Bir film, bir tiyatro oyunu, bir de dizi…
Üçü de benzer duygu ve düşünceler uyandırıyor bende. Kayda değer farkları bir kenara, üçünde de imana bir kapı açma imkânı mevcut.
Matrix: Evreni Sorgulatan Bir Fikir
Evrenin gerçek olmadığı fikri, onunla yüzleşmeyi neredeyse imkânsız kılacak zorluklar içeriyor. Dış dünyayı gerçekte olduğu şekilde algılıyor olduğumuz sağ duyusunu aşmak başlı başına bir mesele. Ama örneğin insan bilincinin türlü etkenlerle değişebilmesi dikkate alındığında bu adımı atmak kolaylaşabilir. Yine de bu idrak seviyesini günlük hayatta sürdürmek pek mümkün gözükmüyor, eğer bahis konusu idrak fiili bir düşünme egzersizinden ibaretse. Peki, ya yüzleştiğimiz hakikat evrene bakışımızı radikal bir şekilde dönüştürme kudretine sahipse? İşte bu durumda nesnelere bakıp onları var eden kodu görme imkânı söz konusu olabilir.
Evreni kuran hakikatin kudretine şüphe yok. Fakat teslim olma iradesini kişi kendisi ortaya koymak zorunda. Hakikate adanmayı seçmek insana bırakılmış. Kim kaderini bu adayış üzere tayin ederse, yeni bir sağduyu kazanabilir. Umulur ki onun için bir kapı açılır.
Bana Bir Şeyhler Oluyor: Ruha Dokunan Bir Şiir
Nesnelliğin hegemonyasında içe bakmak delilik addediliyor. Üzerindeki biyopolitik baskının altında ezilen içe bakışın yerini kişisel gelişim dolduruyor. Yüreklere yerleşen gelecek kaygısının güdülediği fasılasız hayatlarda içe dönmeye vakit yok. Ancak ruh, kendisinden kaçılabilecek fuzuli bir antite değil. Dış dünyanın tecrübesi dahî ruhun marifetiyle gerçekleşiyor. Fakat içe dönmenin vesilesi sıklıkla bu tip teorik düşünceler değil, varoluşsal sancılar oluyor. Bunalımlar içinde bir odaya kapanmak, bir yalnızlık anında insanın kendisiyle hemhal olmasını sağlayabilir. Yoğun duygularla dolu bu yalnızlık kendini bilmenin imkânını doğurabilir. Kendinin bilgisine erişmek bir veçhesiyle hakikate de erişmek anlamına gelir. Zira hakikat hiçbir şekilde görünüşte nesnel olanla sınırlanamaz. Dışarıdaki nesnelliğin mutlak olmaması ölçüsünde içerideki öznellik de mutlak değil, her ikisi de zıddını içeriyor.
Hakikate bu içeriden bakış nefis muhasebesinin çok ötesine, Yaradan’la yakınlık kurmaya kadar varabilir. Çoğumuzun hazır olmadığı fikir şu ki bu yakınlık belirli bir zümreye mahsus kılınmış değil. Hangi kalb-i selîm murat etse, O’nunla içten bir bağ kurabilir. Umulur ki onun için bir kapı açılır.
Kübra: Topluma Seslenen Bir Çağrı
Kapitalist statüko toplumsallaşmanın yöntemlerini kat’i bir şekilde belirlemiş durumda. Topluma farklı bir yolla seslenmek çoğu zaman hayal bile edilemiyor. Halbuki adalete karşı olan arzunun önüne geçilemez. Bu arzu huzurlu bir kötülük düzenini imkânsız kılar. Böylece adalet, her huzursuzlukta, yağmur bulutlarının aralanmasıyla aydınlığı açığa çıkan güneş gibi yüzünü gösterir. Kendisine atanmış rolü oynamaktan vazgeçip özgür bir eylemde bulunmaya cesaret edenler, hakikatin ortaya çıkmasına vesile olabilir. Çünkü hakikatin mekânı ne evrenin kodlarıyla ne de ruhun derinlikleriyle sınırlıdır. Esasen onun en aşikâr olduğu yer insan ilişkileridir.
Çeşitli çıkar ilişkileriyle kuşatılmış insanın özgür bir eylemde bulunabilmesi için sûret-i haktan görünen telkinleri hiçe sayması gerekebilir. Özgürlüğünün bilinciyle kendi yolunu seçip adaletin sesine kulak veren bir yiğit, hakikatle aramızdaki duvarları yıkabilir. Umulur ki hepimiz için bir kapı açılır.
Mucize: Temas Kurmak
İnsanı hayrete düşüren açıklanamaz bir mucize isteyenler boş bir beklentiyle oyalanıp dururlar. Beklenen gerçekleşse bile bu isteklerin sonu gelmez, insanoğlu tatmin olmaz. Şımarıklık yolunun varış noktası ya sahte kutsalların egemenliği ya da başıboş bir bocalama hâlidir. Geçtiğimiz iki yüz yıl, iki seçeneği de sırasıyla bize yaşatmadı mı? Pozitivizm saplantısı, açıklanabilenleri ipotek altında tutarken hakikatle temasımızı açıklanamazlar alanına hapsetti. Böylece birbiriyle çatışan iki huzursuzluk düzeninden mürekkep bir dünya doğdu. Bu dünyada mucizelere yer yok. Fakat bu mucize yoksunu dünya huzursuz yürekleri tatmin etmiyor. O yüzden bu rüya yarıda kalmaya mahkûm.
Belki de mucize denilen şey, her yerde ve her şeyde bulunan hakikatle temas kurmaktan ibarettir. Bu temas her zaman bir yönüyle açıklanabilirdir: Sünnetullahta bir zemini vardır. Öteki yönüyle ise tecrübîdir. Tecrübe edenin görebildiği ama gösteremediği bir hâldir. Bununla beraber mucizeyi gören kişi diğerlerini de görmeye davet edebilir. Dileyen açılan kapıdan girer.
Belki de mucize aslında bir tanedir ve buradadır, yanı başımızda. Ona erişim tüm zamanlarda ve mekânlarda mümkündür. Allah bu imkânı insana vererek bir mucize yaratmıştır. Bizden muradı bu imkânı kullanmamızdır. Çünkü bizimle irtibata geçmek ve bize ağır ama taşıyabileceğimiz bir yük yüklemek istiyordur. Bu sarp yokuşu çıkmaya talip olanlar, evrene, ruha ve topluma baktıklarında mucizeyi görürler.
İman: Allah’la Konuşmak
Bir fetret döneminde vahyin devam etmesi için Allah’a yalvaran bir peygamberin ıstırabını paylaşan samimi bir sorgulayıcı, Allah’ın nasıl olup da gözlerine, kulaklarına, hislerine, düşüncelerine, eylemlerine rehber olacağını sorarsa, iyi bir cevabı hak etmiş olur. Birtakım usullerden dem vuran akademik cevaplar, mucizenin tecrübî yönünü göz ardı eder. Hakikatle temas, bir dizi teknik talimatın kuru kuru uygulanmasıyla gerçekleşemez. Çünkü esasen temasa konu olan şey, orada bir yerde keşfedilmeyi bekleyen dışsal bir nesne değil, tecrübe ettiğimiz dünyanın kurucu öznesidir. Soru aslında kişinin Allah’la konuşma talebini ifade ediyor. Bu talebin olumlu karşılanma imkânı, imana açılan kapıdır.
Allah’la konuşan kişinin adanma niyeti edimsellik kazanır. Konuşmanın etkisinde olduğu sürece, onun için artık dünya meşgalesi bir oyundan ibarettir. Sağlam bir imanın tadına varır. Oyunun kural koyucusuyla temasta olmak ona öyle bir güç verir ki gerçekliği manipüle etmenin bile ihtimal dahilinde olduğunu düşünebilir. Ancak sünnetullahın sürekliliği buna izin vermez. Kurallar herkes içindir. Kimse dünya meşgalesinden âzâde değildir. Zor olan da bu bilinç seviyesini taşıyarak bir yandan oyuna devam etmektir. Allah’la konuşmanın verdiği güç, bu esas zorluğun üstesinden gelmeyi ve ardından hayat içindeki cüz’î zorluklara hikmetli çözümler üretmeyi sağlayabilir.
Her şeyin sahtesi olduğu gibi Allah’la konuşanların da sahtesi olmuştur ve olacaktır. Allah’la konuştuğu iddiasına yaslanarak sorgulanmaya kapalı hükümler koyanlar ancak şarlatanlar olabilir. Ama imtiyazlı bir makama sığınmadan, herkese hitaben ve açık yüreklilikle öneriler sunanların sözü dinlemeye değerdir. Kimseyi hiçbir şeye zorlamadan herkese meydan okurlar. Muarız meydan okumalar elbette her zaman çıkabilir. İnsanlık mucizesi sayesinde, hangi meydan okuyan sözün hakikatten izler taşıdığını görme imkânı herkes için mevcuttur. Ne mutlu görenlere!