerine uğramadan olmazdı, yazar da zaten uğradı. Kur’an’da geçen ilgili ayetlerden biri şöyle: “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi.” (Yunus Suresi 57. Ayet)
Buradan bakıldığında ortalama bir kitaplığı bir ecza dolabı olarak görmek pekala mümkündür. Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır, der İsmet Özel. Yola çıktığımızda bellidir az çok nelerle karşılaşacağımız şu hayatta. Yaşamak, ne kadar albenili görünürse görünsün, ne denli makyajlanırsa makyajlansın, yara bere içinde kalmaktır. Okumak, akıl ve ruh sağlığımızı korumaya, yaralarımızı sarmaya yarar.
Yazmak, anlatmak yazan için; okumak da, okuyan için terapidir. Denilebilir ki, yazarın anlattığı kendi derdi, kendi hikayesidir ama okurun öyle mi? Evet, öyledir. Yazarın “anlattığı aslında senin hikayendir”.
İnsan kendini yalnızca insanda tanır, demiş Goethe. Başkasının hikayesinde, kurgu veya değil, kendimizi seyre dalar, kendi hikayemizi okur, çözer veya dokuruz. Yazarın içini döktüğü yerde, okur içine döner. Kendisiyle, geçmişiyle, şimdisiyle veya geleceğiyle yüzleşir. Kitap okurken sayfaya diye aynaya bakarız çoğu zaman. Şairin dediği gibi, aynada iskeletimizi görmeye kadar varamasak da, varırız bir tespitin, teşhisin, tedbirin menziline. Hiç değilse kendimizle baş başa kalır, baştan ayağa, şöyle bir muhasebe yaparız. Eleştirilerden kafamızı kaldırır, sağımıza solumuza, önümüze özümüze bakarız.
Bunaldığın vakit, alıp başını gitmek istersin. Kitap bazen bir uçak olur, gemi olur, otobüs olur, tren olur; sen cam kenarına geçer, sayfalarca “dışarıyı” seyredersin. Giderek bırakırsın kendini kelimelerin arasından püfür püfür esen bir esenliğe. Belki bir sonraki gün yine bir şeyler eksik kalacaktır, ama işte bugün tamamdır. Düştün, dizin acıdı. “Öpeyim de geçsin” diyecek bir kitap vardır muhakkak, sana yârenlik edecek. (“Biz fakir insanlarız, bir sarılmayla da doyarız.”)
Terapiste gideyim desen, önce randevu alacaksın, ardından vaktini bekleyeceksin, nihayet, üstüne bir saat için bile ciddi bir para vereceksin. Kitabın maliyeti bir hayli düşük, yanı başında ve onlarca saat, defalarca kez ve nihayet bir ömür sana yoldaşlık edebilir. Kimse kimseye bir terapist hediye edemez.
Kitap okumak seni kuru kalabalıklardan uzaklaştırır, sadeleştirir. Sadelik saadettir. Kitapla durur, düşünür, dinlenir ve kendimizi dinleriz. İçinde çalkalandığımız, koştur koştur ama bir türlü bir yere yetişemediğimiz şu hız çağında ne çok ihtiyacımız var buna. Yavaşlamaya, durmaya ve düşünmeye. Durup düşünmek denir, koşup düşünmek diyen birini duyamazsın.
Orhan Gencebay, “gel gör şu halimi, bir teselli ver” diyordu şarkısında. Rabbimiz her daim görür, halimizden anlar ve bize hitapla, kitapla sayısız teselli verir. Peygamberler, alimler, yazarlar, şairler… bize halini ve halimizi arz eder, bizi anlar, ve anlayış gösterir, teskin eder, avuç dolusu teselli var ve armağan eder.
Edebiyat, kısa bir süre sonra havasız kalan gündelik hayatlarımıza pencereler açar. Hayatlarımızı havalandırır. İçeriye sadece temiz hava değil, yeni dünyalar ve hayaller de girer.
Edebiyat bizi iyileştirir. Bunu o kadar ucuza, o kadar sessiz sedasız yapar ki fark edemezsin. Fark edemediğin bir değerin, haliyle, kıymetini de bilemezsin.