Geleneksel Bahar Temizliği dolayısıyla başlattığımız seferberliğin son aşamalarındayız. Sobayı kaldırdık ya, gerisi kolay. Balkon da rahatladı, bundan sonra pislik üreten bir şey kalmadı. Sobanın külüne kurban oluyoruz genelde, ama uğraştırıyor be. Kaloriferli evde çöp diye nitelendirilen bir dolu şeyi sobanın yuttuğunu da ekleyelim. Soba nostaljisi yapmıyorum burada -onu başka bir yazıda yapmıştım- ısıtmanın yanında ikincil vazifeleri de çok önemlidir sobanın.
Bir haftadır peyderpey devam ediyoruz baharı karşılamaya. Tüller güneşlikler alttan başlayan gayet düzenli bir koyulaşmayla tavanı da isletmişler. Onları makine hâlletti, halılar bana kaldı. Son halıyı da bugün yıkadım banyoda. Balkona asarken üst kattakilerin çamaşırlarından su damladığını fark ettim. Bir iki derken, çoğaldı. Baktım, böyle olmayacak. Ee, halıyı da sermiş bulunduk, kaldırmak olmaz. Sobanın altından kalkan minefloyu serdim üstüne. Yarın güneşlensin artık, ne yapalım, bu gece böyle idare etsin. Damlalar devam ederken “kapitalizm piramidi” geldi aklıma. “Ulan” dedim, “demek en altta biz kaldık he”. Vay be Selahaddin, kralsın kral! Biz de proleter!
Serme işi bitti, içeri girecekken, hesapta olmayan alt komşu çıktı bahçeye. Bu arada bizim evin caddeye bakan iki odası dükkân ve manav olarak faaliyet gösteriyor. Kalan kısım da bize kalmış. Tek çocuklu aileye yeter de artar bile. Mutfağı, banyosu da büyük eve göre yapılmış ya, öyle iki dönünce bitmiyor. Halıyı bu sebeple kolayca yıkayabiliyoruz banyoda. Rahat sayılır evimiz, bir tanedir Selahaddin. Ev sahibiyim diye gezinmez ortalıkta. İlk zamanlar bir iki sefer uğradı, “elektrik faturasını kendi üzerine al” diye. Baktı ödüyoruz, onu demeyi de bıraktı. Adam fiberci, gece gündüz dolaşıyor dağda bayırda, tamirâtla meşgul. İyidir, iyi. Selahaddin de iyidir, karton da. (Öyle demiş Veysel’in öğrencisi; “örtmenim, karton iyidir, iyi”. Ara sıra, nereden estiğini bilemeyeceğiniz böyle sayıklamalar duyarız ilkokul sınıflarında.) Bir de girişe fayans yaptırsa, gözümsün diyeceğim, ama iki senedir lafını açmadı daha.
Ön tarafların dükkân olması iyi. Tüm alışveriş meşgalesi yirmi dakika sürmüyor, istersen. Dilersen uzatabiliyorsun, ona karışmıyorlar. Muhabbetli adam Fazıl. Otururken yediğini yazmıyor deftere. Çapraz satış bile yapıyor. Alışveriş böyle, caddeye bulaşmamak imkânı da cabası. Arka tarafta da bahçe ve Jandarma Komutanlığıyla bakışıyoruz küçük boğazın karşı kıyılarından. Çok uzak olmayan yerlerden dağlar başlıyor. Bunu söylememe gerek bile yoktu aslında. “Ne yana baksan dağ” sonuçta; bu böyle, ne yaparsın.
Bizim evin hâli yine iyi, alt komşunun durumu daha vahim (gibi). Zira onun evinin, apartmanın ön tarafına denk gelen tarafı komple toprak; kot farkı mı deniyor, heh işte ondan. Arka taraf bahçeyle hemzemin. Neyse halıyı serdik sermedik, o da çıktı bahçeye, televizyonu bozulmuş. Geçen sefer de böyle olmuştu. O zaman yakalayamamış balkondayken, kapıya kadar gelmişlerdi. Bizim halı yapmış yine yapacağını, antenin frekanslarıyla oynamış. Lan oğlum, hangi ara yaptın sen o işi? Bu seferki biraz daha büyük ya, etkisi de ona göre… Daha ben seni düzeltemeden, sen git, antenle televizyonla neyin uğraş. Tabiî çare yok, güç bela biraz daha çektim sululuktan ağırlaşan halıyı.
Piramit geldi tekrar aklıma. “En altta değilmişiz demek ki,” dedim. Tesellimiz bu değil elbet: Altta kalanın derdini dinledik ya, işte o.